DEM Parti’den İktidara Süreç Eleştirileri: Çağrının Gereklilikleri Yapılmadı

Abdullah Öcalan’ın yaptığı çağrı sonrası devam eden tartışmalara ilişkin konuşan DEM Partili Tuncer Bakırhan, “Bir adım atıldı, çağrı yapıldı. Henüz çağrının gereklilikleri yapılmamış iken yeni yeni şeyler icat ediyorlar” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, Abdullah Öcalan’ın yaptığı çağrı sonrası devam eden tartışmalara ilişkin Meclis’te basın mensuplarıyla bir araya geldi. DEM Parti grup salonunda gerçekleşen buluşmada, Eş Genel Başkanlar, muhabirlerin sorularını yanıtladı.

NTV’nin, “Çağrı YPG’yi, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ni kapsıyor mu?” sorusunu yanıtlayan Tülay Hatimoğulları, dün katıldığı bir TV programına işaret etti ve orada da bu sorunun geldiğini söyleyerek, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın çağrı metnini gazetecilere göstererek, bu çağrıda YPG ve Özerk Yönetim ile ilgili bir ifadenin yer almadığını söyledi.

Bu konuda yorum yapamayacaklarını da belirten Hatimoğulları, “Olası bir barışın her bölgeye yansıması olacaktır. Türkiye barış sürecini inşa etmeye başlarsa Ortadoğu model olur. Başta İsrail-Gazze sürecine de pozitif katkı sağlar. Suriye’de yeni gelişmeler oldu. Orada çok ciddi bir kaos var. Türkiye iyi bir adım atarsa, bir barış ile taçlanırsa Suriye’ye de etkileri olacaktır. Bu SDG meselesi, orada aktif devam eden bir süreç var. Onların iç sorunlarıdır. Bir şey diyemeyiz. Bu metinde olmayan bir şeyi, ısrarla başlığa çekmek… Bu bizim sorumluluğumuzda değil” dedi.

Çağrıda geçen “Tüm gruplar” ibaresi nedeniyle “YPG” sorusunun doğduğunu dile getiren gazetecilere yanıt veren Bakırhan, “Devlet değil, Ömer Çelik böyle algılıyor” diyerek, konuya açıklık getirdi.

Kayyım ve HDK’ye yönelik soruşturmaya ilişkin soruları yanıtlayan Bakırhan, “Farklı bir süreç yürütülüyor. Arka kapılar ardından yürüyen bir süreç yok. Bir uzlaşma yok. Şu an işin girişindeyiz. Kayyım atamaları, bomboş dosyaların yıllar sonra raftan kaldırılması… Bunlar olmasın diye bu sürece destek veriyoruz. Sadece Kürtlere demokrasi, Alevilere eşit yurttaşlık yok! Diyebilir miyiz? Böyle olmaz. Yürüyen bu sürecin kendisi, Türkiye’nin demokratikleşmesini öngörüyor. Metnin kendisi de bunu diyor. Demokratik toplum baroyu da HDK’yi de kapsıyor. Bu süreç demokratikleşme sürecidir. İlerleyebilmesi için bu antidemokratik uygulamaların olmaması gerekiyor. Süreç bunlardan bağımsız değil. Sayın Öcalan’ın kendisi sadece Kürt kimliğine odaklanan bir perspektif ortaya koymadı” ifadelerini kullandı.

“Henüz çağrının gereklilikleri yapılmamış iken…”

Bakırhan, “Bir adım atıldı, çağrı yapıldı. Henüz çağrının gereklilikleri yapılmamış iken yeni yeni şeyler icat ediyorlar. Bu süreç demokrasi olsun diye oluyor. Son 150 yıllık dilinizi terk edin diye yapılıyor. Bu tehlikeli, zehirli dil bu sürece yapılan en büyük sabotajdır. Silah bırakılması için atılması gereken adım yok mu? Silah bırakan nereye gidecek, yaşama nasıl dahil olacak?” diye sordu.

DEM Parti İmralı Heyeti’nin siyasi partiler ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşüp görüşmeyeceğine dair soruya da yanıt veren Tülay Hatimoğulları, “Bu çatışma, çözüm deneyimlerine baktığımız zaman, yasal ve hukuki zemin olmadığında hep negatif sonuç alınmış. Ancak hukuki zemin olduğunda barış ile sonuçlandığını görebiliyoruz. Dolasıyla bunu her fırsatta dile getirmeye devam ediyoruz. Peki, şimdi ne olacak? Abdullah Öcalan kendisi de söyledi; ‘Bir tek ben PKK’yi feshedebilirim ve onlarla diyaloğum olması gerekiyor.’ Koşullarının sağlıklı hale getirilmesini talep ediyoruz. Bir yasal statüye kavuşması gerekiyor. Atılacak diğer adımlar neler olabilir? Eşit yurttaşlık temelinde bir demokratikleşme sürecine girmesi gerekiyor. Sürekli en basit insan hakkı talebinde bile ‘terör’ tırnağına alınıyor.

Sayın Öcalan fesih yapacağım diyor ve bununla ilgili de adım atılması gerekiyor, dedi. Şimdi orada silah bırakıldı, silah bırakan nereye gidecek? Nasıl yapacak? Bu soruların yanıtlaması gerekiyor. Birçok belirsizliğin sebebi de somut adımların atılmamasıdır. Atılacak adımlar sonucu belirleyecek. İnfaz kanunundan tutun da yerel yönetimlere kadar. Siyasi parti turları yapacağız ancak henüz detaylar beli değil. Bu programda Cumhur İttifakı bileşenleri de olacak. Ancak detaylar henüz beli değil. Zamanı ve zemini oluştukça görüşme yapabiliriz. Haftaya başlayacağız” diye ifade etti.

BBC’nin, “Çekilen görüntü Newroz’da yayınlanabilir mi?” sorusunu yanıtlayan Bakırhan, “Öyle bir çalışmamız yok ama toplum Sayın Öcalan’ı görmek istiyor. Olursa iyi olur” dedi.

Abdullah Öcalan’ın PKK’nin kongresini toplamasına dair ifadelerine ilişkin soruya da yanıt veren Tülay Hatimoğulları, “Abdullah Öcalan; ‘bunu yapabilmem için koşulların hazırlanması gerekiyor’ dedi. Bunu PKK de diyor. Sayın Öcalan’ın fiziki koşullarının düzeltilmesi ve istediği tüm kesimler ile görüşmesi gerekiyor. Bu süreci barışa evriltmek istiyorsunuz. Onun için bunlarını olması gayet normal olur” diye kaydetti. Abdullah Öcalan’ı kimlerin görebileceği yönünde soruya da yanıt vererek, Tülay Hatimoğulları, “Sayın Öcalan, İmralı’da olabileceğini söyledi. Devlet ve iktidarın rol alması gerekiyor ki yol haritası belli olsun” dedi.

“Buradaki sorunları çözersek Suriye’yi de konuşuruz”

“Çağrı metninde ‘bütün gruplar’ kimin için söylendi?” ve “Bir daha görüşme talebiniz olacak mı?” sorularını yanıtlayan Bakırhan, “PKK, Türkiye merkezlidir. Çağrı, bu evin içinde kurulan Öcalan’ın kendi örgütüne yapıldı. Orayı netleştirelim. Suriye’de farklı bir denklem var. Henüz oturmamış bir rejim var. Sayın Öcalan yaptığımız 4 saatlik görüşmede, Suriye’yi tarif etmedi. Kendi örgütünü tarif etti. Türkiye’de 50 yıllık bir mesele var. Bir parti feshedilecek, silahlar bırakılacak iken şuna mı yapıldı mı buna mı yapıldı? Tartışması yapılıyor. Sayın Öcalan’ın bir kitlesi var. Demokratikleşme adımları oraya da yansıyacaktır. Suriye’yi de etkileyecektir. Sırrı Bey de aslında bunu söyledi. Buradaki çözüm orayı da etkileyecek. Burada sürece uygun bir dil kullanmak çok önemlidir. Biz bunun mücadelesini veriyoruz. Buradaki sorunları çözersek oturur Suriye’yi de konuşuruz. Güvenlik kaygılarının olmadığı demokratik bir Suriye’yi kim istemez. Heyete ilişkin ise biz bu kapının artık açılmasını istiyoruz. Yüzyıllık bir sorunun muhatabının üstüne kapalı kapıların olmaması lazım, artık açılması lazım. O kapının açılması iyi olur” dedi.

Tülay Hatimoğulları, sürece dair sürekli Meclis’i işaret ettiklerini belirterek, “Meclis’te kurulacak bir çalışma grubu ile bu işe başlayabiliriz. Bazı yasama faaliyetleri gerektiren durumlarda da komisyonu aşan bir durum olduğunda da Meclis’in inisiyatif alması gerekiyor. Bunun için bir komisyonun olması lazım ayrıca tüm partilerin temsilcilerinin olması gerekiyor. Bu barış için çok iyi olur. Böyle bir zemin de var. Yaptığımız görüşmeler esnasında bütün partiler bunun sinyalini verdi. Önemli olan burada devlet ve iktidarın rol üstlenmesi gerekiyor” diye konuştu.

“Anayasa’dan nasıl bir değişiklik bekletiniz var?” sorusunu da yanıtlayan Bakırhan, “Anayasaya ihtiyaç var. İktidarın kendisi de söylüyor. Bu süreç ilerlerse Türkiye karar verir. Ama neticede yapılacak olan anayasanın kapsayıcı olması gerekiyor. Bu sorunları ortadan kaldıran, benimdir diyebileceği bir anayasa olabilir. Bu tartışmaların anayasa ile bir bağlantısı yok” ifadelerini kullandı.

Tülay Hatimoğulları, “Heyetimiz Rojava’ya da gitmek istiyor. Ancak bu henüz planlanmış değil. Sayın Öcalan Ortadoğu, dünya ve şu anda meydana gelen gelişmelere ilişkin kapsamlı değerlendirmeler yaptı. Bu görüşlerinin oraya da taşınmasını istedi” dedi.

Tülay Hatimoğulları, “Demirtaş ve diğer tutsakların serbest bırakılmasına dair bir yasal düzenleme beklentiniz var mı?” sorusuna da şu şekilde yanıt verdi: “Bir infaz kanuna ihtiyaç var. Düşünce ve özgür ifadenin olması lazım. Bir yeni yasalar çıkarmak bir de var olan yasaları uygulamak gerekiyor. Türkiye’nin önünde iki iş var. Demirtaş ve siyasetçiler için yeni yasaya bile gerek yok. AİHM, kararını verdi zaten. Var olan yasayı uygulasalar yeterli. AİHM kararlarını uygulamalı ve bir an önce hepsi serbest bırakılmalılar. Kobanê Davası kapsamında tutuklanan tüm arkadaşlarımız serbest bırakılmalı.”

“Yeni kayyım atanırsa süreç baltalanır mı? Bir de bu sürece karşı olan odakların kayyım atamasına yol açtığı söyleniyor. Bu konularda ne düşünüyorsunuz” şeklindeki soruyu da yanıtlayan Bakırhan, “Kayyım atanmaması gerekliliği bir yana yerine kayyım atanan arkadaşlarımız görevine iade edilmeli. Kayyım sürece karşı sabotajdır. Sürece tabi ki de zarar verir. Süreci baltalayacak adım olur. Bir taraftan bir süreç diğer taraftan kayyımcı politikalar olmaz. Devlet içindeki odaklar, içinde odak kaldı mı bilmiyorum. Bence direkt hükümet tarafından yapılıyor. Van gibi bir kente bir bürokratın karar verdiğine inanmıyorum.

Bir diğer önemlisi de şu; ‘Anlaşacaklar’ meselesi siyasi etiğe uygun değil. Sözünü sakınmayan, doğruları sakınmadan söyleyen bir muhalefet varsa burasıdır. İki dönem oy verdik. Erdoğan’a mı oy verdik? Biz ne zaman iktidar ile kapalı kapılar arkasında pazarlık yaptık? Kim anlaşacak? Biz iktidar ile anlaşacaksak niye CHP’liler cezaevinde değil de bizim arkadaşlarımız var. CHP, bu süreci heba etmemeli. Beğenmiyorsa kendi politikalarını ortaya koyması gerekiyor. Türkiye silahtan arındırılacak, bunu desteklemek yerine ‘Vay efendim anlaştılar’ demek ne kadar doğru? Tekrar söylüyorum; barış süreci kişi ve siyasi partilerden çok çok kıymetlidir. Bahsedilen mesele milyonda bir bile gündemimizde değil. Sandık gelirse toplum kimi seçerse seçer. Aslında Erdoğan’ı 22 yıldır ayakta tutan, iktidar yapan bu muhalefet aklıdır. Bunlar doğru değil. CHP yönetimi bu söylemlerin üzerinde yoğunlaşsın. Perspektif ortaya koysun. Ne yapalım yani silahlar bırakılmasın mı? Hücrelerde dinlenen, sokaklarda baş eğmeyen bir geleneğe yapılmış en büyük hakarettir. Biz Kürt ve Türk gençlerinin yaşamını yitirmesin diye mücadele ediyoruz” diye konuştu.

“PKK bir sebep değil, bir sonuç”

Aydınlık gazetesinin, “Çağrıda şart ve koşul var mı?” sorusunu yanıtlayan Tülay Hatimoğulları, “Bu şekilde algılanmasını doğru bulmuyorum. Şimdi zemin de şart değil midir, diyebilirsiniz. Değildir. Şart çok farklı bir şeydir. Bu güncel meselleri aşan bir durum var. Sayın Öcalan, Kürt sorununun şiddetten arındırılmasını ve siyasi ve hukuki zeminde çözülmesini istiyor. PKK bir sebep değil, bir sonuçtur” dedi.

“Öcalan fiziken kongreye nasıl katılabilir?” ve “Erdoğan’dan somut adım olarak ne bekliyorsunuz?” sorusunu yanıtlayan Bakırhan, “Biraz gerçekçi olmak lazım. PKK, dört bir tarafa konumlanmış durumda. Bunların bir kongre yapıp ve bu fesih kararına uyması veya düşüncelerini ifade etmesi gayet normaldir. Sayın Öcalan’ın bir biçimde toplanacak bu kongreye katılması gerekiyor. Görüntülü de olabilir. Nasıl olacağı bir yana meselenin hallolmasını istiyoruz. Barışın bir şekilde olmasını istiyoruz. Meselenin kendisini getirip silaha sıkıştırmak doğru değil. Bu 50 yıllık meselede biraz daha titiz, parmak sallamayan bir yaklaşım ile hareket etmek lazım. Bu sorunun demokratik yollar ile çözülmesi lazım. Diğer milletler, inanç grupları, kadınlar, gençler ve herkesin rahat olduğu bir Türkiye olsun istiyoruz.

Cumhuriyet gazetesinin, “TMK’nin kaldırılması ve ‘terör’ suçlarından yanı sıra ‘umut hakkı’ kapsamında bir kanun değişikliği beklentiniz var mı? Bir de PKK ile Abdullah Öcalan’ın açıklamaları çelişkili. Ne düşünüyorsunuz?” sorusuna yanıt veren Tülay Hatimoğulları, “Ben iki açıklamanın çelişkili, birbirinden ayrı olduğunu düşünmüyorum. Bunu nereden çıkardınız onu da bilmiyorum. Biz TMK’nin değiştirilmesini istiyoruz. Bu süreç yokken de aynı şeyi diyorduk biterse de aynı şeyi deriz. Ayrıca ‘terör’ kavramının Türkiye’de yeniden tanımlanması gerekiyor” diye ifade etti.

(Kaynak: Mezopotamya Ajansı)

Paylaşın

DEM Partili Hatimoğulları “Çözüm” İçin Atılması Gereken Adımları Sıraladı

Partisinin grup toplantısında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısı sonrası çözüm için atılması gereken adımları sıralayarak, “Şimdi bu sürecin toplamı bakımında adım atma sırası ve sorumluluk iktidar ve devlettedir” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla Meclis’te kadın grup toplantısı düzenledi.

Toplantıda konuşan Tülay Hatimoğulları, iktidarın kadın politikalarını eleştirerek şu ifadeleri kullandı: “Kadınların sosyal ve siyasal haklarını, kazanımlarını güçlendirmek yerine 2025 yılını ‘aile yılı’ ilan ettiler. Bu ilanın hemen ardından kadınların doğurup doğurmayacağına, kaç çocuk doğuracaklarına, bütün bunlara reisli aile modeliyle karar vermeye kalktılar. Bu amaçla nüfus politikaları kurulu ve aile enstitüsü kurdular.

Bizler aileyi korumak ve güçlendirmek adı altında kadının emeğine, bedenine, sağlığına ve tüm yaşamına müdahale eden politikalara karşı derhal geri adım atılmasını istiyoruz. Gebeliği engelleyici yöntemleri, kürtajı, hatta sezeryanla doğumu dahi anormal gösteren politikaları asla kabul etmiyoruz. Kadın bedeninden ve sağlığından elini çek ey iktidar. Bedenimizden elinizi çekin.”

“Kadınlar en çok, sevdikleri erkekler tarafından şiddet görüyor. Sevdikleri erkekler tarafından katlediliyor” diyen Tülay Hatimoğulları, iktidarı “kadın katliamlarını önleme konusunda ciddiyete” davet etti. Tülay Hatimoğulları, “Erkek şiddetini önlemenin yol haritası çok açıktır. Öncelikle İstanbul Sözleşmesi’ne derhal geri dönülmelidir. 6284 sayılı kanunun her maddesi etkin bir şekilde hayata geçirilmelidir. Kadınlara dayatılan yoksulluk ve bütçelemede reva görülen sefalet anlayışından derhal vazgeçilmelidir” ifadelerini kullandı.

Kadınların ayrımcı uygulamalara maruz kaldığına dikkati çeken Tülay Hatimoğulları, şöyle devam etti: “Kadınların aldığı nafakayı tartışmaya açmak yerine ağır enflasyon ve yoksulluğun altında ezilen kadınların ekonomik güvence ve sosyal haklarına kavuşmasının yol ve yöntemleri bulunmalıdır. Kadın mahpuslara yönelik uygulanan siyasi baskı ve insanlık onuruna aykırı muamele ve ağır insan hakkı ihlallerine derhal son verilmelidir” diye kaydetti.

“Kayyımlar gidecek, kadınlar ve halk kalacak, seçilmişler kalacak”

Tülay Hatimoğulları, kayyımlara da tepki göstererek, “Her şeyden önce kadınların iradesinin gaspı demektir kayyım. Kadınların siyasette ve yerel yönetim mekanizmalarında dışlanması demektir. Yerelde yaşayan kadınların haklarına ve yaşamlarına ve yerel yönetim hizmeti almalarına müdahale demektir. Eşbaşkanlığa ve eşit temsiliyete, demokratik, ekolojik ve özgürlükçü yerel yönetim modelimize müdahale demektir. Biz kadınlar kadın kazanımlarına en büyük saldırı biçimlerinden biri olarak bu kayyım rejimini görüyoruz. Asla kabul etmedik, etmeyeceğiz. Kayyımlar gidecek, kadınlar ve halk kalacak, seçilmişler kalacak” dedi.

Tülay Hatimoğulları, “Unutmayalım ki kadınlar birlikte güçlü” vurgusu yaparak, şunları kaydetti: “8 Mart’ta hep birlikte alanlarda, meydanlarda olacağız. Türkiye kadın hareketi, feministler, Kürt kadın hareketi ile el ele verip Türkiye’nin dört bir yanını mora boyayacağız. Bizler Kadın Meclisi’mizle, ‘Kadın Özgürlük Mücadelesiyle Barışı Örgütlüyoruz’ şiarıyla alanlarda ve meydanlarda olacağız. Bütün kadınlar o gün hiçbirimiz ne iş yerinde ne de evimizde değil alanlarda, meydanlarda, 8 Mart direnişlerinde olalım ve buradan çağrımızı yineliyoruz.”

Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat tarihli çağrısına değinen Tülay Hatimoğulları, şunları söyledi: “Bu görüşmede Sayın Öcalan halkların özgürlük mücadelesine ve özellikle kadınların onurlu direnişine olan güçlü inancını bir kez daha ifade etti. Sayın Öcalan şunu çok net olarak söyledi: ‘Yeni dönemin temel şifresi demokratikleşme mücadelesidir. Demokratikleşme mücadelesinin devrimci öznesi kadınlardır.

Demokratikleşme devrimci olmanın, sosyalist olmanın ilk şartı kadın meselesine özgürlükçü yaklaşmaktır. Tarihin en derin sömürüsüne maruz bırakılan kadınlarla eşitlik, özgürlük ve demokrasi mücadelemizi taçlandıracağız.’ Kadın özgürlük mücadelesinin yarattığı büyük umut ve kararlılığın altını çizen Sayın Abdullah Öcalan, tüm kadınlara en içten selam ve saygılarını gönderdi.

27 Şubat 2025 tarihinde bütün dünya tarihi bir ana tanıklık etti. Sayın Abdullah Öcalan, barış ve demokratik çağrısıyla Türkiye’de ve Ortadoğu’da barışın ve demokrasinin kapılarını ardına kadar araladı. Bu çağrı asrın barışı ve çözümün en güçlü zeminini sağlamıştır. Artık korkuların, kaygıların, sendromların değil, demokrasi, eşitlik, adalet ve özgürlük taleplerinin yaşamlarımızı belirleyeceği bir döneme girmeye yakınız. Bu dönem kimsenin birbirine üstünlük sağlayacağı bir dönem değildir. Herkesin eşit ve adil bir yaşamı paylaşacağı demokratik bir zamandır.”

Sayın Öcalan, barış ve demokratik toplum çağrısıyla bir asrı cesaretle kapatmıştır. Yeni dönemin kapılarını aralayan barış ve demokrasi manifestosunu bütün dünya kamuoyu ile paylaşmıştır. Bu manifestonun muhatabı sadece kendi örgütü olan PKK değildir, aynı zamanda devlettir, iktidardır, toplumun kendisidir ve muhalefetin tamamıdır. Barış ve demokratik toplum çağrısının en önemli muhataplarından biri de şuan çatısı altında konuştuğumuz grup toplantısını gerçekleştirdiğimiz TBMM ve parlamentodur.

Parlamento hızla demokratik, siyaset ve hukuk alanını genişletmelidir. Barış ve demokrasiyi büyüterek darbe mekaniğinin tarihe karışmasında kurucu ve tarihsel bir rol üstlenmelidir. Bakın Sayın Abdullah Öcalan asrın çağrısında ne dedi? Bunu kelime kelime sizlerle paylaşmak istiyorum, ‘Kimliklere saygı, kendilerini özgürce ifade edip demokratik anlamda örgütlenmeleri ve her kesimin kendilerine esas aldıkları sosyo-ekonomik ve siyasal yapılanmaları ancak demokratik ve siyasal alanın mevcudiyeti ile mümkündür. Cumhuriyetin ikinci yüzyılı ancak demokrasi ile taçlandığında kalıcı ve kardeşçe bir sürekliliğe sahip olabilecektir.’

Türkiye’nin önümüzdeki süreçte temel mücadele dinamiği demokrasidir, adalettir, özgürlüktür. Emin olun ki iktidar ve muhalefet ve toplum asrın çağrısını yerine getirdiği an sadece Kürt halkı değil, bütün Türkiye halkları ve inançları hep birlikte çok büyük kazanacak. Sayın Öcalan’ın çağrısıyla Ortadoğu ve Türkiye’deki tüm dinamikler kazanacak, Türkiye mutlaka ve mutlaka barışa kavuşacak. Sayın Öcalan’ın yaptığı Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’na dünyadan, bölgeden ve Türkiye’den tarihte eşine az rastlanan bir destek var.

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, Almanya Başbakanı, ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü, Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü, İngiltere, Almanya, İran, Irak, Suudi Arabistan Devletleri, Avrupa Birliği Dış Politika Sözcülüğü Sayın Abdullah Öcalan’ın çağrısına çok güçlü bir destek verdi.

Gelen desteklerin bir kısmını daha paylaşmak istiyorum Türkiye kamuoyu ile. Aynı zamanda Avrupa Birliği sol partilerin çatı örgütü Avrupa Sol Partisi ve Avrupa Birliği Sosyal Demokratların çatı örgütü Avrupa Sosyalist Partileri de güçlü bir destek açıklaması yaptı. Kürt halkının önemli liderlerinden Sayın Mesut Barzani, Neçirvan Barzani, Kubat Talabani, Mesrur Barzani, Bafil Talabani, Selahattin Bahadin ve Ali Bapir’in destekleri hem Kürt ulusal birliği ve hem de barış için büyük katkılar içermektedir.

Yurt içinde de bu sürecin başlatıcısı olan Sayın Devlet Bahçeli, ana muhalefet partisi CHP Genel Başkanı Özgür Özel, DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu ve burada ismini sayamadığım çok sayıda siyasi aktör bu sürece destek açıklaması yaptı. Bileşenlerimiz, sol sosyalisti ittifaklar, yapılar, demokratik kitle örgütleri, sivil toplum örgütleri, birçok halktan ve inançtan çok sayıda kişinin çok açık destek açıklamaları oldu. Bu destekten hakikaten tarihi bir destektir.

PKK de yaptığı açıklamada Sayın Öcalan’ın çağrısına uyacağına kamuoyuna deklare etti. PKK’nin Sayın Öcalan’ın çağrısına harfiyen uyacağına dair yaptığı açıklama ve tüm güçlerine ateşkes çağrısı yapması bizlerin barış umudunu büyütmüştür. Bu umudu kalıcı hale getirmek için PKK’nin kongresini gerçekleştirebileceği bir çatışmasızlık zeminin acil bir biçimde oluşturulması gerekiyor. Sınır ötesi operasyonların acilen durması gerekiyor. PKK biliyorsunuz ateşkes ilan etti aynı şekilde buradan sınır ötesine gerçekleşen bütün askeri operasyonların durması ve bu zeminin oluşması çok önemli.

“Adım atma sırası ve sorumluluk iktidar ve devlettedir”

Şimdi bu sürecin toplamı bakımında adım atma sırası ve sorumluluk iktidar ve devlettedir. Her bir destek açıklaması bu ülkede yüzyıldır yanan ateşe su dökmektir. Ülkenin demokratikleşmesine eşsiz katkılar sunmak demektir. Ne mutlu demokratik çözümden yana olanlara ne mutlu barış için mücadele edenlere ne mutlu insanca ve demokratik yaşam diyenlere. Ne mutlu sizlere, ne mutlu bizlere, ne mutlu barışa olan inancını hiç yitirmeyen bütün kadınlara.

Bakın 90’lı yıllardan bu yana 600’den fazla çatışma ve çözüm deneyimi yaşandı. Bu deneyimlerden başarıya ulaşanlar siyasi ve hukuki düzenlemelerle zemini oluşturulmuş olan süreçlerdir. Bu çağrıya biraz önce de bahsini ettiğim gibi çok geniş, dünya ölçeğinde de bir teveccüh var. Barışın ve çözümün ihtimali dahi Türkiye, Ortadoğu ve bütün dünyada bir heyecan yaratmış durumda.

Durum ve hal böyleyken barış iklimini daha da büyütmek yerine sürecin ciddiyetinden uzak bir dilin kullanılmasının hiç kimseye faydası yoktur. Benzer anlamda medyadaki dilin barış ve demokratik çözüme katkı sağlayan bir dil olması çok önemlidir. Çünkü barışı önce dilimizde inşa edeceğiz. Bu konuda da medyaya ve basın emekçilerine çok büyük bir görev düşmektedir.

Sayın Erdoğan’ın bu süreci sahiplenmesi çok önemlidir. Türkiye’nin demokrasisi için, bu ülkede barışın tesis edilmesi için söz yetmez. Eylem ve icraat gerekir. Eylem ve icraat doğal olarak devletin yöneten icra makamından bekleniyor yani Sayın Cumhurbaşkanından beklenir. Çatısı barış, umudu ve demokrasi olan bu sürecin zemini demokratik siyaset ve hukuk olmak zorundadır. Sayın Öcalan, çağrıyla demokratik cumhuriyetin inşası için çok güçlü bir başlangıç yapmıştır.

Bu başlangıcı büyütüp geliştirmek demokrasi ile taçlandırmak bizlerin elindedir. Geçmiş dönem deneyimlerine bakarak zor diyen bazı sesleri kulaklarımızda işitiyor gibiyiz. Hiçbir şey kolay değil, ama asla imkansız değil. Burada biz barış uğruna verdiğimiz mücadeleye, demokratik cumhuriyet için verdiğimiz mücadelemize güveneceğiz. Örgütlü mücadelemize güveneceğiz, barış umuduna güveneceğiz. Biz kadınlar en çok kendimize güveneceğiz.

Sayın Öcalan barış için ve yaptığı çağrı için çok fazla çalışmak, daha fazla emek vermek istiyor. Bunun için de kendisi de ifade etti görüşmemizde, her kesimin ama her kesimin çok büyük bir çabasına ihtiyaç var. Bakın Öcalan’ın özgür yaşam ve çalışma koşulları oluşturulmazsa kendisi bu katkıyı vermekte zorlanır. O yüzden Sayın Öcalan’ın özgür yaşam ve çalışma koşulları hızla oluşturulmalıdır. Yine atılacak acil adımlardan birisi bu sürecin yasal ve hukuki adımlarının atılmasıdır.

Kürt sorunun çatışma ve şiddetten arınabilmesi Sayın Öcalan’ın demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınması vurgusunun bir kez daha bizler burada altını çiziyoruz. Hepimiz bilmeliyiz ki demokratikleşme asla bir zayıflık değildir. Barış zayıfların işi değildir, barış cesurların işidir, barış güçlülerin işidir. Demokrasiyi inşa etmek cesurların, güçlülerin ve örgütlülerin işidir. Demokratikleşme ve barış bir siyasi pazarlık konusu olamayacak kadar değerli ve önemlidir.

Bunu bütün Türkiye kamuoyu böyle bilmelidir; En temel insan hakları ve halkların en temel hakları asla pazarlık konusu yapılamaz, yapılmamalıdır. Bu süreç bir yenme-yenilme süreci değildir. Herkesin kazandığı, kazandığına olan inançla ve özgüvenle adım attığı bir adımlar zinciri. Kürt halkının varlığı, anadilde eğitim hakkı, Aleviler başta olmak üzere bu ülkede yaşayan bütün farklı halklar ve inançların eşitliğinin sağlanması, yerel demokrasinin esas alınması acil demokratik çözüm görevi olarak önümüzde durmaktadır. Bununla ilgili atılacak adımlar herkesi rahatlatacaktır.

Sayın Abdullah Öcalan’ın görüşmede çok güzel bir söz kullandı: ‘Demokrasi insanların ağzını özgürce açma sanatıdır.’ Artık Türkiye’nin konuşma zamanı. Artık toplumun kendini özgürce ifade etme zamanı. Biz de diyoruz ki yüz yıllık kapatılan ifade kanalları açılınca demokrasinin zemini güçlenir. Demokratikleşme bu ülkenin geleceğinin sigortasıdır. Demokratik uzlaşı ve özgür siyaset gelecek kuşaklara bırakacağımız en önemli ve en temel mirastır. Gelin yarınlarımızı hep birlikte kuralım diyoruz.

Buradan Türk halkına seslenmek isterim. Bu gelişmelerin barışla ve çözümle nihayetlenmesi zannetmeyin ki sadece Kürt halkına yarayacak. Kafalarımız karışık, yaşadığımız kimi tedirginlikler var. Çünkü bugüne kadar yaşanan bu süreçlerde resmi devlet ideolojisinin kurduğu sistem kafaların karışmasına sebebiyet vermiştir. Ama emin olun ki burada Kürt halkı kadar Türk halkı ve bu coğrafyada yaşayan diğer bütün halklar kazanacak. Bu bütün halkların ortak yaşam başarısının altına imza atmak olacak.

Hepimiz eşit kendi dilimiz ve inancımızla özgür yaşayabileceğimiz bir düzenin inşası olarak okunmalıdır bu süreç. Demokrasi ve eşitlik halkların alınması hiç bir halkı bölmez. Her halkın birbirine karşı saygısını, sevgisini ve birlikteliğini büyütür. Bir çağ kapanıp başka bir çağ açılırken biz DEM Parti olarak bu demokratik dönüşümü esas alan ortak bir geleceği kurmak için hazırız kolları sıvadık. Bizler barış yolunda adımlarımızı düşe kalka değil koşarak atacağız.

Sevgili Selahattin Demirtaş’ın dediği gibi barış ağacına bir damla su verme zamanı. Onlarca yıllık mücadelesiyle barış tohumunu fideye dönüştüren, büyük bir barış ağacı etrafında bizleri birleştiren, derleyen, toplayan, en ağır bedelleri ödeyen barış annelerine ben burada bir kez daha kendilerinin önünde saygıyla eğiliyorum. Bu sürecin en önemli sahipleri sizsiniz barış anneleri. Onlarca yıllık mücadeleyi veren, ağır bedeller ödeyen kadınlar sizlersiniz değerli analar.

Hep birlikte hem bedenimiz hem emeğimiz hem kimliğimizin hakları için 8 Mart’ta olacağız. Aynı zamanda Sayın Abdullah Öcalan’ın yaptığı bu çağrıya sahip çıkmak için 8 Mart’ta alanlarda olacağız. Ve önümüzdeki günlerde Newroz mitinglerinde olacağız. Newroz ateşini barış ve demokratik toplum için hep beraber harlayacağız.”

(Kaynak: Mezopotamya Ajansı)

Paylaşın

DEM Partili Önder: Öcalan’ın “Hapisten Çıkayım” İsteği Olmadı

PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısı sonrası başlayan sürece ilişkin konuşan Sırrı Süreyya Önder, “Sayın Bahçeli Meclis’te gelsin konuşsun, demişti. Hep arkasında durdu. Sayın Öcalan dedi ki ‘onu çok zorluyorlar, onun işini güçleştirmeyelim, ben Meclis’e gelmeyeyim, orada siz varsınız, ben buradan konuşurum’ dedi. Bir talebi oldu mu? Hayır ve asla! Bu işin hiçbir şartı yok. Ön şart ya da sonrasında bir şart yok” dedi.

DEM Parti’nin İmralı heyetinde yer alan İstanbul Milletvekili ve TBMM Başkanvekili Sırrı Süreyya Önder, Habertürk’te barış süreci ve İmralı ziyaretlerine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Sırrı Süreyya Önder’in açıklamalarından satır başları şu şekilde:

“Devlet Bey bire bir insan ilişkilerinde şu siyasi yaşamda gördüğüm haza en zarif insanlardan birisidir. Aslında insanlar da buna tanık oldu. Fakat hafıza-ı beşer nisyan ile malul. Efendim Ahmet Türk cezaevine alındığında açık açık beyan ederek; yani 2016-17 gibi tarihti. Orada gazetecileri topladı, Ahmet Bey’in behamahal tutuksuz olarak yargılanmasını söyledi. Nitekim bu iddiasının arkasında durdu. Nitekim Ahmet Abi’nin sağlık sorunları vardı, hala vardı. İmrali’ya gelirken ona bir dinamo oldu.

Ahmet Bey tutuksuz yargılanmaya başladı. Daha önce değişik adlarla kurduğumuz partilerin milletvekilleriyle her vesileyle tokalaşan, halini hatırını soran, yakınını kaybettiğinde taziye için mutlaka arayan ama siyaseten en sert şekilde tartıştığımız bir rakimizdi. Fakat bu asaleti Devlet Bey’den başka pek kimseden görmedik. Kendim cezaevine girdiğinde, Pervin Hanım üzerinden bana ‘geçmiş olsun’ mesajı göndermişti. Yapabileceği bir şey olup, olmadığını sormuştu.

Bu konuda farklı görüşüm vardı. 11 yıl önce dile getirmiştim. Birinci çözüm süreci sarsıntıya uğramıştı. O zaman bu meselenin Devlet Bey’le çözüleceğini söylemiştim. Bu işte ciddiyet ve samimiyet iki altın anahtar. Yaptığınız iş büyük iş. Canlar sözkonusu. Bir canın bütün dünya bir araya gelse giden canı geri getirmek mümkün değil. İkincisi zaman, taklidi yok. Akıp gider. Bıraktığı tahribat bir yanda. Böyle büyük işe kalkışanlar bununla doğru orantılı ciddiyet ve samimiyetin sahibi olmalılar. O anlamda bu lafı söyledim. Biraz da tanıdığım için Devlet Bey’i söyledim.

Bahçeli’nin çıkışı olduğunda biz sayın Cevdet Yılmaz, sayın Ahmet Türk, ben, sayın Bekir Bozdağ ve sayın Abdülhamit Gül’le beraber Şenyaşar ailesinin barışına vesile olmuştuk. Bunun yemeği yapılacaktı. Onun biçimi, yeri, zamanına dair toplantı halinde Meclis’teydik. Birdenbire ortalık kalkıştı. Korumaları Cevdet Bey’e telefon getirdi. Bekir Bey’i aramaya başladılar. ‘Efendim sayın Bahçeli konuşma yapmış’ dediler. Tutanakları geldi, okuduk, sarsıcı bir konuşmaydı. Defalarca okuduk, videosunu seyrettim. Onun üzerine o toplantı akamete uğradı.

Ahmet Türk’le benim odama geçtik. ‘Başka zaman toplanırız şu an büyük bir şey gelişti’ dedik. Odama oturduk, ilk defa asistan arkadaşım aradı ‘Sayın Bahçeli’nin makamından arıyorlar, görüşmek istiyor’ diye. ‘Buyrun bağlayın’ dedim. Diafona aldım, Ahmet Abi de dinliyordu. Sağlığımı sordu, ben de onun sağlığını sordum. ‘Barışı görelim ondan sonra Allah emanetini alsın’ dedim. ‘Olur mu efendim daha barış halayı çekeceğiz, kendinize kondurmayın’ dedi. “Çiviyi arşı alaya çaktınız, henüz değerlendirmeye boyumuz yetmiyor” dedim. Ahmet Abi ile sohbet ettiler. Karşılıklı kapattık. Sonra kendisini ziyaret ettik.

Benim bu görüşmeyi Devlet Bey açıklamadan açıklamam saygısızlık olur. İzlenimleri aktarabilirim. Kapı kapandıktan sonra iki farklı siyasi partinin mensupları değil de köy odasında toplanmış, birbirine azami saygı ve özen gösteren, özellikle Ahmet Abi ile Devlet Bey’i kast ediyorum, iki bilge kişinin hasbıhal etmesini izledik. O an çok önemli andı. Kürsülerde dinlediğimiz sloganize olmuş düşüncelerin arka planı, kaygıları, istekleri, reddiyeleri, talep ettiği, tahayyül ettiği şey hakkında coşkusunu, kararlılığını orada gördük. Üçümüz de saygıyla ayrıldık. Kendisi de büyük bir özenle, saygıyla ağırladı ve uğurladı.

Dinleyenler de bilsin. Zannediyorlar ki perde arkasında çok büyük şeyler olmuş. Erbakan rahmetli ile sayın Demirel’in anekdotu var. MC koalisyonu yıkıldı, yıkılacak, sekeratta kadayıfın altı kızardı kızaracak. Gözler Demirel ile Erbakan Hoca’nın buluşmasına kilitlenmiş. İçeri girdiler. 1,5 saat sonra çıktılar. Tek bir açıklama yapılmadı. Onlar aynı mektep arkadaşları. Daha sonra perde arkası anlatıldı. Sayın Erbakan rahmetli girdiğinde ‘Süleyman o kadar yorgunum ki, şu divana biraz uzanıp, uyuyayım’ demiş. 1 saat uyumuş.

Özellikle televizyonlarda vleda saplı her şeyi bilen insanlar çok komplo teorileri üretiyorlar. Bizim içinde olduğumuz hiçbir şeyde örtülü, gizli, saklı, pazarlıklı ne kendimize ne muhatabımıza yakıştırırım. Çünkü suç işlemiyoruz. Çok ulvi amaç için bir araya gelmişiz. Neyini gizleyeceğiz? Bir can bile söz konusu ise pazarlıktı, karşılığında şuydu, haya ederim öyle bir şeyin içinde olursam. Ne kendime ne evladıma ne arkadaşlarıma ne bu topluma hesabını veremem. Rutin güçlükler var. Türkiye’nin en büyük meselesinden bahsediyoruz. Sayın Öcalan’dan kiminle görüşmek ister meselesi iletildi. Pervin Hanım’la beni işaret etmişti.

“Özel’in yaklaşımına ve gayretine teşekkür etmek boynumuzun borcu”

Sayın Özgür Özel’e ben söylemiştim. Yeterince anlatamamışım sanırım. Bu arada sayın Özgür Özel’in yaklaşımı, duyarlığına, temkinli şerhlerine, gayretine teşekkür etmek boynumuzun borcu. Bu meselede kendisini gayet duyarlı, sorumlu yaklaşım içerisinde gördük her zaman. Ben bunun böyle adlandırılacağını bilmeden, bu bir süreçtir, her zaman kapı arkası diplomasisi yürür. Hini hacette lazım olacak mekanizmalardır bunlar.

Milletvekili olduğum günden beri partiden arkadaşlarımın beni davet etmesi, yeni bir süreç olmalı, partinin iki hafızası, bir arkadaşımız cezaevinde, birisi yurt dışında. Sayın Balüken ve sayın Demirtaş’a selamlarımı göndereyim. Sağlığım elverişli değildi. Geldik görüştük. Bu süreç olarak adlandırılamaz. Süreç iki taraf iradi olarak bir şeyi açıklar, onun adına süreç denir. Bu ilişkiler 1 yıldır yürüyordu dedim, Özgür Bey süreç gibi algılamış onun vebali ve sorumluluğu benimdir.

İmralı görüşmelerinde neler konuşuldu?

Bir görüşme ritüelimiz oluşmuştu. Normalde kendisi tokalaşır ve yer gösterir. Araya 10 yıl girmişti. Birbirimize sarıldık. Normalde böyle bir insan değildir, tokalaşır. Sarıldık, oturduk. Sağlığımı, cezaevi dönemimi ve arkadaşları sordu. Normalde biz bir aktarım yaparız. Dışarıda gelişmeleri anlatırız. Pervin Hanım başlar, sonra ben aktarırım. Sonra kendi fikirlerini söyler. Devlet yetkilileri de orada oturur. Zaman zaman sayıları değişir. Bu sefer bizi durdurdu.

‘Zamanımızı verimli kullanmamız lazım, merak ettiğim, soracağım şeyler var, aktarım yapmak istediğiniz farkındayım, bu sefer sadece ben konuşayım, daha sonra onları aktarırsınız’ dedi. Küçük müdahalelerin dışında mevzuya dahil olmadık. Şunu anlattı; mektubunda açıkladığı şeyin tarihsel, sosyolojik arkaplanını anlattı. Böyle bir şey yapmak istediğini. Bunun tarihsel olarak niçin gerekli olduğunu, felsefi olarak zemininin ne olduğunu, tarihsel olarak nereye yaslandığını gerekçelendirerek sondu.

Aslında Öcalan birinci çözüm sürecinde de bu noktadaydı. Oraya girersek uzun sürer. Bir yakınmamı söyleyeyim; insanlar çok vicdansızlar. Birinci sürecin akamete uğraması hakkında bin bir türlü tezvirat; yani bunu bir anne de izliyor. Evlatların canı üzerinden biz ya da başkaları böyle bir şey yapar mı hassasiyetine dikkat etmeden, bu ülkenin trajedisidir; eğitim sorunludur dershane açılır, sorun olan alanı ekmeğe bağlarsın. Burada tarihsel arka planı olan devasa mesele vardır. Tedbirler gelişirken kendi sektörlerini oluştururken bir müddet sonra elinde vledalı her şeyi bildiğini sanan insanlardan tut silah kaçakçılarına kadar ekmeğe bağlanır.

Bu mesele bağlanırlar, artık ekmeği olmuştur. Herhalde ufak ufak yaşlanıyoruz ondan mıdır nedir; insanın midesi kaldırmıyor. Bir halkı gözönüne getir, doğuştan sahip olduğu haklarını kullanmıyor, kullandırtılmıyor. İnsan devleti kendisinin devleti olarak görse savaşır mı? Bunları düşünmeden kolaycı departmanlara yerleştirir. İtiraz etmek yok, yaftalama var. Konforlu bir alan ortaya çıkıyor ve aklı selim ortadan kayboluyor. Çatışmalı süreçler kalbimize, gözümüze ve kulağımıza hasar veriyor. Kalp nasır bağlıyor, göz görmez, kulak işitmez oluyor. Böyle bir zamandan geçtik.

İlk görüşmede fesih ya da başka bir şey anlatmadı. Bu işi gerçekten kendisinin niye bu ihtiyacı hissetiği. Bir dünya, bölge, ülke analizini tarihselliği ile birlikte günümüze getirip tartıştı bizimle. Bahçeli’nin konuşmasıyla ilgili ‘Ciddi bir insandır, ne kast ediyor, bunu anlamaya çalıştım, sonunda çözdüm, sorumluluk sahibi, vicdan sahibi, ben de buna çok yüksek kıymet biçtim” dedi. “Yaklaşmakta olan, uluslararası ve bölgesel ölçekte bizi bekleyen akıbeti, faturasını, toplumsal maliyetini bizi ve çocukların ödeyebileceği ferasetini gördü ve buna yüksek değer biçtim” dedi.

Sayın Mesut Barzani de ilginçtir ‘3 gün düşündüm’ dedi. AK Parti de muhtemelen düşündü.

Sayın Bahçeli Meclis’te gelsin konuşsun, demişti. Dediğinden ricat edecek seciyede bir insan değil. Hep arkasında durdu. Sayın Öcalan dedi ki ‘onu çok zorluyorlar, onun işini güçleştirmeyelim, ben Meclis’e gelmeyeyim, orada siz varsınız, ben buradan konuşurum’ dedi. Bir talebi oldu mu? Hayır ve asla! Bu işin hiçbir şartı yok. Ön şart ya da sonrasında bir şart yok. Bunu bütün şerefimle söylüyorum.

Ben de ömrünü bu işe vakfetmiş bir barış emekçisiyim. Bu ugurda toprağın altına giden insanlar, yıllarca zindanda kalan, aşını, işini sağlığını kaybedenler var. Memleketin hassasiyetinin hepsini aynı kantarda tartarsak. Kürtler de soruyor. Birlikte kuracağız bu barışı. Birbirimizin ufkuna bakacağız. Bunun başka yolu yok. Şerefim üzerine temin ediyorum ki, bu işin pazarlığı ya da şartı yok. Ben de bu lafı kolay kolay kullanmam. Yarın gök kubbe altında ayan olmayan hiçbir şey yok.

Peki ne var? İşin gereklilikleri var. Bu adım atıldı. Bir bölümün sonucuydu çağrı metni. Çağrı bir şeyin başlangıcı gibi algılanıyor. Bir anlamda başlangıcı bir anlamda bir kısmının bitimi. Bundan sonra teknik, altyapı, hukuki, siyasi birtakım enstüramanlara ihtiyaç var. Bunu devlet yetkilileri sayın Öcalan’la konuşmuşlardır.

Bunlar da bu sürecin şartı değildir ama gereğidir. İlk aşama başarıyla tamamlandı. İlk aşama bu işin yüzde 50’sinden fazlasıdır. Kıymetli, stratejik, hayati olan en önemli kısmı burasıydı diyelim. Herkes bir irade beyanında bulundu. PKK, sayın Öcalan, güç kuvvet veren ülkeler irade beyanında bulundu. Devlet, hükümet nasıl karşılayacağına dair irade beyanında bulundu. Bundan sonrası bu süreci birlikte örme zamanı. ‘Ben bunu yaptım, sen de bunu yap’ diye ortalıkta çağrı enflasyonu var. Bunu da konuşacağız.

Bu iş ağır sorumluluktur. Çoluk çocuk işi değil. Bu insanlar divane. Akıl insanı terk ederse deli diyoruz. İnsan aklı terk ederse divane. Bu arkadaşlar akıldan vazgeçmişler, bu tür değerlendirmeleri yaparak. Bu cümle bir şerh cümlesi deği. Bu olursa bir şart cümlesi de değil. Üslup ve içerik olarak bunlardan ayrı bir yerde. Daha açık ve en bariz haliyle söyleyeyim; bu mektup belli tartışmaların, mutabakatların sonucunda son şekli verilmiştir. Türkiye’nin önündeki en az 100 yılı kuruyorsunuz. Her satırı dirhemle tartılmalı.

Yazının mimarisi, içeriği, fazlası, eksiği, üslubu, dili. Kimse kimseye dayatmak gibi zemin üzerinden yürümediği için, yürütülen çabanın sorumluluğu ile doğru orantılı olarak her şeyi ince ince düşünmelisiniz. Sayın Öcalan da böyle yaptı. Tartışıldı, itirazlar, öneriler oldu. Milletin gözden kaçırdığı ya da uğraşmadığı şey şu; bu anlama gelen cümle ve ruh zaten mektubun içinde var. Keşke metin analizi şevkiyle okumak zahmetine katlanılmıyor. Demokratik toplumun vurgusu olduğu yerde bu cümleler onun mütemmim cüzüdür.

Bu uzun prosedür. Bütün açıklığıyla söylüyorum; sayın Öcalan bunu eklemem lazım dedi. ‘Evet içerik olarak bir mani yok’ dediler. Mektupta mutabık kalmışız. Devlet yetkilileri önerdi. ‘Bir arkadaşımızdan isteyin, bu da sizin düşünceniz olarak orada derc edilsin’. Yani bu şerh, şart anlamına gelmiyor. Bunun tamamını okusaydık kimse bu paragraf üzerinden herhangi bir spekülasyon üretilecek miydi merak ediyorum. Hükümet de devlet de itiraz etmiyor o paragrafa.

“Ülke bölünürse kime ne kalır?”

Şerefimle söylüyorum, gizli bir gündem yok. Benim şerefim de ucuz bir şeref değildir. Binali Bey’in adına konuşamam. Bunun konuşulmasına ne mani? Bırakın bunu önerenler de olacaktır. Daha fazlasını önerenler de olacaktır. Ülke bölünürse kime ne kalır? Öcalan’ın ifadesiyle söyleyeyim 50 tane Gazze oluşur. Hep birlikte mahvoluruz. Sen kazansan ne, o kazansa ne? Bir de Allah kelamı değil. Bunu da bir insan evladı getirmiş. Lazımsa kullanırsın, değilse başka bir insan evladı başka bir şey önerir. Bu ülke parlamenter sistemden Başkanlık sistemine geçti? E ne oldu? Cıss diye yaklaşmamak lazım.

Herkes soruyor; ‘paradigma değişikliği ne?’ diye. Sayın Bahçeli’nin konuşmasına herkesin dikkatini çekmek isterim. Bu ülkede yıllardan beri Kürt her şeyi olabildi bir tek Kürt olamadı. Kürt kökenli gelebildiği en yüksek konum. Bu noktaya gelebilene kadar küfür yerine kullanılıyordu Kürdün adı. Rahmetli Şerafettin Elçi şöyle bir şey anlattı. Siyaset Meydanı’nda Ali Kırca’nın programında ‘Kürt’ lafı geçmiş. O günden sonra onu izler olmuş. Birbirlerini aramışlar, haber vermişler.

Böyle bir halkın psikolojisini küçücük anekdottan hesap edebilirsiniz. Önce yoktur dendi, sonra Türk’ün bayramıdır dendi, sonra kutlayabilirsiniz ama w ile yazamazsınız, v ile yazın dendi Nevruz için. Bir vali vardı, ateş yakıp, üstünden daire başkanları ile atladı. Bu halk 91-92’de bayramını kutlamak için 92 kişi hedef gözetilerek ateş edildi, katledildi.

Şimdi oradan peki ne değişti? Sayın Bahçeli o konuşmasında bu cumhnuriyet Türk ile Kürdün ortak cumhuriyetidir dedi. İşte sana paradigma değişikliği. Sayın Cumhurbaşkanı buna irade koydu. Aramızdaki siyasi rekabet, mücadele, diğer muhalefetle yürütülene benzemeyecek şekilde bedelli, sert cereyan etti. Halen de kısmen devam ediyor. Bu bir paradigma değişikliğidir. Varlığını tanımak çok önemli bir şeydir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin başlangıcından bahsediyoruz.

Ben ve bütün arkadaşlar. Demokratik Kürt siyasetinde emek vermiş, gelmiş geçmiş bütün arkadaşlarım, gözünü budaktan, sözünü dudaktan esirgeyen insanlar değiliz. Hepimizin vekilliği kadar hapishanede çile günleri var. Böyle patalojik kazılar yapmak yerine, bu ülke bölünmeyecek kardeşim. Bu ülke hepimize zimmetli. En çok bize zimmetli. Bize itham edildiği için. Bunu avucumuzun içinde saklamalıyız. Kendi adıma, partim adına saklıyoruz, saklayacağız.

Bunun sözünü buradan veriyorum. 17 senedir bu halk beni siyaset sahnesinde gördü, izledi, dinledi, yazılarımı okudu, filmlerimi izledi. Yediğimiz yok, içtiğimiz yok çileden başka. Türkiye’nin hepsi beni seviyordu sonra yarısı sövmeye başladı. Bu katlanmak zorunda olduğumuz bedeldir. Kendinize güveniyorsunuz, abdestine güvenenin namazından şüphesi olmaz. Bu ülkeyi bölmeyeceğiz, böldürtmeyeceğiz diye. ‘Sen şunu yap, ben bunu yapayım’ diye bir şey yok. ‘Biz’ olarak yapacağız.

Tartışacağız, kimisi hayata geçecek kimi geçmeyecek. Kimisinin günü bugün değil. En mesnetsiz iddialarda bulunan, komplo teorisi kafasında olan insanlara kadar hepsini azami saygıyla karşılıyorum. Çünkü düşüncemizden ve doğrultumuzdan eminiz. Kalbimiz elimizde geziyoruz, gelin katkı sunun. Acı yalnız bir yere tahsis edilecek bir şey değil. Herkes hiçbir kantarda tartılamaz acılar çekti. İnsanların cenazeleri sokaklarda kaldı. Birlikte ne yapabiliriz? Zor olan yapıldı.

Demirtaş – Bahçeli görüşmesi

Başak Hanım bir rahatsızlık geçirdi, ciddi bir rahatsızlıktı. Bir anlamda yaşamsal bir şeydi. Doktorlar ağır bir operasyona karar verdiler. Bütün mahkumlara tanınmış bir haktır. Bu çerçevede sayın Demirtaş’ın, başkanımızın, avukatları Adalet Bakanlığı’na müracaat ettiler. Ben ve Pervin Hanım sürecin hızlanması için devreye girdik. Sayın Cumhurbaşkanına arz edildi. Duyarlılık gösterdi. O gecenin sabahında 09.00 sularında sayın Demirtaş’ı ameliyatın yapılacağı hastanede hazır ettiler. Ameliyat olana kadar eşi hanımefendiye moral verdi.

Biz de Pervin hanımla ikisine moral verdik. Yüksek moralle ameliyata uğurladık. Doktorların hepsine teşekkür ediyorum. Hekimlerin ve o kattaki bütün personel seferber oldu. Hepsine Demirtaş ailesi ve bizler olarak teşekkür ediyoruz. Refakat eden güvenlik görevlileri çok zarif ve duyarlı davrandılar. Ameliyat başarıyla sonuçlandı. Ameliyat sonrası birkaç işlem daha yapılacak. İnanıyor ve güveniyoruz ki, Başak hanım tanıdığımız en güçlü kadın arkadaşlarımızdan, yoldaşlarımızdan birisidir. Bunu da göğüsleyecektir.

O esnada sayın Bahçeli beni aradı. Sayın Demirtaş’ın eşinin yanına getirildiğini duymuş. Daha önce kendisi ameliyat olduğunda sayın Demirtaş ona bir geçmiş olsun mesajı benim üzerimden iletmişti. Hem kendi geçmiş olsun hem de Selahattin Başkan’ın dileklerini kendisine iletmiştik. Çok mutlu oldu, çok teşekkür etti. Duyunca aradı, çok içten bir kısa sohbet geçti, şifa diledi sayın Bahçeli. Benim telefonumu diafona aldık. Başak hanıma şifalar diledi, Selahattin Bey’e bir ihtiyaç olup olmadığını sorma asaletini gösterdi. Tıbben ve hastane benzeri bir şey. İnşallah iyi günler güzel günler gelsin, sağlığınıza dikkat edin, dedi.

Selahattin Bey de aynı şeyleri diledi. Ben ve Pervin hanım, avukatlarla birlikte Başak hanımın sonuçları gelene kadar bekledik. Akşam 10 sularında Selahattin Bey’i tekrar cezaevine uğurladık. Bu insani boyutta. Orada gündemi konuşmayı ne sayın Bahçeli tenezzül eder ne sayın Demirtaş. Sayın Demirtaş süreç başladığında beri cezaevinde ve dışarıda bu çizgideydi. İçimizde en tecrübeli yoldaşlarımızdan birisidir. Süreç boyunca sayın Cumhurbaşkanına, sayın Bahçeli’ye, partimize, Pervin hanım ve bana sürekli avukatları üzerinden öneri, not, uyarıları, dikkat etmemiz gereken şeyleri kendisinden aldık. Sayın Cumhurbaşkanı, sayın Bahçeli ve sayın Öcalan’a mesajları oldu. Onları ilettik, aktardık.

Öyle soylu arkadaşlarımız var ki. Barış söz konusu olduğunda en büyük bedeli ödemiş insanlar şahsi şeylerini bir kenara bırakıyorlar. Babasını cezaevinde iken kaybetti. 8,5 senedir cezaevi. Annesi trafik kazası geçirdi, ölümden döndü. Kimse bize DEM, HDP, BBP’de siyaset yapacaklara cennet ve ihale vaadetmedi.

Zamanla olarak, ivme olarak, içtenlik olarak çok sarsıcı ve Türkiye’nin kendi tarihinde bir dönüm noktası oldu. Artık önümüzdeki 100 yılı konuşuyoruz. Sayın Cumhurbaşkanının irade vermesi, bunlar olmasaydı, bugün sizinle ben konuşsaydık yüzerce bozucu alandan bahsedecektik. Dün de vardı bugün de var. Ama bugün umudumuz ve zeminimiz var.

Ahmet Bey’le daha çok hasbıhal ediyorlar. Ahmet Abi pek telefon kullanmıyor, yeğeninin telefon numarasını verdim. Ortada bir sır gizem bir şey yok. Dünya iki hatır bir gönül. Birbirinin hatırını sormak. Aynı güneşin altındayız. Cami cemaatine ‘hakkınızı helal edin’ deniyor. Bir merhaba hakkı vardır. Halkımız altında bit yeniği aramasın. Bir dönem değişiyor. Birçok anlayış taca çıkacak. Tarafmış gibi düşünmesinler, kol kola girip birbirimizin ufkuna bakacağız. Günler o günler.”

Paylaşın

Pervin Buldan’ı Arayan Devlet Bahçeli: Elimden Geleni Yapacağım

PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın silah bırakma çağrısının ardından MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin kendisini aradığını söyleyen Pervin Buldan, Bahçeli’nin “Kendisi teşekkür etti ve bu süreçte elinden geleni yapacağını söyledi” dedi.

Devlet Bahçeli, Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’ı aramıştı.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Van Milletvekili ve İmralı heyeti üyesi Pervin Buldan, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile telefonda görüştüğünü, görüşmenin açıklamadan bir gün sonra gerçekleştiğini söyledi. Önümüzdeki dönemde DEM Parti ile AK Parti arasında bir görüşme olacağını belirten Buldan, tarihin henüz netleşmediğini aktardı.

Halk TV’de soruları yanıtlayan Buldan, “Öcalan’ın idamını isteyen, elinde iple dolaşan bir insanın sürece sahip çıkması, ‘Bu sürecin ilerleyebilmesi için elimden geleni yapacağım’ demesi çok önemli. 1 Ekim itibariyle yaşananların Bahçeli şahsında kıymetli olduğunu düşünüyorum. Bunu Öcalan da çok kıymetli buluyor” dedi.

Sırrı Süreya Önder’in açıklamanın ardından Abdullah Öcalan’a ilişkin nota da açıklık getiren Buldan, “Metne yazılmamıştı. Daha sonra devlet yetkilileriyle yaptıkları görüşmede bunda karar kılınmış. Ama dışarıya çıkıp yetiştirmek bir zaman alacağı için şifahen okundu” ifadelerini kullandı. Pervin Buldan ayrıca Umut Hakkı’nın pozitif etkisinin olacağını kaydetti.

Buldan, sürece ilişkin şunları söyledi: “Bence çok kıymetli bir dönem. Bu dönemi çok iyi değerlendirmek gerekiyor. Bu çağrı 40 yıllık çatışmalı bir sürecin sona ermesi demek. Bundan sonra çocuklarımızın, gençlerimizin hayallerinin yıkılmayacağı, yaşamlarını yitirmeyeceği bir dönemin kapılarını açtı. O yüzden herkesin sımsıkı sarılması gereken bir süreç ve herkes elinden geleni yapmalı.”

2015 yılındaki süreç ile bu dönemin karşılaştırmasının doğru olmadığını savunan Buldan, “Özellikle MHP’yi kastediyorum. Sayın Bahçeli’nin, Öcalan’ın idamını isteyen, elinde iple dolaşan bir insanın sürece sahip çıkması, destek vermesi ve ‘Sürecin ilerleyebilmesi için elimden geleni yapacağım’ demesi çok önemli” dedi.

Devlet Bahçeli görüşmesinde ne konuşuldu?

Bahçeli ile yaptığı telefon görüşmesini de aktaran Buldan, şunları söyledi: “Teşekkür etti. ‘Verdiğiniz emekten dolayı teşekkür ediyorum. Ayrıca metni sizin okumanızdan büyük bir memnuniyet duydum’ dedi. Teşekkür ettim. Hep birlikte sürecin ilerleyebilmesi için birbirimize katkı sunmamız gerektiğini ifade ettim. Elinden geleni yapacağını söyledi. Sadece beni değil, Sırrı Süreyya Önder’i, Ahmet Türk’ü ve Tuncer Bakırhan’ı aradı.”

Buldan sözlerini şöyle sürdürdü: “Biz şaşkınlığı şimdi değil, 1 Ekim’de yaşadık. O şaşkınlık yeni değil. 1 Ekim’de tokalaşma, 22 Ekim grup toplantısında yaptığı çağrı ve bizim kendisini ziyaretimizde söyledikleri… 1 Ekim itibariyle yaşananların sayın Bahçeli şahsında kıymetli olduğunu düşünüyorum. Sürece bu kadar destek vermesi önemlidir. Bunu Öcalan da çok kıymetli buluyor.”

Buldan ayrıca İmralı’da Abdullah Öcalan’ın “Sayın Bahçeli dönüştüyse herkes dönüşür” ifadesini kullandığını aktardı. Bahçeli’nin süreçteki tutumunu değerlendiren Pervin Buldan, “Türkiye’nin geleceği açısından artık herkesin şapkasını önüne koyup düşünmesi gereken bir dönem. Ortadoğu’da taşlar yeniden dizayn edilirken, Kürtlerin yıllardır yaşamış olduğu acılar, bedeller… Türk ve Kürtlerin birlikte yaşadığı bir coğrafyada artık buna ihtiyaç vardı. Bence sayın Bahçeli’nin girişimi de biraz bu minvalde” dedi.

Bundan sonraki sürece ilişkin değerlendirmelerde de bulunan Pervin Buldan, “Hızlı adımlar atılmalı. Umut Hakkı başta olmak üzere birçok değişikliğin, reformların, paketlerin hızla çıkması gerekiyor. Cezaevlerinde çok sayıda insan haksız ve hukuksuz şekilde kalıyor. Siyasetçiler başta olmak üzere binlerce insan cezaevlerinde. Toplumu rahatlatmak açısından hızla birkaç adımın atılması gerekiyor. Cezaevleri ve Umut Hakkı… Bunlar insanlar üzerinde büyük etki bırakır, pozitif anlamda söylüyorum. Bunlar yapılırsa tabii ki devamı gelir, farklı şeyler konuşulur” ifadelerini kullandı.

Belediyelere yönelik kayyum atamalarına dair de konuşan Buldan “Bunlar provokasyondur aslında. Bunlara iktidarın dikkat etmesi lazım. Öcalan, bu konuda çok öfkeli. Kayyum meselesini provokasyon olarak değerlendiriyor. İktidarın bu konuda daha duyarlı olması gerektiğini söylüyor, Öcalan. Biz de öyle düşünüyoruz” diye konuştu.

Buldan, HDK’ye yönelik operasyona da değindi, şunları söyledi: “Bunlar bence süreci sabote etmeye çalışan kesimlerin girişimleri. O yüzden önüne geçmek lazım. Hem soruşturmalar hem tutuklamalar hem kayyumlar… Bunlar sürece zarar verir. Bir an önce bu yanlıştan dönülmesi gerekiyor.

Suriye tabii önemli. Başından beri önemliydi. Şimdi de önemli. Bununla ilgili henüz netleşen şeyler yok açıkçası. Türkiye, nasıl bir tavır tutunur bilmiyoruz ama Ortadoğu’da Kürtlerin geleceğinin ve Kürtlerle birlikte hareket etmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Suriye, bunların başında. Kürtlere sahip çıkmak lazım Suriye’de. Asla Kürtleri yalnız bırakmamak lazım. Türkiye, Kürtlerle birlikte hareket ederse kazanır. Kaybeden Türkiye olmaz.

Sırrı Süreyya Önder’in Abdullah Öcalan’a atfen okuduğu nota ilişkin soruyu yanıtlayan Pervin Buldan, şunları kaydetti: “Öcalan, bunu şifahen söyledi. O, metne yazılmamıştı. Daha sonra devlet yetkilileriyle yaptıkları görüşmede bunda karar kılınmış. Ama dışarıya çıkıp yetiştirmek bir zaman alacağı için şifahen okundu. Orada bir sıkıntı yok aslında. Üzerinde mutabakat sağlanmış bir paragraf. Hızla adımların atılması gerekiyor. Yasal ve hukuki düzenlemelerin bu işin ilerlemesi için olmazsa olmaz bir şey olarak görülmesi gerekiyor. O cümleden bu anlaşılıyor.”

Paylaşın

DEM Parti: Devlet Bahçeli, Selahattin Demirtaş İle Görüştü

Partisinin genel merkezinde basın mensuplarına açıklamalarda bulunan DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin Selahattin Demirtaş’ı aradığı iddialarına ilişkin soruya şu şekilde yanıt verdi:

“Partiler arası diyalog, liderler arası diyalog bizim bugüne kadar savunduğumuz şeyler. Teyit ediyorum görüşmeleri. Hem Ahmet Türk ile hem de Selahattin Demirtaş ile yapılan görüşmeleri teyit ediyorum.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Sözcüsü Ayşegül Doğan, partisinin genel merkezinde devam eden Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısındaki gündeme dair açıklamalarda bulundu. Ayşegül Doğan’ın açıklamalarından öne çıkan bölümler şöyle:

“Parti olarak ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın hayata geçmesi için en hızlı bir şekilde hayata geçmesi için tüm yapmamız gerekenleri yapmaya hazır olduğumuzu, bu konuda inisiyatif almaktan kaçınmayacağımızı defaatle burada söyledik. Şimdi dünden daha büyük bir kararlılıkla yine sizlerle bu çağrının gereklerinin yerine getirilmesi ve bundan sonraki sürecin hızlı bir şekilde işletilebilmesi için DEM Parti olarak memnuniyet verici bir şekilde görev, sorumluluk ve inisiyastif almaya hazır olduğumuzu kararlılıkla tekrar ifade ediyorum.

Yalnızca Türkiye’nin değil dünyanın çeşitli yerlerinden Sayın Öcalan’ın çağrısına ilişkin açıklamalar geldi. Burada çokça yaptık bu tespiti bir daha yapalım. Hayat bizi doğruladı partimizin yaptığı şu tespiti doğruladı. Sayın Öcalan’ın Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı dünyada yankılanan bir çağrıya dönüştüyse bu Kürt meselesinin Türkiye’de demokrasi sorununun yalnızca Türkiye ile sınırlı bir mesele olmadığını bir kez daha göstermiş oldu.

Sözünü ettiğimiz çağrı demokratik siyaset kanallarının açılması ve genişlemesi çağrısıdır. Barışa açılan bu çağrıda hızla koşar adımlarla ilerlemek gerekiyor ki riskler ortadan kaldırılabilsin.

Bu açıklamanın muhatabı bu nedenle demokrasi, çözüm ve barıştan yana olan herkes. Elbette iktidar ve devlettir. Sayın Öcalan’ın çağrısı son derece açık, son derece yalın, son derece sadece bir biçimde ifade edilmiş. Daha önce yine burada konuşmuştuk, Urfa Milletvekilimiz Ömer Öcalan İmralı adasına gidip geldikten sonra kamuoyu ile paylaştığımız mesajda da söylemiştik, üç satır gibi görünen bu üç cümle içinde çok şey barındırıyor demiştik. İşte bu sade ve yalın ve son derece açık, hiçbir tartışmaya mahal vermeyecek kadar açık olan çağrıda da özetle çok şey olduğu gibi en başa çekeceğimiz çok önemli bir şey var. Kaçırılmaması gereken bir fırsat bu. Bu fırsat için önemli destek mesajları geldi.

Tüm bu açıklamalar içinde günlerdir tartışılan bir başka kritik tarihi açıklama daha var. Ne tartışılıyordu? Acaba Sayın Öcalan’dan bir çağrı gelirse Kandil buna uyar mı, uymaz mı, örgütü ne diyecek, öyle mi der böyle mi der? Buna ilişkin sayısız spekülatif haber yapıldı. Hep birlikte izledik takip ettik yer yer muhatabı olmamamıza rağmen bu sorular bizlere de yöneltildi. Ama şimdi PKK’den de bir açıklama geldi. Ne dedi PKK, ‘ateşkes ilan etti’ tüm silahlı güçlerine. DEM Parti olarak bu açıklamayı çok memnuniyet verici bulduğumuzu ifade etmek isteriz. Bu fırsatı güçlendiren bir açıklama bu.

Bu açıklamanın da önemli bir adım olarak değerlendirilmesi gerektiğini ve hiç lafı eğip bükmeden doğrudan söylemek durumundayım. Devlet ve iktidarın da söz konusu koşulların sağlanabilmesi için gerekeni yapması gerekiyor. DEM Parti olarak çağrı yapıyoruz. Hız önemli, zamana yaymamak önemli. O nedenle yapılması gereken her şey bu Barış ve Demokratik Toplum Çağrısının hayata geçmesi için yapılmalıdır.

Bunları öngörebilen bir siyasi parti olarak meclis zemini, parlamento ne yapabilir? DEM Parti İmralı Heyeti ilk görüşmelere İmralı’da Sayın Öcalan’la görüştükten sonra parlamentodan başladı. Bu istişareler orada başladı ve orası adres gösterildi birçok kesim tarafından. Onlarca yıldır adres gösteriliyor ve olması gereken önemli zeminlerden biri. Ne yapmalıyız? Hepimizin ihtiyaç duyduğu hukuk, hak ve özgürlükler, demokrasi ve adalet düzeninin herkes için işlemesi. Yani demokratik hukuk ilkelerinin hayata geçmesi. İşte parlamento bunu sağlayabilecek bir zemin.

Açık, kanayan, onlarca yıldır kanamakta olan bu yarayı açıkta bırakmamak gerekiyor. O yüzden de bu fırsata çok hızlı bir biçimde bir takım yasal çerçevelerle somut adımlarla yanıt vermek gerekiyor ki kaygılar ve endişeler ortadan kalksın. Riskleri ortadan kaldıracak olan bu sadeliğe aynı sadelikle yanıt vermektir. Böyle bir iradeyi ortaya koymak bunu da bir takım yasal düzenlemeler için değerlendirmektir.

Barışın ve çözümün olmazsa olmaz isimlerinden liderlik gücünden çok bahsettik. Yıllardır dedik ki çözümün ve barışın adresi Sayın Öcalan’dır esas muhataptır İmralı adasının kapılarını açın ve nelerin değişeceğini, nelerin değişme ihtimali olduğunu hep beraber görelim. Henüz kapılar tam açılmadan henüz Sayın Öcalan’ın fikirleri toplumla özgürce buluşmadan dahi Türkiye’de iklim değişmeye yüz tuttu. Hep beraber barış ihtimalini ve demokratik çözüm ihtimalini konuşuyoruz. Eşit özgür adil bir ülkede hep beraber kazanma ihtimalini konuşuyoruz.

Hepimizin yapabilecekleri var öyle yaparsak böyle mi olur bunun altında bu çıkar, kapalı kapılar ardında acaba bir takım pazarlıklar mı oluyor bu pazarlıkların sebebi bu sistemi bu rejimi kalıcı hale getirmek mi kandırıyorlar mı kanacaklar mı tartışmaları gönüllü bir körlük olabilir ancak. Tüm Türkiye kamuoyuna DEM Parti olarak bir daha sesleniyoruz. Farklı bir pencereden bakalım ezberleri bozalım. Gönüllülüğü savaşın sona ermesi için devreye koyalım buna gönül indirelim. Çünkü asıl yapılması gereken budur bu gönüllü körlükten vazgeçmek bu siyasi çıkar çerçevesinden uzak durmaktır.

8 Mart’ta kadınlarla buluşturmaya hazırlanıyoruz. Bu sabah Kadın Meclisi Sözcümüz de açıklama yaptı ve bu çağrıyı kadınlar olarak güçlü bir biçimde sahiplendiğimizi buradan ifade etti. 21 Mart geliyor, Newroz geliyor. Newroz’a da bu coşkuyla, bu umutla hazırlanıyoruz. Yani DEM Parti olarak önümüzdeki günlerde yeniden sahaya iniyoruz. Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı halk buluşmaları yapacağız. Tam 101 merkezde, İzmir’den Şırnak’a, Hakkari’den Manisa’ya, Trabzon’dan Ankara’ya İstanbul’a her yere uzanmaya çalışacağız. Herkese anlatmaya çalışacağız. Neyi anlatacağız, barışı anlatacağız. Niye anlatacağız, çünkü birlikte inşa etmemiz gereken bir yeni döneme giriyoruz. Hepimiz için yeni bir sayfa açılıyor. Aralanan bu kapıdan, açılan bu sayfayı birlikte dolduralım, birlikte yazalım. Herkesin yapabilecekleri olduğu gibi hepimiz şunu hep aklımızda tutarak yapmalıyız.

Bahçeli, Demirtaş ve Ahmet Türk ile görüştü

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Selahattin Demirtaş’ı aradığı iddialarına ilişkin soruya yanıt veren Doğan, şunları söyledi: “Partiler arası diyalog, liderler arası diyalog, bizim bugüne kadar zaten savunduğumuz şeyler. Dolayısıyla bu diyalog ve temas memnuniyet verici bir şey. Teyit ediyorum bu arada bu görüşmeleri. Hem Demirtaş’la yapılan görüşmeyi, hem Ahmet Türk ile yapılan görüşmeyi teyit ediyorum. Ayrıca içerde olmaması gereken siyasetçiler bugün içerideler hala. İçerde olmaması gereken gazeteciler hapiste.

İçerde olmaması gereken yazarlar hapiste. İçerde olmaması gereken aktivistler hapiste. O kadar çok ki. Belediye eşbaşkanları hapiste. Hasta tutsaklar var hapiste. İleri yaşta ama hala içerde tutulan tutsaklar var hapiste. Cezaevi Gözlem ve İdare Kurulları’nın uyguladığı bir zulüm var hapishanelerde süren. Bunlar olmaması gereken şeyler. Yeni bir dönemden bahsediyorsak, yeni bir sayfadan bahsediyorsak ki biz buna inanıyoruz, evet yeni bir dönem başlıyor tüm Türkiye halkları için ve Ortadoğu halkları için. Bu yeni dönemi daha da kıymetlendirecek olan şey, insanların özgürce konuşabildikleri, örgütlenebildikleri, görüşlerini ifade etmekten çekinmedikleri ve gönüllülüklerini, aidiyetlerini arttırabilecekleri duyguları yaratabilecek uygulamalardır.”

Paylaşın

Bakırhan’dan Süreç Açıklaması: Siyasi Ve Hukuki Düzenlemeler Yapılmalı

Abdullah Öcalan’ın çağrısı sonrası sürece ilişkin konuşan Eş Genel Başkan Tuncer Bakırhan, “Çağrının somut adımlara dönüşmesi, siyasi ve hukuki düzenlemeler artık kaçınılmazdır. Çağrı sonrası örgüt olumlu ve pozitif bir cevap verdi. Artık hukuki ve siyasi düzenlemeler de bir an önce hayata geçirilmelidir. Ertelenmemelidir” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin (DEM Parti) yetkili kurulları, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısı sonrası toplanma kararı aldı. Eş Genel Başkan Tuncer Bakırhan, partisinin Balgat’ta bulunan genel merkezinde Parti Meclisi (PM) ve il eş başkanlarının katılımıyla gerçekleştirilen toplantı öncesi konuştu.

Öcalan’ın çağrısından bahseden Bakırhan, “50 yıldır süren çatışma zemininden çıkılmasını ve demokratik bir zeminde sorunların diyalog ve müzakereyle tartışılarak çözülmesine dönük bu çağrı önemliydi, olumluydu” dedi. “Çatışmaların sürdüğü coğrafyamızda çatışmasız, şiddetsiz, savaşsız bir sürecin işaret edilmesi çok değerlidir, kıymetlidir önemlidir” diye konuşan Bakırhan şöyle devam etti:

“Biz bu çağrıya çok büyük anlam ve kıymet biçtik. Çağrının ismi de çok önemli: ‘Barış ve demokratik toplum’ çağrısı. Biz de bu çağrıdan sonra ilk toplantımızı yapıyoruz. Çünkü çağrı aynı zamanda bir değişimi, dönüşümü sadece iktidarın önüne koymuyor, aynı zamanda siyasi partilerin, bizim, hepimizin önüne koyuyor. Yeni dönem aynı zamanda bir değişim ve dönüşüm dönemi olacak.

Bir bütünen DEM Parti olarak sürece uygun eylem etkinlikler yaparak bu sürecin toplumsallaşması, doğru anlaşılmasını, layıkıyla istenilen aşamaya gelmesi için de bir tartışma yürüteceğiz.

Bugün de Parti Meclis üyemizi çözüm ve barış umudunu büyütmek için topladık. Nasıl katkı sunacağımızı belirleyeceğiz. Ama bir şeyin de altını çizmekte yarar var. Bugün barışı mümkün kılan, bu barış sürecini mümkün kılan ve bugün aramızda olmayan, emek vererek, bedel ödeyerek bizleri bugünlere getiren bütün yol arkadaşlarımızı, canlarımızı saygı ve minnetle anıyoruz.

Türkiye halkları bu acılardan sonra onurlu bir barışı fazlasıyla hak ediyor. Onurlu bir barış bu topraklara kesinlikle gelmeli. Sayın Öcalan’ın çağrısı da acı dolu geçmişe yapılan cesur ve tarihi bir müdahaledir. Kangrene dönüşmüş acıya yol açmış Kürt Türk ilişkilerini yeniden düzenlemek istiyor, bunun düzenlenmesi için yeniden bir adım atıyor. Bu çağrı kesinlikle boşta kalmamalı uzatılan el havada kalmamalı. Bunun için hepimize en fazla da PM’mize görev düşüyor. Muhalefete görev düşüyor. İktidara görev düşüyor. Bu çağrı sadece bir çağrı olarak kalırsa yazık olur. Anlamına, önemine denk bir duruş her birimizin göstermesi gerekiyor.

Çağrının somut adımlara dönüşmesi, siyasi ve hukuki düzenlemeler artık kaçınılmazdır. Çağrı sonrası örgüt olumlu ve pozitif bir cevap verdi. Artık hukuki ve siyasi düzenlemeler de bir an önce hayata geçirilmelidir. Ertelenmemelidir. Önüne kimi bahaneler konulmamalıdır. Bu konuda Meclis’e tarihi bir rol düşüyor. Belki Meclis son 50 yılda çok önemli rol oynamayla karşı karşıyadır. Bu çağrının bir muhatabı da Meclis’tir. Adımların atılması yasal anayasal düzenlemeler için Meclis çok önemli bir zemindir. Umarım önümüzdeki günlerde Meclis de bu konuda bir yol alır ve bu çağrıya uygun düzenlemeleri yapar.

Yeni bir hikaye yazma dönemindeyiz. Çatışmaların olmadığı insanların yaşamlarını yitirmediği bu ülkenin enerjisinin, ekonomisinin boşa harcanmayacağı, bir arada eşitçe yaşayacağımız bir hikayeyi yazmak bugün daha mümkündür. Onun için çok kıymetlidir.

Bunları da layıkıyla yerine getirmek için dünden daha fazla çalışması gerekenler bugün bu salonda oturan siz değerli PM üyeleri ve il eş başkanlarımızdır. 50 yıldır acılar yaratan, ülkeyi çürüten bir sorunun silahlı ve çatışmaların ortadan kalkmasını sağlayacak bu çağrının neyine itiraz edilir niye karşı çıkılır? Bunu anlamakta gerçekten güçlük çekiyorum. Olsa olsa bunun tek bir sebebi olabilir. Demek ki bu çatışmalı ve acılı süreçten birileri palazlanıyor rant yiyor.

Hiç kimsenin ama hiç kimsenin bu süreci heba etme gibi bir lüksü yoktur. Bu süreç heba edilmemelidir. Çağrı, demokratik Türkiye isteyen herkese büyük sorumluluklar yüklüyor. Bu sorumluluktan kimse kaçmasın. ‘Demokratik Türkiye’ deyip sonrasında çeşitli gerekçeler ve bahanelerle bu sürecin ilerlemesinin önünde engel olmak gerçekten Türkiye halklarına yapılacak en büyük kötülüktür.

Çağrıyı dar, partisel çıkarlar, grupsal çıkarların önüne koymak da aslında bu ülkeye yapılacak en büyük kötülüktür. Ortak geleceği esas alan bir çağrı alkışlanır, desteklenir. Bu çağrı heyecanlandırır. Ülkenin çatışmasız bir zeminde siyaset yapmasını sağlayacak bu çağrı kesinlikle desteklenmesi gerekiyor. Barış hepimize kazandıracaktır.

Evet Kürtlere de kazandıracak. Çünkü en büyük zulmü, en büyük anti demokratik uygulamaları yaşayan Kürtlerdir. Sadece Kürtlere kazandırmayacak, eşit yurttaş olmak isteyen Alevilere, diğer inançlara kazandıracaktır, emekçilere kazandıracaktır. Çünkü bu ülkenin 3-4 trilyon doları savunma ve güvenliğe harcanıyor.

İşte bu barışın gelmesiyle birlikte aynı zamanda bu savunmaya, şiddete çatışmaya ayrılan bütçe de emekçiye, emeklilere, toplumun dört bir yanına harcanacak ve ülke kazanacaktır. Ülkemiz hep çoklu krizlerle tarif ediliyor. İlk defa çoklu krizlerle değil, çoklu kazançlarla anılacak, tartışılacak bir sürecin başlangıcındayız. Çoklu krizler yerine çoklu kazançların olacağı bir süreci birlikte yaşayacağız. Çağrıya sahip çıkmak gerçek Türkiye vatanseverlerinin ve yurtseverlerinin görevidir.

Devlet Bahçeli’ye çağrı

Bir kandırmaca oyalama süreci değilse, klasik ve klişe laflarla muhataplarına hitap eden dilin terk edilmesi lazımdır. En baştan en sona kadar herkese bunu söylemek istiyorum. En fazla da iktidara ve mensuplarına söylemek istiyorum. Yine Bahçeli’nin çağrıya ve PKK’nin tutumuna ilişkin vurguları kıymetli buluyoruz. Dün açıkladı. ‘Bu çağrıyı kundaklamaya izin vermeyeceğiz’ dedi. Kıymetliydi.

Evet izin vermemenin yolu kardeşlik hukukunu koruyacak demokratik ve hukuki güvencelerdir Sayın Bahçeli. O yüzden hukuki güvencelerin bir an önce hayata geçirilmesi gerekiyor. Çünkü uzayan her süreç enfekte olmaya müsaittir. Geçmişte de görüldü dünya deneyimlerinde de görüldü. Bu süreç uzatılarak enfekte edilmemelidir. Hepimize düşen en büyük sorumluluklardan biri budur.  Konuşmanın ardından toplantı basına kapalı devam etti.”

Paylaşın

DEM Parti’den PKK’nın Ateşkes Kararına İlişkin İlk Açıklama: Memnuniyet Verici

DEM Partili Gülistan Kılıç Koçyiğit, PKK’nin ateşkes kararına ilişkin yaptığı açıklamada, “Tek taraflı ateşkes ilan etmiş olmaları, herhangi bir sıcak çatışma dışında, meşru savunma dışında bir şey yapmayacaklarını ifade etmiş olmaları, bu adımı hızla pratikleştireceklerinin açık ve net göstergesi. Bu anlamıyla oldukça memnuniyet verici” dedi.

Haber Merkezi /Abdullah Öcalan’ın silah bırakma ve kendini feshetme çağrısına yanıt veren PKK, 1 Mart Cumartesi gününden itibaren geçerli olmak üzere ateşkes ilan ettiğini duyurdu.

PKK, “Yurtsever Halkımıza ve Demokratik Kamuoyuna” başlıklı yazılı açıklamasında, üzerine “saldırı olmadıkça hiçbir gücümüz silahlı eylem yapmayacaktır” ifadelerine yer verdi. Açıklamada, Kongreyi toplamak için “hazır” olduklarını belirterek, “uygun güvenlikli ortamın oluşması ve kongrenin başarısı için de [Öcalan’ın] bizzat yönlendirmesi ve yürütmesi gerektiğini” belirtildi.

Açıklamada, Öcalan’ın çağrının “başarıyla hayata geçmesi için”, örgüt liderinin “fiziki özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşması, arkadaşları dahil istediği herkesle engelsiz ilişki kurabilmesi gerekir. Bunun gereklerinin devletin ilgili kurumları tarafından yerine getirileceğini umut ediyoruz” denildi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, Halk TV’de yayınlanan Hafta Sonu Sabah programında PKK’nın ateş ilanına ilişkin konuştu. Gülistan Kılıç Koçyiğit, konuşmasında şu ifadelere yer verdi:

“Öncelikle şöyle, şunu söyleyelim. 21-22 Ocak 2025’te İstanbul’da Sayın Öcalan’ın mesajını okuyan heyetimiz, yani bu mesajın kendisi tarihi nitelikteydi. Biz asrın mesajı demiştik. Bugün o tarihi çağrıya tarihi bir yanıt geldi, PKK tarafından. O anlamıyla çağrının içeriğine tamamen katıldıklarını gereğini yapacaklarına dair açıklamanın kendisi gerçekten çok önemli. Bu, bunun altını çizmemiz gerekiyor.

Yine bunun ilk adımı olarak da ateşkes ilan etmiş olmaları, tek taraflı ateşkes ilan etmiş olmaları, herhangi bir sıcak çatışma dışında, meşru savunma dışında bir şey yapmayacaklarını yine kamuoyuna ifade etmiş olmaları da bu adımı hızla pratikleştireceklerinin açık ve net göstergesi. Bu anlamıyla oldukça memnuniyet verici.

Acaba PKK ne der, Öcalan’ı dinler mi gibi bazı kaygılar, soru işaretleri ve yer yer de bazı farklı tartışmalar vardı. Bu tartışmalara noktayı koyması açısından da bu açıklamanın çok önemli olduğunu düşünüyorum açıkçası. Çünkü bizatihi her türlü gereğini yapmaya hazır olduklarını söylüyorlar ve bu sürecin yürütülmesi açısından da Sayın Öcalan’ın iletişimini, kongreyi toplama ve örgütün lağvedilmesi meselesinde bizzat sorumluluk alması gerektiğini, bu süreci onun yürütmesi gerektiğine dair de belirlemeleri var.

Bu da konuştuğumuz, tartıştığımız tecrit meselesi ya da sürecin yürümesi için koşulların oluşturulması sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarının oluşturulması meselesini işaret ediyor. Hani benim ilk elden çağrıdan gördüğüm, önemli bulduğum mesajlar bunlardır açıkçası.

Bu kadar büyük tarihi adımlar atılırken bu kadar büyük tarihi çağrılar yapılırken bunların karşılıksız kalması beklenemez tabii ki. Çünkü bu çağrı özünde PKK’nin silahsızlandırılması, PKK’nin feshedilmesini içerse de aynı zamanda başka bir şeyi söylüyor. Devletin demokratikleşmesi, devletin demokrasiye duyarlı hale gelmesi, devletin ülkede yaşayan bütün halkları, bütün inançları, bütün kimlikleri içerecek bir demokratik sistemi kurması yani bir demokratik cumhuriyetin inşası çağrısı aynı zamanda.

“Meclis bu konuda hızla adım atmalı, sorumluluk almalı”

Toplumun, bütün Türk halklarının rızasını almak, hassasiyetlerini gözetmek, toplumun rızasıyla bu yol, işi yürütmek gerekiyor. Bu anlamıyla bu, bunu çok önemsiyoruz. Diğeri bütün siyasi partilerin gerçekten bu sürece katkı koyabilecekleri bir mekanizmanın kurulması. Hiç kimsenin kendisini bu sürecin dışında hissetmemesi. Herkesin bu süreci kendi süreci, bu barışı kendi barışı, bu çözümü kendi çözümü olarak hissedeceği, sözünü söyleyeceği, önerisini yapabileceği bir mekanizmanın da hızla kurulması gerekiyor. Bu da Meclis’e bir sorumluluk yüklüyor. Meclis bu konuda hızla adım atmalı, sorumluluk almalı.”

Paylaşın

Abdullah Öcalan: Tüm Gruplar Silah Bırakmalı Ve PKK Kendini Feshetmeli

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Heyeti’nin, İmralı’da PKK Lideri Abdullah Öcalan ile üçüncü görüşmesi sona erdi. DEM Parti Heyeti, İstanbul’da bir basın toplantısı düzenledi.

Haber Merkezi / Basın toplantısında kısa bir konuşma yapan Sırrı Süreyya Önder’in salondakilere ‘Hazır mıyız?’ diye sormasının ardından arkadaki ekrana İmralı’da çekilen Abdullah Öcalan ile fotoğraf yansıtıldı.

Önder, konuşmasına “Barışa omuz veren ve bunun için bedel ödeyen, omuz veren herkese” teşekkür ederek başladı. Cumhurbaşkanı’na, Bahçeli’ye ve Özel’e ve muhalefet liderlerine de teşekkür eden Önder, “Sayın Öcalan mesajını paylaşmak üzere bize verdi. Tarihin olumlu kırılma noktasındayız” dedi.

Açıklamanın Kürtçesini Ahmet Türk okuduktan sonra Türkçesini Pervin Buldan aktardı. Öcalan çağrısında PKK’ya seslenerek “Sayın Devlet Bahçeli’nin yaptığı çağrı, Sayın Cumhurbaşkanın ortaya koyduğu iradeyle diğer siyasi partilerin malum çağrıya dönük olumlu yaklaşımlarıyla oluşan bu iklimde silah bırakma çağrısında bulunuyor ve bu çağrının tarihi sorumluluğunu üstleniyorum. Varlığı zorla sona erdirilmemiş her çağdaş cemiyet ve partinin gönüllü olarak yapacağı gibi devlet ve toplumla bütünleşme için kongrenizi toplayın ve karar alın; tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir” dedi.

Abdullah Öcalan’ın yaptığı çağrının tam metni şöyle: “PKK; tarihin en yoğun şiddet yüzyılı olan 20. asrı, iki dünya savaşı, reel-sosyalizm ve dünya genelinde yaşanan soğuk savaş ortamları, Kürt realitesinin inkarı, başta ifade olmak üzere özgürlükler konusunda yasaklardan kaynaklı oluşan zeminde doğmuştur.

Teori, program, strateji ve taktik olarak yüzyılın reel-sosyalist sistem gerçeğinin ağır etkisinde kalmıştır. 1990’larda reel-sosyalizmin iç nedenlerle çöküşü ve ülkede kimlik inkarının çözülüşü, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler, PKK’nin anlam yoksunluğuna ve aşırı tekrara yol açmıştır. Dolayısıyla ömrünü benzerleri gibi tamamlamış ve feshini gerekli kılmıştır.

Kürt-Türk ilişkileri; 1000 yılı aşan tarihler boyunca Türkler ve Kürtler, varlıklarını sürdürmek ve hegemonik güçlere karşı ayakta kalmak için gönüllülük yönü ağır basan, hep bir ittifak içinde kalmayı zorunlu görmüşlerdir.

Kapitalist modernitenin son 200 yılı, bu ittifakı parçalamayı esas gaye edinmiştir. Etkilenen güçler, sınıf temelleriyle birlikte buna hizmeti esas bellemişlerdir. Cumhuriyetin tek tipçi yorumlarıyla birlikte bu süreç hızlanmıştır. Günümüzde çok kırılgan hâl alan tarihsel ilişkiyi, kardeşlik ruhu içinde inançları da göz ardı etmeden yeniden düzenlemek esas görevdir.

Demokratik toplum ihtiyacı kaçınılmazdır. Cumhuriyet tarihinin en uzun ve kapsamlı isyan ve şiddet hareketi olan PKK’nin; güç ve taban bulması, demokratik siyaset kanallarının kapalı olmasından kaynaklanmıştır.

Aşırı milliyetçi savruluşunun zorunlu sonucu olan; ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır.

Kimliklere saygı, kendilerini özgürce ifade edip, demokratik anlamda örgütlenmeleri, her kesimin kendilerine esas aldıkları sosyo-ekonomik ve siyasal yapılanmaları ancak demokratik toplum ve siyasal alanın mevcudiyetiyle mümkündür.

Cumhuriyetin ikinci yüzyılı ancak demokrasiyle taçlandırıldığında kalıcı ve kardeşçe bir sürekliliğe sahip olabilecektir. Sistem arayışları ve gerçekleştirmeler için demokrasi dışı bir yol yoktur. Olamaz. Demokratik uzlaşma temel yöntemdir.

Barış ve demokratik toplum döneminin dili de gerçekliğe uygun geliştirilmek durumundadır.

Sayın Devlet Bahçeli’nin yaptığı çağrı, Sayın Cumhurbaşkanın ortaya koyduğu iradeyle diğer siyasi partilerin malum çağrıya dönük olumlu yaklaşımlarıyla oluşan bu iklimde silah bırakma çağrısında bulunuyor ve bu çağrının tarihi sorumluluğunu üstleniyorum.

Varlığı zorla sona erdirilmemiş her çağdaş cemiyet ve partinin gönüllü olarak yapacağı gibi devlet ve toplumla bütünleşme için kongrenizi toplayın ve karar alın; tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir.”

Metnin kamuoyu ile paylaşılmasının ardından, kapanış konuşması yapan Sırrı Süreyya Önder, Sayın Öcalan’ın çağrıya ilişkin şu notunu paylaştı: “Bu perspektifi ortaya koyarken, şüphesiz ki pratikte silahların bırakılması ve PKK’nin kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir.”

Heyette, daha önceki ziyaretleri yapan DEM Parti milletvekilleri Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan’ın yanı sıra, yerine kayyum atanan Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk, DEM Parti Eş Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, Öcalan’ın avukatı Faik Özgür Erol ve DEM Parti milletvekili ve Öcalan’ın geçmişte avukatlığını yapmış Cengiz Çiçek yer aldı.

Ne olmuştu?

MHP lideri Bahçeli’nin Ekim 2024 tarihinde PKK lideri Abdullah Öcalan’a, örgütü lağvetmesi koşuluyla, “umut hakkı için başvurması ve TBMM’de DEM Parti Grup toplantısında konuşması” için çağrı yapmasıyla başlayan temaslarda, DEM Parti heyetleri iki kez İmralı’ya gidip Öcalan ile görüşmüştü. Üçüncü görüşmede Öcalan’ın önemli ve kritik mesajlar vermesi bekleniyor.  İşte yeni sürecin kritik tarihleri:

15 Ekim 2024: MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin ‘milat’ olarak nitelendirdiği çağrısıyla ‘yeni çözüm süreci’ başladı. Bahçeli, PKK lideri Abdullah Öcalan’a, örgütü lağvetmesi şartıyla TBMM’de DEM Parti Grup Toplantısı’nda konuşması için çağrı yaptı.

23 Ekim 2024: Bahçeli’nin çağrısı sonrası 43 ay sonra Abdullah Öcalan ile ilk kez görüşme izni verildi.

28 Aralık 2024: İmralı heyeti, Öcalan’ı ziyaret etti. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) vekilleri Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder, İmralı’ya giderek Abdullah Öcalan’ı ziyaret etti.

29 Aralık 2024: Öcalan’dan 7 maddelik açıklama: Önder ve Buldan tarafından görüşmeye dair yayımlanan açıklamada ‘İmralı’da Sayın Abdullah Öcalan ile 28 Aralık 2024 tarihinde kapsamlı bir görüşme gerçekleştirdik. Kendisinin sağlığı iyi, morali oldukça yüksekti. Kürt Sorununa kalıcı çözüm bulmaya yönelik yaptığı değerlendirmeler hayati önemdeydi’ ifadelerini kullandı.

Açıklamada Öcalan’ın 7 maddelik açıklaması da yer aldı. Öcalan’ın en dikkat çeken cümleleri şöyleydi: Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim. Türk-Kürt kardeşliğini yeniden güçlendirmek tarihi bir sorumluluk olduğu kadar tüm halklar için de kader belirleyici önem ve aciliyet kazanmıştır.

Siyasi partilerle görüşmeler: En son 28 Aralık 2024’te İmralı’ya giden heyet, görüşmenin ardından 7 siyasi parti ile görüşme gerçekleştirmişti. Ziyaretlerin ardından yazılı açıklama yapan heyet görüşmeleri ”umut verici” olduğunu açıklayıp ”Çözüm için ortak irade” olduğunu söylemişti.

11 Ocak 2025: DEM Parti heyeti, eski HDP eş başkanı Selahattin Demirtaş’ı ziyaret etti.

DEM Parti heyeti Abdullah Öcalan ile görüştükten sonra siyasi partilerle görüşme sürecini de başlattı. Öte yandan heyet, Edirne Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski HDP eş genel başkanı Selahattin Demirtaş ve Selçuk Mızraklı ile görüştü. Görüşme sonrası yapılan açıklamada iki ismin sürece desteklerinin tam olduğu açıklandı.

DEM Parti ile Öcalan arasındaki ikinci görüşme ise 22 Ocak tarihinde yapılmıştı. Öcalan ile yaptıkları görüşmenin ardından “Sayın Öcalan’ın sürece ilişkin çalışmaları devam etmektedir” diyen Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan, “Bu süreç herkesi, hepimizi birlikte ve özgürce yaşatacaktır. Bunun gerçekleşmesi umuduyla tüm toplumsal kesimlerin kıymetli katkılarını bekliyoruz” demişti.

En son 19 Şubat’ta DEM Parti heyeti, Kuzey Irak’ta Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başbakanı Mesrur Barzani ile görüşmüş ve Kürt yönetimine Öcalan’la yaptıkları görüşmelere dair bilgi vermişti.

Paylaşın

DEM Parti Sözcüsü Doğan: Öcalan’dan Gelecek Tarihsel Açıklamayı Bekliyoruz

Partisinin genel merkezinde basın mensuplarına konuşan DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, “Demokrasi mücadelemize soluksuz bir biçimde devam ediyoruz. Çünkü antidemokratik uygulamalar, kayyım atamaları, gözaltılar, tutuklamalar, düşünce ve ifade özgürlüğü önündeki engeller devam ediyor” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Bir yandan da bu yolların ve kanalların açılması için DEM Parti olarak mücadelemizi sürdürüyoruz. Şunu biliyoruz ki gasp edilen her hak, gasp edilen hayatımız demektir. İşte, gasp edilen hayatımızın yolunu açmak, yani yeni bir hayatı mümkün kılmak için oldukça kararlı bir şekilde ve dünden daha büyük bir umutla, heyecanla ve coşkuyla Sayın Öcalan’dan gelecek bu tarihsel açıklamayı bekliyoruz.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Sözcüsü Ayşegül Doğan, partisinin genel merkezinde basın mensuplarına konuştu. Doğan’ın konuşmasından öne çıkan bölümler şöyle:

Yüreği barıştan yana atan ve bu sebeple de dikkatini bizlere yönelten herkesin merak ettiği ve son günlerde çok konuşulan bazı güncel gelişmelere ilişkin değerlendirmeler yapmak için buluştuk. Yeni bir eşikteyiz, Türkiye yeni bir eşikte. Epeydir süren bir tartışmalarla birlikte bu eşiğin nasıl bir ivme kazanacağı merak ediliyor. Doğal olarak çeşitli haberler çıkıyor, çeşitli sorularla karşı karşıya kalıyoruz. Sizlerin de merak ettikleri var. İşte bu merak edilenlere yanıt vermek üzere tekrar karşınızdayız.

Biliyorsunuz, Toplumsal Barış ve Özgürlük Buluşmaları gerçekleştirdik. Bu buluşmalarda da konuya ilişkin bilgilendirmeler yaptık, gelen sorulara yanıt vermeye çalıştık. İlgili kurullarımız da ne zaman, nerede ve nasıl bir gelişme olursa olsun, Kürt sorununun demokratik çözümüne ve Türkiye’nin demokratikleşmesine ilişkin her soruya açıklıkla yanıt verdi. Ben bugün başlık başlık ilerleyeceğim. Öncelikle şunu söylemek isterim ki DEM Parti İmralı Heyeti adaya gidiş hazırlıkları yapıyor. Başvuru süreci tamamlandı ve bugün itibarıyla başvuru yapıldı. Heyetin en kısa sürede, bu hafta tamamlanmadan Sayın Öcalan ile görüşmek üzere İmralı Adasına gitmesini bekliyoruz.

Bu görüşmenin en kısa sürede gerçekleşmesini bekliyoruz. Birkaç gün içinde, dönüşte kamuoyuna bu konuya ilişkin kapsamlı bir açıklama yapılacak. Orada (İmralı’da) yapılacak değerlendirmelerin neticesinde kapsamlı bir açıklama yapılacak. Yine çok merak edilen bir konu da Sayın Öcalan ile yapılan görüşmeden sonra beklenen tarihi çağrının nasıl yapılacağı. Bazı konular netlik kazanmamış olsa da mevzubahis açıklamanın görüntülü olmasını temenni ettiğimizi daha önce de ifade ettik.

Açıklamanın görüntülü olmasının pek çok açıdan daha iyi olacağını, zaten bugüne kadar sürdürülen tecridin de kaldırılması gerektiğini defaatle ifade ettik. Toplumsal talebin de bu yönde olduğunu ifade ettik. Görünür ve duyulur bir açıklamanın yaratacağı etkinin daha güçlü olacağını DEM Parti olarak tekrar belirtmiş olalım. Ancak artık asıl tartışmamız gereken konu bu tarihsel açıklamanın kendisi olmalıdır. Tabii ki hangi yöntemle yapılacağı önemlidir. Usul, esas açısından önemlidir. Ama usule dair gerekli duyarlılığın, konunun ciddiyetine uygun bir tutumun sergileneceğini DEM Parti olarak düşünüyoruz.

Beklentimiz görüntülü bir açıklama olsa da hangi yöntemle yapılacağı İmralı’da DEM Parti İmralı Heyeti ile Sayın Öcalan’ın yapacağı görüşmeden sonra netleşecektir. Açıklamanın hangi yöntemle yapılacağı bu ziyaret sonrasında netlik kazanabilir. Söylediğim gibi, İmralı Heyeti başvurusunu yaptı bugün itibarıyla ve en kısa sürede gitmelerini bekliyoruz. Bu konuda teyit bekleniyordu, biz de teyit ediyoruz.

“Öcalan’dan gelecek tarihsel açıklamayı bekliyoruz”

Pek çok başlığı değerlendirebiliriz ama bugün daha çok DEM Parti İmralı Heyetinin yapacağı bu görüşme, beklenen tarihsel açıklama ve açıklama sonrası yapılacaklarla ilgili bir yoğunluk içindeyiz biz. Bir yandan da demokrasi mücadelemize soluksuz bir biçimde devam ediyoruz. Çünkü antidemokratik uygulamalar, kayyım atamaları, gözaltılar, tutuklamalar, düşünce ve ifade özgürlüğü önündeki engeller devam ediyor.

Bir yandan da bu yolların ve kanalların açılması için DEM Parti olarak mücadelemizi sürdürüyoruz. Şunu biliyoruz ki gasp edilen her hak, gasp edilen hayatımız demektir. İşte, gasp edilen hayatımızın yolunu açmak, yani yeni bir hayatı mümkün kılmak için oldukça kararlı bir şekilde ve dünden daha büyük bir umutla, heyecanla ve coşkuyla Sayın Öcalan’dan gelecek bu tarihsel açıklamayı bekliyoruz.

Bu kürsüden tekrar tekrar söylemiştik. Söz söylendi; bu söz ötelenemez ve ertelenemez, değerlidir demiştik. Ne demiştik? Yeni bir hayatın eşiğindeyiz. Bu yeni hayatı oluşturabilecek en temel taşlardan biri de bu söze bir yol vermektir. Söze yol verirsek, sözün yollarını birlikte açarsak, demokratik hukuk ilkeleri işler ve demokratik toplum tahayyülümüz gerçeğe dönüşür; bir tahayyül olarak kalmaz. O yüzden, şimdi barış ve demokratik değişim-dönüşüm çabasına korkusuzca, cesurca ses verme ve destek olma zamanıdır.

Bu tarihsel fırsatı sımsıkı kavrama zamanıdır. Öyle bir kavrayalım ki avuçlarımızdan, ellerimizden kayıp gitmesin. Çünkü hepimize kazandıracak. Birlikte kazanabileceğimiz, çalınan hayatlarımızı kazanabileceğimiz bir fırsattan bahsediyoruz. DEM Parti olarak bir kez daha çağrı yapıyoruz: Bu barış gayretine ortak olmalıyız. Haklarımıza, geleceğimize ve hayatlarımıza sahip çıkmak için bu çabaya ortak olun.

Bu boz bulanık zamanlarda hepimizin birbirimizin aydınlığına ihtiyacı var. Savaşa karşı mücadele etmek için ortak pek çok nedenimiz var. Yaşadığımız felaketleri önlemenin yolu da işte bu yaşananlara karşı demokratik mücadeleyi yükseltmek, kendimize, deneyimlerimize, mücadele azmimize ve kararlılığımıza güvenmektir. Yapacağımız bilgilendirmeler bu kadar. Yapacağımız bilgilendirmeler şimdilik bu kadar.

Soru Yanıt

Soru: Heyet netleşti mi, Ahmet Türk heyette yer alacak mı? 

Ahmet Türk ile ilgili bir başvuru yapıldı. Henüz başvurulara ilişkin bir dönüş olmadığı için Ahmet Türk de heyette olacak şeklinde bir bilgiyi teyit edemiyorum. Ama başvurucular arasında Ahmet Türk de var.

Soru: Açıklamanın yazılı olacağına dair haber düştü. Ayrıca bir başka ziyaret olacak mı? Ondan sonra mı gelecek açıklama, yoksa bu ziyaretle birlikte açıklamayı da bekliyor musunuz?

Şu ana kadar buna dair netlik kazanan herhangi bir şey yok. Ne yöntemle ilgili ne açıklamanın gününe dair ne heyetin kimlerden oluşacağına dair. Yalnızca yapılan başvurular var. Bu başvurulara ilişkin bize görüşmenin yapılacağı güne dair verilmiş net bir bilgi yok.

Yarın, ertesi gün ya da sonraki günler diyemiyorum. Yalnızca buradan tekrar ediyorum: Bizim DEM Parti olarak beklentimiz, DEM Parti İmralı Heyetinin beklentisi bu görüşmenin en kısa sürede, bu hafta tamamlanmadan gerçekleşmesidir. Yazılı mı olacak, görüntülü mü olacak? Biraz önce söylediğim gibi bu da yapılacak ziyarette ancak belirlenebilecek bir şey. Sayın Öcalan ile DEM Parti İmralı Heyetinin yapacağı görüşmeden sonra sorduğunuz soruların yanıtlarını netleştirebiliriz.

O nedenle açıklamanın yöntemi, bundan sonra ne zaman gidileceği, heyetin genişleyip genişlemeyeceği konularının netlik kazanabilmesi için zamana ve DEM Parti İmralı Heyeti ile Sayın Öcalan’ın görüşmesine ihtiyacımız var. Ancak o zaman net olarak yanıt verebiliriz. Bunun en kısa sürede gerçekleşmesi gerektiği konusundaki temennimizi ifade ediyoruz DEM Parti olarak.

Paylaşın

Tuncer Bakırhan: Barışa Ve Kardeşliğe Giden Yol Kürtlerin Ulusal Birliğinden Geçiyor

Partisinin grup toplantısında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, DEM Parti İmralı Heyeti’nin Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne yaptığı ziyaretlere değinerek, “Barışa ve kardeşliğe giden yol ancak Kürtlerin ulusal birliğinden geçer” dedi.

Haber Merkezi / Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Meclis’te partisinin grup toplantısında konuştu. Tuncer Bakırhan, şunları söyledi:

“Merheba we hemûyan silav dikim, li ser seran li ser çavan hatin. Değerli arkadaşlar, hepiniz hoş geldiniz. Bu grup toplantımızda özellikle son dönem tartışmalarına dönük bir çerçeve ortaya koymaya çalışacağız. Buraya her çıktığımızda iyi temennilerle ve güzel sözlerle başlamak istiyoruz ama maalesef gaspçılar mükerrer suç işlemeye devam ediyor. İnfaz yakılıyor, daha yüksek cezalar veriyorlar ama bu kayyım meselesinde mükerrer suç işlemeye devam ediyorlar. Bıkmadılar, yorulmadılar.

Türkiye’nin gündemi başka, dünyanın ve Ortadoğu’nun gündemi başka. Bizler başka çalışmalar yapıyoruz. Sadece Türkiye’de değil dünyanın dört bir yanında barışı nasıl sağlarız, barışa nasıl ulaşırız diyoruz. Onlar ise dur durak bilmeden kayyım atamaya devam ediyorlar. Bakalım bu gaspçı ve inkarcı anlayış nereye kadar bunu devam ettirecek. Kars’ı bilirsiniz, Türkiye’nin en renkli kentlerinden biridir. 10-12 inanç grubu bir arada yaşıyor.

Bu sistemin ötekileştirme politikalarına rağmen Kars’ın Azerisi, Terekemesi, yerlisi, Malakanı, Ermenisi, Çerkesi, Türkmeni, Zazası, Türkü Kürdü asla karşı karşıya gelmedi. Bir arada yaşamın en örnek kentidir Kars. Kağızman da öyledir, renklidir. İnsanlar bir arada yaşıyor, sandık sonuçlarına saygı gösteriyor. Orada seçilen yerel yönetimlerimiz de kapsayıcı bir tutum sergiliyor. Ancak Kars gibi mozaik bir kentin en güzel ilçelerinden biri olan Kağızman’ı gasp ettiler, kayyım atadılar.

Belki bilmezseniz, hep Malazgirt falan diye başlanır ama Türklerin Anadolu’ya ilk girdiği yerlerden biri Kars’tır. Malazgirt’ten çok öncedir. Kağızman’dır. Kars’ta tam da o mozaiğe ve renkliliğe uygun bir söz vardır: ‘Ekmek yediğin sofraya bıçağını saplamayacaksın. Yoksa sana namert derler’. Bu söz sadece bir söz değildir. Halkların birlikte yaşamasından, o tarihsel ilişkilerden süzülerek gelen bir sözdür. Yediğin sofraya ihanet etme, bıçak saplama diyor Kars’ın Terekemesi, Azerisi, Kürdü, Ermenisi, Malakanı. Bugün o kapıları çalarak da girebilirlerdi ama kırarak giriyorlar. Bu kapıları kıran ve Kağızman’ın iradesini gasp eden anlayışı kınıyorum.

Bu yol, yol değildir. Yanlış bir yoldan gidiyorsunuz ve defalarca haykırıyorsunuz. İnsan biraz çekinir ya! Bu kumpasçı akıldan inşallah bir gün kurtulacağız. Biz, barış adına bütün arkadaşlarımızla birlikte önemli bir çabanın haysiyetiyle yaşıyoruz. Haysiyet! Peki, bu kayyım atayanlar ne için yaşıyor Allah aşkına? Biz haysiyet derken onlar gaspçılıkla, kumpasçılıkla ve sandık sonuçlarını yok sayarak tam olarak ne yapıyor, ne yapmak istiyor? Herkesi haysiyete çağırıyoruz. Bu yoldan vazgeçin, kayyımlarınızı geri çekin. Halkın iradesi tekrar Kağızman başta olmak üzere kayyım atanan belediyeleri yönetsin.

Evet bir dönüm noktasındayız. Biz öyle değerlendiriyoruz. Gerçekten bir dönüm noktasındayız. Türkiye ve Ortadoğu halklarının kaderini değiştirecek yeni bir başlangıcın eşiğindeyiz. Hepimizin on yıllarını etkileyecek bir dönüm noktasındayız. 100 yıl önce kurulan modern ulus-devlet kurtuluş ruhuna ters düştü ve devlet ile halk arasına derin bir uçurum koydu. Halk kendi devletine yabancılaştı, aidiyet duygusunu yitirdi. Sistemin ötekileştiren, reddeden, inkarcı, baskıcı tunç elinden dolayı halk yabancılaştı.

Devlet her fırsatta demokrasiden, haktan, hukuktan ve özgürlüklerden kaçtı. 100 yıldır halkı tek tipleştirmeye çalıştı. Ancak Kağızman’da olduğu gibi bir türlü bunu başaramadı, başaramayacak da. Türkiye halkları, Kürtler başta olmak üzere, 100 yıldır mücadelesiyle bu tek tipleştirmeye ve tek kimliğe sığmadı; hep kendi rengi ve kimliğiyle var oldu. Bütün farklılıklara rağmen bir arada yaşamın iyi bir örneğini veren kentlerimiz de var Kars gibi. İşte tam da bu renkli mozaiğin yaşaması için bir arada insanca ve kardeşçe yaşamanın, birbirine saygı göstermenin mücadelesini veriyoruz.

Bu dönüm noktasının heyecanını yaşıyoruz. Tam umutlanıyoruz ama beyefendiler başka başka şeyler yapmaya devam ediyor. Yaşar Kemal’in dediği gibi, ‘Demir olsaydık çürürdük, toprak olduk da dayandık’. Bu zulme, emin olun, çelik bile dayanmazdı. Bu zulmün karşısında duran ve kendi kimliğini yaşatan Kürtlere, Alevilere, devrimcilere, tüm ötekilere bin selam olsun! Ayakta durdular, dayanarak bugünlere geldiler.

Gördük ki aslında o reddedilen kimlikler bir arada yaşayabiliyor, bir arada yaşamın en güzel örneğini ortaya koyuyorlar. Kars’ta en yoksul, en emekçi insanın düğününe gittiğinizde görürsünüz ki sadece kendi dili ve kültüründen müzik çalmaz. Kürt ise Kürtçeyle başlar, Azericeyle devam eder ve Terekemeceyle bitirir. Terekeme ise oraya konuk olarak gelen Kürtlerin de şarkılarını çalar. Retçi ve inkarcı akıl Karsa baksaydı, Kars ruhunu uygulayabilseydi bugün başka yerlerde olabilirdik.

Biz her yerde diyoruz ki farklılıklar zenginliktir, farklılıklarımız birliğimizin güvencesidir. Hem “bir arada, bir olalım, birlikte olalım, güçlü olalım” diyorsunuz hem de o birliği oluşturan kimi etnik ve inanç gruplarının kimliğini tanımıyor, yok sayıyorsunuz. Peki, yok saydığınız insanlarla nasıl bir olacaksınız, nasıl birlikte olacaksınız? Nasıl güçlü olacaksınız? Değişen Ortadoğu ve dünyada bir yer nasıl tutacaksınız? Bu soruların cevabını istiyoruz. Kimliği, inancı ve dili ne olursa olsun herkesin acı çektiği bir asrı geride bırakabiliriz.

Saydığım bütün olumsuzlukları, günlere sığmayacak uzunluktaki bu anlatımı artık geride bırakabiliriz. O yok sayan aklın yerine, herkesin rengiyle ve kimliğiyle var olduğu bir sürecin kapısını aralayabiliriz. Türkiye’deki zemin bugün buna müsait. Bunu tartışıyoruz. Baskılara, zorluklara, tutuklamalara, kayyımlara rağmen umudu büyüttük, direndik, barışı mümkün hale getirdik. Yok sayanlara karşı barışı mümkün hale getirmek büyük bir başarıdır. Barışı mümkün hale getirenlere bin selam olsun! Barışı tartışanlara bin selam olsun!

Artık demokratik ve müreffeh bir Türkiye’de yeni bir asra yelken açabiliriz. Bunun koşulları var. Biraz samimi olsalar, emin olun ki önümüzdeki günlerde bu dediğimiz konular Türkiye’nin temel gündemi olacak. Bu gülünç ve kötücül aklın ortaya koyduğu pratikleri belki buralarda tartışmayacağız. İsimlerimiz farklı olabilir, dillerimiz farklı olabilir, bulunduğumuz odalar farklı olabilir ama çektiğimiz acının yükü hepimiz için aynıdır, döktüğümüz gözyaşlarının rengi aynıdır.

Hakkari’deki Kürt genci toprağa düştüğünde annesinin döktüğü gözyaşı ile Edirneli genç toprağa düştüğünde annesinin döktüğü gözyaşını kim ayırabilir? O duyguyu birbirinden kim ayrıştırabilir? Şimdi modern Türkiye tarihinin en acı dolu sayfasını kapatabiliriz. Acıyı anlatmayacağım. Yaşadınız, biliyorsunuz. Dedeleriniz anlatıyor, resmi olmayan tarihi anlatıyor. Uygulamaları ve pratikleri zaten o acılı tarihi anlatıyor.

Bembeyaz bir sayfa açabiliriz. Bu sayfayı demokrasi, eşitlik ve özgürlükle ilmek ilmek dokumak bizim elimizdedir. Bu renkleri bir esere dönüştürmek kadar güzel bir şey olabilir mi? Bir kilim düşünün ki Hakkari’nin motifi olmayacak, Karadenizlinin rengi olmayacak, İç Anadolu’nun renkleri olmayacak, Alevinin rengi olmayacak. Tek renge bürünmüş şey çekici ve demokratik olmaz ve hiçbir zaman insana güzel bir duygu vermez.

İşte bütün renklerin içerisinde olduğu bir Türkiye’yi ilmek ilmek hep birlikte dokumak bizim elimizde. Biz buna varız, yıllardır bunun için mücadele ediyoruz. Sadece kendi renklerimizi nakşedelim demiyoruz, hep birlikte nakşedelim. Ehmedê Xanî’yi de nakşedelim, Aşık Veysel’i de nakşedelim. Çobanoğlu’nu da Mahsuni’yi de nakşedelim. Ama onlar tek bir şeyi nakşetmeye çalışıyorlar.

Bunun da Türkiye’yi getirdiği noktayı hep birlikte yaşıyoruz. Birlikte yaşamak, birlikte kazanmak demektir. Evet, bu ülkenin kaybettiği çok şey var. Ekonomisini, itibarını, mutluluğunu kaybetti. Trafikte korna yüzünden insanlar birbirini katlediyor, linç ediyor. Anneleriyle telefonda Kürtçe konuşan insanlar linç ediliyor. Kürtçe müzik çaldıkları için insanlar evlerinden atılıyor, kira sözleşmeleri iptal ediliyor. Dolayısıyla birlikte kazanmak istiyorsak renklerimizle beraber olacağız, birlikte olacağız. Birbirimizin rengine, kimliğine, diline ve kültürüne saygı duyacağız.

Alın size birlikte güçlü demokratik bir Türkiye! Bu Türkiye’yi biz istiyoruz. Bunun mücadelesini yürütüyoruz. Siyasetçilerin idam edildiği, insanların darbe mahkemelerinde yargılandığı, KHK’li olduğu, işinden ve aşından olduğu bir dönemi geride bırakabiliriz. 100 yıldır üzerimizde dolaşan vesayet ve darbe kara bulutlarını dağıtabiliriz. Hukuktan uzak ve halktan kopuk düzen yerine demokratik bir ülke inşa edebiliriz. İşte tam da bu noktada, Yaşar Kemal’in İnce Memedleri olarak, bizler hayal ettiğimiz Türkiye’yi birlikte kurabiliriz.

Öyle bir dönemdeyiz ki atacağımız her adım, alacağımız her karar hepimizin geleceğini belirleyecek. Alacağımız karar ve atacağımız adımlar, sadece 85 milyonun geleceğini belirlemeyecek; daha doğmamış, on yıllar sonra doğacak çocukların da geleceğini etkileyecek. Tarihi bir kavşakta olduğumuzu biliyoruz ve her adımımızı buna göre atıyoruz. Toplumsal uzlaşının ve onurlu bir çözümün kapısını aralamak için büyük bir emek ve çaba sarf ediyoruz.

Herkesin gözü Sayın Öcalan’ın yapacağı çağrıya çevrilmiş durumda. Dünyanın dört bir yanından bize mesajlar ve sorular geliyor. Büyük bir merak ve heyecan var. Milyonlarca insan bu sefer çözüm olsun diye dua ediyor. Emin olun ki Türk, Kürt, Azeri, Terekeme fark etmiyor, çünkü bu halk artık barış istiyor, artık yoruldu. Bu halk adalet ve özgürlük istiyor, kavga etmeden birlikte yaşamak istiyor.

“Barışa ve kardeşliğe giden yol Kürtlerin ulusal birliğinden geçer”

İmralı Heyetimiz yakın zamanda Kürdistan Bölgesel Yönetimine bir ziyaret gerçekleştirdi. Çok verimli geçtiğini zaten heyetimiz paylaşmıştı. Sayın Mesut Barzani, Sayın Bafil Talabani, Sayın Kubat Talabani, Sayın Neçirvan Barzani, Sayın Mesrur Barzani ve YNK Başkanlık Divanlık Divanı Üyesi Şeyhnaz İbrahim Ahmed ile çok önemli görüşmeler yaptı heyetimiz. Ulusal birlik adına tarihi adımlar atıldı.

En önemlisi de Kürt halkının önemli liderlerinden Sayın Mesut Barzani, görüşmede Sayın Öcalan’ın çözüm perspektifine güçlü bir destek sunduğunu açıkça ifade etti. Bu, tarihi bir duruştur; Kürtler bir arada ve birliktedir. Kürt siyasetini ayrıştırma politikalarınıza rağmen, Sayın Mesut Barzani ve Federe Kürdistan Bölgesindeki bütün siyasetçiler barıştan yana olduklarını ve Sayın Öcalan’ın ortaya koyduğu çözüm perspektifini desteklediklerini söyledi. Bu tarihi duruşa kıymet verin.

Yine Sayın Bafil Talabani de babası Mam Celal gibi bu süreci destekleğini, üzerine düşen her sorumluluğu yerine getireceğini belirtti. Bu sahiplenme, barış ve birlik yolunda büyük bir adımdır. Bu destekler tarihidir, çok kıymetlidir. Çünkü biliyoruz ki barışa ve kardeşliğe giden yol ancak Kürtlerin ulusal birliğinden geçer. Hewlêr’den Amed’e, Mardin’den Kobanî’ye ve Kirmanşah’a kadar bütün Kürtler, “Biz barışa hazırız” diyor. Ne güzel bir tablo!

Türkiye’nin dört bir yanındaki bütün halklar barış olsun istiyor. Herkes barışa ulaşmayı sabırsızlıkla bekliyor. Sokak hazır, toplum hazır. Her gün çeşitli kentlerde toplantılar yapıyoruz. Siyaset büyük oranda hazır. Dünyanın dört bir yanında insanlar bu çözüme destek veriyor. Peki, iktidar da barışa hazır mı? İktidar da barışa hazırsa, halkların demokratik geleceğini birlikte inşa edebiliriz. Demokratik cumhuriyeti birlikte inşa edebiliriz. Unutmayalım ki hukuk ve özgürlükten yoksun bir yerde ne devlet ne de insan mutlu olur.

Yıllardır hukukun ve adaletin olmadığı bu ülkede ne toprak ne taş ne ova ne ağaç ne de insan mutlu oldu. Toprağın ve insanın mutluluğu demokrasiden geçiyor. Biz inançlıyız, değerli arkadaşlar. Yaptığımız çalışmalardan, ortaya koyduğumuz iradeden, sorumluluğumuzu bilen söz ve pratiklerimizden dolayı siz de biliyorsunuz ki kararlıyız. 100 yıllık acılı defteri kapatıp Türkiye’yi barışa ulaştıracak iradeyi ortaya koymaya hazır olduğumuzu bir kez daha belirtmek istiyorum.

Türkiye tarihine damgasını vuran iki önemli günün haftasındayız. 28 Şubat Darbe Girişimi ve 28 Şubat Dolmabahçe Mutabakatının yıldönümünün olduğu haftadayız. 28 Şubat hem demokrasinin kesintiye uğradığı bir darbenin tarihini hem de Kürt sorununda barış umudunun yeşerdiği Dolmabahçe ruhunu hatırlatıyor. Türkiye 1997’deki gibi darbe kıskacı ile 2015’teki demokrasi ve barış umudu arasında bir tarih yaşadı.

Bizim tutumumuz nettir: 97’de yapılan darbeye karşıyız, 2015’teki demokratik çözüm umudunun da yanındayız. Türkiye’yi darbe-demokrasi sarkacından kurtarmaya hazır olduğumuzu belirtmek istiyorum. Demokrasi-darbe mekaniğinden kurtulalım artık. Sayın Erdoğan dünkü kongrede darbe mekaniğinden bahsetti. Darbe mekaniğinin panzehiri demokrasidir, özgürlüklerdir. Darbe mekaniği varsa, darbe mekaniğinin işlediğini düşünüyorsanız, bunun karşısında durmanın en iyi yolu demokrasi ve özgürlükleri büyütmektir Sayın Erdoğan. 2025 yılının bu kritik haftasında, Dolmabahçe’nin demokratik çözüm ruhunu destekliyoruz.

Aynı şekilde 28 Şubat’ın darbe izlerini hem sorguluyor hem lanetliyoruz. ‘Ya silah ya siyaset’ diyenleri Dolmabahçe Mutabakatının ruhuna bakmaya davet ediyoruz. O ruh, Sayın Öcalan’ın dediği gibi, silahların susması ve siyasetin konuşmasıdır. Gelin Sayın Öcalan’ın kalıcı çözüm çabasını barışla taçlandıralım. Çatışma döngüsünü kırmanın bir fırsatı olarak görelim bu çağrıyı. Gelin, çatışmanın değil çözümün, korkunun değil huzurun Türkiye’sini hep birlikte inşa edelim.

Kürt-Türk ilişkilerinin tarihi acı deneyimlerle ve aynı zamanda olumlu referanslarla doludur. Bu kürsüde birçok defa bu olumlu referansları dile getirdik. Şimdi size başka bir örnekle bu tarihin olumlu referanslarından birisini anlatacağım. Tarihin ışığını 1530’lu yıllara çevirelim. Kürt-Türk ilişkilerinde çok önemli bir tarihtir 1530. Birileri unutmuş olabilir, birileri bunu tarihin tozlu raflarında gizlemiş olabilir ama tarih unutmaz, biz unutmayız. Kanuni Sultan Süleyman döneminde Kürtler ile yapılan bir anlaşma var. Bir kanunname hazırlanıyor.

Bu kanunname Türk-Kürt ilişkilerine hukuki bir çerçeve koyuyor. Bunu yazılı bir hale getiriyor. Bazı kaynaklarda “Diyarbakır Eyaleti Kanunnamesi”, bazılarında ‘Kürdistan Kanunnamesi’ olarak geçiyor. Bu kanunname devlet arşivlerinde var. Kanuni Sultan Süleyman bu anlaşma için diyor ki ‘Yüce Allah’ın birliğine yemin ederim ki Kürdistan beyleri ile aktettiğim bu anlaşmayı hiçbir şekilde ihlal etmeyeceğim.’ Devamında da diyor ki, ‘Kim bu anlaşmayı bozarsa Allah onu kıyamet günü zalimler, günahkarlar ve suçlular arasında yargılasın’. Öyle bir anlaşma yapıyor ki Kürtlerle, o kadar güveniyor ve inanıyor ki bu sözleri sarf ediyor. Bu kadar net. Ama ne oldu?

Bu sözleşme ilerleyen süreçlerde kesintiye uğradı, yok sayıldı. Biz bu tarihsel ortaklıkların kıymetini çok iyi biliyoruz ve bu referansları önemsiyoruz. O yüzden diyoruz ki duayla başlayan süreç bedduayla bitmemeli. Bugün ‘Osmanlının torunuyum’ diyenler, bu tarihsel anlaşmanın ruhuna niye sahip çıkmıyor? Bunu anlamakta güçlük çekiyorum. Kanuni Sultan Süleyman derler, diziler yaparlar, kitaplar yazarlar, resimlerini odalarına asarlar ama bu tarihsel anlaşmayı asla dile getirmezler. Bu ruha ters düşenler aslında Kanuni’nin bedduasını alacaklar. Bunu iyi bilsinler.

Sayın Erdoğan kongresinde, ‘Köküne küs ağaç yeşermez’ diyordu. Buyurun, bu ülkeyi yeniden hep birlikte yeşertmek için önce tarihimizle yüzleşelim, barışalım. Ortak paydalarda buluşalım. Em dibêjin her dar li ser koka xwe şîn dibe. Em dibêjin her ax her çand pîroz e, biqîmet e. Werin koka darê em bi hev re şîn bikin. Unutmayalım ki tarih sadece geçmişin değil bugünün de aynasıdır. Kürt sorununun çözümü aynaya bakmaktan geçer, aynayı kırmaktan geçmez. Gelin bir de tarihin projeksiyonunu bu kez 104 yıl öncesine çevirelim ve 1921 Anayasasına bakalım.

1921 Anayasasının birçok eksiği var. Bunu biz de biliyoruz. Ama Türkiye tarihinde yerinden yönetimi esas alan tek anayasadır. Özellikle Kürtlerin ve diğer halkların, kimliklerin dillerine ve yerel yönetimlerine saygı gösteren bir anlayış var. Bugün yerele saygı göstermeyenler, iradenin yerine kayyım atayanlar gibi değildi. Fakat ne oldu? 1924’te bu anlayış ortadan kaldırıldı. 1530’larda olduğu gibi.

Kürt sorununda bastırma-direniş ikileminin kapısı açıldı. Ne olduysa 24’ten sonra oldu. Kimliğini reddettiği insan, inancını reddettiği insan direndi, o da bastırdı. O varım dedi, diğeri yoksun dedi. O direndikçe, diğeri de ülkenin bütün ekonomisini ve enerjisini çarçur etti, ülkeyi uçurumun kenarına getirdi. Aşırı merkeziyetçi anlayışla demokrasi darbe mekaniğinin tornasına yerleştirildi. İşte darbe mekaniğini de 1924’ten sonra başlayan inkarcı politikalar oluşturdu.

Cumhuriyetin kurucu iradesinin mirasına sahip çıkanlara da soruyoruz: Madem kuruluş sürecinin iradesine sahip çıkıyorsunuz, o halde neden 1921 Anayasasını görmezden geliyorsunuz? Oy alırken o tarihi mirasa sahip çıktıklarını söylüyorlar ama halkları tanıyan, yerel yönetimlerin özgünlüğünü tanıyan 21 ruhunu asla dile getirmiyorlar. Neden Türk-Kürt ilişkilerini içeren 1920 ruhunu hiçe sayıyorsunuz? Neden 1920 ruhuna uygun güncellenmiş bir dil pratik ve yol haritası ortaya koymuyorsunuz? Bu soruları soruyoruz.

Osmanlı’dan Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar bu ortak yaşam adımlarını hatırlamalıyız, tarihsel karşılaşmaları doğru okumalıyız. Demokratik cumhuriyet çatısı altında bütün halklar ve inançlar özgür ve mutlu yaşasın. Sayın Öcalan’ın önümüzdeki günlerde yapacağı çağrı tarihin barışa dönük yüzünü canlandıracak önemli bir adım olacaktır. Bu tarihi çağrı hepimize büyük bir sorumluluk yüklüyor.

Biz bu sorumluluğu sırtımızda, omuzlarımızda, başımızda taşımaya hazırız. Dünya değişiyor, Ortadoğu değişiyor, yaşam değişiyor. Gelin, hep birlikte biz de değişelim; rotamız demokrasi, rehberimiz barış olsun diyoruz. Gotineke me heye dibêje dema mirov got heq çem disekine av dimiçiqe. Em jî dibêjin aştî heq e, edalet heq e, çareserî, maf heq e. Werin heqê gelan nas bikin.

Bugün böyle daha çok bu sürece değindik. Genel memleket meselelerini bu grup toplantımızda dile getirmedik. Gerçekten tarihi bir eşikteyiz. Bu tarihi kapıları barışa, kardeşliğe ve özgürlüğe açmaya çalışan Kürtler kadar, umarım ki bu ülkeyi yönetenler de samimi olur. Ramazan ayına gireceğiz. Ramazan ayının ülkemize, ülkemizde yaşayan inançlı insanlarımıza, Müslüman alemine barış, demokrasi ve özgürlük getirmesini diliyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.”

“Çağrının ciddiyetine uygun bir formül bulunsun”

Partisinin grup toplantısının ardından, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un “Görüntülü mesaj için mevzuat yok” açıklamasına dair soruyu yanıtlayan Bakırhan, “Birçok konuda mevzuat yarılıyor. Başka yaklaşımlar da ortaya konuluyor. Böylesi tarihi bir meselede yapılacak çağrının ciddiyetine uygun bir formül bulunsun diyoruz. Bulunacağına da inanıyorum” dedi.

Bakırhan, Abdullah Öcalan’dan ne zaman çağrı yapılacağına dair soruya şu yanıtı verdi: “Bir çağrı olacak ve bu yakın zamanda olacak. Tarihi hakkında şu anda bir şey söyleyemiyorum” diye kaydetti. Bakırhan, görüşme için başvuru yapılıp yapılmadığına dair soruya ise, “Bunlar teknik meseleler. Başvuru yapılmıştır. Onlar adına bir şey demeyeyim” diye kaydetti.

Bakırhan’ın bu sözleri sonrası 3’üncü görüşme için başvurunun yapıldığına dair haberler geçildi. DEM Parti Basın Bürosu, bilgilendirme notu paylaşarak, başvurunun yapılmadığına işaret ederek, Eş Genel Başkan Bakırhan’ın söz konusu durumu “bir ihtimal” şeklinde dile getirdiğini paylaştı. Açıklamada, başvuruya dair hazırlıkların devam ettiği ifade edildi.

Paylaşın