İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in ‘siyasi cinayetler’ açıklamasına tepki gösteren Cumartesi Annesi / İnsanı Hanife Yıldız, “Ben bir anne olarak size oğlumu mertçe getirdim, siz benim evladımı kalleşçe yok ettiniz” dedi ve ekledi:
“Meral hanım, sen kim oluyorsun? Mertlik kim sen kim. Bırak Kürt düşmanlığını, Alevi düşmanlığını, halk düşmanlığını. Lanet olsun sizin siyasetinize de. Başkanlığınız da sizin başınızı yesin. Yeter artık gençlerin başını yediniz.”
Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın 982. hafta buluşması bugün Galatasaray Meydanı’ndaydı. Eylemde, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’e tepki gösterilirken, gözaltında kaybedilen Abdullah Canan’ın davasındaki cezasızlığa dikkat çekildi.
Açıklamaya, hak savunucularından sadece 10 kişinin basın açıklamasına katılmasına izin verildi. Yoğun yağmura rağmen düzenlenen eylemde haftanın açıklamasını İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi (İHD) Başkanı Avukat Gülseren Yoleri okudu.
Yoleri, açıklamayı okumadan önce İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in 18 Ocak Perşembe günü partisinin Sivas Belediye Başkan adayı Mehmet Ceylan’ı açıkladığı buluşmadaki ‘siyasi cinayetler’ açıklamasına tepki gösterdi.
Yoleri, şunları söyledi: “Meral Akşener yaptığı açıklamada, 90’larda işlenen siyasi cinayetlere işaret ederek mertçe ifadesini kullandı. Biz bu açıklamanın fecaat olduğunun altını çizmek istiyoruz. O yıllarda karanlık içinde karanlık güçler tarafından yapıldığını iddia bugüne kadar bu şekilde açıklanan bu siyasi cinayetlerin kayıpların mertçe istendiğini söylemek o gün işlenen suçların aynı zamanda övülmesidir.
Eğer mertçe işlendiyse neden halen bu suçlar karanlıkta. Neden failler kendilerini açıklamaktan korkuyorlar neden halen yargılanmaktan korkuyorlar. Neden biz 28 yıldır hakikatlerin açığa çıkması faillerin yargılanması için mücadele ediyoruz? Her hafta hakikatlerin katillerin kamuoyu önünde açıkladığımız için baskılarla yasaklarla susturulmak isteniyoruz? Bunu kamuoyu önünde sormak istiyoruz.”
Daha sonra açıklamayı okuyan Yoleri, “Abdullah Canan için adalet istemekten vazgeçmeyeceğiz” diye seslendi, şöyle dedi: Bu topraklarda yaşanan gözaltında kaybetmelere ve bu suça eşlik eden cezasızlık olgusuna karşı kamuoyunu bilgilendirmek ve haklı taleplerimizi duyurmak amacıyla 982 haftadır barışçıl buluşmalarımızı sürdürüyoruz.
Cezasızlık; suç işleyen kişilerin işledikleri suçun hukuki sonuçlarından muaf tutulması durumu olarak karşımıza çıkmakta ve adalet sisteminin zayıf bir halkası olarak hukuku etkisizleştirmeye, Türkiye’yi evrensel demokrasi ilkelerinden uzaklaştırmaya devam etmektedir.
982. haftamızda bir kez daha hatırlatıyoruz: Hukukun temel değerlerine olan inancı sarsan, toplumun huzur ve barışını tehdit eden cezasızlık son bulmadan hukukun üstünlüğü korunamaz ve herkes için adil bir yargı sistemi sağlanamaz. 982. haftamızda bilinen failleri cezasız bırakılan Abdullah Canan için adalet istiyoruz.
Üç kuşak Abdullah Canan’ı arıyorlar
Açıklama sonrasında Abdullah Canan’ın oğlu Vahap Canan da konuştu, şöyle dedi: “90’lı yıllardaki cinayetlerde babasını yitiren biri olarak söylüyorum. Mertçe olarak dediğiniz cinayetler, lanetli cinayetlerdir. O yıllar lanetli yıllardı. Sayın Akşener bunlar namertçe cinayetlerdir, bunlar geleceğimize ipotek koyan cinayetlerdir. Babamız için açılan davada gördük katil Mehmet Emin Yurdakul olduğunu gördük.”
“Yüksekova çetesini aklamaya çalışanlar vardı biz bunları da lanetliyoruz. Bizi buraya 10 kişilik bir grupla sıkıştırmaya çalışıyorlar, biz burada tüm kayıplarımızın sesiyiz sesi olmaya devam edeceğiz. Bizden öncekiler ve sonraki kuşaklar hak arayışından vazgeçmeyecek. ‘Dünya karanlığın tamamı birleşse dahi mum ışığını söndüremez’. Bizi kimse söndüremez. Biz bu ülkenin mum ışığıyı. Katil Mehmet Emin Yurdakul’u lanetliyoruz.”
Açıklamanın ardından oğlu Murat Yıldız 1995’te kaybedilen Cumartesi Annesi Hanife Yıldız da Akşener’e tepki gösterdi: Ben bir anne olarak size oğlumu mertçe getirdim, siz benim evladımı kalleşçe yok ettiniz. Meral hanım, sen kim oluyorsun? Mertlik kim sen kim. Bırak Kürt düşmanlığını, Alevi düşmanlığını, halk düşmanlığını. Lanet olsun sizin siyasetinize de. Başkanlığınız da sizin başınızı yesin. Yeter artık gençlerin başını yediniz.
Kayıp yakınları, Galatasaray Meydanı’na çiçek bırakması ile eylem sona erdi.
Abdullah Canan nasıl kaybedildi?
43 yaşındaki Abdullah Canan, Yüksekova’da yaşayan bir iş insanıydı. 17 Ocak 1996 sabahı Hakkâri’ye gitmek üzere Yüksekova’daki evinden ayrıldı. Tanık beyanlarına göre Yüksekova – Van karayolunda askerler tarafından otomobili durdurularak gözaltına alındı. Askeri bir araçla Yüksekova Dağ Komando Taburu’na götürüldü.
Ailesi yerel ve ulusal tüm makamlara başvurarak, Canan’ın bulunmasını istedi. Ancak Canan’ın gözaltına alındığı inkâr edildi. 21 Şubat 1996 tarihinde Abdullah Canan’ın ağır işkence görmüş cansız bedeni köylüler tarafından bulundu.
Canan Ailesi, Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurarak, Abdullah Canan’ın öldürülmesinden sorumlu olduğu gerekçesiyle Yüksekova Dağ Komando Tabur Komutanı Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul aleyhine suç duyurusunda bulundu.
Yüksekova taburunda görev yapan itirafçı Kahraman Bilgiç, savcıya verdiği ifadede; Abdullah Canan’ın taburda işkence ile sorgulandığını, Tabur Komutanı Binbaşı Yurdakul’un talimatı ile Bölük Komutanı Yüzbaşı Nihat Yiğiter tarafından silahla öldürüldüğünü detaylarıyla anlattı. Albay Kamber Oğur, Yüksekova Savcılığına başvurarak, gözaltına alındığı inkâr edilen Abdullah Canan’ı o dönem tabur karargâhındaki revirde gördüğünü söyledi.
Kahraman Bilgiç, Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul, Yüzbaşı Nihat Yiğiter ve Üsteğmen Bülent Yetüt hakkında Diyarbakır DGM Savcılığı’nca soruşturma açıldı. Bu kişiler, Abdullah Canan’ı tasarlayarak öldürmekle suçlandı.
Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davada, ailenin ve tanıkların iddiaları yeterli ve inandırıcı bulunmadı. 12 Kasım 1999 tarihinde sanıklar hakkında beraat kararı verildi. 2 Nisan 2001 tarihinde de Yargıtay 1. Ceza Dairesi beraat kararını onadı. (Karar No: 2001/1226)
Bunun üzerine Canan Ailesi, 1 Aralık 1997 tarihinde AİHM’e başvurdu. AİHM, “Aralarında askeri personelin de yer aldığı tanık beyanlarından da anlaşılacağı üzere Abdullah Canan’ın gözaltında öldürüldüğü mahkememizce saptanmıştır.” tespitinde bulundu. Türkiye’nin iç hukuktaki yaklaşımını şaşkınlık verici olarak değerlendirip oy birliği ile mahkûmiyet kararı verdi. (Başvuru No:39436/98)
Gözaltında kaybedilişinin 28. yılında bir kez daha hatırlatıyoruz: Savcılık ifadelerinde, mahkeme tutanaklarında, TBMM Araştırma Komisyonu Raporu’nda, Yargıtay Başsavcısı’nın Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na yaptığı itiraz yazısında, AİHM kararında Abdullah Canan’ı gözaltına alanlar, işkence ile katleden ve kaybedenlerin isimleri yazılıdır.
Devlet, Abdullah Canan’ın gözaltında kaybedilmesindeki sorumluluğunu üstlenmeli, fail ve sorumlular üzerindeki koruma kalkanı kaldırılarak yeniden yargılanıp cezalandırılmaları sağlanmalıdır. Kaç yıl geçerse geçsin Abdullah Canan için, tüm kayıplarımız için adalet istemekten; devletin evrensel hukuk normları içinde hareket etmek zorunda olduğunu hatırlatmaktan vazgeçmeyeceğiz.
(Kaynak: Bianet)