DSÖ’den “Aspartam” Uyarısı: Ne Kadarı Zararlı?

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Beslenme ve Gıda Güvenliği Direktörü Francesco Branca, “Şirketlere (aspartam içeren) ürünleri raflardan kaldırma, tüketicilere de bunun tüketilmesine tamamen son verme çağrısı yapmıyoruz. Sadece ölçülü kullanılmasını öneriyoruz” dedi.

Sentetik yollardan üretilen yapay tatlandırıcı aspartam, diyet içecekler, hamur işi gıdalar, süt ürünleri, kahvaltı gevrekleri, şekersiz sakızlar, hazır kahveler, puding ve hazır gıdaların yanı sıra bazı ilaçlarda da kullanılabiliyor.

DSÖ’nün tahminlerine göre aspartam dünya genelinde 200 milyon insan tarafından düzenli olarak tüketiliyor. Aspartamın katkı maddesi olarak Avrupa Birliği (AB) içindeki kodu E 951.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), şeker içermeyen yapay tatlandırıcı aspartamın insan sağlığı üzerindeki etkilerine ilişkin olarak Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı (IARC), Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ve Gıda Katkı Maddeleri Ortak Uzman Komitesi’nin (JECFA) yaptığı değerlendirmeleri açıkladı.

DSÖ Beslenme ve Gıda Güvenliği Direktörü Francesco Branca, Cenevre’de yaptığı açıklamada, “Şirketlere (aspartam içeren) ürünleri raflardan kaldırma, tüketicilere de bunun tüketilmesine tamamen son verme çağrısı yapmıyoruz. Sadece ölçülü kullanılmasını öneriyoruz” dedi.

Aspartamı “insanlar için muhtemelen kanserojen (Grup 2B)” olarak sınıflandıran IARC, sınırlı kanıtlara dayandırarak, insanlarda bir tür karaciğer kanseri olan hepatoselüler karsinom ile ilgili söz konusu tespitte bulundu. Bu konuda hayvanlar üzerinde yapılan deneyler de sınırlı.

Aspartam ne kadarı zararlı?

Değerlendirmelerde aspartam kullanımının riskleri de mercek altına alındı. Veriler ışığında aspartam kullanımında günlük dozda bir değişiklik yapılmasına gerek görülmedi.

Buna göre 1981 yılından beri aspartam kullanımının günlük en fazla kilo başına 40 mg alınması önerildi. Örneğin 200 ya da 300 miligram aspartam içeren bir kutu ya da şişe içecek, 70 kilogram ağırlığındaki bir insan tarafından günde 9-14 kutudan fazla tüketilmemeli.

DSÖ yetkilisi Branca, “Sorun tüketicilerin aşırı tüketimi” diyerek arada sırada aspartam tatlandırıcı içeren içecekleri tüketenlerin tedirgin olmasına gerek olmadığını belirtti.

Branca tüketicilere şeker ve yapay tatlandırıcı tüketimini azaltma çağrısında bulunarak, “Şekerli mi yoksa yapay tatlandırıcı içeren bir içecek mi’ sorusunu soranlar üçüncü seçeneği düşünmeli: Yani su içmeyi” dedi.

Footwatch yetkilisi Wiemann ise, “Diyet kolanın sağlıklı bir içecek olarak susuzluğunu gidereceğini düşenenler, yanlış yolda” ifadesini kullandı.

Sentetik yollardan üretilen yapay tatlandırıcı aspartam, diyet içecekler, hamur işi gıdalar, süt ürünleri, kahvaltı gevrekleri, şekersiz sakızlar, hazır kahveler, puding ve hazır gıdaların yanı sıra bazı ilaçlarda da kullanılabiliyor.

DSÖ’nün tahminlerine göre aspartam dünya genelinde 200 milyon insan tarafından düzenli olarak tüketiliyor. Aspartamın katkı maddesi olarak Avrupa Birliği (AB) içindeki kodu E 951.

Bilimsel çalışmalar ne diyor?

Aspartam üzerine yıllardır geniş çaplı çalışmalar yürütülüyor. Geçen yıl Fransa’da 100 bin yetişkinin katıldığı kapsamlı bir gözlem çalışması yürütüldü. Buna göre büyük miktarlarda aspartam da dahil yapay tatlandırıcı içeren ürün tüketenlerin hafif yüksek kanser riski taşıdığını ortaya koydu.

Bu çalışmanın öncesinde, 2000’li yılların başında İtalya’daki Ramazzini Enstitüsü’ndeki başka bir çalışma da kobaylarda bazı kanserlerin aspartama bağlı olduğu sonucuna varılmıştı.

Ancak İtalya’daki çalışma, aspartamın kanser riskini yükselttiğini kanıtlamadı. Fransa’daki çalışma içinse gözlemsel olması nedeniyle sonuçları açısından yönteme ilişkin olarak yetersiz bulundu.

Hangi ürünlerde aspartam var?

Mevcut tüm kanıtları gözden geçiren düzenleyiciler tarafından dünya çapında kullanım için yetkilendirilen bir yapay tatlandırıcı olan aspartam büyük gıda ve içecek üreticileri tarafından on yıllardır kullanıyor.

ABD merkezli sağlık sitesi Healthline “diyet”, “sıfır şeker”, “sıfır ya da az kalori” diye etiketlenen ürünlere dikkat edilmesi gerektiğine işaret ediyor. Buna göre diyet, şekersiz ya da kalorisiz gazlı içecekler, dondurmalar, meyve suları, sakızlar, ketçap ve soslar, yoğurtlar, çikolata ve şekerleme ürünlerinin bir çoğu aspartam ya da başka bir yapay tatlandırıcı içeriyor.

IARC, 2015 yılı raporunda “kanserojen olması muhtemel” değerlendirmesinde bulunduğu glifosat içeren ürünlerden yabani ot öldürücü ve tarım ilaçları Alman ilaç ve kimyasal devi Bayer’i zor durumda bırakmıştı.

Paylaşın

DSÖ, Yapay Tatlandırıcı “Aspartamın” Kanserojen Olduğunu Açıklamaya Hazırlanıyor

Dünya Sağlık Örgütü’nin (WHO) kanser araştırma birimi olan Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı (IARC), birçok gıdayı tatlandırmak için kullanılan yapay tatlandırıcı “aspartamın” kanserojen olduğunu açıklamaya hazırlanıyor.

IARC kararını, yayınlanmış tüm kanıtlara dayanarak bir maddenin potansiyel bir tehlike olup olmadığını değerlendirerek alıyor ve IARC bir kişinin bir üründen ne kadarını güvenli bir şekilde tüketebileceği yönünde ise bir tavsiyede bulunmuyor.

Uluslararası Tatlandırıcılar Birliği (ISA) Genel Sekreteri Frances Hunt-Wood, “IARC bir gıda güvenliği kuruluşu değildir ve aspartamla ilgili incelemeleri bilimsel olarak kapsamlı değildir ve büyük ölçüde itibarını yitirmiş araştırmalara dayanmaktadır” dedi.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO), birçok gıdayı tatlandırmak için kullanılan yapay tatlandırıcı “aspartamın” kanserojen olduğunu açıklamaya hazırlanıyor.

Reuters haber ajansı, süreç hakkında bilgi sahibi iki kaynağa dayandırdığı haberinde, dünyanın en yaygın yapay tatlandırıcılarından birinin gelecek ay önde gelen küresel sağlık kuruluşu WHO tarafından olası kanserojen olarak ilan edileceğini ve bunun gıda endüstrisi ile düzenleyicileri karşı karşıya getirme olasılığının bulunduğunu aktardı.

Kaynaklar, Coca-Cola’nın diyet içeceğinden, bazı sakızlara ve diğer gazlı sodalara kadar birçok gıdada kullanılan aspartamın Temmuz ayında Dünya Sağlık Örgütü’nin (WHO) kanser araştırma birimi olan Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı (IARC) tarafından ilk kez “insanlar için muhtemelen kanserojen” olarak listeleneceğini söyledi.

IARC kararını, yayınlanmış tüm kanıtlara dayanarak bir maddenin potansiyel bir tehlike olup olmadığını değerlendirerek alıyor ve IARC bir kişinin bir üründen ne kadarını güvenli bir şekilde tüketebileceği yönünde ise bir tavsiyede bulunmuyor.

IARC’nin geçmişte farklı maddeler için verdiği benzer kararlar, tüketiciler arasında bu maddelerin kullanımına ilişkin endişeler yaratmış, davalara ve üreticiler üzerinde baskıya neden olmuştu.

Dünya Sağlık Örgütü ve Gıda ve Tarım Örgütü’nün Gıda Katkı Maddeleri Ortak Uzman Komitesi JEFCA, 1981’den bu yana aspartamın kabul edilen günlük limitler dahilinde tüketilmesinin güvenli olduğunu bildiriyor. Örneğin, 60 kilo ağırlığındaki bir yetişkinin risk altında olması için her gün içecekteki aspartam miktarına bağlı olarak 12 ila 36 kutu diyet soda içmesi gerekiyor. Bu görüş, ABD ve Avrupa da dahil olmak üzere ulusal düzenleyiciler tarafından geniş ölçüde paylaşılıyor.

DSÖ’nün katkı maddeleri komitesi JECFA da bu yıl aspartam kullanımını gözden geçiriyor. Toplantısına Haziran sonunda başlayan JECFA’nın bulgularını IARC’ın kararını açıkladığı gün, yani 14 Temmuz’da kamuoyuna duyurması bekleniyor.

Reuters IARC’nin aspartam kararının etkisinin büyük olabileceğine dikkat çekti. Komite 2015 yılında glifosatın “muhtemelen kanserojen” olduğu sonucuna varmıştı. Yıllar sonra, Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi (EFSA) gibi diğer kurumlar bu değerlendirmeye itiraz ederken bile, şirketler kararın etkilerini hissetmeye devam ediyor. Alman Bayer şirketi 2021 yılında, glifosat bazlı ot öldürücülerini kullandıkları için kanser olduklarını iddia eden müşterilerine tazminat ödenmesine hükmeden ABD mahkeme kararlarına karşı yaptığı üçüncü temyiz başvurusunu kaybetmişti.

IARC’nin kararları, “kaçınılması zor maddeler ya da durumlar konusunda gereksiz bir telaşa yol açtığı” için eleştirilere neden oldu. IARC, daha önce geceleri çalışmayı ve kırmızı et tüketmeyi “muhtemelen kanser yapıcı” sınıfına koymuş, cep telefonu kullanmayı ise aspartam gibi “muhtemelen kanser yapıcı” olarak değerlendirmişi.

“Araştırma kapsamlı değil” iddiası

Uluslararası Tatlandırıcılar Birliği (ISA) Genel Sekreteri Frances Hunt-Wood, “IARC bir gıda güvenliği kuruluşu değildir ve aspartamla ilgili incelemeleri bilimsel olarak kapsamlı değildir ve büyük ölçüde itibarını yitirmiş araştırmalara dayanmaktadır” dedi.

Üyeleri arasında Mars Wrigley, bir Coca-Cola birimi ve Cargill gibi markaların da bulunduğu kuruluş, “tüketicileri yanlış yönlendirebilecek IARC incelemesiyle ilgili ciddi endişeleri” olduğunu söyledi.

Aspartam yıllardır kapsamlı bir şekilde inceleniyor. Geçen yıl Fransa’da 100 bin yetişkin arasında yapılan gözlemsel bir çalışma, aspartam da dahil olmak üzere daha fazla miktarda yapay tatlandırıcı tüketen kişilerin kanser riskinin biraz daha yüksek olduğunu gösterdi.

Bu çalışma, 2000’li yılların başında İtalya’daki Ramazzini Enstitüsü’nde yapılan ve fare ile sıçanlardaki bazı kanserlerin aspartamla bağlantılı olduğunu bildiren çalışmayı takip etti. Geçtiğimiz ay WHO, tüketicilere kilo kontrolü için şeker içermeyen tatlandırıcıları kullanmamalarını tavsiye eden kılavuzlar yayınlamıştı.

(Kaynak: VOA Türkçe)

Paylaşın

Dünya Sağlık Örgütü’nden Kovid 19 Pandemisi Sona Ermedi Uyarısı

2020 yılı ocak ayından bu yana 2,2 milyon kişi yeni tip koronavirüs (Kovid 19) nedeniyle yaşamını yitirirken, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), koronavirüs pandemisinin sona ermediği uyarısını yaptı.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), gelecek tehditlere karşı üye ülkeler arasında iş birliğinin güçlendirilmesini hedefleyen plan açıkladı.

DSÖ Avrupa Ofisi, koronavirüs pandemisinin Mayıs ayından bu yana küresel acil durumstatüsünde olmadığını, ancak buna rağmen sağlığa önemli etkilerinin sürdüğünü bildirdi.

DSÖ Avrupa Bölge Direktörü Hans Kluge, koronavirüsün “sonsuza dek” olmasa da yıllar boyunca insanlığa eşlik edeceğini, ayrıca yeni mutasyonların gerçek bir risk olduğunu belirterek “Küresel acil sağlık durumu sona ermiş olabilir ama pandemi kesinlikle sona ermiş değil” dedi.

Pandemiden çıkarılan derslerin hayata geçirilmesi ve sağlık sistemlerinin gelecek şoklara hazırlanması zamanının geldiğini söyleyen Kluge, DSÖ Avrupa bölgesinde yeni sağlık tehditlerinin hızlı bir şekilde fark edilmesi, analizi ve bildirilmesi için bir geçiş planı hayata geçirdiklerini kaydetti.

Plan çerçevesinde bölge ülkelerinin sağlık ve iletişim alanında kabiliyetlerinin geliştirilmesi ve bir ağ oluşturulması hedefleniyor. Plan, üye ülkelerin pandemi hizmetlerine stratejik ve kalıcı yatırımlar yapmasını ve yeni tehditlere karşı ihtiyatlı olunmasını öngörüyor.

DSÖ Avrupa Bölgesinde, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu Avrupa ve Orta Asya’dan 53 ülke yer alıyor. DSÖ verilerine göre pandemi sırasında bölgede 270 milyonu aşkın kişi Covid-19 hastalığına yakalandı, 2020 yılı Ocak ayından bu yana 2,2 milyon kişi koronavirüs nedeniyle yaşamını yitirdi.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Dünyada Genelinde 675 Milyon İnsan Hala Elektrikten Yoksun

Büyük çoğunluğu Sahra altı Afrika’da olmak üzere dünyada 675 milyon insanın hala elektriksiz yaşadığı açıklandı. Biriken borçlar ve yüksek enerji fiyatları, elektriğe ulaşımı engelliyor.

Mevcut tahminlere göre, yeni önlemler alınmadığı takdirde 2030 yılında 1,9 milyar insan temiz pişirme yöntemlerine, 660 milyon insan ise elektriğe erişemeyecek.

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, her yıl 3,2 milyon insan, elektriksizlikten kaynaklanan kötü koşulların yarattığı hastalıklar nedeniyle ölmektedir.

Aralarında Dünya Sağlık Örgütü ve Dünya Bankası’nın da bulunduğu çeşitli kuruluşlar tarafından yayınlanan bir raporda, büyük çoğunluğu Sahra altı Afrika’da olmak üzere dünyada 675 milyon insanın elektriksiz yaşadığı belirtildi.

Bu rapora göre dünya, 2015 yılında Birleşmiş Milletler üyesi devletler tarafından kabul edilen ve 2030 yılına kadar herkes için temiz ve uygun fiyatlı enerji sağlanmasını öngören sürdürülebilir kalkınma hedefine ulaşamayacak.

Dünya Bankası Başkan Yardımcısı Guangzi Chen Salı günü yaptığı açıklamada, dünyanın “elektriği güvence altına alma konusunda küresel bir yavaşlama” ile karşı karşıya olduğunu söyledi.

Elektriksiz yaşayan insan sayısı son on yılda neredeyse yarı yarıya azalmış olsa da, 2021 yılında 675 milyon insan hala elektriksiz olacak ve bunların yaklaşık yüzde 80’i elektrik yoksunluğunun 2010’dan beri benzer şekilde devam ettiği Sahra altı Afrika’da yaşıyor olacak.

“Güvenli ve uygun fiyatlı erişim sağlamak için yapılması gereken çok iş var”

Uluslararası Enerji Ajansı İcra Direktörü Fatih Birol yaptığı ortak açıklamada, “Temiz enerjiye geçiş birçok kişinin düşündüğünden daha hızlı ilerlese de bundan mahrum olan milyarlarca insana modern enerji hizmetlerine sürdürülebilir, güvenli ve uygun fiyatlı erişim sağlamak için yapılması gereken çok iş var” dedi.

Elektrik sektöründe yenilenebilir enerjilerin kullanım oranının artırılması gibi bazı noktalarda ilerleme kaydedildi ancak bu Birleşmiş Milletler’in hedeflerine ulaşmak için yeterli değil.

Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı (IRENA) verilerine dayanan rapor, düşük ve orta gelirli ülkelerde temiz enerjiye yönelik uluslararası kamu finansman akışının Kovid-19 salgını öncesinden bu yana azaldığını gösteriyor.

Rapora göre, biriken borçlar ve yüksek enerji fiyatları, elektriğe ulaşma hedefini engelliyor.

Negatif rakamlar

Mevcut tahminlere göre, yeni önlemler alınmadığı takdirde 2030 yılında 1,9 milyar insan temiz pişirme yöntemlerine, 660 milyon insan ise elektriğe erişemeyecek.

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, her yıl 3,2 milyon insan, elektriksizlikten kaynaklanan kötü koşulların yarattığı hastalıklar nedeniyle ölmektedir.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Dünya Sağlık Örgütü’nden “Tavuk Eti” Uyarısı

Dünya Sağlık Örgütü (World Health Organization, WHO), çok fazla tavuk tüketiminin, birçok kişinin en ciddi hastalıklarından bazılarına maruz kalmasına neden olduğu konusunda uyarıda bulundu.

Haber Merkezi / DSÖ’ye göre aşırı tavuk tüketimi, dünyanın 10. önde gelen hastalığı olan antimikrobiyal dirence veya AMR’ye yol açmaktadır. Sağlık uzmanı Dr. M. Vali, birçok kişinin aşırı tavuk eti yemekten dolayı AMR’den etkilendiğini söyledi.

Günümüzde birçok işletme, tavuğu sağlıklı ve taze tutmak için tavuklara antibiyotikler vermektedir. Antibiyotikler zamanla tavukların vücudunda birikir ve bu tavukları tüketenler, tavukta biriken antibiyotikleri otomatik olarak kendi vücutlarına alırlar.

Bu durum, vücudu antibiyotiklere karşı dirençli hale getirir ve  vücut farklı nedenlerle alınan antibiyotiklere tepki vermemeye başlar.

Antimikrobiyal direnci (AMR): bakteri, virüs ve parazit gibi mikroorganizmaların onları durdurmaya yönelik çalışan bir antimikrobiyale (örneğin antibiyotik) karşı duyarsız hale gelme yeteneğidir.

Antimikrobiyal Direnç nasıl oluşur?

Bakteriler, virüsler, mantarlar ve parazitlerin; evrimsel süreçte enfeksiyon tedavisinde kullanılan ilaçlara karşı direnç mekanizmaları geliştirmesi ve var olan antimikrobiyal ilaçların zaman içerisinde tedavide etkisiz hale gelmesidir.

Antibiyotik direnci düzelir mi?

Antibiyotikler halk sağlığını koruyor ama bakteriler de antibiyotiklere gittikçe direnç geliştirerek ilaçların etkisi azalıyor. Bazı enfeksiyonlar artık tedavi edilemiyor! Dünyada her yıl 1,7 milyon insan antibiyotik direncinden hayatını kaybediyor.

Antibiyotik direnci nasıl kırılır?

Bilim insanları bunlar içinde “dedA” adlı genin bastırılmasının bakterinin antibiyotik direncini tamamen kırdığını gördü. Öte yandan araştırmacılar, E. coli’nin beta-laktam antibiyotiklerine direncinin kırılmasında da benzer genlerin bastırılmasının etkili olduğunu tespit etti.

Antibiyotik direnci testi nedir?

Kültür antibiyogram testi, antibiyotik duyarlılık testi olarak da adlandırılan ve enfeksiyon kapmış olan bir hastanın vücudunda bulunan bakterilerin hangi antibiyotiklere karşı duyarlı olduğunu belirlemek için yapılan bir testtir. Testin yapılması için virüslerin ve bakterilerin laboratuarda üretilmesi şarttır.

Paylaşın

DSÖ’den Kovid 19’un “Kıyamet Günü Varyantı” Çıkabilir Uyarısı

DSÖ Başkanı Ghebreyesus, koronavirüs pandemisinin en karanlık günlerinin tarihe geçmesine rağmen, dünyayı başlı başına değiştirme gücüne sahip bir “kıyamet günü varyantı”nın hala ortaya çıkabileceğini öne sürdü.

Dünya Sağlık Asamblesi forumunda konuşan Ghebreyesus, en tehlikeli patojenleri tespit etmek ve “İzlemek için yeni bir küresel plan ortaya koyulmalı” dedi.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), tüm ülkeleri Koronavirüs’ten (Covid-19) bile ölümcül bir hastalığa karşı hazırlıklı olmaları konusunda uyardı.

İsviçre’nin Cenevre kentinde düzenlenen Dünya Sağlık Asamblesi forumunda konuşan DSÖ Başkanı Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus, başka bir halk sağlığı krizi tehdidinin yolda olduğunu ve buna karşı şimdiden hazırlıklı olunması gerektiğini söyledi.

“Yeni hastalık ve ölüm dalgalarına neden olan başka bir varyantın ortaya çıkma tehdidi devam ediyor” diyen DSÖ Başkanı, “Bu kutuyu böyle yoldan aşağı tekmeleyemeyiz. Meseleyi erteleyemeyiz. Bir sonraki salgın kapıyı çaldığında kararlı ve toplu bir şekilde yanıt vermeye hazır olmalıyız” ifadelerini kullandı.

“Kıyamet günü varyantı”

Ghebreyesus’a göre daha da ölümcül potansiyele sahip başka bir patojenin ortaya çıkma tehdidi oldukça yüksek. 2018’de DSÖ, halk sağlığı için en büyük riski oluşturan dokuz öncelikli hastalık listesi belirlemişti.

Korona türü virüsler tedavi eksikliği veya bir pandemiye neden olma yetenekleri nedeniyle en riskli tür olarak kabul ediliyor.

Ghebreyesus, koronavirüs pandemisinin en karanlık günlerinin tarihe geçmesine rağmen, dünyayı başlı başına değiştirme gücüne sahip bir “kıyamet günü varyantı”nın hala ortaya çıkabileceğini iddia etti.

Tedros Adhanom Ghebreyesus, en tehlikeli patojenleri tespit etmek ve “İzlemek için yeni bir küresel plan ortaya koyulmalı” dedi.

Paylaşın

Kovid 19 Salgınının İlk İki Yılında 337 Milyon Yaşam Yılı Kaybedildi

Yeni tip koronavirüs (Kaovid 19) pandemisinin özellikle ilk iki yılında meydana gelen erken ölümlerin dünya genelinde 337 milyon yıllık insan ömrünün kaybedilmesine yol açtığı duyuruldu.

Yalnızca 2020 ve 2021 yıllarında fazladan ölüm oranına ilişkin verilere dayanarak Kovid 19’a bağlı ölüm sayısının 14 milyon 900 bin olduğunu tahmin ediyor.

Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ), veri işlemeden sorumlu yardımcı direktörü Samira Asma, koronavirüse yakalananların ömrünün istatistiki olarak ortalama 22 yıl kısaldığını söyledi.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), küresel sağlık hizmetlerindeki bazı olumlu gelişmelerin koronavirüs pandemisi nedeniyle gerilediği uyarısında da bulundu.

DSÖ’den yapılan açıklamada, pandeminin modern tıbbi hizmetlere ve düzenli aşılara erişim konusundaki eşitsizliği daha da derinleştirdiğine dikkat çekti. DSÖ, bu eşitsizliğin özellikle verem ve sıtma ile mücadelede görüldüğünü açıkladı.

Pandemi iyileşme görülen hastalıklarda eğilimi tersine çevirdi

DSÖ, pandeminin yıllardır iyileşmekte olan birçok göstergenin rayından çıkmasına neden olduğu uyarısında bulundu. Bu duruma yüzyılın ilk yirmi yılında, dünya anne ve çocuk sağlığındaki önemli iyileşmeler gösterildi. Söz konusu iyileşme sayesinde anne ve çocuk ölümler sırasıyla üçte bir ve yarı yarıya azalmıştı.

HIV, tüberküloz ve sıtma gibi bulaşıcı hastalıkların görülme sıklığı ve bulaşıcı olmayan hastalıklardan kaynaklanan erken ölüm riski de önemli ölçüde azaldı.

Öyle ki küresel yaşam beklentisi 2000 yılında 67 iken 2019 yılında 73’e yükseldi.

Ancak pandemi sonrasında, sağlık hizmetlerine, rutin aşılamalara ve mali korumaya erişimdeki mevcut eşitsizlikler derinleşti ve özellikle sıtma ve tüberkülozda uzun süredir iyileşen eğilimleri ters yöne çevirdi.

Bulaşıcı olmayan hastalıklar artık büyük tehdit

Yapılan açıklamada, “Bu eğilim devam ederse, bulaşıcı olmayan hastalıkların yüzyılın ortalarına kadar yıllık 90 milyon ölümün yaklaşık yüzde 86’sını oluşturacağı tahmin edilmektedir” denildi.

DSÖ Başkanı Tedros Adhanom Ghebreyesus, “Rapor, muazzam ve giderek artan bir maliyete yol açan bulaşıcı olmayan hastalıkların tehdidi konusunda çarpıcı bir mesaj veriyor” dedi.

DSÖ, tütün kullanımı, alkol tüketimi ve güvenli olmayan su ve sanitasyon dahil olmak üzere birçok sağlık riskine maruz kalmanın azalmasına rağmen bulaşıcı olmayan hastalık ölümlerinin arttığını da söyledi.

Paylaşın

Dünya Sağlık Örgütü: Kovid-19 Artık Küresel Acil Durum Değil

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Başkanı Tedros Adhanom Ghebreyesus, “Kovid 19’un küresel acil durum olmaktan çıktığını büyük bir umutla bildiriyorum” dedi. Ghebreyesus, ancak acil durum statüsünün kaldırılmasının, Kovid’in küresel bir sağlık tehdidi olarak sona erdiği anlamına gelmediğini belirtti.

Dünya Sağlık Örgütü, Çin’de 2019 sonunda ilk vakaların görülmesinden birkaç hafta sonra, 30 Ocak 2020’de en yüksek alarm düzeyine geçmişti. DSÖ Genel Direktörü’nün Mart 2020’de yeni tip koronvirüs salgınını “pandemi” olarak değerlendirmesi üzerine ülkeler durumun ciddiyetini kavrayarak, virüsün yayılmasını engellemek için önlemler almıştı.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), ülkelerin, dünya genelinde 6 milyon 900 bin can kaybına neden olan Kovid 19’da mücadeleyi diğer bulaşıcı hastalıklarla birlikte yürütmesi gerektiğini kaydetti.

DSÖ, dünyada milyonlarca kişinin ölümüne yol açan Kovid 19’un artık küresel sağlık açısından acil durum oluşturmadığını duyurdu. DSÖ Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus, gazetecilere yaptığı açıklamada “Büyük bir umutla Covid-19’un artık küresel sağlık acil durumunun sona erdiğini ilan ediyorum” dedi.

Tedros’un açıklaması, DSÖ’nün bağımsız acil durum komisyonun bu yöndeki tavsiyesi sonrasında geldi.

Bir yıldan uzun süredir pandeminin gerilediğini belirten Tedros, enfeksiyonlar ve aşı yoluyla yeni tip koronavirüse karşı bağışıklığın arttığına dikkat çekti. Tedros, “Bu eğilim birçok ülkede Kovid 19 öncesi hayata dönmeyi mümkün kıldı” şeklinde konuştu.

“Ancak bu, Kovid 19’un küresel sağlığı tehdit etmediği anlamına gelmiyor” uyarısında bulunan Tedros, geçen hafta bile her üç dakikada bir kişinin koronavirüsün neden olduğu enfeksiyon sonucu yaşamını yitirdiğini kaydetti.

Virüsün hâlâ öldürmeye ve değişmeye devam ettiğine işaret eden Tedros, tehlikeli bir varyantın ortaya çıkması halinde DSÖ’nün yeniden acil durum ilan edebileceğini ifade etti.

Tedros, hiçbir ülkenin bu duyuruyu dikkati elden bırakmak veya koronavirüsün artık bir endişe kaynağı olmadığı yönünde halka bir mesaj vermek için bir vesile olarak görmemesi gerektiğini de sözlerine ekledi.

Kovid 19 nedeniyle dünyada yaşamını yitirenlerin sayısının resmi rakamlara göre 7 milyon civarında olduğu notunu düşen Tedros, ancak tahminlere göre bu sayının en az 20 milyon olduğunu kaydetti.

WHO’nun Kovid 19 teknik ekibinin başında bulunan Maria Van Kerkhove, “Ölenleri yakmak için oluşturulan odun yığınlarını, kazılan mezarları unutamayız. Buradaki hiçbirimiz bunları unutmayacağız” dedi.

WHO Acil Durum Direktörü Michael Ryan, “Mücadele sona ermedi. Hala zafiyetlerimiz var ve bunlar, bu ya da bir başka virüsle birlikte yeniden su yüzüne çıkacak. Bunların düzeltilmesi gerekiyor” dedi.

Ryan, “Çoğu durumda pandemiler, bir sonraki pandemi başladığı zaman gerçek anlamda sona erer” dedi.

Bulaşıcı hastalık uzmanları, Kovid’in uzun vadede dünya genelinde sağlık sistemlerini zorlamaya devam edeceğini, bu zorluklardan birinin uzun Kovid olduğunu kaydediyor.

Edinburgh Üniversitesi’nden epidemiyoloji uzmanı Mark Woolhouse, “Hiç kimse bu kararı, Kovid 19’un artık bir sorun olmaktan çıktığı şeklinde algılamamalı. Bu hastalık hala ciddi bir kamu sağlığı sorunu ve öngörülebilir gelecekte de böyle olmaya devam edecek gibi görünüyor” dedi.

Paylaşın

Hamilelik Kaynaklı Komplikasyonlar Nedeniyle “Her Gün 800 Kadın” Ölüyor

Hamilelikte, doğum sırasında ya da hamileliğin sona ermesinden altı hafta sonrasına kadar meydana gelen ölümler olarak tanımlanan anne ölümleri, dünya genelinde yeniden yükselmeye başladı.

Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) konuya ilişkin son raporuna göre her gün yaklaşık 800 kadın hamilelikle ilgili komplikasyonlar nedeniyle hayatını kaybediyor.

Raporda son yıllarda Latin Amerika, Karayipler, Avrupa ve Kuzey Amerika’da anne ölüm oranlarının hızla yükseldiğine dikkat çekiliyor.

2000’den 2020’ye kadar olan dönemi kapsayan araştırmada anne ölüm oranlarının 2000’den 2020’ye kadar dünya çapında azaldığı belirtiliyor.

Dünya Sağlık Örgütü evrensel sağlıktan sorumlu genel müdür yardımcısı Dr. Anshu Banerjee, dünya genelinde tahminen 270 milyon kadının modern aile planlaması yöntemlerine erişimi olmadığının altını çiziyor.

Ölümlerin çoğun yoksul ülkelerde ve savaşın yaşandığı bölgelerde yoğunlaşıyor. Küresel anne ölümlerinin yüzde 70’e ulaştığı Sahra altı Afrika’nın büyük risk altında olduğuna dikkat çekiliyor. Bölgede 15 yaşındaki bir kız çocuğunun gebelikle ilgili nedenden ölme riski 40’ta 1.

Yemen, Suriye ve Afganistan gibi insani krizlerin yaşandığı ülkelerde, her 100 bin canlı doğumda 551 anne ölümünün gerçekleştiği belirtiyor. Bu noktada dünya ortalaması ise 100 binde 223.

2000 yılındaki 446 bin anne ölümü yaşanırken, bu rakam 2016’da 309 bin, 2020’de 287 bine geriledi; ancak ‘beklentilerin altında kaldı.”

Raporda anne ölümleri, hamilelikte, doğum sırasında ya da hamileliğin sona ermesinden altı hafta sonrasına kadar meydana gelen ölümler olarak tanımlanıyor. Yasadışı kürtajların neden olduğu ölümler de bu tanım içinde yer alıyor.

Dünya Sağlık Örgütü, küresel anne ölüm oranını 2030’a kadar 100 bin canlı doğumda 70 ölümün altına düşürmeyi umuyor.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

Dünya Sağlık Örgütü: En Kaygı Veren Bölge Suriye’nin Kuzeybatısı

Dünya Sağlık Örgütü, Türkiye’nin güneyindeki 10 ilde büyük yıkıma neden olan Kahramanmaraş Pazarcık ve Elbistan merkezli 7,7 ve 7,6 şiddetindeki depremlerin ardından, Suriye’nin kuzeybatısında muhaliflerin elindeki bölgede yaşayan halkın durumundan özellikle endişe duyulduğunu açıkladı.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Acil Durum Başkanı Mike Ryan, Cenevre’de düzenlediği basın toplantısında, “Şu anda en büyük kaygı uyandıran bölge Suriye’nin kuzeybatısı” dedi.

Mike Ryan, “Suriye’de hükümetin kontrolundaki alanlarda depremin etkisi önemli ancak oraya hizmet gidiyor ve halka erişim var” dedi ancak ülkenin kuzeybatısındaki durumun farklı olduğuna dikkat çekerek, Suriye’de şunu unutmamalıyız ki 10 yıldır savaş vardı. Sağlık sistemi çok zayıf. Halk çok kötü durumda” diye konuştu.

Suriye’nin kuzeybatısına insani yardım taşınması çabaları 10 yıldan uzun süredir devam eden iç savaş nedeniyle aksıyor. İç savaşın düşmanlıkları, Suriye’de cephe ötesine yardım taşınması için şimdiye kadar en az iki girişimi engelledi ancak gece saatlerinde bir konvoy bölgeye ulaştı.

Dünya Sağlık Örgütü Başkanı Tedros Adhanom Ghebreyesus, üst düzey WHO yetkililerinin, depremlerin ardından Şam’a yaptıkları ziyaret sonrasında bölgeye yardım ulaşabilmesini sağlamak için Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esat’tan Türkiye ile Suriye arasında daha fazla sayıda sınır geçişini açmasını istediklerini bildirdi.

Esat, Pazartesi günü Suriye’nin kuzeybatısına iki sınır kapısından daha girilmesine izin verdi. İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne göreyse bu izin çok geç verildi.

Ryan, daha fazla sınır geçişinin açılmasını “her iki tarafın da geri adım atarak halkın ihtiyaçlarına odaklanması” olarak değerlendirdi ve “Çatışmaların sonsuza dek sürdüğü ortamda yeterli sağlık hizmetini sağlamak çoğu zaman mümkün olmuyor” diye konuştu.

Ryan, “Yardımların çok arttığını, acil durum ekiplerinin sevk edildiğini, bir afet anında yapılması gereken her şeyin yapıldığını gördük ancak bunların daha etkili şekilde yürütülmesi için daha barış içinde bir arka plan olmazsa bu çabalar sürdürülebilir olmaz” diye konuştu.

Paylaşın