DEM Partili Tunceli Belediye Başkanı Hakkında Soruşturma

31 Mart’ta yapılan Mahalli İdareler Genel Seçimleri sonrası Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) hakkında başlayan soruşturmalara bir yenisi daha eklendi.

DEM Partili Tunceli Belediyesi Eş Başkanı Cevdet Konak hakkında yerel seçimler öncesi yaptığı bazı konuşmalarda ‘terör örgütü propagandası’ yaptığı iddiasıyla Cumhuriyet Başsavcılığı’nca soruşturma başlatılarak ifadeye çağrıldı.

DEM Parti’nin yüksek oy oranı ile kazandığı Mardin ve Diyarbakır Büyükşehir Belediye meclislerinin açılışında “İstiklal Marşı’nın okutulmadığına” ve “Türk bayrağının kaldırıldığı” iddia edilmişti.

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, sosyal medya hesabından söz konusu iddialara ilişkin açıklama yapmıştı. Yerlikaya, açıklamasında, “Mardin Büyükşehir Belediye Meclisinin açılışında ‘İstiklal Marşı’nın okutulmadığına’, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Meclisinin açılışında ise ‘Türk bayrağının kaldırıldığına’ ilişkin iddialarla ilgili Mülkiye Müfettişlerimiz görevlendirilmiştir” ifadelerine yer vermişti.

Daha sonra Yerlikaya, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, söz konusu U.G. isimli kişinin tutuklandığını duyurmuştu.

Mardin Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından da soruşturma başlatılmıştı. Başsavcılık açıklamasında, “Mardin Büyükşehir Belediye Meclisinin 13.04.2024 tarihli toplantısında, İstiklal Marşımızın okutulmaması ve saygı duruşunda bulunulmaması olayı ile ilgili olarak, Cumhuriyet Başsavcılığımızca resen soruşturma başlatılmıştır” demişti.

Cevdet Konak kimdir?

1961 yılında Tunceli’nin Hozat ilçesine bağlı Ağzunik köyünde dünyaya gelen Cevdet Konak, ilk, orta ve lise öğrenimini Hozat ilçesinde tamamladı. Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi’ni bitiren Konak, Tunceli’nin Hozat ilçesinde 2 dönem belediye başkanlığı yaptı.

Paylaşın

‘Siyasette Normalleşme’ Tartışmaları: DEM Parti Ne Anlıyor?

Erdoğan’ın “siyasette yumuşama veya normalleşme” mesajına ilişkin konuşan DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, herkesin farklı bir “normalleşme” algısı bulunduğunu ve bu meselenin toplumsal kamplar üstünden okunduğunu söyledi.

Kılıç Koçyiğit, DEM Parti için değil tüm antidemokratik uygulamalar için bir normalleşmeden bahsettiğini söyleyerek, bu kapsam altında yargıdaki hukuksuzlukların yanı sıra İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması gibi konuların da sayılabileceğini belirtti.

AKP ile MHP ittifakının sadece kendi tabanını konsolide ederken aynı zamanda muhalefete de bir gömlek biçtiğini ve bir söylem sınırı çizdiğini ifade eden Koçyiğit, “Ne yazık ki muhalefet özellikle geçmiş dönemlerde hep o sınırlara hapsoldu. Hep o sınırlar içerisinde siyaset yaptı ve o anlamıyla biz hep bir ‘öteki’ olduk. Hem iktidarın ötekisiydik ama aynı zamanda muhalefetin de ortak fotoğraf vermekten çekindiği bir partiydik” diyor.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, bir grup gazetecinin sorularını yanıtladı. DW Türkçe’den Gülsen Solaker’in aktardığına göre; Koçyiğit, son günlerde herkesin farklı bir “normalleşme” algısı bulunduğunu ve bu meselenin toplumsal kamplar üstünden okunduğunu belirterek, bunu şöyle açıklıyor:

“Bunun en çarpıcı örneği; cezaevinde çok sayıda siyasi mahpus var ve rehine pozisyonundalar bizim açımızdan. Ama cezaevindeki hukuksuzluklar üzerinden söz kurulduğunda bu sadece Osman Kavala ya da Gezi tutukluları üzerinden kuruluyor. Bunun kendisi bir çifte standart. Normalleşeceksek eğer öncelikle muhalefetin dilinden başlayarak normalleşmeye başlanması gerek. Yani siz Kavala’yı söylediğinizde Demirtaş’ı, Yüksekdağ’ı ya da Kışanak’ı söylemiyorsanız orada zaten bir normallik algısı oluşturmuyorsunuzdur.”

Koçyiğit, bunu söylerken sadece DEM Parti için değil tüm antidemokratik uygulamalar için bir normalleşmeden bahsettiğini söyleyerek, bu kapsam altında yargıdaki hukuksuzlukların yanı sıra İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması gibi konuların da sayılabileceğini belirtiyor.

AKP ile MHP ittifakının sadece kendi tabanını konsolide ederken aynı zamanda muhalefete de bir gömlek biçtiğini ve bir söylem sınırı çizdiğini ifade eden Koçyiğit, “Ne yazık ki muhalefet özellikle geçmiş dönemlerde hep o sınırlara hapsoldu. Hep o sınırlar içerisinde siyaset yaptı ve o anlamıyla biz hep bir ‘öteki’ olduk. Hem iktidarın ötekisiydik ama aynı zamanda muhalefetin de ortak fotoğraf vermekten çekindiği bir partiydik” diyor.

Koçyiğit muhalefet partilerinin geçmiş dönemde HDP’li belediyelere kayyum atanmasını “kendilerine yapılmış saymamasını çok büyük bir kayıp” olarak niteleyerek, şu eleştiriyi yapıyor:

“Oysa demokrasi dediğimizde hangi siyasi partiye yapılırsa yapılsın antidemokratik uygulamanın karşısında birlikte durabilmek meselesidir. Biz örneğin bunu yaptık İstanbul’da. Ekrem İmamoğlu’nun seçildiği ve iptal edilen ilk seçim sonrası bütün parti teşkilatımızla sahadaydık. Çalıştık ve kayyum siyasetinin karşısında durduk. Ama aynı tavrı ve tutumu ne yazık ki ana muhalefet partisi başta diğerlerinden görmedik.”

CHP’nin şu anda kayyumlarla ilgili eskiye kıyasla daha net bir tutum izlemesini kıymetli bulduklarını da söyleyen Koçyiğit, sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Bu gerçekten çok kıymetli bir şey. Sadece DEM Parti olduğu için kıymetli değil. Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından çok kıymetli. Çünkü tüm anti demokratik uygulamalar önce bize yapılıyor; ses çıkmayınca ve toplu bir refleks oluşmayınca sonra diğerlerine yapılabiliyor. Hani deniyor ya sarı öküzü vermeyecektik. Yani o mesele. İlk dayağı yiyen biziz ama bu dayağın herkese uzanacağını Türkiye’nin görmesi gerekiyor.”

Koçyiğit, Özgür Özel’in tutumunu şu an için değerli bulduklarını da söyleyerek, bununla birlikte “temkinli bir iyimserlik” taşıdıklarını şu sözlerle aktarıyor:

“Şu riski hiçbir zaman göz ardı etmemek gerekiyor. Bizimkisi bir temkinli iyimserlik yani. Çünkü yarın öbür gün, bu ülkede siyasi atmosferi provoke edebilecek çokça dinamik var. Devletin elinde de hükümetin elinde de çok imkan var. Olası bu durumların hepsinde bunlara göğüs gerebilecek, mukavemet gösterebilecekler mi? Bunu zamanla göreceğiz.”

“‘Kürtler hariç’ yazarak normalleşemezsiniz”

Bu arada aralarında HDP’nin eski eş başkanlarının da bulunduğu ve 18’i tutuklu 108 kişinin yargılandığı Kobani davasında gelecek haftaki duruşmada karar çıkabilir.

Koçyiğit son normalleşme söylemleri bağlamında gelecek haftaki davadan beklentisini şu sözlerle anlatıyor: “Kobani davası bir eşik bence. Bu devletin ya da bu hükümetin kafasında yeni döneme ilişkin bir okuma varsa ve gerçekten Erdoğan’ın deyimiyle yumuşama, bizim normalleşme dediğimiz bir süreç başlayacaksa bence ilk sınavları bu olacak. Kobani davası eğer hakkaniyetli bir şekilde sonuçlanırsa diyeceğiz ki evet hükümet, devlet, bu akıl haksızlık yaptığını gördü ve bundan sonra yeni bir süreç başlar. Çünkü normalleşme dediğinizde ‘Kürtler hariç’ yazarak normalleşemezsiniz.”

Koçyiğit, normalleşmeye başlanacaksa önce Kürtlerle başlanması gerektiğini de söyleyerek, “Kürtlerle barışmadan ülkede genel bir normalleşmenin imkanı yok. Onun için başlanacaksa bizce Kobani’den başlanmalı” diyor.

Koçyiğit, iktidarın yerel seçimden bu yana DEM Partili belediyeler ile ilgili bir algı oturtmaya çalıştığını belirterek, bunu şöyle açıklıyor: “Haftalardır bir bayrak üzerinden, istiklal marşı üzerinden linç ediliyoruz. Bir algı yaratılmaya çalışılıyor. Bizi bir yere oturtmaya çalışıyorlar ve bunu bilinçli yapıyorlar. Çünkü bizi eğer oraya oturturlarsa, ondan sonra yapacakları şeyler de toplumun ya da CHP’ye ya da farklı partilere oy veren seçmenin rızasını üretmiş olacaklar. Bu bir rıza üretme süreci.”

Kendilerinin de belediyelerle iktidarın eline “koz vermemek” için dikkatli olmaya çalıştıklarını ve yasal mevzuatı ortadan kaldıracak ya da yasal mevzuata karşı hiçbir şey yapılmamasına öncelik verdiklerini söyleyen Koçyiğit, partinin tüm yerel yöneticilerine de işlerinin “genel siyaset yapmak değil, halka hizmet etmek olduğunu” aktardıklarını kaydediyor.

Koçyiğit, TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un başlattığı yeni anayasa çalışmaları ile ilgili soruları da yanıtlarken, iktidarın bu konuda bir samimiyet sorunu yaşadığını ancak kapıyı tamamen kapatmamak gerektiğini belirtiyor.

DEM Parti için anayasa konusunun temel bir gündem olduğunu ve yeni bir anayasaya ihtiyaç olunduğunu söyleyen Koçyiğit, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Numan Bey’le görüşmemizde Kobani ve HDP kapatma davaları devam ederken, DEM Parti’nin de kapatılması gündeme gelmişken, kayyum tehdidi hala belediyelerimizin başı üstünde sallanırken nasıl olacak bu normalleşme diye açık şekilde sorduk. Bir samimiyet sorunu olduğunu düşünüyoruz açıkçası. Gerçekten AKP yeni bir anayasa yapmak istiyorsa bu konuda toplumu ikna etmeli, siyasi partiler olarak bizleri de ikna etmeli.”

Koçyiğit, DEM Parti olarak şu anda kendilerinin buna ikna olmadıklarını söyleyerek, “İktidar bu ülkenin ihtiyacı olan anayasayı mı yapmak istiyor? Yoksa 2028 yürüyüşü için sekteye uğrayan, kaybettiği gücünü tahkim etmek, kısmen sistemi de revize ederek onu onarmak mı istiyor? Biz bunun zamanla hangisinin ağırlık bastığını göreceğiz” diyor.

Bununla birlikte AKP’ye kapıyı hemen kapatmanın da halkın ve demokrasinin lehine olmayacağını düşündüklerini ifade eden Koçyiğit, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bir şans verilmesi gerekiyor. AKP’ye değil, yeni bir anayasa yapma meselesine bir şans verilmesi, bunun ortamının zorlanması gerekiyor.

Biz belki de yeni anayasa tartışmalarını yürütürken ülkenin normalleşmesine katkı sunacak bazı adımların atılmasını zorlayabiliriz. Yani bu tartışmayı yürütmeden diyelim ki bütün muhalefet kapıları kapattık; peki hangi zeminin içerisinde neyi tartışmış olacağız? Yeni anayasa tartışması, müzakerelerin yapılması aynı zamanda normalleşmenin adımlarını, normalleşmenin ihtiyaçlarını, yeni bir anayasa yapmanın koşullarını da tartışmayı beraberinde getiriyor. Bu anlamıyla birbirini besleyen, birbirini tamamlayan başlıklar olarak görüyoruz.”

Koçyiğit, buna karşılık “AKP’nin kendi ajandasını dayattığı ve kendi gücünü tahkim etmek istediği yerde bunun parçası olmayacaklarını” da belirterek, şöyle konuşuyor: “Burada çok ince bir ayar var. “AKP’yi güçlendirmeyelim, bekleyelim, 4 yıl sonra eğer erken seçim olmazsa yeni bir hükümet gelir, biz onunla anayasa yaparız’ diyeceğimiz bir durumda değiliz.

Çünkü her gün cezaevinden tabutlar çıkıyor, hak ihlalleri artıyor. Biz diğer partiler gibi değiliz, sırtımızda yumurta küfesi taşıyoruz. İnsanların yaşamının sorumluluğunu hissediyoruz ve onun için de kurduğumuz her cümleyi gerçekten bin defa düşünüp kuruyoruz. Çünkü her kapattığımız kapı, her kapattığımız tartışma birilerinin yaşamına ya da daha uzun yıllar bedel ödemesine yol açabilir.”

Paylaşın

DEM Parti’den Devlet Bahçeli’ye Karl Marx’ın Sözü İle Yanıt

Partisinin grup toplantısında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 1 Mayıs’a ilişkin yaptığı açıklamalara ilişkin, “1 Mayıs’ı gündemlerinden düşürmüyorlar. 1 Mayıs’ın altında plan ve projeler aramaktalar. Marx’a da dil uzatmış bugün. Marx’ın sözüyle onlara yanıt vermek isterim” dedi ve ekledi:

“‘İnsanca yaşamanın tek yolu insana düşman olan her şeyle savaşmaktır.’ Bu zamma, zulme, insanlık dışı yaşama bizler mecbur değiliz. Üreten siz, yaratan siz, aç kalan siz. Böyle bir adaletsiz denklem olmaz, olamaz. Halkın adaleti sizlerden bunun hesabını soracaktır. Değerli arkadaşlar, değerli canlar, ekranları başında bizleri izleyen değerli halkımız, inanın tek çare birlikte mücadele etmek, daha çok örgütlenmek, daha çok kolları sıvamak, daha çok elimizi taşın altına sokmak.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, partisinin haftalık grup toplantısında gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi.

Tülat Hatimoğulları, idam edilmeleri üzerinde 52 yıl geçen Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı bir kez daha andığını ve onları hiçbir zaman unutmadıklarını söyledi. Hatimoğulları, ayrıca Dersim Katliamı’nın yıl dönümüne ilişkin ise, “Dersim başta olmak üzere insanlığa karşı gerçekleştirilmiş tüm katliamlarla yüzleşilmelidir. Bu çatı altında hakikatleri araştırma, yüzleşme komisyonları oluşturulmalıdır. Dersim halkından özür dilenmelidir” dedi.

Alevi Kültür Dernekleri (AKD) Genel Başkanı Seher Şengünlü Yılmaz ile Düzgün Baba Cemevi Başkanı Sinan Kırmızıçiçek’e cezaların yağdırıldığını hatırlatan Hatimoğulları, şunları söyledi: “İktidarın Alevi inancı üzerindeki tekçi anlayışına, dayatmacı anlayışına hayır diyenler, asimilasyon politikasına her fırsatta karşı koyanlar, Alevilere dönük biz devletin Alevisi değiliz, kendi Alevilik inancımızı özgürce bu topraklarda yaşamak istiyoruz diyenlere ne yazık ki böyle cezalarla karşılık verilmektedir. Ceza politikaları Alevilere diz çöktürmedi, şimdiden sonra da diz çöktürmeyecektir. Bizler DEM Parti olarak Alevi canlarımıza geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz. Dün olduğu gibi bugün de Alevi canlarımızla yan yana, iç içe ortak mücadele içinde olacağımızı bir kez daha buradan belirtiyorum.

Söze başlarken gündemlerimiz yoğun demiştim. Hıdırellez kutlamaları da gerçekleşti. Önceki gün Hıdırellez’di. Doğanın uyanışı, baharın gelişi, darda kalanın dilek dilediği, umudunun suda, ağaçta yeşerdiği gündü. Yeni başlangıçların umudu Hıdrellez’in bütün halklara barışı, kardeşliği, eşitliği ve özgürlüğü getirmesini diliyorum. Hızır hepimizin bu zor koşullarda yar ve yardımcısı olsun. Yine geçen gün Paskalya bayramıydı. Eş Başkanımız Sayın Bakırhan ile bizler Mardin’deydik. Kadim şehir farklılıkların inançların bir arada yaşadığı kent olan Mardin’deydik.

Mardin’de Kırklar Süryani Ortodoks Kilisesi’ni ziyaret ederek bayramlarını kutladık. Bir kez daha buradan Hristiyan aleminin geçmiş paskalya bayramlarını kutluyorum. Bütün bayramların barışa kardeşliğe ve adalete vesile olmasını diliyorum. Bir kutlama daha var o da Amedspor’a. Engebeli yollardan geçerek birinci lige çıkarak finali yapan sevgili Amedspor’u hep beraber kutluyoruz. Bizler ne güzel bir coğrafyada yaşıyoruz. Bu kısacık zaman diliminde kaç halkın kaç inancın bayramını kutladık. Bizler böyle rengarenk bir coğrafyayız. Bizler 72 milletten insanlar olarak bu coğrafyada barış huzur ve kardeşlik için içinde eşit yurttaşlık temelinde yaşamlarımızı sürdürmek istiyoruz.”

İnançların özgür biçimde yaşandığı bir coğrafya için mücadele ettiklerini dile getiren Hatimoğulları, “Bir an şu son 10 günü düşünerek gözlerimizi kapatıp şu hayali kurabiliriz. Ezanın, çanın, hazanın ve buhur tütsüsünün birbirine karıştığı bir coğrafyada bizler huzur içinde her birimiz kendi rengiyle ötekinin ötekine karışmadığı, insanların birbirlerini inançlarından ve dillerinden dolayı yargılamadığı ve bunun sorun olmadığını bilerek bu hayali yaşamak güzel değil midir? İşte bu hayali gerçekleştirmek zor değil diyoruz DEM Parti olarak” dedi.

İşçi ve emekçilerin ekonomik krizden derin bir biçimde etkilendiğini aktaran Hatimoğulları, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bunlar Harun diye yola çıktılar ama Karun oldular. İşçinin emekçinin emeklinin yoksulun boğazından çalarak sermayedarın yandaşın cebine koydukları her kuruş para onlara haram olsun zehir zıkkım olsun.

Bizler bu güzellikleri hayal etmekten vazgeçmeyelim ama Türkiye’nin gerçek tablosunu da görmezden gelemeyiz. Şimdi tabi ağır ve sorunlu tablolara bakacağız. Türkiye ekonomik, siyasal ve toplumsal olarak çok ciddi bir çöküş yaşıyor. Ekonomik çöküşün diğer adı dışa bağımlılıktır. Bir zamanlar etin, sütün, samanın merkezi olarak bilinen Türkiye AKP’nin politikaları nedeniyle ithalata bağımlı bir ülke haline gelmiştir. Amaç yerli üreticiyi tasfiye etmektir. Bunlar her seferinde kendine yerli ve milli diyor ya, bakın Türkiye geçmiş dönemde tarım ürünlerinde, sebze, meyve ihracatında dünyada ilk 9’da yer alırken şimdi ise domatesi, buğdayı ithal eden bir ülke pozisyonuna düştük.

Şimdi enflasyon aldı başını gidiyor. Ekonomik çöküşten en çok yoksullar ve asgari ücretle çalışanlar olumsuz olarak etkileniyor. Enflasyon dizginlememektedir. Sadece son 4 ayda 17 bin lira olan asgari ücretin alımı 2 bin 700 lira düşerek 14 bin 300 liraya inmiş durumdadır. Bakın 2 ay sonra biz burada bu kürsüden konuşurken bu rakamların bin lira, iki bin lira daha düşeceğini tahmin ediyoruz. Çünkü enflasyon almış başını gidiyor.

‘Asgari ücrete bu dönem zam yapmayacağız’ diyorlar Temmuz ayı için ve asgari ücrete zaten zam yapsalar da hayat o kadar hızlı pahalanıyor, tükettiğimiz her şey gıdalar o kadar hızlı pahalanıyor ki asgari ücret bunun karşısında pula dönüşmüş oluyor. Ortada gerçek bir asgari ücret falan yok. Apaçık bir kölelik ücreti, bir sefalet ücreti söz konusu. Hep birlikte yokluğa karşı direnecek mücadele edeceğiz ülke kaynaklarının soyulmasına hep birlikte dur diyeceğiz. Ekmek kavgası bizim kavgamızdır, değerli emekçilerle birlikte ekmek kavgasını vereceğiz.

Saray bahçe malzemelerine 85 milyon 329 bin öderken, bu parayla asgari ücret ödemeye kalksa 4 bin 266 kişinin asgari ücretini ödeyebilir. Onlar işçiye emekçiye değil, saraya lükse şatafata yatırım yapmaya devam ediyorlar. Bakın kamuda tasarruftan bahsediyor. ‘Müsrifi Allah sevmez’ fetvası veren Diyanet İşleri Başkanlığı, iktidarın elitleri başta olmak üzere lüks ve şatafat içinde yaşamaya devam ediyor. Bunun maliyetini de kimin cebinden karşılıyorlar. İşçinin emekçinin yoksulun ödediği vergilerle karşılıyorlar. Bunlar Harun diye yola çıktılar ama Karun oldular. İşçinin emekçinin emeklinin yoksulun boğazından çalarak sermayedarın yandaşın cebine koydukları her kuruş para onlara haram olsun zehir zıkkım olsun.

Bahçeli’ye Marx’ın sözüyle yanıt

1 Mayıs’ı da geride bıraktık. 1 Mayıs AYM kararına göre Taksim miting alanı olarak kullanılabilecekti. Fakat Taksim işçilere emekçilere emek örgütlerine yasaklandı. Yasaklamakla yetinmediler. Orantısız bir şiddet uyguladılar ki bu orantı meselesi zaten işin hikayesi. ‘ABD’de akademisyenlere ters kelepçe uygulanmış öyle şey olur mu? Biz bunu kabul etmeyiz’ diyor. Sen aynısını 1 Mayıs’ta yaptın işçiye emekçiye yaptın. Biz ABD’de yapılana da karşıyız buradaki polis şiddetine de karşıyız. Dün Cumhurbaşkanı bugün de küçük ortağı grup toplantısında 1 Mayıs’ı gündemlerinden düşürmüyorlar. 1 Mayıs’ın altında plan ve projeler aramaktalar. Marx’a da dil uzatmış bugün. Marx’ın sözüyle onlara yanıt vermek isterim. ‘İnsanca yaşamanın tek yolu insana düşman olan her şeyle savaşmaktır.’

Bu zamma, zulme, insanlık dışı yaşama bizler mecbur değiliz. Üreten siz, yaratan siz, aç kalan siz. Böyle bir adaletsiz denklem olmaz, olamaz. Halkın adaleti sizlerden bunun hesabını soracaktır. Değerli arkadaşlar, değerli canlar, ekranları başında bizleri izleyen değerli halkımız, inanın tek çare birlikte mücadele etmek, daha çok örgütlenmek, daha çok kolları sıvamak, daha çok elimizi taşın altına sokmak.

Can Atalay cezaevinde değil burada olmalı. Bakın yargı iktidarın arka bahçesine dönüşmüş. Türkiye’de hak hukuk adalet de çökertilmiştir. Yargı yargıya darbe yapıyor. AİHM kararlarına göre Gezi Davası tutukluları Osman Kavala ve arkadaşları serbest bırakılmalıdır. Önceki dava içinde şimdi söyleyeceğim şey geçerlidir. Türkiye’nin kendi anayasası gerçek anlamda uygulanıyor olsaydı şu anda Kobanê kumpas davasından tutuklu bulunan bütün arkadaşlarımız serbest bırakılmalıydı. 16 Mayıs’a bırakıldı. Kobanê kumpas davasının karar duruşması. Kobanê kumpas davası adı üstünde bir kumpas davasıdır. HDP’nin attığı bir twit üzerinden onlarca arkadaşımız başta Eş Başkanlarımız yöneticilerimiz seçilmişlerimiz olmak üzere onlarca arkadaşımız haksız ve hukuksuz bir şekilde halen tutukludur.

Sevgili Gültan Kışanak en çarpıcı ve bariz örnek. Tutuk süresi bittiği halde üzerinden neredeyse bir yıl geçmiş olmasına rağmen hala tutuklu. Bu da yargının keyfiyetini ve taraf tuttuğunu bir kez daha bizlere göstermektedir. Bizler buradan 16 Mayıs’ta Sincan’da görülecek olan karar duruşmasına tüm kesimleri davet ediyoruz. Bu bir tarihi karar olacaktır. Bu tarihi karara hep birlikte tanıklık etmek istiyoruz. Gezi ve Kobanê davası yargının turnusol kâğıdı olacaktır.

Meclis Başkanı Sayın Numan Kurtulmuş parlamentoda grubu bulunan bütün siyasi partilere ziyaretler gerçekleştirdi. Elbette biz DEM Parti olarak şunun gayet net farkındayız. Türkiye’nin demokratik bir anayasaya ihtiyacı var. 12 Eylül’den kalma askeri cunta anayasasının bu topraklara cevap olamayacağını, böyle bir otoriter ve baskıcı rejimin ürünü olan anayasanın ülkeyi demokratikleştirmeyeceğini hepimiz gayet net biliyoruz.

Fakat şunun altını çizmek isteriz; Türkiye’nin çok acil gündemleri var. Özellikle açlık yoksulluk işsizlik, özgürlük… Bu kadar özgürlük düşmanı bir atmosfer var. Böyle bir atmosferde anayasa tartışmanın bütün bu sorunların üzerini örtmemesi gerekiyor. Bizler DEM Parti olarak bugüne kadar müzakere ve diyalog partisi olarak çağrılarımızın sorunların çözülmesi gerekiyor. Biraz önce sorunlarımızı saydım biraz daha ekleyeyim. Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmesi dahil bahsini ettiğimiz bütün bu sorunların elbette bir demokratik anayasa yapım sürecinde çözüme kavuşturulabileceğini gayet iyi biliyoruz.

Biz demokratik anayasa yapım süreciyle ilgi DEM Parti olarak kendi komisyonlarımızı kurduk ve kendi çalışmalarımızı başlattık. Bu çalışmaları yaparken özellikle anayasanın en geniş toplumsal mutabakat metni olduğu için Türkiye’de bulunan bütün demokrasi güçleriyle emek ve meslek örgütleriyle kadın hareketleri gençlik hareketiyle doğa ve ekoloji hareketleriyle Kürt özgürlük hareketiyle ve alevi hareketiyle aynı bu ülkede yaşayan bütün farklı inançlardan ve kimliklerden kesimlerle böyle bir geniş yelpazede tabana yayılmış bir demokratik anayasa tartışmasına ihtiyaç vardır. Biz DEM Parti olarak çalışmalarımızı bu çerçevede devam ettireceğiz.

Anayasa tartışmasının olduğu yerde kayyım tartışması yapılır mı? Yapıyorlar ama yapılmaz. İnanın şimdi DEM Partinin kazandığı belediyelerde belediye eşbaşkanlarımızın yönetimle birlikte ortaya çıkardığı bilançolar korkunç. Kayyımlar belediyeleri çalıp çırpmış, belediyeleri borç batağında bırakmış. Zaten hizmet de sağlamamışlar. Ne yol yapmışlar ne kaldırım, ne su sorununu çözmüşler. Üstüne üstelik belediyelerimizi borç batağına sürüklemişler.

Kalemini iktidarın mürekkebiyle doldurmuş bir görevli aynı zamanda bir algı operasyonu şöyle bir yazı yazmış. 27 Belediyemize kayyım atanacağından bahsetmiş. Yani diyor ki yurttaşın seçme ve seçilme hakkını elinden alacağız. Bir tek o mu yazdı; tabii ki bir tek o yazmadı. Ama günlerdir iktidar yandaş medya saray medyası bir algı yaratmaya çalışıyor. DEM Parti’nin sanki bayrakla sorunu varmış gibi bir algı yaratıyorlar. Emin olun yaptıkları bütün haberler yalan DEM Parti belediyelerinin hiçbirinde bayrak sorunu olmamıştır. Bazı provokatif girişimlerin dışındaki biri zihinsel engelli olduğu ortaya çıktı onun dışında böylesi bir haberi yapacak bir durum söz konusu değildir. Biz iki eş başkan olarak her fırsatta şunu dile getirdik. Bizim bayrakla sembollerle hiçbir sorunumuz yoktur.

Bu haberlerin boşu boşuna yapılmadığını düşünüyoruz. Hem Anayasa yapacağım diyeceksin hem de halkın en önemli hakkı ve kazanımı olan ve Türkiye’nin erken dönemde elde etmiş olduğu seçme ve seçilme hakkını elinden alamazsın. DEM Parti yerel yönetimlerde ortaya bir seçim başarısı koymuştur. Kayyım olan bütün yerlerden kayyımdan geri almıştır belediyeleri, üzerine yeni belediye eklemiştir. Ben buradan bu çalışmaları yürüten değerli halklarımıza, parti emektarlarımıza bir kez daha teşekkürlerimi sunuyorum. Şunu bilsinler ki Van’da nasıl irademizi gasp etmelerine izin vermediysek bundan sonra da irademizi hiçbir yerde gasp etmelerine izin vermeyeceğiz.

Bugün AKP 31 Mart seçimlerinden sonra belediye sayılarında önemli bir düşüş oldu. Aynı zamanda bizim belediyelerimizin üzerinde DEM Parti belediyelerinin üzerinde tırnak içinde söylüyorum ‘bayrak politikası’ güderek belediyelerimizin esasen varlıklarına ve kaynaklarına konmak istediklerini ifade etmek istiyorum.

Onlar belediyelerde belediyeleri kaybettikçe yerellerde kendi yandaşlarına belediyelerin kaynaklarını eskisi gibi peşkeş çekemeyeceklerinin farkındalar. O nedenle kendilerine yerelde aynı zamanda böylesi bir maddi kaynak yaratmak üzere de bayrağı bahane ederek ve bayrak üzerinden siyaset yaparak Türkiye kamuoyunu bayrak üzerinden bizlere karşı kışkırtarak, adım atacaklarını sanıyorlarsa yanılıyorlar. DEM Parti buradadır, alnımız açıktır, belediyelerimizi sonuna kadar koruyacağız sonuna kadar.

Ülkeyi bu çöküşten kurtarmanın mümkün olduğunu hepimiz biliyoruz. Biz DEM Parti olarak bu çöküşten kurtulmak için aday olduğumuzu, bu konuda hazır olduğumuzun altını çiziyorum. Demokratik bir cumhuriyeti hep birlikte inşa edebiliriz. Bizler bu ülkede yaşayan farklı halklar ve inançlardan insanlarla, işçilerle, emekçilerle, köylülerle, kadınlarla, gençlerle, engellilerle, ezilenlerle ve sömürülenlerle siyasi ve toplumsal bütün güçlerle elbette bu çöküşten çıkabiliriz.

Bu çöküşten çıkış ortak mücadeleyle mümkündür. 3’üncü yol siyaseti ile mümkündür. 3’üncü yol siyasetini en geniş yelpazede bahsini ettiğim bütün siyasal ve toplumsal dinamiklerle birlikte örmek mümkündür. Toplumu bir radikal demokrasi paradigmasıyla inşa edebiliriz. Demokratik Cumhuriyeti hep birlikte inşa edebiliriz. Ve şundan emin olalım ki bu çöküşten çıkışın yolu budur.”

(Kaynak: MA)

Paylaşın

DEM Parti’den CHP’ye Ziyaret: Anayasa İçin Samimiyete İhtiyaç Var

CHP ziyareti sonrası basın mensuplarına açıklamada bulunan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Anayasa tartışmalarına ilişkin, “Öncelikle bir samimiyete ihtiyaç var” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Şu andaki mevcut iklime bakıldığı zaman, bir samimiyet sorunu görülüyor. Bu konuda bir normalleşmeye, bir yol temizliğine ihtiyaç var. Böylesi bir durumda DEM Parti olarak bu konuda üzerimize düşen bütün görev ve sorumlulukları yerine getireceğiz.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel ile CHP Genel Merkezi’nde bir araya geldi. Özgür Özel’e CHP Genel Sekreteri Selin Sayek Böke ve CHP Genel Başkan Yardımcısı Gamze Taşçıer de eşlik etti. Yaklaşık iki saat süren görüşme sonrası genel başkanlar basın mensuplarına ortak açıklamalarda bulundu.

CHP Lideri Özgür Özel, ziyaret için Eş Genel Başkanlara teşekkür etti. Güncel sorunlar ile seçim sonuçlarını değerlendirdiklerini ifade eden Özel, “Hem yerel seçim sonuçların genel seçime etkileri, Türkiye demokrasisinde yaşadığımız sorunlar, krizler ve içinde bulunduğumuz hafta bolca konuşulan gündemler, sayın Meclis başkanımızın her iki partiye ve diğer partilere gerçekleştirdiği ziyaretler, dün Sayın Cumhurbaşkanı ile benim gerçekleştirdiğim görüşme, bunların üzerinde fikir alışverişi yapmak, karşılıklı görüş alışverişi yapmak, değerlendirmelerde bulunma fırsatını yakaladık” dedi.

“Muhalefet daha cesur olmalı”

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, konuşmasında “diyalog ve müzakere” mesajı verdi. Bakırhan, verimli bir görüşme yaptıklarına işaret ederek, “Aynı zamanda yerel seçimlerde almış oldukları sonuçlardan dolayı tebrik ettik. Başarılı bir sonuçtu. Bugüne kadar siyaset kurumu arasında duvarlar örülmüştü, kutuplaşma vardı. Bu kutuplaşmalar neticesinde siyaset kurumu özgürce bir arada hem Türkiye hem bölge meselelerini tartışamıyordu.

Ya da yeterince tartışamıyordu. 31 Mart’ta halk aslında siyaset kurumuna da önemli bir mesaj vermiştir. Türkiye’de artık mevcut krizler, mevcut iktidar yaklaşımı ile çözülmüyor, daha da derinleşiyor. Demokrasi ve özgürlükler konusunda ciddi sorunlar var. Düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda her gün çeşitli örneklerle karşılaşıyoruz. Henüz seçim sonuçlarında ortaya çıkan siyasi iradeyi kabullenmeme durumu söz konusudur. Siyasetin, muhalefetin, siyasi partilerin bir araya gelmesinin sebebi bunlardır” diye konuştu.

Ülke sorunlarının çözülmesi gerektiğini vurgulayan Bakırhan, “Bu aynı zamanda muhalefetin, ana muhalefet partisinin temel görevlerinden birisidir. Önümüzdeki günlerde biz muhalefet olarak daha çok bir araya geleceğiz. Meselelerin diyalogla, müzakereyle çözülmesi için bir çaba içerisinde olacağız. Türkiye halkları da seçimde bu mesajı bizlere vermiştir. Siyaset kurumu rol alsın, sorumluluk alsın.

Mevcut sorunların çözümünde yapıcı bir rol üstlensin. Tabi bu konuda Cumhuriyet Halk Partisi’ne de büyük görevler düşüyor. Önümüzdeki günler halkın dili olma, sesi olma, halkın, emekçilerin, yoksulların yaşamış oldukları sorunların çözümü için; muhalefetin bir arada aynı zeminde buluşması, ortak görüş alışverişinde bulunarak hareket etmesinin değerli olduğunu biliyoruz. Bu konuda sayın başkan yapıcı bir rol oynayacağını belirtti” dedi.

Bakırhan, şöyle devam etti: “Bugüne kadar Türkiye’de uygulanan politikalar derin bir krize neden olmuştur. Gezi Davası, Kobanê Davası siyaset üzerindeki baskı politikalar, yargı ve ekonomik alanda yaşanan gelişmelerin tamamı iyi bir durumda olmadığımızı gösteriyor. Önümüzdeki dönem başta CHP olmak üzere diğer siyasi partilerle bir araya gelerek bu sorunların çözümü konusunda görüş alışverişinde bulunacağız. Muhalefet daha cesur olmalı. Bir biçimde yaşadığımız meselelerin demokratik yol ve yöntemlerle, müzakereyle, diyalogla çözülmesi için daha büyük bir sorumluluk alacağız.”

Anayasa tartışmalarına da değinen Bakırhan, “Öncelikle bir samimiyete ihtiyaç var. Şu andaki mevcut iklime bakıldığı zaman, bir samimiyet sorunu görülüyor. Bu konuda bir normalleşmeye, bir yol temizliğine ihtiyaç var. Böylesi bir durumda DEM Parti olarak bu konuda üzerimize düşen bütün görev ve sorumlulukları yerine getireceğiz” diye kaydetti.

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, görüşmede birçok konuyu tartıştıklarını ifade etti. Hatimoğulları, işçilerin, emekçilerin, yoksulların, kadınların yaşadığı ekonomik sorunlar ile deprem gibi sorunların güçlü bir koordinasyonla konuşulup tartışılması gerektiğini vurguladı.

Hatimoğulları, “Ne yazık ki siyaset hep bugüne kadar ayrıştırdı, kutuplaştırdı. Ümit ediyoruz ki 31 Mart seçimleri sonrası ortaya çıkan seçim sonuçlarından değerli yurttaşlarımızın başta muhalefet olmak üzere bütün kesimlere yüklemiş olduğu görev ve sorumluluğun bilinciyle bizler demokratik bir Türkiye, demokratik bir cumhuriyet için hep birlikte çalışmalarımızı sürdürebiliriz” ifadelerini kullandı.

Soru / Cevap

Özgür Özel, Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan açıklamalarının ardından basın mensuplarının sorularını yanıtladı. Erdoğan’la görüşmesindeki ‘boş koltuk’ ile ilgili bir soruya Özel, şu yanıtını verdi: “Krizleri yeniden konuşmak anlamlı değil. Orada ortaya çıkan tablo ve aramızdaki görüşmeden sonra sayın Erdoğan’ın CHP’ye bir ziyaret yapma talebini iletmesi ile birlikte olabilecek en iyi şekilde çözülmüş oldu. Artık dönüp bir değerlendirmeyi doğru bulmam.”

Erdoğan’la görüşmesi hakkında bilge veren Özel, “Biz kamuoyunun gündeminde ne varsa hepsini sayın Erdoğan’la görüşme imkanı bulduk. Kendisi dinledi, heyetinde bulunan arkadaşlar not aldılar. Biz de sayın Erdoğan’ın değerlendirmelerini dinledik. Dünkü toplantının Türkiye demokrasisi açısından önemli bir kilometre taşı olduğunu düşünüyorum.”

CHP İstanbul Milletvekili Namık Tan’ın görüşmede yer almasının kimin tarafından önerildiği sorulması üzerine Özel, şunları söyledi: “Ben, sayın Cumhurbaşkanı’nı ziyaret etmeden önce seçilmiş son tarafsız Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e bir ziyarette bulundum. Ziyaretimde bir cumhurbaşkanı ile görüşmeden önce kendisinin önerilerini almak ve bazı sorularıma yardım istemek üzerineydi.

Kendisinin uyarısı şöyle oldu; Cumhurbaşkanı’nın özel kaleminin ve protokol müdürlüğünün bir büyükelçi olduğunu, onun için benim de partide bulunan bir büyükelçiyi görevlendirmek suretiyle bu protokol akışını, randevulaşmayı ve devamını büyükelçinin götürmesinin doğru olacağını ifade ettiler. Ben de partimizde görev yapan İstanbul Milletvekilimiz Namık Tan’ı görevlendirdim.”

Görüşmede Erdoğan’a “Deprem Bakanlığı önerisinde bulunup bulunmadığı” sorulan Özel, şu cevabı verdi: “Deprem üzerine, ismi doğrudan Deprem Bakanlığı olarak konur mu yoksa Doğal Afetlerle Mücadele ve Depreme Hazırlık Bakanlığı mı olur bilmiyorum ama bir bakanlık kurulmasını önerdim. Dahasını önerdim.

Meclis’te grubu bulunan bütün siyasi partilerden birer bakan yardımcısı talep etmesi durumunda ben partimden bir bakan yardımcısını görevlendireceğimi ve deprem meselesini siyaset üstü bir şekilde ele almanın önemine ilişkin değerlendirmelerde bulundum. Sayın Cumhurbaşkanı dikkatle takip etti, not aldı ve not aldırdı. Sayın Cumhurbaşkanı’nın nasıl bir adım atacağını bilmiyorum.”

DEM Parti belediyelerinde bayrak ve sembollerin hedef alındığı iddialarına cevap veren Hatimoğulları, “DEM Parti olarak bayrakla, sembolle hiçbir sorunumuz yoktur” dedi. Hatimoğulları, “Kayyum meselesi ile ilgili Özgür Bey de ifade etti; Van konusunda bizlerle dayanışma gösteren Türkiye’deki bütün siyasi partilere, demokrasi güçlerine teşekkür ediyoruz” ifadelerini kullandı.

Paylaşın

TBMM’de ‘Yeni Anayasa’ Trafiği: Kurtulmuş’tan DEM Parti Ve Saadet Partisi’ne Ziyaret

Meclis’teki siyasi partilere gerçekleştirdiği yeni anaya ziyaretlerine devam eden Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı Numan Kurtulmuş, son olarak Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) ve Saadet Partisi’ni ziyaret etti.

Haber Merkezi / DEM Parti’ye yapılan ziyarette Numan Kurtulmuş’u, DEM Parti Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları, Tuncer Bakırhan, DEM Parti Grup Başkanvekilleri Gülistan Kılıç Koçyiğit ve Sezai Temelli karşıladı. Numan Kurtulmuş ve DEM Parti heyeti, daha sonra görüşmeye geçti. Ziyaret sonrası Kurtulmuş ve DEM Parti heyeti basın mensuplarının karşısına geçti.

Numan Kurtulmuş, ziyarete ilişkin basın mensuplarına yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı: “Salı günü başlattığımız anayasa çalışmaları çerçevesinde ikinci gün temaslarını bugün parlamentoda grubu bulunan 3 partiyle birlikte sürdürüyoruz. İlk ziyareti DEM Parti ile gerçekleştirdik. Bu sürece ilişkin görüşlerimizi, çerçeveyi kendileriyle paylaştık. Bu sürecin açık, şeffaf ve demokratik bir şekilde sürdürülmesi talebimizi kendilerine ilettik.

Değerli Eş Genel Başkanlar, Grup Başkanvekilleri arkadaşlarıyla müzakere ettikten sonra bu konudaki görüşlerini kamuoyuyla da paylaşacaklar. Bizim temennimiz TBMM’de çok büyük bir çoğunlukla siyasi partilerin uzlaşabileceği bir anayasa çalışmasının ortaya konulması ve bunun da Meclis’te kabul edilmesidir. Buna ilişkin daha detaylı açıklamayı 3 partiyi ziyaretten sonra en sonunda gerçekleştireceğiz. Ben bir kez daha ilginiz için teşekkür ediyorum.”

“Yol temizliğine ihtiyaç var”

DEM Parti Eş Genel Başkanı Hatimoğluları ise basın mensuplarına yaptığı açıklamada şunları kaydetti: “Sayın Meclis Başkanına ziyaretlerinden dolayı sizlerin huzurunda bir kez daha teşekkür ediyoruz. Evet, bizler de DEM Parti olarak bir anayasa yapım sürecine Türkiye’nin ihtiyacı olduğu kanaatindeyiz. Bu konuyla ilgili çeşitli açıklamalarımız olmuştur. 12 Eylül Anayasasının dahi uygulanmadığı bir dönemden geçerken, 12 Eylül Anayasasının değişmesi ve demokratik bir Türkiye’nin inşa edilmesi konusunda adımlar atılmasıyla ilgili görüşlerimiz kamuoyunca bilinmektedir.

Bu dönemde elbette bir yol temizliğine ihtiyaç var. Türkiye’de bir demokratik anayasa yapım sürecini inşa edebilmek için de mevcut olan baskı sürecinin ve antidemokratik uygulamaların ortadan kalkması, anayasa hükümlerinin ve AİHM kararlarının uygulanması bizler açısından çok önemlidir.

Dün 1 Mayıs’ta yaşanan şiddet olaylarını olumsuz gördüğümüzün ve böyle bir zeminde anayasa yapım sürecinin zorluklarının olabileceğinin altını çizdik bugün. En büyük temennimiz; ciddi bir yol temizliğinin yapılması, demokratik bir zeminin oluşturulması, en geniş yelpazede toplumsal bir mutabakatla Türkiye’deki bütün farklılıkların, bütün farklı halkların ve inançların eşit yurttaşlık hakkı temelinde haklarının anayasal güvence altına alındığı bir zeminde bir anayasa yapım sürecinin yapılmasıdır. Bu elbette bizler açısından da önemlidir.

Son olarak Türkiye’nin içinde geçtiği çok derin bir ekonomik kriz ve yoksulluk var. Anayasa tartışmalarının ülkenin bu acil ve alarm veren sorununun üstünü örtmeyecek bir şekilde çözülmesi gerekir. Parlamento zemininde ve hep birlikte bütün siyasi partiler olarak değerli halklarımıza, bu ülkenin yoksullarına, işçi ve emekçilerine karşı bir görev ve sorumluluğumuz var. Biz bir kez daha değerli başkana bu ziyaretlerinden dolayı teşekkürlerimizi sunuyoruz.”

“Süreci de şeffaf açık bir şekilde yürüteceğiz”

TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, DEM Parti yöneticileriyle görüşmesinin ardından Saadet Partisi yöneticileri ile bir araya geldi. Görüşmenin ardından gazetecilere açıklama yapan Kurtulmuş, “Genel çerçeveyi, bu süreçle ilgili görüşlerimizi, özellikle TBMM zemininde anayasa çalışmalarını nasıl ilerletebiliriz ve sonuç alırız, bunlarla ilgili görüşlerimi aktardım. Değerli arkadaşlarımızın da görüşlerini alma fırsatımız oldu. Yapıcı bir görüşme oldu.

Önümüzdeki ekim ayı gibi bu işin muhtevasına ilişkin tartışmalara başlanabileceğini görüyorum. Siyaset diyalog içerisinde çözüm üretme yeridir. Bütün siyasi partilerin bu diyaloğun yapıcı unsurları olmasını temenni ederim. Meclis’te grubu olan partilerin görüşünü aldıktan sonra, Meclis’te temsil edilen diğer siyasi partilerin de görüşlerini alacağız. Bu süreci de şeffaf açık bir şekilde yürüteceğiz” ifadelerini kullandı.

Saadet Partisi Grup Başkanvekili Bülent Kaya da verimli bir görüşme olduğunu belirterek, “Anayasaların daha sağlıklı siyasal zeminlerde daha sağlıklı sonuçlar vereceğini dolayısıyla öncelikle Türkiye’deki siyasal iklimi tüm sorularımızı siyaset yoluyla müzakere edebileceğimiz bir zeminde konuşmanın önemine işaret ederek. Saadet ve Gelecek olarak bu siyasal zemine katkı sunacak her türlü çabanın içinde olacağımızı sağlıklı bir zemin inşasının sorunları konuşmaktan daha önemli olduğunu ifade ettik.” dedi.

Saadet Grup Başkanı Selçuk Özdağ ise bu Türkiye’nin bir anayasa değişikliğine ihtiyacı var olduğunu söyleyerek söz konusu görüşmenin değerlendirileceğini söyledi. Özdağ, şunları söyledi: “Mutlaka ki Türkiye’nin bir anayasa değişikliğine ihtiyacı var. Türkiye çok anayasa değiştirdi zaman zaman darbelerle zaman zaman olağanüstü şartlarda değiştirdi, zaman zaman da referandumlarla değiştirdi.

Önemli olan şu, Türkiye’de mevcut bir anayasa var, bu anayasa zaman zaman ihlal ediliyor, zaman zaman ilga ediliyor, bunları görüyoruz, en önemli şey de şudur; bugünkü Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte kuvvetler ayrılığı ilkesinin daha net bir şekilde ayrılacağı söylenmişti. Ama gördüğümüz şu ki burada ben parlamenter olarak grup başkanlığının ötesinde vermiş olduğumuz soru önergelerinde daha, anayasa bakanlara diyor ki 15 gün içerisinde cevap vermeniz gerekir, cevap vermiyorlar, cevap vermedikleri zaman peki anayasa çiğnendiğinde ne olması gerekiyor ilgasında bir cezası olması gerekiyor. Var mı? Var. Uygulanıyor mu? Uygulanmıyor.

O zaman uygulanabilecek şeyleri yapmamız gerekiyor. Bununla ilgili olarak da çalışmalar yapılmasında fayda var. Mevcut anayasaya göre Türkiye’deki problemleri anayasanın maddeleri engel değil, bugünkü gerek ekonomik gerek dış politik meselelerde, gerekse de hukukun ihlal edilmelerinde bir problem oluşturmuyor kendisi. Oluşturmadığına göre peki ne yapmamız gerekiyor?

Hep beraber daha çok konuşmamız, daha fazla demokratikleşmemiz, daha fazla hukukun üstünlüğünü, insan haklarını ön plana çıkartan bir anaysa: Bu anayasa için çalışmalara birlikte destek vereceğiz. Bir Türkiye’nin konuşan Türkiye olmasını istiyoruz; susan veya dayatılan Türkiye değil. Diyalogla uzlaşan ve anlaşan bir Türkiye özlemi içerisindeyiz. Bu tür çabaların ve çalışmaların Türk demokrasisine katkıda bulunacağı inancı içerisinde bizler de bu süreç içerisinde yol alacağız. Birlikte çaba göstereceğiz.”

“Terörle mücadele ayrı, anayasa çalışması ayrı”

TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, Saadet Partisi yöneticileriyle görüşmesinin ardından İYİ Parti’yi ziyaret etti. Görüşmenin ardından açıklama yapan İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, “Aramızda yaptığımız görüşmeyi arkadaşlarımla da paylaşacağım. Daha sonra yol haritamızı sizinle paylaşacağız” dedi.

Numan Kurtulmuş ise MHP ve AK Parti’yi de ziyaret edeceğini açıkladı. Gazetecilerin DEM Parti ile görüşmesinin eleştirildiği yönündeki sorusuna ise Kurtulmuş “Terörle mücadele ayrı, anayasa çalışması ayrı” yanıtı verdi.

Paylaşın

Bakırhan: Bizi Kayyım İle Tehdit Ediyorlar; İrademizi Gasp Ettiremeyeceğiz

Partisinin grup toplantısında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Adaleti sağlamakla görevli olması gerekenler, kayyımlar ile bizi tehdit ediyor. Teyakkuzdalarmış! Vallahi sen teyakkuzdaysan, bizim halkımız çoktan teyakkuzda. Artık o dönemler kapandı” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Halkın iradesine, halkın iradesi olarak gördükleri belediyelere kayyım atayacağınızı düşünüyorsanız yanılırsınız. Bu halk size aslında Van’da çok büyük bir ders verdi. Evet, biz de teyakkuzdayız. Bu sefer irademizi asla gasp ettirmeyeceğimizi bir kez daha sizin huzurunuzda ifade ediyorum. Anamızın ak sütü kadar helal olan, hakkımız ve emeğimizle kazandığımız yerel yönetimlerimizi ne pahasına olursa olsun koruyacağız.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin haftalık Meclis Grup Toplantısı’nda yaptığı konuşmada gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Bakırhan, şunları söyledi:

“31 Mart seçimlerinden hemen sonra yapmış olduğumuz ilk konuşmada herkesi halkın iradesine saygı göstermeye davet etmiştik. Van’da da bu çağrımızı yinelemiştik. Halkı karşısına alanlar, halkın iradesini yok saydığı için bu seçimleri kaybedenler yine geçmişteki tehdit ve kirli kumpaslarla dolu dillerini konuşmaya devam ediyor. Bizzat Cumhurbaşkanının kendisi sandıktan çıkan sonuçlara saygı göstereceğini söylemişti. Aradan geçen zamana bakılırsa, orada da Kürtler hariç demek istedi sanırım. Çünkü kirli kumpasları, algı operasyonları bizim yerel yönetimler üzerinden devam etmeye çalışıyor.

Tabii ki bu saldırılar yeni değil, biz bunların yabancısı değiliz. Geleneğinden geldiğimiz partilerin tamamı benzer saldırılarla birçok defa karşı karşıya kaldı. Daha geçen günlerde bir katı atık emekçisinin deposundan Milli Güvenlik Kuruluna ait bir belge ortaya çıktı. Bu belgede, 90’lı yıllarda Kürtlere karşı uygulanan kirli politikaların nasıl tezgahlandığını ve nasıl hayata geçirildiğini gördük.

Kürt halkına dönük Psikolojik Harp Dairesinin yürütmüş olduğu planlar aslında o belgenin kendisinde vardı. On binlerce faili meçhul cinayetin nasıl yapıldığını anlatıyordu o belge. Bugün Kürt illerinde hemen hemen ziyaret ettiğimiz bütün ailelerimizin baş köşeye fotoğraflarını koydukları insanlarımızın failleri bu belgelerde saklıdır. Onlar bu belgelerdeki planlarla katledildi. Biz bunları unutmadık, unutmayacağız. Çöpten çıkan o belgenin de takipçisi olacağız.

İnsan-kırımında, katliamlarda zamanaşımının olmadığını belirtmek istiyorum. Bir gün DEM gelir devran dönerse, biz Milli Güvenlik Kurulundaki bu kirli tezgahı, Kürtlere ve muhaliflere dönük katliamcı anlayışı demokratik bir yargı karşısında yargılayacağız. Evet, dün böyleydi ama bugün çok mu farklı?

Söz konusu DEM Parti olunca, söz konusu Kürtler, muhalifler olunca maalesef bu durum değişmiyor, aynı şekilde devam ediyor. Bugün de aynı karanlık çevreler yine oyunlarında ısrar ediyorlar. Adalet desen yok. İşte Kobanî Davası 7-8 yıldır devam ediyor. Bir tweet atıldığı için eş genel başkanlarımız dahil olmak üzere 100’ün üzerinde arkadaşımız yargılanıyor, onlarcası cezaevinde. Özgürlükler yerle bir edilmiş, hukuk can çekişiyor.

En son işte Tahir Elçi davasını hep birlikte gördük. Güpegündüz Diyarbakır’ın caddesinde işlenen bir cinayetin failleri ortada yok. Savcı, tutuklananları da beraat ettirmek istiyor. Karıncayı kuşu dahi kameralarla, MOBESElerle görenler, Amed’in her karışını kontrol edenler Tahir Elçi’nin katillerini bulamadılar ya da bulmak istemiyorlar. Bu yetmiyor, yargılananları da beraat ettirmek istiyorlar. Bu davanın da takipçisi olacağız. Tahir Elçi’nin katillerinin ortaya çıkması için hep birlikte çalışmalarımıza devam edeceğiz.

Tüm bu olanlara karşı kılını kıpırdatmayanlar, kalkmış bizi tehdit ediyor. Bunların hesabını vermeleri gerekirken, sabah akşam DEM Parti ve kazanmış olduğu yerel yönetimlerden bahsediyorlar. İnsan biraz geriye dönüp bakar. Bu tehditlere, bu kırımlara, bu algı operasyonlarına Kürtler, emekçiler, Türkiye halkları ne zaman taviz verdi, ne zaman eyvallah etti ki şimdi parmak sallamanızdan korkarak barış ve demokrasi mücadelemizden vazgeçmemizi bekliyorsunuz? Ne tehditleriniz ne algı operasyonlarınız bizi bu haklı mücadelemizden asla vazgeçiremeyecektir.

Adaleti sağlamakla görevli olması gerekenler, kayyımlar ile bizi tehdit ediyor. Teyakkuzdalarmış! Vallahi sen teyakkuzdaysan, bizim halkımız çoktan teyakkuzda. Artık o dönemler kapandı. Halkın iradesine, halkın iradesi olarak gördükleri belediyelere kayyım atayacağınızı düşünüyorsanız yanılırsınız. Bu halk size aslında Van’da çok büyük bir ders verdi. Evet, biz de teyakkuzdayız. Bu sefer irademizi asla gasp ettirmeyeceğimizi bir kez daha sizin huzurunuzda ifade ediyorum. Anamızın ak sütü kadar helal olan, hakkımız ve emeğimizle kazandığımız yerel yönetimlerimizi ne pahasına olursa olsun koruyacağız.

“Bizim hiçbir halkın sembolleri ve değerleriyle sorunumuz yok, olmaz da”

Hiçbir dönem belediyelerde bu kadar büyük borç tablosu çıkarılmamıştı. Belediyelerde yolsuzluk diz boyu, belediyeler borç batağına batırılmış. En küçük belediyenin dahi yüz milyonun üzerinde borcu var. Kimi ilçelerimiz büyükşehirlerle yarışacak borçlara sahip. Kayyımlar talan etmiş, yok etmiş, büyük usulsüzlükler yapmış ama bunların tekine bir soruşturma açılmamış. Bizim için teyakkuzda olanlar, 8 yıldır yerel yönetimleri borç batağına batıran, usulsüzlükleri ve yolsuzlukları aleni bir şekilde ortada olan yönetimler hakkında tek bir soruşturma açmamış.

Ama söz konusu biz olunca semboller ve değerler üzerinden bizi tehdit etmeye çalışıyorlar. Bakın son kez burada söylüyorum: Biz geleneğinden geldiğimiz partilerin bu konuda tavrı çok nettir. Sadece Türkiye halklarının değil, dünyada yaşayan hiçbir halkın sembolleri ve değerleriyle sorunumuz yok, olmaz. Şimdi de yoktur. Basit algı operasyonlarıyla sembollere karşı olduğumuzu kamuoyuna lanse ederek kirli oyunlarını hayata geçirmeye çalışıyorlar.

Bu yetmiyormuş gibi Ağrı’da il vergi dairesi – artık bakanlığı, üst düzey bürokrasiyi geçtik- İller Bankasından Ağrı Belediyemize giden 7 milyon liraya bloke koymuş. Neymiş, Ağrı İl Vergi Dairesinin belediyeden alacağı varmış. Sen 8-10 yıldır uyuyorsun da belediye DEM Parti’ye geçince mi alacağının farkına varıyorsun? AKP ampullü o bürokratlar da bizi iyi dinlensin. Ağrı Belediyesi talan edilmiş, soyulmuş soğana çevrilmiş.

İşçilerin, emekçilerin ücretini dahi ödeyemeyecek bir noktaya getirilmiş. Ağrı’daki yolsuzlukları bilmeyen yok! Bürokrasi suskun. Ama şimdi vergi dairesindekilerin aklına borçlarını tahsil etmek gelmiş. Bu tarafgir tutumları da unutmayacağız. Çağrımız, belediyeler arasında bir ayrımcılığın uygulanmamasıdır. Bizim olmayan belediyelerde il vergi daireleri ne yapıyorsa, Ağrı İl Vergi Dairesini de onu yapmaya davet ediyoruz.

Bizim alnımız ak, kapımız açık. Zaten biz açmasak da 24 saat belediyelerimizde Sayıştay ve mülkiye müfettişleri kamp kuruyor. İçtiğimiz suyun fiyatına, sayısına dahi bakıyorlar. Bizi diğer belediyelerle kimse karıştırmasın. Sizin huzurunuzda çağrı yapıyorum; Sayıştay ve mülkiye müfettişlerini halklarımızın kazandığı belediyelerimize ben davet ediyorum. Gelip araştırsınlar, soruştursunlar. Keşke bunu yapsalar.

Hem bizden önceki kayyımcı anlayışın hem de AKP’li belediyelerin o belediyeleri nasıl soyduğunu görsünler. Türkiye halkları da görsün. Belediyelerimizde kayyımların ve diğer kimi partilere mensup belediyelerin yapmış oldukları usulsüzlükleri ve yolsuzlukları 40 Haramiler bile yapmaz. Onlara bile rahmet okutacak cinsten yolsuzluk ve usulsüzlükler yapılmış. Sayıştay ve mülkiye müfettişlerini biz davet ediyoruz. Buyursunlar, belediyenin 8-10 yıllık borç ve harcama haritasını ortaya çıkarsınlar, biz de hep beraber görelim.

Bu gündemi fazla uzatmak istemiyorum, söylenecekler çok ama siz anladınız. Türkiye halkları da anlamış olmalı ki 31 Mart’ta bunlara gereken cevabı verdiler. Ancak belli ki buradan dersler çıkarmamışlar. Yine algı operasyonlarıyla, tehdit ve şantajlarla bizleri pes ettireceklerini düşünüyorlar. Artık öyle bir dünya yok. Bu ülkenin tarihinde ne zaman yoksulluk, sefalet ve ölüm varsa bilin ki iktidarlar barış ve demokrasiden uzaklaştıkları içindir.

1930’larda, 70’lerde, 90’larda bunları yaşadık. Bu kötü ve karanlık günlerin olduğu dönemler demokrasiden uzaklaştığınız, Kürt sorununu yok saydığınız, şiddetle çözmek istediğiniz dönemlerdi. Şimdi de aynı tablonun içindeyiz. İnsanlar açlıkla mücadele ediyor. Emekliler akşama kadar feryat figan ediyorlar, 10 bin lirayla nasıl geçinilir sorusunu soruyorlar. Ama buna çare bulması gerekenler parmak sallıyor, algı operasyonları yapmaya çalışıyor.

İktidar her kaybettiğinde, geçmişteki sonu belli olan diğer iktidarlar gibi, tekçi ve inkarcı devlet kumpaslarına ve kirli tezgahlara sarılmaya devam ediyor. Bir ülkede siyaset kurumu görevini yapmadığında, iktidar halk iradesine saygı duymadığında, seçim sonuçları inkar edildiğinde ortaya çıkan tek şey huzursuzluk, adaletsizlik ve sefalettir. Bu ülkede yaşayan herkesi şunu görmeye davet ediyorum.

Demokrasi, adalet ve barıştan uzaklaşıldıkça; en fazla biz emekçiler ve yoksullar kaybediyoruz, en çok bizim özgürlüklerimiz gasp ediliyor, en çok bizim soframızda ekmeğimiz aşımız küçülüyor. Pusulası savaş olanların yanaşacakları liman açlık, yoksulluk ve sefalet limanıdır. Bu defalarca deneyimlendi ve görüldü. Şu anda yaşadığımız da budur. Defalarca bu uyarıyı yaptık ama savaş peşinde koşa koşa, ki hala Cumhurbaşkanı ülke ülke dolaşarak Kürtlere karşı savaş vizesi almaya çalışıyor- ülkeyi batırdılar bitirdiler, bu savaş zihniyetinden bir türlü uzaklaşamadılar.

“Emekçiler kaybederken ısmarlama ihale alanlar kazanıyor”

Tekrar ediyoruz; Türkiye’nin yaşadığı temel sorunlar savaşla giderilmez, barış siyasetini izleyelim, demokrasi ve özgürlükleri arttıralım o zaman Türkiye’nin nasıl büyüyeceğini hep birlikte görürüz. Bu iktidar anlayışıyla biz emekçiler, kadınlar, gençler kaybediyoruz. Peki, biz kaybediyorsak kim kazanıyor? Milyarlarca lira vergi desteği alanlar kazanıyor. Hem milyarlar kazanıyorlar hem de vergi desteği alıyorlar. Normalde demokratik bir ülkede tam tersi olmaz mı? Ismarlama ihale alan 3-5 müteahhit kazanıyor.

Milyonlarca genç işsizken, ülkeden bir an önce gidip başka bir yerde yaşamını kurmaya çalışırken, çoklu maaş alan bürokratlar kazanıyor. Halka dolarlarınızı, eurolarınızı bozdurun diye çağrı yapıyorlar ama ihaleleri dolarla veriyorlar. İhaleyi dolarlarla alanlar kazanıyor. Savaştan beslenenler ve halk iradesini tanımayanlar, bu sömürü ve adaletsizlik düzeninin devam etsini isteyenlerdir. Lüks devam etsin, şatafat devam etsin, çoklu maaşlar devam etsin de emekçilere ve emeklilere ne olursa olsun yaklaşımı bugün Türkiye’de uygulanıyor.

İnşallah DEM gelecek devran dönecek. Bu gidişatı da tersine çevireceğiz. Biz DEM Parti olarak; her zaman gençlerden, kadınlardan, emekçilerden yana olduk ve onlar kazansın diye mücadele ettik ve mücadele etmeye devam edeceğiz. Siyasetin normalleşmesi, sorunların diyalog zemininde çözülmesi ve devlet içindeki bu yeni paralel yapıların son bulması bu sefalet ortamının bitmesinin tek yoludur. Son üç ayda 425’ten fazla işçi katledilmiştir. Hayatını kaybetmiştir demiyorum. Gerekli olan güvenlik önlemleri ve güvenli çalışma ortamı sağlanmadığı için katledilmişlerdir.

Her gün kadınlar katlediliyor. Her yıl binlerce çocuk istismara maruz kalıyor. İnsanlar artık çöpten yiyecek toplamaya başladı. On binlerce genç evini terk etti. Büyük bir çürüme ile karşı karşıyayız. Buna son vermenin adıdır DEM Parti. Buna son vermenin mücadelesini veriyor DEM Parti. Biz bu büyük çürümeye son verme yolunda ortak, adil ve eşit yaşam inadımızdan asla vazgeçmeyeceğiz. Barış ve demokrasi mücadelesinden tek bir geri adım atmayacağız. Her evi, her sofrayı etkileyen bu ekonomik krize karşı acil alınması gereken önlemler ve atılması gereken adımlar var.

“Meclis’e 10 maddelik çağrımız var”

Bu kriz döneminde de DEM Parti’nin tek parolası krize karşı emekçileri ve halklarımızı korumak olacaktır. Halkı ve emekçileri korumak üzere Meclis’in irade göstermesi için acil yerine getirilmesi gereken hususlara ilişkin 10 maddelik bir çağrı yapmak istiyoruz huzurlarınızda:

1- Asgari ücreti her ay sendikaların belirlemiş olduğu yoksulluk sınırının yarısına eşitleyelim. Gelin, asgari ücreti 3 ayda bir güncelleyelim.

2- En düşük emekli maaşını asgari ücret seviyesine çıkaralım, Kademeli Emeklilik Sistemi ile sosyal adaleti sağlayalım.

3- Esnafa ucuz kredi imkanı sağlayıp sigorta primlerinde kolaylık sağlayalım ki istihdama katkı sunulsun.

4- Küçük esnafın 100 bin liraya kadar olan borçlarını silelim. Milyar dolar kazananlara vergi muafiyeti sağlayanlar ve borçlarını silenler, esnafın 100 bin liraya kadar olan borçlarını gayet rahat silebilir.

5- Vergi adaleti için çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi alacak düzenlemeler yapalım. Vergi muafiyeti ve istisnalarına artık son verelim.

6- Çiftçilerin temel gider kalemlerinden olan mazot, gübre, elektrik gibi girdilerin ucuza teminini sağlayarak üretimi teşvik edelim. Çiftçiye destek sağlamadığınız zaman dışarıdan ithal bir ekonomik anlayışa mahkum kalıyorsunuz. Gelin, küçük çiftçilerin 10 bine kadar olan borçlarını silelim.

7- Bireysel borçlanma sorununu ortadan kaldırmak için, hane geliri 50 bin liranın altında olan vatandaşların ihtiyaç ve bireysel borçlarının faizlerini silip borçlarını yeniden yapılandıralım.

8- KPSS kapsamında hemen engelli 20 bin kişinin işe alımını gerçekleştirelim. Kamuda engelli istihdam kotasını yüzde 6’ya yükseltelim.

9- Gençlere temel gelir desteği sağlayalım. Öğrencilerin burslarını insani şartlarda eğitim görebilecekleri bir seviyeye yükseltelim. Geçim sıkıntısı çekmeyecekleri olanakları gençlerimiz için yaratalım.

10- Barınamayan öğrenciler için bir atılım başlatarak öğrencilerin barınma sorununu tarihe gömelim.

Şimdi size soruyorum; bu 10 maddenin hangisi Meclis’ten geçmez, çok mu zor bunlar? İşte bu 10 maddeyi dahi geçirseler emekliler, emekçiler, öğrenciler, gençler, çiftçiler, küçük esnaf nefes alacak. Ama maalesef bunu bile yapmayanlar, sonra çıkıp emekçilerin, gençlerin, köylülerin dostu olduğunu söylüyor. Milletvekili arkadaşlarımızla birlikte biz bu 10 maddeyi Genel Kurulda da sahada da her yerde dile getirerek Meclis’in adım atması için de kararlılıkla mücadele edeceğiz.

Yarın 1 Mayıs. Yüzlerce yıllık emeğimizle ve çabamızla 1 Mayıs’ı hem devletlere hem sermayeye kabul ettirdik. İşçilerin bayramıdır 1 Mayıs. İşçilerin ve emekçilerin bayramını bu vesileyle kutluyorum. Biz 8 Mart ruhunu nasıl Newroz coşkusuyla birleştirdiysek, Newroz’da sahaya çıkan milyonların gücünü nasıl 31 Mart’ta başarıya dönüştürdüysek, şimdi de 31 Mart’ta elde ettiğimiz başarıyı 1 Mayıs alanlarına taşıyarak işçinin ve emekçinin gücünü göstereceğiz. Baskının, açlık ve sömürünün kol gezdiği bir dönemde 1 Mayıs bizler için 31 Mart’ta aldığımız değişim mesajını zafere ulaştırmanın dönüm noktası olacaktır.

1 Mayıs’ta bir kez daha milyonlarla bir araya gelerek mücadelemizin gücünü gösterme zamanıdır. DEM Parti olarak bizler emeğin ve özgürlüğün ülkesini kurmak için uğraşıyoruz. DEM Parti; emekçilerin partisidir, mültecilerin partisidir, kimliği yok sayılanların partisidir. DEM Parti; maden ocaklarında karın tokluğuna çalışanların, tekstil atölyelerinde hayata tutunmaya çalışanların sesi sözüdür. DEM Parti; Kürt’ün, Türk’ün Arap’ın, Ermeni’nin ve burada adını sayamadığım bütün hakların ve inançların partisidir, güvencesidir. DEM Parti, haksız ve hukuksuz yere içeride olan tutsakların haykırışıdır. DEM Parti, işçi sınıfı ile Kürt halkının hak arama mücadelelerini birleştirdiği bir mevzidir. DEM Parti; 1 Mayıs’tır, 8 Marttır, Newroz’dur.

Bizim için Newroz da 1 Mayıs da aynı mücadeledir, Kürt halkının direnişi ile 1 Mayıs’ın devrimci ruhu kardeştir. Emeği sömürülen ve katledilen işçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin, ezilenlerin sesi ve umudu olmak için DEM Parti Eş Genel Başkanları olarak biz de yarın Van ve İstanbul’da alanlarda olacağız. Yarın ben İstanbul’daki emekçilerle dayanışmak için, omuz omuza vermek için Taksim’de olacağım. Bu vesileyle tüm işçileri, emekçileri, kamu emekçilerini, kadınları, gençleri, partimize gönül vermiş herkesi 1 Mayıs’ta Taksim’de işçilerle ve emekçilerle dayanışmaya çağırıyorum.

Bugün aramızda KHK’yle işten atılmış Nejla Demirci arkadaşımız var. KHK ile işten atılan emekçilerin de 1 Mayıs bayramını kutluyorum. Onların mücadelesinin takipçisi olduğumuzu, birlikte olduğumuzu bir kez daha belirtmek istiyorum. Necla Demirci arkadaşımız aynı zamanda “Kanun Hükmü” belgeselinin yönetmenidir. Belki izlediniz, gerçi nereden izleyeceksiniz hep yasaklanıyor. Sizleri Kanun Hükmü’nü izlemeye davet ediyorum. Yarın akşam Ankara’da bütün arkadaşlarımızı izlemeye davet ediyorum. Bijî 1ê Gulanê, Yaşasın 1 Mayıs.

Son olarak da biliyorsunuz Hilvan’da belediyeyi kazanmıştık ama çeşitli oyunlarla oradaki seçimi iptal ettirdiler. 2 Haziran’da seçim yenilecek. Buradan onurlu Hilvan halkına seslenmek istiyorum. Hilvan, hak arama mücadelesinin verildiği ilk topraklardandır. Hilvan halkını 7’den 70’e bu haksız ve hukuksuzluğa karşı DEM Parti çalışmalarına katılmaya, DEM Parti’nin tekrar belediyeyi alması için çalışmaya çağırıyorum. Biz de Hilvan’da olacağız. Merkezimizle, milletvekillerimizle, demokratik kitle örgütleriyle, aydınlarla birlikte bu haksızlığı ve hukuksuzluğu büyük bir farkla Hilvan’da kapatarak belediyeyi halkın evi haline getireceğiz diyoruz.

Amedspor, sadece bizim değil Türkiye emekçilerinin, halklarının, gençlerin takımı. Türkiye’de sanırım son verilere göre taraftarı en fazla olan üçüncü takımmış Amedspor. Yani demek ki köklü takımlara rağmen bu kadar çok taraftarı var, seveni var. Amedspor’un şampiyonluğunu kutluyoruz, hayırlı olsun. İnşallah önümüzdeki yıl bu salonlarda birinci lige çıkmasını hep birlikte kutlarız. Batman Petrolspor’a da başarılar diliyoruz, kutluyoruz. Onlar da çok üstün bir başarı ortaya koydular. Tabii Vanspor da daha bitmedi. Vanspor’un da eleme grubundan çıkarak Van’a yakışır bir sonuçla bir üst lige yükselmesini bekliyoruz. Bu temennilerle hepinizin 1 Mayıs’ı kutlu olsun. Hepimize başarılar.”

Paylaşın

DEM Parti’den ‘Yeni Anayasa’ Açıklaması: Çok Acil Bir İhtiyaç

Meclis’te basın toplantısı gerçekleştiren DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, “Demokratik bir anayasanın Türkiye için bir ihtiyaç olduğu açık ve net. Biz de toplumun bütün kesimlerini kapsayan ve gerçekten eşitlikçi, özgürlükçü bir anayasanın yapılması gerektiğini her fırsatta ifade ediyoruz. Kürt sorununu çözmeye odaklı, eşit yurttaşlık tanımının yapıldığı, güçlendirilmiş yerel yönetimi savunan çoğulcu ve özgürlükçü bir anayasa yapılması artık çok acil bir ihtiyaç” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Fakat yolda kaza yapmamak için de birtakım hazırlıklar yapmaya ihtiyaç var. Örneğin ülkenin öncelikle normalleşmesi gerekiyor. İfade özgürlüğü sağlanmalı, güvence altına alınmalıdır. Baskıcı politikalar, baskıcı pratikler hızla terk edilmelidir. Partimizin daha önce sunduğu yeni bir anayasa için yol temizliği çalışmaları mutlaka dikkate alınmalıdır. Mehmet Uçum açıklamalar yapmış. Kendisi Saray’dan sürekli hukuk fetvaları veren biri olarak biliniyor. Açıklamalarının ciddiyetten uzak olduğunu ifade etmek istiyorum. Süslü, çoğulcu, özgürlükçü cümleler kuruyor ama pratiği bunun tam tersidir.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, Meclis’te yaptığı basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Koçyiğit, şunları söyledi:

“Milli Eğitim Bakanı, eğitim sisteminin altına dinamit koyan, Milli Eğitim Sistemini ve okulu tarikat yuvasına dönüştürmek için elinden geleni ardına koymayan bir bakandır. Yeni Türkiye Yüzyılı Maarif Modeliyle bir aşama kat etti.

Türkiye’deki öğrenci velilerine de şunu söylüyoruz. Milli Eğitim Bakanının icraatları devam ederse, çocuklarınızı bu uygulamalardan nasıl koruyacağınızı hepimizin beraber düşünmesi ve tartışması gerekiyor. Aslında çoğulcu, eşitlikçi ve özgürlükçü bir eğitim paradigmasını hep beraber inşa edebiliriz. Bunun imkanları fazlasıyla mevcut. Fakat Milli Eğitim Bakanlığının “Türkiye Yüzyılı” başlığıyla askıya çıkardığı model tam anlamıyla bir skandalı içeriyor. Tekçi olan rejimi daha da tekçi hale getirmeye, istedikleri makbul vatandaşı okuldan başlayarak yetiştirmeye dönük bir müfredat olduğunu ifade etmemiz gerekiyor.

İlk eleştirinin diğer çevrelerce ilericilik-gericilik meselesine sıkıştırılmasını doğru bulmuyoruz. Çünkü bu, Türkiye Cumhuriyetinin din ve dinsel örgütlenme ile geliştirdiği simbiyoz ilişkiyi görmezden gelen bir anlayıştır. Mesele sadece ilericilik ve gericilik olarak ele alınamaz; mesele AKP’nin 2071 hayalleriyle örtüşen dindar ve kindar nesil yetiştirmeye yönelik paradigmasını yaşamsallaştırmasıdır. Bu anlamıyla bu müfredat çok tehlikeli bir adımdır.

Yakın tarihte yetişen kuşaklara baktığımızda -ki ben de onlardan biriyim- hiçbirimiz özgürlükçü, laik, çoğulcu bir ortamda yetişmedik. Türkiye Cumhuriyetinin bütün müfredatına baktığımızda, Milli Eğitim Sistemine baktığımızda her zaman bir tipoloji yaratmaya yönelik bir aklı olduğunu görüyoruz. Genel olarak farklılıkları yok etmeye yönelik, farklı halkları, inançları ve mezhepleri çoğunluk içerisinde eritmeye yönelik bir müfredat var. O anlamıyla sistemin kendisinin bir “hedef insanı” var aslında.

Fakat AKP dönemiyle bunun daha da ilerletildiğini ve tam bir dinci motivasyonla bu işin ele alındığını görmek mümkün. Bir yüzyıldır halkları, toplumsal kesimleri, toplumsal sınıfları, inançları, kültürleri ve her şeyi eritmeye çalışan bu sistem şimdi yeni bir aşamaya geçti. Bu yeni aşamayı da aslında ilerici bir model olarak ya da en azından kendileri açısından vizyonel bir model olarak topluma anlatmaya çalışıyorlar ki bunun hiçbir şekilde doğru olmadığını ifade edelim.

Çok uzun süredir AKP’nin eğitimdeki meselesi ikili bir ayak üzerinden yürüyor. Birincisi; bir dindar ve kindar nesil yetiştirmektir. İdeolojik saikle yürüttükleri bir mesele bu. Makbul bir vatandaş kimliği inşa etmeye çalışıyorlar. Diğer yönüyle de kapitalizmin ihtiyaçlarına göre ara eleman yetiştirmeye, sermaye için insan gücü yetiştirmeye dönük bir yaklaşımları var. Daha önce bir okul-fabrika dönemiydi, şimdi öğrenci-işçi modeline geçiş var. Okullar fabrikaya dönüştürülmüş durumda, artık sanayi sitelerinin içine yapılıyor.

Öğrenciler ise artık öğrenci değil her biri çocuk işçi. Çocuk işçilere de sermayenin ihtiyaçlarına göre beceri kazandırılmaya ve sisteme bir şekilde entegre edilmeye çalışılıyor. Bu modelin neoliberal bir model olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Oluşturdukları modeli bir hafta askıda tuttular. Sivil toplumun, üniversitelerin, akademisyenlerin, siyasi partilerin, veli derneklerinin ve diğer bütün çevrelerin katılımına kapattıklarını görüyoruz. O yüzden çoğulcu ve katılımcı değil. Yani yine AKP’nin hızlı bir şekilde oldubittiye getirdiği bir süreçle karşı karşıyayız.

Eğitim dediğimiz ve bütün toplumu, gelecek nesilleri ilgilendiren bir meselenin sadece bakanlık ve AKP eliyle yürütülmesi doğru mudur? Tabii ki değildir. Bu akıldan hızlı bir şekilde geri dönülmesi ve gerçekten yeni bir müfredat yazılacaksa, eğitimdeki yapısal sorunların öncelikle giderilmesi gerekiyor. Bu sorunları konuşmak, tartışmak ve bu sorunlara çözüm önerileri geliştirmek için akademisyenlerin, üniversitelerin, sivil toplumun, siyasi partilerin, velilerin ve öğrencilerin katılımıyla yeni bir süreç başlatılmalıdır.

Sadece Türkçeye, Türklüğe, Müslümanlığa, Müslümanlığın da bir mezhebine indirgenmiş bir sistem aklı ve eğitim müfredatının bu ülkede yaşayan bütün halkları, inançları ve toplumsal kesimleri dışladığını ve bu anlamıyla da ayrımcı ve ötekileştirici bir müfredat programı olduğunu, dolayısıyla bu süreci daha da derinleştirdiğini söylememiz gerekiyor. Oysa ki 31 Mart seçimleri sadece bu ülkede yaşayan işçilerin ve emekçilerin bir itirazı değildi, aynı zamanda eğitim sistemine yönelik ciddi bir itiraz ve ret olarak da okunmalıdır. Bu itirazın da süreç yürütülürken göz önünde bulundurulması gerekiyordu. Ancak ne yazık ki bütün bunların göz önünde bulundurulmadığını görüyoruz.

21. yüzyıldayız. 2024 yılındayız. Ancak hala anadilinde eğitimi konuşamıyoruz, hala başta Kürt çocukları olmak üzere bu ülkede yaşayan farklı halkların çocukları anadilinde eğitime erişemiyor. Hala bu ülkenin çocukları okula aç gidip geliyor. Hala müfredat tekçi yapısını koruyor, cinsiyetçi yapısını koruyor. Bütün bunların içerisinde bize bir masal anlatmaya çalışan Milli Eğitim Bakanlığı var ki buna inanmamızın, buna güvenmemizin mümkün olmadığını ifade etmemiz gerekiyor.

Bizler AKP’nin paradigma inşasının önünde duracağız, sonuna kadar mücadele edeceğiz. 3. Yol perspektifimizle yeni bir eğitim modelinin oluşturulması için; eşitlikçi, özgürlükçü ve toplumsal katılımın olduğu bir model için elimizden gelen bütün çabayı harcayacağız. Bu müfredat tam anlamıyla bütün topluma, çocukların geleceğine, Türkiye’nin geleceğine kasteden bir müfredattır. Derhal bu müfredattan geri adım atılması çağrımızı yinelemek istiyorum.

“Tahir Elçi cinayetinin dosyasını kapatmaya çalışıyorlar”

28 Kasım 2015’te Dağkapı Meydanında 4 Ayaklı Minarenin önünde Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi katledildi. 8 yılın sonunda bugün öğrendiğimiz bir haber var. Savcılık her 3 sanık polis hakkında da beraat yönünde mütalaa verdi. 8 yıl boyunca bu cinayetin üzerine hiçbir şekilde gitmeyen, aksine cinayetin üstünü örtmeye çalışan yargının, bugün verdiği mütalaa kararı yeni bir faili meçhuldür. Diyarbakır’ın orta yerinde onlarca kameranın önünde vuruldu Tahir Elçi ama kimin vurduğunu tespit edemiyoruz diyen bir yargı var. Kimin vurduğunu tespit edemiyoruz diyen kriminal raporlar gerçeği var. Ancak bu raporları yalanlayan başka raporlar da var.

Katilin kimliğini tespit etmek gerçek bir yargılama için çok önemliydi ama bundan imtina ettiler. Örneğin soruşturma aşamasında savcılık gizlilik kararıyla sır perdesi çektiği bu davada polislerin avukatlığını yaptı. Dosyada olay yeri incelemesi 5 ay sonra yapılıyorsa, tabii ki bu deliller açığa çıkamazdı. Keşif yapılmazsa, tabii ki mermi çekirdeği bulamazdı. Polisleri şüpheli değil tanık sıfatıyla dinlerseniz tabii ki hakikat açığa çıkmazdı. En önemlisi de cinayet anını gösteren emniyetin 12 saniyelik kamera görüntüsünün kaybedilmesi cinayetin üstünü örtmeye yönelik önemli bir delil karartmaydı.

Peki, katilin kim olduğunu bildikleri için onu korumaya çalıştıklarını düşünsek abartılı mı olur, hayır. Tam da bunu yapıyor yargı. Katili biliyor, tanıyor ve korumaya çalışıyor. Çünkü Elçi’nin avukatlarının dava dosyasındaki tüm görüntülerin incelenmesiyle Londra Üniversitesinden aldığı görsel ve işitsel veri analiz raporunda, aslında siyah ceketli polis memurunun Elçi’ye yönelik açık ve engelsiz bir ateş hattıyla silahını ateşleyen tek kişi olduğu tespit edilmişti. Peki, davanın heyeti ve savcı bütün bu raporu göz önünde bulundurdu mu? Hayır.

Davayı karartmayı, katili yargıdan ve adaletten kaçırmayı tercih ettiler. Katili istihbarat şube tanıyor, iktidar biliyor, dönemin başbakanı olan ve “Biz iktidardan düşersek beyaz toroslar dönemi başlayacak” diyen Davutoğlu çok iyi biliyor. Bu karanlığın üzerini bütün bu bilenler birlikte kapatmaya çalışıyor. Ama biz de katili biliyoruz ve tanıyoruz, katili koruyan anlayışı tarihsel hafızamızla çok iyi biliyoruz. Bu dosyanın böyle kapanmaması için, Tahir Elçi’nin katillerinin adalet önünde gereken hesabı vermesi için sonuna kadar mücadele edeceğiz.

Tahir Elçi dosyasındaki bu aşamanın bir kez daha kamu vicdanını ve toplumsal adalet duygusunu zedelediğini ifade etmek istiyorum. Buradan derhal geri adım atılmalıdır. Dosyanın üstünü kapatarak değil, dosyadaki gerçeği açığa çıkarıp gerçek suçluları adalet önüne çıkarak Türkiye yeni bir döneme kapı aralayabilir. Aksi ise eski Türkiye’yi hatırlatan, onu referans alan bir pratiktir. Eski Türkiye’nin bugün hepimizi nereye getirdiğini de herkes çok iyi biliyor. Bu çağrımı da yinelemek istiyorum.

Bir anayasa tartışması süreci başladı. Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş ve AKP’nin birçok sözcüsü açıklamalar yaptılar. Tabii ki demokratik bir anayasanın Türkiye için bir ihtiyaç olduğu açık ve net. Biz de toplumun bütün kesimlerini kapsayan ve gerçekten eşitlikçi, özgürlükçü bir anayasanın yapılması gerektiğini her fırsatta ifade ediyoruz. Kürt sorununu çözmeye odaklı, eşit yurttaşlık tanımının yapıldığı, güçlendirilmiş yerel yönetimi savunan çoğulcu ve özgürlükçü bir anayasa yapılması artık çok acil bir ihtiyaç.

Fakat yolda kaza yapmamak için de birtakım hazırlıklar yapmaya ihtiyaç var. Örneğin ülkenin öncelikle normalleşmesi gerekiyor. İfade özgürlüğü sağlanmalı, güvence altına alınmalıdır. Baskıcı politikalar, baskıcı pratikler hızla terk edilmelidir. Partimizin daha önce sunduğu yeni bir anayasa için yol temizliği çalışmaları mutlaka dikkate alınmalıdır. Mehmet Uçum açıklamalar yapmış. Kendisi Saray’dan sürekli hukuk fetvaları veren biri olarak biliniyor. Açıklamalarının ciddiyetten uzak olduğunu ifade etmek istiyorum.

Süslü, çoğulcu, özgürlükçü cümleler kuruyor ama pratiği bunun tam tersidir. “50 + 1 halkın demokratik kazanımıdır” demiş. Kuvvetler ayrılığının olmadığı, gittikçe totaliter bir yönetime dönüşen, sınırsız yetkili bir iktidarın oluşturduğu bu sistem nasıl 50+1’i özgürlükçü olarak ifade edebilir? Hiçbir özgürlüğümüz yok, hiçbir hukuksal güvencemiz yok. En temel haklarımız askıya alınmış durumda. Anayasa askıda, tam bir anayasasızlık yaşıyoruz ama Uçum 50+1’i ve onun yönetim sistemini demokratik bir yönetim olarak ifade ediyor.

Öncelikle bu ülke gerçek anlamda bütün bunları gerçekleştirmek ve demokratik bir anayasa yapmak istiyorsa, AİHM kararlarını hızlıca uygulamalıdır ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engelleri kaldırmaktan yargı bağımsızlığının sağlanmasına kadar bir dizi işi ivedilikle yapmalıdır. Daha da önemlisi bugün halihazırda devam eden Kobani Kumpas Davası, HDP Kapatma Davası gibi bu ülkenin utanç karnesine yerleşen, demokrasi tarihinin birer utanç vesikası olan davalarda hızlı bir şekilde tutum almalıdır ve bu konudaki haksız hukuksuz uygulamalardan vazgeçmelidir.

İşte o zaman biz gerçekten demokratik bir anayasa yapma niyetinin olduğuna inanırız. Ancak böyle bir şey yapmıyorlar. Sadece süslü cümleler kurarak demokratik anayasa yapma işini yürütmeye ve bunu topluma yeni ve pozitif bir gündem olarak sunup kendi iktidarlarını sağlamlaştırmaya çalışıyorlar. Şunu söyleyelim; biz hiçbir şekilde AKP’ye can suyu olabilecek bir yeni anayasa yapma tartışmasının bir parçası olmadık, bundan sonra da olmayacağız. Gerçekten yeni bir anayasa yapılmak isteniyorsa, 12 Eylül darbe anayasasından kurtulmak isteniyorsa da bunun yol temizliğini yapma çağrımızı buradan tekrar ifade etmek istiyorum.

“Kürt sorununu çözemeyen bir ülkede demokratik ve özgürlükçü bir anayasa yapılamaz”

Sayın Uçum yeni anayasa başlığında bazı ilkeler de saymış. O ilkeler de gerçekten güzel, kulağa hoş geliyor. “Kişilerin hak ve özgürlüklerinin eksiksiz yer aldığı, yedi kuşak hak ve özgürlükler alanlarının tanımlandığı, hak ve özgürlüklerin esas sınırlamalarının istisna olduğu özgürlükçü bir anayasa yapılmalı” diyor örneğin. Daha birçok ilke var, ben saymayayım. Okurken gözlerim doldu. Uçum güzel söylüyor ama sazı yok. Demokratik anayasa geçmişten bugüne DEM Parti ve geleneğinin hep gündeminde oldu.

Bu konuda çokça çağrı yaptık, yol temizlik planını açıkladık. Taslaklarımızı demokratik kamuoyu ile paylaştık. Bütün bunları yaparken de hiçbir zaman AKP gibi iktidarda kalmayı ya da pragmatik bir yerden kendi partimizin siyasal çıkarlarını öncelemedik. Türkiye halklarının geleceğini, Türkiye halklarının eşit ve özgür bir şekilde bir arada yaşamasını önceledik. Sözümüzü buradan kurduk, sözümüzü bunun için kurduk. O zaman söyleyelim: Darbe anayasalarına palyatif çözümlerle makyaj yapmak Türkiye’nin sorununu çözmez.

Kürt sorununu çözemeyen bir ülkede gerçek anlamda demokratik ve özgürlükçü bir anayasa yapılamaz. Kadını görmeyen, gençleri görmeyen, işçi sınıfını görmeyen, doğayı görmeyen, toplumu katmayan bir anayasa yapım süreci olmaz. Olmadığını daha önce de gördük. Anayasa darbe ruhundan arındırılmak ve sivilleştirilmek isteniyorsa, öncelikle yeni bir anayasa ihtiyaçtır. Türkiye halkları bunu yapmaya muktedirdir ve Türkiye halkları bunun kapısını aralamıştır. Bu kapıyı hep beraber açabiliriz. Bunun için iktidarın samimi olması gerekiyor.

Bunu da pratikte göstermesi, toplumda güven oluşturması gerekiyor. Biz AKP kanadından gelen bütün açıklamalarda; kaybettiği gücü yeniden ele geçirmeye çalıştığını, “2028 yürüyüşü” içerisinde tekleyen sistemini ayakta tutmaya çalıştığını, 50+1’i kendi lehine yeniden yapılandırmaya çalıştığını görüyoruz. Bütün bunlar toplumun ihtiyaçları ile örtüşmeyen amaçlardır. Bu amaçlara çıkılan yol sonuç alıcı olmayacaktır. Yeni bir anayasa tartışmasına varız ama AKP’ye can suyu olacak bir tartışmanın dışındayız, böyle bir tartışmanın parçası olmayacağız.

1 Mayıs haftasındayız. Çarşamba günü 1 Mayıs etkinlikleri alanlarda, meydanlarda yapılacak. Bütün işçi sınıfı talepleriyle meydanlarda olacak. 1 Mayıs derken işçi sınıfı üzerinden tartışmaları yürütüyoruz. İşçi sınıfının önemli bir bölümünü oluşturan kadınların ve kadın emeğinin yok sayılmasını 1 Mayıs vesilesiyle gündem yapmak istiyorum. Aile Bakanlığı 8 Mart etkinlikleri için Mor Protokol Organizasyon şirketine neredeyse 10 milyon lira para ödemiş. Bu şirketin son 7 ayda aldığı 7 ayrı ihale ile birlikte düşündüğümüzde, yaklaşık 17 milyonu aşan bir hale aldığını görüyoruz.

Bu ne cüret, bu ne vurdumduymazlık? Bu ihalelerin de olağanüstü ve acil durumlarda yapılması gereken yöntemle yapıldığını, toplumdan kaçırıldığını görüyoruz. Bu paralar kimin parası? Halkın parası, kadınların parası. Bu parayı kadınlar için harcamak yerine sadece siyasilerin katıldığı etkinliklere harcamayı kendileri açısından uygun görmüşler. Bu tablonun karşısında kadınlar aç, işsiz, güvencesiz ve en ağır şartlarda çalışıyor. Bütün bu güvencesizlik içinde yaşama tutunmaya çalışıyorlar. Esnek, parçalı, yarı zamanlı birçok iş yapanların kadınlar olduğunu biliyoruz. Kadın emeğinin en fazla sömürülen emek olduğunu görüyoruz.

Tüm bunlara duyarsız olan, gözünü kulağını kapatmış bir iktidar gerçeği ile karşı karşıyayız. Onlarca ekonomi paketi getirdiler, tek birinin içinde kadınlar yoktu, kadın emeğini gören bir uygulama yoktu. Onun için biz kadınlar 1 Mayıs’ta meydanlarda olacağız; emeğimiz ve haklarımız için, işyerinde taciz ve mobbinge uğramamak için, işten çıkarılan ilk kişi olmamak için, eşit işe eşdeğer ücret almak için, emeğimiz, bedenimiz ve kimliğimiz için alanlarda olacağız. Bu erkek devlet şiddetine karşı, patron-koca-babanın el ele verip bizleri ve emeğimizi sömürmesine karşı isyan ve itirazımızı 1 Mayıs meydanlarında ifade edeceğiz.

“Taksim 1 Mayıs için yasaklanamaz”

Sayın Bakan Yerlikaya bir açıklama yaptı ve Taksim Meydanının 1 Mayıs ve miting meydanı olmadığını ifade etti. Aynı şekilde Çalışma Bakanı Vedat Bilgin’in bu konuda açıklamaları var. Bütün açıklamaları hayretle izliyoruz. Bu kadar tarihsel hafızadan ve ülke gerçeğinden kopuk açıklamaları nasıl izah ederiz açıkça bizler de bilmiyoruz. Ama biz Meclis kürsüsünden bir kez daha ifade edelim. Taksim Meydanı sadece bir meydan değildir, aynı zamanda emek ve özgürlük mücadelesinin sembolüdür.

Yasak kararının asıl amacının aslında demokratik haklarımızı gasp etmek, işçi sınıfının tarihsel hafızasını yok etmek olduğunu çok iyi biliyoruz. AKP’nin bu yasak kararını ideolojik saiklerle de aldığını çok iyi biliyoruz. AKP’nin bu yasak kararını sınıfsal karakteri nedeniyle de çok iyi biliyoruz. Çünkü işçi düşmanı bir iktidarla karşı karşıyayız. İşçi düşmanı, sınıf düşmanı bir iktidarın da işçi sınıfının emeğinin ve kanının olduğu o meydana bir değer atfetmesini de açıkçası beklemiyoruz. Tabii ki bu yasak kararına boyun eğmeyeceğiz. Taksim Meydanı yasaklanamaz. Taksim Meydanı bizimdir.

Taksim Meydanı; 1 Mayıs meydanıdır, adalet meydanıdır, özgürlük meydanıdır. Taksim Meydanını kapatmaya çalışanları tarih de affetmeyecek işçi sınıfı da asla affetmeyecek. Bu vesileyle bir kez daha bütün işçi sınıfının 1 Mayısını kutluyorum. O gün yan yana, omuz omuza Taksim Meydanına hep beraber yürüyeceğiz. Bijî Yek Gulan, Yaşasın 1 Mayıs! Bütün farklılıklarımızla ve renklerimizle işçi sınıfıyla buluşacağımız ve beraber kol kola yürüyeceğimiz o coşkulu bayram gününü şimdiden dört gözle beklediğimi ifade etmek istiyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.”

Paylaşın

Hatimoğulları’ndan Yeni Anayasa Açıklaması: İktidara Can Simidi Olmasına İzin Vermeyeceğiz

Yeni anayasa tartışmalarına değinen DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “Evet yeni ve demokratik bir anayasaya ihtiyaç var. Az önce ortaya koyduğumuz bütün bu toplumsal sorunların çözümünde demokratik Anayasanın oynayacağı rol çok önemlidir. Ancak mevcut iktidar, mevcut 82 Anayasasını dahi uygulamayan bir iktidardır” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Bu iktidar şimdi diyor ki biz Anayasa yapacağız. Şimdi söyleyeceğimizi iktidar muhalefet ve bütün toplumsal dinamikler lütfen can kulağı ile dinlesin; Biz DEM Parti olarak Anayasa tartışmalarını toplumla birlikte yapmak üzere hazırlıklarımıza başladık. Anayasa tartışmalarının yeni kapı gibi iktidarın can simidi olmasına asla müsaade etmeyeceğiz. Toplumun hakiki ihtiyaçları üzerinden Anayasa tartışmaları ilerlemelidir. Siyasi partileri aşan en geniş mutabakatı hedefleyen Anayasa tartışmaları hedeflemeliyiz.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, partisinin il eş başkanları toplantısı öncesinde gündemdeki gelişmelere dair açıklama yaptı.

“Değerli basın emekçileri; önümüzdeki dönemin hem siyasal hem örgütsel hem yerel yönetimler bağlamında bizi bekleyen görevlerimiz ve sorumluluklarımızı burada hep birlikte değerlendirecek, önümüzdeki dönemin yol haritasını hep birlikte ortaya çıkaracağız. Ben şimdiden toplantımızın başaralı geçeceğini umuyorum, hepimize başarılar diliyorum.

Değerli arkadaşlar, evet bizler bir seçim atlattık. Bizim açımızdan, DEM Parti açısından özel olarak zorlu bir seçimdi. Bunun nedeni bizlerin özellikle bölgede, Kürdistan’da yarıştığı parti, iktidar partisiydi ağırlıklı olarak ve devletin bütün olanaklarını seferber eden bir partiye karşı bizler yarışmış olduk kıt olanaklarla. Ve aynı zamanda zaten geçmiş dönemde atanmış olan kayyım rejimine karşı bizler güçlü bir halkla birlikte güçlü bir varoluş sergiledik ve bir başarıya hep birlikte imza attık. Çok zor koşullarda yürüttük bu seçimleri.

Bu zor koşulların sebeplerinden birisi de 32 merkeze kayyımcı rejimin aynı zamanda kayyım seçmen göndermesiyle alakalıdır. Birçok il  ve ilçe merkezine, belediyemizdeki toplam 32 merkeze asker ve polis kaydırarak seçimleri bizden bu şekilde de çalmaya çalıştılar. Ama bizler bunu da bertaraf ettik önemli oranda ve elbette ki 10 merkezimizde bu kayyım seçmenle seçimleri kazandığını zanneden AKP, bu seçimlerde bir kazanç elde etmemiştir. Şırnak halkının göstermiş olduğu direnişi, kayyım seçmene karşı kayyım seçmeni teşhir eden pratiklerini de buradan kutluyoruz.

Ve Şırnak’ta 10 bine yakın asker ve polisin gelip oy kullandığı bir yerde 2000 küsür bir oyla bizler bu seçimleri tırnak içinde kaybetmişiz gibi gözüksek de bu seçimin kazananı DEM Parti’dir, bu seçimin kazananı Şırnak halkıdır. Şırnak halkının direnişini, verdiği mücadeleyi kutluyorum ve asla bu 10 merkezde, seçmen kaydırarak kazanılan yerlerde yönetime gelen AKP’li belediye başkanları ve yönetimi meşru değildir, bu belediyelerin bizden çalındığının altını bir kez daha çizmek isterim.

Değerli arkadaşlar bizler bu zorluklarla, bu seçim çalışmalarını yürütürken başta değerli halklarımız, analar, kadınlar olmak üzere, gençler çok büyük bir emek verdi. Ve bütün bu emeğin organizasyonunu yapan, buna öncülük eden ve bu seçimlerin gerçekten her biri gizli kahraman olan siz değerli il eş başkanlarımızın huzurunda, şahsında bütün örgütümüze teşekkür ediyorum, emeğinize, yüreğinize sağlık. Buradan yine kayyımcı rejime karşı, kayyımcı rejimin bitmeyen oyunlarına karşı Van’da bizlere bir darbe gerçekleştirilmek istendi. Ve belediye Eş Başkanımız ile ilgili sözüm ona hukuku ve yargıyı yanlarına alarak bir girişimde bulundular.

Bu girişimi boşa çıkaran Van halkına ve İl Örgütüne de buradan sizlerin huzurunda teşekkür ediyorum, emeğinize, yüreğinize sağlık. Sizler bizlere bir kez daha şunu göstermiş oldunuz. Kayyımcı anlayışa karşı halk bir arada olunca, halkın örgütlü gücüyle bizler elbette bu anlayışı geri püskürtebileceğimizi bir kez daha hatırlamış ve göstermiş olduk. Van halkına teşekkürlerimizi buradan bir kez daha sunuyoruz. Seçimlerden hemen sonra çeşitli operasyonlar başladı. Batman İl Örgütümüze, Hınıs İlçe Örgütümüze yapılan korsanvari baskılar dün bizi yıldırmadığı gibi bugün de yıldırmayacak. Batman İl Eş Başkanımız da gözaltına alınıp bırakıldı  ve şu an aramızda. Buradan hepimiz adına kendisine geçmiş olsun dileklerimizi iletiyorum.

Bizler seçimlerin genel çerçevesini değerlendirirken esasen Türkiye’nin içinden geçtiği siyasal süreci değerlendirmiş oluyoruz. Ve esasen Türkiye halklarının, Türkiye’nin doğusu, batısı, kuzeyi, güneyi her kesimden bütün halkların, bütün inançların, işçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin  aynı zamanda nasıl bir Türkiye talebinde bulunduklarının da haritasını ortaya koyacaktır bizlerin yapacağı seçim değerlendirmesi. Evet toplum bir bütün olarak bu seçimlerde “artık yeter” dedi.

Bu seçimlerde AKP-MHP iktidarına, otoriter rejime geri adım attıran, onları başarısızlığa uğratan seçim sonuçları ortaya çıktı. Türkiye’de ortaya çıkan bu seçimin haritasını bütün siyasetçilerin en iyi şekilde okuması gerekiyor. Otoriterleşmeye karşı toplum dur demiştir, özgürlüklerin kısıtlanmasına dur demiştir. Ve toplumun burada ortaya koyduğu bu iradeye başta muhalefet olmak üzere toplumun hangi kesimi ne demiştir, bu seçimlerde bize ne mesaj verilmiştir sorusunu en iyi şekilde irdelemek ve önümüzdeki dönem muhalefetin siyasetini bu çerçevenin üzerinden ilerletmesi gerekiyor.

“ODTÜ’lü devrimci gençlerin yanındayız”

Özgürlükler kısıtlandı diyoruz evet, her alanda özgürlükler kısıtlandı. Bakın Cumhurbaşkanı kayyımcı rejim anlayışı gereği ODTÜ’ye rektörü kendi atadı. Seçilmiş olan rektörleri üniversitelere atamıyorlar, yine kayyımcı zihniyetle kendi yandaş rektörlerini atıyorlar ve yandaş rektör özellikle gençlerin her sene gerçekleştirdiği Devrim Stadyumu’ndaki şenliği yasaklamıştır. Şu anda devrim yürüyüşü çerçevesinde ODTÜ’lü gençlerin devam eden ve Ankara’daki bütün demokrasi güçlerinin destek verdiği bir eylemlilik söz konusu. Biz de buradan ODTÜ’lü gençlerle dayanışma içinde olduğumuzun altını bir kez daha çiziyoruz.

Devrim yürüyüşündeki ısrarımızın, direnişi büyütmedeki amacınızın, ODTÜ’lü devrimci gençlerin yanında olduğumuzu buradan bir kez daha ifade ediyoruz. Değerli arkadaşlar, üniversitelerde çok ciddi akademisyenlerin ihraçları gerçekleşti. Barış imzacısı akademisyenler başta olmak üzere ki barış imzacısı akademisyenler Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmesi için akademi camiası olarak “biz tavrımızı ortaya koyuyoruz” dedikleri için ihraç edildi ve akabine gerçekten üniversitelerde bilim üreten akademisyenler ihraç edildi. İşte bu otoriter rejimin doğurduğu sonuçlardır.

Ve yine değerli arkadaşlar açlığa, yoksulluğa, işsizliğe, hayat pahalılığına karşı toplum top yekun olarak dur demiştir. Bugün bizlerin sıklıkla ifade ettiği gibi ve eskiden derdik ya bıçak kemiğe dayandı. Bıçak kemiği kesti ve şu an iliklerimize kadar, toplum iliklerine kadar açlığı ve yoksulluğu hissetmektedir.

Bugün Türkiye’de asgari ücret 17 bin lira iken açlık sınırı 17 bine dayanmış durumdadır. Yoksulluk sınırı 57 bine dayanmış durumdadır. Gıda enflasyonu aldı başını gitti. Gıda enflasyonu yükseldikçe evde pişen yemeğimize yansıdığını hepimiz biliyoruz. Yediğimiz ekmeğe, çocuklarımıza yedirdiğimiz ekmeğe, süte, ete yansıdığını görüyoruz. Bizler sahadayken gerçekten şunu o kadar açık ve net gördük ki sebze halinin kapılarında bekleyen ailelere ve oradan kenara bırakılacak olan sebzeyi, meyveyi götürüp evde çocuklarına yedirmek isteyen ailelere, et almak için sabahın 4’ünde et kuyruğuna giren ailelere bizler tanıklık ettik bu seçim döneminde.

Ve bunlar diyor ki “biz Türkiye yüzyılında yepyeni bir tabloyla karşınıza çıkacağız”. Bu açlık ve yoksulluk tablosu ortada dururken Hazine ve Maliye Bakanı diyor ki “Türkiye sahalara döndü, son yıllarda yaşanan sıkıntıları geride bıraktık” diyor. Bunlar vatandaşlarla düpedüz alay ediyor. Biraz önce bahsini ettiğim tablodan bihaber olarak davranan bu insanlar, esnafın siftah etmeden kepenk kapattığını bilmeyen insanlardır. Bu iktidar, saray, kendi yandaşına bu ülkenin bütün varlıklarını ve kaynaklarını peşkeş çektiği için ne yazık ki insanların neyi nerede yaşadığının farkında değiller.

Bakın biz Kürdistan’da çalışmalarımızı yürütürken oradaki insanların açlık ve yoksullukla nasıl baş başa kaldığını gördük. Hayvancılık ve tarımın nasıl bitirildiğini o bölgede bir kez daha gördük. Gençlerin özellikle Kürdistan bölgesi başta olmak üzere Türkiye’deki gençlerin açlık ve yoksulluktan kaynaklı göç yolunu nasıl tuttuklarını hepimiz gördük, tanıklık ettik. Bunlara elbette çözüm üretmek üzere biz sahada olacağız, DEM Parti sahada olacak.

Bizler sahada olarak bu sorunların çözümü için değerli halkımızla, işçilerle, emekçilerle dayanışarak mücadelemizi büyüterek sahada olacağız. Herkese eşit, adil, hakça bir geçim sağlansın diye, birileri doysun, birileri aç kalmasın diye, milyonlar yastığa başını koyduğu zaman aç olarak değil, tok ve mutlu olarak o yastığa başını koysun diye bizler DEM Parti olarak sahalarda olacağız, mücadelemizi buradan büyüteceğiz.

İşte bu seçimlerde bu tabloya karşı başta bu ülkenin işçileri, emekçileri, emeklileri, esnafları olmak üzere herkes bu iktidarın yiyici zihniyetine karşı dur demiştir. Yine düşünce ve ifade özgürlüğüne karşı gösterilen baskıcı anlayışa yine bu seçimlerde dur denilmiştir. Bakın biliyorsunuz Kobanî Kumpas Davası bir tweet gerekçe gösterilerek açılmış bir dava ve başta Eş Genel Başkanlarımız, seçilmişlerimiz olmak üzere Kürt siyasetçileri, Türkiye sol ve sosyalist hareketten siyasetçilerin yıllardır tutuklu olduğu ve 37 kez ağırlaştırılmış müebbet talep ettikleri Kobanî Kumpas Davasının gerekçesi ne yazık ki bir tweet olarak karşımıza çıkıyor.

Bu dava düşünce ve ifade özgürlüğünü ortadan kaldıran en önemli örneklerden biri olarak Türkiye tarihinde siyasete kara harflerle yazılmış olacak bir örnektir. Biliyorsunuz 16 Mayıs’ta Kobanî Kumpas Davasının karar duruşması gerçekleştirilecek. Buradan Türkiye’de bu iktidara dur diyen, bu iktidara artık yeter diyen her kesimden Kobanî Kumpas Davasına bizler destek bekliyoruz.

Kobanî Kumpas Davasını biz Türkiye halkları, ezilenleri ve sömürülenleri olarak dur demeyi başarırsak Türkiye’de aydınlık sayfaların açılmasının zamanı yakın demektir. O yüzden Türkiye’deki bütün siyasal ve toplumsal güçlere çağrımızdır. Kobanî Kumpas Davasında bizler hep birlikte dayanışalım ve kararın gerçekten demokrasinin lehine, siyaset yapma özgürlüğünün lehine çıkmasını sağlayalım. Orada haksız ve hukuksuz yere tutuklu bulunan başta Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş, Gültan Kışanak, Sebahat Tuncel, Ayla Akat ve buradan ismini sayamadığım bütün arkadaşlarımızın derhal serbest bırakılmasının gerektiğinin altını çiziyorum.

Bu iktidara, bu otoriterleşmeye, yaşam tarzına müdahale eden anlayışa karşı en güçlü duruşu sergileyen kadınlar oldu. Evet hep ifade etmiştik, etmeye da devam edeceğiz. Kadınlara dönük baskıları, 5000 yıllık erkek egemen zihniyetin kadınlar üzerindeki ezici ve sömürücü anlayışını biz kesintisiz bir şekilde 5000 yıldır yaşamaktayız. Ama bazı dönemler vardır ki otoriter rejimlerin güçlendiği dönemlerde kadınların üzerindeki bu tablonun daha çok arttığını, daha da karanlık bir tablo haline geldiğini hepimiz gayet iyi biliyoruz.

Kadınlar bu dönemde güçlü bir duruş sergileyerek başta eş başkanlık ve eşit temsiliyete sahip çıkarak güçlü bir duruş sergilemişlerdir. Özellikle DEM Parti’nin eşbaşkanlık ve eşit temsiliyetine dönük bu dönemde çok saldırılar oldu. Bu saldırıların bir kısmı sistem tarafından bir kısmı da farklı kanallar üzerinden gerçekleşti. Ama burada kadınlar hep birlikte şöyle bir dayanışma sergiledi.

Eşbaşkanlık ve eşit temsiliyet başta Kürt kadın hareketi olmak üzere Türkiye kadın hareketinin en önemli kazanımıdır. Kadınlar “bunu asla hiç kimsenin yok etmesine izin vermeyeceğiz” dedi. Bu seçimlerde en büyük başarı kadınlarındır. Kadınlar “eşbaşkanlık mor çizgimizdir” dedi ve bununla ilgili güçlü sonuçlar aldık. Ben bu sonuçlarımıza imza atan bütün kadın arkadaşlarımızı buradan sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Kadınlar aynı zamanda Türkiye’nin genelinde her gün “katledilmek istemiyoruz, yaşam hakkı bizim de en doğal hakkımızdır ve yaşamak istiyoruz” dedi. Kadınlar İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçen AKP iktidarını cezalandırmıştır bu seçimlerde. Kadınlar 6284 sayılı kanunu, kadınlara ve çocukları şiddetten korumayı hedeflemiş olan bir kanunu tartışma konusu haline getirmek isteyen AKP iktidarına dur demiştir. Nafaka hakkına göz diken, kadınların tarihsel kazanımına göz diken, kadınları ikinci sınıf insan olarak evde sadece evinde oturup yemek yapsına, çocuk doğursuna mahkum etmek isteyen anlayışa kadınlar bu seçimlerde hep birlikte dur demiştir.

Yine en güçlü duruşu bu seçimlerde farklı halklar ve inançların sergilediğini gördük. Aleviler başta ÇEDES projesi olmak üzere inançlarının Kültür ve Turizm Bakanlı’ğına bağlanarak asimile edilmesine karşı bu seçimlerde bu iktidara dur demiştir, yeter artık gayrı demiştir. Eğitimin dinselleştirilmesi yeter artık demiştir. Yine bu seçimlerde yine en güçlü duruşu sergileyenler depremzedeler oldu. Biliyorsunuz Türkiye tarihinde hatta dünya tarihinde son 600 sene boyunca yaşanmış olan bütün doğal afetlere baktığımızda en çok can kaybı ve yıkımın yaşandığı depremi bizler geçen sene yaşadık.

Ve bu depremde yaşamını kaybedenleri sizlerin huzurunuzda bir kez daha anıyorum. Bu iktidar depremzedelerin yaralarını sarmamaya ant içmiş. Depremzedelerin yaşam alanlarını yerinde dönüştürmek, sağlıklı binalar yapıp depremzedelere destek olmak yerine ne yazık ki rezerv alan ilan edip yine yandaş beşli çetesine, o inşaat sektöründeki çetelerine buraları peşkeş çekmek için bir hazırlık içindeler ve yollarını, haritalarını böyle çizmişler. Depremzedeyi adeta bir müşteri olarak gören, depremzedenin acısını paylaşmayan, yaşadığı maddi manevi yıkımı ve ölümleri görmeyen anlayışa depremzedeler artık yeter dur demiştir bu seçimlerde.

Bizler Kürdistan’da kayyımcı zihniyeti göndererek başarıya imza attık. Yeni belediyeler kazanarak ikinci bir başarıya imza attık. En büyük başarılarımızdan biri de bu rejime ve otoriterleşmeye dur deme konusunda ortaya koyduğumuz adımdır. Özellikle Kent Uzlaşısı formülasyonu ile ortaya koyduğumuz tutum DEM Parti’nin Türkiye halklarına sorumluluğunu yerine getirdiği tarihsel bir dönemeçtir. Bizler batıda Kent Uzlaşısıyla çok ciddi sonuçlar elde ettik. Türkiye genelinde ortaya çıkan bu haritada DEM Parti seçmenimizin, Kürt halkının katkısı Kürdistan’da olduğu kadar batıda da çok büyük olmuştur.

Bu süreçte bizler bu katkıyı sağlayarak aslında 3’üncü Yol’un ve demokratik cumhuriyetin inşasının yollarını açmak istedik bu konuda büyük bir başarıya imza attık. Asıl işimiz şimdi başlıyor. Şu anda Türkiye’de bahsettiğimiz bütün bu toplumsal alanlarda yaşanan sorunlar, bu iktidarın bu toplumsal alanlardaki sorunları derinleştirmesine karşı şayet seçmen ve Türkiye halkları hep birlikte dur dediyse o halde muhalefetin ve DEM Parti’nin önünü açmış demektir. O halde bizler bu açılan yola doğru girmek, bu kanalları doğru örgütlemek gibi bir görev ve sorumlulukla karşı karşıyayız.

Kadın, gençlik ve ekoloji hareketleri başta olmak üzere her kesimden güçlü bir örgütlenmeye ihtiyacımız var. Farklı halklar ve inançların eşit yurttaşlık hakkı temelinde bir yaşam talebi vardır. Biz muhalefete düşen en büyük görev bunu sağlamaktır. Toplum yeterince ayrıştırılıp kutuplaştırıldı. Toplum yeterince bölündü, artık yeter. Toplum huzura kavuşmak, mutlu olmak istiyor. Sorunlarına gerçek anlamda çözüm üretecek bir siyasetin ortaya çıkmasını istiyor.

Biz DEM Parti olarak bütün Türkiye halklarına buradan ilan ediyoruz ki sizin verdiğimiz mesajı gayet iyi anladık, bu mesaj çerçevesinde siyasetimizi yürüteceğiz. Bu seçimlerde Kürt halkı ortak yaşam konusunda bir yandan “ben irademe sahip çıkıyorum” dedi bir yandan “ortak yaşam konusunda ısrarcıyım” dedi. Türkiye halkları olarak da Kürt halkının bu mesajını en iyi şekilde almak, değerlendirmek ve önümüzdeki dönem siyasetini bu çerçevede şekillendirmek gibi bir görev ve sorumluluğu var siyasetin. DEM Parti olarak bu konuda üzerimize düşen bütün görev ve sorumluluğumuzu yerine getirmeye hazırız. Elimizi taşın altına koyup bu çalışmaları yapacağız.

“Anayasa tartışmalarını toplumla birlikte yürüteceğiz”

Bugün Türkiye’de en çok konuşulan konulardan biri de anayasa gündemidir. Anayasa tartışmaları gündeminde elbette DEM Parti’nin güçlü bir sözü var. Biz 82 askeri cunta anayasası ile yol yürünmeyeceğini, yaşadığımız bütün bu süreçlerin sorumlularından birinin de aynı zamanda askeri cunta anlayışı olduğunu bilen bir yerden söylüyoruz; evet yeni ve demokratik bir anayasaya ihtiyaç var. Az önce ortaya koyduğumuz bütün bu toplumsal sorunların çözümünde demokratik anayasanın oynayacağı rol çok önemlidir.

Bu mevcut iktidar, mevcut 82 anayasasını dahi uygulamayan bir iktidardır. Bu iktidar şimdi diyor ki “biz anayasa yapacağız”. Şimdi söyleyeceğimizi iktidar, muhalefet ve bütün toplumsal dinamikler lütfen can kulağı ile dinlesin. Biz DEM Parti olarak anayasa tartışmalarını toplumla birlikte yapmak üzere hazırlıklarımıza başladık. Anayasa tartışmalarının Yenikapı gibi iktidarın can simidi olmasına asla müsaade etmeyeceğiz. Toplumun hakiki ihtiyaçları üzerinden anayasa tartışmaları ilerlemelidir. Siyasi partileri aşan en geniş mutabakatı hedefleyen bir anayasa tartışmaları hedeflemeliyiz.

Bakın bu seçimden sonra planlı bir biçimde DEM Parti belediyelerini bayrak üzerinden sınamaya kalktılar. Başta hükümet temsilcileri sözcüleri olmak üzere yandaş ve havuz medyası, yazar çizerler işte “DEM Parti bayrak indirdi” diyor. Bu külliyen yalandır! Önceki toplantımızda Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan buna en geniş şekilde açıklık getirmiştir. Bizim sembollerle, bayrakla bir sorunumuz yoktur. Türkiye kamuoyunu olası bir kayyım gaspıyla ilgili hazırlamaya çalışıyorlar. Bunun için bir algı yaratmaya çalışıyorlar. Bu yalan yanlış haberlerin, bu yalan ifadelerin nedeni budur.

Değerli Türkiye kamuoyu AKP’nin atadığı kayyımlar ve rejimi sadece Kürt halkının iradesini çalmadı sadece, bir yurttaşın seçme ve seçilme hakkını elinden almadı, aynı zamanda bu iktidar belediyelerimize çöreklenerek hizmet için kullanılması gereken belediye kaynaklarını yandaşlarına peşkeş çektiler. Büyük oranda belediye kaybettikleri için acaba kayyım atayarak yine bu rant çetelerini tekrar Kürdistan belediyelerinde çörekletebilir miyiz anlayışı var. Bütün Türkiye halklarına sesleniyorum bayrağını seven halkın hakkı olan hizmet için ayrılmış olan parayı yandaşına peşkeş çekmez. Bunlar bayrağı kullanarak öyle bir rant alanı yaratmak istiyorlar.

Değerli halkımız Kürt sorunun demokratik zeminde çözümü başta olmak üzere Aleviler ve bu topraklarda yaşayan farklı halklar ve inançlardan her yurttaşımızın bu ülkede eşit yurttaşlık hakkından faydalanabilmesi için ve bunları garanti altına almak, kendi rengiyle bu ülkede yaşam sürmesini sağlayabilmek için bizlerin evet demokratik bir anayasa yapmaya ihtiyacı vardır. Aynı zamanda kadınları, gençleri, yoksulları, emekçileri, işsizleri, emeklileri, çocukları ve herkesi kapsayacak bir demokratik anayasaya ihtiyacımız var. Bu çerçevede bizler çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Bu çalışmaların da startını verdik.

“8 Mart, Newroz ve 31 Mart ruhuyla 1 Mayıs alanlarında olacağız”

Önümüz 1 Mayıs. Seçimlerde muhalefetin, demokrasi güçlerinin güçlü bir biçimde çıktığı bir dönemde, ezilmeye ve sömürülmeye karşı ortak tavrın geliştiği bir dönemde 1 Mayıs alanlarında çok daha güçlü olarak 8 Mart’ın, Newrozun ve 31 Mart seçimlerinin ruhunu 1 Mayıs alanlarına taşımak gibi bir görev ve sorumluluğumuz var. Böyle bir duygu ve hissimiz de var. 1 Mayıs’ta “Emeğin ve Özgürlüğün Ülkesini Kurmak İçin Geliyoruz” şiarıyla Taksim’de, Van’da, Batman’da, Amed’te, Çukurova’da, Karadeniz ve İç Anadolu’da Türkiye’nin dört bir yanında emek ve meslek örgütleri ve demokrasi güçleriyle birlikte alanlarda olacağız.

Alanlardan bizler şunu bir kez daha haykıracağız. Savaşa değil barışa, işe, aşa, ekmeğe bütçe istiyoruz. Bu talepte bulunan milyonlarca insan olarak alanlarda, meydanlarda birlikte olmak için 1 Mayıs alanlarında olalım. DEM Parti olarak bu genelgemizi il örgütlerimize gönderdik bu konuda il örgütlerimiz elinden gelen her türlü çabayı gösterecektir.

Özgür basın emekçilerine yakın zamanda bir operasyon gerçekleşti. Medyanın tekeli vardı şimdi sarayın tekelini sağlamlaştırmak ve gerçek haber alınmasını engellemek için operasyon gerçekleştirildi. Bu operasyon sadece özgür basına yönelik değildir. Yurttaşın haber alma hakkını engelleyen bir operasyondur. Bu operasyonu, gözaltı ve tutuklamaları kınıyoruz. Son operasyonda tutuklanan gazeteci arkadaşlarımızın da derhal serbest bırakılmasını istiyoruz. Türkiye gazetecilerin en fazla hapiste olduğu bir ülkedir. Bütün bunlar yaşanırken kim hangi anayasadan bahsedebilir? Demokratik bir anayasadan bahsedeceksek başta basın özgürlüğü olmalıdır. Basın emekçilerinin tamamı cezaevlerinden tahliye edilmelidir. Hepinize katılımınızdan dolayı teşekkür ederim. Başarılı bir toplantı gerçekleşmesini ümit ediyorum. Basın emekçilerine çok teşekkür ediyorum.”

Paylaşın

Türkiye’de Her Çocuk 2 Milyon Lira Borçla Doğuyor

TBMM’de gündeme ilişkin basın toplantısı düzenleyen DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in Türkiye’nin borcuyla ilgili olarak “ortada abartılacak bir şey yok” açıklamasına ilişkin yaptığı değerlendirmede, “Biz ne diyeceğimizi bilemiyoruz. Gerçekten ibretlik ve hayret verici bir durum” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Bu lakaytlığa, Türkiye’deki milyonlarca işçinin, emekçinin, yoksulun, emeklinin, kadının aklıyla dalga geçen bu açıklamaya ne diyelim? Tam ibretlik verici bir açıklama olduğunu ifade edelim. Sayın Mehmet Şimşek rasyonel politikalara geçtiğini ifade eden bir bakan olarak ortada duruyor ama Türkiye’nin kocaman büyüyen borç yüküne “abartılacak bir şey yok” diyor. Buradan bir iki rakam vermek itiyorum ve kendisine sormak istiyorum. Bütün bu tablo abartılacak bir tablo değil midir?”

Gülistan Kılıç Koçyiğit, açıklamasının devamında, “Bu ülkede her çocuk yaklaşık 2 milyon TL borçla doğuyor. Birey kredi kartı borçları 1 trilyon 407 milyar TL’ye ulaşmış. Bireysel borçluluk 1 trilyon 610 milyar TL’ye ulaşmış. 2023’te toplam 111 bin 576 esnaf kepenk kapatmış. Çiftçi borçları 600 milyar TL’ye yaklaşmış. 2024 bütçesinde her 100 liranın 11.3 lirası faiz ödemelerine gidiyor. 2024 bütçesinde her 100 liranın 10.2 lirası askeri harcamalara harcandı. Türkiye gıda enflasyonu 3 yıldır sürekli artıyor ve rekor üzerine rekor kırıyor.

OECD ortalamasının 5 katı yüksekliğinde. Bugün büyük bir gıda yoksulluğu ve gıda yoksunluğu yaşıyor Türkiye halkları. Çocuklar yumurtaya, ete, süte hasret kalmış durumda. İnsanlar neredeyse öğün atlayarak yaşama tutunmaya çalışıyor. Türkiye’nin gıda enflasyonunda dünyanın ilk sıralarında yer alması da sanırım Sayın Bakan açısından abartılacak bir durum değil. Yine Türkiye enflasyonda 4’üncü ülke ama sanırım Bakan Bey açısından bu da abartılacak bir durum değil. Soralım bütün bunlar kimin eseri? Bütün bunlar AKP hükümetinin en büyük ekonomi duayeni olan Erdoğan’ın eseri değil mi?” ifadelerini kullandı.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, TBMM’de gündeme ilişkin basın toplantısı düzenledi. Koçyiğit, şunları söyledi:

“Bugün Çorlu tren kazasının karar duruşması görüldü. Bu karar duruşmasında Türkiye kamuoyunu üzüntüye boğan cezasızlık meselesini hep beraber gördük. 8 Temmuz 2018’de Uzunköprü-Halkalı seferini yapan yolcu treni kaza yaptı ve 7’si çocuk 25 kişi bu kazada ne yazık ki yaşamını yitirdi. 340 kişi ise yaralanmıştı. Peki, bu gerçekten bir kaza mıydı? Hayır, daha önce yaşanan Pamukova kazasında olduğu gibi göz göre göre gelen bir katliamdı aslında. Bunun özel olarak altını çizelim. Eğer gerçekten gerekli tedbirler alınsaydı, bakım onarım için gerekli bütçe ayrılmış olsaydı, 138 km’lik yola tek bir yol bekçisi yerine birden fazla görevlendirme yapılsaydı, kilometreye bölünmüş olsaydı belki de bu kaza olmayacaktı.

Ama ne yazık ki bunların hiçbiri yapılmadı. Menfezlerin bakımına para ayırmak yerine iktidar lüks ve şatafata para ayırmayı tercih etti. Halkın canını korumak yerine sermayeyi korumayı önceledi ve göz göre göre gelen bir kazayı biz hep beraber izledik. Ben bir kez daha o kazada yaşamını yitirenleri rahmetle anıyorum. Bugün çıkmış olan bu haksız hukuksuz cezalarla bir kez daha yaralanan ailelerin yanında olduğumuzu da ifade etmek istiyorum.

Her mahkeme aşamasını takip ettik. Her mahkeme öncesi, özellikle Sayın Mısra Öz başta olmak üzere, ailelerin feryatlarını hep beraber bütün Türkiye kamuoyu duydu. Bir tek AKP iktidarı bu feryadı, bu acıyı, bu adalet talebini duymadı. AKP iktidarının talimatlı yargısı da ne yazık ki yeni bir adaletsizliğe daha imza atmış oldu. Özellikle şunu söylemek gerekiyor. Ailelerin talepleri hiçbir şekilde karşılanmadı.

Davanın açıldığı ilk günden itibaren yargı aslında Devlet Demir Yollarını koruma görevini üstlendi. İlk etapta dosyada 4 kişi yargılandı ve bütün bu yargılananların asli sorumlular olmadığını çok iyi biliyoruz. Ailelerin avukatlarının çabası sonucunda yargılanan sayısı 9’a çıkarıldı ama yine içerisinde gerçek anlamda bir sorumlu olmadığını görüyoruz. Örneğin Ulaştırma Bakanı istifa etmedi, hükümet düşmedi. Her şey normalmiş, her şey olağanmış, bu yaşananlar her zaman olabilecekmiş gibi bir tutum takınıldı.

25 insanın yaşamına mal olan bu kazanın üzerinden atlandı ve bu aslında adaletten kaçırılan bir dava oldu. Sadece Devlet Demir Yollarındaki Bakım Servis Müdürü 50 günlük bir cezaevi süreci yaşadı. O yüzden aslında hiçbir şekilde adaletin olmadığını, bütün yargılama boyunca devletin tutumunun toplum karşıtı olduğunu ve ailelerin acısına acı katan bir yargılama olduğunu yeniden ifade etmek istiyoruz. Belki yarına kalır ama AKP’nin bu hukuksuzluklarının yanına kalmayacağını da ifade etmemiz gerekiyor.

Yargılamanın burada bittiğini sananlar, bu defterin kapandığını sananlar, Çorlu tren kazası başta olmak üzere diğer bütün kaza ve katliamlarda yaşamlarını yitirenleri sadece sayılarla ifade edenler, yurttaşların en temel hakkı olan yaşam hakkının ihlal edilmesinde hiç payları olmadığını düşünenler elbette bir gün gerçek bir hukuk önünde bütün bunların hesabını verecektir. Bunun için bizler elimizden gelen bütün mücadeleyi yürüteceğiz. Çorlu tren kazasında yaşamını yitirenlerin ailelerinin bugün yaşadıkları hayal kırıklığını ve acıyı anladığımızı, onların yanlarında olduğumuzu, bundan sonraki hukuki süreci de birlikte yürüteceğimizi tekrardan ifade etmek istiyorum.

Ülkede yargılamalarda bu kadar büyük adaletsizlikler oluyor. Ne yazık ki yargı her zamanki gibi yeniden ve yeniden iktidarı, sermayeyi ve muktedirleri koruyor ama toplumu koruyan bir sistem yok. Bu sistemin başındaki Adalet Bakanı yargıdaki bütün hukuksuzluklar, çarpıklıklar ve çürümeye karşı bir şey yapıyor mu? Hayır, hiçbir şey yapmıyor. Kendisi AKP’nin yeni Goebbels’i olmuş galiba. Ülkede adalet ve yargı yerlerde, o yemiyor içmiyor DEM Parti’ye söz söylemeye, DEM Parti üzerinden algı yaratmaya devam ediyor.

DEM Parti’yi yeni bir hukuksal kıskaca almak için sözler kuruyor. Adalet Bakanına buradan sormak istiyorum: Sizin gerçekten başka işiniz yok mu? Sayın Adalet Bakanına Goebbels olmak yetmemiş, bir de Süleyman Soylu olmaya soyunmuş. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, mübaşiri MHP olan HDP Kapatma Davasının hakimliğine soyunmuş durumda. Bu kapatma davası kendilerine yetmemiş olacak ki DEM Parti’ye kapatma davası açması için yargıya talimat veriyorlar, yargıyı yönlendirmeye çalışıyorlar.

Bakan konuşmasında AİHS’in 10 ve 11’inci maddelerini referans gösteriyor. Peki, geçmişte hukuksuz bir şekilde kapatılan partilerden bahseden Adalet Bakanı, Türkiye’nin AİHM’de mahkum edilen kapatma davalarına dair neden tek bir cümle kurmuyor, Türkiye’nin bu konuda mahkum edildiğini neden ifade etmiyor? Bilmediğinden değil tabii ki işine gelmiyor. Çünkü onun işi adaletin tesisini sağlamak değil adaletsizliğin tesisi için algı yaratmak, manipülasyon yapmak. Kapatma davasının iddianamesini satır satır okumuş biri olarak şunu söyleyeyim; o kadar akıldan yoksun, hakikaten uzak bir iddianame ki okuduğumuzda utandığımızı ifade etmek istiyorum.

Kumpas, kurgu diyeceğim ama onu da becerememişler. Bir kurgunun en azından aklı olur. Ancak burada tam bir akıl tutulmasının olduğunu, intikam ve düşmanlık duygusuyla ve siyasi saiklerle hazırlandığını görüyoruz. Adalet Bakanına soruyorum; Kobanî Davasında unutulan kapatma davası açma talimatına ilişkin belgeye dair niye hiçbir şey söylemiyorsunuz? Çünkü kumpası çökerten, kurguyu çürüten bir belge. Siz o belgeye bir şey söyleyemezsiniz, üzerinden atlayıp görmezden geliyorsunuz. Neden Hazine yardımımıza bloke konulması kararında, 3 gün kala siparişle getirilmiş bir gizli beyanının dosyaya konulduğundan bahsetmiyorsunuz? Çünkü o süreci de elinize yüzünüze bulaştırdınız, o süreci de talimatla yürüttünüz.

“Anayasa Mahkemesine emir vermekten derhal vazgeçin”

Neden kapatma davasına konu edinilen birçok iddiaya dair AİHM’in ihlal kararı verdiğini söylemiyorsunuz? Çünkü aslında konuşurken dayandığınız AİHS maddeleriyle çeliştiğini siz de iyi biliyorsunuz. Biz konuşmaların hukuki bir değerlendirmesini yapmayacağız. Çünkü Sayın Bakanın ağzından hukuk adına tek bir cümle çıkmıyor. Halkın sinir uçlarını zıplattığımızı söylemişler.

Biz söyleyelim; halkın sinir uçlarını zıplatmadığımız seçim sonuçlarıyla açık ve nettir. Ama seçimde kazandığımız başarının birilerinin sinir uçlarını zıplattığını, AKP ve MHP’yi korkuttuğunu çok açık ve net bir şekilde bir kez daha söyleyelim. Ne HDP ne de DEM Parti birilerinin ağzına meze olacak, birilerinin yöneleceği bir parti değildir. Onun için de partimizi yargılamak için yargıya talimat vermekten, Anayasa Mahkemesine emir vermekten derhal vazgeçin. Adalet Bakanını bir kez daha hukuka davet ediyoruz, bir kez daha görev tanımına uygun davranmaya davet ediyoruz.

Şimdi partimizi kapatmak istiyorlar. Peki, partimiz talimatla kapatılacak bir parti mi? Hayır. Bizim partimiz aslında bir siyasi parti olmanın çok çok ötesindedir; halkın partisidir, halkın evinde kurulmuş bir partidir, bir fikriyattır, bir felsefedir. Partimiz, yeni yaşamı örgütleyen ve inşa eden temel güçtür. Bu gücü kapatmaya hiçbir yargısal karar, hiçbir talimat tabii ki yetmeyecektir. Bakan’ın anlamadığı ve anlayamayacağı işte bu hakikatin tam da kendisidir. Onun için önerimiz şudur Bakan’a ve diğer sinirleri zıplayanlara; partimizin adını sürekli karalamaya çalışmak yerine sakinleştirici alabilirsiniz.

Seçim sürecini sindirmek için bir dönem inzivaya çekilebilirsiniz ve en nihayetinde bu sonuçları tabii ki sindireceksiniz çünkü bu sonuçlar halkın iradesinin sonuçlarıdır. Halkımızın ortaya koyduğu sonuçlardır. Halkın iradesine meydan okunamayacağını da 31 Mart seçimleri hepinize açık ve net bir şekilde göstermiştir. Ne yaparsanız yapın çökeceksiniz ve çözüleceksiniz. Çünkü halkın iradesinin karşısında duran her yapı çökmüştür ve çözülmüştür. 31 Mart seçimleri bunun açık ve net bir şekilde fotoğrafını ortaya koymuştur. Ama 31 Mart seçimlerinden sonra gerekli dersleri aldığını söyleyenlerin yine aynı pratiklere girmesi aslında hiç de bu dersi almadıklarını gösteriyor. Yine aynı yoldan yürüyeceklerini gösteriyor. Buna karşı da Van’da olduğu gibi duracağız, bunlara geçit vermeyeceğiz, bunlara prim vermeyeceğiz.

“2024 bütçesinde her 100 liranın 11.3 lirası faiz ödemelerine gidiyor”

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek bir röportajında Türkiye’nin borcuyla ilgili olarak “ortada abartılacak bir şey yok” demiş. Biz ne diyeceğimizi bilemiyoruz. Gerçekten ibretlik ve hayret verici bir durum. Bu lakaytlığa, Türkiye’deki milyonlarca işçinin, emekçinin, yoksulun, emeklinin, kadının aklıyla dalga geçen bu açıklamaya ne diyelim? Tam ibretlik verici bir açıklama olduğunu ifade edelim. Sayın Mehmet Şimşek rasyonel politikalara geçtiğini ifade eden bir bakan olarak ortada duruyor ama Türkiye’nin kocaman büyüyen borç yüküne “abartılacak bir şey yok” diyor. Buradan bir iki rakam vermek itiyorum ve kendisine sormak istiyorum. Bütün bu tablo abartılacak bir tablo değil midir? Bu ülkede her çocuk yaklaşık 2 milyon TL borçla doğuyor. Birey kredi kartı borçları 1 trilyon 407 milyar TL’ye ulaşmış. Bireysel borçluluk 1 trilyon 610 milyar TL’ye ulaşmış. 2023’te toplam 111 bin 576 esnaf kepenk kapatmış.

Çiftçi borçları 600 milyar TL’ye yaklaşmış. 2024 bütçesinde her 100 liranın 11.3 lirası faiz ödemelerine gidiyor. 2024 bütçesinde her 100 liranın 10.2 lirası askeri harcamalara harcandı. Türkiye gıda enflasyonu 3 yıldır sürekli artıyor ve rekor üzerine rekor kırıyor. OECD ortalamasının 5 katı yüksekliğinde. Bugün büyük bir gıda yoksulluğu ve gıda yoksunluğu yaşıyor Türkiye halkları. Çocuklar yumurtaya, ete, süte hasret kalmış durumda. İnsanlar neredeyse öğün atlayarak yaşama tutunmaya çalışıyor. Türkiye’nin gıda enflasyonunda dünyanın ilk sıralarında yer alması da sanırım Sayın Bakan açısından abartılacak bir durum değil. Yine Türkiye enflasyonda 4’üncü ülke ama sanırım Bakan Bey açısından bu da abartılacak bir durum değil. Soralım bütün bunlar kimin eseri? Bütün bunlar AKP hükümetinin en büyük ekonomi duayeni olan Erdoğan’ın eseri değil mi?

İnsanlar cebinde minibüs parası bulamıyor, çocuklar okula aç gidip geliyor, kadınlar en temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor, emekliler ikinci bir iş yapmak zorunda kalıp 70-80 yaşında çalışmak zorunda kalıyor. Bütün bunların müsebbibi kim, bütün bunlar abartılmaya değer değil midir? Bir de Mehmet Şimşek neredeyse makamında oturamıyor, ülkeden ülkeye koşup duruyor. Uçaktan indiğini görene aşk olsun! Neden bu kadar koşturuyor, çünkü para arıyor.

Çünkü sıcak paraya ihtiyacı var. Çünkü Türkiye’nin ciddi bir likidite sorunu var ve bu parayı aramak için kah IMF’nin kapısına gidiyor, kah Londra’da sermaye gruplarıyla toplantılar alıyor, kah Katar’a ve Suudi Arabistan’a gidiyor. Neden, çünkü para arıyor. Neden bu kadar borç arıyorsunuz diye buradan sormamız gerekiyor. Bunun bir de matematiksel bilanço boyutu var. 2024 bütçesinin bütçe açığı 2,6 trilyon lira. Madem abartılacak bir şey yok, bu açığı kapatmak için neden halkın sırtına yeni vergiler yüklemeye çalışıyorsunuz? Neden yeni vergi yüküyle, örneğin Motorlu Taşıtlar Vergisini iki defa alarak insanlarımızı mağdur ettiniz?

Bütün bunlara nasıl açıklama getiriyor Sayın Bakan? “Deprem oldu”. Evet, deprem bir hakikat ama deprem harcamalarının bu bilançonun sorumlusu olmadığını biliyoruz. Bu bilançonun sorumlusunun, Türkiye’nin bu kadar ciddi enflasyonla baş başa kalmasının sebebinin, yoksulluğun bu kadar artmasının sebebinin Kürt düşmanlığı nedeniyle artan savaş harcamaları ve sermayenin çıkarları için yapılan düzenlemeler olduğunu çok iyi biliyoruz.

Sadece Saray’ın şatafatının bile bu bilançodaki payını görmemiz gerekiyor. Her halde Saray’ın sadece ışıkları kapatılsa Türkiye ciddi bir tasarruf yapmış olacak. Bunu da ne yazık ki yapmıyorlar. Tıpkı 15 Temmuz darbe girişiminin AKP’nin yeni rejimi ikame etmesinde kullanışlı aparat olması gibi, ekonomiyle ilgili her soruna da bugün depremi bahane ediyorlar. Deprem onlar için artık Allah’ın bir lütfu haline gelmiş. Biz işçilere zam yapın, asgari ücrete zam yapın diyoruz; para yok, deprem oldu diyorlar. Emekli maaşlarını arttırın diyoruz; para yok, deprem oldu diyorlar. Hayat pahalılığı artıyor, gıda enflasyonunu düşürün diyoruz; para yok, deprem oldu diyorlar. Yakında Taksim Meydanını kapatma gerekçelerini depreme bağlarlarsa şaşırmayacağız.

Çünkü her şeyi depremle kapatmaya, depremi bir gerekçe yapmaya çalışıyorlar. Buradan söyleyelim; depremin bütçesi elinizdeydi, deprem vergileri nereye gitti? 99 depreminde topladığınız paraları nereye, kimlere harcadınız? Deprem gerekçesine sığınmak yerine bu soruların cevabını verin. Deprem olduktan sonra canlı yayında topladığınız paraları şu anda faizde tutuyorsunuz. Deprem bölgesinde insanlar konteynerde yaşıyor, temel gereksinimlerinden yoksunlar ama siz parayı kasada, faizde tutuyorsunuz. İnsanları bir konuta ulaştırmadınız. O yüzden Mehmet Şimşek’in sözü bitmiş, makyajı dökülmüş ve bu gerekçeleri de hiç kimse tarafından kabul edilmeyen bir bakan olduğunu ifade etmek isterim.

“Hükümete kırmızı kart gösterdiler”

1 Mayıs öncesindeyiz. İşçi sınıfının uluslararası birlik mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs bu yıl yine ağır ekonomik krizlerin ve boş tencerelerin gölgesinde meydanlarda kutlanacak. İşsizlik artmış durumda, iş cinayetleri bir katliama dönüşmüş durumda. Güvencesizlik en temel sorunlardan biri olarak görülüyor. Bütün bu tablonun içinde işçiye ve emekçiye bir kez daha kemer sıkma politikaları dayatılıyor. Hak ve özgürlüklerin tırpanlandığı, adaletin sadece muktedirlere sağlandığı, savaş siyasetinin hayata geçirildiği, sermayenin hak ve imtiyazlarının emekçilerin aleyhine her geçen gün arttığı bu dönemde işçi sınıfı 31 Mart seçimlerine damgasını vurdu.

İşçiler ve emekçiler seçimlerde genel gidişe dur dediler, hükümete kırmızı kart gösterdiler. O nedenle siyasal iklim değişmiştir. Artık okumaları 1 Nisan öncesi ve sonrası olarak yapmak zorundayız. Kadınların, gençlerin, ezilenlerin, yoksulların yan yana geldiği ve birlikte mücadele ettiği yeni bir dönemin kapısı aralanmıştır. Bu dönemin kapısını aralayan halklarımız, işçi ve emekçi sınıfı tabii ki 1 Mayıs İşçi Bayramını meydanlarda kutlayacaktır. Bunun önünde hiçbir irade duramaz, duramayacağını 1 Mayıs alanlarında görmüş olacağız.

Bu yıl Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu bütün dünyada otoriter rejimlerin yükselmesine, demokrasinin gerilemesine ve işçi haklarının zayıflamasına karşı “Demokrasi İçin” başlıklı küresel bir kampanya başlatmıştır. 1 Mayıs, bütün dünyada sermayenin ve otoriter rejimlerin tahrip ettiği demokrasinin yeniden inşa edilmesi için meydanların dolacağı önemli bir tarihtir. Bu tarihe biz de hep beraber tanıklık edeceğiz. Ülkede otoriter rejime karşı itirazın ilk nüveleri 1 Nisan’da ortaya çıktı, şimdi bunu daha da ilerletme zamanıdır.

1 Mayıs meydanlarında işçiler ayaklarıyla oy kullanacaklar bu sefer. Bu yıl biz ve birçok emek ve meslek kuruluşu Taksim’e çağrı yaptık. Taksim 1 Mayıs 1977 nedeniyle tarihsel önemi olan bir meydan. 42 emekçinin yaşamını yitirdiği manevi değeri olan bir meydan ve bu meydan bu yıl yine yasaklandı. Üç açıklama geldi bu konuda. İstanbul Valiliği yasaklandığını ifade etti. İçişleri Bakanlığı yasaklama değil kısıtlama kararı olduğunu ifade etti. Çalışma Bakanı ise böyle kısıtlamalar olursa dayanışma ruhunun zedeleneceğinden söz etti. Kim doğru söylüyor? Hakikati İstanbul Valisi söylemiş. Bir kez daha Taksim 1 Mayıs’ını yasaklama ayıbı yaşayan bir iktidarla karşı karşıyayız.

“Milyonlarca emekçiyi 1 Mayıs alanlarında buluşmaya çağırıyoruz”

Biz bu tartışmaları elbette Taksim Meydanına sıkıştırmayacağız. Milyonlarca işçi emekçi alanlarda olacak, taleplerini haykıracak ve yeni bir dönemin kapısını hep beraber işçi ve emekçi sınıfı zorlayacaktır. Bütün bu yasaklama kararlarının yok hükmünde olduğunu ifade edelim. Bizler de DEM Parti olarak 1 Mayıs’ta Taksim Meydanında olacağız. İşçi ve emekçi halkımızla birlikte yan yana duracağız. Güvenlik gerekçesiyle sürekli yasaklanan Taksim’de 2010 yılında 1 Mayıs kutlamasına izin verilmişti ve o zaman tek bir işçinin burnu kanamamıştı, hiçbir sorun çıkmamıştı. Onun için güvenlik gerekçesinin sadece bir bahane olduğunu biliyoruz. Güvenlik önlemi alması gerekenlere, güvenliği gerekçe yaparak alanları ve meydanları kadınlara, halklara, işçi ve emekçi sınıfına kapatma tutumundan bir an önce vazgeçmeleri çağrısını yapmak istiyoruz.

Tüm emekçi kardeşlerimizi de 1 Mayıs meydanlarında omuz omuza bu işçi sınıfı düşmanı, sermaye yanlısı iktidara karşı gücümüzü göstermeye, işçi ve emekçi örgütlülüğünü bir kez daha büyütmeye davet ediyoruz. Şimdiden bütün işçi ve emekçilerimizin 1 Mayıs İşçi Bayramı kutlu olsun. Bu bayram tarihi bir bayramdır. 77’deki 1 Mayıs kadar önemli bir bayramdır. Türkiye’nin demokratikleşmesinin yolunu işçi sınıfının zorlayacağının önemli bir eşiğini göstereceğimiz bir bayramdır. Ben herkesin bu hassasiyetle sürece yaklaşacağına inanıyorum. Hükümete ve İçişleri Bakanlığına da bir an önce bu yanlıştan dönme çağrımı yapmak istiyorum.”

Paylaşın

Bakırhan’dan ‘DEM Parti Kapatılsın’ Söylemlerine Sert Tepki

Partisi hakkında yapılan kapatma davası açıklamalarına tepki gösteren DEM Parti Eş Başkanı Tuncer Bakırhan, “Siyasete hiza ve ayar vermeye çalışıyorlar. Gün yok ki özellikle seçim sonrasında bize parmak sallamasınlar. Biz kez daha yineliyoruz; kapatma, şantaj, tehdit siyaseti artık sona gelmiştir. Son kullanma tarihi dolmuştur” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Biz ne zaman korktuk, ne zaman tehdit ve şantajlara boyun eğdik ki şimdi halkımız güçlü bir irade ortaya koymuşken, Van direnişi ortada dururken bu tehdit ve şantajlara boyun eğelim. Boyun eğmeyeceğimizi onlar da bütün dünya da çok iyi biliyor. Çağrımızı yineliyoruz; biz kararlıyız, bu ülkeye barışı ve demokrasiyi getireceğiz. Başta Kürtler ve Aleviler olmak üzere bu ülkede yaşayan insanlar eşit ve demokratik bir anayasayla yönetilinceye kadar mücadelemizi devam ettireceğiz.”

Bakırhan, konuşmasının devamında, “Tehditlerle hizalanacağımızı bekleyenler çok bekler. Bu gelenek hiçbir zaman yapılan tehditlere boyun eğmemiştir. Şimdi belediyelerimizi tehdit edenler de çok iyi bilsinler ki belediye eş başkanlarımız, yönetimlerimiz, seçilen arkadaşlarımız asla bu tehditlere pabuç bırakmaz. Burada o parmak sallamaların ve tehditlerin karşısında eğilecek bükülecek tek bir arkadaşımız yoktur” ifadelerini kullandı.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, yerel seçimlerin ardından Belediye Eş Başkanları ile yapılan ilk toplantıda bir araya geldi. Toplantının açılışında konuşan Bakırhan ve Hatimoğulları şunları söyledi:

Bakırhan: “Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Çok önemli bir sonuç aldık. Başarılı olduk bu seçimlerde eksiklerimize rağmen. Bu başarıda emeği olan siz değerli belediye eş başkanlarını kutluyorum. Şahsınızda partimizin il ve ilçe örgütlerini, komisyonlarını ve sandık kurullarını, gecesini gündüzüne katarak başarmamız için emek veren halklarımızı da bir kez daha kutlamak istiyorum. Onlara layık bir hizmet, mücadele ve duruş ortaya koyacağımıza eminim. Maşallah burada genç, nitelikli, genç kadın arkadaşların da yoğun olduğu bir tabloyla karşı karşıyayız. Bir birikimin, bir deneyimin, bir vizyonun olduğu da apaçık ortada duruyor. İyi şeyler yapacağımıza eminim.

Bugün, siz de biliyorsunuz, 24 Nisan. 109 yıl önce bu topraklarda çok büyük acılar yaşandı. Büyük bir katliam yapıldı. Yüz binlerce Ermeni halkından insan katledildi. Katledilen Ermenileri hüzünle ve saygıyla anıyoruz. Yine aynı dönemlerde katledilen başta Süryaniler olmak üzere diğer gayri Müslimleri de saygıyla anıyoruz. Bu topraklar çok acı gördü, çok bedel ödedi. Bizim amacımız bir daha bu topraklarda benzer acıların, katliamların yaşanmamasıdır ve geçmişteki bu acılarla, bu katliamlarla yüzleşilmesidir. Bunun için çalışacağız, çabalayacağız. Bu vesileyle Sevgili Hrant Dink’i de saygıyla anıyorum.

31 Mart’ta meydanlarda halkımıza hitap ederken, “Bu sadece bir yerel seçim değil aynı zamanda irademizi test edeceğimiz bir seçimdir” demiştik. 31 Mart’ta irademizi güçlü bir şekilde sonuçlara yansıttık. 31 Mart’ta ortaya çıkan irade çok önemlidir. Bir barış, demokrasi ve özgürlükler iradesi ortaya çıktı. Bu iradeye hep birlikte sahip çıkacağız. Kayyımcı zihniyet kaybetti, kötü yönetilen belediye anlayışı kaybetti; halkımız, halklarımız kazandı. Kayyımlar sandığa gömüldü. Türkiye halklarının mücadelesi ve DEM Partinin 31 Mart başarısıyla birlikte AKP-MHP iktidarına 22 yıldır ilk kez büyük bir yenilgi tattırıldı. Bu yenilgide emeği olan bütün halklarımıza da bir kez daha teşekkürlerimi iletiyorum. Türkiye’yi yöneten parti büyük bir farkla ikinci parti oldu.

O yüzden bu seçim çok önemlidir. İktidar ve muhalefeti 31 Mart’ta ortaya çıkan iradeyi doğru okumaya davet ediyoruz. 31 Mart iradesi değişim iradesidir. 31 Mart seçimi statükocu, yok sayan, tekçi anlayışın sandıkta yenildiği bir seçimdir. Dolayısıyla önümüzdeki günlerde bu iradenin dikkate alınması, başta Kürt meselesi olmak üzere eşitlik ve adalet mücadelesinin artık karşılığını bulması gerekiyor. Seçimlerden ortaya çıkan sonuçtan herkes dersini almalıdır. Çok cumhurbaşkanı, çok başbakan, çok bürokrat gördük gelip geçtiler, çünkü Kürt meselesini çözmediler. Kürt meselesini çözmeyenler çözülür demiştik ve 31 Mart seçim sonuçları bizi bir kez daha doğruladı.

31 Mart’ta halkın mesajını anlamak istemeyenler ülke ülke gezip savaş vizesi almaya çalışıyor. Hemen seçim sonrasında iktidarın çeşitli ülkelere yaptığı ziyaretlerde de bu bir kez daha açığa çıktı. Siyasi ve demokratik çözümün tek yöntem olduğu Kürt meselesini bastırmak için hala askeri operasyonlardan medet umuyorlar. Defalarca denenmiş ve sonuç almamış yol ve yöntemlerden medet ummak büyük bir acizliktir. Biz buna asla izin vermeyeceğiz. Seçim yenilgisini kanla ve gözyaşıyla örtmek istiyorlar.

Oysa seçim sonuçlarının kendisi aslında savaşa hayır çığlığıdır. Çözüm olsun, Türkiye sorunlarını demokratik yöntemlerle çözsün haykırışıdır. Ama başka yol ve yöntemlerin peşinde hala koşmaya devam ediyorlar. Bu ülkenin ihtiyaçları askeri operasyonlar değildir. Yüzlercesi yapıldı, bir sonuca ermedi. Bu ülkenin ihtiyacı yoksul Türk ve Kürt gençlerinin ölmesi değildir. Bu ülkenin, büyük bir toplumsal bir mutabakatla Kürt sorununun demokratik yollarla çözülmesine, demokratik bir Türkiye inşa etmeye ihtiyacı vardır.

Dolayısıyla önümüzdeki dönemde de biraz önce söylediğimiz bu doğruları hep birlikte tekrar etmeye devam edeceğiz. Halkın mesajı nettir. Halk ölüme, şiddete ve kana karşı olduğunu ifade etmiştir. Tek yolun demokratik çözüm olduğunu, barış olduğunu halklarımız 31 Mart’ta haykırarak ortaya koymuştur. Biliyoruz ki barış gelirse bazılarının siyasi ömrü kısalacak, bazıları siyasetten emekli olacak. O yüzden barış gelmesin diye kimi milliyetçi ırkçı çevreler şimdiden tehditlere, komplolara, şantajlara başladı.

“Parmak sallamaların karşısında eğilecek tek bir arkadaşımız yok”

Siyasete hiza ve ayar vermeye çalışıyorlar. Gün yok ki özellikle seçim sonrasında bize parmak sallamasınlar. Biz kez daha yineliyoruz; kapatma, şantaj, tehdit siyaseti artık sona gelmiştir. Son kullanma tarihi dolmuştur. Biz ne zaman korktuk, ne zaman tehdit ve şantajlara boyun eğdik ki şimdi halkımız güçlü bir irade ortaya koymuşken, Van direnişi ortada dururken bu tehdit ve şantajlara boyun eğelim. Boyun eğmeyeceğimizi onlar da bütün dünya da çok iyi biliyor. Çağrımızı yineliyoruz; biz kararlıyız, bu ülkeye barışı ve demokrasiyi getireceğiz.

Başta Kürtler ve Aleviler olmak üzere bu ülkede yaşayan insanlar eşit ve demokratik bir anayasayla yönetilinceye kadar mücadelemizi devam ettireceğiz. Tehditlerle hizalanacağımızı bekleyenler çok bekler. Bu gelenek hiçbir zaman yapılan tehditlere boyun eğmemiştir. Şimdi belediyelerimizi tehdit edenler de çok iyi bilsinler ki belediye eş başkanlarımız, yönetimlerimiz, seçilen arkadaşlarımız asla bu tehditlere pabuç bırakmaz. Burada o parmak sallamaların ve tehditlerin karşısında eğilecek bükülecek tek bir arkadaşımız yoktur.

Yatıp kalkıp Kürt düşmanlığı yapanları, 23 Nisan 1920’deki ilk meclisin kısmi çoğulculuğunu ve istediğimiz düzeyde olmasa da 1921 Anayasasının demokratik özünü anlamaya çağırıyoruz. Ama onlar burada değiller. 1924 Anayasasında ret ve inkar edilen, yok sayılan halkları tekrar aynı anlayışla yönetmek istiyorlar. O dönem bu işleri yapanların bugünkü temsilcileri de bu ülkeye bu zehri, bu kötülüğü yaymaya çalışıyor.

Onlar 1924 Anayasasının ret ve inkar eden özüyle bu ülkeyi ikinci yüzyılda da yönetmek istiyorlar. Kesinlikle buna izin vermeyeceğiz. Cumhuriyet artık köklerindeki görece çoğulculuğa uygun bir anayasayı hak ediyor ve demokratik bir anayasayla özüne dönmelidir. Evet, demokratik bir anayasaya ihtiyaç vardır. Bunun için de bir yol temizliğine ihtiyaç vardır. Toplumun ve örgütlü tüm kesimlerin katıldığı bir çalışmayla bu artık örülmelidir.

Bizler 99’dan bu yana gelen ve kökünü Terzi Fikrilerden, Edip Solmazlardan alan bir belediyecilik geleneğinin temsilcileriyiz. Böyle değerli bir geçmişe sahibiz. Biz yerel yönetimleri rant, kayırmacılık, partizancılık için değil; halka en iyi hizmeti verecek kurumlar olarak görüyoruz ve bu böyle olmaya devam edecektir. Yerelde hizmet hakiki siyasetin kendisidir. Yapmış olduğunuz her şey, siyasetin kendisine etki ediyor olumlu anlamda, siyasetimizi güçlendiriyor. Genel siyasetimizi zaten Genel Merkezimiz, il ve ilçe örgütlerimiz, seçilmiş milletvekillerimiz yapıyor. Belediyelerimizin temel işi halka hizmet etmektir. Yerelde partimizle halk arasındaki bağın güçlenmesi için daha doğru ve halkın sempatisini kazanan hizmet de siyasetin kendisidir, özüdür. Dolayısıyla bu ilkeye uygun hizmetlerinizi devam ettirmenizi bekliyoruz.

31 Mart seçimlerinde ortaya çıkan halkın iradesini kumpaslarla, yalanlarla gasp etmek isteyen Ergenekon ve JİTEM artıklarına bir kez daha sesleniyoruz: Size buradan ekmek çıkmaz. Kürt halkı asla sizin ve tehditlerinize boyun eğmez. Artık medya plazalarında, karanlık odalarda halkın iradesine operasyon yapma dönemi kapandı. Artık Türkiye’de siyaseti psikolojik harp daireleri değil Türkiye’nin emekçileri, yoksulları, halkları belirliyor. Tıpkı 31 Mart’ta olduğu gibi, bundan sonra da daha güçlü bir şekilde belirleyip güçlendirecektir.

Bizim gündemimiz bu karanlık odakların kumpasları değildir. Ona ilişkin tavrımız nettir. Belediyelerimizi kayyım borçlarından kurtarmak, yaratılan tahribatları gidermek ve halka hizmet etmek üzere çalıştırmaktır. Bu da sizin elinizdedir. Bizim yerel yönetimler anlayışımızda sembol ve değerlere hakaret asla yoktur. Bu çok iyi bilinmesine rağmen; seçimin kaybedenleri, gelecek korkusu yaşayanlar, şimdi toplumun hassasiyetleri üzerinden bu yolsuzluk, hırsızlık ve talanı örtmeye çalışıyor.

Halkın parasını balyalarla çalmak mı vatanseverliktir? Vatanı rant çiftlikleri olarak görmek mi vatanseverliktir? Milletin kursağındakini cebine indirmek mi vatanseverliktir? Bayrak, milyonluk yolsuzluk ve rantınızı örtmek için midir? Bu soruları bir kez daha soruyoruz. Bizleri günlendir hedef haline getirenleri çok tanıyoruz, niyetlerini de çok iyi biliyoruz. Onlar demokrasiyi kendilerine düşman olarak görüyorlar. Onların yaşadığı, nefes aldığı zemin karanlık ve çatışmalıdır. Bu ucuz komplolara kesinlikle geçit vermeyeceğiz.

Bunların yolsuzlukları ve hırsızlıkları saymakla bitmez. Seçim meydanlarında defalarca söyledik. Her belediyede büyük bir soygun yapmışlar. Belediyeleri devraldınız, her şey ortada. Van’da 8,5 milyar borç ne demektir? Siirt’te 500-600 milyon borç ne demek? Nereye gitmiş bu paralar? Bizden borçsuz ve cüzi borçlarla devraldıkları belediyelerde devasa borçların ortaya çıktığını artık Türkiye kamuoyunun görmesi gerekiyor. Bunlar hizmet için değil rant elde etmek için varlar. Bunlar Türkiye’de, dünyada kurulmuş en büyük soygun şebekesini örgütlemişler. Sizin borçları ortaya çıkaran ve halka teşhir eden yaklaşımınız çok değerlidir ama bundan sonra artık işlerimize bakacağız.

Halkımızın gücü ve katkısı neticesinde de bunlar bir daha o belediyelerin kapısından giremeyecekler. Halk tekrar demokratik toplumcu yerel yönetimler belediyeciliği ile tanıştığı zaman aradaki uçurumu görecektir. Bu soyguna, borç batağına, kirli operasyon ve saldırılara rağmen halkımıza hizmet etmeye devam edeceğiz. Kaynak yaratacağız, halkımızla birlikte sorunları çözmek için çaba içinde olacağız. Kayyımların kapattığı dil, kültür, kadın, gençlik kurumlarını ve kooperatifleri tekrar açacağız. En iyi şekilde halkımıza hizmet etmek için gecemizi gündüzümüze katacağız.

Yine Kürtçe ve bütün dillerdeki tabelaları tekrar asacağız. Çok dilli belediyecilik hizmetlerimizi devam ettireceğiz. Ekonomik krize karşı kadınları, gençleri, emeklileri ve yoksulları koruyacağız. Evine yardım gitmeyen kentimizde tek bir yoksul kalmayacaktır. İhtiyacını karşılayamayan insanların ilk aklına gelecek yer belediyelerimiz olacaktır. Size bu konuda büyük görevler düşüyor. Demokratik yerel yönetim anlayışımızla ev ev, sokak sokak gezeceğiz ve halkımızla birlikte kararlar alacağız.

Yerel demokrasiyi mahallerimizde kuracağız, tıpkı eş başkanlık sistemimiz ve aday belirleme yöntemimiz gibi Türkiye ve dünyada örnek bir model oluşturacağız. Bizler bütün baskılara karşı hem mücadele eden hem dünyada demokrasi anlamında iyi örnekler ortaya koyan bir gelenekten geliyoruz. Kendimize ve size güveniyoruz. Böylesine genç ve yetenekli arkadaşlarımızın, deneyim ve vizyonu olan arkadaşlarımızın çok iyi işler yapacağına eminim. Kendimizi de kentimizi de halklarımızla birlikte yöneteceğiz. Ayrıştırmadan, ötekileştirmeden belediyenin olanaklarını doğru ve adil bir şekilde herkes için kullanacağız. Halka dokunacağız, hep birlikte üretecek ve kazanacağız. Serkeftin.

“Türkiye siyasetine çok önemli bir miras bıraktık”

Hatimoğulları: “Hepinizi sevgiyle selamlıyorum. Aylardır sokak sokak, mahalle mahalle dolaşan ve seçim kampanyamızı değerli halkımızla birlikte en güçlü şekilde yürüten siz değerli belediye eş başkanlarımızla bugün bir aradayız. Bir kez daha hoş geldiniz. Seçim kampanyamızın en önemli şahitleri sizlersiniz. Çok zor koşullarda yürüttük. Bizler Türkiye’de bugüne kadar denenmemiş olanı yaptık, değerli halklarımızla birlikte belediye eş başkanlarımızı ve meclis üyelerimizi belirlemek üzere halk oylamasına başvurduk.

Bu Türkiye siyasetinde eşine az rastlanan, halkın doğrudan demokratik yönetimlere katılımının önünü açan kanallardır. DEM Parti olarak, bu kanalları işleterek Türkiye siyasetine çok önemli bir miras bıraktık. Evet, zor koşullarda yürüttük bu kampanyayı, çünkü mevcut iktidarın ortakları olan partilere karşı bu yarışı sürdürdük. AKP ve yereldeki ortakları devletin bütün olanaklarını seferber ederek çalışmalarını yürütürken, bizler kıt olanaklarla bu çalışmayı yürüttük. Sadece bu da değil.

İki kez kayyım atayarak yerel yönetimler üzerinde baskı kurdukları, kayyım zihniyetinin neticeleri olarak yerel yönetimlerin aslında halkı hizmetten mahrum bıraktığı, halkın hizmetlere ihtiyaç duyduğu bir zeminde yürüttük çalışmamızı. Sadece bu da değil. Biz bu seçim yarışında kayyım rejimiyle mücadele ederken, kayyım seçmenle de mücadele ettik. 32 merkeze başta asker ve polis olmak üzere kayyım seçmen göndererek seçimlerde DEM Parti’nin iradesini, Kürt halkının iradesini çalmak istediler. Bizler onların izledikleri bu yol ve yöntemleri de önemli oranda başarısızlığa uğrattık. Kayyım seçmene rağmen belediyelerimizi önemli oranda kazandık.

3 hedef belirlemiştik yerel seçim kampanyamızı yürütürken. Birincisi; özellikle bölgede, Kürdistan’da kayyım atanmış olan belediyelerimizi geri almaktı. İkincisi; 2019’daki kazanımlarımıza yeni kazanımlar eklemekti. Üçüncüsü ise başta batı olmak üzere Türkiye sathının tamamında AKP-MHP faşizmini, otoriter rejimi geriletmekti. DEM Parti olarak bu 3 konuda başarıya imza attık. Siz değerli belediye eş başkanlarımıza ve şu an burada olmayan meclis üyelerimize ve değerli halkımıza çok teşekkür ediyorum.

Bu seçimlerin sonuçlarını gerek bölge açısından gerekse Türkiye’nin genel sathı açısından en iyi şekilde okumak, en iyi şekilde yorumlamak gibi bir görev ve sorumluluğumuz var. AKP-MHP, özellikle bölgedeki küçük ortaklarıyla birlikte faşizmi, otoriterleşmeyi ve kayyımcı anlayışı tesis etmek istedi. Ancak Türkiye genelinde ortaya çıkan haritaya baktığımızda bu anlayışa halk dur demiştir, bu anlayış artık gerilemiştir. Ülkede tesis edilmek istenen faşist, otoriter, kayyım rejime halk çok güçlü bir biçimde hayır demiştir.

Haritayı değiştirerek buna hayır demiştir, izin vermiyoruz demiştir. Bugün artık Türkiye’de ikili bir iktidardan bahsetmek mümkündür. Merkezi hükümet AKP-MHP iktidarının elinde ama artık yerel yönetimler onların elinde değildir. Dolayısıyla kitle desteğini arkasına alamamış olan bir rejimin ne kayyımcı anlayışı artık yol yürüyebilir ne de faşist-otoriter anlayışı yol yürüyebilir. Burada halkımız tercihini değişimden yana yapmıştır. Halkımızı gösterdiği bu ferasetten dolayı da kutluyoruz.

Bu seçim sonuçlarının, bu haritanın ortaya çıkmasının çok çeşitli nedenleri var. Bunlara uzun uzadıya değinmeyeceğim ama başlıklar halinde birkaçını sıralamak isterim. Birincisi; kayyımcı rejimi Türkiye’nin her yerinde sergilemeleri, hiçbir iradeye saygı duymamaları, kendilerinden olmayanı öteki görmeleri, başta kadınlar olmak üzere bütün farklılıkların yaşam tarzlarına müdahale etmeleridir. Ancak bu ülkede yaşayan Aleviler, farklı halklar ve inançlardan insanların inançlarına, yaşam tarzlarına, dillerine ve iradelerine müdahale eden anlayış bu seçimde çökmüştür.

Yine 22 yıldır neoliberal politikaların en önemli uygulayıcısı olan bir parti olarak görev ve misyonunu sürdüren iktidar bu ülkeyi derin bir yoksulluğa sürüklemiştir. Derin yoksulluğu insanlar sadece kemiklerinde değil iliklerine kadar hissediyor. Bu ülkede 50 milyon insan açlık ve yoksulluk şartları altında yaşıyor. Kürdistan’da çalışmalarımızı yürütürken, Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünü talep ederken, diğer en önemli sorunlardan biri de bölgenin yoksul bırakılmasıdır. Bölge yoksul bırakılmış, yoksullaştırılmıştır.

Türkiye halkları ve emekçileri yoksullaştırılmıştır. Kadınlar yoksul bırakılmıştır. Açlık ve yoksulluk diz boyudur. Emeklilerin isyanı gerçekten Türkiye’nin sesi ve soluğu olmuştur. Yine kadınların etek boyundan başörtülerine kadar her şeye müdahale eden anti demokratik otoriter anlayışa kadınlar bu seçimlerde dur demiştir. Özellikle Kürdistan’da, Şırnak örneğinde gördüğümüz üzere, kadınlar üzerinde yürütülen özel harp politikasına kadınlar hayır demiştir. Kadın eş başkanlarımızın bizzat yaşadığı sorunlardan biri de eş başkanlık sistemimiz ve eşit temsiliyete saldırıdır. Eş başkanlık ve eşit temsiliyeti bu otoriter rejim kabul etmez, çünkü kadınlar evinde otursun, çocuk baksın ister.

Oysa biz DEM Parti olarak, Türkiye kadın hareketi ve Kürt kadın hareketiyle birlikte, bugüne kadar bir yandan binbir emek vererek mücadele ederken ve devlet karşısında bedel öderken; diğer yandan erkek egemen zihniyetin ezici ve sömürücü zihniyetine karşı eş başkanlık ve eşit temsiliyet mücadelesinin bütün bu bedellere rağmen hayat bulmasını sağladık. Bu sadece Türkiye halkları ve kadınları için değil bölge ve dünya halkları için çok önemli bir deneyim ve kazanımdır. Kadın kazanımlarımıza ideolojik saldırıları bizler kabul etmedik. Bu dönemde en güçlü tavrı koyan başta Kadın Meclisimiz olmak üzere, belediye eş başkanı kadın arkadaşlarımızı kutluyorum. Hepinize verdiğiniz bu mücadeleden dolayı partimiz adına teşekkür ediyorum.

Bizler siyasetin okumasını yaparken, aynı zamanda içinden geçtiğimiz siyasetin koşullarına ve dış siyasete de bakmak zorundayız. Kürt sorunun demokratik ve barışçıl yöntemlerle çözülmesinin bu seçim kampanyamızda da ısrarla altını çizmemize rağmen, bizlere verilen yanıt savaş ve çatışmaları artırmak, sınır ötesi operasyonları artırmak şeklinde olmuştur. Bugün bölgede özellikle İsrail’in Filistin’i işgal etmesiyle başlayan saldırılarla, mazlum Filistin halkının dünyanın gözü önünde katledilmesiyle ve buna ne yazık ki dünyada güçlü bir sesin çıkarılmamasıyla karşı karşıyayız.

AKP iktidarı bugün mazlum Filistin halkının yanında olduğunu söylüyor. Ama biz seçim kampanyamızda da böyle olmadığını ifade ettik. Mazlum Filistin halkının dostları geçmişte olduğu gibi Deniz Gezmişler başta olmak üzere Türkiye devrimci hareketi ve Kürt özgürlük hareketidir. Filistin halkıyla birlikte verilen mücadele geleneği bu dayanışmanın en önemli adresidir. Bizler bu dayanışmayı güçlendireceğiz ve mazlum Filistin halkının yanında olduğumuzu belirtmek istiyoruz. İsrail’in İran ile çatışması ve büyük bir bölge savaşının habercisi olan gelişmelere karşı da bizler Türkiye ve Kürdistan’ın bütün sathında diyoruz ki bölge halkının ihtiyacı olan şey eşit yaşam hakkıdır.

Bölge halkının ihtiyacı olan şey herkesin kendi kaderini tayin edebildiği, herkesin yaşam alanlarını oluşturabildiği, herkesin eşit ve özgür olabildiği bir dayanışmayı örgütlemektir. Hem Türkiye’deki gelişmelere hem Kürt sorunundaki gelişmelere hem de Ortadoğu, Afrika ve Kafkasya’yı kapsayan gelişmelere baktığımızda savaşa karşı güçlü bir barış hareketini örgütlemek gibi bir görev ve sorumlulukla yola çıkıyoruz.

Bizler Türkiye ve dünyada yaşanan bu gelişmelerin ışığında bir yerel seçim yaşadık. Bu yerel seçimlerde biraz önce bahsettiğimiz hedeflerimizi önemli oranda tutturduk. DEM Partinin başarısı sadece kazanılan belediyelerde değil. DEM Partinin en önemli başarısı kent uzlaşısıyla batıdaki siyaseti belirlemesidir. Bizler kent uzlaşısıyla birlikte ilçe ilçe, belediye belediye yürüttüğümüz çalışmalarla çıkan sonuçlarda büyük payı olan bir partiyiz. AKP ve MHP faşizmine batıda kent uzlaşısı politikalarımızla geri adım attırdık.

Belediye kazandığımız yerlerde belediyelerimizi nasıl yöneteceğimize biraz önce Eş Genel Başkanım geniş bir şekilde değindi. Batı açısından da şunun altını çizmeliyiz. Demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü belediyecilik anlayışımızı sadece belediyeleri kazandığımız yerlerde değil muhalefete düştüğümüz yerlerde de en güçlü şekilde sergileyeceğiz. Biz batı illerinde yönetimlerde olduğumuz her yerde, halkın faydasına olan her çalışmaya destek olacağız ama paradigmamıza ters düşen ve toplumun yararına olmayan, kadınların, gençlerin ve emeklilerin yararına olmayan konularda da en etkin muhalefeti sürdüreceğiz.

Belediye Eş Başkanları olarak kentlerinizin birer aynasısınız. Partimizin paradigmasına uygun olarak belediyeleri yönetmenin birinci sorumlularısınız. Bu görev ve sorumluluk bilinciyle davranacağınıza hiçbir şüphemiz yoktur. Belediyelerimizi halkla beraber yöneteceğiz dedik, yönetmeliyiz. Kayyımcı rejim kentlerimiz yolsuz, susuz, altyapısız, hizmetsiz bırakarak cezalandırmıştır. Bu kayyımcı rejime karşı yol, su, altyapı başta olmak üzere bütün kent hizmetlerini en iyi şekilde yapmak gibi görev sorumluluğumuz var. Biraz önce Kürt halkına ve gençlerine dayatılan yoksulluğun daha da derin olduğunun altını çizmiştim. Yerel yöneticiler olarak başta eş başkanlarımız bölgede istihdam alanları yaratmak konusunda ezberleri bozan yepyeni projelere imza atmalıdır.

Gençlerin doğduğu yerde doymasını sağlayamazsak, göç bu şekilde devam ederse kentlerimizde çok şeyi yitirebiliriz. Bu bakımdan bize düşen en önemli görev ve sorumlulukların bunlar olduğunu hatırlatmak isterim. Belediyelerimizi en iyi şekilde, Türkiye ve Kürdistan’daki belediyelere örnek olacak şekilde icra edeceğimizden yana hiç şüphem yok. Eksikliğe düştüğümüzde birbirimizi uyaracağız, yanlışlar yaparsak birbirimizi uyaracağız. Halkımız için en gerekli ve doğru yolu hep birlikte bulacağız. Çalışmalarınızda başarılar diliyorum. Yeni görevleriniz tekrar hayırlı olsun.”

Paylaşın