DEM Parti Sordu: Türkiye, Suriye’de Bu Defa Ne Arıyor?

Partisinin genel merkezinde açıklamalarda bulunan DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, “Suriye’de çok karmaşık bir tablo var. Bu tablonun tartışmaya açılması için çok zaman lazım”. DEM Parti olarak şunu hatırlatmak isteriz; çok zaman geçti, 10 yılı aşkın bir savaş halinden bahsediyoruz. Ağır bedelleri oldu bu zamanın. Bu hafta Suruç Katliamının yıldönümü. Böyle bedellerden bahsediyoruz. 10 Ekim Gar Katliamı, Reyhanlı, 5 Haziran HDP mitingi…” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Bunlar çok ağır can kayıpları. Sarsıcı etkileri toplumsal olarak hala devam ediyor. Daha nasıl bir zamana ihtiyaç var? Bu karmaşık tablonun ortaya çıkmasında -buradan Hakan Fidan’a soruyoruz- Türkiye’nin nasıl bir rolü oldu? Bunu kamuoyuna açıklasınlar. Herkesin sorduğu soruyu DEM Parti olarak bir kez daha soruyoruz: Türkiye Suriye’de bu defa ne arıyor? Hakikaten Dışişleri Bakanının dediği gibi bir normalleşme furyası başlayacaksa -ki normalleşme deyip durdukları son aylarda bir normalizasyonun olmadığını hep beraber gördük- nasıl bir normalleşme? Eğer Suriye ile ilişkilerde normalizasyon arıyorsanız, bunu geçmişi yeniden düşünerek yapacaksanız.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Sözcüsü Ayşegül Doğan, parti genel merkezinde devam eden Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısına dair basın toplantısı düzenledi. Doğan, şunları söyledi:

“Hepinizi DEM Parti adına sevgi, saygı ve dostlukla selamlıyorum. MYK’mız devam ediyor. MYK’mızın şu saate kadar sürdürdüğü ve sürdürmekte olduğu bazı başlıkları sizlerle paylaşacağım. Tabii ki değişen gündemlerimiz ve aslında değişmeyen gündemlerimiz var. Bu değişiyor gibi görünen gündemleri de değişmeyen gündemler içinde değerlendirmek gerekiyor. En önemli başlıklardan biri Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler. Her yanı sarmış bir çatışma hali. İşte bu savaş ve çatışma haline ilişkin bir siyasal süreç değerlendirmesiyle başladı toplantımız. Neleri konuştuk ve konuşuyoruz?

Bir yandan Filistin’de hala yaşanmakta olan acılar, diğer yandan Irak Kürdistan Bölgesindeki son gelişmeler, yine acı deneyimleri ve dünü hatırlatan gelişmeler ve tabii ki Suriye ile ilgili yaşananlar. Yani tabiri caizse Gazze’den Amediye’ye kadar her yanı savaş ve çatışma hali sarmış durumda. Bu durumdan Türkiye de çok ağır ekonomik maliyetler, siyasal sonuçlar ve ne yazık ki can kayıplarıyla yıllardır etkileniyor. Yıllardır DEM Parti olarak yapılması gerekenlerin altını çiziyor, uyarılar yapıyor ve çağrılar yapıyoruz. Başka bir dünyanın mümkün olduğunu göstermek için mücadele ediyoruz. Bu politikalardan vazgeçilmediği sürece ne yazık ki milliyetçilik ve ırkçılık yükseliyor. Halklar karşı karşıya getirilmek isteniyor, bu hedefleniyor.

Malumunuz olduğu üzere İmralı’da süren tecrit gündemlerimizin başında geliyor. Hapishanelerin durumu ve hasta tutsakların hali. Dün Sincan Cezaevinde bazı tutuklu arkadaşlarımızı ziyarete gittim, cezaevi gözlem ve idare kurullarının yaşattığı zulmü bir kez daha dinledim. Bu bile tek başına hapishanelerin durumunun ne kadar kritik bir hal aldığını bir kez daha gösteriyor. İmralı’da Sayın Öcalan’a yönelik uygulanan tecritten (ki yalnızca onunla sınırlı kalmıyor, İmralı’da onunla birlikte kalan tutuklular da tecride maruz bırakılıyor) bahsetmişken, Adalet Bakanlığına yeniden çağrı yapmak istiyoruz. Bu insan hakları ihlalinden, bu insanlık suçundan vazgeçilmesi gerekiyor.

Tecrit ağır bir insanlık suçu ama yalnızca bir insanlık suçu da değil; çünkü İmralı’da tutulan insanların sağlık hakları da ihlal ediliyor. Dolayısıyla yalnızca Adalet Bakanlığına değil Sağlık Bakanlığına da çağrı yapıyoruz. İmralı Ada Hapishanesinde insan hakkı ihlalinden vazgeçmek gerekiyor. Orada tutulan insanların sağlık durumları bir kaygı konusu. Buna dair bir açıklama yapmak gerekiyor. Tekrar tekrar bu çağrıyı yaptık, komisyonlarda sorduk, Meclis Genel Kurulunda sorduk.

Avukat ve aile görüşü hakkının tanınması ve sağlık durumlarına ilişkin açıklama yapılması için başvurular yaptık. Bu konuda sürdürülen tutumdan neden vazgeçilmesi gerektiğini Türkiye’nin yakın siyasi tarihinde denediği yöntemlere bakarak görmek mümkün. Bu hal Türkiye’nin eşitlik, özgürlük, demokrasi ve insan hakları karnesini, zaten ağır olan bu karneyi hafifletmiyor, daha da ağırlaştırıyor. Dolayısıyla tüy gibi hafiflemek mümkünken neden bu kadar ağırlaşmış bir insan hakları karnesinden bahsedelim ki? İmralı Ada Hapishanesinden başlayabiliriz. Böylelikle bundan sonrasına dair de çok önemli ipuçlarını konuşabiliriz şayet isterseniz.

Bugün 15 Temmuz. Türkiye, geçmişteki onca tecrübeden dersler çıkarmak yerine aynı yöntem ve yollarda ısrar ediyor, bundan vazgeçmiyor. Bugün, 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin yıldönümü. Yani yine bir demokrasi kesintisi. Olmayan bir demokrasi sürekli kesintiye uğruyor. O günlerde açıklama yapan iktidar temsilcileri darbe mekaniğinin son bulduğunu söylemişti, oysa hala işliyor. Darbe mekaniğinin hala işlediğini söyleyen tek parti neredeyse DEM Parti. Nasıl işliyor birlikte hatırlayalım. Önce hatırlatmam gereken bir şey var ki DEM Parti ve temsil ettiği siyasi gelenek olarak her koşulda ve şartta her türlü darbe ve askeri kalkışmaya karşıyız.

Yıllardır bunun mücadelesini veriyoruz. Demokratik zeminin bu tür kalkışmalarla kesintiye uğratılmasına karşı mücadele etmek için onlarca yıldır büyük bedeller ödüyoruz. Türkiye’nin o gün olduğu gibi bugün ivedi olarak ihtiyaç duygu şey daha çok demokrasi, özgürlük, eşitlik, adalet ve demokratik siyasettir. Bugüne kadarki tecrübemizden biliyoruz ki her türlü darbenin ve askeri kalkışmanın ardında ve arkasında gizli saklı tutulan ve bir türlü yüzleşilmek istenmeyen siyasi güçler var. İşte bu karanlık koalisyonlar, Türkiye’de bugüne kadar daha koyu karanlık günlerin yaşanmasına ve Türkiye’nin bu bedelleri ödemesine neden oldu. Bu yapılar saklandı, saklanmaya devam ediyor. O yüzden 15 Temmuz vesilesiyle bu yapılarla yüzleşilmesine Türkiye’yi ve iktidarı davet ediyoruz.

Bakınız o günlere gidelim. Partimizin bir araştırma önergesinden alıntı yaparak bugünü değerlendirmeye davet ediyorum sizi. Hiç kabul edilmeyen, sürekli reddedilen araştırma önergelerimizden biri. Kabul edilip bir araştırma komisyonu kurulsaydı Meclis Genel Kurulunun kararıyla acaba Türkiye’de neler değişebilirdi? Ama darbe girişimi karanlıkta kaldı. Ne söylendi? O askeri kalkışmanın bastırılması için OHAL’e ihtiyaç duyulduğu söylendi.

Daha çok demokrasi, daha çok özgürlük değil olağanüstü hal ilan edildi. Ancak bir başka darbeyle mümkün olabilecek hukuksuzluklar silsilesi yaşandı ki hala yaşanıyor. Hukuksuzluklar yaygınlaştı, keyfilik ve belirsizlik başladı. Bu iklimin önüne geçecek bir ortam yaratmak yerine bugünkü rejimin tesisi için adeta yaşananlar -çok üzülerek belirtiyoruz ki- bir fırsata dönüştürüldü. Ne oldu akabinde? Kayyımlara da bu şekilde yol açıldı. Bugün yaşadığımız farklı adaletsizliklere ve eşitsizliklere ilişkin yollar da böyle döşendi.

O halde tekrar edelim: 15 Temmuz 2016’da yaşananlarla yüzleşmek, o gün bu ülkeye yaşatılmak istenenleri kimlerin neden yaşatmak istediğini açığa çıkarmak öncelikli olarak iktidarın görevidir. Bu görev hala orta yerde duruyor. Bu konuda iktidarı tekrar daha sahici, açık, şeffaf bir şekilde sorumluluk almaya ve bunların siyasi sorumlularıyla yüzleşmeye davet ediyoruz. Yalnızca iktidar değil muhalefet partileri de bunu bir demokrasi sorunu olarak ele almak yerine ne yazık ki milliyetçiliği körüklemeyi tercih etti. O günden bugüne 15 Temmuz’u adeta kendi tabanlarını konsolide etmenin bir aracı olarak gördüler.

Sevgili arkadaşlar 15 Temmuz 2016’da yaşananları değerlendirerek başladık ama yine MYK’mızın gündem başlıklarına dönmek istiyorum. Hiçbirini birbirinden ayıramadığımız iç politika ve dış politika meseleleri en az 10 yıldır bu haliyle masada duruyor. Nasıl duruyor? Belki yalnızca yanlış politika demek, bunları indirgemeci bir yaklaşımla ifade etmek olur. Çünkü sadece yanlış politika diyemeyeceğimiz kadar çok ağır bedellere mal olan bir dış politikadan bahsediyoruz. Mesela bakınız Irak Kürdistan Bölgesinde yaşananlara.

Çok büyük bir endişeyle takip ediyoruz ve canımız yanıyor orada yaşananları takip ederken. 90’lı yıllarda zorla sınır hattında köyler boşaltıldı. Milyonlarca insan zorla yerinden edildi de ne oldu? Bugün Türkiye o gün aldığı kararların tazminatını ödüyor hala. Dolayısıyla bunlara yalnızca yanlış politika demek yetmiyor. Bunlar maksatlı olarak yapılan ve değişen iktidarlara rağmen değişmeyen politikalar. O halde adını doğru koymak gerekiyor. Kürtler yaşadıkları tüm coğrafyalarda; Türkiye, Irak, İran, Suriye ve hatta diaspora da dahi varlık mücadelesi vermek durumunda kalıyor. Son derece meşru bir hakkı kullanıyorlar bu saldırılara karşı. Daha önce bu çok acı bir şekilde tecrübe edildi.

Hiçbir güç, halkları tekrar bu kötü tecrübeleri yaşayacak günlere götürmemeli. Ankara, Bağdat, Şam, Erbil arasında kurulacak bir ittifak savaş ve çatışma ittifakı olmamalı. Eğer bir ittifak kurulacaksa da bugüne kadar kurulanın tam tersine savaşa karşı halkların kazanımını koruyacak bir ittifak olmalı. Hiçbir güç bu coğrafyada yaşayan Kürtleri karşı karşıya getirmemeli, hiçbir güç bunun hesabını yapmamalı. Buna dönük yapılacak hesaplar tarihten hatırlanacağı üzere boşa çıkan ve ne yazık ki ağır bedeller getiren hesaplardır. Bu hesapları yapan bütün güçleri bu hesapları yapmaktan vazgeçmeye çağırıyoruz. Hiçbir Kürt gücü de bu hesapların parçası olmamalıdır. Bu dönemde yapılacak hesap daha çok barış olmalıdır, bir arada yaşam olmalıdır.

“Türkiye Suriye’de bu defa ne arıyor?”

Ne yapılıyor Kürtlerin yaşadığı coğrafyalarda? Kilometre derinlik hesapları yapılıyor. Oraya 30 kilometre, buraya 40 kilometre… Bu yapılan uluslararası hukuka da aykırıdır. MYK’mız bu gelişmeleri yani Irak Kürdistan Bölgesinde yaşananları ve Suriye’ye ilişkin verilen mesajları birbirinden ayrı bir şekilde ele almıyor. Bizzat Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın açıklamasından alıntılar yapmak istiyorum: “Suriye’de çok karmaşık bir tablo var. Bu tablonun tartışmaya açılması için çok zaman lazım”. DEM Parti olarak şunu hatırlatmak isteriz; çok zaman geçti, 10 yılı aşkın bir savaş halinden bahsediyoruz. Ağır bedelleri oldu bu zamanın. Bu hafta Suruç Katliamının yıldönümü.

Böyle bedellerden bahsediyoruz. 10 Ekim Gar Katliamı, Reyhanlı, 5 Haziran HDP mitingi… Bunlar çok ağır can kayıpları. Sarsıcı etkileri toplumsal olarak hala devam ediyor. Daha nasıl bir zamana ihtiyaç var? Bu karmaşık tablonun ortaya çıkmasında -buradan Hakan Fidan’a soruyoruz- Türkiye’nin nasıl bir rolü oldu? Bunu kamuoyuna açıklasınlar. Herkesin sorduğu soruyu DEM Parti olarak bir kez daha soruyoruz: Türkiye Suriye’de bu defa ne arıyor? Hakikaten Dışişleri Bakanının dediği gibi bir normalleşme furyası başlayacaksa -ki normalleşme deyip durdukları son aylarda bir normalizasyonun olmadığını hep beraber gördük- nasıl bir normalleşme? Eğer Suriye ile ilişkilerde normalizasyon arıyorsanız, bunu geçmişi yeniden düşünerek yapacaksanız.

O halde açık bir şekilde kamuoyuyla paylaşılması gerekir. Mülteciler konusunda Türkiye ne yapacak? Gönüllü dönüşler dahil olmak üzere nasıl bir planlama yapacak? Suriye’de yaşayan halklar, birleşik ve demokratik bir Suriye’de yaşamak istiyor. Siz de halkların iradesine, onların yaşamak istedikleri şekilde saygı duyuyor musunuz? Orada hem eski pozisyonunuzu koruyacaksınız hem de Suriye ile yeni ilişkiler yaratmak isteyeceksiniz! Bu nasıl mümkün olacak? O halde Türkiye gerçekten ne arıyor Suriye’de?

Eski pozisyon korunarak yeni ilişkilerin olamayacağı ayan beyan ortada. Zaten 31 Mart seçimlerinden önce bu yapılmak istendi ama başarılamadı. Arabuluculuk, kolaylaştırıcılık misyonu yüklediğiniz ülkeler bunu nasıl ve ne maksatla değerlendirdi? Bunları bilmek Türkiye kamuoyunun hakkı. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı herkes dış politikadaki yeni hamlenin gerçekten yeni olup olmadığını bilmek istiyor. Diyorsunuz ki Dışişleri Bakanı olarak, “Cumhurbaşkanımız mücadeleye devam ederek diyalog kapısını hep açık tutar”.

Bu kapı kimlere açık? Nasıl bir diyalog kapısı? Bu diyalog ne üzerine kurulacak? Gerçekten çatışmaların derinleşmemesi için olur yeni politikalar. Arabuluculuk da kolaylaştırıcılık da bunun için olur. Aksi takdirde ortaya çıkan şey çatışmaları derinleştirir. Kolaylaştırıcılık tarafsızlık ile olur. Nasıl bir tarafsızlık? Eşitlikten, özgürlükten, demokrasiden, adaletten ve bu evrensel değerlerin tesis edilmesinden yana olur. Tekrar ediyorum; salt normalleşme kelimesini kullanarak ne iç politikada ne dış politikada normalleşme sağlanamaz.

Yine Hakan Fidan’dan alıntı yapmak istiyorum, kendisi zamanın ruhuna atıfta buluyor. “Zamanın ruhu barışı ve istikrarı aramaya zorluyor”. Evet, zamanın ruhu epeydir barışı ve istikrarı aramaya zorluyor ama barış ve istikrar sizin okuduğunuz haliyle gerçekleştirilemez. Barış ve istikrar, güvenlikçi politikalarla sağlanamaz. Barış ve istikrar, denenmiş yöntemlerin aynılarını tekrar etmekle sağlanamaz. O halde ne yapılması gerekiyor? Gerçekten Suriye ile ilgili yeni bir politika izlediğinin ve bu politikaların da halkların kazanımlarını korumaya ve gözetmeye dönük olduğunun ispat edilmesi gerekir.

Hem Türkiye kamuoyuna hem DEM Parti’ye hem de Suriye’de bulunan diğer güçlere. Daha önce yapılmadı değil yapıldı. PYD ile bu ülkede ilişkiler kuruldu. Bunlar kazandıran politikalardır. Orada yaşayan Kürtleri, Türkiye’nin demokrasi mücadelesi için güçlendirici bir etki yaratacak potansiyel olarak görmek gerekir. Kürtler bir tehdit unsuru değildir; aksine bir arada çoğulcu, eşit, adil bir yaşamın emniyet supabıdır. Böyle yaklaşamadığı takdirde yanlışın daha ötesindeki politikalardan geri dönmek imkansız olur.

Ekonomik maliyetlerden de bahsettik. Hepimiz bunu bireysel hayatlarımızda tek tek yaşıyoruz. Herkesi etkiliyor. Daha önce bununla ilgili bir kampanya açıklamıştık. MYK toplantımızda bu kampanyaya ilişkin değerlendirmeler de sürüyor. Ekmek ve Adalet Kampanyamızla ilgili bazı noktaları paylaşmak istiyorum, son halini sizlerle paylaşıyorum. Mardin Kızıltepe’de 19 Temmuz’da tarım mitingiyle start veriyoruz. Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan katılıyor. Mardin Belediye Eş Başkanlarımız ve milletvekillerimiz katılıyor. İl ve ilçe örgülerimiz ve yöneticilerimiz katılıyor.

19 Temmuz saat 17:00’de Kızıltepe’de yapılacak mitingle Ekmek ve Adalet Kampanyamızı başlatacağız. Komisyon Eş Sözcülerimiz İbrahim Akın ve Sevtap Akdağ da bununla ilgili açıklama yaptı. Tarım mitinginden sonra 25 Temmuz’da Ağrı’da bir esnaf buluşması gerçekleştireceğiz. Yine Gürbulak Sınır Kapısında bir açıklama olacak ve buluşma gerçekleştireceğiz. 28 Temmuz’da Batman’da emek buluşması planlıyoruz. 29 Temmuz’da Hatay’da rezerv alanında bir buluşma olacak. Tabii deprem mağdurlarıyla da buluşacağız.

7 Ağustos’ta Iğdır’da bir tarım buluşması ve aynı zamanda kadın işçilerle buluşma gerçekleştirilecek. 11 Ağustos’ta Kocaeli Gebze’de tersane işçileriyle buluşulacak. 17-18 Ağustos’ta Antalya’da turizm işçileriyle bir buluşma gerçekleştireceğiz. 19 Ağustos’ta İzmir’de emeklilerle bir buluşma gerçekleşecek. 20 Ağustos’ta İzmir’de bir ekoloji buluşması planlıyoruz ve 21 Ağustos’ta Manisa’da tarım işçileriyle buluşuyoruz. Kadın Meclisi Sözcümüz Halide Türkoğlu kadın buluşmalarımızı açıklayacak. Temmuz ve Ağustos ayı boyunca daha pek çok il ve ilçede emekçilerle buluşacağız. İlerleyen günlerde bunu daha ayrıntılı bir şekilde kamuoyuna açıklayacağız.”

Paylaşın

DEM Partili Hatimoğulları: Erken Seçime İhtiyaç Var

Erken seçim tartışmalarına değinene DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “Bugün demokratik mücadele dışında bir seçeneğimiz yok. Seçimler tek başına çözüm değildir. Elbette Türkiye’de bir erken seçim gündemdedir. Bizler de DEM Parti olarak bir erken seçime ihtiyaç olduğunu ifade ettik, bunun farkındayız” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Ancak şunun altını çizmek isteriz. Sakın ola toplumdaki direniş hattını, muhalefetin alanlara çıkmasını engelleyecek seçim vaatleriyle insanları evlerinde oturmaya kalkmayalım. Bakın demokratik zemindeki mücadele güçlenmezse alanlarda güçlenmezsek 2018 seçim deneyimlerinden mutlaka sonuçlar çıkarmalıyız. Biz ne yaptık? Muhalefet önemli oranda sandığı bekledi.

Muhalefet sadece sandığı beklerse çiftçilerin, emekçilerin, işçilerin, halkların taleplerini alanlarda demokratik bir zeminde haykırmadığı sürece inanın yarın sandık konursa yine beklentiler sönümlendirildiği için seçimlerin sonuçlarını değiştirmeyeceğiz. Dolayısıyla bu konuda açık ve şeffaf bir tartışma yürütmeliyiz. Elbette erken seçim olmalı ama bunun zemini en iyi şekilde hazırlanmalıdır.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Hatay’da Evvel Temmuz Kültür ve Sanat Festivali kapsamında yapılan “Demokratik Cumhuriyet, Demokratik Anayasa” paneline katıldı. Burada konuşan Hatimoğulları, şunları söyledi:

“Bu festival yaklaşık 30 yıldır devam ediyor. Biz bu festivali başlattığımızda küçük bir dernekte aile içinde yapıyorduk. O küçücük derneklerin içinde evde yapılan yiyeceklerle yapılan etkinliklerimizle Evvel Temmuz Festivalini başlattık. Evvel Temmuz Festivalinin tarihçesini tabii ki burada uzun uzadıya anlatacak değilim. Ama çocukluğumuzda en güzel elbiselerimizi giyer kaldırımda beklerdik.

Evvel Temmuz bir insan zannederdik, önümüzden geçecek zannederdik. O günden bugüne gelindi. 5 bin yıllık bir tarihi var Evvel Temmuz’un. Özellikle burada Samandağ Kalkındırma Derneği ve Akdeniz Kültür Derneği birlikte verdikleri büyük mücadeleyle bu festivali büyüterek bugüne kadar getirdiler. Destek sağlayan belediyelerimize ve bütün kurum temsilcilerimize çok teşekkür ederim. Çok önemli bir kültürel değeri koruyoruz. Bu bölge için çok önemli. Dilimiz ve kültürümüz açısından çok önemli. Bu bakımdan kendilerine sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

Konumuz “Demokratik Cumhuriyet, Demokratik Anayasa”. Birkaç genel tespitle başlamak isterim. Samandağ halkı siyaseti yakinen takip eden bir halktır. Türkiye ve dünyadaki gelişmeleri yakinen takip eden bir halktır. Bu söyleyeceklerimizin elbette sizler de gayet farkındasınız. Dünya 2008’den beri çok derin bir ekonomik krizle karşı karşıya. Bu ekonomik krizler aslında ekonominin krizi değil. Sanki genelin kriziymiş gibi aktarılıyor ama sermayenin, zengin sınıfının, burjuvazinin krizi. İktisatçılar iktisadi krizi “sermayenin krizi” olarak tanımlar.

Bunun faturası ne yazık ki tarih boyunca işçilere, emekçilere yani dünyadaki en yoksullara, en geniş kitlelere kesilmiştir bugüne kadar. Şimdi içinden geçilen bu ekonomik kriz o kadar çoklu bir kriz ki “Üçüncü Dünya Savaşı” tartışmalarının en temel nedeninin burada yattığını çok iyi biliyoruz. Buradan analiz etmeliyiz. Bugün özellikle Avrupa başta olmak üzere sağcı, ırkçı, erkek egemen ve milliyetçi akımların güçlenmesinin (son Fransa ve İngiltere seçimini dışında tutarak söylüyorum), sağcı akımların yönetime gelmesinin nedeni sermayenin kendisini korumak istemesidir. Zengin sınıfı kendisini korumak istiyor ve bunun için de otoriter ve baskıcı rejimlere ihtiyaç duyuyor.

Bugün Türkiye’de 22 yıldır AKP iktidarda ise tam da nedeni budur. AKP iktidarı, Türkiye tarihinde neoliberal politikaları küresel ölçekte en iyi uygulayan iktidardır. Boşuna 22 yıldır ayakta tek parti olarak kalmadı. Dev zenginler, büyük sermaye grupları AKP’yi desteklediği için AKP ayakta kalabildi. Çünkü AKP de onların düzenlerini kurudu. Türkiye’de otoriterleşme ve anti demokratik uygulamalar insanlar uyanmasın, işçi sınıfı sesini yükseltmesin, yoksullar Gezi’de olduğu gibi alanlara çıkmasın diye vardır.

Burada korunan halkın huzuru ve düzeni değildir; burjuvazinin, zengin sınıfın ve sermayenin düzenidir. 5’li Çetenin düzeni korunmaktadır. Türkiye’nin 100 yıllık tarihi boyunca en fazla özelleştirmeyi yapan, özelleştirdiği kurumları yandaş sermayeye peşkeş çeken kim olmuştur? AKP. Hatırlarsanız şeker fabrikaları özelleştirilmesin diye insanlar yürüyüş ve eylemler gerçekleştirdi. TEKEL işçi direnişi aylarca kar kış demeden Ankara’da devam etti.

Bunun gibi nice örnek var. Yap-işlet-devret hikayesiyle yolları bile özelleştirdiler. Devletin asli görevi yol yapmaktır, iletişimi sağlamaktır, yani interneti bedava vermektir. Devletin asli görevi elektriği ve suyu merkezi hükümetin kararıyla bedavaya vermektir. Biz devlete vergi veriyorsak olması gereken budur. Kamucu devlet anlayışı tam da budur. Ama bunu yapmak yerine TEDAŞ’ı da özelleştirdiler. Elektrik, su her şeyi özelleştirdiler.

Biraz önce bahsettiğim sağcı, ırkçı, erkek egemen, milliyetçi anlayışın özellikle bu düzenin korunması için siyasal anlamda güçlendiği bir evreden geçiyoruz. Bu evre aynı zamanda savaşların ve çatışmaların devam etmesini sağlıyor. Bugün Yemen’den tutun Mısır’daki karışıklığa, İsrail’in Filistin’i işgalinden Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesine kadar bütün bu savaşlar manzumesine baktığımızda bir üçüncü dünya savaşının arifesinde olduğumuzu söylersek abartmış olmayız. TV’leri açtığımızda en çok tartışılan konulardan birinin bu olduğunu görüyoruz.

Bir yanımız savaş ama öte yanımız iç siyasette AKP iktidarının yarattığı çoklu krizler. Eskiden çocuğu memur olunca, kamu emekçisi olunca göğsünü gere gere dolaşırdı anne babalar. Ama şimdi beyaz yakalılar da açlık ve yoksullukla karşı karşıya. Türkiye’de yaklaşık 50 milyon insan açlık ve yoksulluk sınırında yaşıyor. Bugün AKP bu yaşanan ekonomik krizin faturasını halka ödetiyor. IMF’siz IMF programı uyguluyor. Şu an gündemde olan vergi paketini biliyorsunuz. Bu vergi paketinde çoktan çok, azdan az almayı asla akıllarına getirmiyorlar.

Oysa DEM Parti olarak en ısrarlı önerdiğimiz şey vergi sisteminin kökten değişmesi, azdan az çoktan çok vergi alınması. Ama onlar garsonun bahşişine, moto-kuryenin yevmiyesine gözünü dikmişler, vergi reformunu buralardan vergi alarak yapacaklar. Ancak halkta da bu konuda çok tepki olduğunu biliyoruz. Emekli 10 bin liraya mahkum edilmiş, zam yapılmıyor. Temmuz ayında asgari ücrete zam yapılması gerekirken zam yapılmayacağını açıkladılar. Artan hayat pahalılığına ve zamlara karşın asgari ücretli 17 bin TL’ye mahkum edilmiş durumdadır.

Beş bin yıllık erkek egemen sistem tarafından kadınlar şiddete maruz kalmış ve eşitsiz bir yaşam dayatılmıştır. Otoriter faşist diktatörlüklerde kadınların üzerindeki baskılar katlanarak artar. 20 saat içinde 7 kadın cinayetine tanıklık ediyorsa Türkiye toprakları, bu demektir ki bu iktidar kadın düşmanıdır ve kadınları korumuyor. 9. Yargı Paketi şimdi komisyonda görüşülüyor. Bu pakette kadınlara dönük şiddetin derinleştirilmesi için adımlar atmak istediler ama kadın hareketi direndi ve birçok maddenin çıkarılmasını sağladı. Şu an sadece kadınların kendi soyadlarını kullanamamasıyla ilgili maddeyi 9’uncu Yargı Paketine eklemiş durumdalar.

“Kazanımlarımız neticesinde AKP istediği ideolojik hegemonyayı kuramıyor”

Alevi toplumuna dönük baskılar bu iktidar döneminde daha da arttı. Aleviler bu topraklarda tarih boyunca katledildi. Bu topraklarda Yavuz Sultan Selim döneminden bugüne kadar Aleviler katlediliyor, katledilmektedir. 21’nci yüzyıldayız ve halen Adana’da, Mersin’de, İstanbul’da, İzmir’de Alevi evlerinin işaretlendiğine tanıklık ediyoruz. Şimdi de gerçekten AKP iktidarının atmak istediği çok önemli bir adım var.

Hatırlayacaksınız, Erdoğan şunu söylemişti: “Biz siyaseten iktidar olduk ama kültürel, ideolojik hegemonyamızı kuramadık”. Onun kendi ideolojisinin, kendi bakış açısının hükmetmesine bu toplum karşı çıktı. Bu toplum demokrasi mücadelesiyle yoğrularak bugüne gelmiştir. Belki devasa kazanımlar elde edemedik ama kazanımlarımızı da asla küçümsemiyoruz. İşçilerin, emekçilerin, ezilenlerin, sömürülenlerin, halkların kazanımlarını asla küçümsemiyor ve önemli buluyoruz. İşte bu kazanımların neticesinde AKP istediği kültürel ve ideolojik hegemonyayı kuramıyor.

Biliyorsunuz müfredatla öyle bir oynadılar ki şu an Türkiye’deki üniversiteler aşırı geriden geliyor. 9 Eylül Üniversitesi’nin açılışında Erdoğan, “Neden eskiden Türkiye’deki üniversiteler dünyada ilk 500’e gidiyordu da şimdi giremiyor?” demişti. Ey Erdoğan bu soruyu dön kendine sor. Eğer üniversiteler ilk 500’deyken artık değilse dünya ölçeğinde, bunun nedeni izlediğiniz politika olabilir mi? En iyi bilim insanlarını, en iyi akademisyenleri ihraç etmiş olmanız olabilir mi acaba? Seçilmiş rektörü atamadığınız için, yandaş AKP’li rektörü atamış olduğunuz için olabilir mi acaba? Şimdi integralle uğraşıyorlar matematikte. Matematikteki birçok konuyu çıkarmak istiyorlar. Çünkü eğitimi bilimden uzaklaştırmaya çalışıyorlar.

Aranızda veliler olduğunu biliyorum. Lütfen buna hep beraber karşı çıkalım. Bu eğitim müfredatı, ırkçı ve tekçi bu program bilimi bir kenara bırakıp bizi hacamatçılara entegre etmek isteyen bir anlayışın programıdır. Şu an öğretmenler ayakta, her gün eylem yapıyorlar. İktidar, Maarif Programıyla bilimden uzaklaşmış müfredatı daha da bilimden uzaklaştırmak istiyor. Çok kara bir tablo çizdiğimin farkındayım ama ne yazık ki realite bu.

Bütün bunlar karşısında sadece tespit edip izleyecek miyiz? Tabii ki hayır. Hem siyasi partiler olarak hem de toplumsal dinamikler olarak biz bu sürecin hiçbir zaman izleyicisi olmadık. Şimdi Türkiye’de muhalefetin daha güçlü adım atması için, daha istikrarlı ve cesaretli adım atması için nesnel koşulların oluştuğunu söylemeliyiz. Bu siyasal tespit çok önemli. Muhalefetin buradan ilerlemesi önemli ve anlamlı olacaktır.

“Erken seçimin zemini en iyi şekilde hazırlanmalıdır”

Bugün demokratik mücadele dışında bir seçeneğimiz yok. Seçimler tek başına çözüm değildir. Elbette Türkiye’de bir erken seçim gündemdedir. Bizler de DEM Parti olarak bir erken seçime ihtiyaç olduğunu ifade ettik, bunun farkındayız. Ancak şunun altını çizmek isteriz: Sakın ola toplumdaki direniş hattını, muhalefetin alanlara çıkmasını engelleyecek seçim vaatleriyle insanları evlerinde oturtmaya kalkmayalım.

2018 seçim deneyimlerinden mutlaka sonuçlar çıkarmalıyız. Biz ne yaptık? Muhalefet önemli oranda sandığı bekledi. Muhalefet sadece sandığı beklerse ve çiftçilerin, emekçilerin, işçilerin, halkların taleplerini alanlarda demokratik bir zeminde haykırmazsa inanın yarın sandık gelse yine beklentiler sönümlendiği için seçim sonucu değişmez. Dolayısıyla bu konuda açık ve şeffaf bir tartışma yürütmeliyiz. Elbette erken seçim olmalı ama bunun zemini en iyi şekilde hazırlanmalıdır.

Peki bizler güçlü ve demokratik bir cumhuriyeti nasıl kurabiliriz? Cumhuriyet tarihi boyunca anti demokratik çok şey yaşadı bu ülke. Adında cumhuriyet olan demokratik olmuyor. Dünyadaki deneyimlerle sabittir, teorik analizlerle de sabittir. O nedenle Cumhuriyeti ikinci yüzyılında demokratikleştirmek için geleneksel ezberlerimizi bozmanın tam zamanı. Biz gerçekten demokrasi istemeliyiz ve Türkiye’nin asli sorunlarını masaya yatırmalıyız.

Türkiye’de yaşanan sorunların etrafında dolanarak ve demokrasicilik oynayarak değil, yüz yıldır ödenen bedelleri ve AKP’nin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile ülkeyi getirdiği seviyeyi göz önünde bulundurarak acilen yapmamız gereken şey şudur; muhalefet bir demokratik cumhuriyet programı etrafında birleşmelidir. Nedir demokratik cumhuriyetten kastımız? Güçlü, katılımcı bir demokrasi. Bundan kastımız nedir? Güçlendirilmiş yerel yönetimlerdir. Yerel yönetimler daha yetkili, daha güçlü olmalıdır. Bugün merkezi hükümete bu kadar el açmış yerel yönetimler ne yapabilir ki? Zaten birçok sınırı çizilmiş yerel yönetimlerin.

Önce HDP belediyelerine, şimdi de DEM Parti’nin Hakkari’de kazandığı belediyeye kayyım atandı. Kürt, Türk, Arap, Fars, Çerkes, Ermeni ayırmadan her yurttaşımızın eşit yurttaş hakkı temelinde seçme ve seçilme hakkına sahip olduğu Anayasa’da yazar mı, yazar. Siz seçilmişin yerine kalkıp siyasi olarak elini bükemediğin bir partiye diz çöktürmek için kayyım atıyorsan yurttaşın seçme ve seçilme hakkını elinden alıyorsun demektir. Bizler atanmış vali ve kaymakamlarla değil seçilmişlerle yönetilmek istiyoruz. Anayasada ve yasalarda yazanlar yerine getirilmelidir ve yerel yönetimler güçlendirilmelidir. Demokratik cumhuriyetin yollarından biri buradan geçer.

AKP iktidarı döneminde yargı tamamen AKP iktidarının emrinde çalışıyor. Dün Suavi’nin eşi bir tweet nedeniyle gözaltına alındı. Oysa tweet düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında ele alınır ve bir gözaltı ya da tutuklama olmaz. Bizim nerdeyse binlerce arkadaşımız siyasi görüşlerinden dolayı cezaevinde. Kobanî Kumpas Davasında Sevgili Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın içinde olduğu 13 arkadaşımıza 400 küsur sene hapis cezası verildi.

Gezi Direnişi bizim en önemli belleğimizdir, onurumuzdur, toplumsal hafızamızdır. Gezi’de sorumlu olduğu iddiasıyla tutuklanan Sevgili Osman Kavala’ya müebbet verildi. Hatay Milletvekili Can Atalay halen içerde. Oysa bizler vekilimizi seçtiğimizde burada halkın içinde olması için seçtik. Burada, bu kürsüde bizim yanımızda konuşma yapılabilecek özgürlüğe sahip olmalıdır. Şu ana anayasa çiğnenerek bu arkadaşlarımız bahsini ettiğim bu iki dosyadan yargılananlar daha bunlar bilindik iki örnek.

“Halk rezerv alan istemiyor”

Toplum tarafından detaylı olarak bilinmeyen çok sayıda örneğimiz var. Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmesi, barışçıl dış politika, adil bir ekonomik program, kadınların özgürlük ve eşitliğinin sağlanması, kamu yönetiminde liyakat, doğaya saygı… Doğaya saygıyı çok az açmak isterim. Son zamanlarda çok ciddi doğal afetlerle karşı karşıya kaldık.

Bunun en acı örneğini burada Antakya’da, Defne’de, Samandağ’da, Kırıkhan’da, İskenderun’da yaşadık. 11 ilimiz depremden etkilendi. Depremin yaraları 17 ay geçtiği halde sarılmadı. Rezerv alan meselesi var. Bakan Kurum hafta sonu buraya gelip yaptığı toplantılarda kamuoyuna da açıklamış. Halk istemiyorsa rezerv alan ilan edilmeyecek. Bugün HRT’deki bir programda bunları çok açık konuştuk. Murat Kurum’u verdiği sözü tutmaya çağırıyoruz. Halk rezerv alan istemiyor; halk kaygılı, halk tedirgin ve bir an önce sağlıklı konutlara erişmek istiyor.

Ve gençler için özgürlük. Bütün bunlar demokratik anayasanın önünü açacak olan şeyler. Bütün bu sorun alanlarında, ki 11 maddeden bahsettim, demokratik bir program etrafında yürütülecek mücadeleyle biz pekala çok ciddi bir dönüşümü hep beraber sağlayabiliriz. Demokratik dönüşüme çok ihtiyacımız var. Ekmek kadar, su kadar ihtiyacımız var. Artık yeter. Bu ülkeyi bize dar etmiş olan bu anlayışlara karşı Cumhuriyeti demokratikleştirmek dışında bir seçeneğimiz yok.

Bahsini ettiğim bu 11 maddelik çerçeve etrafında yürütülecek çalışma demokratik bir anayasanın yapım sürecinin önünü açacaktır. Demokratik anayasa demek en geniş yelpazedeki mutabakat metnidir. Sadece siyasi partilerle değil toplumun bütün kesimleriyle, yerelden merkeze kadar bütün toplumun katılımcı olduğu bir demokratik anayasa yapım sürecine ihtiyacımız var. Bunu her fırsatta ve yerde söyledik ve söylemeye devam edeceğiz. Mutlaka güzel günler göreceğiz, mutlaka başaracağız, mutlaka başaracağız.”

Paylaşın

Tuncer Bakırhan’dan Özgür Özel’e “Suriye” Tepkisi

Partisinin grup toplantısında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Özgür Özel’in Esad ile Erdoğan arasında arabulucu olabileceğine ilişkin, “Sayın Özel, Erdoğan’la Esat Kürt karşıtlığı üzerinden bir ittifak yapmaya çalışıyor. Sen bu arabulucukla Kürt karşıtı bir siyaseti mi örgütlemeye çalışıyorsun?” dedi ve ekledi:

“Bunun sana da bize de Türkiye halklarına da bir faydası yok. Senin yapman gereken Rojava’da, Suriye’de insanların kendi geleceğine kendilerinin karar verebileceğini sağlayacak bir dış politikayı savunmaktır. Size mi, kalmış iki Kürt düşmanı arasında arabuluculuk yapmak?”

Tuncer Bakırhan, konuya ilişkin açıklamasının devamında, “Bu CHP’ye de size de uygun bir duruş değildir. Arabuluculuk istiyorsanız İran, Irak ve Suriye’de barış siyasetini hayata geçirmek için arabulucu olun. Biz Türkiye’nin Esad ile görüşmesine karşı değiliz. Bu doğru bir görüşme olmalıdır. Çözüm için olmalıdır. Oradaki halkların çatışması yerine barışçıl bir siyaset için tabii ki görüşme ve arabuluculuk olabilir” ifadelerini kullandı.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisini haftalık Meclis toplantısında gündeki gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Bakırhan’ın konuşmasından öne çıkanlar şöyle:

“Fransa seçimleri: Bu hafta Fransa’da parlemento seçimlerinin ikinci turu yapıldı. Beklentilerin dışında bir sonuç ortaya çıktı. Fransa’daki demokrat, sol, sosyalist güçler bir araya gelerek ortak bir ittifak oluşturdular. Yükselen aşırı sağ ve faşizm dalgasına karşı bir araya gelince, Fransa’daki gibi çok önemli sonuçlar alınabiliyormuş. Fransa’daki sonuçlar bizlere umut oldu.

Fransa’daki seçim sonuçları aslında bizlere de çok önemli bir ders verdi. Evet eşitsizlik, adaletsizlik var. Türkiye’de milyonlarca insan bu hukuksuz sistemden olumsuz etkileniyor ama bir türlü bir araya gelip dayanışma içerisinde ortak bir mücadele zemini öremediğimiz için bugünkü sonuçlarla karşı karşıya kalıyoruz. Umarım Fransa’daki bu dayanışma, güç birliği, iş birliği önümüzdeki dönem başta Türkiye olmak üzere dünyanın bir çok yerinde de hayata geçmesine vesile olur.

Kayyım: Hakkâri belediyemize kayyım atandığından bu yana ayaktayız. Haftalardır, Kürt halkı ve Türkiye’nin demokratik kamuoyu, kadınlar, sol-sosyalist güçler kayyım gaspına karşı alanlarda ve yollarda direniyor. Kayyımın atandığı ilk günden itibaren belediyelerimizin önünde nöbet tuttuk. Her yerde halkımızla birlikte irademize saygı gösterin diye sesimizi yükselttik.

İradeye Saygı Yürüyüşü ile ülkenin dört bir yanından demokrasi savunucusuyla Van’da buluşarak Hakkari’ye yürüdük. Başta kadınlar olmak üzere genç yaşlı demeden kilometrelerce yürüyerek Van’dan Hakkâri’ye ulaştık. İradeye Saygı Yürüyüşü kayyım gaspına karşı mücadelemizin sadece bir ayağıdır ve mücadelemizi gün geçtikçe daha da büyütmeye kararlıyız.

Şeyh Bedreddin bir gün kervanı ile yolda giderken önü kesilir ve ‘nereye gidersin’ diye sorulur. Bedreddin bu soruya ‘Hakikate gideriz’ diyerek cevaplar. İşte bizim yürüyüşümüz de hakikate yürüyüştür. Kayyım coğrafyamızın hakikatine ve ruhuna aykırıdır. Kayyım rejimi iflas etmiştir. Sanmayın ki gün geçer, kayyım gaspı olağanlaşır. Kayyım rejimini asla kabul etmeyecek, kanıksamayacağız.

Kısa zamanda belediyelerimiz binlerce derde deva oldu. Halkın sorunlarını bir bir çözüyorlar. Birkaç örnek vermek istiyorum. Şanlıurfa Halfeti Belediyemiz biz aldığımızda 460 milyon TL borcuyla borç batağındaydı. Sadece üç ayda talanı, haramı, israfı kestik ve 856 bin TL kasada kaldı.

Ergani Belediyemiz, çocuklara Kürtçe boyama ve hikaye kitapları dağıtıyor. Sırtköy belediyemiz sadece üç ayda alt yapı sorunlarını bitirmek üzeredir. Balveren beldesinde yaşayan halk, geçimini hayvancılıkla sağlıyor. Halkın geçim kaynağı sürsün diye belediyemiz ücretsiz hizmet vermek üzere çoban istihdamı yaptı.

Siirt Belediyemiz açlık ve yoksullukla mücadele için 4 çeşit yemeğin 100 TL’den verileceği Kent Lokantası’nı hizmete açtı. Diyarbakır, Mardin, Van Büyükşehir Belediyelerimiz sadece kadınlara yönelik JİNKART uygulaması başlattı. Tatvan Belediyesinin önceki yönetimi kenti çöp yuvasına çevirmişti. Hep diyoruz ve Tatvan’da bir daha gördük. Daha önce de söylediğimiz gibi AKP belediyeciliği çöp ve moloz belediyeciliğidir.”

TÜİK’e tepki: Enflasyon farkı vermemek için çeşitli hilelere başvuruyorlar. TÜİK, emekçiye işçiye düşmandır. Bu rakamları belirleyenler akşam nasıl başlarını yastığa koyuyorlar? Büyük bir vicdansızlık yapıyorlar. Hani bu yıl emeklilerin yılı olacaktı?

TÜİK, Saray’ın isteğiyle enflasyonu düşük göstererek 20 milyon emekli ve emekçinin alacağı zammı gasp etti. TÜİK eliyle asgari ücretliye, memura, emekliye hile yapıldı, kumpas kuruldu. Yazıklar olsun size. 20 milyon emekli ve emekçiye hile yapıp, işiyle, aşıyla oynadınız.

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, her gün yeni zamlar açıklanıyor. Temmuzda asgari ücretliye zam yok ama çaya, benzine, otogaza ve köprü ücretlerine zam var. 21. yüzyılın başında bir ülke düşünün; barınma ve beslenme sorunu var ve bunu çözemiyor. İşte bu iktidarın gerçeği budur.

Ekmek ve adalet kampanyası: Ama merak etmeyin, biz buradayız. DEM Parti var. Bu sömürü düzenine karşı partimiz ‘Ekmek ve Adalet’ kampanyası başlatıyor. Kampanyamızın startını 19 Temmuz’da Mardin’de yapacağımız “Tarım Mitingi” ile vereceğiz.

DEM Parti olarak diyoruz ki: eşitsizliğe, yoksulluğa, irade gaspına, kadın katliamlarına, haksızlığa ve hukuksuzluğa mecbur ve mahkûm değiliz. Emek bizim, ekmek bizim, iş-aş-yaşam bizim. Bizim olanı geri alacağız. Ekmek ve adalet mücadelemizi birlikte yürüteceğiz.

“Bozkurt” tartışmaları: Milyonlarca insanımız açlıkla mücadele ederken ve işsizlik giderek artarken, bazı çevreler ırkçılık ve milliyetçilikle yapay gündemler yaratıp halkın gerçek sorunlarını zehirlemeye çalışıyor. Bu kişiler, açlığı, yoksulluğu ve yargıdaki rüşvet ile kadrolaşmayı sembollerin arkasına saklamak istiyorlar. Deniz Poyraz, Hrant Dink gibi isimlerin katledilmesi, Madımak’ta işlenen insanlık suçları da hep aynı sembollerle örtülmeye çalışıldı.

Emin olun, milliyetçilik ve ırkçılık maskesi altında halkın sorunlarını gizlemelerine asla izin vermeyeceğiz. Katliamların, adaletsizliklerin üstünü örtmelerine müsaade etmeyeceğiz. Vatan, millet, sakarya edebiyatıyla halkı soyanların gerçek yüzlerini çok iyi biliyoruz ve bunu herkese göstereceğiz. Bu sahte milliyetçiler için vatan, mülk gaspı; bayrak, suç örtme aracı; marş ise hukuksuzluk yapma biçimidir. Gerçek yüzleri bu ve biz bu gerçekleri açığa çıkarmaya devam edeceğiz.”

Suriye: Bildiğiniz üzere, uzun süredir en çok savrulan dış politikaya sahip ülke Türkiye’dir. Suriye politikası bunun en önemli örneğidir ve ileride kitaplarda ders olarak okutulacak; dersin adını da biz önerelim: “Kürt düşmanlığının ağır bilançosu!”

AKP iktidarı, Suriye’de Kürt halkına karşı önce İŞİD’le muhatap oldu, sonra ÖSO’ya sarıldı, şimdi ise Esad’ı davet edeceğim diyor. Hep söyledik, söylemeye de devam edeceğiz; Tahran’da, Bağdat’ta ve Şam’da muhatap arayarak ne Kürt sorununu çözersiniz ne de bölgesel barışa katkı sunarsınız.

Ana muhalefetin de AKP’nin Suriye politikasına ortak olmaya eğiliminin arttığını yakından takip ediyoruz. Sayın Özel, “Esad’la Erdoğan arasında arabulucu olabiliriz” dedi. Buradan bütün kamuoyu önünde soruyoruz; Erdoğan’ın Esad’la “Kürt karşıtlığı” üzerinden kurmaya çalıştığı ortaklığa mı arabulucu olacaksınız? Yoksa ana muhalefet olarak Türkiye’de, Suriye’de ve tüm Ortadoğu’da Kürt halkının haklarını da savunacak mısınız?

Suriye’de bugün yaşanan ve Türkiye’yi doğrudan etkileyen krizlerde AKP’nin 4 payı varsa, ana muhalefetin de 1 payı vardır. Hatırlayın, önceki dönem genel başkanlarının “Afrin’de güzel şeyler oluyor. İyi hizmetler götürülüyor” dediği; ancak Türk bayrağı yakılınca mı Afrin’de yaşananlar dikkatinizi çekti? 2019’da Demirci Kawa’nın heykelini yıktıklarında anlamadınız mı günü geldiğinde bu suç örgütleri toplumun değerlerine dair ne varsa saldıracaktır diye.

Bu sebeple muhalefete tavsiyemiz, hem Suriye hem de Rojava politikasını yeniden gözden geçirip iktidarın arkasına takılmaması yönündedir. Aksi takdirde bataklığa saplanan AKP-MHP’nin yanında siz de yer alırsınız. Toplum Suriye’de Kürtleri tasfiye etmenizi istemiyor, suç örgütlerini desteklemenizi istemiyor. Toplum, Türkiye’de yaşamaya çalışan milyonlarca Suriyelinin özgür bir şekilde topraklarına dönmesini sağlayacak siyaseti istiyor.

Biz ilkesel olarak, Kuzey-Doğu Suriye halklarının ve Türkiye’nin, Esad’la görüşmesine karşı değiliz. Türkiye, Kuzey-Doğu Suriye halklarıyla kalıcı barışı sağlayacak siyaset üretmelidir. Ortadoğu’da barışı sağlamanın ilk adımı budur. Bu olmadığı sürece, Şam’la da, Tahran’la da Kürt karşıtlığı temelinde kuracağınız ittifak er ya da geç çökecektir.

Çözüm; Ankara, Şam, Bağdat ve Tahran’da savaş mekiği yürütmekle değil, Diyarbakır, Kobani, Hewler ve Kirmanşah’ta barışı aramakla olur. Çözüm Kürt halkının iradesini tanımaktan geçer. Çözüm yıllardır Ortadoğu’nun barışını ve halkların bir arada yaşamasını savunan Sayın Öcalan ile görüşmekten geçer. Sayın Öcalan sadece Kürt meselesinin değil, bölge barışının da gerçek adresidir.”

Paylaşın

DEM Parti’den “Tasarruf Paketi” Tepkisi: Faturayı Halka Yıkmaya Çalışıyorlar

DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, “AKP – MHP iktidarı yine bir paketle göz boyamaya çalışıyor, tasarruf paketi getiriyor. Her gün israf eden, har vurup harman savuran iktidar ama tasarrufu halkın yapmasını bekliyorlar. Bütçeyi savaşa, ranta ve talana harcayan iktidar ama göz diktiği halkın cebi, halkın sofrası. Getirdikleri paketle yarattıkları büyük ekonomik yıkımın faturasını halka yıkmaya çalışıyorlar” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Yani karları sermayeye aktarıyorlar ama maliyeti toplumsallaştırıp halka çıkarmaya çalışıyorlar. Bir israf ve şatafat sofrası kurmuşlar orada yiyip içiyorlar ama hesabı halka ödetmek istiyorlar. AKP-MHP bir kriz iktidarıdır. Yalandan, talandan, ranttan tasarruf yapmadan bu ülke düzlüğe çıkmaz. Aldıkları ekonomik kararlar bu kadar derin ekonomik krize yol açmışken, gerçekleri karartmaya ve toplumun gözünden kaçırmaya çalışıyorlar. Mali disiplini güçlendirmek, kamu kaynaklarını etkin kullanmak için kanun teklifi veriyoruz diyorlar. Bu ülkeyi 22 yıldır kim yönetiyor? AKP sanki ülkeyi 22 yıldır kendisi yönetmiyormuş gibi, sanki tasarrufu başka bir odak engelliyormuş gibi bir algı yaratmaya devam ediyor. İsraf düzeni hali hazırda devam ederken ve Saray’a oluk oluk para akarken bu tasarruf paketi ile ne yapmaya çalışıyorsunuz. Halkın sofrasındaki ekmeği çalmaya doymadınız mı? Ne zaman doyacaksınız? Allah gözünüzü doyursun.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Koçyiğit, şunları söyledi:

“Hz. Hüseyin’in Yezid’e karşı direnişinde 72 yol arkadaşıyla beraber katledilmesinin üzerinden yüzlerce yıl geçti. Aleviler bu katliamın ardından yas tutmaya başladılar. Dün de Yas-ı Matem Orucu başladı. Dün akşam ilk oruç açmayı gerçekleşirdi Aleviler. Hüseyni çizgide, hak ve hakikat çizgisinde direnenler önünde saygıyla eğiliyorum. Yas-ı Muharrem Ayında oruç tutan bütün canlarımızın oruçlarının kabul edilmesini diliyorum.

2 Temmuz, Madımak Katliamının yıldönümüydü ve biz de Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan, milletvekillerimiz, MYK-PM üyelerimiz ve partililerimizle birlikte Sivas’taydık. Sivas’ta katledilen 33 canımızı andık, karanfillerimizi bıraktık. Toplumun hafızasında bu katliamın silinmemesi çok önemli. Bunun bazı gerekleri var ama ne yazık ki bu gereklerin hiçbiri yerine gelmedi. Dava cezasızlıkla sonuçlandı. Alevilerin en büyük talebi olan Madımak’ın utanç müzesi olması talebi yerine getirilmiş değil. Madımak utanç müzesi olmalıdır ve bu konuda hızla adım atılmalıdır.

Alevilere yönelik katliamlarda bir cezasızlık hüküm sürüyor. Madımak Katliamının davasının zaman aşımıyla akamete uğratılması ve yine aynı şekilde Çorum ve Maraş katliamlarında yaşanan yargısal süreçlerin her birindeki hukuksuzluklar ve garabetler hem kamu vicdanını hem Alevi halkını incitti. Oysa ki hem evrensel hukukta hem de Türk Ceza Kanunu’nda insanlığa karşı suçlarda zaman aşımı yoktur. Sivas Katliamı insanlığa karşı bir suçtur ve bu suçun gerçek faillerinin açığa çıkarılması bu ülkenin en büyük sorumluluklarındandır.

Aleviler bu ülkede eşit yurttaşlık istiyor, anayasal güvence istiyor, inançlarını özgürce yaşamak istiyor; din derslerinde asimile edilmek istemiyor. Bu ülkede Aleviler güvercin tedirginliğinde yaşamak istemiyor. Bu taleplerin her birinin yerine getirilmesi için de yıllardır mücadele ediyorlar, alanlarda sözlerini söylüyorlar. Fakat bütün bu mücadeleyi görmezden gelen iktidar Alevileri asimile etmek için yeni yol ve yöntemler deniyor.

En son Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı bir Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı kurdular. Şimdi de cemevlerini Saray’a bağlamaya çalışıyorlar. Amaç Saray’a ve iktidara bağlı bir Alevilik yaratmaktır. Yani Alevilere kayyım atamak istiyorlar. Kerbala’dan bugüne yas tutan ve mücadele eden Aleviler bugüne kadar nasıl biat etmedilerse bundan sonra da biat etmezler. Kerbala’dan Sivas’a yas tutuyoruz ama hak ve hakikat için mücadele ediyoruz, Hüseyni duruşu ortaya koyuyoruz. Ben bu vesileyle yola ikrar veren, yoldan dönmeyen, canını veren ama yolundan ve sözünden dönmeyen bütün Alevi canlarımıza aşkı niyaz ediyorum. Bir kez daha onların bu Hüseyni duruşunu selamlıyorum.

AKP – MHP iktidarı yine bir paketle göz boyamaya çalışıyor, tasarruf paketi getiriyor. Her gün israf eden, har vurup harman savuran iktidar ama tasarrufu halkın yapmasını bekliyorlar. Bütçeyi savaşa, ranta ve talana harcayan iktidar ama göz diktiği halkın cebi, halkın sofrası. Getirdikleri paketle yarattıkları büyük ekonomik yıkımın faturasını halka yıkmaya çalışıyorlar. Yani karları sermayeye aktarıyorlar ama maliyeti toplumsallaştırıp halka çıkarmaya çalışıyorlar. Bir israf ve şatafat sofrası kurmuşlar orada yiyip içiyorlar ama hesabı halka ödetmek istiyorlar.

AKP – MHP bir kriz iktidarıdır. Yalandan, talandan, ranttan tasarruf yapmadan bu ülke düzlüğe çıkmaz. Aldıkları ekonomik kararlar bu kadar derin ekonomik krize yol açmışken, gerçekleri karartmaya ve toplumun gözünden kaçırmaya çalışıyorlar. Mali disiplini güçlendirmek, kamu kaynaklarını etkin kullanmak için kanun teklifi veriyoruz diyorlar. Bu ülkeyi 22 yıldır kim yönetiyor? AKP sanki ülkeyi 22 yıldır kendisi yönetmiyormuş gibi, sanki tasarrufu başka bir odak engelliyormuş gibi bir algı yaratmaya devam ediyor. İsraf düzeni hali hazırda devam ederken ve Saray’a oluk oluk para akarken bu tasarruf paketi ile ne yapmaya çalışıyorsunuz. Halkın sofrasındaki ekmeği çalmaya doymadınız mı? Ne zaman doyacaksınız? Allah gözünüzü doyursun.

“Kamuda tasarruf yapmak istiyorsanız gerçek vergi adaletini sağlayın”

Bu tasarruf paketini açıklamalarından hemen sonra Hazine ve Maliye Bakanlığının tuvaletlerinin onarımına 23 milyon 933 bin TL’lik bir harcamanın yapılacağı basına yansıdı. Bakanlık bunu yalanladı mı, hayır. Aksine özrü kabahatinden büyük bir açıklama ile bakım ve onarım giderlerinin tasarruf giderlerinin kapsamı dışında olduğunu ifade etti. Bunu söyleyince toplumun ikna olacağını sanıyorlar. 23 milyon 933 bin liralık onarımı tasarruf paketinin dışında tutuyorlar ama muhalefetteki bütün belediyelerin en küçük harcamalarını tasarruf paketi kapsamında engelliyorlar.

Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu. Tasarruf böyle olmaz. Tasarruf ciddidir; popülist, göz boyayan önlemlerle gerçekleşmez. Kamuda tasarruf yapmak istiyorsanız vergi yapısını düzeltmeniz, gerçek vergi adaletini sağlamanız gerekiyor. Politik tercihlerinizi savaştan, Saray’dan ve sermayeden yana kullanmak yerine bütçe kaynaklarını halkın ihtiyaçlarını karşılamak için kullanmanız gerekiyor.

Teklifte toplumun gözünden kaçırılmaya çalışılan devasa düzenlemeler olduğunu görüyoruz. Bunlardan biri BOTAŞ tarafından yapılacak doğalgaz alımlarına geniş yetkiler verilmesi. AKP yaklaşık 200 defa Kamu İhale Kanunu’nda değişiklik yaptı ama bu kanun hiçbir zaman demokratik olmadı, şeffaf olmadı, toplumdan yana olmadı. Hep yandaşa ihale ve rant aktarmanın mevzuatını yapmaya çalıştılar. AYM her seferinde Anayasaya aykırılık nedeniyle kanuni düzenlemeyi iptal ediyor ama AKP virgülüne dokunmadan yeniden Meclis’e getirerek kanunlaştırmaya çalışıyor. Başka bir şey daha var; BOTAŞ tarafından yapılacak her türlü doğalgaz alımı Kamu İhale Kanunu’nun dışına çıkarılıyor ve Cumhurbaşkanına yetki veriliyor. Biz bu tür düzenlemelerin altında bir bit yeniği olduğunu biliyoruz. BOTAŞ’ın ihaleleriyle ne yapmaya çalışıyorsunuz? Neden BOTAŞ ihalelerini Kamu İhale Kanunu’nun dışına çıkararak istisna tutuyorsunuz? Bunu halk ve kamu adına soruyoruz.

Bu düzenlemelerin bir avuç sermayedar için olduğunu çok iyi biliyoruz. Teklifte bir madde daha var. Türkiye Varlık Fonu Yönetim A.Ş’nin piyasa denge alt fonunda, kamu bankalarının sermayelerinin güçlendirilmesi amacıyla 2024 mali yılı içerisinde özel tertip devlet iç borçlanması senedi ihraç edilmesi hususunda Hazine ve Maliye Bakanlığına yetki verileceği ifade edilmiş. Şimdi bu Türkiye’deki Varlık Fonu ilk kurulduğu zaman da çok tartışılmıştı. Türkiye’nin en büyük iktisadi varlıkları o fonun içerisine konuldu, fon Sayıştay denetiminden kaçırıldı. Şeffaflıktan uzak, kimin neyi nasıl yönettiğini bilmiyoruz.

Fona devredilen bütün teşekküllerin zarar ettiğini biliyoruz. Yine fonun içerisinde olan kamu bankalarının yandaşlara nasıl kredi verdiğini ve bu kredilerin tahsil edilmediğini çok iyi biliyoruz. Ama şimdi fonun zararını da bütün halkın sırtına yıkmaya çalışan bir düzenleme yapmaya çalıştıklarını görüyoruz. Sermaye yapısını güçlendirmek için yandaş kredilerin peşine düşmeyen iktidar, yeniden borçlanma senedi aracılığıyla yükü topluma, yoksula yüklemeye çalışıyor. İşte iktidarın tercihi budur. AKP-MHP iktidarı her koşulda yandaşın ve sermayenin kazandığı bu kazancın yükünü halka yüklediği bir mali düzen kurmuştur. Karlar sermayeye, maliyetler halka. Onlar için kasa hiçbir zaman kaybetmiyor.

Bu ayın başında kira artışındaki yüzde 25 sınırı kaldırıldı. TÜİK verilerine göre kira artışları yüzde 60,5 olarak belirlenmişti. Milyonlarca dar gelirli, asgari ücretli sadece kira için çalışıyor. Biz bu hafta başında belirli bir gelirin altında olanlar için kira desteği sağlanması konusunda bir kanun teklifi veriyoruz. Bu kanun teklifine bütün muhalefet partilerinin desteğini bekliyoruz. Bu ülkedeki milyonlarca yoksul, dar gelirli ve çiftçi için talep ediyoruz. Gelin el ele verelim ve halkın sorunlarını bir nebze olsun hafifletelim.

“2024 emeklilerin canına okuma yılıydı”

Bir emekli maaşı 2016 yılında asgari ücretin yüzde 66 fazlasıyken, bugün asgari ücretten yüzde 28 daha düşük durumda. Emeklilerin maaşları tam anlamıyla sefalet ücretine dönmüş durumda. En düşük emekli maaşı 10 bin TL’ye tamamlanmış ama bu kök aylıklarda yapılmadığı için kök aylıklar 10 bin TL’’nin altında olmaya devam ediyor. Yaklaşık 4 milyon emeklinin kök maaşı 10 bin TL’nin altında. Şimdi emekli maaşlarına 24.73’lük enflasyon zammı yapılacak fakat bu zam da emeklileri hiçbir şekilde kurtarmıyor. Özellikle kök ücreti 10 bin TL’nin altında kalanlar açısından ciddi bir haksızlık olduğunu ifade edelim. Bugün basına yansıyan bilgiye göre kök maaşı 10 bin TL altında olanlara bir ek katkı sunulacak. Yaklaşık 1 milyon 800 bin emekliyi kapsadığı ifade ediliyor.

10 bin TL ve çok az üzerinden olan 4 milyon emekli var. Kök ücretleri artırmayarak büyük bir zulüm yapıyorlar ama ikinci bir zulüm daha var. Eğer emekli maaşı 10 bin 100 TL ise ek ücret vermiyorlar. İkinci kez emeklileri mağdur ediyorlar. AKP kurduğu bu zulüm düzenine rağmen 2024 yılının emekliler yılı olduğunu söylemişti. Oysa 2024 ve son yıllar emeklilerin canına okuma yıllarıydı. Emekliler açısından artık bıçak kemikte. Emeklilerin kök ücretlerinin artırılmamasına, asgari ücret karşısında erimesine bir çözüm bulunması gerekiyor. Bunun için bir yasa teklifi hazırlıyoruz, yakında Meclis’e sunacağız. Emekliler cülus bahşişi değil haklarını istiyorlar. Emeklilere haklarını verin, cülus bahşişi sizin olsun.

Biliyorsunuz harika bir kurumumuz var: TÜİK. Enflasyon sepetini herkesten gizliyor TÜİK. Alaattin Aktaş köşesinde TÜİK’in 2022’den beri enflasyon sepetindeki 100 kalem hizmet ve malın fiyatını detaylı bir şekilde kaleme aldı. Bu 100 kalem mal ve hizmetin fiyatını görünce TÜİK’in neden enflasyon sepetini açıklamadığını çok iyi anlıyoruz. Pakette neler var? TÜİK’e göre Haziran ayında bir adet yumurta 2.47 TL, bir kg kuru soğan 7.76 TL, toz şekerin kilosu 20,73 TL, bir litre zeytinyağı 113 liraymış. Şimdi bu ürünleri hangi markette aldığını TÜİK’E sormak istiyoruz. Adresini verin biz de gidelim, o marketten alışveriş yapalım.

Bizim alışveriş yaptığımız marketlerde hiç böyle rakamlar yok. TÜİK’E göre ev kirası 5 bin 844 lira. Şehirde 5 bin 844 liraya siz bir oda tutamazsınız. TÜİK’e soruyoruz bu evi nerede kiralamışlar? Söylesin biz de hep beraber o mahalleye, o şehre taşınalım. Zira böyle bir fiyatla hiç karşılaşamıyoruz. Yine sepetin içerisindeki çarpıcı rakamlardan birisi uzman doktor muayene ücreti 33 lira 69 kuruşmuş. Evet, bir uzman doktor. Normal koşullarda bir özel hastaneye gittiğinizde katkı payı diye neredeyse 1000 TL veriyorsunuz ama burada bir uzman doktor muayenesi 33 lira 69 kuruş diye geçmiş. Soruyoruz bu hangi hekimdir ki böyle halk yararına çalışıyor, bu kadar ucuza muayene yapıyor? Söyleyin halkımız da gitsin orada muayene olsun.

“TÜİK Saray’ın aparatı haline gelmiştir”

Tüm bunları üst üste koyduğumuz zaman neyi görüyoruz? Bu enflasyon rakamlarıyla işçinin, emekçinin, yoksulun ve asgari ücretlinin cebindeki parayı gasp eden bir yandaş TÜİK kurumu olduğunu görüyoruz. Eskiden bu ülkenin en fazla güvendiği kurumlardan biriydi TÜİK, bugünse Saray’ın aparatı haline gelmiştir. TÜİK’in Saray’ın mali politikaları doğrultusunda enflasyon oranını açıklayan bir kuruma dönüştüğüne görüyoruz. Tabii ki bunu kabul etmiyoruz. Elbette TÜİK de bunun hesabını verecek, iktidar da bunun hesabını verecek.

Meclis gündemi oldukça hareketli. Yaza girdiğimizden beri üst üste getirdikleri yasa teklifleriyle Meclis’i Ağustos’a kadar çalıştırmayı düşünen bir AKP iktidarı var. Günlerce konuşuldu, 9’uncu Yargı Paketi. 8 tane yargı paketinden ne hayır gördük de 9’uncudan ne bekliyoruz? Valla hiçbir hayrını görmedik. Varsa yoksa hukuksuzluk, haksızlık, yandaşı kurtarmaya çalışan yargı paketleri. Adaletsizliği ve hukuksuzluğu derinleştiren yargı paketleri getirdiler. 9’uncu Yargı Paketi nedeniyle toplumda da bir umut, bir beklenti doğdu.

Bizim de günlerce telefonlarımız çaldı, gittiğimiz her yerde halkımız soruyor. Evet, sonuçta olan oldu ve dağ fare bile doğurmadı. AKP’nin yapacağı yargı paketinden, AKP’nin getireceği reformdan kim ne bekleyebilir ki? Ortada bir yargı mı var ki reformu olsun? Ortada bir hukuk mu var ki reformu olsun? Buradan sormak istiyoruz. Tabii ki yok. Ortada ne bir hukuk var ne de bir yargısal düzen var. Güçler dengesi tamamen ortadan kaldırılmış ve yargı AKP’nin aracı haline dönüşmüş durumda.

Sayın Bakan açıklama yapmış ve demiş ki “Uygulamada olan Yargı Reformu Strateji Belgesinin gerçekleşme oranı yüzde 70 civarında, İnsan Hakları Eylem Planının gerçekleşme oranı da yüzde 66 civarında”. Tam bir Alice Harikalar Diyarı! Sorayım bu tam dezenformasyon değil de nedir? Kayyımlar atanmaya devam ediyor mu, evet. Siyasetçiler ağır cezalar almaya devam ediyor mu, evet. Kobani ve Gezi davalarındaki hukuksuzluklar bütün toplumun gözü önünde oluyor mu, evet. Gazeteciler, kadın aktivistler, avukatlar, öğrenciler her gün darp edilip gözaltına alınıyor mu? Evet. Cezaevlerinde her gün ölüm ve ihlaller oluyor mu, tecrit devam ediyor mu? Evet. Her gün en az bir kadın bu ülkede erkekler tarafından katlediliyor ve Aile Bakanlığı başta olmak üzere bütün hükümet bunu seyrediyor mu?

Evet. Ankara Gar Katliamı ve SOMA başta olmak üzere bütün toplumun takip ettiği davalar cezasızlıkla sonuçlandı mı, evet. Tabanımızda her gün insanlar gözaltına alınıp tutuklanıyor mu, evet. Meclis’te iki kelime Kürtçe konuştuğumuzda mikrofonumuz kapatılıyor mu? Evet. Kadınların kazanımlarına saldıran, ayrımcı düzenlemeler getiren, sorunları derinleştiren paketler o zaman nasıl reform oluyor? Getirdikleri yargı paketine reform demek için akıl tutulması yaşamak gerekiyor. Çünkü ortada bir reform yok. Aslında çürümüş bir yargısal düzeni makyajlamaya çalışan bir akıl var.

Gerçek bir reformdan bahsedebilmek için demokratik siyaseti ağır tahribata uğratan, özgürlükleri askıya alan, haksız tasfiyelere yol açan, yargının siyasal iktidarın aracı olduğu algısını güçlendiren uygulamaların son bulması ve adalet sisteminin düzeltilmesi, bir onarım sisteminin yaratılması gerekiyor. Partimizin bu konuda yıllardır ifade ettiği gibi bir yol temizliğine ihtiyaç var. Gerçek bir yargı reformunun yolu buradan geçiyor. Bunun için de AKP ve MHP’nin yargının üzerinden elini çekmesi gerekiyor. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin işletilmesi, yargının tam bağımsızlığının işletilmesi gerekiyor. Ama bütün bunlardan uzak bir akılla paket paket hakkı, hukuku ve adaleti çalan bir iktidarla karşı karşıyayız.

Öğretmenlik Meslek Kanunu geçen hafta komisyonda görüşüldü, bu hafta da Meclis’e gelecek. Öncelikle teklifin hazırlanma biçimini eleştirmek istiyoruz. Topluma rağmen kanun yapma pratiğinin bir devamıdır Öğretmenlik Meslek Kanunu. 18 milyona yakın öğrenci ve 1 milyon 200 öğretmeni ilgilendiren, toplumun yüzlerce yıllık geleceğini bağlayan bir meselede sendikaların, emek ve meslek örgütlerinin ve akademisyenlerin, siyasi partilerin görüşü alınmadan getirilen bir yasal düzenleme ile karşı karşıyayız.

AKP’nin eğitim sistemiyle kavgalı olduğunu çok iyi biliyoruz. İşte bu kanun teklifi AKP’nin eğitimle kavgasının bir yansımasıdır. Eğitimi ideolojik ve politik bakışına göre şekillendirmesinin yasasıdır. Bu teklifte öğretmen yoktur. Teklifte öğretmenlerin gerçek ihtiyaçlarının tespiti, haklarının geliştirilmesi, sosyal statülerinin artırılması gibi hakları hiç sayılmıştır. Sorumluluk çok ama hak yok. Bunu asla ama asla kabul etmiyoruz. Yine teklifte özel okul ve kurslarda öğretmenlik yapan öğretmenler başta olmak üzere tavan ücret düzenlemesi es geçilmiştir.

Yine teklifte kariyer ve ücret farklılaşmasına, eşit ücret ilkesine, toplumsal cinsiyet sorunlarının giderilmesine, tek tipçi eğitim anlayışının yarattığı sorunlara, kadın emekçilerin sorunlarına, iş kazalarına, meslek hastalıklarına yer verilmemiştir. Eğitim emekçilerine yönelik şiddet üstün körü ele alınmıştır. Öğretmenlerin dışındaki eğitim emekçilerinden, ücretli ve özel sektör öğretmenlerinden bahsedilmemiştir. Eğitim yaşamında fiilen olan, sayıları yüz binleri aşan idari, teknik ve yardımcı personelin sorunları da görmezden gelinmiştir.

Bu anlamıyla bu teklifte öğretmenlerin sorunlarının çözümüne, ücretli öğretmenliğe, meslek hastalıklarına, yıpranma paylarına dair hiçbir düzenleme yoktur. İktidar bu kanun teklifini ideolojik saiklerle hazırlamıştır. Ek olarak 1 milyon 200 bin öğretmenin eğitim akademisinde eğitim alması pratik olarak mümkün değildir. Müfredat ve Öğretmenlik Meslek Kanunu sömürünün, hak gaspının ve Siyasal İslam’ın kurumsallaşmasıdır. AKP-MHP iktidarının kendi ideolojik bakışına göre geleceği şekillendirmesinin aracına dönüşmüştür.

100 yıldır asimilasyoncu anlayışla sürdürülen eğitim sistemi Kürtleri ve diğer halkaları yok sayarak yol almaya devam ediyor. Anadilinde eğitim hakkı mevzubahis dahi edilmemiştir. Alevilere ve farklı inanç gruplarına mensup öğrencilere zorunlu din dersi dayatması devam etmekte ve buna dair tek bir kelam edilmemektedir. Bu teklifin tümden çekilmesi talebimizi yeniden ifade ediyoruz. AKP’nin oldu bitti uygulamasıyla bu kadar köklü bir değişiklik yapmasına yol vermeyeceğiz, rıza göstermeyeceğiz.

Dün Fransa’da sonuçlanan seçimlerde Yeni Halk Cephesi birinci çıktı. Tabii Avrupa ve dünyada aşırı sağın ve faşizmin yükselmesi bütün toplumsal kesimde endişe yaratmış durumda. Bu anlamda aşırı sağ ve faşizmin geriletilmesi açısından çok önemli bir başarı olduğunu ve bir başlangıç olduğunu ifade etmek istiyorum. Sosyal demokratların ve solun bu başarısının umudu artırdığını ifade etmek gerekiyor. Faşizme karşı mücadelenin yolu birleşmekten, buluşmaktan, yan yana durmaktan ve mücadele etmekten geçiyor. Fransa’da halkın ortaya koyduğu bu tutumun karşılığı da hükümet kurarak verilir. Bir kez daha bu başarıdan dolayı Fransa’da yaşayan halkların hepsini kutluyoruz.

30 Temmuz’da Marmara ve Ege’den başlattığımız İradeye Saygı Yürüyüşü devam ediyor. Bugün Hakkari’ye vardı yürüyüşçülerimiz. Biz hem Hakkari’de hem de Türkiye’nin dört bir tarafında haksızlığa ve hukuksuzluğa karşı mücadele etmeye devam edeceğiz. Günlerdir yolda olan bütün arkadaşlarımızı buradan selamlıyoruz. Emeklerine ve yüreklerine sağlık. Türkiye’ye demokrasiye gelecekse bu tutkuyla ve mücadeleyle gelecek.”

Paylaşın

Hatimoğulları: Seçilmişin Yerine Atanmışı Getiremezsiniz

Hakkari merkezde tamamlanan “İradeye Saygı Yürüyüşü”nde konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “Hakkari’ye kayyım atandığı günden bugüne meydanları terk etmediğimizi, irademize sahip çıktığımızı görmek durumundalar” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Burada taleplerimizi bir kere daha özetliyoruz: Seçilmişin yerine atanmışı getiremezsiniz. Seçilmişin nasıl seçildiği, görevden nasıl alınacağı, nasıl yargılanacağı, görevden alınırsa şayet yerine kimin nasıl seçileceği Anayasa’da tek tek yazılmıştır.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) yönetimindeki Hakkari Belediyesi’ne 3 Haziran’da kayyım atanmasına karşı başlatılan “İradeye Saygı Yürüyüşü” yapılan basın açıklaması ile sona erdi. Yürüyüşe DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, DBP Eş Genel Başkanı Keskin Bayındır, HDP Eş Genel Başkanı Cahit Kırkazak ile milletvekilleri, MYK ve PM üyeleri ve STK temsilcileri katıldı.

Hatimoğulları yürüyüş sonunda yapılan açıklamada şunları söyledi: “Değerli Hakkari halkı, yürüyüşümüze emek veren kurum temsilcileri, bileşenlerimiz, ittifak güçlerimiz; İradeye Saygı Yürüyüşümüzde verdiğiniz emekten dolayı partim adına hepinize teşekkür ediyorum. Heyetimiz dokuz gündür yollarda. İstanbul’dan, Tekirdağ’dan, İzmir’den, Ankara’dan, Çukurova’dan; Türkiye ve Kürdistan’ın dört bir yanından insanlar yollara düştüler ve kent kent dolaşarak buraya geldiler. Van’dan buraya kadar da yürüyüşü kesintisiz bir şekilde gerçekleştirmiş olduk.

Bu 9 günlük yürüyüşte bir talebimiz vardı: İradeye saygı. İrade nedir? İrade demokraside halk demektir ama diktatörlükte saray demektir, tek adam demektir. İrade nedir? Demokrasidir, adalettir. Ama otoriter faşist rejimlerde irade kolluk kuvvetidir, kayyımdır, seçilmişin yerine atanmışı getirmektir. Bizler iradeye saygı diyoruz. Türkiye’de eğer seçme ve seçilme hakkı erken dönemde yasalaşmışsa bu halkın iradesinin, sandıktan çıkan doğrudan iradesinin tanınması gerekir.

Erdoğan bu son seçimlerde “Sandıktan çıkana saygı duyacağız” demişti ama sandıktan çıkana Hakkari’de saygı duymadı. Mehmet Sıddık arkadaşımız haksız ve hukuksuz şekilde 19 küsur yıl cezaya çarptırıldı. Daha Mehmet Sıddık arkadaşımız hakkında karar verilmeden, arkamızda gördüğünüz valilik makamında durması gereken şahıs İçişleri Bakanlığı tarafından kayyım olarak belediyeye atandı. Yani seçilmişin yerine atandı.

Daha arkadaşımız hakkında bir karar verilmemişti bu atama gerçekleştiğinde. Yani apaçık haksızlık yapılmıştır, apaçık kanun çiğnenmiştir. Bakın Manisa Kula Belediye Başkanı tutuklandı ve yerine Belediye Meclisi belediye başkanını seçiyor. Biz Hakkari’de ne yaptık? Belediye Meclisimiz toplandı, Viyan Tekçe eş başkanımızı başkanvekili olarak seçti. Şu anda yapılması gereken Belediye Eş Başkanımız Viyan Tekçe’nin resmi atamasının gerçekleşmesidir ama bunu yapmıyorlar.

“Seçilmişin yerine atanmışı getiremezsiniz”

Bu 9 günlük yürüyüş boyunca da buraya kayyım atandığı andan itibaren de hem Hakkari’de hem Türkiye’de hem Kürdistan’ın dört bir yanında alanlardaydık, meydanlardaydık. Nüfus olarak, ekonomi olarak Türkiye’nin çeyreği olan İstanbul’da bütün demokrasi güçleriyle beraber belediyelerimize sahip çıkma nöbeti nöbetimiz devam ediyor. Buradan, Hakkari’den İstanbul ve diğer kentlerde devam eden nöbetleri alkış ve zılgıtlarımızla selamlıyoruz.

9 günlük yürüyüş boyunca bazı arkadaşlarımızın ayakları su topladı, bazı arkadaşlarımızın çeşitli hastalıkları vardı, bazı arkadaşlarımızın yaşı ilerlemişti ama asfaltı eriten sıcaklarda insanlar yürümekten geri durmadı. Bütün bunlara karşı insanlar yürüdüyse, Saray’daki de şu arkamızdaki binada bulunması gereken vali yani atanmış kayyım da halkın iradesini ve kararlılığını, kararlılığımızı görmek durumunda.

Hakkari’ye kayyım atandığı günden bugüne meydanları terk etmediğimizi, irademize sahip çıktığımızı görmek durumundalar. Burada taleplerimizi bir kere daha özetliyoruz: Seçilmişin yerine atanmışı getiremezsiniz. Seçilmişin nasıl seçildiği, görevden nasıl alınacağı, nasıl yargılanacağı, görevden alınırsa şayet yerine kimin nasıl seçileceği Anayasa’da tek tek yazılmıştır.

Kürt halkının iradesini çiğneyerek, Hakkari halkının iradesini çiğneyerek şu an bu iktidarın yaptığı aynı zamanda Anayasa’yı da çiğnemektir. Anayasa uygulanmalıdır, Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmeler uygulanmalıdır. Yerel Yönetimler Özerklik Şartına bağlı olan Türkiye buna uygun davranmalıdır. Venedik Protokolüne uygun davranmalıdır. Bugün atanmış olan bu kayyımlar sadece Türkiye’deki yasalara göre suç değil, aynı zamanda tarafı olduğumuz Avrupa sözleşmelerine de aykırıdır, kanuni değildir.

Buradan bir kez daha haykırıyoruz: Nasırlı ayaklarımızla, su toplayan ayaklarımızla, yürüyüş kolu olarak güneşten yanan tenimizle irademize sahip çıkıyoruz. Kayyım derhal geri çekilsin, Viyan Tekçe derhal başkanvekili olarak atansın. Türkiye’deki bütün demokrasi güçleriyle, haktan ve adaletten yana olan bütün kesimlerle birlikte irademize saygısızlık yapanlara karşı eylem ve etkinliklerimiz devam edecek.

Kayyıma karşı Türkiye’nin her yerinden tepkiler yükseldi. Çünkü bu sorun sadece Kürt’ün sorunu değil, bu sorun sadece Hakkari’nin sorunu değil, sadece Dem Parti’nin sorunu değil. Kayyım atanması demek, demokrasinin asgari koşulu olan seçme ve seçilme hakkımızın elimizden alınması demektir. Bu demektir ki İstanbul Belediyesi de güvende değil, İzmir Belediyesi de güvende değil.

Ters düşerse şayet Konya Belediyesi de güvende değil. Bu alanlardan, bu meydanlardan yükselen halkın iradesine herkesi ama herkesi saygı duymaya davet ediyoruz. Yürüyüşümüzü bugün burada bu basın açıklamasıyla sonlandırıyoruz ama nöbetlerimiz devam edecek. Türkiye’nin dört bir yanında “İradeye Saygı” eylem ve etkinliklerimiz dost kurumlarımızla, demokrasiden yana olanlarla, insan haklarından yana olanlarla, seçme ve seçilme hakkına saygı duyan kesimlerle devam edecek. Serkeftin, serkeftin, serkeftin.”

Paylaşın

DEM Parti Sordu: Kürtlere Uygulanan Hukukun Tanımı Nedir?

Partinin genel merkezinde gündemdeki gelişmeleri değerlendiren DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, “Parti olarak alanda, sokaklardayız. 3 Haziran’dan bu yana DEM Partililer, gönüllüleri ve dostları sokaklarda, yollarda. Son olarak Marmara ve Ege’den başlayan Ankara, Adana, Batman, Diyarbakır 3 Temmuz’da, dün değil, önceki gün Van’da Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan’ın katılımıyla buluşan ‘İradeye Saygı Yürüyüşü’ne start verdik” dedi ve ekledi:

“Peki, neden yürüyoruz? Yürüyüşümüzün adından da anlaşılacağı üzere kayyımda ısrar edenleri halk iradesine hürmete davet etmek için yürüyoruz. ‘Sandık sonuçlarına saygımız var’ diyenlere ‘Kürtleri bu saygıdan muaf tutmaya devam edecek misini?’ diye sormak için yürüyoruz. Yargımız hukuku değil, kanunu konuşarak kayyım atadı diyen Sayın Cumhurbaşkanına tekrar soruyoruz. Kürtlere uygulanan hukukun tanımı nedir? Kürt halkı bir tek AKP gibi sistem partilerine oy verdiğinde mi oyunu geçerli sayıyorsunuz ya da iradesi geçerli sayılıyor, iradesi saygıya değer görülüyor.”

Hakların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Sözcüsü Ayşegül Doğan, partinin genel merkezinde gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. Doğan’ın açıklamalarında öne çıkan başlıklar şöyle:

“Suriyeliler: Türkiye siyaset tarihi açısından aslında korkunç olaylarla dolu, hem bizi geçmişe götüren hem bugüne dair çok önemli ipuçları içeren hem de maalesef yarınla ilgili emarelerle dolu bir haftayı geride bırakıyoruz. Hem siyaset tarihi açısından hem yargı hem hukuk hem özgürlükler hem de demokrasi açısından baktığımızda tam da böyle bir hafta ile karşı karşıyayız. 30 Haziran’dan başlayalım.

Türkiye’de birçok kentte mültecileri hedef alan ırkçı saldırılar var. Nasıl başladı? Kayseri’de 7 yaşında bir kız çocuğuna taciz iddiası üzerinden alevlendirildi. “Taciz mağduru Türk değil Suriyeli” diyen Kayseri Emniyet Müdürünün yatıştırmaya yönelik açıklaması, bir utanmazlık silsilesi. Bir dizi olay çıktı ortaya. Önce Kayseri’de başladı; ardından Konya, Hatay, Antep, Bursa, Antalya ve Urfa’ya yayıldı. Bu saldırıların ardında yatan gerçeğin taciz olmadığını biz tarihten çok iyi biliyoruz. Hangi tarihten biliyoruz? 6-7 Eylül’den, Maraş’tan, Sivas’tan, Çorum’dan biliyoruz.

Bu tür taciz, istismar ve tecavüz karşısında kıllarını dahi kıpırdatmayanlardan biliyoruz. Çocuk istismarı diye sokağa çıkanlar Antalya’da henüz 17 yaşındaki Ahmet Handan El Naif isimli bir çocuğu sokak ortasında öldürdü. Peki, nedir bu, yaşananları nasıl tanımlamak gerekiyor? Dünü, bugünü ve yarını ilgilendiren bir durum olarak tanımlıyoruz. Uzun zamandır iktidarından muhalefetine, medya kuruluşlarından sosyal medyaya kadar yürütülen bir mülteci karşıtlığının ve bununla ilgili propagandanın bir sonucunu gördük.

Öyle ki sosyal medyada bununla ilgili capslar, görseller yapıldı. “Türkiye’de Suriyelilerin ne işi var?” diyenlere “Türkiye’nin Suriye’de ne işi var, ne işi vardı, neden böyle bir politika yürüttü?” diye soran yurttaşlar var. Biz de buradan bu soruyu tekrar DEM Parti olarak yüksek sesle hatırlatalım. Kayseri neresi? Kayseri Türkiye’de en fazla mülteci nüfusuna sahip 11 şehirden biri. Türkiye Mülteci Konseyinin hazırladığı rapora göre o gün başlayan ve gece boyunca devam eden linçlerin ardından 107 dükkan yağmalandı, tahrip edildi, yabancı plakalı araçlar saldırıya uğradı, bazıları ateşe verildi.

İfadelere göre bölge adeta bir savaş alanına benziyordu. Konsey Başkanı Doktor Hekmad yöneticilere sesleniyor. Biz de buradan bunu bir kez daha ifade edelim. “Biz mültecilerin güvenliğini sağlamak için iktidar gerekli politikaları üretmeli” diyor ve sorumluları, sorumluluk taşıyanları göreve davet ediyor. Hem Türkiye’de yaratılan bu iklimin hem de Suriye politikasında filizlenen bu kin ve nefretin sorumlusu hükümettir. Kendilerini bu sorumluluğa karşı duyarlı hissetmeye ve acilen önlem ve tedbir almaya davet ediyoruz. Bu sorumlulukla yüzleşmeye ve mültecilere yönelik organize saldırılar karşısında zaten mahrum olduğumuz toplumsal barışın daha fazla yara almaması için acil tedbirler almaya davet ediyoruz.

Kadın cinayetleri: 1 Temmuz, Türkiye’nin çok kıymetli çabalarla hazırlayıp imzaya açtığı, hatta ilk imzacısı olduğu, Meclis’te oybirliğiyle onayladığı İstanbul Sözleşmesi’nden bir gece yarısı Cumhurbaşkanı kararı ile çekildiği tarihin yıldönümü. Üzerinden 3 yıl geçti. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre sözleşmeden çıkılmasından bu yana en az 963 kadın öldürüldü. Yine Bianet Çetele’nin tespit edebildiği verilere göre son 6 ayda 19 kadın, erkek şiddetiyle öldürüldü.

Sansür: Peki, bu hafta başka ne oldu? 8 gazeteciye daha hapis cezası verildi. Yalnızca gazetecilik yaptıkları için, yalnızca gazetecilik faaliyetleri yüzünden 6 yıl 3 ayla cezalandırıldılar. Elbette gazetecilerin yanındayız ve onların da savunduğu halkın haber alma hakkının yanındayız. Bunu sonuna kadar savunmaya da devam edeceğiz.

Peki, ne oldu başka? Açık Radyo’nun yayın lisansı iptal edildi RTÜK tarafından. Müthiş bir fırsatçılıkla yapıldı. Açık Radyo nasıl bir yayıncılık yapıyor bakalım. “Kainatın tüm seslerine, renklerine ve titreşimlerine açık bir radyo ve yayıncılık anlayışından” bahsediliyor. Sizce böyle bir yayıncılık anlayışı kapatılabilir mi? Herhangi lisans iptali bu yayıncılık anlayışının devam etmesini engelleyebilir mi? Engelleyemez. Açık Radyo hepimizin radyosu olmaya devam edecek ve kainatın bütün seslerine, renklerine ve titreşimlerine açık yayıncılığıyla yapacak bunu.

Madımak Katliamı: 2 Temmuz, Sivas Katliamının 31. yıldönümüydü. Devlet ve akıl verenleri ilk günden itibaren Madımak’ta yakanlara yakın durdu. Ne yazık ki cezasızlıkla sırt sıvazladı. Zaman aşımı kararına ilk tepki “hayırlı olsun” oldu. 31. yıldönümünde Madımak’la halen yüzleşilmemiş ve cezasızlık politikalarıyla bu katliamların sayısı artmış olmasına rağmen bu mücadeleden vazgeçmeyeceğiz. Adalet sağlanana kadar bu mücadelenin devam edeceğini, o gün yakılan canlar şahsında bir kez daha ifade ediyor ve onları saygıyla anıyoruz.

Gar Katliamı Davası: Yine bu hafta olanlarla devam edelim. Bir kez daha 10 Ekim Ankara Gar Katliamı Davasında karar açıklandı. Kobanî Kumpas Davasında olduğu gibi bu davada da tabiri caizse IŞİD’e beraat kararı çıktı. Nasıl oldu, savunma komisyonundan alıntıyla ifade etmek istiyorum. “Bu son kararla yargı 10 Ekim Ankara Gar Katliamı ile ilgili bir daha dosya kapağını yüzümüze kapattı. Oysa yıllardır kaldırdığımız her dosya kapağının altında devletin yüzünü görüyoruz”. Gerçekler aydınlatılmadı. Suç tanımı yapılmadı ve bütün sorumlular cezalandırılmadı. Mahkeme zabıtlarında ne yazarsa yazsın herkes gerçeği biliyor ancak bilmekle değil yargılamakla adalet gelecek” diyor avukatlar. Demek ki mücadeleyi büyütmek ve adalet sağlanana kadar tüm bu katliamların birbiriyle bağlantılı ve aynı akıl verenlerin eliyle çıktığını bilerek mücadele etmek gerekiyor.

Maalesef bu toprakların örtbas edilmiş katliamlarla yüklü geçmişini yeniden hatırlıyoruz. Her güne neredeyse bir katliam düşüyor. Toplu mezar fışkırıyor. Binlerce kayıp insan var. Faili belli ama meçhul kabul edilmek istenen insanlar gömülü bu coğrafyada.

Bugün 5 Temmuz, Vedat Aydın 33 yıl önce bugün evinden alındı. İki gün sonra Maden yolunda işkence edilerek katledilmiş bedeni bulundu. 33 yıllık bir cezasızlık ve yine bir zaman aşımı. Önümüzdeki 5 güne de bakalım. 10 Temmuz’da kim yatıyor? Sevgili Ali İsmail Korkmaz.  İktidarlar değişiyor ama ne yazık ki bazı kesimlere dönük bazı politikalar değişmiyor. O yüzden diyoruz ki devlet ve akıl verenleri her zaman bu olaylarda sırt sıvazlamayı tercih etti. Biliyoruz ki hiçbirinin faili meçhul değil, hepsinin faili belli. O yüzden hiçbirini unutturmayacağız, unutturmamak bu mücadelenin en önemli parçalarından biri. Hepsinin takipçisi olacağız. Acımız, öfkemiz, tarihimiz ortak. Bu acıları ancak ortak mücadeleyle sağlanabilecek bir adalet hafifletir.

Ekonomik kriz: DEM Parti’nin gündeminde bir yandan bu konular var ama öte yandan hayatın akışı içinde bu mücadeleye dair yeni eylem planları geliştirmek gerekiyor. Peki, neyle boğuşuyoruz? Tüm bunların gölgesinde bırakılmak istenen nedir? Yıllardır söyleyegeldiğimiz üzere savaş politikalarının gölgesinde bırakılan işimiz, aşımız, emeğimiz ve bizden çalınanlar. Memleket yangın yeri. Halkın cebi, sofrası, her şey yangın yeri. Yapılan açıklamaları hatırlatmak dahi istemiyoruz. Bu açıklamaların gerçeklikle uzaktan yakından bir alakası yok.

Onlar asgari ücret öyle mi olsun böyle mi olsun diye tartışıp dursun. Bu ülkede işçiler yanıyor, emekçiler yanıyor. Milyonlarca insanı yoksulluk ve sefalete mahkum eden politikalarda ısrar ediliyor, halkın geleceği çalınıyor. Çocukların ve gençlerin geleceği karartılıyor. Bunun bir kader olmadığını biliyoruz. DEM Parti olarak diyoruz ki; bize dayatılan savaşa, ranta, talana, yolsuzluğa, sömürüye, açlığa, yoksulluğa, işsizliğe, tecride, ölüme, darbeye, hapishanelerde işkenceye, irade gaspına, cinsiyetçiliğe, kadın katliamına, doğa katliamına ve ekolojik yıkıma mecbur ve mahkum değiliz.

Bunlara karşı birlikte mücadele edebiliriz ve bu gidişatı birlikte değiştirebiliriz. İşte o yüzden yakında bir kampanya başlatıyoruz. Özgürlük, eşitlik, demokrasi ve emek mücadelemizi Ekmek ve Adalet Kampanyası ile güçlendiriyoruz. Herkesi kampanyamıza katılmaya ve mücadeleyi birlikte büyütmeye davet ediyoruz. Peki, kimleri davet ediyoruz? Asgari ücretlileri, emeklileri, memurları, işçileri, köylüleri, çiftçileri, emekçileri; başta kadınlar ve gençler olmak üzere adaletsizliğe uğradığını düşünen herkesi insana yakışır bir yaşamı mümkün kılmak için kampanyamıza katılmaya ve mücadeleyi büyütmeye davet ediyoruz.

İşimize, aşımıza, özgürlüğümüze, alın terimize ve ekmeğimize göz koyanlara karşı Ekmek ve Adalet Kampanyamızda buluşalım. Ranta karşı adalet ve emek mücadelesi için buluşalım. Kamu yararını tamamıyla kendi rant anlayışına göre tanımlayan, böyle politikalar üreten ve yıllardır bunu bir kadermiş gibi bize yaşatmak isteyen sisteme karşı Ekmek ve Adalet Kampanyasında buluşuyoruz. Sosyal eşitlik, adalet ve emeğin özgürleşmesi için bu buluşmaları çoğaltmak çok önemli.

19 Temmuz’da Mardin Kızıltepe’de yapacağımız tarım mitingiyle vereceğiz kampanyanın startını. Temmuz ve Ağustos ayı boyunca da Mersin, Kocaeli, Iğdır, Ağrı, Antalya, Aydın, Manisa, İstanbul, Hatay, İzmir ve daha pek çok il ve ilçede emekçilerle buluşacağız. İlerleyen günlerde bunun daha ayrıntılı halini sizlerle paylaşacağız.

Kayyım: Günlerdir DEM Parti olarak alandayız, sokaklardayız. 3 Haziran’dan bu yana gönüllülerimiz ve dostlarımızla sokaklarda, yollardayız. Marmara ve Ege’den başlayan Ankara, Adana, Batman, Diyarbakır üzerinden devam eden ve 3 Temmuz’da Van’da Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan’ın katılımıyla süren İradeye Saygı Yürüyüşümüz. Peki, neden yürüyoruz? Kayyımda ısrar edenleri halk iradesine hürmete davet etmek için yürüyoruz. Sandık sonuçlarına saygısı olduğunu söyleyenlere “Kürtleri bu saygıdan muaf tutmaya devam edecek misiniz?” diye sormak için yürüyoruz. “Yargımız hukuku değil kanunu konuşarak kayyım atadı” diyen Sayın Cumhurbaşkanına tekrar soruyoruz: Kürtlere uygulanan hukukun tanımı nedir? Kürt halkı bir tek AKP gibi sistem partilerine oy verdiğinde mi oyunu geçerli sayıyorsunuz?

Hatırlanacağı üzere 3 Haziran’da Hakkari Belediye Eş Başkanımız yerine kayyım atandı. Yine bir yargı kumpası ile oldu bu, yine eşi ve benzeri görülmemiş birtakım kumpaslarla kayyım atandı. Belediye Eş Başkanımız Mehmet Sıddık Akış’a 19 yıl 6 ay gibi korkunç bir hapis cezası sırf kayyıma gerekçe yaratabilmek için verildi. Aslında o gerekçe bile olmadı. Hakkında bir soruşturma açıldı, Van’da gözaltına alındı ve gözaltında bulunduğu süre boyunca açılan soruşturmayla ilgili kendisine tek bir soru dahil yöneltilmedi, ifadesi alınmadı.

Aslında suç işlendi. Biz de bu konuyla ilgili savcılığa suç duyurusunda bulunduk. Olayı hatırlattık. 3 Haziran’dan bu yana yollardayız, alandayız ve iradeye saygıya davet ediyoruz dedik. Birçok kentten gelip Van’da buluşan ve buradan Hakkari’ye doğru yola çıkan yürüyüş kolumuz 6 gün boyunca 40 derece sıcağın altında günlük neredeyse 30 km yol yürüyor. Buradan hepsini sevgi ve saygıyla selamlıyoruz. Yürüyüşümüz 6’ncı gününde. Hakkari’ye ulaşıldığında gasp edilen Hakkari Belediyesi önünde yapılacak açıklamayla son bulacak. Her durakta buluşmalar gerçekleşiyor. Arkadaşlarımız sivil toplum örgütleri, demokratik kitle örgütleri ve yüzlerce insanla bir araya geliyor.

Şimdi biz de DEM Parti olarak çağrımızı buradan bir daha yenileyelim. Bu utancı taşımak istemeyen tüm Türkiyelilere sesleniyoruz ve Türkiye’deki vicdanlı insanlara sesleniyoruz: 21’inci yüzyılda dünyanın kaç ülkesinde insanlar kendi oylarıyla seçtikleri belediye eş başkanları yerine kayyım atanmasın diye gece gündüz o belediyelerin önünde nöbet tutuyor? Ya da dünyanın kaç ülkesinde insanlar 40 dereceyi aşan sıkacakta veya eksilere düşen soğukta kendi iradelerine saygı gösterilsin diye yürümek durumunda kalıyor? Ya da dünyanın kaç ülkesinde böyle kilometrelerce yol yürüyerek irade tanımazlığa karşı direnmek zorunda kalıyor insanlar? Lütfen bunu bir an düşünün, bir an herkes düşünsün. Hakkari’de ne oluyor? Hakkari’de olanlar Ankara’da yaşayan beni de İstanbul’da yaşayan sizi de İzmir’de yaşayan ötekini de ilgilendiriyor. Niye hepimizi ilgilendiriyor? Niye kayyım meselesi sadece DEM Partililerin meselesi değil?

Bu soruları sormaya devam eder, sahici bir sorgulama ve yüzleşmeye başlarsak işte o zaman bu kadar çok sorgulayan insanın iradesi karşısında Hakkari kayyım rejimi için sonun başlangıcı olur. Biz bu konuda kararlıyız. Geri adım atmayacağız. Bulunduğumuz her alanda kayyım rejimine karşı mücadeleyi ve Hakkari’de ortaya çıkan halk iradesini korumaya devam edeceğiz. Buradan bir kez daha DEM Parti olarak iktidara sesleniyoruz: İzahı mümkün olmayan bu utançtan Türkiye adına vazgeçmelisiniz. Sizi bu ülkenin özgürlüğü, eşitliği ve demokrasisi adına bu utançtan vazgeçmeye davet ediyoruz. Hakkari Belediyesinde olması gereken kayyım değil Sıddık Akış ve Viyan Tekçe’dir. Hakkari, kayyım rejimi için sonun başlangıcıdır. Bu konudaki kararlılığımızı belirtiyor ve yeniden bu iradeye sahip çıkmak için yola düşen yürüyüşçüleri selamlıyorum.”

Paylaşın

Hatimoğulları’ndan Normalleşme Tepkisi: Erdoğan, Zaman Kazanmaya Çalışıyor

Partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, normalleşme tartışmalarına ilişkin, “Erdoğan ‘normalleşme’den ne kastettiğini açıkladı; muhalefetin normalleşmesi gerektiğini söyledi. Aslında bu, klasik numaralardan biri” dedi ve ekledi:

Erdoğan, toparlanmak için zaman kazanmaya çalışıyor ve muhalefetin bir kısmına zeytin dalı uzatıyor gibi yapıyor. Ama bu rejimin yapısı normalleşmeye uygun değil, değişim şart… İktidar, muhalefeti kendi safına çekmek istiyor ama bu iktidarın günahlarına kimse ortak olmamalı. Muhalefet, halkın içinde durmalı; yurttaşın, işçinin, emekçinin ve diğer dezavantajlı grupların sorunlarına çözüm üretmeli. Gerçek anlamda normalleşmek için muhalefet daha güçlü ve etkili olmalı.”

Hakların Eşitlik ve Demokrasi Partisi(DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları meclis grup toplantısı konuştu. Tülay Hatimoğulları’nın konuşmasından öne çıkanlar şöyle:

Orman yangınları: Aydın Kuşadası, İzmir Selçuk ve Menderes’te orman yangınları neredeyse evleri saracak kadar geniş bir alana yayıldı. Bu yangınlarda tek teselli can kaybının olmaması. Diyarbakır-Mardin yangınlarında bunu çok konuştuk ama batıda yakılan ormanların neden yakıldığını gayet iyi biliyoruz. Turizm şirketlerine orayı peşkeş çekmek için, maden şirketlerine peşkeş çekmek için, zenginlere imar alanı açmak için ormanlar yakılıyor. Bunu asla kabul etmiyoruz.

Madımak Katliamı: Madımak’ta 31 yıl önce bugün, Pir Sultan Abdal’ı anmak üzere toplanan 33 kişi, aralarında yazarların ve ozanların da bulunduğu grup, Sivas’ın ortasında vahşice katledildi. Bu katliamla, ülkede şiirin, şairin ve yaşamın hedef alındığı, kardeşliğin ve birlikte yaşam umudunun yok edilmek istendiği çok açıktı. Madımak Davası yıllar boyunca sürdü, şehir şehir dolaştırıldı ve mağdur aileler için adeta bir işkenceye dönüştü. Çoğu katil, uzun süren yargılamalara rağmen hiç ceza almadı, ceza alanlardan biri cumhurbaşkanı tarafından affedildi, bir diğeri ise hastalık gerekçesiyle serbest bırakıldı.

Dava, insanlığa karşı işlenmiş bir suç olmasına rağmen zamanaşımı ile düşürüldü. AKP Genel Başkanı Erdoğan, bu zamanaşımı kararını “hayırlı olsun” diyerek onayladı ve bu sözlerle milyonların vicdanını sızlattı. Katliamın faillerinin avukatları ise AKP tarafından milletvekili, belediye başkanı, bakan ve Anayasa Mahkemesi üyesi gibi yüksek mevkilere getirilerek ödüllendirildi. Bu adaletsizlik karşısında bizler diz çökmedik, baş eğmedik ve adalet talebinden vazgeçmedik.

Gerçek adaletin, hakikatle yüzleşme, özür dileme ve Alevi toplumunun eşit yurttaşlık haklarının tanınmasıyla mümkün olacağına inanıyoruz. Madımak Otelinin “Madımak Utanç Müzesi”ne dönüştürülmesi bu yüzleşmenin bir parçası olabilir. Katliamda kaybettiğimiz Metin Altıok’un dizelerinde dediği gibi, “Ölsem ayıptır, sussam tehlikeli. Çok sevmeli öyleyse, çok söylemeli.” Canlarımızı sevgiyle anarak ve adalet talebimizi yüksek sesle dile getirerek mücadelemizi sürdüreceğiz.”

Üçüncü Dünya Savaşı: Günümüzde yaşanan savaşlar ve krizler, dünyayı ağır bir yük altına sokmuş durumda. Açlık ve sefalet, her yere yayılıyor. Dünyada, bir avuç şirket ve devlet, milyarlarca insanı açlıkla, yüz milyonlarca insanı ise göçle ve ölümle cezalandırmayı amaçlıyor. Latin Amerika’dan Ortadoğu’ya, Afrika’ya kadar her yerde darbeler, savaşlar, yıkımlar ve göçler devam ediyor. Üçüncü Dünya Savaşı ihtimali her geçen gün büyüyor ve bu, tamamen egemenlerin savaşıdır.

Egemenler, kapitalist sistemin tıkanıklığını aşmak için dünya genelinde savaşı yaymaya çalışıyorlar. Dış İşleri Bakanı’nın Üçüncü Dünya Savaşı uyarısı ve Milli Savunma Bakanlığı’nın “Biz Üçüncü Dünya Savaşına hazırız” açıklaması, bu hazırlıkların bir göstergesi. Ancak bu durum, yöneticilerin asıl görevlerinin savaş tespiti yapmak ya da hayal satmak olmadığını unutmamalıyız. Soruyorum, yıllardır her yere yaydığınız şiddet ne kazandırdı? Barış müzakeresi mi yürüttünüz yoksa “Komşularla sıfır sorun” politikanız “Yedi düvelle savaş” politikasına mı dönüştü?

Suriye: Son olarak, Suriye’deki durum özelinde, Esad’la yapılan görüşmelerin samimiyeti ve etkinliği, Rojava halklarının iradesine saygı gösterilmesi ve Kürt düşmanlığından vazgeçilmesiyle mümkün olacaktır. Gerçek barış ve anlaşma, Kamışlo ve Kobanê üzerinden geçer.

Kürt sorununun çözümü, dış politika stratejimizin temelini oluşturmalıdır ve bu çözümün barışçıl ve demokratik yöntemlerle gerçekleşmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu konuda, cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri ve Abdullah Öcalan üzerindeki ağır tecrite dikkat çeken ve bu duruma karşı direniş gösteren tutsaklarla dayanışma içindeyiz. Adalet Bakanı ile bu konuları görüşmek üzere Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gelen anneler, kolluk kuvvetlerinin engellemeleriyle karşılaşmaktadırlar ve Bakan, görüşmelerde herhangi bir somut çözüm önermemiştir. Bu annelerin mücadelesi, bu toprakların en gerçek ve onurlu mücadelelerinden biridir ve biz bu mücadeleyi destekliyoruz.

Ayrıca, Kürt halkının demokratik haklarının gasp edilmesine karşı da durmaktayız. Halk, belediye eş başkanlarını seçmiş olmasına rağmen, bu seçimler kabul edilmeyip kayyımlar atanmaktadır. Bu, demokrasiye yapılan bir darbedir. İstanbul’da bir araya gelen halklar, inançlar ve siyasi yapılar, kayyıma karşı ortak bir sesle “Emeğimiz ve Özgürlüğümüz İçin Kayyıma Geçit Vermeyeceğiz” diyerek direnişlerini sürdüreceklerini ilan ettiler. Evet, biz de kayyuma geçit vermeyeceğiz! Bu direniş, Türkiye’nin her yerinden sürdürülecek ve halk iradesinin hiçe sayılmasına karşı mücadelemiz devam edecektir.”

Normalleşme tartışmaları: 1 Mayıs’ta tutuklananlar için ağır hapis cezaları isteniyor. Antep’te, “terör” bahanesiyle HDP yöneticilerine ve devrimcilere ceza yağdırılıyor. Muğla Seydikemer’de ise dört Mardinli tarım işçisi, bir grup ırkçı tarafından saldırıya uğruyor ve yaralanıyor. Kürt düşmanlığı her yerde körükleniyor. Sonra da sözde ‘normalleşme’ gündeme geliyor.

Erdoğan ‘normalleşme’den ne kastettiğini açıkladı; muhalefetin normalleşmesi gerektiğini söyledi. Aslında bu, klasik numaralardan biri. Erdoğan, toparlanmak için zaman kazanmaya çalışıyor ve muhalefetin bir kısmına zeytin dalı uzatıyor gibi yapıyor. Ama bu rejimin yapısı normalleşmeye uygun değil, değişim şart.

İktidar, muhalefeti kendi safına çekmek istiyor ama bu iktidarın günahlarına kimse ortak olmamalı. Muhalefet, halkın içinde durmalı; yurttaşın, işçinin, emekçinin ve diğer dezavantajlı grupların sorunlarına çözüm üretmeli. Gerçek anlamda normalleşmek için muhalefet daha güçlü ve etkili olmalı.”

Ekmek ve Adalet Kampanyası: Bugün burada, ülkemizin dört bir yanından gelen seslerle, hep birlikte bir gerçeği haykırmak için toplandık: Bu ülkede her şeyin çivisi çıktı! Sömürü ve zulüm düzeni, ülkemizi batırma pahasına, halkımızı katmerli şekilde ezme pahasına sürdürülmeye çalışılıyor. Ancak biz, bu gidişata dur demek için buradayız.

Ne sermaye düzeni ne de onların koruyucu meleği olan Saray ve ortakları, biz halktan daha güçlü değiller. Çözüm bizde ve çözüm bizim sesimizi yükseltmemizde, mücadelemizi büyütmemizde.

Biz, demokrasiyi savunmak adına kayyım kararları geri alınıncaya kadar direnişimizi sürdüreceğiz. Türkiye’nin dört bir yanından yola çıkarak, ‘İradeye Saygı’ yürüyüşümüzle İstanbul’dan Ankara’ya, İzmir’den Adana’ya, Van’dan Hakkari’ye kadar yürüyoruz.

Bu yürüyüş sürerken, işimizi ve aşımızı da savunacağız. Yaz boyunca ülkemizin dört bir yanında tarlalarda, fabrikalarda çalışan işçilerle, emekçilerle, çiftçilerle ve yoksullarla buluşacağız. Katmerli yoksulluk ve saldırılara uğrayan kadınlarla, işsiz gençlerle buluşmalar gerçekleştireceğiz ve ‘Ekmek ve Adalet Kampanyası’nı başlatıyoruz.

Herkes için adil bir yaşam mümkün, bunu sağlamak için dayanışma ve birlik ruhunu yaygınlaştıracağız. Sömürücü zalimlerin ateşine karşı, dayanışmanın inceliğinde buluşacağız. Çünkü biz, ekmek kavgasını ve adalet kavgasını birlikte yürütüyoruz.

Yalnızlaştırmaya çalıştıkları, haklarına ve hukuklarına girdikleri her kesimle omuz omuza dayanışacağız. Zulmün gölgesinde değil, adaletin güneşi altında buluşacağız. Bizim pusulamız, dayanışmadır; ezilenlerin ortak mücadelesi ve direnişidir. Çıktığımız bu yolda, hep birlikte güçleneceğiz, hep birlikte kazanacağız.

Paylaşın

DEM Parti’nin “İradeye Saygı Yürüyüşü” Başladı: Kayyımlar Gidecek Biz Kalacağız

“İradeye Saygı Yürüyüşü”ne ilişkin konuşan DEM Parti Milletvekili Çiçek Otlu, “Bu adalet yürüyüşü, Kürt halkının iradesinin gasp edilmesine ‘hayır’ demektir. Bu yürüyüş, emeğimize ve özgürlüğümüze sahip çıkma yürüyüşüdür “dedi ve ekledi:

“İstanbul’dan Hakkari’ye yaşam hakkımızı, belediyelerdeki irade hakkımızı savunmak için yürüyoruz. Belediye eş başkanlarımızı biz seçeceğiz. Adalet yürüyüşümüz devam edecek ve kayyımlar gidecek biz kalacağız. Yaşasın birleşik mücadelemiz.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partili (DEM Parti) Hakkari Belediyesi’ne kayyum atanmasına karşı 3 Temmuz’da Van’dan Hakkari’ye yapılacak yürüyüş için İstanbul ve Ege’den yola çıkıldı. Yürüyüşçülerin bir kısmının 18.00 gibi Ankara’da olacağı iletilirken, 18.30 gibi Sakarya Caddesi’nde basın açıklaması yapılacağı duyuruldu.

Yürüyüşün yanı sıra her kentte eylemler yapılacak, Hakkari Belediyesi meclis üyeleri de Ankara ve İstanbul’da temaslarda bulunacak. Hakkari ve İstanbul’da devam edecek olan nöbet eylemleri her gün yapılacak. İl ve ilçelerden oluşan heyetler Hakkari’deki nöbete katılacak. İki kentin dışında tüm kentlerde nöbet eylemleri yerine haftada bir gün kitlesel nöbet, yürüyüş, eylem ve etkinlikler yapılacak. Şimdiye kadar belediyeler önünde yapılan eylemler başka merkezi yerlere taşınacak.

Hakkari Belediye Eşbaşkanı Mehmet Sıdık Akış’ın tutuklanmasından sonra toplanan belediye meclisi, işletilmeyen hukuku ve kanunu işleterek, başkanvekili seçmişti. Hakkari’de belediye eşbaşkanı ve meclis üyelerinin yer aldığı bir heyet oluşturularak, kayyum gaspına karşı Ankara ve İstanbul’da bir dizi ziyaretlerde bulunacak.

Kayyuma karşı düzenlenecek yürüyüş ise İstanbul’da başlayıp Hakkari’de tamamlanacak. İradeye Saygı Yürüyüşü’ne katılanlar, buradan kitlesel bir şekilde Hakkari’ye uğurlanacak. Yürüyüşçüler, 196 kilometre boyunca yürüyecek. Yürüyüşün 6 gün sürmesi beklenirken yürüyüş güzergâhında bulunan yerleşim yerlerinde halk buluşmaları da gerçekleştirilecek. Tüm kentlerden sivil toplum ve demokratik kitle örgütlerinden isimlerin de yürüyüşe katılacağı öğrenildi.

“Adalet yürüyüşümüz devam edecek”

“İradeye Saygı Yürüyüşü”ne değinen DEM Parti Milletvekili Çiçek Otlu, “Kürtler ve Türkiye’deki halklar, emekçi, sol hareketler olarak hiçbir şekilde AKP faşist rejiminin baskılarına ve kayyım atamalarına boyun eğmeyeceğimizi Van’da ki büyük halk direnişiyle gösterdik” dedi ve ekledi:

“Kayyım atamasından sonra ’Hakkari için İstanbul ayakta’ şiarıyla başlattığımız Adalet Nöbeti her gün büyüyerek sürmekte. İstanbul’dan Amed’e, Amed’den İzmir’e, İzmir’den Samsun’a ve Şırnak’a kadar bütün halklar birleşerek, AKP rejiminin kayyım gaspına karşı mücadeleyi büyütüyoruz.

Bu adalet yürüyüşü, Kürt halkının iradesinin gasp edilmesine ‘hayır’ demektir. Bu yürüyüş, emeğimize ve özgürlüğümüze sahip çıkma yürüyüşüdür. İstanbul’dan Hakkari’ye yaşam hakkımızı, belediyelerdeki irade hakkımızı savunmak için yürüyoruz. Belediye eş başkanlarımızı biz seçeceğiz. Adalet yürüyüşümüz devam edecek ve kayyımlar gidecek biz kalacağız. Yaşasın birleşik mücadelemiz.”

Paylaşın

Bakırhan’dan “Vergi Paketi” Tepkisi: Kazık Paketi

Partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Yeni paket hazırlıyorlar… Reklamını yaptıkları şey vergide reform paketi değil. Buna emin olabilirsiniz. Bir kazık paketi hazırlıyorlar” dedi ve ekledi:

“Bu kazık paketinde her şeyden vergi alacaklar. Şimdi gözlerini neye diktiler biliyor musunuz? Restoranlarda çalışanların aldıkları bahşişe. Nasıl vergilendirecekler onu da bilmiyorum. Moto kuryelerden vergi alınmıyormuş. Ne kadar yaratıcılar? Saray medyası moto kuryelerden nasıl vergi alınacağını tartışıyor. Vergi de vergi! Nasıl alacaklarını çok iyi tartışıyorlar. Vallahi helal olsun! İnşallah halkımız bunları görüyor ve gereğini de yapacak. Ben de onlara bir şey hatırlatayım, yazıktır. Türkiye ekonomisi bence biraz daha vergi toplasın da rayına girsin. Bugüne kadar sadece oksijenden vergi almadılar, şimdi akıllarına düşürdük yarın öbür gün aldığımız nefesten de vergi alırlarsa hiç şaşırmayın? Kusura bakmayın, özür diliyorum, bunun sebebi de biz olacağız.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuştu. Konuşmasına Mardin – Diyarbakır sınırında çıkan ve 15 kişinin hayatını kaybettiği yangından bahsederek başlayan Bakırhan, şunları söyledi:

“Birkaç gün önce çok büyük bir felaket yaşadık. Diyarbakır’ın Çınar ilçesi ile Mardin’in Mazıdağı ilçesinde yangın felaketi yaşadık. Yangında 15 canımızı yitirdik. Yine yangında hayvanlar, canlılar yaşamını yitirdi, ürünler yok oldu. Yangında yaşamlarını yitiren canlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum, yaralılara da acil şifalar diliyorum. Ailelerinin başı sağ olsun. Halkımızın başı sağ olsun. Biz de yangından hemen sonra eş genel başkanımız, milletvekillerimiz ve belediye eş başkanlarımızla bölgede bulunduk. Bir DEDAŞ belası var, aslında bu defalarca dile getirildi.

DEDAŞ bölgede DEHAQ olarak anılıyor. Kimse ona DEDAŞ demiyor, Dehaq diyor. Bölge halkının aşına, işine, ekmeğine el koyuyor. Bu felaketin baş sorumlusu DEDAŞ’tır. Elektrik faturasını ödeyemeyen çiftçiye ve köylüye anında icra gönderen, malına tarlada el koyan DEDAŞ, elli yıllık odun direklerle hizmete üretiyor. 50 yıldır özellikle Kürt illerinde alt yapı için tek bir yatırım yapmamış, tek bir harcama yapmamış. DEDAŞ da bölgeyi sömürge olarak gördüğü için sürekli artı değerini alarak daha fazla karına kar katmaya çalışmış.

DEDAŞ hizmet üretmiyor. Bölge halkının başına bela olmuş, Kürt halkının başına bela olmuş bir şirkettir. DEDAŞ ile bölgeye atanan kayyımların zihniyeti aynıdır. Bölgeyi ekonomik ve siyasi olarak sömürge olarak gördükleri için aynı anlayışla yaklaşıyorlar: Rantını elde et ama hizmet üretme! Rantını elde et ama orada felakete sebebiyet verecek altyapıyı düzeltme. Bu ikili hukuk maalesef sadece iktidar tarafından bölge halkına uygulanmıyor. Oradan ihale alan şirketler de iktidarın bölgeye yaklaşımına benzer bir yaklaşım ortaya koyuyor.

Köylere gittiğimizde insanlar feryat figan ediyordu. Bölgede oksijen tüpüne bağlı yüzlerce insan var. Bu, raporlarla da tespit edilmiş. Bir anda oksijen tüpüne bağlı olduğu yerde elektrikler kesiliyor. Bazen saatlerce, günlerce elektrik gelmiyor. Bu zulüm değil de nedir? DEDAŞ zulmü dediğimiz zaman birileri DEDAŞ’a arka çıkıyor. Neden arka çıktıklarını da çok anlamadım. Onların uyguladıkları yöntemleri kendileri de uyguladıkları içindir.

Mardin, Amed ve Urfa il-ilçe örgütlerimiz, Genel Merkezimiz ve Meclis Grubumuz DEDAŞ zulmünün sona ermesi için çağrılarda bulundular, soru önergesi verdiler, araştırma önergeleri verdiler ama maalesef bu konuda bir ilerleme yok, tek bir düzenleme yok. DEDAŞ, başta Urfa ve Mardin’deki halkımız olmak üzere bölgedeki tüm insanların yaşamına kastediyor. Çiftçiye verilen hibelere bile el koyuyor. Hizmet etmiyor, insanlara eziyet ediyor. En son olarak da bu katliamda DEDAŞ’ın ihmalinden dolayı insanlarımızı yitirdik, mal kaybı yaşadık.

Bu büyük felaketin tek sorumlusu var, o da DEDAŞ’tır. Yangının hemen ikinci günü Amed Mühendisler Odasından bir heyet olay yerine incelemeye gitti. O incelemede, yangının iktidara yakın medya organlarının dediği gibi bir anız yangını olmadığını raporlarında tespit ettiler. Yine Diyarbakır Başsavcılığı, evet bu da şaşırtıcı, Diyarbakır Başsavcılığı yaptığı ön incelemede yangının elektrik tellerinden çıktığının, DEDAŞ’ın aslında buna sebebiyet verdiğinin raporlarını açık bir şekilde ortaya koydu. Umarım savcılık bu can ve mal kayıpları konusunda raporlarına uygun davranır ve DEDAŞ hakkında gerekli soruşturma ve araştırmaları tamamlayarak katliama sebebiyet verenlerin doğru bir şekilde yargılanmasını sağlar.

Mardin Tabip Odası yangından sonra bölgede incelemelerde bulundu. Mardin’de yanık tedavi ünitesi yok. Yani bir büyükşehirde, 21’inci yüzyılda yanık tedavi edilemiyor. Yangınların sık sık çıktığı bir il. Bölge her anlamda, ihtiyaçları konusunda büyük bir yaptırım altındadır. İşte bunun hesabını vermeyenler, bu yangına sebebiyet verenlerden hesap sormayanlar, yangının anız yakılmasından çıktığını söylüyorlar. Bugün bir siyasi partinin lideri de ısrarla anız yangını diyor. Yerine gitmeden, incelemeden, yangının ilk çıktığı noktayı görmeden anız olduğunu nereden biliyorlar?

DEDAŞ özel bir şirket. Ayıptır, milliyetçilik yapıyorsunuz ama bari şirketin hatalarını görün. Bunları dile getirin. Bilmiyorsanız da sessiz kalın. Anız yangını diyenlere şunu söylemek istiyorum. Tarlanın biri biçilmiş, diğerinde ekinler yerinde duruyor. Nasıl ekinler yerde dururken komşusu anızını yakacak? Böyle bir şeye şahit oldunuz mu? Bizim bildiğimiz bütün ürünler biçilir, ürün ortadan kaldırılır, daha sonra köylüler anızını yakar. Böyle bir durum yok. Mesele Kürt olunca DEDAŞ’ı korumak ve kollamak için anız yangını diyorlar.

Köylüleri suçlu göstermeye çalışıyorlar. Nasıl bugüne kadar işlemiş oldukları günah ve suçların faturasını mağdur olanlara kestilerse, şimdi bu katliamda da yine DEDAŞ’ı aklamaya çalışıyorlar. İlk andan itibaren Mardin Büyükşehir Belediyemiz, Amed Büyükşehir Belediyemiz, Van Büyükşehir Belediyemiz ve il-ilçe belediyelerimiz araçlarıyla gereçleriyle birlikte yangın yerindeydi. Kayyımların satmadığı, diğer kurumlara peşkeş çekmediği, araç parkında kalan araçların tamamını bölgeye yığdılar. Belediyelerimiz bu felaketin, bu yangının durması için ellerinden geleni yaptı.

Ağıtlar Kürtçe olunca birileri maalesef bu sesi duymuyor. Hatta zil takıp oynayanları gördük, insanlıktan nasibini almayanları gördük. Yanan Kürt’ün evi olunca, helikopterle müdahale etmemek için bu ülkeyi yönetenlerin gözlerini ve kulaklarını kapattıklarına bu yangında şahit olduk. 2022 yılında yine Türkiye’nin birçok yerinde yangınlar çıktığında hükümet bir müjde vermişti. 10 tane gece görüşlü helikopter aldıklarının müjdesini vermişlerdi.

Ama bu 10 tane gece görüşlü helikopter Kürt illerinde yok, bölgede yok. Bölgedeki orman yangınlarında yok, bölgedeki tarla yangınlarında yok. Onlar başka yerlerde hizmet veriyorlar. Yanan Kürt’ündür çünkü. Ama bölgede başka bir şey var; başınızı kaldırdığınızda, üç beş kişi bir araya geldiğinde İHA’lar, SİHA’lar, F16’lar, helikopterler var. Yani zulüm etmek için havada bütün araçları kullanıyorlar, yok etmek için envai çeşit araç gökyüzündedir ama yangın çıktığında yangını söndürecek helikopter yok.

“Yangının olduğu yerler afet bölgesi ilan edilmelidir”

Alın size düşmanlık, alın size ikili hukuk. Böyle deyince de kardeşiz, ümmetiz, düşmanlık yapmıyoruz diyorlar. Kayyım atamak için 7-24 tetikte bekliyorlar. Cumhurbaşkanının resminin olduğu kimi salonlarda arkadaşlarımız esas duruşa geçtiler mi, selama durdular mı diye bakanlar, bir soruşturma açalım belki kayyım atarız diye tetikte bekleyenler; yangında 15 canımızı yitirirken orada değillerdi, oradaki felaketin karşısında müdahale etmediler, sessiz kaldılar, tek bir adım atmadılar.

Sizin huzurlarınızda Meclis çatısı altında bir kez daha yinelemek istiyoruz: Bir an önce yangının olduğu yerler afet bölgesi olarak ilan edilmelidir. Bu bir rica değildir, bu bir talep değildir; bu, ülkenin halkı için yapacağı bir zorunluluktur, bir sorumluluktur. Bir an önce Meclis’te hükümet dahil olmak üzere tüm siyasi partiler afet bölgesi ilan etmelidir. Yangından zarar gören yurttaşlarımızın mağduriyetleri acilen giderilmelidir.

Böylesine bir felaket yaşanırken, partili cumhurbaşkanı bu felakete ilişkin tek bir laf söylemedi. Bu ülkenin 15 yurttaşı canını yitirdi, onlarcası hastanelerde yoğun bakımda, dünya kadar insanların malı ve ürünü yanmış, yok olmuş, ortada ciddi bir felaket var. Oradan çıkan dumanlar neredeyse Urfa’dan, Antep’ten görülüyor ama bu ülkeyi yöneten cumhurbaşkanı bu meselede sessiz kalmıştır, izlemiştir. Birçok siyasi partinin de liderleri ve merkezleri sessiz kalmışlardır. Evet, bilerek ve isteyerek. Yanan Kürt olduğu için, yanan bölgedeki tahıl olduğu için. Arpanın milliyeti yok, buğdayın milliyeti yok, ay çiçeğinin milliyeti yok.

Hepsi aynı fabrikada işleniyor. Mardin’deki buğdayı Trabzonlu da Samsunlu da tüketiyor. İnsana düşmanlık yapıyorsunuz ama bari ürüne düşmanlık yapmayın. Biraz vicdan. Kimse bize bu saatten sonra gittik, yerinde inceledik kardeşlik edebiyatı yapmasın. Zaten nasıl kardeş olduğumuzu yaşadıklarımızdan hepimiz çok iyi biliyoruz. En son kardeşlik Mardin ve Amed’deki çıkan yangınlarda ortadan kalkmıştır. İkili hukuku devam ettiğini yine bir kez daha gördük. Sessiz kalmak aynı zamanda bu felaketi onaylamaktır. Hiç şüphe yok ki bu halk bu felaketi onaylayan sessizliği asla unutmayacaktır, bir yere not edecektir. Bunun ne anlama geldiğini Amed halkı da Mardin halkı da bizler de çok iyi biliyoruz. Bunu asla unutmayacağız, onaylamayacağız.

Yangından sonra sosyal medyadan kimi paylaşımlar yapıldı. Yapılan bu paylaşımları hep beraber gördük. Alçaklar sürüsü, evet alçaklar sürüsü, böyle bir felakette bile oh diyebiliyor. Ülkeyi ne hale getirdiler görüyorsunuz. Ülkenin bir bölgesinde bir halkın yaşadığı acılara oh çeken bir toplumla karşı karşıyayız. Bu ülkeyi yönetenler bunu görmüyor mu, utanmıyor mu? Kürt’ün, muhalifin attığı tweete anında müdahale edenler, sabah 4:30’da kapısına polis gönderenler, anında gözaltına aldıranlar “oh iyi oldu, daha fazla olsun” diyen bu alçak sürüsüne tek bir soruşturma dahi açmadılar.

Bunu da unutmadık, bunları da not edeceğiz. Bunlar acımıza, gözyaşımıza, ölümlerimize güldükçe iflah olmayacaklardır. Bizler bu ayrımcılığa, bu düşmanlığa, bu ırkçılığa karşı belediyelerimizle, Türkiye’deki halklarla ve ezilenlerle birlikte ortak mücadeleyi yükselteceğiz. Devlet orada yok, biz varız o yaraları sarmak için. Türkiye halklarıyla dayanışarak en kısa sürede yaşanan acılara merhem olacağız. Halkımız emin olsun ki biz yaralarını sarma konusunda 7/24 aktif bir çalışma içerisinde olacağız. Zaten birçok yerden oraya katkı sunmak isteyen insanlarımız harekete geçtiler bile.

Evet yangın felaketi böyleyken, ekonomideki durum da zaten ortada. Her biriniz yaşadığınız için çok detaylarına girmek istemiyorum. Bize uygulanana bu zulümden dolayı Türkiye bir sefalet, yoksulluk, aşsızlık, işsizlik içerisindedir. Bize uygulanan bu zulmü ortadan kaldırmadıkça da bu sefalet, bu açlık, bu yoksulluk devam edecektir. Yaşadığımız bu sefaletin tek bir sorumlusu vardır: AKP-MHP iktidarı. 22 yıldır bıkmadan, usanmadan, utanmadan her gün ekonomi düzelecek diyorlar. 22 yıldır düzeltemediğiniz ve artık düzeltemeyeceğiniz bu ekonomi konusunda bari açık olun, özeleştiride bulunun. Hiç olmazsa sonrasında söyleyeceğiniz sözün, atacağınız adımın insanlarda biraz karşılığı olsun.

Bizimle alay ediyorlar. Son bir yılda enflasyon yüzde 39’dan yüzde 75’e çıktı. İki katı. Faiz haram diyorlardı, Nas Suresini işaret ediyorlardı. Faizi yüzde 8,5’ten yüzde 50’ye çıkardılar. Benzin bir yıl önce 21 liraydı, 41 liraya yani iki katına çıkardılar. Peki, AKP’nin 22 yıllık iktidarı döneminde kaç milyon icralık dosya var biliyor musunuz? 13 milyon. Bu bir dünya rekoru. Hiçbir söze gerek yok. Bir ülkede 13 milyon icralık dosya varsa, o ülkenin nasıl yönetildiğini herkes çok rahatlıkla anlar. 13 milyonluk icralık dosya ne demek? Demek ki insanlar alıyor, ödeyemiyor. Demek ki insanlar borçlanıyor, ödeyemiyor. Demek ki insanlar almış olduğunu ödeyecek bir gelire sahip değil. 13 milyonluk icra dosyası olan bu ülkede hala bakanlar çıkıp ekonomiyi düzelteceğiz diyorlar. 13 milyon icra dosyası bu ülkenin ekonomisinin ne halde olduğunun en iyi göstergesidir.

Kasayı doldurmak için trafikte radarları öyle yerlere bırakıyorlar ki şaşırırsınız. Üzerine örtü örtüyorlar, ağaç dallarıyla kapatıyorlar ki o geçinemeyen yoksula, bayramda anne babasının elini öpmek isteyen insanlara ceza kessinler. Biz bunlara boşuna “pusu iktidarı” demiyoruz. Vatandaşına pusu kuran dünyada başka bir devlet var mı? Trafikte bile pusu kuruyorlar. Bakın 2024 Mayıs’ında kesilen trafik cezaları ile 2023 Mayıs’ında kesilen trafik cezaları arasında 5 misli fark var. Bir yılda kurdukları pusularla 5 kat daha fazla trafik cezası kestiler.

Halkına pusu kuran, halkını bununla borçlandıran bir iktidarla karşı karşıyayız. Meral Vekilimiz Karayazı’da bir kaza geçirmişti. Yılmaz Hun bir yeğenini yitirdi. Meral Hanımın kaza geçirdiği aynı noktada genç arkadaşımız kaza geçirip yaşamını yitirdi. Pusu kuruyor ama sürekli aynı yerde yapılan kazalarda yolları onarmıyor, kaza olmasın diye bir çaba içerisine girmiyor. İşte böyle bir iktidarla karşı karşıyayız. Ekonomi düzeliyor diyorlar. Soruyoruz; kimin ekonomisi düzeldi?

Biz Hakkari’deydik. Hakkari halkının iradesi gasp edildiği için arkadaşlarımızla Hakkari’de bulunuyorduk. Hakkari’de sadece bir ayda yüz esnaf kepenk kapattı. Ankara değil Hakkari. Küçük bir ilimiz. 100 tane esnaf orada çok önemlidir. Ekonomi iyidir diyorlar ama Edirne’deki esnaf feryat figan ediyor. Türkiye’deki esnaf siftah yapamıyor, asgari ücretli geçinemiyor, emekli geçinemiyor. İnsanlar intihar ediyor. Yoksulluk almış başını gidiyor. Ama onlar ekonomi iyidir diyor. Hangi ülkede yaşıyorlar, nerede yaşıyorlar, ne yiyorlar, ne içiyorlar bilmiyorum.  Hilvan’da tarlada emekçileri ziyaret etmiştik. Tarlada çalışan emekçilerin yarısından çoğu 13-18 yaş arası çocuklardan oluşuyordu. Madem ekonomi iyidir, okula gitmesi gerekenler inşaata ve tarlaya neden gidip çalışıyor? Ekonomisi iyi olan çocuğunu okuldan alıp tarlaya ve inşaata neden göndersin?

Sadece geçen yıl iş cinayetlerinde 54 çocuk, 18 yaş altı insanımız yaşamını yitirdi. Alın size ekonominin fotoğrafı! AKP iktidarı döneminde artık insanlar beslenemiyor. Dikkat ediyor musunuz bilmiyorum ama çocuklar beslenemediği için boyları bile uzamıyor. Öğün sayısı birçok ailede ikiye düştü. Ana öğünde özellikle bölgede, metropollerde bulgur, makarna, patates bulanlar kendisini şanslı sayıyor. Ekonomi iyiymiş, ülke iyiye gidiyormuş! Utanmazlar! Bu iktidarın üzerinde yoksullaşan, bir yanı hep eksik ve yarım kalan insanlarımızın ahı ve bedduası var. İnşallah bu ah ve beddua bu tabloyu yaratanlardan çıksın.

Bir bardak suyun maliyeti 1 liradan fazla. 4 kişilik bir aile düşünün, 10 bardak su içtiklerini düşünün, sadece içme suyunun bir aileye maliyeti ayda 1200 lira. Hani eskiden “sudan ucuz” diyorduk ya, artık insanlar o deyimi kullanamıyor. Çünkü artık su bile ucuz değil. Ülkeyi bu hale getirdiler, sudan ucuz bile diyemeyeceğimiz bir noktaya getirdiler. Öyle bir enkaz yarattılar ki Türkiye’de yaşayan 25 milyon insan sosyal yardım almadan geçinemiyor.

Asgari ücrete yapılan son artıştan bugüne kadar her şeye zam geldi. 6 ayda ekmeğin ücreti yüzde 25 zamlandı. Patatesin fiyatı yüzde 30, pirincin yüzde 20 arttı. Aklınıza gelen her şey yüzde 30-40-50 artıyor ama emekçinin asgari ücretine artış yok. Yahu vicdansızlar bu toplum ne yesin, ne içsin, nasıl geçinsin? Bu insanlar çocuklarına ne yedirsin? Nasıl geçinsin? Lütfen Ekonomi Bakanı söylesin. 17 lirayla, 10 lirayla bir aile nasıl geçindirilir? Bari bir formül üretsinler biz de ona göre anlayalım, ona göre halkımız yemesine içmesine dikkat etsin.

Şimdi yeni paket hazırlıyorlar. AKP iktidarı döneminde o kadar çok yeni reform paketi var ki… Binlerce var. Ne reformun bir anlamı kaldı ne yeni dediklerinde insanlar heyecanlanıyor ne de paket dediklerinde insanlar heyecanlanıyor. Tam tersine korkuyor. Her yeni bize bir maliyet, bir külfet. Her yeni bize kelepçe, her yeni bize verilen cezaları artırıyor. Reklamını yaptıkları şey vergide reform paketi değil. Buna emin olabilirsiniz. Bir kazık paketi hazırlıyorlar. Bu kazık paketinde her şeyden vergi alacaklar. Şimdi gözlerini neye diktiler biliyor musunuz? Restoranlarda çalışanların aldıkları bahşişe. Nasıl vergilendirecekler onu da bilmiyorum. Moto kuryelerden vergi alınmıyormuş. Ne kadar yaratıcılar? Saray medyası moto kuryelerden nasıl vergi alınacağını tartışıyor.

Vergi de vergi! Nasıl alacaklarını çok iyi tartışıyorlar. Vallahi helal olsun! İnşallah halkımız bunları görüyor ve gereğini de yapacak. Ben de onlara bir şey hatırlatayım, yazıktır. Türkiye ekonomisi bence biraz daha vergi toplasın da rayına girsin. Bugüne kadar sadece oksijenden vergi almadılar, şimdi akıllarına düşürdük yarın öbür gün aldığımız nefesten de vergi alırlarsa hiç şaşırmayın? Kusura bakmayın, özür diliyorum, bunun sebebi de biz olacağız. Vergide reform bu değil. Dört kalem sayacağım. Bu dört kalemde gelsinler bir reform paketi çıkarsınlar biz de vekillerimizle destekleyelim. Ne yapsınlar mesela? Artan oranlı servet vergisi çıkarsınlar. Çok kazanandan çok, az kazanandan az. En önemlisi vergi kıyaklarına son versinler.

Hazine garantili firmalar var. Dolar-eurolarla iş yapan, geçmediğimiz yollardan ve hava alanlarından dolar-euro alan, şehir hastanelerini yapan Türkiye’de toplam 44 şirket var. Bu garantili para alan 37 şirketten tek kuruş vergi alınmıyormuş. Ama moto kuryeden vergi alarak ekonomiyi düzeltecekmişiz. Allah belanızı versin, ne diyelim. Üçüncüsü kamuda israftan ve lüksten vazgeçin. Bunlar kamudaki israf ve lüksten neyi anlıyorlar biliyor musunuz? Emekçilerin toplu taşımada kullandıkları araçları yasaklamayı anlıyorlar; buradaki Mercedesleri, Audileri, tek kişilik jetleri, şuraya buraya harcanan milyonları anlamıyorlar.

“3S’ye yani savaşa, Saray’a, sermayeye kaynak aktarmayı bıraksınlar”

Dördüncüsü ve en önemlisi yıllarca bunu söyleyip duruyoruz. 3S’ye, yani savaşa, Saray’a, sermayeye kaynak aktarmayı bıraksınlar. Peki, ne yaparız bu 4 maddeyle? Asgari ücret en az 32 bin TL olur. Yoksul ailelere temel gelir desteği ve güvencesi sağlarız. Temel gıdada KDV ve ÖTV’yi sıfırlarız. Emekli maaşlarına zam yaparız. Evi olmayana kira desteği sunarız. İhtiyaç sahibi hanelere elektriği, doğalgazı ve suyu bedava sağlarız. En önemlisi de çiftçiye ve emekçiye üretim için destek oluruz. Bakın 4 tane şey yapacaklar, çok kolay.

Karşılığında emin olun bu ülke çok rahat bir nefes alacaktır. İşte alın size formül. Ama tenezzül edip dinlemiyorlar. Ekonomiyi batırdılar, ülkeyi de batırdılar. Şimdi diyorlar ki bu batan enkazın altında emekçiler, yoksullar, işçiler kalsın, asgari ücretliler kalsın. Vallahi biz kalmayacağız! Bunu reddediyoruz. Önümüzdeki günlerde de bu zulmünüze, bu karanlık zam düzeninize itiraz edeceğiz. Bu enkazı yaratanlar bu enkazı kaldıracak, altında biz kalmayacağız. Buna söz veriyoruz. Bu karanlığı, bu zulmü, bu zam düzenini bize önerenlere de ezilenlerle ve yoksullarla birlikte enkazı ya kaldıracaksınız ya da gideceksiniz diyeceğiz.

Yine başka bir konu var. Belli bir süre izledik, anlamaya çalıştık. Bir müsamere oynanıyor. Yumuşama mı var, iyileşme mi var? O koltuk mu, bu koltuk mu? Ama artık bunun da bir sınırı olmalı. Artık bununla yitirecek zamanımız yok. Hepimizin durumunu ortadadır. Bu müsamereye başta ana muhalefet partisi olmak üzere herkes son vermelidir. Bu müsamere artık bitti. Ne yumuşaması, ne iyileşmesi? İşte Kobanî Kumpas Davasında ortaya çıkan cezaları gördük. Yumuşamayı zaten küçük ortak reddetti.

İstikamet doğru, daha sert bir şekilde devam edelim diyerek aslında AKP’ye de yol çizmeye çalıştı. Ekonomi düzeldi mi düzelmedi mi, yok bir heyet gönderelim Mehmet Şimşek’le görüşsün. Kardeşim, adamların çıkardıkları paketin içeriği ortada. Neyini düzeltecekler, neyin peşindesiniz.? Papatyayı eline almış yapraklarını kopararak düzelecek mi düzelmeyecek mi? Bizim papatya falına bakacak vaktimiz yok. Bizim bir saniye bile kaybetmeden aşa, işe, özgürlüğe ve demokrasiye ihtiyacımız var. Bunun için ortaklaşmaya, ortak mücadeleye ihtiyacımız var. Bu da aynı zamanda herkese çağrımızdır.

Karamsar bir tabloydu ama inşallah önümüzdeki dönmelerde daha mutlu sunumlar burada yaparız. Bölge yanıyor, herkes aç açıkta ama onlar 3 Haziran’da Hakkari’de halkın iradesini gasp etmek istediler. Hakkari’deyiz, Colemerg’deyiz, eş başkanlarla birlikte ilk günden beri oradayız. Bu arada Hakkari halkıyla dayanışmak için İstanbul’dan, Edirne’den, Türkiye’nin dört bir yanından oraya akan binleri de on binleri de saygıyla selamlıyorum. O dayanışma bize güç verdi. Biz de Hakkari Belediyesi tekrar halkın evi oluncaya kadar bu mücadeleyi kararlı bir şekilde yürüteceğiz. Dün Mardin Valisi bizden sonra taziye çadırlarını dolaştı, halk çok büyük tepki gösterdi.

Hükümeti kayyım atama utancından vazgeçmeye çağırıyorum”

Ne dedi oradaki amcalar, ağıt yakan gençler, kadınlar? Dediler ki bu felakette bizim yanımızda bir tek belediyemiz vardı. Bakın “belediyemiz” diyorlardı. Ya artık utanın! En zor günlerde halkının yanında olan, halkının yarasına merhem olmaya çalışan belediyeleri gasp ederek halkı yalnızlaştırmak ve çaresiz bırakmak istiyorlar, cezalandırmak istiyorlar. 21’inci yüzyılda böyle bir şey var mı? Oy atacağız, o beş yılda da irademiz gasp edilmesin diye gece gündüz nöbet tutacağız. Bu büyük bir utançtır. Sandık kurmuşsun sonuçları ortaya çıkmış.

Niye biz 24 saat belediyelerin önünde belediyelerimizi koruyalım? Böyle bir ülkede demokrasi var diyebilir misiniz? 21’inci yüzyılda hükümeti bu utançtan vazgeçmeye çağırıyorum. Sandık sonuçlarına saygı göstermesini istiyorum. Öyle kayyıma mayyıma geçmişte olduğu gibi kimsenin izin vereceği yok. Bak bunu iyi yazın. Neye mal olursa olsun o belediyeleri koruyacağız. Hem de Türkiye’deki ezilenler ve yoksullar ve emekçilerle birlikte. Bu zam zulüm düzenine, bu karanlık düzene itiraz edenlerle koruyacağız.

Bunun için de 29 Haziran’da İstanbul’da Emek ve Demokrasi Güçleri öncülüğünde “Emeğimiz ve Özgürlüğümüz İçin Kayyıma Geçit Vermeyeceğiz” sloganıyla bir miting düzenlenecek. Biz de buna katılacağız. Bu vesileyle İstanbul ve bölgede bulunan ve bu karanlık sisteme itiraz eden bütün halklarımızı, en başta kadınları ve gençleri bu mitinge katılmaya, güç ve destek vermeye çağırıyoruz. Bu dayanışmayla İstanbul’dan Hakkari’ye oluşturmaya çalıştığımız dayanışma köprüsünü büyüteceğiz.

Yarınlarımızın tek teminatı emin olun ki dayanışmadır. Herkesi bu dayanışmayı büyütmeye çağırıyorum ve inanıyorum ki bu çağrımıza cevap verecekler. Yine durmayacağız. Önümüzdeki günlerde hemen mitingden sonra Türkiye’nin dört bir yanından Hakkari’ye, iradeye saygı yürüyüşü gerçekleştireceğiz. Onlar saygı duymuyor, sesimizi de duymuyorlar ya; Türkiye’nin dört bir yanından Hakkari halkının, Kürt halkının iradesine saygı duyun diye Hakkari’de olacağız. Artık iflas eden kayyım rejimini Hakkari’den ve Kürdistan’dan gönderinceye kadar emekçilerle birlikte mücadelemizi devam ettireceğiz. Hepinizi bu mücadeleye sahip çıkmaya çağırıyoruz.

Eş Genel Başkanımız Tülay Hatimoğulları ile birlikte iki heyet halinde belediyelerimizi ziyaret ettik. 36 belediyemize gittik. Belediye eş başkanlarımız, belediye meclis üyelerimiz, çalışanlarımız, halkımız ve kentin dinamikleriyle bir araya geldik, sohbet ettik, süreci değerlendirdik. Birkaç ayda bu kadar mı o kent değişir? Temizlik, düzen, hizmet… Halkın sempatisi, sevgisi bu kadar mı net ve açık bir şekilde görülür? 36 belediyemizin neredeyse tamamında aynı sevgiyi ve gülen gözleri gördük. Sanki her vatandaşımız kendisi kazanmış, kendisi belediye eş başkanı olmuş gibi bizi karşıladı. Bu vesileyle gözleri ışıl ışıl parlayan ve belediyelerine sahip çıkan halkımızı da buradan istiyorum.

Büyük bir talan var, yıkım var, büyük bir usulsüzlük var ama ona rağmen hizmet üretiliyor. Hizmet üretilmeye de devam edecek. Bu konuda kuşkunuz olmasın. Tekrar ediyoruz: Belediyelerimiz bizim can damarımızdır. Bu can damarlarımızı kimseye gasp ettirmeyeceğiz. Bunu herkes böyle bilsin. Bu can damarlarımızı gaspçı kayyımlara ve rantçı şebekelere asla kaptırmayacağız. Bunu herkes çok iyi bilsin. Belediyeler halkındır, halkın olmaya devam edecektir. Kendisine güvenenler, projesine güvenenler, belediyecilikte örnek çalışmalar yaptıklarını söyleyenler beklesin seçim sandığı kurulduğu zaman kayyımıyla, güvendikleri herkesle beraber yarışalım. Ortaya çıkan sonuçlara da saygı duyalım.

Son olarak bir yanımız yangınla, milliyetçilikle, ırkçılıkla mücadele ediyor; diğer yanımız açlık ve sefalet içerisinde ayakta kalmaya çalışıyor. Bu karanlık sömürü düzeninden, bu ırkçı ve ayrımcı zihniyetten kurtulmak için birbirimize sarılmaktan, omuz vermekten başka bir şansımız yoktur. Bunu yapacağımıza eminiz. Güçlerimiz birleştirirsek bu uğursuz ampule, bu ölüm hilaline son vermek mümkündür. Son vereceğimize olan inançla hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum.”

Paylaşın

DEM Parti’den “İkinci Kobani Davası” Açıklaması: Kumpasın Devam Ettiğini Görüyoruz

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “İkinci Kobani Davası” öncesi yaptığı açıklamada, “Dün olduğu gibi bugün de Kobani Davası’nın kumpas davası olduğunun altını kalın kalın çizdik ve haklı çıktık” dedi ve ekledi:

“Bu davada ceza alan arkadaşlarımızdan hiç biri, isnat edilen suçlardan ceza almış değildir. Bugün Kobanê Davası’nın iddianamesi zaten çökmüştür ve arkadaşlarımızın aldığı cezalar, yapmış oldukları açıklamalar nedeniyledir. İkinci Kobani Davası’na baktığımızda da kumpasın devam ettiğini görüyoruz.”

6-8 Ekim 2014’teki Kobani eylemlerine ilişkin eski HDP milletvekilleri Hüda Kaya, Serpil Kemalbay Pekgözegü, Garo Paylan, Fatma Kurtulan ve Pero Dündar hakkında açılan davanın ilk duruşması bugün görülüyor.

Ankara 22’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nin baktığı davada, siyasetçiler hakkında 38’er kez ağırlaştırılmış müebbet ile 19 bin 680’er yıl hapis cezası isteniyor. İddianame, 22 Mayıs’ta Ankara 22’nci Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. 298 sayfalık iddianame iki bölümden oluşuyor. 183 sayfalık ilk bölümde, “maktul ve mağdurların isimleri” ile iddialara yer alıyor, ikinci bölümde ise, davaya gerekçe yapılan Kobanê eylemlerine dair detaylar yer alıyor.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, ikinci Kobani Davası’ndan önce Sincan Cezaevi Kampüsü önünde açıklamalarda bulundu. İlk davada verilen cezaların, isnat edilen suçlardan değil, siyasetçilerin açıklamalarından dolayı verildiğini belirten Hatimoğulları, ‘kumpasın devam ettiğini görüyoruz” dedi ve şöyle konuştu:

“Dün olduğu gibi bugün de Kobani Davası’nın kumpas davası olduğunun altını kalın kalın çizdik ve haklı çıktık. Bu davada ceza alan arkadaşlarımızdan hiç biri, isnat edilen suçlardan ceza almış değildir. Bugün Kobanê Davası’nın iddianamesi zaten çökmüştür ve arkadaşlarımızın aldığı cezalar, yapmış oldukları açıklamalar nedeniyledir. İkinci Kobanê Davası’na baktığımızda da kumpasın devam ettiğini görüyoruz. Hüda Kaya, 28 Şubat Döneminde darbecilerin döneminde yargılanmıştı. Aynı Hüda Kaya şu an saray’ın yargısı tarafından aynı mantıkla yargılamaktadır. Bunu asla kabul etmeyeceğiz.”

“Bu tezgahı asla kabul etmiyoruz”

“Dün olduğu gibi bugün de taleplerimizi sıralamaktan asla geri adım atmayacağız. Kobani Kumpas Davası, AKP ve Saray’ın koltuk değneğine dönüşmüş olan ve Saray’da yazılan iddianamelerle yol alan yargının sonuçlarıdır. Bunu asla kabul etmiyoruz. Bugün AİHM’in kararları ortadadır. AİHM’in Demirtaş için vermiş olduğu karar, bu davada yargılanan bütün arkadaşlarımızı bağlayan bir karardır. Türkiye AİHS’e taraf bir ülke olarak AİHM kararlarını harfiyen yerine getirmelidir. AİHM kararları der ki ‘Türkiye’de yargı taraflı davranmıştır, yargı hukuka göre değil siyasi saiklerle davranmış ve bu kararları vermiştir. Bu kararlar yok hükmündedir ve Kobani Kumpas Davasında yargılananlar derhal serbest bırakılmalıdır’ demektedir. Biz AİHM kararlarının uygulanmasını talep ediyoruz.”

Kobani’de IŞİD’e karşı verilen mücadeleyi hatırlatan Hatimoğulları sözlerini şöyle sürdürdü: “Kobani Kumpas Davası’nın esas hikayesinin başlama noktasını herkes biliyor. Kobanê, IŞİD’e karşı en güçlü mücadelenin yürütüldüğü yerdir. Kobanê’yi bütün dünya IŞİD’e karşı verilen onurlu mücadeleyle tanımıştır. IŞİD, o dönemde Irak’tan Türkiye sınırlarına kadar Levant bölgesinin tamamında bir İslam devleti kurmak amacıyla Müslümanlar da dahil olmak üzere herkesi katletmiş bir örgüttür.

Bu katliamcı örgüte, bu kadınlara yönelik düşmanca politika yürüten tecavüzcü ve katliamcı örgüte karşı Kobani halkı, Kürt halkı güçlü bir direniş sergilemiştir. Ve bu direniş bütün Türkiye ve Dünya’da büyük büyük bir takdirle karşılanmıştır. Ama ne var ki AKP, HDP’nin siyaseten elini bükemediği için, Kürt halkına diz çöktüremediği için Kobani Kumpas Davasını tezgahlamıştır. Bu tezgahı asla kabul etmiyoruz. Kobani direnişi onurlu bir direniştir. Kobani direnişine sadece HDP’liler sahip çıkmamıştır; Türkiye’de demokrasiden yana olan, IŞİD zihniyetine karşı olan herkes Kobani’nin direnişini takdirle karşılamıştır. Dünya kamuoyu için de öyledir.

Davada verilen kararlar, Kobani Kumpas Davası’nda arkadaşlarımıza verilen 400 küsur sene cezalar IŞİD’in ekmeğine yağ sürmüştür. Bunu kabul etmek mümkün değildir. Verilen bu cezalar, IŞİD yoluna devam diye altın tepside sunulmuş cezalardır. Bu karar IŞİD yanlısı bir karardır. Bu kararları asla kabul etmiyoruz. Hüda Kaya’nın tutuklu yargılandığı, diğer arkadaşlarımızın ise tutuksuz yargılandığı Kobanê Kumpas Davası’nın ikinci etabında bütün arkadaşlarımızın serbest bırakılması gerekiyor. Bugün şayet zerre kadar vicdan varsa, hukuk gözetliyorsa, IŞİD karşıtlığı gözetliyorsa, arkadaşlarımızla ilgili verilmesi gereken karar da beraat kararıdır. Bizler dün olduğu gibi bugün de bu kumpas davalarına karşı DEM Parti ve demokrasi güçleri olarak mücadele etmeye devam edeceğiz.”

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın da aralarında olduğu 108 siyasetçinin yargılandığı davanın karar duruşması 16 Mayıs’ta görülmüştü. Ankara 22’inci Ağır Ceza Mahkemesi, 18’i tutuklu 108 siyasetçinin yargılandığı davada ceza yağdırmış, Mahkeme Selahattin Demirtaş’a 42 yıl, Figen Yüksekdağ’a 30 yıl 3 ay ceza vermişti. Mahkeme, 24 kişi hakkında toplam 407 yıl 7 ay hapis cezası vermişti.

Paylaşın