Uzmanlar Yorumladı: Depremlerin Ekonomiye Etkisi Sınırlı Olabilir

11 ilde büyük yıkıma neden olan Kahramanmaraş Pazarcık ve Elbistan merkezli 7,7 ve 7,6 şiddetindeki depremlerin ekonomideki yansımaları gündemin öne çıkan konuları arasında. Uzmanlar, depremlerin ekonomiye etkisinin sınırlı olabileceğini belirtiyor.

Türk Girişim ve İş Dünyası Federasyonu’ndan (TÜRKONFED), depremlerinin ekonomiye olası etkisine ilişkin ilk kapsamlı değerlendirmeleri yapmıştı. TÜRKONFED raporunda, yıkımın Türkiye’ye maliyetinin 84 milyar doları bulabileceği tespitine yer vermişti.

Londra merkezli haber ajansı Reuters’ın görüş aldığı 3 ekonomist ise maliyetin 50 milyar doları bulabileceği görüşünde.

Ekonomik kayba ilişkin değerlendirmelerde rakamlar değişse de uzmanlar bir noktada birleşiyor. O da afetin ardından toparlanma çalışmalarında maliyetin büyük bir kısmını konut ve altyapı inşasının oluşturacağı.

TÜRKONFED’in ön raporuna göre depremin maliyetinin dökümü şu şekilde:

Konut zararı: 70 milyar dolar

Ulusal gelir kaybı: 10,4 milyar dolar

İş günü kaybı: 2,9 milyar dolar

6 Şubat depremlerinden önce Türkiye’nin Orta Vadeli Program kapsamında 2023 yılı için öngördüğü büyüme yüzde 5,5’ti. Ekonomi uzmanları depremin ardından Türkiye’nin bu yıl yaklaşık yüzde 2’ye varan oranda daha az büyüyeceği görüşünde.

Marmara depreminin ekonomik etkisiyle karşılaştırma

17 Ağustos 1999 Marmara depreminde can kaybı resmi verilere göre 18 bin 373’tü. Depremin yol açtığı maddi hasarsa TÜSİAD ve Dünya Bankası’na göre 17 milyar dolardı.

Depremden sonraki yıllarda uluslararası ekonomi çevrelerinin hazırladığı raporlardaysa daha geniş etki göz önüne alındığında maddi kayıp çok daha yüksekti.

Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün (OECD) 1999 İzmit ve Bolu depremlerinin ekonomik etkisine ilişkin 2000 yılında hazırladığı ara rapora göre, bu iki şehir ve deprem bölgeleriyle ekonomik bağlantısı olduğu için etkilenen diğer şehirler, Türkiye’nin o dönem Gayrisafi Yurtiçi Hasılası’nın yüzde 35’ini oluşturuyordu.

VOA Türkçe’den Begüm Dönmez Ersöz’ün sorularını yanıtlayan Türkiye analisti Timothy Ash, 1999 depremlerinden etkilenen bölgenin otomobil, petrokimya, imalat gibi pek çok alanda ülkenin sanayi merkezi olduğuna dikkat çekti.

Ash 1998’de yani Marmara depreminden bir yıl önce yüzde 3 büyüyen Türkiye ekonomisinin, ülkenin imalat ve ekonomi merkezini vuran depremin ardından yüzde 3,3 oranında daraldığını hatırlattı.

24 yıl sonra meydana gelen 6 Şubat 2023 depremlerinin etkilediği 10 ilde 13,4 milyon kişi yaşıyor. Daha çok tarım ürünleri bakımından öne çıkan bu bölge Türkiye nüfusunun ve ülkenin Gayrisafi Yurtiçi Hasılası’nın yüzde 10’una denk düşüyor.

IMF Dünya Ekonomik Görünüm Raporu bu yıl Türkiye için yüzde 3’lük bir büyüme öngörmüştü.

Timothy Ash son depremin Türkiye ekonomisine etkisinin orta derecede olacağı; ancak bu yıl büyümenin öngörülenden daha düşük olacağı görüşünde.

Dış finansman gereklilikleri

İki depremin yol açtığı tahribatın ortaya çıkmasının ardından ABD 85 milyon dolar; Dünya Bankası da ilk aşamada yaklaşık 1,8 milyar dolarlık yardım açıklamıştı. Açıklanan bu yardımlar afetten etkilenen Suriye’yi de kapsıyor.

Timothy Ash, yardımların ilk aşamada acil gereksinimlerin karşılanmasına katkı sağlayabileceğini; ancak yeniden yapılanma sürecinde on milyarlarca doları bulması beklenen konut inşası gibi çalışmaların maliyeti sebebiyle, Türkiye’nin kredi formatında bir miktar dış finansmana ihtiyaç duyabileceğini belirtti.

Türkiye’nin nispeten güçlü bir bilançosu, düşük bir kamu borcu ve nispeten düşük cari açığı olduğunu kaydeden Ash, “İlk ayları atlattıktan sonra orta vadede büyümede bir artış olabilir. Genelde büyüme hızlandığında ithalat talebi ticareti arttırır ve cari açık genişler. Bu durumda döviz talebi artar. O nedenle Türkiye’nin dış finansman gereksinimlerini orta ve uzun vadede karşılaması için daha fazla dış finansman desteğine ihtiyaç duyabilir” diye konuştu.

Avrupa Yeniden İnşa ve Kalkınma Bankası: “Siyasi belirsizlik ekonomik kırılganlığa yol açıyor”

Avrupa Yeniden İnşa ve Kalkınma Bankası (EBRD) de bugün yayınladığı raporunda depremin olası etkilerinin sonucu olarak Türkiye’nin Gayrisafi Yurtiçi Hasılası’nda yüzde 1’lik bir kayıp olabileceğini belirtti.

Bankaya göre yeniden inşa çalışmalarının büyümeye yapacağı katkı hesap edildiğinde bu “makul bir öngörü.”

EBRD’nin baş ekonomisti Reuters’a yaptığı açıklamada, “Deprem daha çok tarım arazilerini ve imalatın nispeten daha az olduğu yerleri etkiledi. O nedenle etkinin diğer sektörlere sıçrama olasılığı sınırlı” dedi.

Avrupa Yeniden İnşa ve Kalkınma Bankası (EBRD) bugünkü raporunda, gittikçe artan dış finansman gereklilikleri ve seçimlerle ilgili siyasi belirsizliğin ciddi ekonomik kırılganlıklara yol açtığı tespitine yer verdi.

“Yabancı yatırımcı seçimi bekliyor”

Uzmanlar Türkiye ekonomisinde 6 Şubat depremlerinden önce de sorunların olduğuna ve özellikle para politikası ve makroekonomik politika konusunda yabancı yatırımcıda bir güvensizlik olduğuna dikkat çekiyor.

Bu nedenle uzmanlara göre ekonominin seyrinde asıl önemli olan gelişme 14 Mayıs’ta yapılması planlanan ancak depremin ardından daha şimdiden tartışma konusu olan seçimler, sonuçları ve ekonomik politikaya bu sonuçların yansıması.

Yabancı yatırımcının ister mevcut yönetimle ister seçim sonrası gelebilecek başka bir yönetimle, güvenilir bir para politikası istediğini belirten Timothy Ash, “Politika faizi şu an yüzde 10’un altında ve enflasyon yüzde 60. Reel faiz oranı eksi yüzde 50 iken hiçbir yatırımcı Türkiye’de yatırım yapmaz” görüşünü dile getiriyor.

“Deprem sonrası toparlanma süreci belirleyici faktör olacak”

İngiliz analiste göre seçimlerin sonucu büyük ölçüde 6 Şubat depremlerinin ardından toparlanma sürecinde gösterilecek performansa bağlı.

Türkiye’de muhalefet bloğu cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerini kazanması halinde ekonomide daha akılcı ve geleneksel politikaya dönüş vaadinde bulunuyor.

Depremin seçime giden süreçte belirleyici bir faktör olacağını vurgulayan Timothy Ash, “(Cumhurbaşkanı) Erdoğan yardım ve yeniden inşa konusunda iyi bir performans sergilerse seçimde daha iyi bir sonuç alabilir. Gösteremezse seçimi kaybetme olasılığı yüksek. Seçim sonuçlarına bağlı olarak gerçekleşebilecek politika değişiklikleri yatırımcı için çok önemli” diyor.

Paylaşın

IMF, Küresel Ekonomik Büyüme Tahminini 2,9’a Yükseltti

Uluslararası Para Fonu (IMF), 2022 yılında yüzde 3,4 olan küresel ekonomik büyüme hızının bu yıl yüzde 2,9’a gerileyeceğini tahmin ediyor. Ancak bu, Ekim ayında yayımladığı rapordaki yüzde 2,7 tahmininde bir iyileşmeye işaret ediyor.

Dünya çapında ekonomik büyüme hızının 2024’te yüzde 3,1’e çıkması bekleniyor. IMF, Ekim ayında yayımladığı raporda, küresel ekonominin 2024’te yüzde 3,2 büyüyeceğini öngörmüştü.

IMF’nin güncellenmiş raporunda, Türkiye ekonomisinin bu yıla ilişkin büyüme tahmini yüzde 3 olarak korundu.

Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Ekonomik Görünüm Raporu’nda, küresel ekonomik büyüme tahminini yükseltti ve enflasyonun gerilmeye başladığı tespitinde bulundu.

Raporda, ABD ve Avrupa’da talebin devam etmesi, enerji maliyetlerinin azalması ve Çin’in “Sıfır Covid” politikasından vazgeçmesinin beklenenden daha hızlı bir toparlanmanın yolunu açtığını söylüyor.

Geçen yılın sonlarında, IMF küresel ekonomi için en kötünün henüz gelmediği konusunda uyarıda bulunuyordu. Ancak yine de, savaşın henüz kazanılmadığını söyleyerek merkez bankalarını enflasyona karşı mücadelelerini sürdürme konusunda uyarıyor.

IMF, 2022’de yüzde 3,4 olan küresel ekonomik büyüme hızının bu yıl yüzde 2,9’a gerileyeceğini tahmin ediyor. Ancak bu, Ekim ayında yayımladığı rapordaki yüzde 2,7 tahmininde bir iyileşmeye işaret ediyor.

Dünya çapında ekonomik büyüme hızının 2024’te yüzde 3,1’e çıkması bekleniyor. IMF, Ekim ayında yayımladığı raporda, küresel ekonominin 2024’te yüzde 3,2 büyüyeceğini öngörmüştü.

IMF’nin güncellenmiş raporunda, Türkiye ekonomisinin bu yıla ilişkin büyüme tahmini yüzde 3 olarak korundu.

IMF Baş Ekonomisti Pierre-Olivier Gourinchas, resesyon riskinin azaldığını ve merkez bankalarının enflasyonu kontrol etmede ilerleme kaydettiğini ancak Ukrayna-Rusya savaşı ve Çin’in Covid-19’a karşı mücadelesinin yeni sorunlara yol açma ihtimali nedeniyle fiyatları düşürmek için daha fazla çabanın gerektiğini söylüyor.

Gourinchas, “Beklenmeyeni beklemeye hazırlıklı olmalıyız ancak büyümenin dibe vurması ve ardından enflasyonun düşmesi bir dönüm noktasını temsil edebilir” diyor.

IMF raporunda ülkelerin büyüme tahminlerini de güncelledi.

ABD ekonomisinin 2023 yılına ilişkin büyüme tahmini yüzde 1’den yüzde 1,4’e çıkarıldı. 2022’de ülke yüzde 2 büyümüştü.

IMF, Çin’in bu yıla ilişkin ekonomik büyüme beklentisini keskin bir şekilde yükselterek yüzde 4,4’ten yüzde 5,2’ye çıkardı.

Çin’in “Sıfır Covid” politikasının getirdiği sınırlar ekonomisinin 2022’de yüzde 3 büyümesine yol açmıştı. Böylece 40 yılı aşkın bir süredir büyüme hızı ilk kez küresel ortalamanın altında kalmıştı.

Hindistan ekonomisinin bu yıla dair büyüme beklentisi yüzde 6,1’de sabit tutuldu. 2024’te ise geçen yıl olduğu gibi yüzde 6,8 büyüyeceği tahmin edildi.

Gourinchas, Asya’nın iki ekonomik güç merkezinin 2023’te küresel büyümenin yüzde 50’sinden fazlasını sağlayacağını söyledi.

İngiltere ise 2023’te daralması beklenen tek büyük ekonomi oldu. Daha önce bu yıl yüzde 0,3 büyümesi öngörülen İngiltere ekonomisinin 2023’te yüzde 0,6 küçülmesinin beklendiği kaydedildi.

Paylaşın

Cumhuriyet Tarihinin En Kapsamlı Borç Yapılandırma Paketi Geliyor!

31 Aralık 2022’ye kadar devlete olan tüm borçlar yapılandırılacak. Yapılandırma paketi pazartesi günü Kabine’de masaya yatırılacak. Kabine sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın paketin ayrıntılarını açıklaması bekleniyor. 

NTV’den Ahmet Ergen’in haberine göre, paketin en geç şubat ortasında yasalaşması bekleniyor.

Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı borç yapılandırma paketi için hükümet harekete geçti. Paket, önümüzdeki hafta başında Kabine toplantısında değerlendirilecek.

Buna göre 31 Aralık 2022’ye kadar devlete olan tüm borçlar yapılandırılacak.

Vergi, prim ve cezalar kapsamda

Vergi, sigorta primi borçlarıyla adli ve idari cezalar için yapılandırma imkanı sunulacak.

Şirketlere matrah artırımı, kasa ve stok affı imkanı sağlanacak. Belediyelere olan borçlar, su ve öğrenim kredisi borçları yapılandırma kapsamında olacak.

Taksitli ödeme imkanı

Anapara borcuna eklenen faiz ve gecikme faizi borçlarında önemli ölçüde silinme meydana gelecek. Önceki yapılandırmalarda olduğu gibi peşin ve taksitli ödeme imkanı getirilecek. Peşin ödeme halinde yüzde 90’a kadar borçların silinmesi imkanı olacak. Belirli tutarın altında olan borçların tamamının silinmesi söz konusu olabilir.

Ne zaman yasalaşacak?

Yapılandırma paketi pazartesi günü Kabine’de masaya yatırılacak. Kabine sonrası Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın paketin ayrıntılarını açıklaması bekleniyor. Paketin en geç şubat ortasında yasalaşması bekleniyor.

Hangi borçlar yapılandırılacak?

Yapılandırma işleminin vergi borçları; maliyeye olan vergi borçları henüz kesinleşmemiş veya dava sürecinde olan cezalar, Kredi Yurtlar Kurumu öğrenim kredileri, motorlu taşıt vergileri, trafik cezaları, nüfus cezaları, askerlik cezaları, otoyol ve köprülerden kaçak geçiş ücretleri ve cezaları, gümrük cezaları ve sosyal güvenlik kurumu tarafından takip edilen sigorta primlerini kapsaması bekleniyor.

Paylaşın

İcra Dosya Sayısı 23 Milyon 204 Bini Aştı

Mahkemelerdeki icra dosyası 10 Ocak itibarıyla 23 milyon 204 bini aştı. Son 5 yılda icra dosyası sayısı 7 milyon 365 bin artarken, 2022 yılında artış 658 bin 294’e ulaştı. Ekonomi yönetiminin, icra dosyalarının kabarmasını önlemek amacıyla geçen yıl kasımda çıkardığı torba kanun ile 2 bin 500 liranın altındaki icra takipleri kaldırılacak.

Bu işlemin gerçekleşmesiyle mevcut icra dosyası sayısı yarıya yakın azalacak. Kanun, 15 Ağustos 2022 itibarıyla 2 bin 500 liranın altındaki icra dosyalarının silinmesini öngörüyor. Kanunun öngördüğü tarih olan 15 Ağustos 2022 itibarıyla icra dairelerindeki icra ve iflas dosyası sayısı 24 milyon 85 bin 623 seviyesindeydi.

Ekonomim gazetesinden Hüseyin Gökçe’nin haberine göre, ekonomik kriz kaynaklı mahkemelerdeki icra dosyası sayısı giderek kabardı ve 10 Ocak itibarıyla 23 milyon 204 bini aştı. Son 5 yılda( 2017 sonundan itibaren) icra dosyası sayısı 7 milyon 365 bin 831 artarken, 2022 yılında artış 658 bin 94 oldu.

Ekonomi yönetiminin, icra dosyalarının kabarmasını önlemek amacıyla geçen yıl kasım ayında çıkardığı torba kanun ile 2500 liranın altındaki icra takipleri kaldırılacak. Bu işlemin gerçekleşmesiyle mevcut icra dosyası sayısı yarıya yakın azalacak.

Ekonomik sıkıntıların dar ve sabit gelirlilerin ödeme kabiliyetini azaltması, özellikle son 5 yılda icra dairelerindeki icra iflas dosyalarının sayısında ciddi artışa yol açtı. 2017 yılı sonundan bu yana geçen zaman diliminde toplam icra dosyası sayısı 7 milyon 365 bin 831 artarak 11 Ocak itibarıyla 23 milyon 212 bin 239’a ulaştı.

Pandemide icra işlemleri durdurulmuştu

Dosya sayısı 2019’da 20 milyon 312 bine yükselirken, 2020 yılı sonu itibarıyla 1 milyon 833 bin artarak 22 milyon 196 bine yükseldi. COVID-19 virüsünün pandemi olarak ilan edildiği 2020 yılında, Cumhurbaşkanı Kararı ile bir süre icra iflas dairelerinin çalışması durdurulmuştu.

2021 yılında ise dosya sayısı 375 bin artarak 22 milyon 571 bin oldu. Geride bıraktığımız 2022 yılında ise icra dosyası sayısı aylar itibarıyla çok hızlı artış gösterdi. Ocak sonunda 22 milyon 890 bin olan dosya sayısı, Şubat’ta 23 milyon 327 bine, Mart’ta 23 milyon 568 bine çıktı. Nisan’da küçük bir gerileme olsa da Ağustos ayı itibarıyla 24 milyonu aştı.

Milat 15 Ağustos 2022

2500 liranın altındaki icra dosyalarının silinmesini öngören 7420 sayılı yasa 15 Ağustos 2022’yi milat olarak kabul ediyor. Yani bu tarih itibarıyla tutarı 2500 liranın altında olan veya kısmi ödeme ile bakiyesi bunun altında olan icra dosyalarına ilişkin takipler durdurulacak.

Bu tarihten itibaren icra dosyası sayısı önemli bir gerileme trendine girdi. Eylül’de 23 milyon 782 bine, Ekim’de 23 milyon 521 bine, yıl sonunda ise 23 milyon 229 bine geriledi. 11 Ocak itibarıyla ise icra dairelerindeki icra iflas dosya sayısı 23 milyon 212 bin 239 oldu.

İcra dosyası sayısı yüzde 41 azalacak

Kanun, 15 Ağustos 2022 itibarıyla 2 bin 500 liranın altındaki icra dosyalarının silinmesini öngörüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu düzenleme ile birlikte 5 milyon kişiye ait 10 milyon civarında icra dosyasının kapatılacağını söylemişti.

Kanunun öngördüğü tarih olan 15 Ağustos 2022 tarihi itibarıyla icra dairelerindeki icra ve iflas dosyası sayısı 24 milyon 85 bin 623 seviyesindeydi. Buna göre kanun kapsamındaki tüm dosyalara ilişkin takibin durması halinde, icra dairelerindeki dosya sayısı yaklaşık yüzde 41 oranında azalmış olacak.

Haberin tatmamı için TIKLAYIN

Paylaşın

Flört Etmenin Aylık Masrafı 4 Bin Lirayı Geçti

Çiftlerin aylık flört masrafı 4 bin lirayı geçti. Erkekler ve kadınların partnerlerine güzel görünmek için giyime, cilt bakımına, kuaföre, berbere ve spora ciddi paralar harcadıkları, ayrıca, hediye almakta zorlananların genelde online alışverişi tercih ettiği de ortaya çıktı.

Avantajix.com, rastgele seçilen 27-35 yaş aralığındaki bin katılımcıya flört ve nişanlılık süreçlerinde ne kadar harcama yapıldığını sordu.

Gazete Duvar‘ın haberine göre çiftler, ortalama 2 yıl süren flört ve nişanlılık dönemlerinde sinema, tiyatro ya da başka bir etkinliğe katılmak, beraber yemek yemek için ayda ortalama 10 kez buluşuyor.

Çiftler, ilişkinin ilk yılında ayda en az on buluşma için toplamda 55 bin TL harcıyor. Her buluşmanın ortalama maliyeti 350 TL oluyor. Sevgililer günü, doğum günleri ve yılbaşı gibi özel günlerde yenilen yemeklere, karşılıklı alınan hediyelere harcanan para 13 bin TL’yi buluyor.

İkinci yıl buluşma maliyetleri 43 bin TL seviyelerine geriliyor. İkinci yıldaki her buluşma 250 TL’ye mal oluyor. İkinci yıl hediyelere ve özel gün yemeklerine 10 bin TL harcanıyor. Bu dönemde gerçekleşen evlilik teklifi ritüelinin gideri ise ortalama 3 bin TL oluyor. Araştırmaya göre, flört ve nişanlılık döneminde ilk ay harcamaları ağırlıklı olarak erkekler yapıyor, diğer aylar kadınlar da harcamalara katılıyor.

Araştırmaya katılanların sadece yüzde 20’si ilk ay dışında da buluşmalarda hesabı erkeklerin ödediğini, yüzde 75’i ise ödemelerin “Alman usulü” yapıldığını bildirdi. Araştırmaya göre, flört ve nişanlılık dönemlerinde harcamaların buluşmalarla sınırlı değil. Erkekler ve kadınların partnerlerine güzel görünmek için giyime, cilt bakımına, kuaföre, berbere ve spora ciddi paralar harcadıkları da ortaya çıkan sonuçlar oldu.

Ayrıca araştırmada, hediye almakta zorlananların genelde online alışverişi tercih ettiği bilgisi de yer aldı.

Paylaşın

Dış Ticarette Son 27 Yılın En Yüksek Açığı

İktidar ekonomide pembe tablolar çizmeye çalışsa da gerçekler, yaşanan derin ekonomik krizi gözler önüne seriyor. Türkiye’de dış ticaret açığı 2022 yılında 110 milyar doları aştı. Bu 1996 yılından bu yana görülen en yüksek dış ticaret açığı oldu. 

İhracatın ithalatı karşılama oranı 2022 yılında yüzde 70 oldu. 2022’de hem ihracat hem de ithalat son 27 yıldaki en yüksek seviyeye erişti.

Ticaret Bakanlığı 2022 yılı dış ticaret istatistiklerini açıkladı. 2022 yılında geçtiğimiz yıla göre, ihracat yüzde 12,9 oranında artışla 254,2 milyar dolara, ithalat ise yüzde 34,3 oranında artışla 364,4 milyar dolara erişti. Dış ticaret açığı ise 110,2 milyar dolar oldu.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 1996’dan bu yana dış ticaret verilerini gösteriyor. Bundan dolayı haberdeki analizler son 27 yılı kapsıyor.

İhracat ve ithalatta rekor

2022 yılında hem ihracat hem de ithalatta rekor kırıldı. Genel Ticaret Sistemine (GTS) göre ihracat ilk kez 250 milyar doları aşarken ithalat ise ilk kez 300 milyar doları aştı.

Daha önce en yüksek seviye 2021 yılında görülmüştü. 2021’de ihracat 225 milyar dolar, ithalat ise 271 milyar dolar olmuştu.

GTS’ye göre 2013 yılından bu yana en yüksek ticaret açığı 2022’de ortaya çıktı.

2022’de dış ticaret açığı 110 milyar doları aştı. Açık 2013 yılında 99,3 milyar dolar olmuştu.

Özel Ticaret Sistemi ve Genel Ticaret Sistemi verileri

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 1996’dan bu yana dış ticaret verilerini gösteriyor. Türkiye son döneme kadar verileri Özel Ticaret Sistemine (ÖTS) göre açıklarken artık Genel Ticaret Sistemini (GTS) kullanıyor. ÖTS verileri 1996’dan; GTS ise 2013’ten itibaren mevcut. GTS ay başında Ticaret Bakanlığı tarafından açıklanırken ÖTS ve diğer tüm detaylar TÜİK tarafından ay sonunda ilan ediliyor.

Bu haberde 2022 yılı verileri GTS’ye dayanıyor. ÖTS ile GTS arasında küçük farklar olabiliyor. Bu yöntem farkını dikkate alarak dış ticaret verilerini daha uzun dönemde incelemek de mümkün. Buna göre ihracat, ithalat ve dış ticaret açığı 1996’dan bu yana en yüksek seviyeye erişti.

ÖTS’ye göre dış ticaret açığı 2011 yılında 106 milyar dolar; 2013’te ise 100 milyar dolar olmuştu. 2022’de GTS’ye göre açık 110 milyar dolar ile rekor kırdı.

İhracatın ithalatı karşılama oranı kaç?

Dış ticaret istatistiklerinde en önemli verilerin başında ihracatın ithalatı karşılama oranı geliyor. Bu oran yüzde 100’den fazla olması ihracatın daha ithalattan daha fazla olduğunu gösteriyor. Ancak 1996’dan bu yana Türkiye’de en yüksek oran 2019’da yüzde 85 ile görüldü. Bu da son 27 yılda ithalatın her zaman daha yüksek olduğu ve her sene dış ticaret açığı verildiği anlamına geliyor.

İhracatın ithalatı karşılama oranı 2021’de yüzde 82 idi; bu oran 2022’de yüzde 70’e geriledi. AK Parti’nin iktidara geldiği 2002’de bu oran yüzde 70 olmuştu. AK Parti döneminde sadece 6 defa bu oranın üstüne çıkılırken diğer yıllar daha kötü istatistikler ortaya çıktı.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

2023 Ekonomide ‘Belirsizlik Yılı’ Olacak; Uzmanlar: Yoksulluk Artacak

Prof. Dr. Öner Günçavdı, 2023 yılının ekonomide 2022’den devralınan sorunların etkisi altında geçeceğine işaret ediyor. Hükümetin mevcut ekonomi politikalarının seçim odaklı şekillendiğini vurgulayan Prof. Günçavdı, “Cumhuriyet’in 100. yılına da enflasyonu konuşarak gireceğiz. Seçim nedeniyle yapılan asgari ücret artışlarının etkisi mart ayından sonra azalmaya başlayacak. Vatandaşın satın alma gücü açısından 2023 parlak bir yıl olmayacak” diyor. 

Prof. Dr. Erhan Aslanoğlu’na göre, Türkiye ekonomisindeki yavaşlamanın temel nedeni ihracat siparişlerindeki gerileme. Küresel ekonomide de resesyon ihtimalinin arttığına işaret eden Prof. Aslanoğlu, “Seçime doğru giderken, asgari ücret artışı ve kredi destekleri gibi Türkiye’de büyümeyi iç talebi destekleyecek adımlarla sağlamayı amaçlayan politikalar uygulanıyor. İlk 5-6 ayda büyüme yüzde 4’ün üzerine çıkarılabilir fakat bu talebi canlandırma adımları enflasyon için olumsuz bir tabloya neden olacak” değerlendirmesinde bulunuyor.

Geride bırakmaya hazırlandığımız 2022 yılı, sene başındaki umutların aksine küresel ve bölgesel çapta siyasi ve ekonomik krizlerin yaşandığı bir yıl oldu.

Dünya genelinde 2020-2021’e damga vuran pandemi sürecinden çıkış büyük oranda gerçekleşse de henüz yılın başında, 24 Şubat’ta patlak veren Rusya-Ukrayna savaşı yalnızca bölgesel değil; küresel etkiler yarattı. Rusya ve Ukrayna’nın dünyanın en büyük buğday ve mısır üreticilerinden olmaları, ayrıca Rusya’nın Türkiye de dahil olmak üzere Avrupa ülkelerinin bir numaralı doğal gaz tedarikçisi olması, enerji ve gıdada bir krize yol açtı. Pandemi sonrası baş gösteren yüksek enflasyon süreci böylelikle tetiklenirken ABD ve Avrupa Birliği (AB) ekonomilerinde yeni bir durgunluk sürecinin de işaret fişeği atılmış oldu.

Türkiye’nin en fazla ihracat gerçekleştirdiği pazarlarda yaşanacak daralma veya zayıf büyüme performansı, Türkiye ekonomisine de doğrudan yansıyacak. 2022’de yüksek enflasyon sorunu ile sert bir yüzleşme yaşayan Türkiye’de enflasyon, 2023’te bir miktar geri çekilse de dünya ortalamalarına göre yüksek seyrini koruyacak. Seçim yılı olan 2023, siyasi belirsizliklere ve dolar kurunda yeni ataklara da gebe olacak. Seçim sonrasında yeni bir faiz artışı dalgası beklenirken, KKM (Kur Korumalı Mevduat) ve EYT (Emeklilikte Yaşa Takılanlar) düzenlemesi gibi uygulamaların bütçe üzerine bindirdiği yük giderek artacak.

DW Türkçe’den Aram Ekin Duran‘a konuşan uzmanlara göre, 2023 yılı Türkiye ekonomisi açısından belirsizliğin ve dar gelirliler için yoksulluğun artacağı bir yıl olacak.

“2023 parlak bir yıl olmayacak”

İstanbul Teknik Üniversitesi İşletme Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Öner Günçavdı, 2023 yılının ekonomide 2022’den devralınan sorunların etkisi altında geçeceğine işaret ediyor. Hükümetin mevcut ekonomi politikalarının seçim odaklı şekillendiğini vurgulayan Prof. Günçavdı, “Cumhuriyet’in 100. yılına da enflasyonu konuşarak gireceğiz. Seçim nedeniyle yapılan asgari ücret artışlarının etkisi mart ayından sonra azalmaya başlayacak. Vatandaşın satın alma gücü açısından 2023 parlak bir yıl olmayacak” diyor.

Türkiye ekonomisi pandemiden çıkış yolu olarak nitelenebilecek 2021 yılında başarılı bir performans sergileyerek yüzde 11 büyümüştü.

Türkiye bu yüksek büyüme oranı ile G20 ülkeleri arasında ilk, OECD ülkeleri arasında üçüncü sırada yer aldı. İlk iki çeyrekte sırasıyla yüzde 7,5 ve yüzde 7,7 büyüme başarısını gösteren Türkiye ekonomisi, 2022 yılının üçüncü çeyreğinde ise iç tüketim ve ihracat hızının yavaşlaması ile yüzde 3,9 oranında büyüme kaydetti.

CEBR: Türkiye’ye 22. sıraya gerileyecek

Son çeyrekte büyüme performansındaki yavaşlamanın devam etmesi ve 2022’nin tamamında GSYH’nin yüzde 5 civarında gerçekleşmesi bekleniyor. 2023 yılında ise küresel beklentiler ile paralel olarak Türkiye’nin büyüme performansında da düşüşün devam etmesi yüksek olasılık olarak öne çıkıyor. Bu noktada OECD, IMF ve Avrupa Komisyonu gibi kurumların Türkiye için 2023 büyüme beklentisi yüzde 3 ila 4 seviyeleri arasında gerçekleşiyor.

İngiltere merkezli danışmanlık şirketi Centre for Economics and Business Research (CEBR) tarafından hazırlanan rapora göre 2023’te bir dizi ekonominin daralması ve yüksek borçlanma maliyetleriyle tekrar 100 trilyon doların altına inecek. Raporun Türkiye ekonomisine ayrılan kısmında GSYH büyüklüğü bakımından 2022’de ilk 20’de yer alan ekonominin 2023’te 22. sıraya gerilemesi, ancak raporun kapsadığı 2027 yılı itibariyle tekrar dünyanın en büyük 17. ekonomisi olması ve 2037’de de bu sıralamasını koruyacağı öngörülüyor.

“Enflasyon sorunu devam edecek”

Piri Reis Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erhan Aslanoğlu’na göre, Türkiye ekonomisindeki yavaşlamanın temel nedeni ihracat siparişlerindeki gerileme.

Küresel ekonomide de resesyon ihtimalinin arttığına işaret eden Prof. Aslanoğlu, “Seçime doğru giderken, asgari ücret artışı ve kredi destekleri gibi Türkiye’de büyümeyi iç talebi destekleyecek adımlarla sağlamayı amaçlayan politikalar uygulanıyor. İlk 5-6 ayda büyüme yüzde 4’ün üzerine çıkarılabilir fakat bu talebi canlandırma adımları enflasyon için olumsuz bir tabloya neden olacak” değerlendirmesinde bulunuyor.

“Seçim sonrasında yoksulluk artacak”

Baz etkisinin devreye girmesi ile beraber 2022 sonunda TÜFE’nin yüzde 60-70 seviyelerine çekilebileceği öngörülüyor. TCMB’nin 2023 projeksiyonuna göre ise yeni yılda enflasyondaki kademeli düşüş sürecek ve 2023 sonunda yüzde 20 seviyeleri görülecek.

Ancak uluslararası kurumlar enflasyon konusunda TCMB kadar iyimser değil. IMF ve OECD’nin Türkiye’nin 2023 enflasyonuna ilişkin beklentileri yüzde 35-50 bandında seyrediyor.

Enflasyondaki artış eğiliminin Türkiye’de yoksulluğu kalıcı hale getirdiğini ifade eden Prof. Dr. Öner Günçavdı, “2023 kritik bir yıl olarak yoksulluğun artarak devam edeceği bir dönem olacak. Özellikle dar gelirliler aleyhine işleyen seçim ekonomisi, 2023 seçimlerinden sonra asıl sonuçlarını gösterecek ve ne yazık ki vatandaşların daha da fakirleşmesi gündeme gelecek” diye konuşuyor.

İhracattaki yavaşlama 2023’te de sürecek

2022’nin Ocak-Ekim döneminde genel ticaret sistemine göre ihracat bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 15,4 artarak 209 milyar 394 milyon dolar oldu. Özellikle son aylarda ana ihracat pazarlarındaki talep daralması ve artan enerji-hammadde maliyetleri ihracat performansını olumsuz etkilemeye başladı.

Yılın tamamı için 250 milyar dolarlık ihracat hedefine ulaşılması muhtemel olsa da 2023’te küresel gelişmelerin etkisi ile ihracatta ciddi bir sıçrama yaşanması beklenmiyor. Yeni yılda içeride yüksek enflasyon ve siyasi belirsizlikler, dışarıda ise bölgesel çatışmalar, artan enerji fiyatları ve hammadde tedariğindeki sorunlar ihracat artışı önündeki başlıca engeller olarak öne çıkıyor.

Mevcut küresel şartlar düşünüldüğünde Türkiye’nin 2022’deki ihracat performansını 2023’te göstermesinin mümkün olmadığını belirten Prof. Dr. Öner Günçavdı, “Hem dış talebin yavaşlaması hem de hükümetin döviz kurunu seçim öncesinde düşük tutmaya çalışmadı ile düşen rekabet gücü ihracatı frenleyecek” diyor.

Cari açık önemli bir risk unsuru

2023 yılında Türkiye ekonomisindeki en kritik başlıklardan biri de cari açık olacak. Son açıklanan TCMB verilerine göre cari denge son olarak ekimde 359 milyon dolar açık verdi.

Cari dengede aylık olarak yılın en düşük seviyesi görülürken Ekim açığıyla birlikte cari denge 12 ay üst üste aylık açık vermiş oldu. Yıllık cari açık ise 43,5 milyar dolarla 2018’den bu yana en yüksek seviyesine çıktı. Ocak-Ekim döneminde ise cari açık 38,2 milyar dolar oldu.

“Seçim sonrası politikalar belirleyici olacak”

2022 sonu için cari işlemler açığının yaklaşık 50 milyar dolar olması bekleniyor. Cari İşlemler Hesabı’nın GSYH’ye oranına bakıldığında ise 2021’deki yüzde 1,9’luk gerçekleşmenin 2022 sonu itibariyle yüzde 4,8’e çıkması öngörülüyor. OVP’deki 2023 hedefi yüzde 2,5 olarak kayıtlara geçerken IMF’nin öngörüsü ise 2023 için yüzde 3,9 olarak açıklandı.

Seçim sonrasına denk düşen 2023’ün ikinci yarısında ekonomideki gidişatın şu an için belirsiz olduğunu ifade eden Prof. Dr. Erhan Aslanoğlu, “Hem kurlardaki hem de enflasyondaki yukarı gidiş dinamiği, yaz aylarından itibaren devreye girmeye başlayabilir. Bu noktada seçim sonrasında nasıl bir para politikası ve nasıl bir ekonomi politikası uygulanacağı belirleyici olacak” diye konuşuyor.

Paylaşın

Bireysel Kredi Kartı Borcu Bir Yılda Yüzde 99 Arttı

İktidar ekonomide pembe tablolar çizmeye çalışsa da, açıklanan veriler, iktidarı yalanlıyor. Bireysel kredi kartı borcu, geçen yıla göre TL bazında yüzde 99 arttı. Taksitli kredi kartı borçlarındaki artış oranı, geçen yıla göre yüzde 128 yükseldi. Taksitsiz kredi kartı borçlarındaki artış ise yüzde 79 oldu.

Haber Merkezi / Kredi kartı borçlarındaki artışın Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYİH) artışının yaklaşık iki katı kadar olmasının tüketicinin alım gücünün düştüğünü ve bu nedenle kredi kartına yönelmesi şeklinde yorumlandı.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), kasım ayı itibariyle yıllık enflasyonu yüzde 84,39 olarak açıkladı. Artan enflasyonun alım gücüne olan etkisini incelemek için kredi kartı borçlarını araştıran karşılaştırma sitesi encazip.com’a göre; vatandaşların bireysel kredi kartı borcu, geçen yıla göre TL bazında yüzde 99 arttı. Araştırmada ortaya çıkan rakamlar şöyle:

“Bireysel kredi kartı borcu, geçen yıla göre TL bazında yüzde 99 arttı. Taksitli kredi kartı borçlarındaki artış oranı, geçen yıla göre yüzde 128 yükseldi. Taksitsiz kredi kartı borçlarındaki artış ise yüzde 79 oldu.

Takibe giren kredi kartı borçlarında da geçen yıla göre TL bazında yüzde 30’luk bir artış oldu.

Yüksek enflasyon ve makroekonomik koşullar, tüketicileri daha çok kredi kartı kullanmaya itti. Gayrisafi Yurtiçi Hasılanın (GSYH) bir önceki yılın aynı çeyreğine bakıldığında yüzde 3,9 arttığı üçüncü çeyrek verilerine kıyasla enflasyondan arındırılmış verilere göre toplam bireysel kredi kartı borçları analiz edildiğinde reel artış, geçtiğimiz yılın aynı dönemine göre yüzde 8 oldu.

Enflasyondan arındırılmış veriler kıyaslandığında, taksitli kredi kartı borçları yüzde 23 arttı. Normal kredi kartı borçlarında ise enflasyon ayarlı verilere göre yüzde 3’lük bir düşüş olduğu gözlemlenirken dolar bazında toplam taksitli kredi kartı borçlarında yüzde 50’lik bir artış yaşandı. Taksitsiz kredi kartı borçlarında ise artış yüzde 17 ile sınırlı kaldı.

Kredi kartlarının sektörel dağılımına bakıldığında, bu yılın en güncel Bankalararası Kart Merkezi (BKM) verilerine göre, toplam kredi kartı harcamalarının yüzde 18’i market ve alışveriş merkezlerinde, yüzde 9’u benzin ve akaryakıt sektöründe, yüzde 7’si elektrik-elektronik ve bilgisayar sektöründe, yine yüzde 7’si giyim ve aksesuar sektörlerinde kullanıldı. Kredi kartı kullanımının sektörel dağılımının geçtiğimiz yılın aynı dönemi ile paralel olduğu gözlemlendi.

Kredi kartı işlem adedinde yüzde 26 arttı

2022 yılının güncel verilerine göre toplam kredi kartı işlem adedi, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 26’lık bir artışla aylık 613 milyon adet oldu. Toplam kredi kartı sayılarına bakıldığında, 2021 yılının aynı ayında dolaşımda 81 milyon kredi kartı, 144 milyon banka kartı bulunurken 2022 yılının en güncel verilerine göre dolaşımdaki toplam kredi kartı sayısı 94 milyona, toplam banka kartı sayısı ise 162 milyona yükseldi.”

Kredi kartı borçlarındaki artışın GSYH artışının yaklaşık iki katı kadar olmasının tüketicinin alım gücünün düştüğünü ve bu nedenle kredi kartına yönelmesi şeklinde yorumlanabileceğini belirten encazip.com finans uzmanları, ortaya çıkan rakamlar için şu değerlendirmeyi yaptı:

“Geçtiğimiz yılın son verileri ile 2022 yılının güncel verileri karşılaştırıldığında, TL bazında 197 milyar TL olan kredi kartı borçları bu yıl 392 milyar TL seviyesine gelmiş. Bu, iki katlık bir artış anlamına gelse de yüksek enflasyonlu bir dönemde enflasyondan arındırılmış verilere veya farklı para birimlerindeki değişimlere bakmak daha doğru yorum yapmamızı sağlar.

Geçtiğimiz yıl 197 milyar TL olan toplam tüketici kartı borçlarının yıllık gerçekleşen enflasyon oranı dikkate alınarak değerlendirildiğinde, 362 milyar TL olduğunu görüyoruz. Bu da reelde kredi kartı borçlarında yüzde 8’lik bir artış anlamına geliyor.”

Paylaşın

Ekonomi Kötüye Giderken Lüks Tüketim Neden Artıyor?

Son derece belirsiz ekonomik koşullara rağmen lüks ürün pazarı 2022 yılında, geçen yıla oranla yüzde 21 büyüdü. Peki, bütün dünya enflasyonun yıkıcı etkilerine karşı mücadele etmeye çalışırken lüks ürünlerin tüketimi neden artıyor?

Dünyanın önde gelen danışmanlık firmalarından Bain & Co ve İtalyan lüks markalar temsilcisi Altagamma ortaklığında yapılan bir çalışma, lüks ürün pazarının 2022 sonunda 1,4 trilyon euroya ulaşmasına ve 2030 yılına kadar büyümesini öngörüyor.

Öte yandan yükselen enflasyon ve hayat pahalılığı birçok ülkede insanları etkilemeye devam ediyor, uzmanlar ekonomik eşitsizliğin giderek arttığını söylüyor.

Uluslararası Para Fonu (IMF), Ekim ayında yayımladığı Dünya Ekonomik Görünüm Raporu’nda küresel ekonomideki zorluklarda “henüz en kötünün yaşanmadığını” ve birçok kişi için “2023 yılının durgunluk gibi hissedileceğini” kaydetmişti.

Ekonomi kötüye giderken lüks ürünlerin tüketiminin neden arttığını uzmanlara sorduk.

‘Lüks ürünler pazarı çok daha dirençli’

Kasım 2022’de yayımlanan Bain & Co ve Altagamma raporuna göre lüks ürün pazarındaki büyüme eğilimi 2030 yılına kadar devam edecek.

Analistler, ABD lüks ürünler pazarının güçlü olmaya devam ettiğini, Avrupa pazarının ise son dönemde yaşanan ekonomik sarsıntılardan geri sıçrayarak yeniden canlandığını söylüyor.

Çin’de lüks ürün tüketiminde son yıllarda ciddi bir artış kaydeden analistler, 2021’de yüzde 21 olan pazardaki payının Covid-19 kısıtlamalarının kaldırılmasından sonra yeniden yükselişe geçeceğini tahmin ediyor.

Lüks ürün pazarının olası bir ekonomik durgunluk karşısında 2008 ekonomik krizine kıyasla “çok daha dirençli” olduğuna özellikle dikkat çeken bu çalışma, tüketici tabanının artık daha geniş ve yoğun olmasını buna gerekçe gösteriyor.

Raporda kayda değer bir diğer tespit ise Z ve Alfa kuşaklarının lüks ürün tüketimine yapacağı katkıya yönelik…

Buna göre bu kuşakların 2030 yılına kadar önceki nesillere kıyasla üç kat fazla lüks tüketime kayacağı ve pazarın üçte birini oluşturacağı öngörülüyor.

Analistler, bu kuşaktakilerin bir önceki Y kuşağına kıyasla lüks ürün tüketimine ortalama 3-5 yıl erken başladığını aktararak bu eğilimin devam edeceğini tahmin ediyor.

Sektördeki bu direncin kaynağına ve gençlerin lüks ürünlere nasıl eriştiğine gelmeden önce lüks ürünün ne olduğunu inceleyelim.

‘Kendimizi tatmin etmek için aldığımız ürünler’

BBC Türkçe’den Asya Robins’e konuşan Fransa’nın İktisadi ve Ticari İlimler Enstitüsü (ESSEC) İşletme Fakültesi’nde küresel strateji profesörü olan Ashok Som’a göre arzu yaratan, statü kazandıran ve bu statü sayesinde belli bir toplulukla özdeşleşme isteği uyandıran ürünler “lüks ürün” olarak nitelendiriliyor.

“Lükse Giden Yol: Lüks Marka Yönetiminin Evrimi, Pazarlar ve Stratejiler” (The Road to Luxury: The Evolution, Markets, and Strategies of Luxury Brand Management) adlı kitabın yazarı olan Som’a göre Fransa ve İtalya’da ortaya çıkan lüks tüketim akımındaki ürünlerin “kaliteli, yenilikçi, yaratıcı ve dayanıklı, yani nesilden nesile aktarılabilir” olması ayırt edici özellikler.

“Lüks” deyince akla saat, mücevher, parfüm ve kozmetik ve tekne gibi ürünlerin geldiğini söyleyen Som, günümüzde iPhone gibi teknolojik aletlerin, çeşitli seyahat ve tatil deneyimlerinin ve NFT (bir şeyin gerçekliğinin dijital sertifikası) gibi ürünlerin de bu kategoride yer alabildiğini belirtiyor.

“Kendimize harcayabileceğimiz ek gelirimiz olduğunda, isteklerimizi tatmin etmek için aldığımız her ürün lüks üründür” diyen Som, günümüzde bu ürünlerin Metaverse’te bile olabileceğine dikkat çekiyor.

‘Demokratikleşme ve yeni nesil farkındalığı’

Som, lüks ürün tüketiminde bir “demokratikleşme” yaşandığını, toplumdaki aşırı zengin yüzde 1’lik kesimin yanı sıra orta ve orta-üst sınıfların da artık pazara daha fazla erişebildiğini söylüyor.

Som’a göre bunun sebeplerinden biri, lüks tüketimde daha ucuz ürünleri de kapsayan yeni kategorilerin oluşması. Bir diğer nedense insanların paralarını biriktirerek daha az tüketmesi ama daha pahalı ürünleri tercih etmesi:

“Zengin kesimin büyük bir kısmının son dönemde daha da zenginleştiği doğru ama bu insanlar yüzlerce çanta ve binlerce otomobil daha satın almıyor. Bir ev veya tekne alamayan ama en pahalı telefon olan iPhone’u veya pahalı bir ruj ya da parfümü alan kişiler de lüks ürünler dünyasına katılıyor.”

Lüks ürün tüketimindeki artışın bir diğer sebebini ise Som şöyle anlatıyor:

“Gençler artık çevre ve iklim krizi konusunda çok duyarlı. Tek kullanımlık, ucuz ürünleri geri çeviriyorlar. Para biriktirip daha dayanıklı, pahalı ve böylece lüks olarak sınıflanan ürünleri veya ikinci el ya da vintage ürünleri tercih ediyorlar.”

‘İki farklı dünya’

Lüks ürün tüketenler Som’un dediği gibi “demokratikleşiyor” olsa bile bu grubun büyük bir kısmı hala dünyanın en zengin yüzde 1 ve yüzde 10’luk kesiminden oluşuyor.

Financial Times gazetesine lüks ürün sektörünün ekonomik krizlere olan dayanıklılığı hakkında konuşan Bain & Co ortaklarından Claudia D’Arpizio, “Satışlar harcanabilir ek gelirleri olan ve ekonomik çalkantılardan etkilenme olasılığı düşük, aşırı zenginler arasında yoğunlaşıyor” ifadelerini kullanıyor.

İsviçre bankası Credit Suisse’in ‘2021 Küresel Servet Raporu’na göre dünyanın en zengin yüzde 1’lik dilimi, dünyanın toplam servetinin yüzde 45,8’ine sahip.

Diğer taraftan küresel nüfusun yüzde 55’lik kesimi küresel servetin yalnızca yüzde 1,3’üne erişebiliyor.

Cambridge Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nden Dr. Toke Aidt, eşitsizliğin son 20 yılda “olağanüstü” seviyede arttığını ve “iki farklı dünyanın” oluştuğunu söylüyor

Aidt’e göre yüzde 1’lik kesim gelirinin büyük bölümünü servet yönetiminden elde eden ve kendini enflasyondan korumak için çeşitli yatırım araçlarına sahip kişilerden oluşuyor.

Aidt, “2008 ekonomik krizinden, pandemiden ve enflasyon şoklarından etkilenmeyen bu kesimin hala alım gücü var, bu yüzden lüks ürün tüketim eğilimindeki artış çok normal” diyor ve sözlerine devam ediyor:

“Gelir dağılımında çok daha aşağılarda olanlar ve bu tür krizlerden etkilenenler zaten lüks ürün pazarında yer almıyor.”

Aidt, küresel gelir ve servet dağılımında yüzde 10’luk kesimi incelediğimizde yine pandemiden daha az etkilenen, ekonomik sarsıntılarla baş etmek için yeterince birikmiş parası olan ve hala alım gücüne sahip bir grup ile karşılaştığımızı söylüyor:

“Avukatlar, şirket sahipleri, yöneticiler gibi kişilerin bulunduğu bu kesimdeki insanlar kendilerini enflasyondan tamamen izole edebilecek seviyede değiller ama harcamalarından kısmak zorunda kalmayacak kadar birikimleri var, hayatlarına az çok aynı şekilde devam edebiliyorlar.”

Bunun yanı sıra dünyada servet hareketliliğinin arttığına dikkat çeken Aidt, özellikle Çin ve Hindistan’a işaret ederek zengin ailelerin içine doğmayıp ekonomik olarak başarılı hale gelenlerin sayısının yükseldiğini söylüyor:

“Küresel anlamda, gelir dağılımının en tepesinde yer alan insanlar, 50 yıl öncesine göre çok daha çeşitli ancak eşitsizlik hala büyüyor.”

Eşitsizliğe çözüm var mı?

Rusya’nın 24 Şubat’ta Ukrayna’yı işgale başlaması dünyada enerji ve gıda gibi alanlarda birçok ülke için endişelere yol açtı.

Hızla yükselen fiyatlar enflasyon krizlerine sebep oldu.

Dünyanın büyük bir kısmı yükselen enerji faturaları ve artan gıda fiyatlarıyla mücadele ederken başta petrol endüstrisi olmak üzere bazı sektörler ve şirketler ise bu krizden yararlandı.

Uzmanlar, eşitsizliğin bu nedenle daha da artmasından endişeleniyor.

Vergilendirme ve varlık dağıtımı konusunda çalışmalar yapmış olan Aidt’e eşitsizliğe çözüm olup olmadığını sorduk.

Nispeten küçük bir grup olan yüzde 1’lik kesimin oldukça hareketli ve bu yüzden vergilendirmesi zor olduğuna dikkat çeken Aidt, yüzde 10’luk kesime yoğunlaşılmasını öneriyor:

“Vergilendirme çok tartışmalı bir konu ve yatırım teşvikini azaltmadan vergilerin nasıl adil ve verimli bir şekilde yükseltileceği sorusu önemli. Ama iyi çalışan, ödenen vergi karşılığında kaliteli kamu hizmeti sağlayan sistemler mümkün” diyen Aidt sözlerine şöyle devam ediyor:

“İskandinav refah sistemi bunun iyi bir örneği. Toplumda fikir birliği olması ve insanların daha yüksek vergi ödemeye razı olması önemli. Bunun karşılığında kaliteli okul, otoyol, hastane gibi kamu hizmetlerinin sunulması gerekiyor. Bu iki yönlü bir yol ve kolay değil.”

Aidt, başta İngiltere ve ABD’de bunun tam tersine bir sistemin uygulandığını, düşük vergiler karşılığında sağlanan kamu hizmetlerindeki kalitede ciddi düşüş yaşandığını vurguluyor:

“Bu da eşitsizliğin artmasının önemli etkenlerinden. Eşitsizlikte artış kaydetmeyen ülkeler refah sistemi güçlü olan ve servet dağılımını önceliklendiren ülkeler.”

Paylaşın

Borsa İstanbul’da Yatırımcı Sayısı 3 Milyonu Aştı; ‘Balon’ Tehlikesi Var Mı?

Piyasa faizlerinin enflasyonun çok altında kalması nedeni ile hem vatandaşların hem de şirketlerin borsaya koştuğunu dile getiren Ekonomist Mahfi Eğilmez, kendi internet sitesinde yayınladığı “Paradan Kaçış” başlıklı makalesinde, “balon” tehlikesine şu sözlerle dikkat çekti:

“Bu zorlama ekonomi politikası şimdilik tüketim ağırlıklı büyümeye ve istihdama destek oluyor gibi görünse de başta gayrimenkul ve borsa olmak üzere çeşitli alanlarda balonlar oluşmasına yol açıyor. Böyle bir ortamda ‘borsa rekorlara doymuyor, demek ki ekonomi iyi gidiyor’ demek gerçekçi değil. Günü gelip de faiz enflasyon düzeyine çıkarılmak zorunda kalınınca o rekorlara doymayan borsadaki hisse değerleri ve gayrimenkul fiyatları bu kez çöküşlere doymaz hale gelecek.”

Son iki ayda Borsa İstanbul’a 650 bin yeni yatırımcı katılırken son bir yılda ise yatırımcı sayısı 1 milyon kişi artarak toplamda 3 milyonu aştı. Borsaya olan bu yoğun ilginin temelinde, vatandaşların ve şirketlerin Türkiye’deki yüksek enflasyona karşı birikimlerini korumak istemeleri yatıyor. BİST-100 Endeksi her gün yeni bir rekora koşarken, uzmanlara göre normal olmayan değer artışları, borsada “balon” tehlikesi yaratabilir.

Merkezi Kayıt Kuruluşu (MKK) verilerine göre, Ekim ve Kasım aylarında 650 bin yeni yatırımcı borsaya geldi. Son bir yılda ise yatırımcı sayısı 1 milyon kişi arttı. Böylelikle toplam yatırımcı sayısı 3 milyon 327 bine yükseldi. Borsaya olan bu yoğun ilgi, BIST 100 endeksini her gün yeni bir zirveye taşıyor.

Son bir yılda yüzde 150’ye varan kazanç sağlayan Borsa İstanbul, son aylarda dünyada en çok yükseliş gösteren borsalardan biri oldu.

Peki borsadaki yükseliş sürecek mi?

“Borsa İstanbul’da talep oldukça yükseliş sürecek”

Kurumsal yatırımcılara likidite ve risk yönetimi konusunda danışmanlık hizmeti veren STRFS (Stratejistanbul Financial Solutions) Baş Stratejisti Dr. Atahan Çelebi, yaptığı değerlendirmede “Ortalama olarak borsadaki kişi 35’li yaşlarında, 20-25 bin TL birikimle borsada işlem yapan kişi. Yani bir tür ek gelir arayışında olan bir insan grubundan bahsediyoruz. Bu insanların piyasaya girişi devam ettikçe, piyasadaki fiyatlar güçlü kalmayı sürdürecek” diyor.

Borsadaki büyük yatırımcıların, yani 1 milyon TL’nin üzerinde bakiyesi olanların payının hâlâ yüzde 3-4 aralığında seyrettiğine dikkat çeken Çelebi, “Piyasadaki katılımcıların yaklaşık yüzde 30’unun 1000 TL ve altında bakiyesi olduğunu gözlüyoruz. En ortadaki medyan yatırımcının yaklaşık 25 bin TL civarında bir bakiyesi var Borsa İstanbul’da. Dolayısıyla piyasadaki katılımcıların kurumsal olduğunu söylemek oldukça zor” analizini yapıyor.

“Zorlama politikalar balonlara yol açıyor”

Kimi uzmanlara göre borsadaki bu hızlı yükseliş, hisse senetlerinde bir “balon” tehlikesi yaratabilir.

Piyasa faizlerinin enflasyonun çok altında kalması nedeni ile hem vatandaşların hem de şirketlerin borsaya koştuğunu dile getiren Ekonomist Mahfi Eğilmez, kendi internet sitesinde yayınladığı “Paradan Kaçış” başlıklı makalesinde, “balon” tehlikesine şu sözlerle dikkat çekti:

“Bu zorlama ekonomi politikası şimdilik tüketim ağırlıklı büyümeye ve istihdama destek oluyor gibi görünse de başta gayrimenkul ve borsa olmak üzere çeşitli alanlarda balonlar oluşmasına yol açıyor. Böyle bir ortamda ‘borsa rekorlara doymuyor, demek ki ekonomi iyi gidiyor’ demek gerçekçi değil. Günü gelip de faiz enflasyon düzeyine çıkarılmak zorunda kalınınca o rekorlara doymayan borsadaki hisse değerleri ve gayrimenkul fiyatları bu kez çöküşlere doymaz hale gelecek.”

“Riskleri öngörme yeteneğimizi kaybettik”

Piyasa uzmanlarına göre, Borsa İstanbul’daki fiyat hareketlerinin normalin dışında bir seyir izlemesi, yakın gelecek açısından belirsizlik yaratıyor.

DW Türkçe’den Aram Ekin Duran’a konuşan Forseti Danışmanlık Kurucu Ortağı Tuncay Yıldıran, Türkiye ekonomisindeki mevcut sorunlar düşünüldüğünde, borsada işlem gören şirketlerin bu kadar değerlenmesinin normal olmadığını dile getiriyor.

Yıldıran, “Yani evet borsaya ilgi inanılmaz. Ancak borsadaki değer artışı şirketlerin performansından değil, bu ilgiden kaynaklanıyor” diyor.

Borsadaki yükselişin risk algısını bozduğuna işaret eden Yıldıran, “Bilinen ekonomik parametreler ile anlamlandırılamayan bir değer artışı sonucunda, yaşanabilecek muhtemel riskleri öngörme yeteneğimizi kaybettik” diyor.

Şu anda borsadaki işlemlerin büyük kısmının kredi ile gerçekleştirildiğine işaret eden Yıldıran, “Şu anda sistemde 54 milyar TL’lik bir kredi hacmi var. Kredi mekanizması yükselen piyasada çok ciddi kar sağlar. Ancak düşen piyasada normal düşüşü ikiye üçe katlayabilecek bir risk içerir” uyarısında bulunuyor.

“Balon demek için henüz erken”

Ancak borsadaki yükselişi “balon” olarak değerlendirmek için henüz erken olduğu görüşünde olanlar da var. STRFS Baş Stratejisti Dr. Atahan Çelebi’ye göre enflasyonla ya da kurla kıyaslandığında borsadaki fiyatlar hala 5-6 yıl öncesinin altında seyrediyor.

Bu nedenle borsada halihazırda bir balon olduğunu söylemenin doğru olmayacağını kaydeden Çelebi, “Fakat bu piyasada da her piyasada olduğu gibi düzeltmeler olacaktır. Bazen hisse bazında sert hareketler, manipülatif hareketler oluyor. Fakat bunu genele yaymak için biraz erken” şeklinde konuşuyor.

Yerli geliyor, yabancı gidiyor

Borsa İstanbul’a yerli yatırımcılardan yoğun bir ilgi varken yabancı yatırımcılar ise borsadan çıkış eğilimini sürdürüyor. STRFS Baş Stratejisti Dr. Atahan Çelebi, “2018 yılından bu yana yabancıların borsamızdaki payı yüzde 65’lerden günümüzde yüzde 30’un altına kadar düzenli olarak geri çekildi” diyor.

Bunun altında yatan sebeplerin başında kur riskinin geldiğini ifade eden Çelebi, şöyle konuşuyor:

“Kredi notunun düşük olması dolayısıyla, özellikle kurumsal yatırım şirketlerin Türk borsasına girmesi teknik olarak çok mümkün gözükmüyor. Öncelikle bu sürecin tersine dönmesi lazım. Fakat henüz bu konuda bir emare yok. Kredi notu iyileşmeden, Türkiye’ye gelecek yabancı sermayenin portföy yatırımı anlamında çok büyümesini beklemiyoruz. Bunun dışında diğer faktörlere baktığımızda, kur riski, ekonomi yönetimindeki belirsizlikler ve bir de tabi ki artık Türkiye’deki seçim atmosferinin yarattığı belirsizlik… Bunlar yabancı sermaye açısından negatif faktörler.”

“Yabancı bu koşullarda yatırım yapmaz”

Uluslararası finansal yatırımcılar için kar etmenin bir borsaya girişteki tek neden olmadığına işaret eden Forseti Danışmanlık Kurucu Ortağı Tuncay Yıldıran da şu görüşleri dile getiriyor:

“Özellikle kurumsal yatırımcılar açısından baktığınızda, bunların yatırım yapabilme kriterleri var. Biz ‘kredi derecelendirme kurumlarının notları bizim için yok hükmündedir’ diyoruz ama işin gerçeği yok hükmünde değil. Eğer sizin ülke olarak kredi derecelendirmeniz çöp noktasındaysa, uluslararası kurumsal yatırımcılar, uymakla yükümlü oldukları kriterler nedeniyle size istese dahi, yatıracağı paranın beş katı kar elde edeceğini görse dahi yatırım yapamaz.”

Paylaşın