Dünya Sağlık Örgütü 3. Seviye Acil Durum İlan Etti

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Türkiye ve Suriye’de binlerce kişinin hayatını kaybetmesine neden olan Kahramanmaraş Pazarcık ve Elbistan merkezli 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki depremler nedeniyle ‘3. Seviye Acil Durum’ ilan edildiğini açıkladı.

Haber Merkezi / Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Avrupa Direktörü Dr. Hans Kluge, dün gerçekleşen DSÖ Yönetim Kurulu’na Türkiye ve Suriye depremi ile ilgili bilgilendirme sunumunda yaptığı açıklamada, “Kendi hayatları tehlikedeyken müdahale eden Gaziantep’teki saha ofisimizdeki DSÖ personeli de dahil olmak üzere ilk müdahale ekiplerini takdir ve takdirle karşılıyorum” dedi.

Hans Kluge, DSÖ Avrupa’nın ekiplerinin Gaziantep, Ankara ve İstanbul’da faaliyet gösterdiğini belirterek “Hayat kurtarmak için dikkate değer bir müdahale operasyonu başlatan Türk yetkililerini takdir ediyorum. Muazzam bir dayanışma gösteren Üye Devletlere teşekkür ederim. Uluslararası toplumu desteğini artırmaya devam etmeye, Türkiye Hükümeti ve DSÖ ile tam koordinasyon sağlamaya davet ediyorum” diye konuştu.

DSÖ’nün 3. Seviye Acil Durumu, en yüksek acil durum olarak değerlendirilmektedir ve DSÖ’nün kurum çapındaki varlıkların seferber edilmesi anlamına geliyor.

3. Seviye Acil Durumu nedir?

DSÖ’nün 3. seviye acil durumu, en yüksek acil durum olarak değerlendiriliyor. Bu seviye DSÖ’nün kurum çapındaki varlıkların seferber edilmesi anlamına geliyor.

DSÖ görevleri

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), (İngilizce: World Health Organization, WHO) Birleşmiş Milletler’e bağlı olan ve toplum sağlığıyla ilgili uluslararası çalışmalar yapan örgüttür.

Sağlık alanında uluslararası nitelik taşıyan çalışmalarda yönetici ve koordinatör makam sıfatıyla hareket etmek.

BM, İhtisas Kuruluşları, sağlık idareleri, meslek grupları ve uygun görülecek diğer örgütlerle fiili bir iş birliği kurmak ve sürdürmek.

Hükümetlere, istek üzerine, sağlık hizmetlerinin güçlendirilmesi için yardım yapmak.

Uygun teknik yardım yapmak ve acil durumlarda, hükûmetlerin istekleri ya da kabulleri ile gereken yardımı yapmak.

BM’in isteği üzerine, manda altındaki ülkelerin halkı gibi özelliği olan topluluklara sağlık hizmetleri götürmek ve acil yardımlar yapmak ya da bunların sağlanmasına yardım etmek.

Epidemiyoloji ve istatistik hizmetleri de dahil olmak üzere gerekli görülecek idari ve teknik hizmetleri kurmak ve sürdürmek.

Epidemik, pandemik vb. hastalıkların ortadan kaldırılması yolundaki çalışmaları teşvik etmek ve geliştirmek.

Gerektiğinde diğer İhtisas Kuruluşları ile iş birliği yaparak kazalardan doğan zararları önleyebilecek önlemlerin alınmasını teşvik etmek.

Gerektiğinde diğer İhtisas Kuruluşları ile iş birliği yaparak, beslenme, mesken, eğlence, ekonomik ve çalışma koşullarının ve çevre sağlığı ile ilgili diğer bütün unsurların iyileştirilmesini kolaylaştırmak.

Sağlığın geliştirilmesine katkıda bulunan bilim ve meslek grupları arasında iş birliğini kolaylaştırmak.

Uluslararası sağlık sorunlarına ilişkin sözleşmeler, anlaşmalar ve tüzükler teklif etmek, tavsiyelerde bulunmak ve bunlardan dolayı Örgüt’e düşebilecek ve amacına uygun görevleri yerine getirmek.

Ana ve çocuk sağlığı ve refahı lehindeki hareketleri geliştirmek, ana ve çocuğun tam bir değişme halinde bulunan bir çevre ile uyumlu halde yaşamaya olan kabiliyetlerini artırmak.

Ruh sağlığı alanında özellikle insanlar arasında uyumlu ilişkilerin kurulmasına ilişkin her türlü faaliyetleri kolaylaştırmak.

Sağlık alanında araştırmaları teşvik ve rehberlik etmek.

Sağlık, tıp ve yardımcı personelin öğretim ve yetiştirilme normlarının iyileştirilmesini kolaylaştırmak.

Gerekirse diğer ihtisas kuruluşları ile iş birliği yaparak kamu sağlığı, hastane hizmetleriyle sosyal güvenlik de dahil koruyucu ve tedavi edici tıbbi bakıma ilişkin idari ve sosyal teknikleri incelemek ve tanıtmak.

Sağlık alanında her türlü bilgi sağlamak, tavsiyelerde bulunmak ve yardımlar yapmak.

Sağlık bakımından aydınlatılmış bir kamuoyu oluşumuna yardım etmek.

Hastalıkların, ölüm nedenlerinin kamu sağlığı uygulama metotlarının uluslararası nomanklatürlerini tayin etmek ve ihtiyaca göre yeniden gözden geçirmek.

Teşhis yöntemlerini gerektiği kadar standart hale getirmek.

Yiyeceklere, biyolojik, farmasötik ve benzeri ürünlere ilişkin uluslararası normlar geliştirmek, kurmak ve bunların kabulünü teşvik etmek.

Genel olarak Örgüt’ün amacına ulaşmak için gereken her önlemi almak.

Paylaşın

DSÖ’den Depremlerde Can Kaybı Sekiz Kat Artabilir Uyarısı

Başta Kahramanmaraş, Hatay, Osmaniye, Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Malatya ve Adana başta olmak üzere Suriye’nin kuzey bölgesini etkileyen depremlere ilişkin açıklama yapan Dünya Sağlık Örgütü (WHO), depremlerde can kaybının sekiz kat artabileceği uyarısında bulundu.

Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO), Avrupa’dan sorumlu kıdemli acil durum yetkilisi Catherine Smallwood, haber ajansı AFP’ye yaptığı açıklamada, “Daha fazla çökmenin meydana gelme potansiyeli devam ediyor, bu nedenle genellikle ilk rakamların sekiz kat arttığını görüyoruz” dedi.

Smallwood, “Depremlerde her zaman aynı şeyi görüyoruz, ne yazık ki ölen ya da yaralanan insanların sayısına ilişkin ilk raporlar takip eden hafta içinde oldukça önemli ölçüde artıyor” ifadelerini kullandı.

Depremlerin yaşandığı bölgede, kış ortasındaki dondurucu soğuklar ve kar fırtınası kurtarma çalışmalarını daha da zorlaştırdı ve evsiz kalanları riske attı.

WHO yetkilisi Smallwood, “Evlerine geri dönemeyen diğer insanlar için toplu ortamlarda buluşma ve toplanma söz konusu olacak. Bu da eğer ihtiyaçları doğru bir şekilde karşılanmazsa, ısıtma olmazsa ve aynı zamanda aşırı kalabalık yaşanırsa, belirli riskler oluşturacaktır” diye konuştu.

Smallwood, bu risklerden birinin de solunum yolu virüslerinin dolaşımı olduğunu belirtti.

Deprem Grönland’a kadar hissedildi

Türkiye dünyanın en aktif sismik bölgelerinden birinde yer alıyor ve son deprem, 1999 yılında 17 binden fazla insanın ölümüne neden olan Gölcük Depremi’nde kırılan Kuzey Anadolu fay hattının tam karşısında yer alan Doğu Anadolu fayı boyunca meydana geldi.

Danimarka ve Grönland Jeoloji Araştırmaları’ndan sismolog Tine Larsen AFP’ye yaptığı açıklamada, depremin Grönland’a kadar hissedildiğini söyledi.

Larsen, depremin birkaç dakika içinde Grönland’ın doğu kıyısında da hissedildiğini ve çok sayıda artçı sarsıntının meydana geldiğini kaydetti.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Son Sekiz Haftada Kovid 19 Nedeniyle 170 Binden Fazla Kişi Öldü

Son sekiz haftada yeni tip koronavirüs (Kovid 19) nedeniyle 170 binden fazla kişinin hayatını kaybettiği duyuruldu. Ayrıca bu ölümlerin sadece raporlanan ölümler olduğu gerçek rakamların ise bundan daha fazla olduğu belirtildi.

Kırılgan sağlık sistemlerinin grip ve diğer hastalıkların yanı sıra, Kovid 19’un yüküyle başa çıkmakta zorlandığı da dile getirildi.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus, küresel sağlık durumuyla ilgili değerlendirmelerde bulundu.

İleri Haber’in aktardığına göre, geçen yıl aralık ayının başından bu yana Kovid 19 kaynaklı haftalık ölümlerde yaşanan artışa dikkati çeken Ghebreyesus, “Son sekiz haftada 170 binden fazla kişi Kovid 19 nedeniyle yaşamını yitirdi. Bunlar sadece raporlanan ölümler, gerçek rakamlar bundan daha fazla” dedi.

DSÖ’nün en yüksek alarm seviyesi olan ‘Uluslararası Halk Sağlığı Acil Durumu’nu ilan etmelerinin üzerinden üç yıl geçtiğini aktaran Ghebreyesus, bu hafta Covid-19 Acil Durum Komitesi’nin, virüsle ilgili durumun halen küresel bir acil durum teşkil edip etmediğini tartışmak için toplanacağını söyledi.

Ghebreyesus, “Acil Durum Komitesinin tavsiyesini önceden almayacağım ancak birçok ülkede durum ve Kovid 19 nedeniyle artan ölümler beni endişelendiriyor. Salgının ilk başladığı üç yıl öncesine göre çok daha iyi durumda olsak da, salgına karşı küresel kolektif tepki bir kez daha baskı altında” dedi.

‘Virüs öldürmeye devam edecek’

Çok az sayıda kişinin, özellikle yaşlıların, yeterli seviyede aşılandığına değinen Ghebreyesus, birçok kişinin hatırlatma dozlarını almadığını belirtti.

Kırılgan sağlık sistemlerinin grip ve diğer hastalıkların yanı sıra, Kovid 19’un yüküyle başa çıkmakta zorlandığını da dile getiren Ghebreyesus, şöyle devam etti:

“Mesajım açık, bu virüsü hafife almayın, bizi şaşırttı ve şaşırtmaya devam edecek. Sağlık araçlarını ihtiyacı olan kişilere ulaştırmazsak ve yanlış bilgilerle kapsamlı olarak mücadele etmek için daha fazlasını yapmazsak virüs öldürmeye devam edecek.”

Paylaşın

Dünya Sağlık Örgütü’nden Şurup Ölümleri Soruşturması

Şurupların çocuklar için tıbbi olarak gerekli olup olmadığına ya da ne zaman gerekli olduğuna dair kanıtları gözden geçiren Dünya Sağlık Örgütü (WHO), üç ülkede 300’den fazla çocuğun ölümüne neden olduğu tahmin edilen öksürük şurupları ve ilaç tedarikçileriyle ilgili soruşturma başlattı.

Akut böbrek rahatsızlığı nedeniyle çocuk ölümleri ilk olarak Temmuz 2022’de Gambiya’da başlamış, bunu Endonezya ve Özbekistan’daki vakalar izlemiştir. WHO, ölümlerin çocukların yaygın hastalıklar için aldıkları ve dietilen glikol veya etilen glikol gibi bilinen zehirli maddeleri içeren reçetesiz öksürük şuruplarıyla bağlantılı olduğunu açıklamıştı.

Şuruplarda “kabul edilemez seviyede” zehirli maddeler bulunduğunu belirten örgüt, Hindistan ve Endonezya’daki altı üreticinin ölümlerle bağlantılı ilaçları üretmek için kullandıkları belirli hammaddeler ve şirketlerin bunları aynı tedarikçilerden temin edip etmedikleri hakkında daha fazla bilgi talep etti.

Reuters haber ajansının ismi açıklanmayan bir yetkiliye dayandırdığı haberde Dünya Sağlık Örgütü, ailelere genel olarak çocuklar için öksürük şuruplarının kullanımını yeniden değerlendirmelerini tavsiye edip etmemeyi değerlendiriyor. WHO uzmanları, şurupların çocuklar için tıbbi olarak gerekli olup olmadığına ya da ne zaman gerekli olduğuna dair kanıtları da gözden geçiriyor.

WHO bugüne kadar Hindistan ve Endonezya’da şurupları üreten altı ilaç üreticisi firmayı tespit etti. Bu üreticiler şimdiye kadar ya soruşturma hakkında yorum yapmayı reddetti ya da zehirli maddeleri ilaçlarda kullandıklarını inkar etti.

WHO Sözcüsü Margaret Harris, örgütün çalışmalarının ayrıntıları hakkında daha fazla yorum yapmadan, “Bu konu bizim için en yüksek önceliğe sahip. Önlenebilir bir şeyden daha fazla çocuk ölümü görmek istemiyoruz” dedi.

Soruşturma 4 ülkeye daha genişletildi

BM’ye bağlı Dünya Sağlık Örgütü’nden dün yapılan açıklamada, öksürük şuruplarındaki potansiyel dietilen glikol ve etilen glikol kontaminasyonuna ilişkin soruşturmanın aynı ilaçların satışta olabileceği dört ülkeyi daha kapsayacak şekilde genişlettiğini duyurdu. Bu ülkeler, Kamboçya, Filipinler, Doğu Timor ve Senegal olarak sıralandı.

WHO, Maiden Pharmaceuticals ve Marion Biotech adlı iki Hintli üretici tarafından üretilen öksürük şurupları için Ekim 2022’de ve bu ayın başlarında özel uyarılar yayınlamıştı. Şurupların Gambiya ve Özbekistan’daki ölümlerle bağlantılı olduğu belirtildi ve uyarılarda insanlardan bunları kullanmayı bırakmaları istendi.

Maiden ve Marion’un üretim tesislerinin her ikisi de kapatıldı. Hindistan hükümetinin Aralık ayında yaptığı testlerde Maiden’ın ürünlerinde herhangi bir sorun bulunmadığını açıklamasının ardından Maiden şimdi yeniden açılmaya çalışıyor.

Paylaşın

Dünya Sağlık Örgütü: Trans Yağlar Her Yıl 500 Bin Ölüme Neden Oluyor

Birçok gıdada bulunan trans yağların tamamen ortadan kaldırılması çağrısını yineleyen Dünya Sağlık Örgütü (WHO), her yıl en az 500 bin insanın erken ölümünden sorumlu olduğunu bildirdi.

Türkiye’de trans yağ kullanımı yasak değil ancak Dünya Sağlık Örgütü’nün çözüm politikaları ışığında 100 gram yağ başında 2 gram trans yağ ile sınırlı.

WHO, trans yağları ortadan kaldırma politikalarının çoğunun başta Amerika ve Avrupa olmak üzere yüksek gelirli ülkelerde uygulandığını ve giderek artan sayıda orta gelirli ülkenin de bunu takip ettiğini bildiriyor.

Endüstriyel olarak üretilmiş trans yağlar, paketlenmiş ürünlerde, unlu mamullerde, yemeklik yağlarda ve sürülebilir gıdalarda yaygın olarak bulunuyor.

WHO, 5 milyar kişinin bu toksik kimyasala maruz kaldığını ve bunun da kalp hastalıkları ve ölüm riskini arttırdığını bildiriyor.

Resolve to Save Lives (Hayat Kurtarmak İçin Kararlılık) adlı halk sağlığı girişiminin başkanı Tom Frieden, küresel çapta trans yağların gıdalardan çıkarılmasının 2040 yılına kadar kalp-damar hastalıklarından kaynaklanan 17 milyon ölümü önleyebileceğini söyledi.

Frieden ayrıca, “gıda tedarikinde geçerli bir kullanımı olmayan ve ortadan kaldırılması gereken toksik bir kimyasal olarak” nitelediği yapay trans yağı, doymuş yağdan ayırmanın önemli olduğunu belirtti.

Doymuş yağın, birçok gıda grubunun doğal bir parçası olduğunu ve kimsenin yasaklamayı teklif etmediğini belirten Frieden, “Basitçe ifade etmek gerekirse, yapay trans yağı beslenmenin sigara ürünü olarak düşünün. Hiçbir değeri yok” dedi.

Dünya Sağlık Örgütü’nün, trans yağın 2023 yılında küresel olarak ortadan kaldırılması hedefini 2018’de belirlemişti. Son beş yılda ilerleme kaydedildi.

Örgütün belirlediği ve belirli kriterlere bağlı olan çözüm uygulamaları da endüstriyel olarak üretilen trans yağlara karşı iki seçenek sunuyor. Birincisi tüm gıdalarda 100 gram toplam yağ başına 2 gram endüstriyel olarak üretilen trans yağın zorunlu ulusal sınır olması. İkincisi de tüm gıdaların malzemesi ve önemli bir trans yağ kaynağı olan hidrojenize yağların üretiminin veya kullanımının ulusal olarak yasaklanması.

WHO, gıdalarda trans yağla mücadele için şu anda 43 ülkenin, en iyi çözüm modellerini hayata geçirdiğini ve böylece 2,8 milyar kişiyi kalp hastalığı ve ölümden koruduğunu söylüyor.

Türkiye’de trans yağ kullanımı yasak değil ancak Dünya Sağlık Örgütü’nün çözüm politikaları ışığında 100 gram yağ başında 2 gram trans yağ ile sınırlı.

Örgüte göre şu anda, trans yağ alımının neden olduğu kalp damar hastalığı ölümlerinin tahmini oranının en yüksek olduğu 16 ülkeden 9’unun çözüm uygulamaları bulunmuyor. Bu ülkeler Avustralya, Azerbaycan, Butan, Ekvator, Mısır, İran, Nepal, Pakistan ve Güney Kore.

Ancak Frieden’e göre hala 5 milyar kişi, trans yağın sağlığı bozan etkilerine karşı risk altında. Frieden, hükümetlerin WHO’nun oluşturduğu çözüm politikalarını hayata geçirerek, bu önlenebilir ölümleri durdurabileceğini söyledi.

Başta Meksika, Nijerya ve Sri Lanka olmak üzere birçok ülke, WHO’nun bu hayat kurtarıcı politikalarını uygulamaya çok yakın. Tom Frieden’a göre, tek ihtiyaçları olan şey “bitiş çizgisini aşmaları” için basit bir itici güç.

Frieden, “Bir ülkedeki kazanımlar diğer ülkeleri de harekete geçmeye teşvik edebilir. Hindistan, Bangladeş ve Filipinler gibi liderlerin tüm Güney ve Güneydoğu Asya bölgesi için örnek teşkil etmesini ve trans yağları yasaklayan Güney Afrika ile birlikte Nijerya’nın da Afrika için bir lider olmasını umuyoruz” diye konuştu.

Friedan, deneyimlerin endüstrinin uyum sağlayabileceğini, yenilik yapabileceğini ve trans yağ yerine sağlıklı alternatifler koyabileceğini gösterdiğini söyledi. Zehirli bir ürünü üretmeye devam edenler sadece birkaç büyük şirketten ibaret.

Friedan, bu şirketlerin trans yağın günlerinin sayılı olduğunu gördüklerinde harekete geçmelerini bekliyor.

(Kaynak: VOA Türkçe)

Paylaşın

Dünya Sağlık Örgütü’nden ‘Antibiyotik Direnci’ Uyarısı

İlaçların belirli bir dozda oluşturduğu etkinin aynı dozda tekrarlayan kullanımlarından sonra azalması veya aynı etkiyi oluşturmak için daha yüksek dozda kullanılmalarının gerekliliği, ilaç etkisine karşı direnç gelişimi antibiyotik direnci, olarak tanımlanmaktadır.

Antibiyotiklerin yanlış ya da fazla kullanımının sonuçları Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından açıklanan raporla gözler önüne serildi. Koronavirüs salgınının ilk yılı olan 2020’de 87 ülkeden toplanan veriler, kan dolaşımı enfeksiyonlarına neden olan bakterilerde ilaç direncine karşı artış olduğunu ortaya koydu.

Antibiyotiklerin aşırı ve/veya yanlış kullanımı mikropların birçok tedaviye karşı dirençli hale gelmesine neden olurken, bu duruma alternatif tedavi yöntemlerinin azlığı ise endişeye neden oluyor.

DSÖ uzmanı Catharina van Weezenbeek, “Antibiyotik direnci, hem halk sağlığı hem de dünya ekonomisi için küresel bir tehdittir” ifadelerini kullandı. Raporda hastanelerde hayati tehlike yaratan kan dolaşımı hastalıklarına neden olan bakterilerde yüzde 50’nin üzerinde oranlarda direnç tespit edildiği ve bu tür hastalıkların da “son çare” olarak antibiyotikle tedavi edildiği belirtildi.

Antibiyotik direnci en fazla ölüme neden oluyor

Bu yıl yayımlanan başka bir araştırma 2019 yılında antibiyotik direnci nedeniyle 1,2 milyon kişinin bakteriyel enfeksiyonlar nedeniyle yaşamını yitirdiğini ortaya koydu. Avrupa’da her yıl 35 bin kişinin antibiyotik direnci nedeniyle yaşamını yitirdiği belirtilirken, Almanya’da bu rakamın yılda 2 bin 500 civarında olduğu belirtiliyor. Buna göre antibiyotik direnci dünya genelinde HIV/AIDS ve sıtmadan daha fazla ölüme sebep oluyor.

Antibiyotiklerin dizginlenemeyen kullanımının sınırlandırılması için ortak bir çaba olsa da antibiyotikler konusunda yeni araştırmaların hızı hala çok düşük.

Bir antibiyotiği onaylatmak için harcanan çaba, maliyet ve zaman; sınırlı yatırım getirisi ve ilaca karşı direnç oluşmaması için mümkün olduğunca az kullanılmak üzere tasarlanması nedeniyle ilaç üreticileri için cazip değil.

Sonuç olarak antibiyotik üretiminin aslan payı birkaç küçük biyofarmakoloji laboratuvarında yapılıyor. 1980’li yıllarda 20 olan antibiyotik üreten büyük ilaç şirketi sayısı bugün çok azaldı.

DSÖ raporunun yazarları bu dönemde antibiyotik direncindeki artışın arkasındaki nedenleri tespit etmek ve pandemi sırasında antibiyotiklerin aşırı kullanımıyla ne ölçüde bağlantılı olduğunu ortaya çıkarmak için daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulduğunu söyledi.

Antibiyotik direnci tanımı ve algısı

İlaçların belirli bir dozda oluşturduğu etkinin aynı dozda tekrarlayan kullanımlarından sonra azalması veya aynı etkiyi oluşturmak için daha yüksek dozda kullanılmalarının gerekliliği, ilaç etkisine karşı direnç gelişimi olarak tanımlanmaktadır. Aynı durum, etki mekanizması vücutta hastalık oluşturan patojenleri öldürmek veya baskılamak olan ilaçlar (antibiyotikler, antineoplastikler) için geçerli olduğunda, ilaca dirençli patojenlerden bahsedilir.

Bakterilerde antibiyotiklere karşı direnç gelişiminden sorumlu olan genler spontan ya da indüklenen mutasyonlarla veya direnç genlerinin başka bakterilerden transfer edilmesiyle kazanılmaktadır. Antibiyotiklere maruziyet durumunda bu direnç genleri, bu genleri taşıyan bakterilerin hayatta kalma şansları daha fazla olduğu için, doğal olarak seçilmekte ve bu genleri taşıyan bakterilerin ekosistemde kapladığı yer artmaktadır.

Antibiyotiklere karşı direnç gelişimi, antibiyotiklerin keşif sürecinin ilk zamanlarından itibaren bilinmektedir. Zira penisilini keşfeden Alexander Fleming, 1945 yılında Nobel ödülünü alırken yaptığı konuşmasında, laboratuvar ortamında mikroorganizmaların kendilerini öldürmeye yetmeyen dozlarda penisiline belirli bir süre maruz kalmaları durumunda penisilin direnci kazanacaklarını ve aynı durumun vücutta da geçerli olduğunu söylemiştir.

Doğada antibiyotik direnç genlerinin varlığının kökeninin incelenmesine yönelik çalışmalar bu genlerin ve dolayısıyla bakterilerde gözlenen antibiyotik direncinin insanların tedavi amaçlı olarak antibiyotikleri kullanmaya başlamalarından çok daha önce de var olan doğal bir fenomen olduğunu göstermektedir. Doğada antibiyotik varlığının antibiyotiklerin keşfinden çok daha önce de mevcut olduğu düşünüldüğünde bunun beklenilen bir durum olduğu kabul edilebilir.

Günümüzde antibiyotik direnç mekanizmaları bakterilerin evrimsel sürecinin bir parçası olarak kabul edilmektedir. Buna göre, antibiyotik direncinin hep var olduğu gibi her zaman da var olacağı ve etkisine direnç olmayan bir antibiyotiğin olmadığı ve olmayacağı öngörülmekte ve antibiyotik direnciyle mücadele planının bu varsayım üzerinden gerçekleştirilmesi gerektiği kabul edilmektedir.

Ayrıca, klinik açıdan önem taşıyan direnç mekanizmaları ve dirençli bakteri türlerinin zaman içinde değişiklik gösterebileceği düşünülmektedir. Bu nedenler, belirli aralıklarla yeni antibiyotiklerin üretilmesinin; bu antibiyotiklerin belirli direnç mekanizmalarına spesifik olmalarının ve kullanımlarının bu durumlarla sınırlı olmasının gerektiğini düşündürmektedir.

Son yıllarda yapılan çalışmalar belirli bir bakterideki çoklu ilaç direncinin yanısıra, tüm bakterilerdeki direnç faktörlerinin toplamından oluşan ve “rezistom” adı verilen direnç havuzu kavramına yer vermektedir. Bu havuzdaki bakteriler sadece patojen bakterileri değil patojen olmayan bakterileri de kapsamaktadır.

Bu yaklaşım değişikliğinin altında yatan sebep, bakterilerin direnç genlerini horizontal olarak farklı bakteri türlerine aktarabilmeleridir. Rezistomun daha iyi anlaşılmasının, sadece içinde bulunulan zamanda klinik açıdan önem taşıyan direnç mekanizmalarına yönelik değil, gelecekte önem kazanabilecek yeni direnç mekanizmaları hakkında da fikir sağlayarak yeni ilaçların keşif sürecinde önemli faydalar sağlayabileceği umut edilmektedir.

Paylaşın

Avrupa’da 15 Bin Kişi ‘Aşırı Sıcaklar’ Nedeniyle Hayatını Kaybetti

2022 yılında Avrupa’da sıcak hava nedeniyle 15 bin kişinin hayatını kaybettiği duyuruldu. Üç aylık yaz döneminde yetkililerin DSÖ’ye sunduğu verilere göre İspanya’da yaklaşık 4 bin, Portekiz’de binden fazla, Birleşik Krallık’ta 3 bin 200’den fazla ve Almanya’da da yaklaşık 4 bin 500 kişi sıcaklar nedeniyle yaşamını yitirdi.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Avrupa Bölge Direktörü Hans Kluge, Mısır’ın Şarm el-Şeyh kentinde düzenlenen BM iklim zirvesi dolayısıyla yaptığı açıklamada, iklim değişikliğinin insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerine dikkat çekti.

Avrupa’da geçen yaz insan sağlığını olumsuz etkileyen sıcak hava dalgalarına, kuraklık ve orman yangınlarına tanık olunduğunu belirten Kluge, Avrupa Birliği’nin iklim değişikliğini gözlemleyen kuruluşu Copernicus’a göre, 2022 yazının bugüne kadar kaydedilen en sıcak yaz olduğunu hatırlattı.

DSÖ Avrupa Bölge Direktörü Kluge, tahminlere göre Avrupa’da sıcak hava nedeniyle 2022 yılında 15 bin kişinin hayatını kaybettiğini belirtti. Üç aylık yaz döneminde yetkililerin DSÖ’ye sunduğu verilere göre İspanya’da yaklaşık 4 bin, Portekiz’de binden fazla, Birleşik Krallık’ta 3 bin 200’den fazla ve Almanya’da da yaklaşık 4 bin 500 kişi sıcaklar nedeniyle yaşamını yitirdi.

Kluge, diğer ülkelerin de verileri sunması halinde, ölü sayısında artış kaydedilebileceğini ifade etti. DSÖ Avrupa Direktörü, “İklim değişikliği bizi şimdiden öldürüyor, ama bugün harekete geçmek bu ölümlerin sürmesini engelleyebilir” dedi.

Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) ile Avrupa Birliği’nin (AB) iklim değişikliğini gözlemleme kuruluşu Copernicus tarafından geçen hafta açıklanan bir raporda, son 30 yılda Avrupa kıtasındaki hava sıcaklıklarının dünya ortalamasına kıyasla iki kat fazla arttığı belirtilmişti.

Rapora göre, 1991 yılından 2021’e kadar Avrupa’daki hava sıcaklıkları her on yılda bir ortalama 0,5 derece artış gösterdi.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Dünya Sağlık Örgütü: Pakistan Çöküşün Eşiğinde

Pakistan’da 14 Haziran’dan bu yana etkili olan muson yağmurlarının yıkıcı etkisine dair bir açıklama yapan Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), ülkede sekiz milyon insanın tıbbi yardıma muhtaç olduğunu belirtti.

Dünya Sağlık Örgütü Doğu Akdeniz Bölgesi Acil Durum Direktörü Rick Brennan Cenevre’de gazetecilere yaptığı açıklamada Pakistan’ın “çöküşün eşiğinde” olduğunu söyledi.

Muhtaç durumdakilere yardım için Dünya Sağlık Örgütü’ne 81 milyon dolar tahsis edildiğini belirten Brennan, Birleşmiş Milletler’in (BM) Pakistan için öngördüğü 816 milyon euroluk toplam yardımın şimdiye kadar sadece yüzde 16’sının toplanabildiğini ifade etti.

Rick Brennan, selin çekilmesiyle ülkenin sivrisinek yatağına dönüştüğünü, birçok yerde temiz içme suyu olmadığını ve lağım sularının doğru bir biçimde tahliye edilemediğine dikkat çekti. Ülkede ishal hastalığının yaygınlaştığına dikkat çeken Brennan, Temmuz ile Ekim ayı arasında 540 bin sıtma vakası kaydedildiğini söyledi.

Pakistan’da binlerce sıtma hastası yeterli tedavi görmediği için hayatını kaybediyor. Kalıcı bir biçimde yetersiz beslenen çocukların sayısı artıyor. Seller nedeniyle bir sonraki hasat döneminin nasıl olacağı da belirsizliğini koruyor. Pakistan’da hükümet ülkede açlık krizinin yaşanmasını önlemek için bu hafta içinde Rusya’dan 300 bin ton buğday sipariş etti.

En az 1606 can kaybı

Pakistan’da etkili olan muson yağmurlarından kaynaklı sellerde can kaybının en az 1606 olduğu belirtiliyor. Ölenlerin 579’u çocuk ve 325’i kadın.

Bilim insanları, bu yıl Pakistan’da yıllık yağış ortalamasının üç buçuk katı üzerinde gerçekleşen muson yağmurlarında tartışmasız bir şekilde iklim krizinin rolü olduğunu söylüyor.

Pakistan’daki sel felaketinden sonra ülkede yaşam neredeyse durma noktasına gelmişti.

Selden sonra Pakistan’da:

  • 2 milyondan fazla ev,
  • Yaklaşık 24 bin okul,
  • 1500 sağlık tesisi,
  • 13 bin kilometre yol ya hasara uğradı ya da tamamen yıkıldı.

Ülkede yıkılan diğer yapılar arasında çok sayıda köprü, otel ve baraj da var.

İklim krizini tetikleyen küresel karbon salınımında yüzde 0,8 payı olan Pakistan’ın sel felaketi sonrası karşı karşıya olduğu hasarın maliyeti 30 milyar doların üzerinde.

Bu miktar, ülkenin gayrisafi yurt içi hasılasının yüzde 10’undan fazlasına tekabül ediyor.

Muson yağmurları hakkında

Muson sözcüğü, Arapça “mevsim” sözcüğünden geliyor; yağışların mevsimlik olduğunu vurgulamak açısından bu adlandırma kullanılıyor.

Musonlar denildiğinde akla ilk olarak “Asya musonu” gelse de bunun dışında ABD’nin güneybatı kıyılarını ve Meksika’yı etkileyen Meksika musonu veya Arizona musonu da denilen Kuzeybatı Pasifik Musonu da bilinen mevsimsel yağışlar arasında.

Güney, güneydoğu ve doğu Asya’da etkili olan muson yağışları, temel olarak yaz mevsiminde Umman Denizi, Bengal Körfezi ve Hint Okyanusu’nda denizdeki havanın daha serin olması nedeniyle ısınan Asya kara kütlesinin alçak basınç alanı oluşturmasıyla, nemli hava kütlesinin denizden karaya doğru taşınması sonucu meydana geliyor.

Yaz mevsiminde Hint Okyanusu üzerinde ortalama sıcaklık 25 santigrat dereceyken, karalarda 45 dereceye kadar çıkabiliyor. Denizden karaya doğru esen rüzgarlarla taşınan dev bulut kütleleri Himalaya Dağları’na kadar olan bölgede mevsimsel yağışlara yol açıyor.

Yağışlar, Hint alt kıtası, Hindi Çini ve güneydoğu Asya ülkeleri ile Çin, Kore Yarımadası, Japonya’ya kadar olan bölgede etkili oluyor. Ancak yağışların en fazla etkilediği bölge, cephe kütlesinin kuzeydeki Himalaya Dağları ile karşılaşarak sıkıştığı Hindistan, Nepal, Butan, Bangladeş, Myanmar’ı içine alan bölge. Bu bölgede yağışlar zaman zaman on binlerce insanın evlerini terk etmesine neden olan sellere yol açıyor.

İklim krizi

Öte yandan, iklim krizi de söz konusu yağışların şiddetini ve yarattığı etkileri arttırabiliyor. Örneğin, çevre örgütü Germanwatch’ın Küresel İklim Riski verilerine göre, Güney Asya ülkesi Pakistan, halihazırda iklim krizinin sebep olduğu aşırı hava olaylarına karşı en kırılgan sekizinci ülke olma özelliği taşıyor.

İklim Değişikliği Bakanı Sherry Rehman da 6 Temmuz’da, yaşanan seller ile ilgili açıklamasında, “Bir gün yanıyorsunuz, ertesi sabah su baskınları bekliyorsunuz… Yani, Pakistan’daki durumun ne kadar ciddi olduğunu görebilirsiniz” demişti.

Paylaşın

Dünya Sağlık Örgütü: Maymun Çiçeği Vakaları Azalıyor

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), mayıs ayında dünya genelinde hızla yayılmaya başlayan, temmuz ayında zirveye çıkan maymun çiçeği vakalarının aylardır azalma eğiliminde olduğu ancak ‘zafer ilan’ etmek için henüz erken olduğunu açıkladı.

Maymun çiçeği salgınında 100 ülkede 73 binden fazla vaka tespit edildiğini ve hastalık nedeniyle 29 kişinin öldüğünü duyuran DSÖ, vakaların yüzde 90’nın eşcinsel ilişki yaşayan erkeklerde görüldüğünü kaydetti. Temmuz ayında vaka sayısı zirve yapan hastalığın özellikle Avrupa ve Kuzey Amerika’da düzenli şekilde gerilediği belirtildi.

DSÖ açıklamasında, küresel maymun çiçeği vakalarının son 7 günde önceki haftaya göre yüzde 20 düştüğü belirtildi. Ancak Güney Amerika’nın da aralarında bulunduğu bazı bölgelerde vakaların halen artmaya devam ettiği vurgulandı. Peru’da vaka oranının yüzde 7 arttığı kaydedildi.

DSÖ Başkanı Tedros Adhanom Ghebreyesus geçen hafta “Yavaşlayan bir salgın en tehlikeli salgın olabilir, çünkü bizi krizin bittiğini düşünmeye ve gardımızı düşürmeye teşvik edebilir” dedi.

AFP’ye konuşan uzmanlar ise vakaların düşmesinin ana nedeninin risk altındaki toplulukların, özellikle erkeklerle ilişki yaşayan erkeklerin davranışlarındaki değişiklik olduğunu, ancak aşılamanın da bir rol oynadığını söyledi.

Maymun çiçeği hastalığı nedir?

Maymun çiçeği, 1980’li yıllarda tamamen ortadan kalkan çiçek hastalığının bir çeşit akraba virüsü.

ABD Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezi’ne (CDC) göre, hastalık 1958’de maymun kolonilerinde keşfedildi. İnsana bulaşan ilk vaka 1970 yılında Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde (DRC) rapor edildi.

O tarihten bu yana Benin, Kamerun, Orta Afrika Cumhuriyeti, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Gabon, Fildişi Sahili, Liberya, Nijerya, Kongo Cumhuriyeti, Sierra Leone ve Güney Sudan’ın da içinde bulunduğu 11 Afrika ülkesinde bu virüs görüldü.

Belirtileri ne?

Ateş, döküntü, şiddetli baş ağrısı, sırt ağrısı, kas ağrıları, halsizlik ve şişmiş lenf düğümleri, maymun çiçeği ile ilişkili en yaygın belirtiler.

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, maymun çiçeği olan hastalarda ateşin başlamasından sonraki 1 ila 3 gün içinde deri döküntüleri görülüyor. Döküntüler daha çok yüzde yoğunlaşırken, yüze ilave olarak, avuç içi ve ayak tabanları, ağız mukozasını, cinsel organları da etkiliyor.

Maymun çiçeğinin kuluçka süresi genellikle 6 ila 13 gün olarak bilinse de DSÖ’ye göre bu süre 5 ila 21 gün arasında değişebiliyor.

Tedavisi var mı?

DSÖ’ye göre, şu anda maymun çiçeği için önerilen özel bir tedavi yok.

Çiçek hastalığına karşı aşılamanın hastalığı önlemede yaklaşık yüzde 85 oranında etkili olduğu ileri sürüldü.

2003 yılında ABD’de yaşanan yayılmada, 47 kişi hayatını kaybetmişti.

Maymun çiçeği virüsü taşıyan kişilerin çoğu hastalığı hafif atlatsa bile DSÖ’ye göre, bu virüsten ölüm oranı yüzde 11 civarında. Çocuklar ve gençlerde ölüm oranı daha fazla olabiliyor.

Nasıl bulaşıyor?

Dünya Sağlık Örgütü yetkilisi Dr. İbrahim Soce Fall, virüsün endemik olduğu ülkelerde dahi henüz nasıl bulaştığının tam olarak anlaşılamadığını, bulaşma dinamikleri açısından hâlen birçok bilinmez olduğunu açıkladı.

DSÖ bulaşma şekilleri olarak şunları saydı: “Maymun çiçeği döküntüsü olan biri tarafından kullanılan giysilere, çarşaflara veya havlulara dokunmak. Döküntülere ya da kabuklarına dokunmak. Enfekte bir kişinin öksürmesine veya hapşırmasına maruz kalmak.”

Paylaşın

2022’de Kovid 19’da Hayatını Kaybedenlerin Sayısı 1 Milyonu Geçti

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus, düzenlediği basın toplantısında, Rusya’nın işgaliyle başlayan savaşın devam ettiği Ukrayna’daki durum, Kovid 19 pandemisi ve maymun çiçeği salgını ile ilgili son gelişmeleri paylaştı.

Ghebreyesus, Kovid 19 virüsünün etkisini göstermeye başladığı 2019’un son aylarından bu yana dünyada virüs kaynaklı 6,45 milyon can kaybının görüldüğünü belirterek, “Bu hafta, yılın başından bu yana 1 milyon can kaybıyla üzücü bir dönüm nokrasını geçtik” dedi.

DSÖ Genel Direktörü, virüs kaynaklı can kayıplarını önleyecek araçların bulunmasına rağmen bu kadar ölümün kabul edilemez olduğunu söyledi.

136 ülkede aşılama oranı yüzde 70’in altında

136 ülkenin haziran sonuna kadar nüfusunun yüzde 70’ini aşılama hedefini tutturamadığını kaydeden Ghebreyesus, “Tüm hükümetlere, nüfuslarının yüzde 70’ini aşılama hedefi yolunda sağlık çalışanları, yaşlılar ve yüksek risk grubu altındaki kişileri aşılama çağrısında bulunuyoruz” dedi.

DSÖ Genel Direktörünün açıklamasına göre, henüz nüfusunun yüzde 70’ini Kovid 19’a karşı aşılayamayan ülkelerin yüzde 66’sı ise henüz nüfusunun yüzde 40’ını bile aşılayamamış durumda.

Düşük aşılama oranı bulunan ülkelerde aşılama kapasitesinin giderek arttığını ifade eden Ghebreyesus, “Daha fazlası yapılmalı. Dünya nüfusunun üçte biri, sağlık çalışanlarının üçte ikisi ve yaşlıların dörtte üçü hala aşısız durumda” değerlendirmesini yaptı.

Ghebreyesus, DSÖ üyesi ülkelere test, genom sıralaması ve aşılama kapasitelerini azaltmama çağrısını da yineledi.

Türkiye’deki durum ne?

Türkiye Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre, 8-14 Ağustos 2022 haftasında ülkede 342 kişi Kovid 19 sebebiyle hayatını kaybetti, 143 bin 88 kişinin Kovid 19 testi pozitif çıktı. Şimdiye kadarki toplam ölü sayısı 100 bin 400 iken vaka sayısı 16 milyon 671 bin 848 oldu.

Aynı verilere göre, Türkiye’de 26 Ağustos tarihi itibariyle 57 milyon 910 bin 986 kişi bir doz Kovid 19 aşısı, 53 milyon 142 bin 69 kişi iki doz ve 28 milyon 154 bin 302 kişi üç doz aşı oldu.

Paylaşın