Dünya Ekonomisi Resesyona Mı Sürükleniyor?

Dünya ekonomisinde, 2021’in son aylarından bu yana özellikle, ABD ve euro bölgesinde, büyüme hız kesiyor, enflasyon (fiyat artışı) hızlanıyor, 1970’lerden bu yana ilk kez bir stagflasyon (enflasyon + durgunluk) gündeme geliyor. Ekonomide bir resesyon (daralma), mali piyasalarda kriz ve toplumda siyasi istikrarsızlık olasılıkları güçleniyor.

Stagflasyon kavramı, birbirine ters ekonomik önlemler gerektiren iki olgunun eş zamanlı olarak gelişmesini betimler.

Enflasyonu dizginlemek için faizleri arttırmak, para arzını, tüketici talebini daraltmak, ücret artışlarını baskılamak gerekiyor. Bu önlemler ekonomik durgunluğu hızla daralma (resesyona) içine itme riskini getiriyor. Bütün gözler, bu önlemleri gündeme getirecek olan Merkez Bankaları üzerine odaklanıyor. MB yöneticilerinin her açıklaması anında piyasa hareketlerine yansıyor, kısacası “volatilite” kaynağı oluyor.

Durgunluk eğilimine karşı ekonomik büyümeyi teşvik edici, düşük faiz, parasal genişleme, yüksek ücret politikaları, hükümetlerin sermaye üzerindeki vergileri azaltarak ekonomik faaliyeti canlandırma çabaları, bu kez enflasyonu dayanılmaz noktalara doğru itmeye başlıyor.

Birincisinde, ekonomi daralırken işsizlik, yoksulluk, piyasalarda volatilite (ve “kaza” çıkma olasılığı) artıyor. İkincisinde enflasyon ücretleri hızla aşındırıyor, geçim sıkıntısını arttırıyor. Her iki durumda da “toplumsal barış”, siyasi istikrar hızla bozulmaya başlıyor.

Resesyon riski artarken piyasalar sarsıldı

ABD ve Avrupa’da Merkez Bankaları enflasyonla mücadeleye öncelik vermeyi seçti. Geçen hafta faiz artışı ve para arzını daraltmaya yönelik uygulamalar hızlandı. ABD Merkez Bankası (FED) politika faizini yarım puan, İngiltere Merkez Bankası çeyrek puan arttırdı. İngiltere Merkez Bankası Başkanı bir sonraki aşamada, faizleri yarım puan arttırma eğiliminde olduğunu ima etti.

FED ve Avrupa Merkez bankası (AMB) bilançolarını (mali piyasaları destekleme harcamalarını) daraltmaya başladılar. AMB’nin haziran ayında faizleri artırma olasılığı iyice güçlendi.

Bu ortamda, yıl başından bu yana genel bir gerileme eğilimi sergileyen borsalardaki volatilite giderek sertleşmeye başladı.

ABD’de Standard & Poor, Dow Jones ve Nasdaq indeksleri yıl başından geçen hafta sonuna kadar sırasıyla yüzde olarak, 13, 10, 23 değer kaybettiler. FT 100, yıl başından Mart ortasına kadar % 9.4 geriledikten sonra toparlandı ve söz konusu dönemi toplam %2.5 gerileme ile kapadı. Aynı dönemde Eurofirst 300 indeksi %12, Şangay Bileşik indeksi %17, Tokyo Nikkei %8 geriledi.

Bu genel gerileme eğilimi içinde en sert dalgalanmaların Ukrayna savaşının başladığı Şubat ortası günlerinden sonra geçen hafta, salt ekonomik nedenlerden tekrarlandığı görülüyordu: Geçen hafta, FED faizleri arttırdıktan sonra Dow Jones ve S&P haftayı % 3 ve %3.6 kayıplarla kapattılar, Nasdaq %5 geriledi, FT 100 son 3 günde % 2 değer kaybetti. Gelişmiş ülkelerde en dinamik şirketleri izleyen MSCI indeksi, Kasım 2021’den bu yana %50’den fazla gerilemiş.

Faizlerin artamaya başlaması, borsalardaki dalgalanmalar, tahvil piyasalarını da etkisi altına alma ve sert yön değiştirme, bir krizi tetikleme riskini güçlendiriyor.

Çin’de olan Çin’de kalmıyor

Merkez banklarının enflasyonla mücadele pratikleri nadiren bir yumuşak inişle sonuçlanıyor. Buna karşılık merkez bankalarının, stagflasyon içinde enflasyonla mücadele ederken ekonomiyi resesyona (fiziki daralma) itme olasılığı çok yüksek. ABD ekonomisi bu yılın ilk dört aylık döneminde %1.4 gerilemiş görünüyor. Aynı dönemde sanayide prodüktivitenin yıllık bazda %7.5 (Bloomberg’e göre, 1947’den bu yana en hızlı düşüş) gerilemiş olması da resesyon riskine işaret ediyor.

Avrupa’ya gelince, euro bölgesinin en büyük ekonomisi Almanya’da büyüme hızının ilk dört aylık dönemde, Ukrayna savaşının, Haziranda başlayacak faiz artışlarının, Çin ekonomisindeki yavaşlamanın etkileri henüz tam olarak kendilerini göstermemiş olsa da, % 0,2 de kaldığı görülüyor. Alman hükümeti 2022 için büyüme hızı beklentisini % 3,6’dan % 2.2’ye çekti.

Euro bölgesi verileri, enflasyon hızlanırken, perakende piyasalarında satışların özellikle İspanya, Almanya ve Fransa ‘da hızla düşmekte olduğunu gösteriyor. Önümüzdeki aylarda, gelmesi beklenen bir faiz artışının bu eğilimi ve genelde resesyon riskini güçlendirmesi beklenebilir.

Asya’da ekonomik manzara ağırlıklı olarak Çin’in performansına bağlı. Çin ekonomisinin büyüme hızının negatif alana geçme olasılığı şimdilik, en azından resmi verilere göre yok. Ancak “Sıfır Covid” politikası nedeniyle rejim, sık sık ülkenin ekonomik olarak kritik bölgelerini karantinaya alınca, hem üretim, hem de tedarik zincirleri aksıyor. Çin ekonomisi söz konusu olunca genelde iyimser olan ekonomist Stephen Roach (Yale Üniversitesi, Morgan Stanley eski Asya büro şefi) bu kez resmen açıklanan %5.5 büyüme hızının yakalanabileceğine inanmıyor.

Gerçekten de son veriler tüketici harcamalarının zayıflığını, ekonomik hasılanın %40’ını oluşturan servis sektöründe satın alma müdürleri indeksinin Mart ayında 42’den Nisan ayında 39 düzeyinde (50’nin altı daralma anlamına geliyor) gerilediğini gösteriyor. Örneğin, Cep telefonu ve taşıt araçlarında satışlar Nisan ayında yıllık bazda sırasıyla %14 ve %39 oranında gerilemiş.

Wall Street Journal’ın aktardığı gibi, “Çin’de olan Çin’de kalmıyor”. Dünyanın ikinci büyük ekonomisinde bir yavaşlama bölge ülkelerinden başlayarak, dünya ekonomisini etkilemeye başlıyor. Güney Kore, Tayvan ve Japonya’nın Çin’e ihracatlarında Nisan ayında belirgin düşüşler görülüyor.

Merkezde enflasyonla mücadele, çevrede borç krizi…

Geçen yüz yılda, gelişmekte olan ülkelerin en büyük borç krizi, ABD merkez Bankası 1970’lerin sonunda, stagflasyona karşı enflasyonla mücadeleye öncelik verdiğinde, patlamıştı.

Bugün de benzer bir tehlike var. Institute of International Finance (IFF) hesaplamalarına göre, gelişmekte olan ülkelerin bu yıl sonuna kadar ödemesi gereken borçların ABD faizlerinden doğrudan etkilenecek olan kısmı bir trilyon dolara ulaşıyor.

Finansal krizden bu yana adeta ikiye katlanan gelişmekte olan ülkelerin borçları, bugüne kadar neredeyse “sıfır faizden” borçlanılabildiği için kolaylıkla servis edilebiliyordu.

Şimdi, Merkez Bankaları, özellikle ABD’de FED, enflasyonla mücadele bağlamında faizleri arttırarak, parasal sıkılaştırma politikalarına geçmeye başlayınca, borçlanma maliyetleri artıyor, dolar değerlenmeye başlıyor. Bu durumda dolarla borçlanan ve finansal dengeleri kırılgan ülkelerin hem borçlanarak hem de ülke içindeki gelirlerine dayanarak borçlarını servis etmesi hızla zorlaşıyor. Dahası merkez ülkelerin piyasalarındaki daralmalar, çevre ülkelerin ihracat gelirlerini de olumsuz yönde etkilemeye, borç ödemek için gereken dövizi yaratma kapasitelerini düşürmeye başlıyor. Tüm bu dinamikler, uluslararası yatırımcının gelişmekte olan ülkelere olan güvenini daha da zayıflatıyor. Eliot Fon yönetimi şirketinden Jay Newman’ın deyimiyle bu ülkeler, bugün “hangi fiyattan olursa olsun güvenilemez” konumdalar.

Bir borç krizi tehlikesi yalnızca gelişmekte olan ülkeler için değil, Avrupa periferisindeki ülkeler için de geçerli. Euro bölgesi ekonomilerinin borç durumlarını, on yıl öncesiyle karşılaştıran Deutsche Bank stratejisti Maximilian Uleer’e göre faizler artmaya devam ederse (ki edecek) İspanya ve İtalya’nın faiz maliyetinin milli gelire oranı 2011 düzeyini yakalayabilir. Uleer’in karşılaştırması, Yunanistan ve Portekiz’in de kritik bir noktada oluğunu gösteriyor.

Borç krizi beraberinde hemen derin bir resesyon getirdiğinden, bu açıdan bakınca da genelleşmiş, küresel bir resesyon riskinden söz etmek olanaklı.

1970’lerdeki stagflasyona karşı gelişmiş ülkelerin merkez bankaları, Başta FED olmak üzere faizleri hızla arttırarak mücadele ettiler. Ani faiz artışlarının resesyon yaratıcı etkileri, 1980’ler boyunca çevre ülkelerin ekonomileri açılarak, yeniden şekillendirilerek yaratılan yeni mal ve sermaye ihracatı olanaklarıyla, küreselleşmeyle, dengeleniyordu.

Bugün de benzer bir seçeneğin olabileceğini söylemek, küresel resesyonun ve yeni bir finansal kriz riskinin hangi karşıt eğilimlerle dengelenebileceğini bilmek hiç kolay değil.

(BBC Türkçe: Ergin Yıldızoğlu)

Paylaşın

Türkiye’de Her 10 Kişiden 3’ü Maddi Yoksunluk İçinde

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK), “Gelir ve Yaşam Koşulları 2021” araştırmasının sonuçları, Türkiye’de giderek derinleşen eşitsizliğin ulaştığı çarpıcı boyutu bir kez daha gözler önüne serdi. Türkiye’de en zengin yüzde 20’lik kesimde bulunanların toplam gelirden aldığı pay yüzde 46,7 olurken en yoksul yüzde 20’lik kesimde bulunanların aldığı pay yüzde 6,1’de kaldı.

Veriler, iktidarın ekonomi politikası nedeniyle giderek azalan alım gücünün kalabalık ailelere etkisini de gözler önüne serdi. Tek kişilik hanehalklarında yoksulluk oranı 2020 yılına göre 2021 yılında yüzde 4,4 puan azalarak yüzde 6,5 olarak gerçekleşirken en az bir çekirdek aile ve diğer kişilerden oluşan hanehalklarının yoksulluk oranı yüzde 18,5 olarak gerçekleşti. Tek kişilik hanehalklarının yoksulluk oranı ise yüzde 14,2 olarak kayıtlara geçti.

Yoksulluk oranı sürekli arttı

Sürekli yoksulluk oranı da yıllar itibarıyla dramatik bir artış kaydetti. Buna göre, 2018 yılında yüzde 12,7 olan sürekli yoksulluk oranı 2021 yılında yüzde 13,8’e yükseldi.

Oturulan konuta sahip olanların oranı 2020 yılına göre 2021 yılında 0,3 puan azalarak yüzde 57,5 olarak hesaplandı. Kirada oturanların oranı yüzde 26,8, lojmanda oturanların oranı yüzde 1,2, kendi konutunda oturmayıp kira ödemeyenlerin oranı ise yüzde 14,6 oldu.

Yurttaşların barınma problemi de TÜİK verileri ile ortaya konuldu. Kurumsal olmayan nüfusun yüzde 34,3’ü konutunda izolasyondan dolayı ısınma sorunu, yüzde 33,9’u sızdıran çatı, nemli duvarlar, çürümüş pencere çerçeveleri vb. problemleri yaşadı.

Konut alımı ve konut masrafları dışında borç veya taksit ödemesi olanların oranı 2020 yılına göre 2021 yılında 5,4 puan artarak yüzde 63,7 oldu. Nüfusun yalnızca yüzde 6,6’sı bu ödemeleri “yük” kabul etmezken yüzde 23’üne borçları “çok yük” getirdi. Hanelerin yüzde 61’i evden uzakta bir haftalık tatil masrafını karşılayamadığını beyan etti. Araştırmada öne çıkan en çarpıcı bulgular ise şöyle sıralandı:

  • Hanelerin yüzde 38’i, iki günde bir eti, tavuk ya da yemek masrafını,
  • Hanelerin yüzde 33’ü beklenmedik harcamaları,
  • Hanelerin yüzde 20’si evin ısınma ihtiyacını,
  • Hanelerin yüzde 63’ü eskimiş mobilyaların yenilenmesini ekonomik olarak karşılayamadığını beyan etti.

Yıllık ortalama esas iş gelirleri sırasıyla yükseköğretim mezunlarında 68 bin 229 TL, lise ve dengi okul mezunlarında 47 bin 326 TL, lise altı eğitimlilerde 35 bin 344 TL, bir okul bitirmeyenlerde 25 bin 911 TL ve okur-yazar olmayan fertlerde 19 bin 835 TL olarak hesaplandı.

Toplam gelir içerisinde en yüksek payı, yüzde 47,1 ile bir önceki yıla göre aynı kalan maaş ve ücret geliri aldı. İkinci sırayı yüzde 23,9 ile önceki yıla göre 2,1 puanlık artış gösteren sosyal transfer geliri alırken üçüncü sırayı yüzde 17,5 ile önceki yıla göre 0,2 puan azalan müteşebbis geliri oluşturdu. Tarım gelirinin müteşebbis geliri içindeki payı bir önceki yıla göre 2,5 puan artarak yüzde 23,4 olurken emekli ve dul-yetim aylıklarının sosyal transferler içindeki payı 1,7 puan azalarak yüzde 90,0 olarak gerçekleşti.

Gelir dağılımında büyük eşitsizlik

Gelir dağılımındaki eşitsizliği ortaya koyan bir diğer veri ise Gini katsayısı verisi oldu. Gelir dağılımı eşitsizliğinin en yaygın ölçütlerinden olan ve 1’e yaklaştıkça gelir dağılımındaki bozulmayı ifade eden Gini katsayısı Türkiye’de 0,401 olarak tahmin edildi. Gini katsayısında 2017 itibarıyla yıllara göre yaşanan değişim ise şöyle kaydedildi:

TÜİK’in verilerine göre, Türkiye’deki göreli yoksulluk oranı yüzde 14,4 ile ifade edildi. Ülkedeki toplam gelirin nüfusa bölünmesi yoluyla hesaplanan ve “Medyan Gelir” olarak ifade edilen gelir türü dikkate alındığında ortaya çıkan yoksulluk oranları şöyle paylaşıldı:

“Finansal sıkıntıda olma durumu”nu ifade eden maddi yoksunluk oranı da çarpıcı boyuta ulaştı. Kişilerin, çamaşır makinesi, telefon ve otomobil sahipliği ile “Beklenmedik harcamaları yapabilme” durumunu da yansıtan maddi yoksunluk oranı 2021 yılı itibarıyla yüzde 27,2 oldu. Maddi yoksunluk oranları yıllara göre şöyle gerçekleşti:

Paylaşın

Fed Ekonomistinden Türkiye İçin Kritik Uyarı

Ekonomist Levent Altınoğlu, “Enflasyonun yüksek seyirde olmasına rağmen Türkiye’de gevşek para politikasının sürdürülmesi Türkiye ekonomisi için önemli riskler doğuruyor” ifadelerini kullandı.

Fed Finansal İstikrar Bölümü Ekonomisti Levent Altınoğlu, Bloomberg HT yayınında Türkiye’nin para politikasına ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Stagflasyon ortamında merkez bankalarının atması gereken adımlara değinen Altınoğlu, şunları söyledi:

“Enflasyonun yüksek seyirde olmasına rağmen Türkiye’de gevşek para politikasının sürdürülmesi Türkiye ekonomisi için önemli riskler doğuruyor. Türkiye’de birçok firma Döviz cinsinden çok borçlanmış durumda ve borçların büyük kısmının kısa vadede ödenmesi gerekiyor. Dolayısıyla gevşek para politikası enflasyonu körüklüyor, enflasyon da kurun artmasına sebep oluyor.

Döviz artınca firmaların reel yükü artıyor. Buradaki risk bu firmaların borçlarını ödeyemeyecek duruma gelmesi endişesiyle ani bir sermaye çıkışının yaşanmasıdır. Reel sektörde durgunluk olursa banka sektörüne de sirayet edebilir. Geçmişteki krizlerde olayların böyle geliştiğini gördük. İhtiyatlı para politikası riskler ortaya çıkmadan faiz artışını gerektirir.

‘MB döviz rezervlerini büyük ölçüde sattı’

Böyle bir ortamda enflasyonun azalmasını beklemek çok zor. Son zamanlarda TL büyük ölçüde değer kaybetti, bunun sebebi gevşek para politikası ve yüksek enflasyon ortamı. Yüksek enflasyon ortamında faiz artırımına gitmeden TL’yi desteklemek zorlaştı çünkü Merkez Bankası kura müdahale etmek için döviz rezervlerini büyük ölçüde sattı. Son yıllarda rezervleri artırmak için Merkez Bankası bankalardan döviz ödünç aldı. Dış yatırım ve ihracatla ülkeye giren döviz miktarı yetersiz kalırsa, Merkez Bankası o zaman ödünç alınan dövizleri ödemekte zorlanır.

O zaman iki seçenekle karşı karşıya kalınır. Birincisi ödünç alınan dövizleri TL cinsiden ödemeye gidebilir ki bu enflasyonu daha da körükler. İkinci seçenek ödünç alınan dövizleri kısmen ödemeyerek olur ki bu bankalara zarar verir ve banka kredisini olumsuz etkiler. Kur korumalı mevduat uygulaması kura geçici destek sağlayabilir. Orta vadede ise enflasyonist baskı oluşturarak kura ters etki yaptığını da görmemiz mümkün.”

Paylaşın

Türkiye’nin İç Borç Faizi Anaparayı İlk Defa Geçti

Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın verilerine göre  borç stoklarına ait ödeme projeksiyonlarında, borcun faiz ödemelerinin, anapara ödemelerini aşarken, 3 trilyon 109 milyar TL tutarındaki merkezi yönetim brüt borç stokunda, döviz cinsinden borçlar TL cinsinden borçları ikiye katladı.

Nisan ayı itibarıyla iç borç anapara ödemesi 1 trilyon 483 TL’ye ulaşırken, faiz ödemesi ise 1 trilyon 743 TL olarak kaydedildi. Aralık 2021’de anapara ödemeleri 1 trilyon 316 milyar TL, faiz ödemeleri ise 794.7 milyar TL tutarında oldu. Böylelikle cumhuriyet tarihinde ilk defa AKP döneminde iç borç faizi anaparayı geçmiş oldu.

Sözcü’den Erdoğan Süzer’in haberine göre; İzmir, Antalya, Muğla, Aydın ile Ankara’daki 10 ayrı taşınmaz özelleştirme yoluyla acil satılıyor.

Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB) tarafından ‘Yatırımcılara Duyuru’ başlığıyla yayımlanan ihale ilanına göre, arsa ve araziler Özelleştirme Kanunu kapsamında doğrudan ‘satış’ yöntemiyle özelleştirilecek. ÖİB, birbirinden değerli taşınmazlara teklif verme süresini ise 22 ile 23 günle sınırladı.

Taşınmazları almak isteyenlerden en geç 31 Mayıs ve 1 Haziran tarihine kadar tekliflerini ÖİB’e sunmaları istendi.

Pazarlıkla satılacak

Arsaların satış ihaleleri, kapalı zarfla teklif alındıktan sonra görüşmeler yapılarak pazarlık usulüyle gerçekleştirilecek, teklif sahipleri arasında açık artırma düzenlenecek. ÖİB Devlet İhale Kanununa tabi olmadığı için isterse ihaleleri iptal edebileceği gibi teklif verme süresini ileri bir tarihe de uzatabilecek.

Satışa sunulan 10 taşınmazın ikisi 26 bin ve 5 bin 356 metrekarelik iki ayrı arsa halinde İzmir Çeşme’de bulunuyor. Ankara Yenimahalle’de yaklaşık 22 dönüm, Gölbaşı ilçesinde de 1.200 metrekarelik iki arsa ile Antalya Döşemealtı Yeşilbayır’da 23.5 dönümlük değerli arsa, Muğla’nın Bodrum ilçesinde biri 28 dönüm diğeri 8 dönüm iki taşınmaz da satılacak. Aydın’ın Didim ilçesinde de toplamda 29 dönümü bulan 3 ayrı taşınmaz da satışa çıkarıldı.

Paylaşın

Asgari Ücret 3 Bin 229 Liraya Geriledi!

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre yıllık enflasyon yüzde 69,97’ye yükseldi. Enflasyondaki nisan ayındaki artış ise yüzde 7,25 oldu. Tüketici Fiyat Endeksi’nde (TÜFE) bir önceki yılın Aralık ayına göre %31,71, bir önceki yılın aynı ayına göre %69,97 ve on iki aylık ortalamalara göre %34,46 artış gerçekleşti.

Artan enflasyon ile birlikte yurttaşların alım gücü düşerken yüzde 50,54 artış işe asgari ücret brüt 5 bin 4 lira, net 4 bin 253 lira 40 kuruş oldu. Asgari ücret mart ayı enflasyon rakamının yüzde 61,14 olması ile kısa sürede eridi.

Zam sağanağı ve hayat pahalılığına TÜİK’in resmi enflasyon hesabı bile dayanamadı. İlk 4 ayda TÜFE yüzde 31,71 artarak yıl başında memur ve emekliye enflasyon farkı ve ek zamla birlikte verilen tüm zamların üzerine çıktı.

Fark ödemeleri yapılacak

Sözcü’den Erdoğan Süzer’in haberine göre; memur ve memur emeklilerine yılbaşında yüzde 5’i toplu sözleşme yüzde 2,5’i ek zam olmak üzere toplam yüzde 7,5 zam yapılmıştı. Ancak 4 ayın sonunda enflasyon yüzde 31,71’e çıktı. Memur ve emeklinin hükümetten yüzde 24,21 oranında enflasyon farkı alacağı oluştu. Ancak oluşan farklar temmuz ayına kadar ödenmeyecek. Yeni yıla 5 bin 972 lira maaşla giren en düşük dereceli memurun alım gücü 4 bin 534 liraya düştü, memur bin 438 lira kaybetti. Aynı dönemde öğretmen bin 603 lira, profesör 3 bin 570 lira, hemşire bin 796 lira alım gücü kaybına uğradı. 4 ayda en düşük memur emeklisinin aylığında 991 lira erime yaşandı.

Günden güne eriyor

Yıl başında yüzde 50,5 zamla net 4 bin 253 liraya çıkarılan asgari ücretin bugünkü alım gücü yüzde 31,71’lik TÜİK enflasyonuyla 3 bin 229 liraya geriledi. Asgari ücretteki 3 aylık erime bin 24 liraya ulaştı. ENAG’ın hesapladığı enflasyona göre ise asgari ücretin alım gücü 4 ayın sonunda 2 bin 871 liraya düşerek yılbaşındaki seviyesine yaklaştı. Asgari ücretlinin maaşından bin 382 lira gitti.

Zamma kadar enflasyon altında ezilmeye devam

4 ayda yüzde 31,71’e ulaşan enflasyon, yılbaşında reel zam verilmeden sadece geçmiş enflasyon kaybı telafi edilen işçi, esnaf ve çiftçi emeklilerini daha da zora soktu. Yılbaşında 2 bin 500 liraya yükseltilen en düşük işçi, çiftçi ve esnaf emeklisi aylığı 602 lira eriyerek bin 898 liraya düştü. Bu emekliler temmuz ayına kadar enflasyon kaybı yaşamaya devam edecek, ancak telefi zammını 2 ay sonra alabilecekler.

ENAG’a göre yüzde 40,44 kayıp var

Enflasyonu gerçeğe daha yakın hesaplayan Enflasyon Araştırma Grubu’na (ENAG) göre ise tüketici fiyatları 4 ayda yüzde 48,16 arttı. Bu hesaba göre memur ve emeklinin enflasyon yüzünden uğradığı kayıp ve 4 aylık fark alacağı yüzde 40,66 oldu. Hesaba göre memur bin 941 lira, memur emeklisi bin 338 lira, en düşük işçi emeklisi aylığı da 813 lira eridi.

Paylaşın

Buğday Fiyatları Yüzde 40’tan Fazla Artacak

Dünya Bankası, Emtia Piyasaları Görünüm Raporu’nun Nisan 2022 sayısını dün (26 Nisan) yayınladı. “Ukrayna Savaşı’nın Emtia Piyasalarına Etkisi” alt başlığı ile yayınlanan rapor “savaş kaynaklı gıda ve enerji fiyat şoklarının yıllarca sürebileceği” uyarısında bulundu.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile başlayan savaşın emtia piyasalarında büyük bir şok yarattığını hatırlatan rapor, bu durumun küresel ticaret, üretim ve tüketim kalıplarını ve fiyatları 2024’ün sonuna kadar tarihsel olarak yüksek seviyelerde tutacak şekilde değiştirdiğini ifade etti.

Rapora ilişkin konuşan Dünya Bankası Adil Büyüme, Finans ve Kurumlardan Sorumlu Başkan Yardımcısı Indermit Gill de bunun “1970’lerden bu yana yaşanan en büyük emtia şoku” olduğunu söyledi:

“O zamanlarda da olduğu gibi, bu şok gıda, yakıt ve gübre ticaretinde kısıtlamaların artmasıyla daha da ağırlaşıyor.

“Bu gelişmeler, stagflasyon tehlikesini artırmaya başladı. Politika yapıcılar, ülke içinde ekonomik büyümeyi artırmak için her fırsatı değerlendirmeli ve küresel ekonomiye zarar verecek eylemlerden kaçınmalı.”

Savaşın da etkisiyle özellikle gıda ve enerji fiyatlarında beklenen artışların ele alındığı rapordan öne çıkanlar özetle şu şekilde…

Ham petrol fiyatları

Son 2 yılda enerji fiyatlarında yaşanan yükselişin “1973’teki petrol krizinden bu yana görülen en büyük artış” olduğunu vurgulayan rapora göre, petrol, doğalgaz ve kömürden oluşan enerji emtia fiyat endeksinin 2022 yılında bir önceki yıl ile kıyaslandığında yüzde 50,5 oranında artması, gelecek yıl ise yüzde 12,4’lük bir düşüş yaşaması bekleniyor.

Brent türü ham petrolün varil fiyatının bu yıl geçen yıla kıyasla yüzde 42 artış göstererek ortalama 100 dolar seviyesinde gerçekleşeceğini öngören Dünya Bankası raporu, bu rakamın 2013’ten bu yana Brent petrol fiyatının ulaştığı en yüksek seviyeyi teşkil edeceğinin altını çiziyor.

Aynı rapora göre, Brent petrolün varil fiyatının 2023 yılında yüzde 8 düşüşle ortalama 92 dolara gerilemesi bekleniyor.

Avrupa ve ABD özelinde de veriler paylaşan Dünya Bankası, bu yıl doğalgaz fiyatlarının Avrupa’da geçen yılın iki katı seviyesine çıkacağını, ABD’deki artışın ise yüzde 35 bandında seyredeceğini öngörüyor.

Buğday fiyatları

Birleşmiş Milletler’in (BM) 16 Nisan’da paylaştığı verilere göre, Ukrayna 24 Şubat’taki işgalden bu yana savaşta olduğu komşusu Rusya ile birlikte dünyanın buğday ve arpa ihtiyacının yüzde 30’unu, mısır ihtiyacının beşte birini, ayçiçek yağının ise yarısından fazlasını karşılıyordu.

Fakat işgalin pek çok şeyi olduğu gibi tarımsal üretimi de sekteye uğratması sebebiyle bu durumun gıda krizine yol açmasından korkuluyordu.

Dünya Bankası’nın bu bağlamda son yayınladığı raporda da, “buğday fiyatlarının yüzde 40’tan fazla artarak bu yıl nominal olarak tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaşmasının beklendiği” ifade edildi.

Tarımsal ürünlerin fiyat endeksinin bu yıl yüzde 17,6 artmasının beklendiğine işaret eden Dünya Bankası, 2023’te yüzde 7,7’lik bir düşüş öngörüyor.

Rusya ve Ukrayna’nın büyük üreticilerinden olduğu gıda ürünleri ile üretim girdisi olarak doğalgaza bağlı gübre fiyatlarında da 2008’den bu yana en büyük artışın yaşandığını belirten Dünya Bankası raporu, çoğu emtia fiyatının 2022’de 2021’e kıyasla önemli ölçüde yüksek seyretmesinin ve orta vadede de yüksek kalmasının beklendiğini ifade ediyor.

Rapor ayrıca emtia fiyatlarının son 5 yıllık ortalamanın oldukça üzerinde kalacağının tahmin edildiğini, savaşın daha uzun sürmesi veya Rusya’ya ek yaptırımlar gelmesi halinde ise fiyatların öngörülenden daha yüksek seyredebileceğini ve daha değişken olabileceğini belirtiyor.

Afrika’daki fiyat artışları

Öte yandan, Afrika Kalkınma Bankası Başkanı Akinwumi Adesina da, Rusya-Ukrayna savaşı sonrasında Afrika kıtasındaki buğday fiyatlarının yüzde 60 oranında artış gösterdiğini açıkladı. Adesina, krizin gıda üretimini yüzde 20 azaltabileceğini ve 11 milyar dolar değerindeki gıda üretimi kaybının yaşanabileceğini dile getirdi.

Afrika kıtasındaki 25 ülke, ithal ettiği buğdayın üçte birinden fazlasını Rusya ve Ukrayna’dan karşılarken bazı ülkelerde bağımlılık oranı yüzde 90’ın üzerine çıkıyor. Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansının (UNCTAD) yayınladığı rapora göre, kıtada Rusya ve Ukrayna buğdayına bağımlı olan çok sayıda ülke gıda kriziyle karşı karşıya.

Paylaşın

Elektrik Faturasını Ödemekte Zorlanan Vatandaşların Oranı Yüzde 57

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun elektriklerinin kesilmesi gündemdeki yerini korurken, MetroPOLL Araştırma tarafından gerçekleştirilen son ankette elektrik faturasını ödemekte zorlanan vatandaşların oranının yüzde 57 olduğu görüldü.

MetroPOLL Araştırma’nın Kurucusu Özer Sencar sosyal medya hesabından Mart ayına ilişkin elektrik ve doğalgaz faturaları ile ilgili verileri paylaştı.

Özer Sencar, yaptığı paylaşımda “Seçmenlerin yaklaşık beşte biri elektrik ve doğalgaz faturalarını ödeyemiyor. Ödeyebilenlerin de büyük kısmı çok zorlandığını söylüyor” açıklamasında bulundu.

Özer Sencar’ın yayınladığı verilere göre; elektrik ve doğalgaz faturalarını ödeyemediğini belirten vatandaşlar %19’luk bir kesimi oluşturuyor. Faturalarını ödeyebilen ama çok zorlandığını belirten vatandaşların oranı ise %57 seviyesinde.

Faturaları ödeyemediğini belirten vatandaşların oranı Şubat ayında %14.4 iken bu oran Mart ayında 18,6 oldu. “Ödeyebiliyorum ama çok zorlanıyorum” cevabını veren vatandaşların oranı ise şubat ayında 58,2 iken Mart ayında 57,0’a düştü.

Kılıçdaroğlu zamlara tepki göstermişti

2022 yılı içerisinde arka arkaya elektrik faturalarına gelen zam sonrasında CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu bu zamlara tepki göstermişti. Kılıçdaroğlu faturasını ödeyemeyen insanların sözcüsü olmak ve hükümete geri adım attırmak istediğini söylemişti.

Bununla birlikte “Zamlar geri alınıncaya dek faturaları ödemeyeceğim” diye konuşmuştu. 2,5 aydır elektrik faturasını ödemeyen CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun da önceki gün evinin elektrikleri kesilmişti.

Paylaşın

‘Devlet Garantili Projeler’ Bütçeyi Rehin Aldı

Türkiye’de, hızlı artan enflasyon ve pahalılık son dönemde maaş ve gelirleri eritti. Ancak hükümet asgari ücret artışına kapıyı kapatmanın yanı sıra emeklilerin bayram ikramiyesine de enflasyon zammı yapmadı.

Nedeni ise ödenecek enflasyon farkına bütçeden kaynak ayrılamaması. Peki bu kaynak gerçekten bulunamaz mı?

İktisatçılar kamu özel iş birliği projelerine verilen garantilere dikkat çekiyor. Buna göre kamu kaynaklarının nereye aktarılacağı bir tercih meselesi. İktidarın bu noktadaki tercihi ise “verimsiz” projelerden yana.

Türkiye’de kamu özel iş birliği projelerine verilen garantiler önemli tartışma konularından biri.

Toplam yük 153 milyar dolar

Şehir merkezinden uzak hastaneler, yeterli sayıda yolcunun kullanmadığı havalimanları, araç sayısı öngörülenden oldukça az olan köprü ve otoyollar…

Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’na (TEPAV) göre hükümet, havalimanı projelerine 7,3 milyar, otoyol ve köprü projelerine 32,1 milyar, şehir hastanelerine 78,2 milyar, Akkuyu Nükleer Santrali için ise 35 milyar dolarlık gelir garantisi sağlamış durumda. Kamu özel iş birliği projelerine verilen gelir garantilerinin bütçede oluşturduğu toplam yük yaklaşık 153 milyar dolar.

Osmangazi Köprüsü’nde 40 bin, Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nde 135 bin, Çanakkale Köprüsü’nde 45 bin araç geçiş garantisi bulunuyor.

DW Türkçe’den Pelin Ünker’e konuşan Devlet Planlama Teşkilatı eski uzmanı Prof. Dr. Uğur Emek, yapılan köprü ve otoyollarda gerçekleşen gelirlerin garanti edilenin altında kaldığına işaret ediyor: “Bu yolların, köprülerin kullanılmadığını görüyoruz. Çünkü yanı başında bedava devlet yolu var.”

Sayıştay’ın tespitlerine göre, 2020 yılında Avrasya Tüneli için 25 milyon 376 bin 878 araç geçiş garantisi verilmişti. Ancak geçen araç sayısı 12 milyon 609 bin 103’te kaldı. Devletin kasasından tüneli işleten şirkete 456 milyon 310 bin TL ödeme yapıldı.

“Test yapılsa ödenemeyeceği görülürdü”

Uğur Emek, Osmangazi Köprüsü’nün ücretinin yapılan sözleşmeye göre 668 lira olduğunu söylüyor. Köprüden geçişi teşvik etmek için ücretin 184,5 liraya düşürüldüğünü ifade eden Emek, aradaki 483,5 liralık farkın bütçeden karşılandığını belirtiyor.

Emek, “Asgari ücretin 4 bin 250 lira olduğu bir ülkede İstanbul’dan çıkıp Gebze’ye İzmir, Bursa, Orhangazi, Balıkesir, Savaştepe’ye, İzmir’e gittiğiniz zaman o projede 1065 lira tek yönlü ödeme yapmanız gerekiyor sözleşmeye göre. Geri dönüşte 1065 daha yapacaksınız. Size yapar mı 2130 lira. Zamanla gördük ki bu ödenemez. Test yapılmış olsaydı ödenemeyeceğini önceden görecektik” diyor.

Ulaştırma Bakanı Adil Karaismailoğlu mart sonunda hükümetin günlük 45 bin araç geçiş garantisi verdiği Çanakkale Köprüsü’nden bir günde 6 bin araç geçtiğini açıkladı. Prof. Emek, Çanakkale Köprüsü için de sözleşmede belirlenen 285 liralık geçiş ücretinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından 200 lira olarak açıklandığını hatırlatıyor. Buradan da geçiş başına 85 lira devletin kasasından ödeniyor.

Fazladan 750 milyon euro ödendi

Karayolları Genel Müdürlüğü’nün bütçesinin yüzde 65’inin garanti ödemelerine ayrıldığına işaret eden Uğur Emek, Çanakkale Köprüsü ile ilgili ise önemli bir detaya dikkat çekiyor.

Emek, köprüyü 2023 metre yapmak için fazladan 513 metre uzatıldığını söylüyor: “Çanakkale köprüsünü yapmak 1960 yılından beri bu işletmecinin hayaliymiş. Ama onun hayalindeki proje, ki bunu yurt dışı kongrelerde falan sunmuşlar, 1510 metreymiş. Niye 2023 metre yapıyorsunuz? Cumhuriyet’in 100’üncü yılına denk geliyor, ne olacak öyle yapılsa diyorlar. Efendim o 1510 metreyle 2023 metreyi karşılaştığımızda arada yüzde 25 fark var. Köprünün maliyeti 3 milyar euro diyorsunuz. O zaman 750 milyon euroyu biz gösteriş için sokağa atmışız.”

“Çanakkale Köprüsü’nün bana ne faydası var?”

Bir projenin ulusal ekonomiye faydası varsa bu projeye ilişkin kaynağın vergi mükelleflerinden sağlanabileceğini vurgulayan Emek, “Sosyal kapital için eğitimli insana ihtiyacımız var. O zaman Türkiye’deki eğitim sisteminin finansmanını biz karşılayacağız. Sağlıklı insana ihtiyacımız var mı? Buna kimse itiraz edemeyecek. Hep beraber 84 milyon bunu ödeyeceğiz. Bunu adalet için de sayabilirim, güvenlik için de. Çanakkale Köprüsü’nün bana ne faydası var? Birisi bana söylesin. Ben niye ödüyorum?” diye konuşuyor.

Havalimanlarına verilen garantiler

Köprü ve otoyolların yanı sıra havalimanlarında da uçuş garantilerine ulaşılamaması nedeniyle; şirketlere 2015’te 42, 2016’da 47.4, 2017’de 60, 2018’de 65, 2019’da 133, 2020’de 172 milyon dolar garanti ödemesi yapıldı.

Kütahya, Afyon ve Uşak illerine hizmet vermek üzere 2012’de açılan Zafer Havalimanı da zarar etmeye devam ediyor. CHP Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz’ın CİMER’den aldığı yanıtlara göre, yolcu garantisi ile yapılan havalimanını işleten şirkete 2012-2022 yılları arasında 53 milyon 982 bin euro garanti ödemesi yapıldı. Yılın ilk üç ayında şirkete ödenecek garanti tutarı 1 milyon 734 bin 972 euroyu buldu. Bu rakam güncel kurla 27,5 milyon lirayı geçiyor.

Şehir Hastaneleri’nin payı 

Uğur Emek, Sağlık Bakanlığı’nın bütçesinin yüzde 25’inin de şehir hastaneleri için ayrıldığına dikkat çekiyor. Bütçenin garantilerle doldurulduğunu söyleyen Emek, sağlık harcamalarının milli gelirdeki payının 3.8’e düştüğüne işaret ediyor.

Prof. Dr. Emek, “Çalışan devlet hastanelerini kapatıyorsunuz. Onun yerine şehir dışında bir hastane yapıyorsunuz. Şimdi bunun bir rasyonelliği olabilir mi” ifadelerini kullanıyor.

“Kaynak verimsiz projelere aktarılıyor”

Sınırlı kaynakların özenli kullanılması gerektiğine işaret eden Emek, “Önceliklendirme çok önemli. Birincisi, verimsiz projeye para aktarıyorsanız, öncelikle verimsiz olduğu için kötü bir projeye para aktarmış olursunuz. İkincisi de daha iyi bir projeden vazgeçmiş olursunuz. İki tane kötülük var burada” diyor.

Peki bu kaynaklar çalışanlar ve emekli için kullanılamaz mı?

Enflasyondaki hızlı yükselişe rağmen asgari ücret artışına gitmeyen hükümet, emeklinin bayram ikramiyesine de zam yapmadı.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin, 19 Nisan’da yaptığı açıklamada, “Bayram ikramiyelerine yönelik artış gündemimizde yok. 28-29 Nisan’da ödemeler yapılacak. İki bayramda maliyet 25 milyar lira seviyesinde. Emeklilere 1100 lira ödenecek” dedi.

“Asgari ücretin 5 bin liraya çıkması mümkün”

Çalışma ekonomisi uzmanı Prof. Dr. Aziz Çelik, bütçeden sermaye destekleri için ayrılabilen kaynakların, emekliler için ya da asgari ücretin üzerindeki prim yükünü azaltmak için kullanılabileceğine dikkat çekiyor.

Çelik’e göre devlet, emekli aylık ve gelirlerinin artırılması için Sosyal Güvenlik Kurumu’na bütçeden kaynak aktarabilir. Sosyal Güvenlik Kurumu da emeklilere daha iyi bir aylık ve bayram ikramiyesi ödeyebilir.

Sosyal güvenlik prim ödemelerinde işverenlerin yüzde 5’lik payının devlet tarafından karşılandığını belirten Çelik, son 10 yılda bütçeden işverenlere aktarılan sigorta primi desteğinin 174 milyar lirayı bulduğunu söylüyor. Sadece 2021 yılında aktarılan 25 milyar TL’nin bütçenin yaklaşık yüzde 2’sine karşılık geldiğine dikkat çekiyor.

“İşverene nasıl prim desteği sağlanıyorsa asgari ücretli üzerindeki sigorta primi yükü de Hazine tarafından ya da bütçeden karşılanabilir” diyen Çelik’e göre bu şekilde 4 bin 250 lira için olan asgari ücretin hiçbir zam yapılmadan 5 bin lira olabilmesi mümkün.

Bayram ikramiyesi 2 bin lira olabilirdi

Son dönemin önde gelen tartışma konularından biri de kur korumalı mevduatlar. Düzenlemeye göre şirketler ve kurumlar, döviz ya da altın hesaplarını, kur üzerinden Türk Lirası mevduatlara çevirebiliyor. TL’nin dövize karşı düşüşünün banka faiz oranlarını aşması durumunda ise bu kurum ve şirketlerin uğradığı zararlar telafi ediliyor. Ancak düzenleme yüksek gelir grubuna servet transferi yapıldığı yönünde eleştiriliyor.

Aziz Çelik, kur korumalı mevduat hesapları için bütçeden sadece mart ayında 11,7 milyar liralık kaynak aktarıldığına işaret ediyor.

Türkiye’de 13,6 milyon emekli bulunduğunu belirten Çelik, “11,7 milyar lira bayram ikramiyesine aktarılsaydı, emekliye 856 lira daha ödenebilecek ve bayram ikramiyesi 1956 liraya ulaşacaktı” diyor.

“Kaynak başka yerde kullanılıyor”

Aziz Çelik’e göre, kur garantili mevduat sahipleri, araç garantili köprüler, yollar ve hasta garantili hastanelere verilen destekler ciddi bir yük oluşturmalarının yanı sıra bütçede kaynak olduğunun da bir işareti: “Yani kaynak var mı? Evet, kaynak var ama kaynak başka yerlere kullanılıyor.”

İktisatçılara göre, iktidarın bütçe planlamasındaki tercihleri nedeniyle, geniş halk kesimlerinden alınan vergilerle elde edilen kamu kaynakları, sermaye ve yüksek gelir gruplarına aktarılıyor.

Türkiye’de 1986-2020 yılları arasında imzalanan 252 adet kamu özel iş birliği sözleşmesinin yüzde 70’i 2003 yılından sonrasına ait.

Paylaşın

Kredi Büyüme Hızı Yüzde 45’i Aştı

Tüketici kredileri ve ticari krediler belli bir süredir artış trendinde. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) verilerine göre kredi büyüme hızındaki yükseliş geçen hafta da devam etti.

Bloomberg HT’nin haberinde 13 haftalık, yıllıklandırılmış ve kur etkisinden arındırılmış kredi büyüme hızının yüzde 45’i aştığı belirtildi. Bu da kredilerde Temmuz 2020’den beri ilk defa bu kadar hızlı bir büyümenin kaydedilmesi demek.

Bunun iki temel nedeni var: Alım gücünün düşmesi ve enflasyonun yüksek olması.

BBC Türkçe’den Özge Özdemir’in haberine göre, Marmara Üniversitesi İşletme Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Burak Arzova, alım gücünün düşmesiyle insanların hayatlarını idame ettirebilecekleri gelirlerinin azaldığını vurguluyor.

Arzova’ya göre geliri düşen vatandaşlar, bunun bir kısmını kredi kartlarıyla bir kısmını da tüketici kredileriyle idare etmeye çalışıyor.

İkinci olarak enflasyona karşı gelirini korumak isteyenler de kredilere koşuyor.

Konut fiyatlarının yükselmesiyle konutun da bir yatırım aracı olmaktan çıktığını söyleyen Arzova, insanların enflasyona karşı bütçelerini korumak için gelecekte yapmayı planladığı alışverişlerini bugünden gerçekleştirdiğini anlatıyor:

“Otomobil, televizyon, buzdolabı gibi hangi varlık söz konusuysa yarın bunun fiyatı artar diye insanlar bugünden almaya çalışıyor.”

“Tasarruf etmektense parayı harcamak mantıklı”

Spinn Danışmanlık Kurucu Ortağı Özlem Derici Şengül, alım gücündeki düşüşün kredi kullanmaya mecbur bıraktığını söylüyor:

“Enflasyonun yarattığı talebi öne çekmek söz konusu, tasarruf etmektense parayı harcamak mantıklı.”

BDDK’nın verilerine göre tüketici kredileri tutarı 15 Nisan itibarıyla 810 milyar TL’ye çıktı.

Bu kredilerin 315 milyar TL’si konut, 16 milyar TL’si taşıt ve 479 milyar TL’si ihtiyaç kredisi.

Ekonomist Derici, ekonomi politikalarının da kredi artışını körüklediği görüşünde.

Derici, daha önce nereye gittiği belli olmayan kredilerin önünü kesmek için büyük yatırım projelerine ya da katma değerli projelere kredi verilmesi için hedef odaklı kredi politikasına geçildiğini, ancak son dönemde bunun değiştiğini aktarıyor.

Derici’ye göre yine büyümenin krediyle pompalandığı bir döneme girilmesi söz konusu.

“Kredi ile borçları enflasyona ödetiyorlar”

15 Nisan haftasında ticari kredilerdeki artış yüzde 50’e yaklaştı.

Bankacılık sektörünün toplam kredi hacmi ise 5 trilyon 525 milyar TL’ye çıktı.

“Avrupa ülkeleriyle kıyasladığımızda hem hanehalkı hem şirketler açısından borçluluk görece daha düşük” diyen ekonomist Arzova’ya göre Türkiye, kredi hızı büyümesinde henüz tehlikeli bir bölgede değil.

Arzova, üretim enflasyonunun yüksek olduğu yerde şirketlerin TL kredi ile borçlanmasının da mantıklı olduğu görüşünde:

“Kredilerin faizinin olması gereken yer bu değil. O yüzden şirketler burada akıllıca bir şey yapıyor. Kredi taksitleri ile borçlarını enflasyona ödetiyorlar.”

Mart ayında üretici enflasyonu yüzde 114 olarak gerçekleşti.

Tüketici enflasyonu ise yüzde 61 oldu.

Ancak bir yandan da tüketici kredilerinin ve ticari kredilerin artması, olumsuz bir döngünün başladığına işaret.

Kredilerin artmasıyla enflasyon yükselişi tetikleniyor, yarın yapılacak tüketim bugüne çekiliyor, böylece yarın tüketim azaldığında şirketlerin üretim yapması zorlanıyor.

Kredi büyüme hızı ne kadar olmalı?

2008’deki küresel finansal krizin ardından Merkez Bankası, 2013 yılında yayımladığı bir raporunda orta vadede ortalama yüzde 15 civarında bir yıllık kredi büyümesinin makul ve sağlıklı olabileceğini açıklamıştı.

2013’te kredilerdeki büyümenin yüzde 40’a yaklaştığı dönemler olmuştu.

O yıl ekonomik büyüme ise yüzde 4 oranındaydı.

O dönem bilinçli olarak kredi büyümesinin durdurulmasının amaçlandığını ve bu yüzden taksitlere sınırlama getirildiğini hatırlatan Derici’ye göre bugün için en tehlikeli durum hanehalklarının borçlandırılması.

Bu yüzden asıl yapılması gerekenin enflasyonla mücadele olduğunu vurgulayan Derici, “Şu an ekonomi politikasında bir tane bile enflasyonla mücadele adımı yok” diyor.

Arzova da ileride önce tüketimin sonra üretimin yavaşlamasıyla istihdam kayıplarının ve borcu ödeyememe durumlarının yaşanabileceğine dikkati çekiyor:

“Şirketler daha düşük hızda çalışmaya başladıkları zaman istihdam kayıpları yaşanacak. Böylece insanlar işsiz kalabilecek ve bu borcu ödeyemeyecek hale gelecekler. O yüzden bu döngüye girerken yüzdelerin bu kadar yüksek olmaması gerek. Hanehalkının borçlu olması çok istenen bir durum değildir.”

Paylaşın

‘Yeni Ekonomi Modeli’ Dış Ticarete De Yaramadı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “yüksek kur-düşük faiz” söylemi ile hayata geçirdiği model, ihracatta rekor büyüme yaşanmasını ve cari fazla verilmesini vaat ediyordu. Ancak “yeni ekonomi modeli,” yalnızca enflasyonda değil; dış ticarette de bekleneni veremedi.

Enflasyon rekor kırarken, cari açık son yılların en yüksek seviyesini gördü. İhracat ise pandemi ile geçen son iki yıla nazaran 2022’ye iyi bir başlangıç yapmış olsa da, ithalattaki sert yükseliş, endişeleri artırdı. DW Türkçe’den Aram Ekin Duran’a konuşan iş dünyası temsilcileri ve ekonomistler, hükümetin uyguladığı modelin yalnızca iç piyasayı değil, dış ticareti de olumsuz etkilediği görüşünde.

Dış ticaret açığı büyüyor

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hayata geçirdiği “yeni ekonomi modeli” yalnızca yüksek enflasyonun yarattığı hayat pahalılığı ile değil; Türkiye’nin dış ticaretinde de sıkıntılara neden oluyor. Ticaret Bakanlığı verilerine göre, hükümetin “düşük faiz-yüksek kur” söylemi ihracatta umulan artışı sağlamazken, ithalatta ise hızlı yükselişin önünü açtı. Merkez Bankası’nın faiz indirimlerine başladığı Eylül 2021’den bu yana geçen son 6 ayda, 125 milyar dolarlık ihracata karşılık 165 milyar dolarlık ithalat faturası ortaya çıktı. İthalat mart ayında 30 milyar dolar sınırını da aşmış oldu.

Yeni ekonomi modelinin ilk etkilerinin görüldüğü Ekim 2021 döneminde 1,5 milyar dolar seviyesinde olan dış ticaret açığı, Mart 2022 itibariyle 8,2 milyar dolara çıktı. Yeni ekonomi modelinin uygulandığı son 6 ayda ise 40 milyar dolarlık dış ticaret açığı meydana geldi. Artan döviz kurunun etkisiyle, yalnızca Ocak-Mart döneminde enerji ithalatına harcanan para, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 188 artarak 25 milyar dolara çıktı.

“Bu ekonomik yapıyla ithalatı geçemeyiz”

Uzun yıllar Türkiye İhracatçılar Meclisi’nde (TİM) birlik başkanlığı ve yönetim kurulu üyeliği görevlerinde bulunan Gelişen Markalar Derneği Başkan Yardımcısı Murat Akyüz, “Mevcut koşullarda, maalesef şu anda ihracatın ön plana çıktığını görüyoruz ama ülkemizde hala ciddi bir ithalat ihtiyacı var” diyor.

Türkiye’de ihracat amaçlı kullanılan ham maddeler ve yarı mamullerin ithalatına devam edildiğini, ithalat odaklı iç tüketimin de devam ettiğini ifade eden Akyüz, yaptığı açıklamada, “Bu ekonomik yapıyla, bu üretim yapısıyla ihracatın ithalatı geçebileceğini söylemek biraz iyimserlik olur diyebilirim” diye konuşuyor.

Merkez’e döviz satışına tepki

Ocak ayında alınan bir kararla, ihracatla elde edilen dövizin yüzde 25’inin Merkez Bankası’na satılması zorunlu hale getirilmişti. Geçen günlerde bu oran yüzde 40’a yükseltildi. 19 Nisan’da ise dövize endeksli taşıt satış sözleşmeleri dışındaki menkul satış sözleşmelerinde ödeme yükümlülüklerinin TL ile yapılması zorunluluğu getirildi. Söz konusu düzenlemeler özellikle döviz yükümlülüğü yüksek olan sektörlerde tepki çekti. İhracatçılar döviz bozdurma oranının her sektöre özel olarak belirlenmesi gerektiği görüşünde.

“Hiçbir rakibimizde böyle bir kural yok”

Merkez Bankası’na döviz satışı zorunluluğu getirilmesinin Türkiye’deki ihracatçı şirketlerin rekabet gücünü olumsuz etkilediğini vurgulayan Murat Akyüz, “Hiçbir rakibimizin bulunduğu ülkede böyle bir kural yok. İstediği şekilde istediği parayı, istediği seviyelerde kullanabiliyor, tutabiliyor. Ama bizim Merkez Bankası için yapıldığı söylenen bu destek mekanizması, maalesef ihracatçının maliyetlerini artırmaktan öteye gitmedi” değerlendirmesinde bulunuyor.

“Öz kaynaklarımız eriyor”

Akdeniz Mobilya, Kağıt ve Orman Ürünleri İhracatçıları Birliği (AKAMİB) Başkan Yardımcısı Bülent Aymen’e göre, yeni ekonomi modeli ile başlatılan faiz indirimleri ihracatçıların kredi imkanları üzerinde de olumlu etki yaratmadı.

Merkez Bankası’nın son 6 ayda faizi yüzde 19’dan yüzde 14’e indirdiğini hatırlatan Aymen, şöyle konuşuyor: “Ancak bizler özel bankalardan kredi kullanmaya kalktığımızda yüzde 14’ün iki misli faiz oranlarıyla karşılaşıyoruz. Artan maliyetler karşısında ihraç ürünlerimize ihtiyacımız oranında zam yapamıyoruz, bu da bizim öz kaynaklarımızın erimesine yol açıyor.”

“Dış ticarette 300 yıldır yerimizde sayıyoruz”

Son bir yılda Türk Lirası’nda yaşanan değer kaybı da ihracatta sıçrama yaratmaya yetmiyor. Türkiye’nin son 300 yıldır dünya ticaretinden yüzde 0,7 – yüzde 1,3 arası bir pay aldığına işaret eden Makine İmalat Sanayi Dernekleri Federasyonu (MAKFED) Başkanı Adnan Dalgakıran, “Türkiye’nin ihracatı son 20 yılda ciddi bir büyüme kat etmiş olsa da, aslında üç asırdır yerimizde sayıyoruz, ne uzuyoruz ne de kısalıyoruz” diyor.

“Değersiz TL olumlu katkı yapmıyor”

Türkiye’nin ortalama 8 bin dolarlık milli gelir seviyesi ile Avrupa Birliği ülkeleri içerisinde son sırada yer aldığını ifade eden Dalgakıran, “Yüksek katma değerli ürün ihracatı artmadan, dış ticarette ve milli gelirde kayda değer bir artış olması çok zor. Değersiz TL’nin ihracata çok olumlu katkı yapacağına inanlardan değilim. Geçmişe bakarsanız, ihracatın en iyi olduğu zamanlar, TL’nin en değerli olduğu zamanlarda gerçekleşti” şeklinde konuşuyor.

Cari fazla hayal oldu

Dış ticaret açığı ile birlikte, yeni ekonomi modelinin en büyük vaadi olan “cari fazla” hedefi de 2022 için hayal oldu. Cari fazla vermek bir yana, Ocak ayında cari açık son 4 yılın en yüksek seviyesini görürken, 12 aylık cari açık ise 22 milyar dolara çıktı. Açıktaki büyümede kurlardaki yükseliş ile birlikte artan ithalat ve enerji maliyeleri belirleyici oldu.

Türkiye’nin makro göstergelerindeki bozulmalar, uluslararası kurumların analizlerinde de kendine yer buldu. Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) son açıklanan Küresel Ekonomik Görünüm ve Küresel Finansal İstikrar Raporu’nda, Türkiye’nin 2022 büyümesi yüzde 3,3’ten yüzde 2,7’ye revize edilirken, 2022 yılının tamamında cari açığın 45 milyar dolar seviyesine ulaşacağı tahmin edildi. IMF’e göre, yılsonu enflasyonu ise yüzde 52,4 olarak öngörüldü.

“Tarihin en yüksek cari açıklarından biri”

Ekonomist Cüneyt Akman’a göre, yüksek kurun ihracatta yarattığı avantajlar, çok kısa sürede yerini olumsuzluklara bırakmış durumda.

Akman, “Ocak-Şubat’ta iki ay içinde 12 milyar doların üzerinde cari açık verdik ve bu tarihin en yüksek cari açıklarından birisi” diyor. Döviz kurlarındaki yükselişin ilk zamanlarda ihracatçıya sağladığı avantajın dezavantaja dönmeye başladığına işaret eden Akman, “İhracatçıların bile çoğu bu modelden memnun değil” diye konuşuyor.

Türkiye’de pandemi etkisi ile geçen son iki yıla göre ihracat artışının devam edeceği öngörülse de, 2022’de cari açığın ihracat hızını gölgede bırakması bekleniyor.

“Şu anki enflasyonu arar hale gelebiliriz”

Peki Türkiye’nin dış ticaret dengesinde yaşanan bozulma, vatandaşı nasıl etkileyecek?

Türkiye’de geçmişte döviz sıkıntısı nedeniyle 70 cent’e muhtaç kalınan dönemler yaşandığına işaret eden Cüneyt Akman, şu görüşlerini dile getiriyor: “Umarım bu felaketli deneyin sonucu yine 70 cent’lere muhtaç kalmakla bitmez. Ama gidişat o tarafa doğru. Bunun sonucu şu: Birincisi piyasalarda muazzam bir kıtlık, kuyruklar ve arkasından şiddetli ama şu anda olan enflasyonun mislini, bunu arayacak şekilde enflasyon, hayat pahalılığı anlamına gelir.”

Paylaşın