8 Ayda İşsizlik Ödeneğine Başvuran Sayısı 1.1 Milyonu Aştı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “Utanmadan sıkılmadan işsizlik var diyorlar” dese de yılın ilk 8 ayına ilişkin veriler Erdoğan’ı yalanladı. Öyle ki bu yılın ilk 8 ayında çalışırken işten atılan ve işsizlik ödeneğine başvuran kişi sayısı 1 milyon 105 bin 947 oldu. Böylece 8 aylık dönemde her ay 138 bin 243 kişi, her gün ise 4 bin 608 kişi işten atılmış oldu.

Konu hakkında açıklamalarda bulunan CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba, “Bakan Nebati her ne kadar Türkiye’nin büyüdüğünü, istihdamın arttığını söylese de resmi veriler bunun tam tersini iddia etmeye devam ediyor. Sadece temmuz ve ağustos ayında yani bir aylık dönemde işten çıkartılanların sayısı ise 140 bin 889 kişi oldu” dedi.

Bu yıl şu ana kadar en çok işten atılmaların olduğu şehrin 236 bin 400 kişi ile İstanbul olduğunu anlatan Ağbaba, “İstanbul’u 73 bin 440 kişi ile Ankara ve 58 bin 121 işten atılmayla İzmir izledi. Sanayinin yoğun olduğu Bursa ‘da 47 bin 84 kişi işten atılırken, Kocaeli’de bu yıl içerisinde işten atılanların sayısı ise 30 bin 718 olarak kayıtlara geçti” diye konuştu.

İşsiler kaderlerine terk ediliyor

Ocak-ağustos ayları arasında 1 milyon 105 bin 947 kişi işten atıldığı için işsizlik ödeneğine başvuru yaparken, başvuru yapanların sadece 538 bin 798’i ödenek almaya hak kazandı. Bu durumda işten atılanların neredeyse yarısı ödenek almaya hak kazanamadı. Türkiye’de işsizlik sigorta fonu işsizlerden çok işverenlere ve yandaş sermayeye kaynak olarak aktarılırken, işsizler ve işten atılanlarda bizzat iktidar tarafından kendi kaderlerine terk ediliyor.

Paylaşın

İktidar, Rekor Bütçe Açığına Doğru Koşuyor!

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Adana Milletvekili Burhanettin Bulut, bugün yaptığı yazılı açıklamada, yıl bitmeden TBMM’den ikinci bütçeyi çıkaran iktidarın, aldığı ek ödeneği de faize aktardığını vurguladı.

“Merkezi yönetim bütçesi, KİT’lere borç verme, iç ve dış borçlar ile bankaların toplayıp kredi olarak sattığı kur korumalı mevduatlar (KKM) için faiz ödeme bütçesine dönüştü diyen Bulut, “Bu yılın ilk sekiz aylık döneminde iç ve dış borç faiz ödemeleri 169,6 milyar liraya yükseldi. KKM için ödenen 75,6 milyar liralık faiz ödemeleri de dahil edildiğinde, toplam faiz ödemesi 245,2 milyar liraya ulaştı. Bütçe, faiz ödemeleri nedeniyle kevgire döndü. AKP döneminde bütçeden yapılan faiz ödemeleri, 1 trilyon 543 milyar liraya kadar ulaştı. Yıl sonuna kadar bütçeden iç ve dış borçlar için toplam 330 milyar lira faiz ödenmesi öngörülüyor. Bu tutar, KKM için yapılacak faiz ödemesiyle birlikte 500 milyar liraya yakın bir büyüklük oluşturacak” ifadelerini kullandı.

Bulut, şunları kaydetti: Hiçbir şekilde rakamları tutmayan Orta Vadeli Program’da, 17 Ekim’de TBMM’ye sunulacak olan 2023 yılı bütçesiyle iç ve dış borçlar için ödenecek faiz tutarı şimdiden 565,6 milyar lira olarak öngörülüyor. Gelecek yıl KKM için ne kadarlık bir faiz farkı ödemesi yapılabileceğine ilişkin tahmin henüz belli değil. KKM’nin bütçeye yükü, kartopu gibi günden güne büyüyor.

Bütçeye yükünün ne kadar olacağı henüz belli olmasa da en iyi ihtimalle 200 milyar liraya yaklaşacak KKM faiziyle birlikte 2023 yılında bütçenin faiz yükünün en az 750 milyar liraya bulacağı belirtiliyor. Sadece iç ve dış borç faiz ödemesi için 2023 yılında ayrılan tutar, 2022 yılındaki 330 milyar liraya göre yüzde 71,5 oranında artacak ve bütçenin en yüksek artan kalemi olacak.

“İktidar, rekor bir bütçe açığına doğru gidiyor”

Hem bu yılın hem de gelecek yılın bütçesinde büyüyen bir başka kalem ise KİT’lere bütçeden verilecek ‘borç’ olarak gözüküyor. Bu yılın ilk sekiz aylık döneminde bu kuruluşlara bütçeden verilen borç, geçen yıla göre 6 kat artarak 150 milyar lirayı geçti. Bu rakamın, bu yılın tamamında 292 milyar lirayı, gelecek yıl ise 359 milyar lirayı bulması bekleniyor. Bütçede ‘borç verme’ adıyla sınıflandırılsa da KİT’lere verilen bu tür borçlar geri tahsil edilemiyor. Seçim yılı olan 2023 için kesenin ağzını açacak olan iktidar, rekor bir bütçe açığına doğru gidiyor.”

Paylaşın

7 Ayda 966 Bin Kişi İcralık Oldu

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer, partisinin Genel Merkezi tarafından hazırlanan Haftalık Ekonomi Raporu’ndan verileri derledi ve yurttaşların borç krizine ilişki değerlendirmelerde bulundu.

İcra takibi sayısının sürekli arttığı, vatandaşın gıdaya erişimde zorlandığını, dar ve sabit gelirlinin ise konut sahibi olmasının artık olanaksız hale geldiğini vurgulayan Gürer, “İcra ve borçlanma artıyor. Yoksulluk yaygınlaşıyor. Dar ve sabit gelirli ekmeği her geçen gün küçülüyor. Lokmaya doğru iniyor. Ailece çalışarak yaşama tutunmaya çalışanlar dahi sağlıklı beslenmeden uzaklaşıyor” ifadelerini kullandı.

‘966 bin kişi yasal takipte’

Evrensel’de yer alan habere göre Gürer, bu yılın ilk 7 ayında 538 bin 254 kişinin kredi kartı borcunu, 659 bin 89 kişinin de tüketici kredisi borcunu zamanında ödeyemediği için yasal takibe alındığını aktardı. Gürer, birden fazla bankaya olan borcu yüzünden ya da hem kredi kartı hem de tüketici kredisi aynı anda takibe alınanlar tek kişi sayıldığında bu dönemde toplam 966 bin 463 kişinin bankalar tarafından icra takibine alındığını kaydetti.

İcra takibine alınan tekil kişi sayısının geçen yılın aynı dönemine göre 224 bin 993 kişi arttığına da vurgu yapan Gürer, “Önceki yıllarda takibe alınıp icraya verilenlerden borcu devam edenlerin sayısı temmuz sonu itibarıyla 4 milyon 144 bin 303 kişiye ulaştı. Bu durumda olanların sayısında geçen yıl temmuz ayına göre 500 bin kişilik bir artış yaşandı” bilgisini paylaştı.

Gürer, “İcra dosyaları gelir gider dengesi sürekli bozulup borcunu ödeyemeyenlerin içinde bulunduğu zor şartlarında göstergesidir” diye konuştu.

CHP Milletvekili Gürer, Türkiye Bankalar Birliği (TBB) Risk Merkezi’nin verilerine göre, bankalara kredi kartı ve tüketici kredisi borcu bulunan vatandaş sayısının son bir yılda bir milyon 892 bin kişi daha artarak 36 milyon 362 bin kişiye yükseldiğine dikkat çekti. Gürer, “Vatandaş borcu borçla ödeyip ayakta kalmaya, yaşamı sürdürmeye çalışıyor. Bankalara mecbur yaşam riskli. Ödeyemediğinde ise icra kapıda” şeklinde konuştu.

Konut fiyatları hatırlatması

Konut fiyatlarının son bir yıl içinde yüzde 173,8 arttığına da değinen Gürer, konut metrekare birim fiyatının son bir yılda yüzde 198,5 oranında artarak 13 bin 936 TL’ye kadar ulaştığını söyledi.

Bu yıl temmuz ayı itibarıyla son bir yıllık dönemde Türkiye genelinde ikamet amaçlı konut maliyetlerinde yüzde 110,1 oranında artış yaşandığını aktardı. Gürer, sabit ve dar gelirlilerin ev alabilme umudu olmadığı için TOKİ şartlarına bakmadan başvurduğunu söylerken, uzmanların TOKİ’de yaşanabilecek sorunlara dikkat çektiğini kaydetti.

Paylaşın

Türkiye’de Yaşayan Dolar Milyoneri Sayısı 29 Bin 400

Ekonomik krizin her geçen gün biraz daha derinleştiği bu dönemde çarpıcı bir rapor yayınlandı. Rapora göre, Türkiye’de yaşayan dolar milyoneri sayısı 29 bin 400, multimilyoner sayısı 1470 ve 100 milyon dolar ve üzerinde varlığı olan kişi sayısı 84.

Rapora göre, New York’ta yaklaşık 345 bin 600 milyoner, 10 milyon doların üzerinde varlığa sahip 15 bin 470 kişi, 100 milyon dolar veya daha fazla serveti olan 737 kişi ve 59 milyarder bulunuyor.

Japonya’nın başkenti Tokyo, 304 bin 900 yüksek servetli birey ile ikinci sırada yer aldı. Raporda, Tokyo’da 7 bin 350 kişinin multimilyoner, 263’ünün 100 milyon doların üzerinde ve 12’sinin milyarder olduğu tespit edildi.

San Francisco’da 276 bin 400, Londra’da 272 bin 400, Singapur’da 249 bin 800, Los Angeles’ta 192 bin 400, Pekin’de 131 bin 500 milyoner yaşıyor.

Yatırım göçü danışmanlığı Henley & Partners tarafından hazırlanan yeni bir rapora göre New York, dünyanın en yüksek servetine sahip bireylerine ev sahipliği yapıyor.

Rapora göre, New York’ta yaklaşık 345 bin 600 milyoner, 10 milyon doların üzerinde varlığa sahip 15 bin 470 kişi, 100 milyon dolar veya daha fazla serveti olan 737 kişi ve 59 milyarder bulunuyor.

Bloomberg HT’deki habere göre rapor, New York’un 8,38 milyon vatandaşının yaklaşık yüzde 4’ünün 1 milyon doların üzerinde değere sahip yatırım yapılabilir varlıklara (mülk, nakit veya hisse senedi) sahip olduğunu ortaya koyuyor.

10 milyon dolardan fazla değeri olan varlığa sahip olanların sayısı ise 15 bin 470. New York sakinlerinin sahip olduğu toplam özel servet 3 trilyon doları aşarken, bu rakam çoğu G-20 ülkesinde tutulan toplam özel servetten daha fazla olması açısından dikkat çekiyor.

Japonya’nın başkenti Tokyo, 304 bin 900 yüksek servetli birey ile ikinci sırada yer aldı. Raporda, Tokyo’da 7 bin 350 kişinin multi-milyoner, 263’ünün 100 milyon doların üzerinde ve 12’sinin milyarder olduğu tespit edildi.

Henley & Partners’a göre, Türkiye’de yaşayan dolar milyoneri sayısı 29 bin 400, multimilyoner sayısı 1470 ve 100 milyon dolar ve üzerinde varlığı olan kişi sayısı 84.

San Francisco’da 276 bin 400, Londra’da 272 bin 400, Singapur’da 249 bin 800, Los Angeles’ta 192 bin 400, Pekin’de 131 bin 500 milyoner yaşıyor.

Paylaşın

Seçimden Sonra Türkiye Ekonomisini Neler Bekliyor?

Çok partili sisteme geçtikten sonra Türkiye ekonomisi 1958, 1970, 1979, 1994, 2000 senelerinde fotokopi ekonomik krizler yaşadı; fotokopi iktisadi krizler tabirini kullandım çünkü çok farklı kurumsal ekonomik yapılarda bile Türkiye çok benzer, fotokopi krizleri yaşamaktan kurtulamadı.

Farklı kurumsal yapıların oluşumu da bu krizlerin çok benzer bir biçimde oluşmasına ilginç bir biçimde engel olamadı; 1958, 1970, 1979 krizlerinde sermaye hareketlerinin serbestisi (1989, 32 sayılı karar) ve gümrük birliği (AB’de imalat sanayi ürünleri serbest dolaşımı, 1996) yok, 1994’de sermaye hareketlerine serbesti gelmiş ama gümrük birliği yok, 2000’de hem gümrük birliği hem sermaye hareketlerinin serbestisi mevcut ama aynı tip krizler oluşmuş.

Kimse her krizin farklı yapısı, nedenleri ve sonuçları vardır diye itiraz etmesin, doğrudur, her krizin kendi spesifik yapısı vardır ama iktisatçının işi süreçlerde farklı yanlardan ziyade ortak yönleri ortaya çıkarmak değil midir?

Her şey kitaba ve Türkiye ekonomik krizler tarihine uygun gidiyor ama….

Tüm bu krizler kaynak sorununu göz ardı eden hırslı büyüme maceralarından hemen sonra patlamış krizler, ekonomi birkaç sene yüksek büyüme oranlarını test ediyor, bu arada işsizlikte nispi azalmalar yaşanıyor yüksek büyüme ithalat talebini yani döviz talebini uyarıyor, ekonominin zaten yapısal bir döviz üretme sorunu mevcut (eğitim, yüksek teknoloji içeren mallar), artan döviz talebi rezervlerden, piyasalardan, sermaye girişlerinden karşılanamayınca (hukuk?) kur patlıyor, milli gelir kriz öncesine hatta daha da aşağı dönüyor ve kucağımızda ağır bir kriz kalıyor.

Türkiye ekonomisinin girdi-çıktı tablosu analizi ülkemizin kendi tasarrufları ile sağlayabileceği büyüme oranlarının üzerine çıktığı zaman yüksek büyüme oranları ile cari açık arasında büyük bir pozitif korelasyonun varlığını gösteriyor; bu pozitif korelasyon dünyada her ekonomi için de geçerli değil, örneğin, Almanya’da yüksek büyüme oranları ile cari açık arasında bir korelasyon mevcut değil, hatta büyüme dönemlerinde ekonomi cari fazla veriyor, Fransa’da ise Almanya’nın tersine yüksek büyüme oranları cari açığı çok uyarıyor ama Fransa çok güçlü hukuk devletinin sayesinde AB içinde en çok doğrudan yabancı sermaye çeken ülke haline geliyor (Brexit sonrası) ve cari açığın patlaması krize dönüşmüyor.

”Türkiye 2022 senesinde de koşar adım bir döviz krizine doğru gidiyor, aynen 1958’de, 1979’da olduğu gibi”

Türkiye 2022 senesinde de koşar adım bir döviz krizine doğru gidiyor, kendi tasarrufları, kaynakları üzerinde bir büyüme hedefi koyuyor ve kısmen de gerçekleştiriyor, işsizlik oranında da nispi bir gerileme var, bu veriler doğru veriler ama bu süreç, her zaman olduğu gibi büyük cari açıklara neden oluyor, ihracattaki kıpırdanmaya rağmen cari açık büyümeye devam ediyor çünkü ihracatın ithalatı karşılama oranı her ay muntazaman azalıyor, doğrudan yabancı sermaye yatırımı yok mertebesine geliyor; bu durum bize yakın tarihimizde de olduğu gibi bize büyük bir döviz krizini işaret ediyor, aynen 1958’de, 1979’da olduğu gibi.

Ancak, bu kez, Merkez Bankası döviz rezervlerinde ilginç gelişmeler de yaşanıyor, Merkez Bankası bilançosunda sekiz ayda 25 milyar dolarlık net hata ve noksan gözüküyor; bu miktarın ismini muhasebe anlamında artık net hata ve noksan olarak koymak mümkün değil, başka şeyler oluyor.

Türkiye önemli bir ülke ve jeopolitik açıdan da çok önemli; bu kez galiba Türkiye’yi yöneten merkezi idare ilk kez bu ölçüde jeopolitik satarak, batı ile son seksen senede kurulmuş olan kurumsal yapıyı satarak, vazgeçerek cari açık yani döviz krizini çözmeye çalışıyor.

Türkiye ekonomisi çok önemli jeopolitik konumuna rağmen küçük bir ekonomi, ekonominin dünya ekonomisi içinde payı yüzde birin çok altına düşmüş durumda ama nüfusumuz dünya nüfusunun yüzde birinin üzerinde; AKP sonrası gelecek yönetimlerin Türkiye ekonomisinin dünya payını mutlaka nüfus payının üzerine çıkarma hedefi koymak durumunda olmalıdırlar, aksi durum Türkiye’nin her gün mutlak ve nispi olarak fakirleşmesi anlamına gelebilir.

Milli gelirimiz dünya ekonomisinin yüzde birinin altında ve cari açığımız da milli gelirimizin yüzde 6 ya da 7’si mertebesinde olduğu zaman ekonomimizin krize girmemesi için ihtiyaç duyduğu dolar cinsinden miktar 55 ile 60 milyar dolar dolayında olmaktadır ve bu miktar Türkiye’nin bu global ilişkiler ortamında Rusya için, bazı Arap ülkeleri için jeopolitik değerinin ve batı ile seksen senede kurduğu kurumsal ilişkiler bütünün değerinin çok altındadır ve mesela Gazprom bu pahayı ödemeye Putin’in Polonya’nın, Macaristan’ın intikamını alması için hazırdır.

Ancak, unutmamak lazım, jeopolitik ve batı ile kurumsal ilişkiler sadece bir kez pazara çıkarılır; başka bir ifade ile de bu modelin sürdürülebilirliği yoktur, sadece döviz krizini seçimlerin ötesine taşımaya yarayabilir.

”Enflasyonun esas yıkıcı etkisi orta vadede büyüme süreçlerini olumsuz etkilemesi olacaktır”

Bu arada büyümeyi desteklemek ve anlamakta zorlandığımız takıntılar nedeniyle faizlerin üzerine baskı enflasyonda ülkemizi dünya liderliğine taşımaktadır.

Enflasyon ülkemiz iktisat ideolojisi çerçevesinde sıkıntılı bir anlayışla sadece bir bölüşüm süreci olarak algılanmakta, yüksek enflasyonun düşük gelir gruplarından üst gelir gruplarına kaynak aktarımı gerçekleştirdiğine inanılmaktadır; “inanılmaktadır” ifadesini kullanıyorum çünkü bu enflasyon süreçlerinin hangi yönde gelir aktarım mekanizmasına dönüştüğüne yönelik elimizde çok somut veri de bulunmamaktadır ama varsayalım ki bu iddia doğru olsun.

Ancak, enflasyon süreçlerinin daha da olumsuz etkisi yüksek fiyat artışlarının nispi fiyatları çarpıtarak iktisadi aktörlerin doğru piyasa mesajları almalarını engelleyerek rasyonel karar alma süreçlerini olumsuz etkilemesidir ve Türkiye şimdi bu sürece girmiştir ve bu sürecin sonu yanlış iktisadi kararlar, mesela yanlış tasarruf-yatırım kararları üzerinden büyüme ve bölüşüm ilişkilerini çok olumsuz etkilemesidir; enflasyonun esas yıkıcı etkisi orta vadede büyüme süreçlerini olumsuz etkilemesi olacaktır.

Türkiye merkezi yönetimi kısa vadede yüksek büyüme oranları uğruna jeopolitik ve kurumsal yapıyı pazara çıkarmaktansa gerçek bir hukuk devleti inşa sürecini öncelese idi senede altmış milyar doğrudan yabancı yatırım çekmek çok kolay olurdu ve bu yaşadıklarımızı da yaşamazdık.

21. yüzyılda ekonomilerin iki temel girdisi olacaktır: Hukuk ve nitelikli eğitim; Türkiye bu iki alanı da perişan ettiği için gireceğimiz ekonomik krizin uzun sürme ihtimali, Mayıs 2023’de kim iktidara gelirse gelsin her zamankinden fazladır.

(Euronews Türkçe /  Eser Karakaş)

Paylaşın

Ekonomistlerden Küçük Yatırımcıya Dikkat Çeken Uyarı

Borsadaki yükselişte başta kamu bankaları olmak üzere bankacılık hisselerindeki anormal artışların etkili olduğunu söyleyen Doç Dr. Evren Bolgün, faizler ve döviz kurunun ardından kamunun borsada da etkin olmaya başladığını belirtti.

Borsadaki yükselişi seçimden sonra beklediklerini söyleyen Prof. Dr. Cem Başlevent ise şunları söylüyor: “Birden bire bir güç veya büyük oyuncu ucuz fiyattan bankaları alıp yukarı götürmeye karar vermiş gibi duruyor” dedi.

Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu ise, “Enflasyon ortamında şirketlerin değeri paralel bir artış gösterir. Şu anda diğer yatırım araçları cazip değil. Bu da borsayı çekici kılıyor” ifadelerini kullandı.

Cumhuriyet’ten Ali Can Polat’ın haberine göre, yüksek enflasyonun yarattığı ekonomik tahribat her geçen gün artarken ekonomi dünyasında da yatırım eğilimleri değişiyor. Son günlerde borsadaki hareketlilik de bunun bir göstergesi. Borsa İstanbul, son bir ayda yüzde 27 değer kazandı.

BİST BANKA’da ise bu artış aylık yüzde 91 oldu. Banka hisseleri içinde ise en yüksek artış kamu bankalarında oldu. Halkbankası hisselerindeki son bir aylık yüseliş yüzde 173 olurken VakıfBank’ta bu artış yüzde 215’i buldu.

Ekonomistler bu artışları şüpheli bulurken piyasalarda Varlık Fonu aracılığıyla banka hissesi alımı yapıldığı ve borsanın yükseltildiği iddia edildi. Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati de Hazine’nin kendi ihracı olan bono ve tahvil dururken borsadaki artış ile övünerek yatırımcıları borsaya yönlendirdi.

Borsadaki yükselişte başta kamu bankaları olmak üzere bankacılık hisselerindeki anormal artışların etkili olduğunu söyleyen Doç Dr. Evren Bolgün, faizler ve döviz kurunun ardından kamunun borsada da etkin olmaya başladığını belirtti.

“İstanbul Kontrollü Finans Merkezi” benzetmesini yapan Bolgün, “Bankacılık hisselerinin çoğunda günlerdir satıcı yok, açılıştan sonra yüzde 10 yükselişle tavan oluyorlar burada bir anomali var. Banka hisseleri emsal ülkelerin bankalarına göre aşağıdaydı yıllardır ama son gelişmelerle dengesini bulmuştu. Buna rağmen hâlâ satıcısız tavan bir şekilde ilerlemesi garip” dedi.

Son bir aydır 800 milyon dolara yakın yabancı girişi olduğunu da belirten Bolgün, “Tabii bu kesin yabancıdır diyemeyiz. Yerli bir büyük kurumsal alıcı ve/veya yabancı kurum hesabı üzerinden alım işlemleri yapan yerli kurumsal yatırımcı olma ihtimalini hissettiriyor” dedi.

Varlık Fonu iddiası

Uzmanların borsadaki yükselişi seçimden sonra beklediklerini söyleyen Prof. Dr. Cem Başlevent ise şunları söylüyor:

“Birden bire bir güç veya büyük oyuncu ucuz fiyattan bankaları alıp yukarı götürmeye karar vermiş gibi duruyor. Ekonomi politikaları değişmeden böylesi bir yükselme beklenmiyordu. Ben de burada Ankara’nın payı olduğuna, Varlık Fonu gibi bir gücün devreye girdiğine inananlardanım. Borsanın yükselişi seçim öncesi bir propaganda malzemesi olarak kullanılacaktır. Ama bu sonsuza kadar gidemez; büyük oyuncular seçim öncesi bazı riskleri görüp satışa geçebilirler.”

Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu ise borsadaki hareketliliği şöyle değerlendirdi: “Enflasyon ortamında şirketlerin değeri paralel bir artış gösterir. Şu anda diğer yatırım araçları cazip değil. Bu da borsayı çekici kılıyor.

Bankacılık sektörünün kârları özellikle Merkez Bankası’nın düşük faiz pompalamasıyla sıçradı. Bu da bankacılık hisselerine talebi artırdı. Bu güdümlü paranın özellikle kamu bankalarında alıma geçtiği tahmin edilebilir. Hükümet borsa üzerinden ögünme payı çıkarıyor. Temmuz net hata noksan kalemine 4 milyar dolar yansıyan meçhul paranın bir kısmı da borsaya yönelmiş olabilir.

Büyük yabancı çıkışının ardından son hafta 97 milyon dolar olan sınırlı bir giriş var. Amatör yatırımcılar borsa yükselince geç de olsa trene atlama telaşına kapılır, momentumu güçlendirir. Genellikle de ilk düşüşle zarara uğrarlar.”

Paylaşın

Kamuda İstihdam Edilenlerin Sadece Yüzde 25’i Kadın

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na (DİSK) bağlı Genel-İş’in Emek Araştırma Dairesi (EMAR) her yıl düzenli olarak hazırladığı “Kamuda ve Genel İşler İşkolunda İstihdam” raporunun bir yenisini yayımladı.

Kamuda ve genel işler işkolunda istihdam verileri ile kamu harcamalarının, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) ve Avrupa Birliği (AB) ülkeleriyle karşılaştırıldığı rapora göre Türkiye’de kamu harcamalarının oranı, OECD ortalamasının çok altında ve Avrupa ülkeleri içinde ise son sıralarda.

OECD ortalamasına göre GSYH içinde genel kamu harcamalarının oranı yüzde 48,47. Fransa’da yüzde 59,4, Yunanistan’da yüzde 56,8, İtalya’da yüzde 55,5, Almanya’da yüzde 51,4 ve İspanya’da yüzde 50,6 kadar. Türkiye’de ise bu oran yüzde 35,88.

Kamuda sosyal harcamalara yeterli pay ayrılmıyor

Rapora göre eğitim, sağlık ve sosyal korumalardan oluşan kamu kesimi sosyal harcamalarına GSYH’den ayrılan payın düşmüş durumda. 2021’da kamu kesimi sosyal harcamalarına GSYH’dan ayrılan pay yüzde 15,9 oldu ve 2017 seviyesine düştü.

2018’de yüzde 16,3, 2019’da yüzde 17,1 oranındaydı. 2020’de ise pandeminin de etkisiyle kamunun sosyal harcamaları biraz daha artış eğiliminde olsa da, 2021’de yaklaşık 2 puan düştü ve yüzde 15,9’a geriledi.

Kamu istihdamı OECD ortalamasının 4 puan altında

Yine rapora göre Türkiye’de toplam istihdam içinde kamu istihdamının oranı, OECD ortalamasının 4 puan altında.

OECD üye ülkelerin ortalamasında toplam istihdam içinde kamu istihdamının oranı yüzde 18,45 iken, Türkiye’de bu oran yüzde 14,5.

Fransa (yüzde 21,5) ve Macaristan’da (yüzde 21,5) toplam istihdam içinde kamu istihdamı oranı OECD ortalamasının üstünde, diğer Avrupa ülkelerinde ise altında.

Kamuda istihdamın sadece yüzde 25’i kadın

OECD’ye üye ülkelerin ortalamasında kadınların toplam istihdam içindeki oranı yüzde 45,40 oranında. Kamu sektöründe istihdam oranı ise yüzde 57,8.

Birçok ülkede de kamuda kadın istihdamı, toplam istihdamdan fazla. İngiltere, Fransa, Macaristan ve Portekiz’de toplam istihdam içinde kadın istihdam oranı yüzde 40 iken kamuda kadın istihdam oranı yüzde 60’ın üzerinde.

Ancak Türkiye’de kadınların istihdama katılımı, OECD ve Avrupa ülkelerinin çoğundan az. Türkiye’de kadınların toplam istihdam içindeki oranı yüzde 26,6 iken kamu istihdamında kadın oranı yüzde 25.

Her 10 kişiden 8’i özel sektörde, 2’si kamuda çalışıyor

Rapora göre Türkiye’de kamu istihdamının artış eğiliminde. Ancak buna karşın toplam istihdamın yalnızca yüzde 16,8’ini oluşturuyor. Özel sektör istihdamı ise yüzde 83,2.

Kamu istihdamında en fazla artış “sözleşmeli personelde”

Öte yandan kamuda en güvenceli istihdam biçimi olan “memurluğun” yerini “sürekli işçilik” ve “sözleşmeli personel” alıyor.

2015’te kamu istihdamının yüzde 82’sini memurluk, yüzde 4,2’sini sözleşmeli personel istihdamı oluştururken; 2021’de kamu istihdamında memur oranı yüzde 61,5’e geriledi, sözleşmeli personel istihdam oranı ise 6,6 puan artarak yüzde 10,8’e yükseldi.

2022’nin ilk çeyreğinde ise memurluk yüzde 61’e düşerken sözleşmeli personel istihdamı 11,5’e çıktı.

Sürekli işçilikte ise yüzde 9,3’ten yüzde 24,4’e yükselmiş durumda. Raporda kamu istihdamında sürekli işçiliğin artışının en önemli nedeni olarak 2017’de çıkarılan 696 sayılı KHK düzenlemesi gösterildi.

Bu düzenlemeyle personel çalıştırılmasına dayalı hizmet alım ihaleleri ve taşeron firmalarda çalışan işçiler, merkezi idarelerde sürekli işçi kadrosuna; belediyelerde çalışan taşeron işçiler ise, belediye şirketlerine geçirildi.

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

İcradaki Dosya Sayısı 24 Milyon 84 Bine Yükseldi

İcradaki dosya sayısının 24 milyona ulaştığına dikkat çeken CHP’li Ömer Fethi Gürer, yılın ilk 9 ayında icra ve iflas dairelerine 6 milyon 14 bin yeni dosya geldiğini söyledi. Gürer, kredi kartı borçlarının takiptekilerde dahil olmak üzere 1 trilyon 312 milyar liraya ulaştığını söyledi.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer, CHP’nin ‘Haftalık Ekonomi Raporu’ndan derlediği veriler üzerinden değerlendirmelerde bulundu.

Türkiye’de icra ve flaş dosya sayısının sürekli arttığına işaret eden Gürer, Ulusal Yargı Ağı (UYAP) üzerinden alınan verilere göre, bu yıl 1 Ocak – 9 Eylül tarihleri arasında icra ve iflas dairelerine UYAP üzerinden toplam 6 milyon 14 bin yeni dosya geldiğini belirtti. Bu süre içerisinde 4 milyon 495 bin dosyanın sonuçlandırıldığını ifade eden CHP’li Gürer, yeni gelen dosya sayısının geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 21 oranında arttığına dikkat çekti. Gürer, dosya sayısındaki artışın ülkedeki kötü ekonomik gidişatın hangi boyutlara ulaştığını göstermesi açısından önemli olduğunu vurguladı.

İcra dairelerinde derdest bulunan dosya sayısı ile ilgili bilgileri de paylaşan CHP’li Gürer, dosya sayısının son bir yılda 1 milyon 217 bin adet artarak 9 Eylül itibariyle 24 milyon 84 bine çıktığını aktardı. İnsanların hızla borçlandığına da dikkat çekten Gürer, son 4 ayda vatandaşın bankalara olan borcunun 200 milyar lira arttığını söyledi.

“Kredi kartı borçları 1 trilyon 312 milyar liraya ulaştı”

Gürer, bireylerin bankalara ve finans şirketlerine olan konut, taşıt, ihtiyaç ve kredi kartı borçlarının takiptekilerde dahil olmak üzere 1 trilyon 312 milyar liraya ulaştığını söyledi.

İnsanların vadesinde ödeyemedikleri için bankalar tarafından icraya verilen takipteki borçlarının ise 30 milyar lira düzeyine çıktığını aktaran Gürer, vatandaşların varlık yönetim şirketlerine 32,9 milyar, TOKİ’ye ise 27 milyar lira borcu bulunduğunu anlattı.

Türkiye’de en son 1998 yılında yüzde 804 olan yıllık enflasyonun bu yıl son 24 yılın en yüksek oranına ulaşarak yüzde 80,21’e yükseldiğini belirten Gürer, “ENA Grup Tüketici Fiyat Endeksi, E-TÜFE’deki 12 aylık artış oranı yüzde 181.37 olarak gerçekleştiğini ve yılbaşından itibaren 8 aylık (Ocak-Ağustos) artış yüzde 91.62 olarak hesaplandığını dikkate aldığımızda TÜİK verilerine göre dahi enflasyon zirvede olduğu görülüyor. AK Parti iktidarı halen pembe tablolar çizmekten geri kalmıyor. AK Partililerin pembe tablosu gerçekte çoktan karardı” ifadelerini kullandı.

(Kaynak: Gazete Duvar)

Paylaşın

Bazı Banka Hisselerinde Kazançlar Yüzde 200’e Yaklaştı

Son 1 ayda resmen ‘uyuyan dev’ uyandı. Uzun zamandır borsadaki yükselişi kenardan izleyen bankacılık sektörü tam anlamıyla uçtu. Bankacılık Endeksi 1 ayda yüzde 87 artarken bazı bankalarda kazançlar yüzde 200’e yaklaştı.

Dünya gazetesinden Ufuk Korcan’ın aktardığına göre hisse senetleriyle ilgilenenlerin son günlerde en fazla konuştuğu konu kesinlikle bankacılık hisselerinde yaşanan sert yükseliş. . Sanayi sektörü hisselerinde tarihi zirveler görülürken banka hisseleri borsadaki tarihi yükselişi kenardan izliyordu. Habere göre bir ay önce banka hisseleri bir anda ‘bir daha bulunamayacakmış’ gibi talep akınına uğradı. Sanki küçük tahtalar gibi dev banka hisseleri peş peşe tavan oldu. Haberde şu bilgiler verildi:

“Son 1 aylık süreçte BİST 100 Endeksi yüzde 29 artarken Bankacılık Endeksi’ndeki yükseliş yüzde 87’ye ulaştı. Hisse bazında bakıldığında ise 1 ayda yüzde 200’e varan değer artışları yaşandı.

Akbank hisseleri 1 ayda yüzde 66, İş Bankası C hisseleri yüzde 105, Vakıfb ank hisseleri yüzde 198, Halkbank hisseleri yüzde 158 prim yaptı. Peki bu yükselişin altında yatan nedenler neler?

Piyasa değeri/Defter Değeri 0.40-0.50, Fiyat/Kazanç oranları 1-1.5 civarı olan banka hisseleri hem Borsa İstanbul’daki rallinin oldukça gerisinde kalmış hem de yurtdışındaki rakiplerine göre ‘ucuz’ fiyatlanıyordu.

Gelişmekte olan ülkelerdeki banka hisselerinin PD/DD rasyosu ortalama 0.90 seviyelerindeydi. Banka hisselerindeki yükselişin fitilini ilk yabancı alımları ateşledi diyebiliriz. Ancak yabancı alımları son 1 ayında tamamında hakim değildi. Piyasada konuştuğum uzmanlar son haftalarda banka tahtalarında yabancı işlemlerinin oldukça azaldığını, yerli yatırımcıların ağırlıkta olduğunu söylüyor.

BİST 100 Endeksi 4 Ekim 2021 haftasında 1.371 puan seviyesinden bir yükseliş trendi başlattı. Ancak şu an etkin olan ve daha agresif olan trend, 18 Temmuz 2022 haftasında başlayan yükseliş trendi. Bu trendin destek noktası bu hafta için 3.191 dolar seviyesine denk geliyor.

Yani inişli çıkışlı bir seyir de olsa bu trendin destek noktasının altına gelinmedikçe ana trendin yukarı olduğu söylenebilir. Olumsuz senaryoda bu destek noktasının altına gelinmesi endekste kademeli olarak 2.849 puan seviyesine kadar bir geri çekilme riskini ortaya çıkarabilir. Olası yukarı hareketlerin devamı durumunda ise bu hafta için kanalın direnç noktası olması açısından 3.636 puan seviyesine dikkat edilmeli.”

Yazının tamamı için TIKLAYIN

Paylaşın

İcradan 10 Milyon Dosya Düşecek: Çoğu Telefon Faturası

İcraya düşen 2 bin liraya kadar olan borçların tasfiye edileceği açıklanırken, bu borçların çoğunluğunu öğrencilerin 300-500 lira civarındaki telefon borçları ile sabit ve dar gelirli diğer kişilerin elektrik ve su borçlarının oluşturduğu öğrenildi.

Vatandaşın, icra takibine düşen 2 bin liraya kadarki elektrik, doğalgaz, su ve telefon borçlarının tasfiyesiyle ilgili düzenlemenin detayları netleşiyor. Hazine ve Maliye Bakanlığı ile Adalet Bakanlıklarının üzerinde çalıştığı düzenleme, icra takibine yol açan 2 bin lira ve altındaki borçları kapsayacak.

Örneğin, herhangi bir vatandaşın 2.001 liralık elektrik borcu varsa, bu borç tasfiye edilmeyecek, 2.000 liralık silmeyle geriye 1 liralık borç kalması söz konusu olmayacak. Ayrıca, söz konusu düzenleme, 15 Ağustos’tan önceki icra dosyalarını kapsayacak. Borçların tasfiyesiyle ilgili karar, sadece bir kez uygulanacak. Farklı dönemler için yeniden gündeme gelmeyecek.

Başvuru gerekmeyecek

Türkiye Gazetesi‘nin haberine göre, varlık yönetim şirketleri tarafından takip edilen borçlar ile alacaklısı diğer şirketler olan borçlara yönelik düzenlemeden faydalanmak isteyen vatandaşın, borçların silinmesi için herhangi bir kuruma başvurması gerekmeyecek. Kişilerin borçlu olduğu şirketler, icraya verdikleri alacaklarını muhasebe kayıtlarında gider kaleminde gösterecek ve bunları vergiden düşecek.

Devreye alınacak karar ile icra takibine uğrayan yaklaşık 5,5 milyon vatandaş icra takibinden kurtulacak. Bu kişilere ait 10 milyon icra dosyası tasfiye edilmiş olacak. Ayrıca, toplamı 30 milyar lirayı bulan borç temizlenmiş olacak.

Öte yandan, tasfiye edilecek borçların çoğunluğunu öğrencilerin 300-500 lira civarındaki telefon borçları ile sabit ve dar gelirli diğer kişilerin elektrik ve su borçlarının oluşturduğu öğrenildi.

Paylaşın