Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, “Özgürlüğünüze kavuştuğunuzda Recep Tayyip Erdoğan ile karşılaşırsanız, ona ne söylemek isterdiniz?” sorusuna “Bu yedi yıl seni çok yıpratmış, çok yaşlanmış, çökmüşsün, Saray yaşamı seni bitirmiş, yazık…” derim herhalde ???? Sen şimdiden benim adıma kendisini iletebilirsin Barış ????” yanıtını verdi.
Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Halk TV’nin sorularını yanıtladı. Demirtaş’ın sorulara verdiği yanıtlar şöyle:
“Ben olsam yemin töreninden çıkar, deprem bölgesine giderdim”
Demirtaş’ın açıklamalarından bir kısmı şu şekilde:
En çok merak edilen konulardan biri olası iktidar değişikliğinde yeni iktidarın dış politikası… Size göre yeni iktidar Batı / Rusya ve Irak, Suriye, İran gibi komşu ülkelerle nasıl bir ilişki kurmalı? Dış politikaya hangi yaklaşım hakim olmalı?
Türkiye jeostratejik konumu nedeniyle, tarihsel birikimi, deneyimleri ve güncel önemi göz önünde bulundurulduğunda çok hassas bir dış politika dengesine sahip olması gereken bir ülke. Türkiye dünyanın ortasında bir yerde. Ne Batı’ya sırt çevirebilir ne Doğu’ya ne de Kuzey’e ya da Güney’e. Dünyanın en sorunlu coğrafyası olan Orta Doğu ile en konforlu coğrafyası Avrupa arasında adeta bir sırat köprüsü gibi duran Anadolu’yu dengede tutmak kolay bir iş değil.
Sürekli göç yolu, medeniyetler kavşağı, enerji kaynaklarının merkezi ve tarihsel birikimiyle çok çok orijinal, çok özel bir coğrafya burası. Türkiye dış politikası dünyanın hiçbir merkezine tümüyle angaje olamayacak kadar hassas bir dengeye oturmak zorunda. Terazinin ayarını biraz kaçırdınız mı faturası çok ağır olur. Tıpkı bugünün Erdoğan rejiminde yaşandığı gibi her şeyi batırırsınız ve düzeltmek uzun yıllar alır. Öncelikle, dört bir tarafımızdaki komşu devletler ve halklardan başlayarak kesinlikle barış odaklı yeni bir politikaya ihtiyaç var.
Bunun için de Kürt sorunu, Ermeni sorunu, Kıbrıs sorunu gibi temel başlıklarda bir rahatlama ve çözüm perspektifi ortaya konulmalı. Bu başlıklarda ilerleme kat ederken eş zamanlı olarak radikal demokratikleşme reformları, Avrupa Birliği müzakerelerinde ilerleme, hukukun üstünlüğü ve insan haklarında iyileşme sağlanmalı. Bunlarla bağlantılı şekilde, ekonomide üretime ve istihdama dayalı yeni bir model hayata geçirilmeli.
Bu alanların tümünde ilerlemeler olurken dış politikada müzakereci ve barışçıl yeni bir hat oluşturmak mümkün olur. Aksi takdirde, içeride kanayan yaralarınız varken dış politikada çizgi tutturamazsınız. Ve elbette ideolojik yaklaşımdan kaçınan bir dış politika vizyonunuz olmalı, AKP gibi İhvancı bir çizgiyle varılacak yer, işte bugünkü hezimet olur ancak.
14 Mayıs’ta iktidar değişirse; ilk günden, ilk hafta içinde yapılması gerekenler ne sizce?
Eminim herkesin bir “ilk icraat” beklentisi var ve hepsi de haklı, meşru beklentiler olsa gerek. Ama bunca yıkıma uğramış, yangın yerine dönmüş bir memleketi bir günde, bir haftada düzeltmek imkansız. Sanırım herkes bunun farkında. Yine de ben olsam yemin töreninden çıkar, deprem bölgesine giderdim ve her depremzede sağlıklı bir konteynıra, duşa, tuvalete, gıdaya, eğitime, sağlığa ulaşıncaya kadar Ankara’ya dönmezdim. Bundan daha acil bir şey düşünemiyorum. Geri kalan her şey bir hafta, bir ay daha bekleyebilir bence.
Yaklaşık yedi senedir cezaevindesiniz ve günümüzün hızla değişen dünyasında bu süre oldukça uzun… Bu süreçte Türkiye’yi cezaevinden takip ettiniz. Sizce cezaevinde izlediğiniz TV ekranında Türkiye nasıl görünüyor ve medya nasıl bir sınav veriyor?
Türkiye dışarıdan nasıl görünüyorsa inan ki aynı acı, sarsıcı, üzücü tablo içeriden de görünüyor. Hatta buradan daha dikkatli ve seçici şekilde izleme şansımız var diyebilirim. Bunda da özgür basın emekçilerinin, avukatlarımızın ve ailelerimizin desteği çok önemli tabii ki. Onlar olmasa dışarıyı havuz medyasından izlemek zorunda kalabilirdik ki bu da doğrudan işkence sayılabilirdi ????
Basının geneli açısından da şunu söyleyebilirim, bir avuç onurlu gazeteci bir kamyon dolusu satılık havuz tetikçisinden çok daha etkili işler yapmamış olsaydı bugün Türkiye çok karanlık ve sıfır umutla yoluna devam eden bir diktatörlük olacaktı. Bence AKP sonrası yapılması gereken işlerden biri de o kamyonu şehrin çöplüğüne çekip damperi boşaltmak olmalı. Kim ki tetikçi bir gazeteci kılıklı soytarıya değer verir veya görev verirse onu en sert şekilde eleştirip, teşhir etmekten geri durmayacağımı şimdiden söyleyebilirim. Bu alçakların tamamı suç işlediler ve bağımsız yargı önünde suçlarının hesabını vermelidirler.
‘Seni başkan yaptırmayacağız!’ diyerek Erdoğan karşıtlığı üzerinden kurduğunuz politikayla Türk solunun da büyük oranda desteğini alarak partinizi rekor oy oranına ulaştırmayı başardınız. Peki Erdoğan gittikten sonra nasıl bir siyaset kuracaksınız? Ekonomik ve sosyal anlamda sosyalist değerlerin ve işçi hareketinin öne çıktığı bir politika mı yoksa özellikle ‘Türkiyelileşme’ hareketinden rahatsız olan Kürtleri üzmeyecek bir çizgi mi izleyeceksiniz?
Değerli Hasan arkadaşım, ben 18 yaşımdan beri kendimi sosyalist olarak tanımlıyorum ve bugüne kadar hep bu dünya görüşümü yineleyerek, güçlendirmeye çalışarak ilerledim siyasette. Şu anda benim en fazla ilgimi çeken ve kendimi yakın bulduğum mücadele ekososyalizm. Siyasette de bu hat üzerinden yürümeye devam ederim elbette. Başka türlüsü kendimle çelişmek olur.
Türk siyasetinin ve demokratik hayatının geleceğinde etkili/belirleyici olacak isimler arasında kendinizi görüyor musunuz? Bu manada başka hangi isimlerin etkili olacağını düşünüyorsunuz?
Sevgili İsmail Küçükkaya, önemli olan benim gelecekte kendimi nerede gördüğüm değil. Halk kimi nerede görmek istiyorsa ona şans tanır, karar verici olan halktır. Bu anlamda halk kime görev verir, şans tanır bilemem ama kime artık şans tanımayacağını rahatlıkla söyleyebilirim: Tayyip Erdoğan, Devlet Bahçeli, Mustafa Destici, Doğu Perinçek, Önder Aksakal ve benzerlerine Türkiye’nin geleceğinde yer yok artık.
HDP, Yeşil Sol Parti çatısı altında seçime girme kararı aldı ve aday çıkarmayacağını açıkladı. Ancak partiden bugüne kadar imalarda bulunulsa bile resmi olarak ‘adayımız Kemal Kılıçdaroğlu’dur’ ifadesi kullanılmadı. Sizce HDP neden bu konuda neden çekingen davranıyor?
Çekingen davranmaktan çok, zamanlama konusu sanırım. Bayramdan sonra, desteklenecek adayın açıklanacağı duyuruldu zaten.
Siyasi mücadelenizin yanında etkin bir hukuki mücadele de yürüttüğünüzü de düşünüyorum. AİHM’in iktidarın sizin tutuklamaya gerekçe yaptığı iddialarla ilgilenmediği onun yerine sizi cezaevine tutarak siyasi faaliyetlerinizi engellemeye çatıştığına yönelik tespiti var. Bu tespit sizin aday olduğunuz bir önceki Cumhurbaşkanlığı seçimini de içeriyor. Şu an ki cumhurbaşkanlığı seçim süreci ile sizin aday olduğunuz süreç arasında ne tür farklar ya da benzerlikler görüyorsunuz?
Sizin de gazeteci olarak çok yakından takip ettiğiniz gibi bu yedi yıllık rehinelik sürecinde iki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bir de Anayasa Mahkemesi kararıyla haksız tutuklu olduğuma, delilsiz tutuklanıp siyasi amaçlarla yargılandığıma karar verildi. Ama her seferinde Erdoğan’ın açık talimatıyla bu kararlar yok sayıldı, uygulanmadı.
Şu anda yargının durumu gerçekten içler acısı. Durum, 2018’de Cumhurbaşkanı adayı olduğumdan çok daha kötü durumda. Savcı ve yargıç cübbesi giymiş bazı tipler neredeyse kürsüden “Yaşasın Erdoğan, Heil Erdoğan!” deme noktasına geldiler ki, artık tuzun koktuğu noktadayız. Fakat bugünler geçecek ve gerçek suçlular, bu dönemin bütün zalimleri, hırsızları, katilleri, bağımsız yargı önünde mutlaka hesap verecek. Buna hem inanıyor hem de bunun için zaten yoğun bir mücadele yürütüyoruz ve elbette kazanacağız!
Özellikle genç Kürt seçmenlere, kavgadan şiddetten siyasi çekişmelerden ve Kürt milliyetçiliğinden de Türk milliyetçiliğinden de bıkmış huzur, refah , barış, iş aş arayan genç seçmene “sözünüz “ ne olur?
Burada Türk ve Kürt milliyetçiliği tartışmalarına girmeyeceğim ama ikisinin aynı kategoride ele alınması tarihsel gelişimleri de güncel sonuçları açısından da doğru değil. Bana bir tane Kürt Bahçeli, Kürt Ümit Özdağ, Kürt Destici veya Kürt Oğan gösterebilirseniz ben de bu tartışmadan kesinlikle uzak duracağım. Ama sizin niyetinizin de bu kıyaslama olmadığından hareketle şunları söyleyebilirim:
Evet, gençler huzur, barış ve refah istiyor. Siyasetten somut çözümler bekliyorlar, haklı olarak. Bunun da yolu demokrasiyi devletin, toplumun ve bireyin temel ilkesi haline getirmekten geçiyor. Demokrasiyi seçimlerden ibaret gören anlayış yerine halkın, bireylerin; yönetimde günlük denetim, karar ve söz yetkilerinin olduğu, protesto hakkının özgürce kullanılabildiği, medyanın sınırsız özgürlükle çalışabildiği bir ortam sağlamak gerekir. Bu ortam yaratılmazsa çözümler gökten kendiliğinden inmez.
Dolayısıyla her genç arkadaşım kendini siyasetin öznesi gibi görmeli, çözümün anahtarının kendisi olduğu gerçeğiyle hareket etmeli ve bir liderden beklenti içinde, pasif konumda olmamalı bence. Bunun için de partilerde, sendikalarda, odalarda, dernek veya çeşitli platformlarda mutlaka örgütlü mücadelenin parçası haline gelmeli. Örgütlü toplum yoksa demokrasi de yoktur, iş, aş, huzur da yoktur. Ve elbette seçecekleri mücadele yöntemi şiddetten uzak sivil, siyasi mücadele olmalı ve öyle kalmalıdır.
Söyleşinin tamamı için TIKLAYIN