Partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuşan MHP Lideri Devlet Bahçeli, “Ekonomik sorunlar hepimizin malumudur. Güven ortamını gerçekleştirmek hepimizin görevidir. Türkiye enflasyon kuşatmasını yaracaktır. Milletimizi kur dalgalanmalarına karşı emniyete almak, alım gücünü istikrar içinde tutmak, alın terinin karşılığını adil dağıtmak ekonomi yönetiminin sorumluluğudur. MHP’nin faize karşı bakışı bellidir. Faiz artışı yatırımı caydıran, üretime çomak sokan politik bir tercihtir” dedi ve ekledi:
Haber Merkezi / “Sorunlar hepimizin malumudur. Fiyat istikrarını bozucu etkenler oldukça fazladır. Güven ortamını kalıcı hale getirmek vazifemizdir. MHP, yeni kabinenin ekonomi politikalarına güvenmektedir. Ekonomi politikaları bütün halinde uygulanıp dengelediği sürece başarılı olacaktır. Türkiye’nin küresel ekonomide aldığı oran makul ve memnun edici değildir. Gelirlerin yükseltilmesi akla gelen ilk çaredir.”
Devlet Bahçeli, 2024 yılında yapılacak olan yerel seçimlere de değinerek, “Siyasi mücadelemizi şevkle sürdürmek durumundayız. Her an seçim olacakmış gibi bütün demokratik ihtimallere hazır olmalıyız. MHP, bu seçimlere hazırlık sürecini başlattı. Birinci stratejik hedefimiz, mevcut belediye başkanlarımızı muhafaza ederek, daha çoğunu eklemektir.
İkinci stratejik hedefimiz, Cumhur İttifakı’nın doğasına uygun hareket edip, muhalefet partilerinin yönetimindeki belediyelerin makus hallerine son vermektir. İstanbul, Ankara, İzmir, büyükşehir belediyeleri başta olmak üzere; il belediyelerinin, ilçe ve belde belediyelerinin, Türkiye’nin yükselen itibarına uygun yönetilmesi tarihi önemdedir.
İstanbul, beş yılını kaybetmiş, tarihin gerisine düşmüş, kaos, kriz ve karmaşa dünyanın en büyük Türk kentinin önünü kesmiştir. Aynı durum Ankara, İzmir, Adana, Antalya, Mersin, Tekirdağ, Eskişehir, Muğla, Aydın, Hatay büyükşehir belediyeleri için de geçerlidir. Türk milleti, mahalli idarelerin üzerine düşen zillet gölgesinden kurtulmalıdır. CHP’nin ve diğer zillet partilerinin yönetimi altındaki belediyelerin, hürriyet ve haysiyetlerine kavuşmalarına şahit olacağız.” dedi.
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli partisinin grup toplantısında konuştu. Bahçeli’nin açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
“Geçtiğimiz hafta bir yanda 2022-2023 Eğitim Öğretim Yılı sonlanıp yaz tatili başlarken diğer yanda da Yükseköğretim Kurumları Sınavı yapılmıştır. Bildiğiniz üzere, Türkiye’miz genç nüfus açısından büyük bir hazineye sahiptir. Elbette bu hazine istikbal ve istiklalimizin da haznedarıdır. Güvenli, gelişmiş ve huzurlu bir gelecek öncelikle Türk gençliğinin eli, emeli ve erdemiyle yeşerip güvenceye kavuşacaktır. Kuşkusuz bugünün fidanları yarınların köklü çınarları olacaktır. Çocuklarımız geleceği meşale gibi aydınlatacaktır. Dava ve iddia sahibi, akıl ve ahlak sahafı, sevgi ve hürmet sadareti, hamiyet ve haysiyet burcu, şahsiyet ve şecaat sahnesi, vatan ve millet sevdalısı genç dimağlar Türkiye’mizin yegâne kuvvet ve kudreti olmaya namzettir.
Onların ruhlarına huruç edip gönüllerini tavaf ettiğimiz takdirde özlem ve hissiyatlarını öğrenmemiz pek tabii mümkündür. Vicdan, iyiyle kötüyü ayırt etme kabiliyetidir. Şuur, insanın iç âlemini tanıtan ve tanımlayan kaynaktır. Eşzaman içinde hem şuurlu hem de vicdanlı olmak insanın varlığında tezahür ve tekemmül eden ilerleyişe delalettir. Eğer bu ilerleyiş topyekûn olursa, eğer bu ilerleyiş sayesinde yürekler topluca vurursa geleceğin kilitli kapıları açılacak; nihayet kifayetli ve kişilikli nesiller altın bir çağın mimarbaşılığına iman ve iradeleriyle terfi edeceklerdir.
Esasen çağa ve zamana yönelik mesajlarımızın taşıyıcı kolonu gençlerdir. Nereden gelip nereye gittiğimizin farkına varan, medeniyetler ve milletler mücadelesindeki konum ve koordinatlarımızı sorumlulukla kavrayan bir gençlik yıkılmaz kale, inmeyen sancak, düşmeyen inanç, vazgeçmeyen atılganlık, geri adımı olmayan taarruz bilincidir. Hayat, okulla ev arasında gidip gelen rutin bir güzergâh değildir.
Veya hayat sadece eğlenme, gezme, yeme, içme ve safa sürme bohemliğinden ibaret de görülmemelidir. Her şeyi tadında ve kıvamında yapmak, bir anlık aymazlıkla koca bir hayatı kuru ve yaprak dökmüş bir ağaca çevirmekten sakınmak lazımdır. Zaman dediğimiz kesintisiz işleyen değirmen insanı yıllar içinde öyle ya da böyle öğütmekte, kimisini un ufak, kimisini de ailesine, çevresine, milletine ve ülkesine hayırlı beşerî mamul haline getirmektedir.
Geçmişte hüzünle alınan karneler, kaygıyla girilmiş sınavlar bir zaman sonra yalnızca tebessümle hatırlanıyor. Günü geldiğinde anılar geçidi tıpkı bir merasim bölüğü gibi gözümüzün önünde canlanıyor, mazinin sevinç ve üzüntüsü aynı hissiyatla kucaklanıyor. Mesele karnenin muhtevası, notların düşük ya da yüksekliği değil, onu alan iradenin saf gönlü, samimi terbiyesi, insani ve vicdani tecelli seviyesidir. Ülkemizde 19 milyonu temel eğitim ve öğretimde, 8 milyonu da yükseköğretimde olmak üzere yaklaşık 27 milyon öğrenci vardır. Bu sayı pek çok ülkenin nüfusundan katbekat fazladır. İşte zenginlik de buradadır. Bize düşen öğrencilerimizi ve gelecek nesillerimizi o sınavdan çıkarıp bu sınava sokarak hayatı çoktan seçmeli test mekaniğine, kısır döngü halini almış tekdüze öğretim mantığına havale etmemektir.
Himmetsiz gayret yapay, gayretsiz himmet yavandır. Gayret gençlerimizden, himmet de aileleri, öğretmenleri ve siyasi sorumluluk taşıyan bizlerin görevidir. Biliyor ve inanıyorum ki, Türk ve Türkiye Yüzyılı hedeflerine ulaşmanın koçbaşı gençlerimizdir. Büyüğünü sayan, küçüğünü seven; damarlarında tarih ve kültürümüzün mirasını taşıyan, dosta dost, düşmana da korkusuzca meydan okuyan bir gençlik Türkiye’nin baş tacıdır. İradesini, imanının ve ülkülerinin emrine amade etmiş bir gençliğin önünde hiçbir engel duramayacaktır. Zamanın ruhu neyi işaret ederse etsin, teknolojik gelişmelerin boyutu nereye ulaşırsa ulaşsın, endüstri devrimlerinin derecesi ne olursa olsun, sahip olduğumuz beşerî cevherin adı Türk gençliğidir, üstelik alfabenin hiçbir harfiyle de sınırlandırılıp tasvir edilemeyecektir.
O gençlik ki, dinini, dilini, dileğini, milletini, milliyetini, kardeşliğini, adalet ve hakkaniyeti bilen bir gençliktir. O gençlik ki, kılıçla kalemi, kelamla keyfiyeti birleştiren bir gençliktir. O gençlik ki, kim var diye sorulduğunda, sağına soluna, önüne arkasına bakmadan ben varım diyebilen bir gençliktir. O gençlik, aşkına, anılarına, ahlakına, arkadaşlarına, ailesine, kendini adadığı değerlerine bağlı ve sadık bir gençliktir. Sapkın akımlarla, yozlaşmaya nezaret eden ters akıntılarla başa çıkabilmenin ana cephesi Türk gençliğidir. Biz gençliği sınavlarla veya karnelerle bulmadık, bu yolla da kaybetmeyiz, kaybedemeyiz, kaybetmeyeceğiz. Ümit ediyorum ki, geniş ve gerçekçi bir mutabakat ortamı kurularak üniversite sınavlarını kaldıracağımız günler de çok uzak değildir.
Bizim anlayışımızda insanın bittiği yerde yine insan başlar. İnsana varmak için de insanlar arasından geçmek şarttır. İnsan onuru ise bizim ne pahasına olursa olsun savunmamız gereken cevheri aslimizdir. Cumhurbaşkanı ve Milletvekili Genel Seçimleri tamamlanmış olsa da Türkiye yeni bir seçime doğru ilerleyiş kaydetmektedir. Nitekim Mahalli İdareler Seçimleri 31 Mart 2024 tarihinde yapılacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi bu seçimlere hazırlık sürecini başlatmıştır. Mahalli İdareler Seçimlerinde takip edeceğimiz birinci stratejik hedefimiz mevcut belediye başkanlıklarımızı muhafaza ederek bunun üzerine yenilerini ve hatta daha çoğunu eklemektir.
İkinci stratejik hedefimiz, Cumhur İttifakı’nın doğasına ve ruhuna muvafık hareket edip; muhalefet partilerinin yönetimindeki belediyelerin yürek yaralayan makus ve meyus hallerine son vermektir. 14 Mayıs ve 28 Mayıs 2023 tarihlerinde elde edilen demokratik başarıyı mahalli idarelerle perçinlemek, Türk ve Türkiye Yüzyılı yürüyüşüne ivmek vermek boynumuzun borcudur. İstanbul, Ankara ve İzmir Büyükşehir Belediyeleri başta olmak üzere, diğer tüm büyükşehir belediyelerinin, il belediyelerinin, ilçe ve belde belediyelerinin Türkiye’nin yükselen itibarına ve marka değerine müzahir şekilde yönetilmesi tarihi önemdedir. Belediyecilik bir sevda işidir. Belediye başkanının yönetimi altındaki şehrinin emini olması bilinen bir husustur. İstanbul beş yılını kaybetmiş, tarihin gerisine düşmüş; kaos, kriz ve karmaşa dünyanın en büyük Türk kentinin önünü kesmiştir.
Hakeza aynı durum Ankara, İzmir, Adana, Antalya, Mersin, Tekirdağ, Eskişehir, Muğla, Aydın, Hatay büyükşehir belediyeleri için de geçerlidir. CHP’li büyükşehir belediye başkanlarının ayak oyunlarından, parti için cepheleşmelerden, fısıldayan kulislerden, kongre hesaplarından, hiziplerin rekabetinden, çıkarların yarışından başka bildikleri tek bir şey yoktur ve her şey de ortadadır. Türk milleti mahalli idarelerin üzerine düşen zillet gölgesinden kurtulmalıdır. Hizmet değil hezimet vaat edenlerin şehremeni olmaları, bu unvana sahip olmaları hepimiz adına bir vebaldir. Bu vebalden arınacağız, Allah’ın izniyle CHP’nin ve diğer zillet partilerinin yönetimi altındaki belediyelerin hürriyet ve haysiyetlerine kavuşmalarına hep birlikte şahit olacağız.
“Ekonomik sorunlar hepinizin ve herkesin malumudur”
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 28’inci Dönem 1’nci Yasama Yılının başlamasını müteakiben sırasıyla yemin töreni, Meclis Başkanı seçimi, ihtisas komisyonlarının ve Başkanlık Divanı’nın teşekkülü yasal ve anayasal hükümler çerçevesinde vücut bulmuştur. Hitamında Genel Kurul çalışmalarına geçilmiştir. Sosyal ve ekonomik meselelerin tek tek ele alınıp kalıcı çözümle buluşturulması amacıyla yasama faaliyetleri hızlanacaktır. Önümüzdeki hafta karşılayacağımız Kurban Bayramı sonrasında da Meclis’in bir süre daha çalışması kararlaştırılmıştır.
Bu kutlu çatı altında, milletimizin her talep ve beklentisi görüşülüp mutlaka karara bağlanacaktır. Bu kutlu çatı altında, emeklilerimize, memurlarımıza, esnaflarımıza, dar ve sabit gelirli insanlarımıza aşama aşama müjdeli haberler verilecektir. Gazi Meclis’te tecessüm eden siyasi parti gruplarının karşılıklı hoşgörü ve uzlaşma hassasiyetiyle Türk ve Türkiye Yüzyılının temelleri atılmalı, yeni bir anayasa ülkemize kazandırılmalıdır. Bu nedenle her bir milletvekili tarih ve millet huzurunda yaptıklarından olduğu kadar yapamadıklarından da sorumlu olacaktır.
Dünya genelinde birikmiş ve bilenmiş ekonomik sorunlar hepinizin ve herkesin malumudur. Fiyat ve finansal istikrarı bozucu etkenler bir hayli fazladır. Küresel borç stokundaki artışla birlikte resesyon, enflasyon ve hayat pahalılığı pek çok ülkeyi tesir altına almıştır. Küresel ekonomik aktiviteler, tarihin hiçbir döneminde bugünkü ölçekte artmasa da insanlık adil ve kalıcı bir refah vizyonuna maalesef ve hala ulaşamamıştır. Sonsuza kadar büyümesi hedeflenen bir ekonomik sistemin sonlu bir ekolojik sistemle nasıl uyumlu olacağı ise henüz ikna edici şekilde açıklanamamıştır.
Dünya çapında devasa gelir ve servet eşitsizliği hüküm sürüyorken, her gün bir fincan kahve fiyatının yarısıyla geçinmeye çalışan 1 milyar insan karşımızda duruyorken ekonomide yeni ufukların keşfedilmesinin nasıl mümkün olacağı cevabını hala bulamamış bir muammadır. Her şeyden ve hepsinden önemlisi ortak anlam ve amaç duygularımızı kuvveden fiile geçirerek, kısa vadeli hesaplardan uzun vadeli perspektife geçiş sağlayarak kesintisiz devam edegelen üretim, yatırım, ihracat, büyüme, kalkınma seferberliğiyle sürdürülebilir ekonomik refahı yakalamak içten bile değildir. Bunun için güven ortamını kalıcı ve kurumsal hale getirmek müşterek vazifemizdir.
Milliyetçi Hareket Partisi yeni kabinenin ekonomi politikalarına ve enflasyonla mücadele kararlılığına güvenmektedir. Modern ekonominin sağlığı para ve maliye politikalarının sağlamlığına, istikrarlı yapısına bağlıdır. Ekonomi politikaları, tıpkı bileşik kaplar gibi, bütünlük içinde, eşgüdüm halinde uygulanıp, piyasa şartlarıyla insan ve toplum huzurunu dengelediği sürece anlamlı ve başarılı olacaktır. Cari fazlayı temin etmek amacıyla iç tasarruf hacmimizi artırmanın yanı sıra, yeni ihracat pazarlarını rekabetçi kur ve faiz desteğiyle keşfetmemiz, Türk markalarını dünyanın en ücra köşelerine gururla taşımamız ülkemizin gücüne güç katacaktır.
Türkiye’mizin küresel ticaretten aldığı pay yüzde 1,02’dir. Elbette bu oran makul ve memnuniyet verici değildir. Bugün 27 ihracatçı sektörde faaliyet gösteren 115 bine yakın firmamız ihracat yapmaktadır. Türkiye’nin 2022 yılındaki mal ihracatı 254,2 milyar dolar, hizmet ihracatı da 90 milyar doları bulmuştur. Bu bir rekordur ve gurur duyulması gereken bir tablodur. Bildiğiniz üzere, açık veren bütçenin ilk sancılı sonucu iç borç artışıdır.
Bunun tedavisi ve üstesinden gelinmesi amacıyla gelirlerin çeşitlendirilip yükseltilmesi akla gelen ilk çaredir. Daralan ve durgunluk patikasına mahkûm olan bir ekonomide iç ve dış borç artışı felaketin diğer adıdır. Gelirlerin artışı için beli başlı üç seçenek vardır ve bilinmektedir. Birincisi, hedeflenen büyümeyi sağlamak; ikincisi, fiyat istikrarını ve adaletli vergi sistemini kurmak; üçüncüsü de alınan borçlarla hazineye gelir yaratacak üretken varlıklara yatırım yapmaktır.
Dikkatinizi çekmek isterim ki, dünyadaki trendin aksine Türkiye ekonomisi 11 çeyrektir büyümektedir. Bu yılın ilk çeyreğindeki büyüme de yüzde 4’tür. Bizim görüşümüze göre ekonomik adalet, ekonomik özgürlük, ekonomik güvenlik taviz verilmemesi gereken ilkeler olmalıdır. Türkiye enflasyon kuşatmasını yaracak, Türk ve Türkiye Yüzyılını mali ve ekonomik bağımsızlığıyla, buna eşlik eden diriliş ruhuyla pekiştirecektir. Toplumun her kesimini kurdaki dalgalanmalara, öngörülemeyen ekonomik fırtınalara karşı emniyete almak, alım gücünü istikrar içinde tutmak, alın ve akıl terinin karşılığını adil şekilde dağıtmak ekonomi yönetiminin başlıca sorumluluğudur.
Son günlerde politika faizinin artışı hususunda beklentileri yükseltmek amacıyla iç ve dış lobilerin son derece faal oldukları da gözlemlenmektedir. Küresel finans çevreleriyle iç piyasa aktörleri Para Politikası Kurulu’nun 22 Haziran 2023 tarihinde yapacağı toplantıya kilitlenmiştir. Bize göre bu durum ahlaki, doğru ve hakkaniyetli bir gelişme değildir. Milliyetçi Hareket Partisi’nin faize bakışı bellidir, değişme göstermemiştir. Teorik ve pratik uygulamada, faiz artışı yatırımı caydıran, üretim çarkına çomak sokan, müteşebbislerimizin gücünü zayıflatan, kredi ihtiyacını pahalandıran politik bir tercihtir. Ancak Türkiye’nin ekonomik istikrarı ve ekonomik huzuru elde etmesi için de alınması gereken kısa dönemli ve bazen de can yakan tedbirler vardır ve parlak geleceğimiz için bugünkü külfete katlanmak ister istemez kaçınılmaz hale gelmektedir.
Bu arada muhalefet partilerinin beyhude çırpınışları, ekonomideki temelsiz iddiaları faydasız ve sonuçsuzdur. Şanslı azınlığın kaymak siyasi tabakası olan partilerin insanımızın ne yediğinden ne içtiğinden, nasıl geçindiğinden gerçek manada haberleri yoktur. Tefecilerden para, yabancı danışmanlardan akıl almayı marifet görenlerin savruldukları hazin ve hüsran verici siyasi travmaları onlar için yeterince ızdırap vericidir. Cumhur İttifakı Türkiye’ye bütünüyle, var olan bütün güzellik ve mirasıyla sahip çıkmak için geceli gündüzlü mücadele ederken, zillet partilerinin hal-i pürmelali perişanlıktır. Artık görülmüştür ki, muhalefet partilerinden hiçbir yol olmaz, olmayacaktır.
Sırf milletvekili olmak amacıyla CHP’ye postunu seren, sonra da ilk zelzelede pencereden atlayıp sığındığı evini terk ederek taşa tutanlar siyasi ahlakın yüz karalarıdır. Bunlar dün de bugün de yarın da asla güven vermeyen siyaset simsarlarıdır. Üstelik milletvekili olduğu partisinin Cumhurbaşkanı adayına oy vermediğini pişkince açıklayanların çıkarlarına nasıl kul köle olduğu, su akarken testisini doldurup kesilince araziye nasıl uydukları çarpıcı tecrübelerle sabittir. Bu ahlaki yarılma bizim sorunumuz değilse bile, yeni bir Babacan vakasını Türk siyaset ve demokrasi hayatının hiç de hak etmediğini söylememiz milli ve manevi sorumluluğumuzun gereğidir.
Unutmayınız ki, batan gemiyi ilk terk eden korkaklar ve korsanlardır. Batık gemiyi limana sağlam götürmekten bahseden Kılıçdaroğlu’nun baba-oğul arasındaki saltanat kavgasından nasıl çıkacağı da ayrı bir merak konusudur. Hançer üstüne hançer yiyen CHP’li yöneticilerin pişmanlık içinde özür dilemesi yararsız ve miadı dolmuş bir sitem ve sızlanmadır. Mensuplarının birbirine güvenmediği, birbirine inanmadığı, arkadan dolaşmanın, fitne yaymanın geçer akçe sayıldığı bir siyasi bünyenin içten içe çürüyüp kadavraya dönüşmesi kaçınılmaz bir siyaset ve hayat gerçeğidir. Bugünkü muhalefet partilerinin durumu aynısıyla budur.
Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas 13 Haziran 2023 tarihinde Çin Halk Cumhuriyeti’ni ziyaret etmiştir. Bu ziyaretin bizi ilgilendiren kısmı Sayın Abbas’ın bazı çarpık ve endişe veren açıklamalarında somutlaşmıştır. Pekin’de Çin Devlet Başkanı’yla görüşmesi esnasında şu ibret verici ve infial uyandıran sözler Mahmut Abbas’ın ağzından dökülmüştür; ‘Bazılarının gündeme getirdiği Uygur meselesi bir insan hakları meselesi değildir. Bu Çin’in terörizm, aşırılık ve ayrılıkçılıkla mücadelesidir. Filistin her zaman Çin’e inandı. Filistin-İsrail ihtilafının bir an önce sona erdirilmesinde Çin’in arabulucu olması gerekmektedir.’ Mahmut Abbas vicdanı sızlamadan bunları söylemiştir. Biz onlara destek verdikçe, bu zihniyet Türk milletine köstek olmuştur. Mahmut Abbas’ın, terörizmin ne olduğuyla ilgili yeterli deneyim ve donanımdan mahrum olduğu da ne yazık ki ortaya çıkmıştır.
Biz mazlum Filistinlilerin her zaman yanında olduk. Filistin davasını ama, ancak, fakat demeden savunduk ve bu konuda tarafımızı netleştirdik. Birkaç gün evvel İsrail hükümetinin yasadışı yerleşim faaliyetlerini artırmasını, Batı Şeria’nın en az 19 beldesinde 4 bin 500 birimlik yeni yasadışı yerleşim yeri inşa etmesini kınanması gereken mütecaviz bir tutum olarak değerlendirdik ve değerlendiriyoruz. Hatta 1967 sınırları temelinde, başkenti Doğu Kudüs olan egemen ve bağımsız bir Filistin devletini bölgesel barış ve huzur adına ön şartsız destekledik, buna da devam ediyoruz.
Sayın Abbas, Milliyetçi Hareket Partisi’nin grup toplantısından bizatihi sana sesleniyorum; Uygur Türklerine terörist demek haksızlıktır, bühtandır, günahtır, cinayettir, rezalettir, melanettir, Türk milletine iflah olmaz bir saygısızlıktır. Bizim Filistin davasını desteklediğimiz kadar değilse bile, en azından yarısı kadar Türkiye’nin ve Türk milletinin tarihi haklarını, terörle mücadelesini, geniş coğrafyalara yayılmış esir Türklerin durumunu bugüne kadar ağzınıza dahi almadınız, alamadınız, hakkı telaffuz etmeye hiç yanaşmadınız. Geçmişte Filistin kamplarında eğitilip ülkemize sızan ve sızdırılan teröristlere kol kanat germekten de hiç utanmadınız. Filistin Devlet Başkanı numune de olsa PKK’ya, FETÖ’ye sesini hiç çıkardı mı? Hiç tepki gösterdi mi? Ülkemizle dayanışma mesajı paylaştı mı? Hiç birisini yapmadı, yapamadı, yapmayı aklından geçirmedi. Çünkü konu Türkiye ve Türk milletiydi.
Uygur Türklüğünü terörle eşitlemek potansiyel Türk düşmanlığının açık seçik beyanıdır. Çin Halk Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti elbette ikili diyalog kanalları açarak, temasları yoğunlaştırarak tespit edilen insan hakkı ihlallerini telafi ve tamir etmelidir. Ancak terör Doğu Türkistan’da değil, Kandil’dedir, Suriye’nin kuzey doğusundadır, gerçeği saptırmak vicdansızlıktır, izansızlıktır, insafsızlıktır. Herkesi uyarıyorum, Türk’e kefen biçmenin sonu korkunçtur.
Sayın Abbas terörizmin kanlı yüzünü görmek istiyorsa, mesela 17 Haziran 2023 tarihinde Uganda’da bir okula saldırı düzenleyen ve çok sayıda masum çocuğu katleden teröristlere şereflice bakmayı ve ders almayı bilmelidir. Mahmut Abbas yanlış yerde, yanlış üslupla, doğru davasını anlatacağını zannediyorsa aldandığını ve yanıldığını mutlaka görecektir. Kudüs sadece onların değil, bütün Müslümanların kutsal mabedi ve ilk kıblemizdir, müdafaa etmek de namus meselemizdir.”