Kılıçdaroğlu’ndan ‘kripto para yönetmeliği’ tepkisi

Resmi Gazete’de yayınlanan kripto para yönetmeliğine tepki gösteren CHP Lideri Kılıçdaroğlu, sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı açıklamada “Böyle kararlar verilmeden önce tüm paydaşlarla konuşulur. Kripto kararını kime danıştın ey iktidar?” diye sordu.

Haber Merkezi / CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı bir açıklama ile Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) Resmi Gazete’de yayınlanan ve kripto varlıkların ödemelerde doğrudan ve dolaylı olarak kullanılamayacağını bildiren yönetmeliği eleştirdi.

Bunu ‘geceyarısı zorbalığı’ olarak niteleyen CHP Lideri Kılıçdaroğlu, “Kurtulamadılar bu zihniyetten. İlla geceyarıları bir akılsızlık yapacaklar” dedi. Kılıçdaroğlu, “Böyle kararlar verilmeden önce tüm paydaşlarla konuşulur. Kripto kararını kime danıştın ey iktidar? Bu konunun tüm paydaşları ile oturup, istişarelerde bulunacağım” ifadesini kullandı.

Paylaşın

Kılıçdaroğlu’ndan ‘fezleke’ açıklaması: Hodri meydan

Kendisinin de arasında olduğu 10 milletvekili hakkında TBMM’ye gönderilen fezlekeler hakkında açıklama yapan CHP Lideri Kılıçdaroğlu, “Ne yaparsanız yapın. Ne söylerseniz söyleyin. Yiğide savaş, bayramdır. Hodri meydan” dedi.

Haber Merkezi / CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, kendisinin de arasında olduğu 10 milletvekili hakkında TBMM’ye gönderilen fezlekeler hakkında sosyal medya hesabı üzerinden yayınladığı video ile cevap verdi.

“Fezleke göndermiş, dokunmazlığımı kaldıracakmış… Hodri meydan!” diyen CHP Lideri Kılıçdaroğlu, yayınladığı videoda özetle şunları söyledi;

”Ülke lebaleb hasta. Hastanelerde yer yok. 128 milyar doların nereye gittiği belli değil. Gece yarısı muhalefet partisinin ofislerini basıyorlar, vinçlerle. Gündemi değiştirmek gerekiyor, algıları tutmadı. Algıcıların algıları tutmadı. Şimdi ne yapıyorlar, fezleke düzenliyorlar Kılıçdaroğlu’nun dokunulmazlığını kaldıracağız diye. Ya önemli olan Kılıçdaroğlu değil, önemli olan ülke. Kılıçdaroğlu fanidir. Ne yaparsanız yapın. Ne söylerseniz söyleyin. Yiğide savaş, bayramdır. Hodri meydan”

Paylaşın

CHP’li Ağbaba: Yurttaşlar Ramazan sofrası kuramıyor

CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba, yaptığı yazılı basın açıklamasında, “Erdoğan’ın lebalep doldurduğu kongreler sayesinde, asgari ücretliler ve günlük 50 TL ile geçinmeye çalışan aileler bu yıl ramazanda açlığa terk edilmiş durumda.” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba, yeni tip koronavirüs (Kovid 19) salgını ile birlikte ortaya çıkan ekonomik krize ilişkin yazılı bir basın açıklaması yaptı. Yurttaşların Ramazan sofrası kuramadığı belirtilen açıklama şöyle;

“Pandemi krizi ile birlikte ortaya çıkan ekonomik kriz en çok dar gelirli yurttaşın sofrasını vurmaya devam ediyor. Ekonomik krizin etkisi şaibeli TÜİK verilerinde dahi gizlenemiyor. Artan gıda fiyatları bu yılda yurttaşın ramazan sofrasında ki lokmaları azaltmaya devam ediyor.

Türkiye yüzde 16,19’luk enflasyon oranında Avrupa Ülkeleri arasında 1. Sıradayken, G-20 ülkeleri arasında ise yüksek enflasyonda Arjantin’den sonra 2. Sırada yer alıyor. Dünya’da 30’dan fazla ülkede yıllık enflasyon sıfır ya da sıfırın altında; 50 ülkede yıllık enflasyon yüzde 1’in altında yer alıyor.

Yani bir başka deyişle dünya genelinde 89 ülke, Türkiye’de aylık olarak enflasyonda yaşanan artıştan daha düşük yıllık enflasyona sahip. Erdoğan’ı ramazanda milyonlarca emekçiye verdiği 2,30 TL’lik zam sadece 2 adet daha fazla yumurta almaya yetebiliyor.

Erdoğan ramazan ayında yeni kısıtlamaları açıklarken virüsün yayılma hızından sanki kendisi sorumlu değilmiş gibi faturayı yine çalışanlara kesmişti. Erdoğan’ın fedakârlık istediği yurttaşlar ise ramazan ayında açlığa terk edildi. Sadece geçtiğimiz Mart ayında bugüne;

Yumurtaya yüzde 63, Tavuğa yüzde 44, Ay çiçek yağına yüzde 59, Mercimeğe yüzde 44, domates ve ekmeğe ise en az yüzde 20 oranında zam geldi. Artan zamlar karşısında Erdoğan ise 2,30 Kuruşluk zam ile günlük 50 TL aylık 1500 TL ücretsiz izin desteğini ise müjde olarak sundu.

Asgari ücret 2021 yılında yüzde 21,56 artarak 2825 TL olması alım gücündeki azalışı engelleyemedi. Geçtiğimiz yıl 2324 TL ile asgari ücret ile 4 bin 742 adet yumurta alınabiliyorken, asgari ücretin 2825 TL’ye çıkmasına rağmen yumurtadaki alım gücü 1211 adet daha düştü.

Asgari ücretteki artışa rağmen alım gücü pirinçte 15 kg, unda 10 Kg, Mercimekte ise 47 kg azaldı. Erdoğan’ın lebalep doldurduğu kongreler sayesinde, asgari ücretliler ve günlük 50 TL ile geçinmeye çalışan aileler bu yıl ramazanda açlığa terk edilmiş durumda.”

Paylaşın

Kılıçdaroğlu: Kendinize Bilim Kurulu demeyin ya, bilime ayıp

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, TBMM’de düzenlenen grup toplantısında yaptığı konuşmada, Bilim Kurulu’nu eleştirerek, “Bir de Bilim Kurulu var. Ne dedikleri, söyledikleri belli değil. 4 Nisan itibariyle ABD’yi geçtik vaka sayısında. Dün 193 kişi hayatını kaybetti. Nasıl yönetiliyor bu ülke? Bilim Kurulu hikaye tamamen. Hiçbirisinin bilim ile ilgisi yoktur. Bilim Kurulu dediğin senin dediğin kurallara iktidar uymazsa, izzeti ikbal ile çekileceksin oradan. Tam tersi oluyor. Bilim Kurulu ayrı havada, Sağlık Bakanı ayrı telden çalıyor. Allah aşkına kendinize Bilim Kurulu demeyin ya, bilime ayıp. Saray ise kaç kişi ölürse ölsün diyor” dedi.

Haber Merkezi / Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) düzenlenen grup toplantısında açıklamalarda bulundu.

Kılıçdaroğlu, konuşmasında Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’yla (TCMB) ilgili ileri sürülen ‘rezervler azaldı’ iddiasına yer verdi. “Sordum, 128 milyar dolar nereye gitti? Bu sorunun cevabını almış değiliz. Cevabını veremiyorsa sarayın bekçisine söylesin, o cevap versin. Bizim için fark etmez” ifadesini kullanan Kılıçdaroğlu, “Esnafa sordum, ‘Biz almadık’ diyor. Simitçiye soruyorum, ‘Dalga mı geçiyorsun?’ diyor. 128 milyar dolar nereye gitti diye soran Merkez Bankası Başkanı’nı neden görevden aldınız?” dedi.

Konuşmasında, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi eleştiren Kılıçdaroğlu, “Onun tek derdi var, sarayın bekçiliğini yapmak. Ülkücü kardeşlerime şunu söylemek isterim. Hiç meraklanmayın, ben milliyetçiliğin ne olduğunu Bahçeli’ye de göstereceğim, dünyaya da göstereceğim. Ben saray beslemelerine asla itibar etmeyeceğim” ifadelerini kullandı.

Konuşmasında, genç işsizlik sorununa da değinerek, “Ya gençlerimiz? İşsizler. Bunların hali ne olacak? Gençlere sözüm var, sizin elinizden alınan bütün hakları size iade edeceğiz ve tamamını telafi edeceğiz” diyen Kılıçdaroğlu’nun Grup Konuşması söyle;

“Evet, hepinize en içten sevgiler, saygılar sunuyorum. Değerli konuklarımız, bizleri televizyonları başında izleyen, radyolarında dinleyen, sosyal medya hesaplarında takip eden sevgili vatandaşlarım; hepinize Cumhuriyet Halk Partisi Grubu’ndan sevgilerimizi, saygılarımızı ve muhabbetlerimizi gönderiyorum. Huzurlu bir Türkiye’yi hep beraber istiyoruz.

İzin verirseniz önce bir durum tespiti yapmamız gerekiyor. Çünkü Türkiye farklı bir sürecin içine evrilmeye başladı. Sıkıntılı bir tablo var. Tümüyle yönetim erkini kaybetmiş bir siyasal iktidarla karşı karşıyayız. Kontrolünü kaybetmiş, Türkiye’yi yönetemiyor, ağır sorunların altında ezilen, çaresizlik üreten, çaresizliğini örtbas etmek için sağa sola saldıran, yapay gündemlerle toplumu meşgul etmek isteyen bir siyasi yönetimle, bir kişinin yönetimiyle, bir tek kişiyi hükümetiyle karşı karşıyayız. Cumhuriyet tarihinde ilk kez böyle bir tabloyla karşı karşıyayız. Dolayısıyla önce bir Türkiye tespiti yapmamız gerekiyor. Şu anda pandemi sürecindeyiz. İnsanlar can derdinde. Aşı bekliyorlar. Nerede aşılar? Isparta’ya giden arkadaşlarımız yaşlı bir kadına soruyorlar, kadının söylediği şu: “Bir türlü aşı sırası gelmedi. 70 yaşını aşkınım” diyor. Nerede bu aşılar? Kim bu aşıları bulacak? Kim Türkiye’ye getirecek? Kim halkın can güvenliğini sağlayacak? Bu ülkeyi kim yönetiyor, kim sorumlu bu ülkenin yönetiminden? Bu soruyu herkesin kendisine sorması lazım. Ama özellikle Ak Parti’ye geçmişte oy vermiş, şimdi kafası karışık olan vatandaşlarıma seslenmek istiyorum. Türkiye’nin gidişinden memnunsan, alkışla. “Bu gidiş, gidiş değildir” diyorsan beni dinleyeceksin kardeşim, bu kardeşini dinleyeceksin. Doğruları öğrenmek istiyorsan, bu kardeşini dinleyeceksin. Ben sana her zaman, her yerde, her ortamda doğruları söylemeye devam edeceğim.

Değerli arkadaşlarım; bakın hep beraber sağlık çalışanlarını alkışlıyoruz. Neden? Hiç onları sorguluyor muyuz? Hayır. Günün 24 saatinde çalışıyorlar mı? Evet çalışıyorlar. Çocuklarını bile göremiyorlar. Pandemi ile Covid-19’la mücadele ederken hayatlarını feda ediyorlar. Hayat kurtarmak için hayatını feda eden insanların elleri öpülmez mi değerli arkadaşlarım? Hayat kurtarmak için hayatını feda eden sağlık çalışanlarının elleri öpülmez mi? Bir istekleri vardı. Covid-19 dolayısıyla hayatını kaybedenler için, “meslek hastalığı olsun, bunu kabul edin” dediler. Yapmıyorlar. Niçin yapmıyorsunuz? Vicdan yok mu sizde? Bu insanlar günün 24 saati bizim insanlarımız için çaba harcarken, çalışırken bir taleplerini neden yerine getirmiyorsunuz? Hangi gerekçeyle yerine getirmiyorsunuz? Bunun sorgulanması lazım değerli arkadaşlarım.

Çok sayıda sağlıkçı hayatını kaybetti bu süre içinde değerli arkadaşlarım. Şu soruyu sormak gerekir yine: Bütün bunların sorumlusu kim? Bu ülkeyi yöneten kim? Bu ülkenin yönetiminde söz sahibi olan kim? Böyle acı bir tabloyu Türkiye’nin önüne koyan kim? Ben soruyorum ama her vatandaşımın da sormasını istiyorum, her vatandaşımın da… Her vatandaşımız yeri geldiği zaman “dur arkadaş” demesi lazım. Dur arkadaş ya, yeter artık. Milleti canından bezdirdiler. Buna bakmak lazım.

Değerli arkadaşlarım; iki örnek vereceğim size, pandemi dolayısıyla nelerin yaşandığına dair sadece iki örnek vereceğim ve vicdan sahibi herkesin de bu iki örneği dikkatle dinlemesini isterim. Aslı Özkısırlar, İzmir’de elleriyle yaptığı takıları satarak geçimini sağlıyor. Bir hastalığı var, yatarak tedavi olması lazım ama bir türlü boş yatak bulamıyor. Yok diyorlar boş yatak ve sonunda şu Tweet’i atmak zorunda kalıyor: “Neredeyse 10 günden fazladır hastaneye yatış için bekliyorum. Yatak yok ama siz yapın kongrenizi. Benim çektiğim ağrının, eziyetin ne önemi var sonuçta? Sürünerek ölürsünüz umarım” diye de beddua da ediyor. 21’inci Yüzyıl’ın Türkiye’sinde Aslı Özkısırlar’a yatak bulunamadı ve hayatını kaybetti. Sorumlusu kim? Kim sorumlusu? Yine söyleyecek biliyorum, “Bay Kemal sorumlusu” diyecek. Beyefendi, bu işin baş sorumlusu sensin, sen! Hâlâ bilmiyor musun, sen yönetiyorsun memleketi!

Sırtı kalın olanlara, dayısı olanlara ambulans uçaklar hazır. Her taraftan hastalar getirilir, yatakları hazır, yataklara konur, tedavisi yapılır. Peki garibanlara, dayısı olmayanlara, fakire fukaraya; telefon açıp da bir türlü yatamayan hastaların sözcüsü kim olacak? Onların dertlerini kim dile getirecek? Ben getireceğim, biz getireceğiz. Diyorum ya, “dostlarımızla beraber.” Soruyorlar: “Dostlarınız kim?” Dostlarımız bu ülkenin garibanlarıdır, bu ülkenin işsizleridir, bu ülkenin esnafıdır, bu ülkenin kamyon şoförleridir, bu ülkenin apartman görevlileridir. Bu ülkenin esnafıdır bizim dostlarımız. Bizim dostlarımız bunlardır. Halktır, halk bizim dostlarımız.

İkinci örnek Kayseri’den: Sidar adında 16 yaşında bir kızımız, 16 yaşında. Evine giderken güvenlik görevlisi çağırıyor, “maskeyi nizami takmadın” diyor ve ceza kesiyor. Maskesi var ama nizami takmadı. O nizami hangi ölçü, bilmiyoruz. Nizami takmadın diye ceza yazıyor. Bu Sidar’ın, gencecik fidan gibi kızımızın babası esnaf. 900 lira ceza kesiyorlar. Nereden ödeyecekler 900 lirayı? Ödeyemiyorlar tabii. 22 Mart tarihinde kendisine bir mektup: “23 Mart’ta vergi dairesinde icra servisine geleceksin” diyorlar. Gidiyor kız ve kendisine bir ödeme emri tebliğ ediliyor. Açıklama şöyle: “Borcunuzun menkul veya gayrimenkul mallarınızla, her türlü hak ve alacaklarınızın haczedilerek paraya çevrilmek suretiyle tahsil edileceğini bilin” diyor. 16 yaşındaki kız maskeyi nizami takmamış, takmadığı için 900 lira ceza. 16 yaşındaki kız bunu ödeyemiyor. “Efendim, sen ödemezsen babandan ev haczi, gayrimenkul, menkul ne varsa haczedeceğiz, parayı alacağız” diyor. Peki, bu bir zulüm değil mi?

“Sözüm sözdür, bu ülkeye mutlaka adaleti, adaleti, adaleti getireceğim”

Bir de şuna bakın: Şu tablo neresi? Ak Parti’nin Kongresi. Ya maskesiz bir sürü adam var. Ceza yazan var mı buraya? Yok. Kim bunların dayıları? Sarayda oturanlar, beşli çeteler; dolarla avroyla oynayanlar bunların dayıları. Bunlara ceza yok ama 16 yaşında Kayseri’deki Sidar’a 900 lira ceza. Bunu vicdan kabul eder mi? Ak Parti’ye oy veren kardeşlerime sesleniyorum: Bunu vicdan kabul eder mi? Ahlak kabul eder mi bunu? 16 yaşındaki kıza 900 lira, bunlara sadece alkış, sadece alkış. Bunları doğru kabul etmiyoruz. Çifte standart, devlet yönetiminde olmaz. Birisi için farklı, dayısı olan için; dayısı olmayan için zulüm. Birisine ikramiye, birisine zulmedeceksin. Buna da devlet yönetimi diyeceksin. Devlet böyle yönetilmez. Devlet adaletle yönetilir, bilgiyle yönetilir. Farklılık yaratarak devlet yönetilmez. Vatandaşlar arasında ayrım yapılmaz. O zaman bunlara da 900 lira ceza keseceksin her birine, ben de diyeceğim ki: “Seni kutluyorum arkadaş; vatandaşlar arasında ayırım yapmadın.” Bu tabloyu eğer Ak Partili kardeşlerim, Milliyetçi Hareket Partisi’ne oy veren kardeşlerim içlerine sindiriyorlarsa bir şey demiyorum. İçlerine sindiremiyorlarsa, “burada bir adaletsizlik var” diyorlarsa, beni dinleyin kardeşim. Sözüm sözdür, bu ülkeye mutlaka adaleti, adaleti, adaleti getireceğim.

Bakın değerli arkadaşlar; tuttular ta Karadeniz’den başladılar, kalabalık kongreler… Ya, yanlış bu arkadaş? Kongreler yaptılar, yanlış arkadaş bu. Defalarca söyledik “bunlar yanlıştır” diye. Bakın şu, Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurultayı. Şu da Ak Parti’nin kurultayı. Cumhuriyet Halk Partisi Kurultayı’nda bütün sosyal mesafeler korunmuştur, Ak Parti Kurultayı’nda yoktur. Cumhuriyet Halk Parti devleti yönetmemektedir. Ak Parti’nin bir kişisi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yönetmektedir. Vatandaşa hangisi örnek? Bu tablodan hangisi örnek vatandaş? Bu mu, bu mu? Bu örnekse bilin ki Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni adalette yönetecektir. Böyle olduğu gibi Hiçbir vatandaşının geleceğini tehlikeye atmayacaktır.

Ayrıca bakın değerli arkadaşlarım; kurultay öncesi- gazeteciler burada, sorsunlar gazetecilere- Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurultayı nasıl oldu? Daha önemli bir şey söyleyeyim. Bütün Ak Parti’ye oy veren kardeşlerime seslenmek isterim: Kurultayı yapmadan önce Sağlık Bakanlığı’na yazı yazdık. Hiçbir partilimizin hayatını tehlikeye atmak istemeyiz. Kongremizi nasıl yapalım? “Kapalı yerde yapmayacaksınız, açık yerde yapacaksınız” dediler. “Sosyal mesafeyi koruyacaksınız.” Biz de yaptık. Hiçbir vatandaşımızın hayatını tehlikeye atmadık. Şimdi söyleyin bakalım, devleti kim daha iyi yönetir, kim adaletle yönetir ve kim vatandaşına değer verir? Diyorlar ya, efendim CHP gelse acaba memleketi yönetir mi? Bal gibi yönetir, adaletle yönetir, güzellikle yönetir. Açlık olmaz, sefalet olmaz.

“Kontrolü tamamen kaybetmişler ve devleti yönetemiyorlar”

Bir de Bilim Kurulu var Sağlık Bakanlığı’nda. Allah aşkına kendinize bilim kurulu demeyin. Bilime ayıptır ya, bilime ayıp. Ne dedikleri belli değil, ne söyledikleri belli değil; oturmuşlar koltuğa memlekete bakın arkadaşlar. 4 Nisan itibariyle vaka sayısında Amerika Birleşik Devletleri’ni geçtik. Dün 193 kişi hayatını kaybetti, bunlar da resmi rakamlar. Nasıl yönetiliyor bu ülke? Bilim Kurulu var; hikaye tamamı, hikaye tamamı… Orada oturanların hiçbirisinin bilimle ilgisi yoktur. Bir daha söyleyeyim: Orada oturanların hiç birisinin bilimle ilgisi yoktur. Bilim Kurulu dediğin, senin koyduğun kurallara siyasi iktidar uymazsa izzeti ikbal ile çekilecektir oradan. “Ben bilim insanıyım, sen siyasetçi değilim. Kuralları koydum, buna uyuyorsa hayhay. Uymuyorsan, kusura bakma; beni sadece burada göstermelik olarak tutamazsın” demesi lazım. “Benim bir kişiliğim var, benim bir onurum var, benim bir bilimsel altyapım var. Ben kendi onurumu ezdirmem” diyeceksin. Ama tam tersi oluyor. Oturmuşlar oraya, Bilim Kurulu ayrı havadan, ne dediğini kimse bilmiyor. Sağlık Bakanı ayrı telden çalıyor. Saray ise zaten, “kaç kişi ölürse ölsün, yeter ki benim koltuğun sağlam olsun” diyor. Bu mudur devleti yönetmek? Bir daha söylüyorum: Bu mudur devleti adaletle yönetmek? Bu mudur vatandaşının can ve mal güvenliğini korumak? Bu mudur vatandaşın sağlığını koruma? Kontrolü tamamen kaybetmişler ve devleti yönetemiyorlar. Sadece tek düşündükleri koltukları, bunu yapıyorlar… Peki bu fatura kime çıkıyor değerli arkadaşlarım? Öyle ya, bunun bir faturası vardır. Kime çıkıyor bu fatura? Saray ve beslemelerinin durumu çok iyi. Bir yerden değil, beş yerden maaş alıyorlar, avro üzerinden maaşlarını alıyorlar. Garantili maaşları; istifa etseler bile, işlerine son verilse bile dünyanın parasını alıyorlar. Vergi de ödemiyorlar bunlar. O da başkaları tarafından, başka kurumlar tarafından ödeniyor. Bir elleri yağda, bir elleri balda. 193 kişi hayatını kaybetmiş. Ya insan gece uyumaz ya, gece uyumaz. Bunların umurunda bile değil; 100 kişi değil, 100 bin kişi de ölse olsa umurlarında değil. Bekledikleri tek şey: “Benim cebim nasıl dolacak? Ben paramı nasıl alacağım? Londra’daki bankalara paramı nasıl yatıracağım?” Bunların derdi o. Bunlar tefecilere çalışıyorlar. Bakın beşli çete de çok memnun hayatından, onların da bir sıkıntısı yok. Garantilerin tamamı dövizle… Peki esnafın durumu, manavın durumu, taksicinin durumu, kamyon şoförünün durumu, apartman görevlisinin durumu, sokak satıcılarının durumu, simitçiler durumu, pastacıların durumu, yeşil saha çalıştıranların durumu? Bunların durumu nedir? Saray biliyor mu? Saray bilmiyor. Sarayın umurunda bile değil. “Bin lira verdim, idare edin.” E sen bin lirayla 1 ay geçin bakalım, nasıl geçiniyorsun? Sen bin liraya para ile demiyorsun. Senin gözünün önünde sadece dolar var, Amerikan Doları var, Avrupa’nın Avrosu var. Sen Türk Lirası’nı zaten çoktan boş vermişsin.

Değerli arkadaşlarım; arkadaşlarımızı illere gönderiyoruz, gidin alana bakın. Vatandaşın hangi sorunu var ve biz bu sorunlarla nasıl ilgileneceğiz, birebir görüşün. Isparta’ya gitti 20 milletvekilimiz ve parti meclisi üyelerimiz; 31 Mart-1 Nisan arası oradalardı. Bakın bir esnaf şunu söylüyor: “Ya Ramazan ayı geldi, en çok iş yapacağımız dönemde dükkanlar kapandı.” Bu esnaf kardeşime soruyorum: En çok para kazandığın dönemde, senin dükkanını kapatan kongreleri kim yaptı? Bak Cumhuriyet Halk Partisi kongre yaptı; bütün illerde yaptı, Ankara’da da yaptı. Bir kişinin burnu kanadı mı, bir kişinin? Bir kişi herhangi bir nedenle sağlık sorunu yaşadı mı? Hayır. Ama bunlar vatandaşın sağlığı hiç önemli değil, bunu yapıyorlar. Yine arkadaşların gözlemi: “Her 100 metrede bir dükkan kapatıldığını görüyoruz.” Tabela var, asmış oraya; ya satılıktır veya kapattık dükkanı… Geçinemiyor adam. Kirayı ödeyemiyor adam. Saraydakiler bunu biliyor mu? Bilse ne olur, bilmese ne olur? Onun gözünde esnaf yok ki zaten. Esnafı şöyle görüyor: Nasılsa vururum ensesine tokadı, alırım oyumu. Ama bu esnaf artık eski esnaf değil. Bu esnaf sana sandıkta hesabını soracak; ben bunu gayet iyi biliyorum.

2 bin nüfuslu Aksu İlçesinde “daha 6 aydır açığım” diyor, “dükkanı açtım. 25 bin lirayı bulan veresiye defterim var.” 2 bin nüfuslu küçücük bir yer. 6 ay, 25 bin lirayı bulan veresiye defteri… Millette para yok. Saray’a sormak lazım ve onların beslemelerine de sormak lazım. Bu vatandaşın yaşadığı travmadan, yaşadığı sorunları siz yeteri kadar biliyor musunuz? Travmalardan haberiniz var mı? İntiharlardan haberiniz var mı? Yoksulluk diz boyu, bundan haberiniz var mı?

Yine Aksu İlçesi’nde bir ayakkabıcı, aynen okuyorum söylediklerini: “30 yıldır ayakkabı satarım. İlk defa gelip bana ikinci el ayakkabı var mı diye soruyorlar. İlk defa… 30 yıldır ayakkabı satıyorum, ilk defa gelip bana ikinci el ayakkabı var mı diye sormaya başladı insanlar.” Halkın yeni ayakkabı alamayıp ikinci el sorduğu bir dönemi geçiriyoruz, bir dönemi yaşıyoruz. İkinci Dünya Savaşı’nda bile böyle olmamıştı. Diyorum ya, devleti yönetemiyorlar. Diyorum ya, dağılmış vaziyetteler, tamamen kontrolü kaybetmiş vaziyetteler, ne yapacaklarını bilmiyorlar. Sarayda Lale Devri yaşanıyor. Herkesin bir eli yağda, bir eli balda. Ahali felaket vaziyette, Erdoğan çıkıp esnafın önüne, esnafın dükkanına gidebilir mi? Aksu İlçesi’ne gidebilir mi? Isparta’ya gidip esnaflarla birebir konuşabilir mi? Hayatta gidemez. Belki elli bin korumayla gider, elli bin korumayla. Bu mudur devleti yönetmek? Bu mudur halkçı olmak? Bu mudur milliyetçi olmak? Aynı şeyi Bahçeli’ye de soruyorum. Bu tabloya Bahçeli de destek veriyor, ülkücüleri bunun dışında tutuyorum. Ülkücü kardeşlerimin ne yaptığını gayet iyi biliyorum. Çok rahatsız olduklarını da gayet iyi biliyorum. Bahçeli ayrı… Bütün bu yoksulluğun değirmenine su taşıyan kişidir. Bir daha söyleyeyim, bütün bu yoksulluğun değirmenine su taşıyan kişidir.

Emin olun bunlarda vicdan yok; vallahi de yok, billahi de yok. Kayseri’de Sahabiye Medresesi’nde dükkanlar var. Geçen yıl 9 bin 380 lira kira ödeyen bir esnaftan, bu yıl 20 bin 332 lira istiyorlar. 9 bin 380 liradan, 20 bin 332 lira. Yahu ne oldu da bu kadar büyük bir zam yapıyorsunuz? “Vakıflar Genel Müdürlüğü istedi” diyorlar. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bilgisi yok. Büyükşehir Belediye Başkanı istiyor. Ha buradan yine sandık geldiğinde bütün vatandaşlarımın düşünmesini isterim. Bu Ak Partili belediye; Cumhuriyet Halk Partisi belediyesinde böyle garabetler olmaz. Onlar, halka hizmet ederler. Halk için çalışıyorlar. Görevlerini de, işlerini de tıkır tıkır yaparlar. Engel çıkarıyorlar, engelden şikayet etmezler. Engelleri aşmasını bilir, halka giderler. Kayserili kardeşime, bu esnaf kardeşime de. Orada görev yapan, çalışan, alın teri döken esnaf kardeşimize de söylüyorum: Sandık gelecek, bu kardeşine oy vereceksin, Cumhuriyet Halk Partisi’ne oy vereceksin. O paraların tamamını sana iade edeceğim faizi ile beraber.

“Dünyadaki bütün mezarlıklar vazgeçilmez adamlarla doludur”

Devleti yönetiyorlar, perişan ettiler. Bakın değerli arkadaşlar, 2020 yılında, geçen sene, Esnaf ve Sanatkar Sicil Gazetesi var. 99 bin 588 esnaf, 2020 yılında iflas etti, dükkanını kapattı. Bu 99 bin kişi nasıl yaşıyor acaba? Devleti yöneten iradenin şunu sorması lazım: “Bu 99 bin kişi iflas etti, bunların aileleri, çocukları var. Bir sorun bakayım ya, bunlar geçimlerini neyle sağlıyor?” Saray bunu sorabilir mi? Soramaz, sormaz da saten. 99 bin kişi ölmüş, onun umurunda bile değil. İflas etmiş, umurunda bile değil. Onların çocukları var, umurunda bile değil. Umurunda olan tek şey var: Koltuğumu nasıl korurum. Koltuk insanı büyütmez, insanı büyüten akıldır akıl. İnsanı büyüten adalet duygusudur. Koltuğa oturdun, kendini vazgeçilmez adam görüyorsun. Dünyadaki bütün mezarlıklar vazgeçilmez adamlarla doludur. Yoktur öyle bir şey.

Son 14 ayda en az 124 bin 910 esnafımız iflas etti arkadaşlar. İzledikleri yanlış politikanın getirdiği fatura budur. Sadece esnaf mı? Çiftçiye bakalım, çiftçinin durumuna bakalım. Çiftçi de hayatından memnun mu? Hayır, onun da sıkıntıları var. Defalarca söyledim; Nevşehir’de, Kırşehir’de 400-450 ton patates depolarda duruyor, yeşillendi. Alacak kimse yok… Alacak kimse yok ama banka haciz gönderiyor traktörüne, hayvanına, arabasıyla, evine. Nasıl geçinecek bu adam? Zamanında taksitlendirin dedik, yapmadılar. Şimdi Tarım Kredi Kooperatifleri, “borcu dolayısıyla taksitlendireceğiz” diyorlar. Güzel. Yeniden yapılandıracağız, güzel. Faizi ne yapıyorlar değerli arkadaşlar? 11’den, 18’e çıkarıyorlar. Yahu neyin fiyatı düştü de sen bunu bu kadar yükseltiyorsun? Sen üreticinin elindeki patatesi aldın mı? Üreticinin elinde depolarda bekleyen elmayı aldın mı? Nasıl ödeyecek bu adam? Mal depoda, icra kapıda; banka gelmiş, Tarım Kredi gelmiş, “parayı öde.” “Malı al ki, parayı ödeyeyim. Malım satmadıktan sonra ben nasıl ödeyeceğim?” Çiftçinin de bu saray hükümetinden alacağı var. Saray hükümetinden çiftçinin alacağı var. Ödemiyor parasını. Değerli arkadaşlarım; eskiden yapılandırmada 5 taksitti, şimdi yüzde 30’u peşin 3 taksit. Nasıl ödeyecek bu adam? Çiftçi nasıl ödeyecek bunu? Çiftçi de memnun değil. O da biliyor başına gelenleri. Yaşıyor zaten. Traktöre haciz gelmiş, evine haciz gelmiş, hayvanına haciz gelmiş; nasıl geçinecek bu adam? Tarlasını haciz gelmiş.

Çiftçinin dışında, emekliler; peki, emekliler hayatımdan memnun mu? Soralım emekliye. Eğer emekli kardeşimiz hem Emekli Sandığı’ndan, hem yönetim kurulu üyeliklerinden, bir yerden değil beş yerden maaş alıyorsa hayatımdan memnun. Sarayda bunlardan dolu, lebâleb sarayda dolu, hepsi orada. Ne kadar bir yerden değil, 3 yerden, 5 yerden maaş alanların alayı orada, tamamı orada. Peki aşağıda? Hakkari’deki, Siirt’teki, Rize’deki, Çankırı’daki, Tekirdağ’daki, İzmir’deki emeklinin durumu ne? Perişan vaziyette. Bin lira ikramiye verdiler 2018’de; ya her şeye zam geldi kardeşim, her şeye zam geldi. Buna da zam yap. Enflasyon oranında zam yap. 1680 lira tutuyor olması gerekiyor, 1500 lira yap. “Yapmam” diyor. “Vermem” diyor. Niçin? “Emekli de hayatından memnun” diyor. “Beni görünce beni alkışlıyorlar emekliler. O zaman demek ki durumları çok iyi” diyor. Hepimizin oturup düşünmesi lazım. Emekli kardeşlerimin de oturup düşünmesi lazım. 2 maaş ikramiyeyi alman için verdiğimiz mücadeleyi düşünün. Emekli ikramiyesini en az bin 500 lira yapacağız, en az bin 500 lira. Emekliyi öyle bir hale soktular ki, gramla, gramla et alıyor. Tavuğu dörde bölüyor, bir parçasını alıyor Bursa’da anlattılar.

Değerli arkadaşlarım; 7 milyon 900 bin emekli, 7 milyon 900 bin emekli, asgari ücretin altında aylık alıyor. Bu emeklerin günahı ne? Bu emekliler 30-35 yıl çalıştılar, alın teri döktüler, sigorta primlerini ödediler, gelir vergisi ödediler, emekli oldular. Emekli oldular diye saray iktidarı bunlara zulmetmeye başladı. “Para vermem” diyor size. “Enflasyon yüzde 8 diyor, yüzde 8 vereceğim. Yüzde 7 diyor, yüzde 7 vereceğim.” Peki enflasyon kaç? Margarin; son bir yılda, son bir yılda margarinin fiyatı yüzde 39 arttı, tavuk eti yüzde 44 arttı, mercimek yüzde 50 arttı. Mısırözü yağı yüzde 55, ayçiçeği yağı yüzde 60, yumurta fiyatını yüzde 64 zam geldi. Emekliye yüzde 8, “bununla idare et” diyor. Neden? “Para yok” diyor. E saraya para var, malı götürenlere para var. Her türlü imkanı veriyorsun. Üstelik para var, dolarla para var, avroyla para var. Türk lirası da geçmiyor orada. Bu zulüm değil midir? Bu zulümdür.
Bakın değerli arkadaşlarım; ayrıca dul-yetim aylığı alanlar var, emekliler dışında dul-yetim aylığı alanlar var. 2 milyon 600 bin kişi; bunlar ayda kaç lira alıyor biliyor musunuz? 763 lira. 763 liraya dul ve yetim geçinmeye çalışıyor, 763 lira… Bunlarda vicdan var mı ya, bunlarda ahlak var mı? Bunlarda insan sevgisi var mı? Bunlar sefaleti bilmiyorlar. İstanbul’da Nişantepe’ye gittim. Erdoğan’ın gidip, orayı görmesini isterim. Diyecek: “Burası Türkiye mi, Afrika mı?” Afrika değil beyefendi, orası Türkiye ama senin haberi yok. Altında uçakların var. Hiçbir padişaha nasip olmayacak kadar sarayların var. Görmüyor musun milletin halini? Milletin perişanlığını görmüyor musun? 2002 yılında en düşük emekli aylığı ile yedi çeyrek altın alınıyordu. 2002 yılında, yani bunların iktidar olduğunda en düşük emekli aylığı ile yedi çeyrek altın alınıyordu, şimdi iki çeyrek… Emekliler de böyle. Onları da boş verdiler.
Ya gençlerimiz ve işsizlerimiz; bunların hali ne olacak? 19 yıl devleti yöneteceksin, 19 yıl 10 milyon 287 bin işsiz olacak. 10 milyon 287 bin işsiz yaratacaksın, sonra da çıkıp, “bu memleketi ben güzel yönetiyorum” diyeceksin. 10 milyonu aşkın işsizin olduğu bir yerde hangi güzellikten bahsediyorsun sen? Üniversiteyi bitirmiş pırıl pırıl çocuklar; senin bu çocukları, bu evlatlarımızı umutsuzluğa sevk etmeye hakkın var mı ya? Böyle bir hak sana verildi mi? Senin durumunu iyi, saraydakilerin durumu iyi, çocuklarının durumu iyi, beslemelerin durumu iyi; herkes birden fazla maaş alıyor, birden fazla yerden maaş alıyor. Üniversiteyi bitirmiş, üstelik en iyi okulları bitirmiş olanlar işsiz. İşsizliğin ne olduğunu acaba Erdoğan biliyor mu?

Değerli arkadaşlarım; gençlerle konuştum: “KPSS’den alsınlar bizi, sınavdan başarılıyız ama sözlüde eleniyoruz.” Bunu kesinlikle kaldıracağız. Ne mülakatı? Girmiş, sınavda başarılı olmuş, almış 93 puanı. “Gel kardeşim, çalış” diyeceksin. Dayın yoksa eleniyorlar, akraban yoksa eleniyorlar, siyasi yandaşın mı yoksa sözlüde eliyorlar. Bu haksızlığı gidereceğiz. Sayıştay raporlarına göre, 138 bin 393 öğretmen açığı var. Tamamını dolduracağız, tamamını. Ne demek 20 bin, 40 bin. Kardeşim, 138 bin 393 öğretmen açığı var. Bu öğretmenler ne yapacak? Evlatlarımızı yetiştirecekler. Eğitimden tasarruf edilir mi? Eğitimden tasarruf edilmeyeceğini en iyi anneler-babalar bilir; kendisi yemez çocuğuna yedirir, kendisi giymez, çocuğuna giydirir. Kredi Yurtlar Kurumu’ndan borç almışlar, aile durumu iyi değil üniversiteyi okurken. Şimdi hem faiz, hem işsiz. İş ver, parayı alacaksan ondan sonra al. Hem iş vermiyorsun ve diyorsun, “borcunu öde.” Nasıl ödeyecek, nasıl ödeyecek? “İcra göndereceğim, babanın malvarlığına el koyacağım.” Babanın ne günahı var? Zaten durumu iyi olsa kredi almazdı. Bunları bitireceğiz, tamamını bitireceğiz. Gençlere sözüm var gençlere, gençlere sözüm var: Sizin elinizden alınan bütün hakları size iade edeceğiz ve tamamını telafi edeceğiz.

“Bu tablo, Türkiye’nin kabul edeceği bir tablo değil”

Bakınız, 28 kez Türkiye şampiyonu olan bir kardeşim var, Elazığlı hemşerim, 28 kez… Pazarda yumurta satarak geçiniyor. Bu bir devlet ayıbı değil midir? Bu ayıp değil midir? Niye buna iş yok? Torpili olmadığı için, dayısı olmadığı için. Değerli arkadaşlarım; bir üniversite öğrencisi, işsiz mühendis, inşaat mühendisi, “üniversiteye gidip, diplomamı alırken çok üzüldüm” diyor. “İşsizim” diyor. “Bu diplomanın bir işe yaramadığını gördüm” diyor. Dayın yoksa arkanda, yakının yoksa bir siyasi, ister KPSS’den 100 puan al, yine de bir iş bulamıyorsun. Bunu yaratan kim? Gençlere soruyorum.: Bu tabloyu Türkiye’nin önüne, bu tabloyu gençlerin önüne koyan kim? Saraydakiler… Çok derin ve üzüntülüyüz değerli arkadaşlarım. Bu tablo, Türkiye’nin kabul edeceği bir tablo değil.

Değerli arkadaşlarım; zulüm var. Evet, zulümle yönetiyorlar. Evet, ben bunu gayet iyi biliyorum. Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri eylem yapıyor. Silah var mı? Yok. Saldırı var mı? Yok. Saldırıyı yapan kim? Sarayın polisleri. Olmaz arkadaşlar… Boğazını sıkıyorsun, niçin? Birisini mi dövdü? Hayır. Elinde silah mı var? Hayır. Neden peki bunu yapıyorsun? “Talimat geldi.” Talimatı verene iyi dikkat edin. Sevgili gençler; talimatı verene iyi dikkat edin. Sizin nefesinizi kesiyorlar, boğazınıza biniyorlar, hak arama talebinizi kesmek istiyorlar. “Neden gençler haklarını arıyorlar” diye bir korku ve kaygı içindeler. Benim size sözüm var, bütün gençlere, benim size sözüm var. Türkiye Cumhuriyeti coğrafyasında Allah’ın izniyle iktidar olduğumuzda, bizi özgürce eleştirebileceksiniz, bu hakkı vereceğiz size.

Herkesi terörist ilan ediyorlar, herkesi darbeci ilan ediyorlar. En zor koşullarda yaşayanlar da Roman vatandaşlarımız. Değerli arkadaşlarım, 8 Nisan Dünya Romanlar Günü. Allah’ın verdiği bir yetenek var, bunların müzik kulakları çok iyi. Bunlar sokak ekonomisi dediğimiz, günlük yaşayan insanlar ama bunlar yaşamıyorlar şimdi açlık çekiyorlar. Dünya Romanlar Günü’nde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde romanlar en büyük açlığı ve yoksulluğu yaşayan kesim. Onların da haklarına sahip çıkmamız lazım.

Değerli arkadaşlar; tablo böyle. Diyorum ya, tamamen kontrolü kaybetmiş vaziyetteler. İşleri güçleri CHP’ye saldırmak, Cumhuriyet Halk Partisi’ne saldırmak. Geçen bir toplantıda söyledim, hep bize saldırıyorlar. Ya biz ne zaman iktidar olduk tek başımıza, ne zaman olduk? Hani iktidar olalım da bizi eleştirin. Şimdi olacağız ama halkın desteği ile olacağız, milletin desteği ile olacağız. Türkiye Cumhuriyeti Devleti nasıl adaletle yönetilirmiş, bütün dünyaya göstereceğiz.

Ve Ak Parti’ye ve Milliyetçi Hareket Partisi’ne geçmişte oy veren vatandaşlarıma sormak isterim. Sordum, defalarca sordum: 128 Milyar dolar nereye gitti? Merkez Bankası’nın kasasındaki 128 milyar dolar nereye gitti? Bu sorunun cevabını almış değilim. O sormuyorsa, cevabını veremiyorsa, sarayın bekçisine söylesin, o bize cevap versin. Bizim için fark etmez, 128 milyar dolar nereye gitti? Kim aldı 128 milyar doları? Esnafa sordum, “yok biz almadık” diyor. Simitçiye sordum, “dalga mı geçiyorsunuz?” diyor. Manava soruyorsun, yok. Emekliye soruyorsun, “ne doları?” diyor, Türk Lirası bile bulamıyoruz. Kim aldı 128 milyar doları ve “128 milyar dolar nereye gitti?” diye soran Merkez Bankası Başkanı’nı neden görevden aldın? Neden görevden aldın? Gerçekler görülmesin diye mi?

Değerli arkadaşlarım; Bahçeli hiçbir zaman işsizlerin derdini dile getirmedi, esnafın derdini dile getirmedi, çiftçinin derdini dile getirmedi. Onun tek derdi var, sarayın bekçiliğini yapmak, Cumhuriyet Halk Partisi’ne saldırmak. O görevi vermişler, “sen bizim adımıza bunu yap” diye. Bu cevabı, bunu verirken üzülüyorum, gerçekten üzülüyorum ama ülkücü kardeşlerime şunu seslenmek, şunu söylemek isterim: Sevgili ülkücü kardeşim, hiç meraklanma; ben milliyetçiliğin ne olduğunu Bahçeli’ye de göstereceğim, dünyaya da göstereceğim. Ben saray beslemelerine asla ve asla itibar etmeyeceğim.

Bütün bunlar olurken, “vay efendim Türkiye’de darbeciler var.” Ne darbesi ya, ne darbesi kardeşim? Montrö Sözleşmesi dolayısıyla emekli büyükelçiler açıklama yaptı, tık yok. Emekli amiraller açıklama yaptı, mal bulmuş mağribi gibi “vay efendim yeniden darbe.” Ne darbesi kardeşim, ne darbesi kardeşim? Ne paranoyası kardeşim bu? Bütün bunların üstünü örtmek için. Esnafın derdi dile gelmesin, çiftçinin derdi dile gelmesin, işsizlik sorunu konuşulmasın, çiftçi sorunuyla baş başa kalsın, milletin dikkatini bir yere çekelim; koro halinde… Yahu zaten bunlar daha önce defalarca gazetelerde yazıldı, televizyonlarda söylendi. Sen çıkıp baştan, en baştan: “Ne Montrö Sözleşmesi kardeşim? Ne Lozan’ı kardeşim? Lozan da, Montrö de bizim güvencemizdir, Türkiye’nin güvencesidir” desen, zaten bir şey olmayacak. Sesini çıkarmıyorsun. Kalkıyorsun, ondan sonra da: “Vay efendim, nasıl olur bu? Bunlar darbeci.” Yok kardeşim, geçti onlar. Kimse yemiyor artık bu numaraları, millet de yemiyor artık bu numaraları. “Kardeşim ben açım, aç” diyor. Dükkan kapalı, dükkan; sen neden bahsediyorsun? Adam bir de emekli, emekli amiral. Ya emekliler dünyanın neresinde darbe yaptı? Bunlar akıllarını gerçekten peynir ekmekle yemişler. Bu kadar saçmalığı Türkiye Cumhuriyeti Devleti hiç görmedi ve duymadı.

“Bu numaraların hiçbirisini bu millet yemiyor”

Şu gerçeği herkes bilsin: Artık ortada bizim anladığımız anlamda devleti sağlıklı yöneten bir iktidar yoktur. Devleti sağlıklı yöneten bir iktidar yoktur. Ortak da sağlıklı bir ortak değil. Bakanlar, bakan değil. Bürokratlar ise hiç bürokrat değil, tamamı yağcılardan oluşmuş, tamamı ve evet efendimci. Akıllarını kiraya vermişler. Gündemi büyütmek ve halkın gündemini çalmak için telefonla Yargıtay’a: “Siz de bir bildiri yayınlayın.” Hepsi esas duruşta. Ya ben bilirdim, esas duruş askerlikte olurdu. Bu sivil darbeden sonra, sivil hayatta da esas duruş başladı. “Derhal, emredersiniz” onlar bir açıklama. Danıştay’a telefon: “Hayhay.” Şuraya telefon, üniversiteye telefon, “sizler de açıklama yapın.” Ya Allah bunlara akıl fikir versin gerçekten ya. Diyorum ya, artık bunlar devleti yönetemiyorlar. Bu milletin yakasından düşmek zorundadırlar. Bu numaraların hiçbirisini bu millet yemiyor. Millet diyor ki: “Kardeşim bırak bağırmayı, bırak suçlamayı, sandığı getir sandığı” diyor.

Teşekkür ederim. Polis Haftamız var, polis kardeşlerimiz gerçekten de can ve mal güvenliğimizi sağlayan kardeşlerimiz. Onlara minnet borçluyuz. 176. yılını kutluyorlar. 10 Nisan Polis Haftası, Polis Günü, onlara şükran borçluyuz. Polis kardeşlerimiz diyorlar ki: “Biz şehit olmaktan korkmuyoruz ama emekli olmaktan korkuyoruz. Çünkü 3600 ek gösterge çıkmalı.” Bütün polis kardeşlerime sözüm sözdür, sözüm söz: 3600 ek göstergeyi çıkaracağım, hiç endişe etmeyin.

Efendim, bu darbe marbe hikayelerini güçlendirmek için bakıyorlar ki havuz medyasını yeteri kadar kullanamıyorlar, -çünkü itibarı yok- bir parça itibarı olan Hürriyet Gazetesi üzerinden bu sefer Cumhuriyet Halk Partisi’ne saldırmaya başladılar. İnsan üzülüyor, o gazetenin geçmişine üzülüyor insan. Halkın gazetesiydi, Türkiye’nin en çok satan gazetesiydi ve gerçekten medyanın amiral gemisiydi, şimdi kuyrukta sandal bile olamadı, sandal bile olamadı. Efendim: “CHP, bildiri, darbe bildirisi, bilmem neler…”, gündem yaratıyor sözde! O da, CNN Türk de; bu ikisi ne yaparsa yapsın, bildiğimiz yoldan dönmeyeceğiz, dönmeyeceğiz, dönmeyeceğiz!

Bir şey daha, bir şey daha… Teşekkür ederim. Hep Erdoğan’ı eleştiriyoruz, bir de Erdoğan’ı övelim. O kadar da olmaz yani. Açıklama yapmış Erdoğan: “Vatanı satmak, kendi dirayetsizliğiniz, kendi iş bilmezliğiniz yüzünden ülkeyi kriz üzerine krize sokmakla olur” diyor. “Dirayetsizliğiniz, iş bilmezliğiniz yüzünden ülkeyi krizden krize sokuyorsanız, bu vatanı satmaktır” diyor. Vatanı satmak demek, vatana ihanet etmek demektir. Erdoğan’ın bu sözünü tutacağım, Allah’ın izniyle iktidar olduğumuzda, bu vatan hainlerinin hepsinden hesap soracağım.”

Paylaşın

CHP’li Böke’den ’emekli amiraller bildirisi’ yorumu: Anayasal ifade özgürlüğü

Emekli amirallerin yayınladıkları bildiriye ilişkin sosyal medya hesabından değerlendirmede bulunan CHP Genel Sekreteri Selin Sayek Böke, “Emekli amirallerin açıklaması anayasal ifade özgürlüğüdür. Bundan anayasal düzeni yıkma girişimi çıkarmak, kumpas davaları dönemini anımsatıyor dedi.

Haber Merkezi / Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Sekreteri Selin Sayek Böke, emekli amirallerin bildirisine ilişkin sosyal medya hesabı üzerinden açıklamada bulundu.

“Emekli amirallerin açıklaması anayasal ifade özgürlüğüdür” diyen Böke’nin konuya ilişkin yaptığı açıklama şöyle;

“Emekli amirallerin açıklaması anayasal ifade özgürlüğüdür. Bundan anayasal düzeni yıkma girişimi çıkarmak, kumpas davaları dönemini anımsatıyor. İktidar, gözaltılarla korku yaratmak, sessizlik sağlamak istiyor. Toplumun tüm kesimlerinin ifade özgürlüğünü savunmaya devam edeceğiz”

Emekli amiraller bildirisi;

“Son zamanlarda gerek Kanal İstanbul, gerekse Uluslararası Antlaşmaların iptali yetkisi kapsamında Montrö Sözleşmesi’nin tartışmaya açılması endişe ile karşılanmaktadır.

Türk Boğazları, dünyanın en önemli suyollarından biri olup, tarih boyunca çok uluslu antlaşmalara göre yönetilmiştir. Bu antlaşmaların sonuncusu ve Türkiye’nin haklarını en iyi şekilde koruyan Montrö; sadece Türk Boğazlarından geçişi düzenleyen bir sözleşme değil, Türkiye’ye İstanbul, Çanakkale, Marmara Denizi ve Boğazlardaki tam egemenlik haklarını geri kazandıran, Lozan Barış Antlaşmasını tamamlayan büyük bir diplomasi zaferidir. Montrö, Karadeniz’e kıyıdaş ülkelerin güvenliğinin temel belgesi olup Karadeniz’i barış denizi yapan sözleşmedir. Montrö, Türkiye’nin herhangi bir savaşta, savaşan taraflardan birinin yanında istemeden savaşa girmesini önleyen bir sözleşmedir. Montrö, Türkiye’nin II. Dünya Savaşında tarafsızlığını korumasına imkân yaratmıştır. Bu ve benzeri nedenlerle, Türkiye’nin bekasında önemli bir yer tutan Montrö Sözleşmesinin tartışma konusu yapılmasına/masaya gelmesine neden olabilecek her türlü söylem ve eylemden kaçınılması gerektiği kanaatindeyiz.

Diğer taraftan; son günlerde basında ve sosyal medyada yer alan kabul edilemez nitelikteki bazı görüntüler, haber ve tartışmalar ömrünü bu mesleğe adamış bizler için çok derin bir üzüntü kaynağı olmuştur. TSK ve özellikle Deniz Kuvvetlerimiz son yıllarda; çok bilinçli bir FETÖ saldırısı yaşamış ve çok değerli kadrolarını bu hain kumpaslara kurban vermiştir. Bu kumpaslardan çıkarılacak en önemli ders; TSK’nin, anayasanın değişmez, değiştirilmesi teklif edilemez temel değerlerini titizlikle sürdürmesi zaruretidir.

Bu gerekçelerle, TSK ve Deniz Kuvvetlerimizi bu değerlerin dışına çıkmış, Atatürk’ün çizdiği çağdaş rotadan uzaklaşmış gösterme çabalarını kınıyor ve tüm varlığımızla karşı çıkıyoruz. Aksi halde, Türkiye Cumhuriyeti, tarihte örnekleri olan, bunalımlı ve bekası için en tehlikeli olayları yaşama risk ve tehdidi ile karşılaşabilecektir.

Türk Milletinin bağrından çıkan şanlı bir geçmişe sahip, Ana ve Mavi Vatan’ın koruyucusu Deniz Kuvvetleri Komutanlığı personelinin Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda yetiştirilmesi elzemdir. Ülkemizin her köşesinde denizde, karada, havada, iç güvenlik bölgesinde ve sınır ötesinde fedakârca görev yapan, Mavi Vatandaki hak ve menfaatlerimizin korunması için Atatürk’ün gösterdiği yolda canla başla çalışan cefakâr Türk Denizcilerimizin yanındayız.

Deniz Şehitlerimizi anarak Saygıyla duyururuz.”

Paylaşın

Kılıçdaroğlu: Özgür ve demokratik Türkiye’yi inşa edeceğimizin sözünü veriyorum

‘5 Nisan Avukatlar Günü’ dolayısıyla sosyal medya hesabından bir mesaj yayımlayan CHP lideri Kılıçdaroğlu, mesajında, “Yargının bağımsız ve tarafsız olacağı, özgür ve demokratik Türkiye’yi inşa edeceğimizin sözünü veriyorum” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 5 Nisan Avukatlar Günü dolayısıyla sosyal medya hesabından bir mesaj yayımladı.

CHP Lideri Kılıçdaroğlu, mesajında, “Tüm baskı ve sindirme politikalarına rağmen mesleğini onuruyla omuzlayan değerli Avukatlarımızı selamlıyorum. Hukukun üstünlüğünün yeniden hâkim, yargının bağımsız ve tarafsız olacağı, özgür ve demokratik Türkiye’yi inşa edeceğimizin sözünü veriyorum” ifadelerine yer verdi.

5 Nisan 1958 tarihinde İzmir Ticaret Odası toplantı salonunda yapılan 2 günlük toplantı sonunda Barolar Birliği’nin kuruluş çalışmaları başlamıştır. Yapılan araştırmalar sonucu ilk olarak İstanbul Barosu’nun 80 yıl önce 5 Nisan 1878 de toplanıp genel kurul yapmış olduğu anlaşılmış ve 5 Nisan Avukatlar Günü ilan edilmiştir.

Paylaşın

Fazıl Say’dan CHP’ye sert sözler: Kazanmaktan da korkuyorsunuz

Sosyal medya hesabında ‘CHP’ye naçizane bir eleştiri’ notuyla bir paylaşımda bulunan Fazıl Say, paylaşımında, “Siz kazanamazsınız kardeşim. Siz kazanmaktan da korkuyorsunuz. Siz iktidardan korkuyorsunuz. Siz genç nesile ulaşmaktan, 40 yıllık Kürt sorunundan korkuyorsunu… Atatürk’ü hele hiç anlamamışsınız, anlamadığınız Atatürk’ün maalesef tahmini 100 yıl gerisindesiniz” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / Piyanist ve besteci Fazıl Say, kişisel Instagram hesabında ‘CHP’ye naçizane bir eleştiri’ notuyla bir paylaşımda bulundu. Say, paylaşımında, “Siz korkunun çağındasınız. Ve maalesef bunu bize yansıtıyorsunuz ve bizi eritiyorsunuz. Bize; bu ülkede, özellikle gençlere ve kadınlara, gerçek anlamda umut vermemenizin nedenidir; bu korku.” dedi.

Paylaşımında, “Siz kazanamazsınız kardeşim. Siz kazanmaktan da korkuyorsunuz. Siz iktidardan korkuyorsunuz. Siz genç nesile ulaşmaktan, 40 yıllık Kürt sorunundan korkuyorsunu… Atatürk’ü hele hiç anlamamışsınız, anlamadığınız Atatürk’ün maalesef tahmini 100 yıl gerisindesiniz” ifadelerini kullanan Say, şunları söyledi;

“Korku, korku… Korku kötü şeydir. Korku kendinde başlar. Ve maalesef sevginin zıttıdır, cesur olmayan sevemez. Cesur olmayan kazanamaz. Siz kazanamazsınız kardeşim! Siz kazanmaktan da korkuyorsunuz! Siz iktidardan korkuyorsunuz! Siz genç nesile ulaşmaktan, 40 yıllık Kürt sorunundan korkuyorsunuz! Siz laiklik savunmayı da bu korkuyla yapamazsınız. Laiklik savunmayan kadın haklarını savunacak? ‘Olanın iyisi’? Bu ama öyle bir konu değil…

Salgını, şu tüm hataları, Türkiye’nin durumunu; her şeyi… Siz Atatürk’ü hele hiç anlamamışsınız, anlamadığınız Atatürk’ün maalesef tahmini 100 yıl gerisindesiniz, korku yılı olarak da 100 ışık yılı gerisindesiniz, Atatürk ‘bugünkü sizin’ çok ilerinizde, sandığınızdan da ilerisinde. Çünkü ‘korkmuyordu’ o. Korku ışık yıllarıyla ölçülür…

Siz korkunun çağındasınız. Ve maalesef bunu bize yansıtıyorsunuz ve bizi eritiyorsunuz. Bize; bu ülkede, özellikle gençlere ve kadınlara, gerçek anlamda umut vermemenizin nedenidir; bu korku. Tek tavsiyem var kardeşim; içinizde korkmayanların sayısını arttırın. Gençler cesur, kadınlar cesur, sayısını arttırın. Bırakın korkuyu. Bize cesur insanlarla gelin. Sıkışıp kalmışlığınızı atın. Dertlerinizi atın. Nefes alın. Nefes! Güven verin.”

Paylaşın

Kılıçdaroğlu’ndan ’emekli amiraller bildirisi’ açıklaması: Bu sahte gündemler tutmaz

Emekli amirallerin bildirisine ilişkin sosyal medya hesabı üzerinden açıklama yapan CHP Lideri Kılıçdaroğlu, “Bu sahte gündemler tutmaz. Halkımızın tek gerçek gündemi sofrasıdır. Büyük ve ünlü Ekonomist Erdoğan, yarattığın ekonomik yıkım ile seni yüzleştireceğim. Geleceğini kararttığın gençlerimizin hikayelerini buradan paylaşacağım.” dedi.

Haber Merkezi / CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, emekli amirallerin bildirisiyle ilgili sosyal medya hesabından açıklamada bulundu.

Parti Sözcüsü Faik Öztrak’ın emekli amirallerin yayımladığı bildiriyle ilgili sözlerini AKP’nin mağduriyet kastığı sahte gündemleri konuşmaya değer bulmuyoruz. Genel Başkanımız dünden beri işsiz gençleri can kulağı ile dinlemektedir. Gençlerimizin hali saraylardan görünmüyor ama bizden söylemesi bu gençler manipülasyon nedir biliyorlar. Boşuna nefesinizi harcamayın” alıntılayan CHP Lideri Kılıçdaroğlu, konuya ilişkin şu ifadeleri kullandı;

“Bu sahte gündemler tutmaz. Halkımızın tek gerçek gündemi sofrasıdır. Büyük ve ünlü Ekonomist Erdoğan, yarattığın ekonomik yıkım ile seni yüzleştireceğim. Geleceğini kararttığın gençlerimizin hikayelerini buradan paylaşacağım.”

Emekli amiraller bildirisi;

“Son zamanlarda gerek Kanal İstanbul, gerekse Uluslararası Antlaşmaların iptali yetkisi kapsamında Montrö Sözleşmesi’nin tartışmaya açılması endişe ile karşılanmaktadır.

Türk Boğazları, dünyanın en önemli suyollarından biri olup, tarih boyunca çok uluslu antlaşmalara göre yönetilmiştir. Bu antlaşmaların sonuncusu ve Türkiye’nin haklarını en iyi şekilde koruyan Montrö; sadece Türk Boğazlarından geçişi düzenleyen bir sözleşme değil, Türkiye’ye İstanbul, Çanakkale, Marmara Denizi ve Boğazlardaki tam egemenlik haklarını geri kazandıran, Lozan Barış Antlaşmasını tamamlayan büyük bir diplomasi zaferidir. Montrö, Karadeniz’e kıyıdaş ülkelerin güvenliğinin temel belgesi olup Karadeniz’i barış denizi yapan sözleşmedir. Montrö, Türkiye’nin herhangi bir savaşta, savaşan taraflardan birinin yanında istemeden savaşa girmesini önleyen bir sözleşmedir. Montrö, Türkiye’nin II. Dünya Savaşında tarafsızlığını korumasına imkân yaratmıştır. Bu ve benzeri nedenlerle, Türkiye’nin bekasında önemli bir yer tutan Montrö Sözleşmesinin tartışma konusu yapılmasına/masaya gelmesine neden olabilecek her türlü söylem ve eylemden kaçınılması gerektiği kanaatindeyiz.

Diğer taraftan; son günlerde basında ve sosyal medyada yer alan kabul edilemez nitelikteki bazı görüntüler, haber ve tartışmalar ömrünü bu mesleğe adamış bizler için çok derin bir üzüntü kaynağı olmuştur. TSK ve özellikle Deniz Kuvvetlerimiz son yıllarda; çok bilinçli bir FETÖ saldırısı yaşamış ve çok değerli kadrolarını bu hain kumpaslara kurban vermiştir. Bu kumpaslardan çıkarılacak en önemli ders; TSK’nin, anayasanın değişmez, değiştirilmesi teklif edilemez temel değerlerini titizlikle sürdürmesi zaruretidir.

Bu gerekçelerle, TSK ve Deniz Kuvvetlerimizi bu değerlerin dışına çıkmış, Atatürk’ün çizdiği çağdaş rotadan uzaklaşmış gösterme çabalarını kınıyor ve tüm varlığımızla karşı çıkıyoruz. Aksi halde, Türkiye Cumhuriyeti, tarihte örnekleri olan, bunalımlı ve bekası için en tehlikeli olayları yaşama risk ve tehdidi ile karşılaşabilecektir.

Türk Milletinin bağrından çıkan şanlı bir geçmişe sahip, Ana ve Mavi Vatan’ın koruyucusu Deniz Kuvvetleri Komutanlığı personelinin Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda yetiştirilmesi elzemdir. Ülkemizin her köşesinde denizde, karada, havada, iç güvenlik bölgesinde ve sınır ötesinde fedakârca görev yapan, Mavi Vatandaki hak ve menfaatlerimizin korunması için Atatürk’ün gösterdiği yolda canla başla çalışan cefakâr Türk Denizcilerimizin yanındayız.

Deniz Şehitlerimizi anarak Saygıyla duyururuz.”

Paylaşın

CHP Lideri Kılıçdaroğlu: İstanbul sözleşmesi geri gelecek

Partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda konuşan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesine değinerek, “İstanbul Sözleşmesi ne oldu? Ben feshettim diyor. Meclis Başkanı’ndan haber var mı? TBMM’nin iradesini ipotek altına alamazsın deniyor mu? diyemiyor. O zorba gidecek, İstanbul Sözleşmesi geri gelecek, hiç kimse endişe etmesin.” dedi.

Haber Merkezi / Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısında konuştu.

Konuşmasında, uyuşturucu kullanırken görüntüleri ortaya çıkan ve ticari faaliyetleriyle gündeme oturan Kürşat Ayvatoğlu’yla ilgili açıklama yapan Kılıçdaroğlu, “AK Partinin yarattığı gençler var. Her türlü yolsuzluğu, vurgunu görüyorlar. Benim neyim eksik diyor. Hırsızı büyükelçi yapıyorlarsa beni de yükseltirler diyor. Ortaya çıkan tablo tepeden tırnağa bir vurgun tablosudur.” dedi.

Konuşmasının devamında, AK Parti iktidarına israf ve haksız kazanç üzerinden yüklenen CHP Lideri Kılıçdaroğlu, “Bu kadar açlık, fukaralık varken kimse 50 bin avroluk çantayla gezemez” ifadelerini kullandı.

Kılıçdaroğlu, İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesine değinerek, “İstanbul Sözleşmesi ne oldu? Ben feshettim diyor. Meclis Başkanı’ndan haber var mı? TBMM’nin iradesini ipotek altına alamazsın deniyor mu? diyemiyor. O zorba gidecek, İstanbul Sözleşmesi geri gelecek, hiç kimse endişe etmesin.” dedi.

CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun Grup Konuşması şöyle;

SMA hastalığını gayet iyi biliyorum. Aileleri ile defalarca görüştüm. Sosyal devletin varlık nedeni, bu tür ailelere her türlü yardımı yapmaktır, her türlü tedaviyi gerçekleştirmektir. Tedavinin pahalı olduğunu da biliyorum. Bu pahalılık içinde ailelerin çocuklarını tedavi ettirmek için ellerinde yeterli imkanların olmadığını da gayet iyi biliyorum. Ama bütün kardeşlerimin şundan emin olmalarını isterim: Her yerde, her koşulda sizin yanınızdayız ve sizin haklarınızı sonuna kadar savunacağız. Çünkü çocuklarınız bu ülkenin evlatları; onların sağlıklı olması, iyi bir eğitim almaları, anneleri ve babaları için gurur vesilesi olmaları hepimizin ortak arzusudur. Tekrar hoş geldiniz diyorum. Sizlere selamlarımı, saygılarımı iletiyorum.

Değerli arkadaşlarım; devletten söz ettik. Sosyal devletten söz ettik. Devlet aslında bir tüzel kişiliktir. Devletin organları vardır ve devlet, organları eliyle yönetilir. Yönetim mekanizmasının başında ise seçimle gelen iktidar vardır ve iktidar devleti yönetir ama istediği gibi değil; her devletin bir anayasası vardır, kuralları vardır, o kurallar çerçevesinde devleti yönetir, kuralların dışına çıkmamaya, hukukun üstünlüğüne özen gösterir. Bu, aynı zamanda devlete saygınlık kazandırır. Dolayısıyla o nedenle sık sık tekrar ederim: Devlet, bilgiyle yönetilir. Devlet, gelenekleri ile yönetilir. Devlet, ilimle, irfanla yönetilir. Devlet, kinle ve öfkeyle yönetilmez. Devlet, ahlakla ve adaletle yönetilir. Hazreti Ali’nin söylediği gibi, devletin dini adalettir. Dolayısıyla biz devletimizi böyle biliyoruz, devletimizi böyle kabul ediyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti sıradan bir devlet değildir. Kuruluşu bütün mazlum milletlere örnek olmuştur. Her karış toprağında şehit kanları vardır. Dolayısıyla devletimizi, yani vatanımızı, yani bayrağımızı her şeyin üstünde tutarız; canımızın, malımızın üstünde tutarız. Ama isteriz ki, devleti yönetenler aynı duyguyu yönetirken de hissetsinler. Dolayısıyla devlete böyle bakmamız gerekiyor değerli arkadaşlarım.

“Para halk için kullanılır, cep için kullanılmaz”

Devleti yönetenler aynı zamanda eleştirilere tahammül etmek zorundadırlar. Aslında devleti yönetenlerin ilham alacakları en büyük kaynak, kendilerine yönelik eleştirilerdir. Çünkü eleştirilen bir yönetim, bir iktidar, en azından eksiğinin ne olduğunu, hatasının ne olduğunu eleştirilerden öğrenmiş olacaktır. Eleştirdi diye insanı hapse atmak, insanı tutuklamak çağdaş devletlerde söz konusu değildir ve yine devleti yönetenler, devletin kaynaklarını özel çıkarları için, ailelerinin çıkarları için veya yandaşlarının çıkarları için kullanmazlar. Çünkü devleti yönetenler bilirler ki, ahlaklı olan yöneticiler bilirler ki, o paraların tamamı millete, yani halka aittir. Dolayısıyla para halk için kullanılır, cep için kullanılmaz. Bunun da altını özellikle çizmek isterim.

Devleti yönetenler, harcadıkları her kuruşun hesabını yine bu millete vermek zorundadırlar. Bu zorunluluğu hisseden bir yönetim, Türkiye’ye ya da yönettiği ülkeye büyük katkılar yapan yönetimdir. Her kuruşun hesabını vermek demek, millete saygı duymak demektir. Her kuruşun hesabını vermek demek, demokrasiye inanmak demektir. Her kuruşun hesabını vermek demek, insana saygı duymak demektir. Dolayısıyla devleti yöneten siyasi iktidarın, toplanan her kuruşun hesabını millete vermesi lazım.

“Devleti yönetenler kinle, öfkeyle devleti yönetmezler intikam duygusuyla devlet yönetilmez”

Değerli arkadaşlarım; yine çağdaş devletlerde devleti yöneten siyasal iktidar, israftan olabildiğince kaçınır. İsraf, inancımıza göre de haramdır. Mademki haramdır, mademki israftan kaçınacağız, o zaman devleti yönetenler görkemli, şatafatlı işlerden özenle kaçınırlar. Çünkü devleti yönetenler eğer israf batağında yüzenlerse, bütün dünyada alay konusu olurlar. O nedenle en saygın devletlerde, devleti yöneten, iktidarın başındaki, en tepedeki kişinin -dünyada hiçbir örneği yoktur- 13 uçağa olmaz. 13 uçak demek, milyonlarca kişinin hakkını gasp etmek demektir. O nedenle devleti yönetenler israftan kaçınırlar. Tam tersine devleti yönetenler, kendileri, aileleri ve yakınları ile beraber topluma örnek olurlar. Mütevazı bir yaşamları olur ve toplum onları gördüğü zaman gururlanır. “Evet, bizim seçtiğimiz kişiler bize örnek oluyorlar. İsraftan kaçınıyorlar. Har vurup, harman savurmuyorlar, kaynakları yandaşlara aktarmıyorlar, toplum için kullanıyorlar” denir. Dolayısıyla bizim temel felsefemiz de budur.

Yine söyleyeyim: Devleti yönetenler kinle, öfkeyle devleti yönetmezler intikam duygusuyla devlet yönetilmez. Cumartesi Anneleri var değil mi? Cumartesi Anneleri… Nedir Cumartesi Anneleri veya Diyarbakır’daki anneler; nedir bu annelerin dertleri? Kimisi eşini arıyor, kimisi çocuğunu arıyor. Peki, devletin görevi nedir? Bu annelerin taleplerini karşılamaktır. Cumartesi Anneleri diyorlar ki: “Eşim yok, oğlum yok. Kayıp, mezarını bilmiyorum, bari mezarın yerini gösterin” diyor. Cumartesi Annelerini yani hak arayan anneleri topluyorsunuz, yargılıyorsunuz, toplantı ve gösteri yürüyüş kanununa muhalefet etti diye. Hangi devlet anlayışında bu vardır? Hakkı teslim etmesi gereken devlet, kişinin elinden hakkı alıyor. Hakkını talep eden anneyi zorla, baskıyla mahkemeye çıkarıyorsun, “neden hakkını talep ettin?” diye. Hangi vicdan bunu kabul eder, hangi ahlak bunu kabul eder, hangi insanlık bunu kabul eder? Bunları niye anlatıyorum biliyor musunuz? Geçmişte Ak Parti’ye oy veren bütün kardeşlerime, geçmişte Milliyetçi Hareket Partisi’ne oy veren bütün kardeşlerime anlatıyorum: Böyle bir devlet yönetimi olmaz. Böyle bir devlet yönetimi kaos getirir. Böyle bir devlet yönetimi şiddet getirir. Biz şiddetten ve kaostan uzak, huzurlu bir toplum istiyoruz. Devleti yönetenler, adaletle devleti yönetmek zorundadırlar.

Değerli arkadaşlarım; devleti yönetenler, hukukun üstünlüğüne inanmak zorundadırlar. Yargı bağımsızlığına, medya özgürlüğüne inanmak zorundadırlar. Yargıya müdahale etmemek zorundadırlar. Yargıya müdahale ettiğimiz andan itibaren, devlette çürüme başlar. Devletin en temel organında çürüme başlar. Nedir çürümenin özü? Çürümenin özü, vatandaş mahkemeye, yani hakka hukuka inanmamaya başlar. “Bu mahkeme adalet dağıtmıyor” der. “Bu mahkeme siyasi otoritenin emrindedir” der. “Bu mahkemenin başkanı, falan partilidir” der. O zaman adalet çürüyorsa, devlet de çürümeye başlar. O nedenle yargı bağımsızlığına devleti yönetenlerin dikkat etmesi gerekir. O nedenle defalarca söylüyorum. Ak Partili kardeşlerim defalarca söylüyorum. Bir siyasi partinin genel başkanı mahkemelere hakim tayin edemez, etmemelidir. Aksi halde devlette çürüme başlar. Bunu söylüyorum.

Devleti yönetenler adalete gerekli önem verdikleri zaman, huzurlu bir toplum inşa etmiş olurlar. Ne demek huzurlu bir toplum? Kendi içinde barışık olan, farklılıkları zenginlik olarak gören bir toplumu inşa etmiş olurlar. Kimse kimsenin kimliğiyle, kimse kimsenin inancıyla, kimse kimsenin yaşam tarzıyla ilgilenmez. Her evde huzur, her evde bereket olur. Devleti yöneten iktidarların temel felsefesinin, temel amacının bu olması gerekiyor. Yine devleti yönetenler işsizliğin nasıl bir felaket olduğunu bilmek zorundadırlar. İşsizlik, en büyük kötülüktür. Bütün kötülüklerin anası, işsizliktir. İşsiz insandan bir şey bekleyemezsiniz, bir moral bekleyemezsiniz. İşsiz insan, kendisini toplumdan koparmış insan demektir. İç dünyasında alevlerin yandığı bir kişi demektir. Kendi iç hesaplaşmasını bile doğru dürüst yapamayan insan demektir. Hele hele üniversiteyi bitirir, hele hele aylardır, yıllardır iş arayıp da bulamayan bir kişinin derdini acaba kim bilebilir? Peki, devleti yönetenler ne yapmak zorunda? Eğer işsizlik bütün kötülüklerin anası ise, işsizlere iş bulmak zorundadır. Bunu yapmak zorundadır. Bu olmadığı takdirde ciddi sorunlar çıkar ortaya, toplumsal sorunlar çıkar ortaya.

Bakın daha bugün gazetelerde haber var. “ÇAYKUR mevsimlik işçi alacak”. Belli bir ay çalışacaklar, bir yıl bile değil. 210 kadroya, 23 bin kişi başvurmuş. Peki, Ak Partili kardeşlerime seslenmek isterim. Ak Parti’ye oy veren kardeşlerime de seslenmek isterim: “Bu tablodan memnun musunuz?” Memnun olmadığınızı gayet iyi biliyorum. Sizin içinizden bazılarının çocuklarının çok iyi yerlerde olduğunu da biliyorum. Bir değil, birden fazla maaş aldıklarını da biliyorum ama bu ülkenin evlatları hepimizin evlatlarıdır. Bu ülkenin evlatlarından bir kişi işsizse hepimizin oturup düşünmesi lazım, özellikle bu parlamento çatısı altında görev yapan bütün milletvekillerinin oturup düşünmesi lazım. Neden çocuklarımız işsiz? Hangi gerekçeyle işsiz? Ve yine geçmişte AK Parti’ye oy veren bütün kardeşlerime sormak isterim: 19 yıl devleti yönetecek, 10 milyonun üstünde işsiz yaratacak, 10 milyonun üstünde… 10 milyonu işsiz, 10 milyon hanede huzursuzluk var demektir, 10 milyon hanede sorun var demektir, 10 milyon hanede alev var demektir; alev, alev… Sarayda oturanlar farkında mı? Allah aşkına bir daha soruyorum: Sarayda oturanlar farkında mı? Bu tablonun acaba farkındalar mı? Benim içim yanıyor ama onların içi yanmıyor. Zaten temel sorunumuz da bu değerli arkadaşlarım.

Devleti yönetenler, Türkiye’nin ekonomik ve siyasal bağımsızlığına özen göstermek zorundadırlar. Ne demek bu? Devleti yöneten siyasi kadro, Türkiye’nin siyasi ve ekonomik bağımsızlığını korumak ve devleti ve o devlette yaşayan yurttaşları bir avuç kişiye muhtaç etmemek zorundadırlar. Yabancı kişiye… Niye söylüyorum ben, “83 milyon kişiyi Londra’daki bir avuç tefeciye hizmet eder hale getirdiniz” diye. Neden söylüyorum ben, “Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığı ciddi yara alıyor” diye. Londra’daki tefecilere yüz milyarlarca lira faiz ödeyeceğinize, iyi bir politikayla o faizin tamamını Türkiye’de yatırıma dönüştürseydiniz ne olurdu? Yeri geldiğinde söylüyorlar: “Borç alan, emir alır.” Evet, borç alan emir alıyor. Emir aldıkları için bu hale geliyor Türkiye. Düyun-u Umumiye’yi de biliyoruz, Borçlar Genel Müdürlüğü’nü de biliyoruz. Birisi Osmanlı’ya ait, birisi bu iktidara ait. Sözüm sözdür: Allah’ın izniyle iktidar olduğumuzda, ilk yapacağımız işlerden birisi Borçlar Genel Müdürlüğü’nü kapatmaktır. Yeter artık ya, yeter artık!
Devleti yönetenler, dış politikada Türkiye’nin çıkarlarını korumak zorundadırlar. Devleti yönetenler, kendi özel çıkarları için, kendi özel gündemleri için Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni feda edemezler, feda edemezler! Kalkıyorsunuz, Mısır’la kavga ediyorsunuz. Suriye ile kavga ettiniz. Ne oldu? Ne oldu? 40 milyar dolar Suriyeliler için harcadınız, ne oldu? Türkiye’nin ne çıkarı oldu, ne kazandı Türkiye? İdlib’de şehitlerimiz oldu, hesabını bile sormaktan korktular, hesabını bile… Vuran Rusya, apar topar Rusya’ya koştular, Putin’in kapısında dakikalarca beklediler. Bu mudur devletin itibarını korumak? AK Partili kardeşlerime özellikle sesleniyorum: Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı… 33 şehidimiz var, vuran Rusya ve sen gidiyorsun Rusya’ya, Putin’in kapısında dakikalarca bekliyorsun; sonra Türkiye’ye itibar kazandırdım diyorsun. Neyin itibarı?

“Böyle bir devlet anlayışını, böyle bir devlet yönetimini dünyanın hiçbir ülkesi görmemiştir”

Ağırıma gidiyor, ağırıma gidiyor… Gerçekten ağrıma gidiyor. Bunlar saraylarda oturuyorlar. Sizde hiç vicdan yok mu? Hiç karakter yok mu sizde? İnsanın bir karakteri olur. Hesap sorulacak yerde, hesap vermeye gidiyorsun. Karaktersiz insanlar, bir devleti yönetemezler, hele dış politikada. Ne işin var senin Mısır’la kavga ettin kardeşim? Doğu Akdeniz’deki haklarımızı kazanmak için senin Mısır’la beraber olman lazım. Tarih birliğimiz var, kültür birliğimiz var, inanç birliğimiz var. İhvancı dış politika, senin ne işine arkadaş ya ihvancı dış politika? Ne işine? İslam dünyasının terörist kabul ettiği insanları, getirip İstanbul’da ağırlıyorsun, neden? Neden? Kaybeden kim? Türkiye. Kaybeden kim? Biziz. Saraydakiler oturuyorlar? Emin olun, Allah inandırsın yüzleri bile kızarmaz bunların. Böyle bir devlet anlayışını, böyle bir devlet yönetimini dünyanın hiçbir ülkesi görmemiştir.

Değerli arkadaşlarım; devleti yönetenler işi ehline teslim ederler. İşi ehline verirsin. Bakarsın yapıyor mu, yapmıyor mu? Adamın dünyadan haberi bile yok, o işi hiç bilmiyor ama yandaş… O da malı götürüyor, o da malı götürüyor. “Bunu getirelim. Benim açığım dolayısıyla kimseye bir şey söylemez.” Ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti -açıkça söylüyorum- soyuluyor, soyuluyor. Bu zengin ülke soyuluyor, bir avuç insan tarafından soyuluyor. Değerli arkadaşlarım; işi ehline vermek, aynı zamanda bir işin en sağlıklı ve en tutarlı şekilde yapılması ve bitirilmesi demektir. Siyasi otoriteden talimat alır, onu en mükemmel şekilde yapar, getirir siyasi otoriteye teslim eder. Kanun çıkarmışlar, kanun teklifini milletvekilleri verecek. Artık eskisi gibi bakanlar olmadığı için, Bakanlar Kurulu da olmadığı için, tek kişilik hükümet… Onlar da kanun teklifi veremiyorlar. Dünyanın her tarafında, dünyanın bütün saygın ülkelerinde, kanun teklifleri, kanun tasarıları bürokrasi tarafından hazırlanır, siyasi otoritenin talepleri doğrultusunda. Diğer yasalarla ilişkileri kurulur. Biz ne yapıyoruz? Gene hazırlanıyor bürokrasiden, veriliyor Ak Parti milletvekillerine: “Basın altına imzayı, kanun teklifini verin.” Kendi kendimizi kandırıyoruz. Komisyonlarda görüşülüyor, milletvekiline soruyorlar, nedir bu? O da bilmiyor. Altına basmış imzayı, nereden bilecek? Bilmemesi ayıp değildir. Bakın altını özenle çizeyim: Bilmemesi ayıp değildir, ayıp olan bu rejimin dayatılmasıdır, bu anlayışın dayatılmasıdır. Devleti yönetenler değerli arkadaşlarım, bütün yetkilileri kendi üstlerinde toplamazlar. Bir kişiye devletin bütün yetkilerini verdiğiniz zaman, o devlet için felaket hazır demektir. Bir kişi her şeyi bilir mi? Ameliyathaneye de o kişi girecek, kaynak ustası da o kişi olacak, efendim aynı zamanda mühendislik yapacak, aynı zamanda doktorluk yapacak… Böyle bir anlayış yoktur. Özellikle Ak Partili kardeşlerime seslenmek isterim: Gelişmiş ülke tanımı nedir? Öyle ya, “ülke gelişmiş” diyoruz. Neresi? Kanada. Neresi? Norveç. Neresi? Japonya. Neresi? Güney Kore… Ne demek gelişmiş ülke tanımı? Eskiden kişi başına milli gelir diyorlardı, baktılar bu değil. Eskiden tüketilen gazete ve okutulan, okunan kitap falan deniyordu, bu da değil. Gelişmiş ülke, küçük ayrıntılarda iş bölümüne giden ülkedir, nokta. Bir daha ifade edeyim: Gelişmiş ülke, küçük ayrıntılarda iş bölümüne giden ülkedir. Ne kadar çok toplum alt ayrıntılarda yeni kadrolar oluşturursa, o ülke gelişmiştir. Eskiden “doktordur” derdik değil mi? Şimdi, “hangi doktor” diyoruz? Kadın doğum mu, kulak-burun-boğaz mı, kalp cerrahı mı, çocuk cerrahı mı, sinir mi, bevliye mi? Neyse… Demek ki küçük ayrıntılarda iş bölümüne giden ülke, gelişmiş ülkedir. Bir kişiye bütün yetkilerin verildiği ülke de felaket ülkesidir. Kendi ülkesine, kendi halkına yardım yapmayan ülke demektir. Türkiye’yi felakete sürükleyen ülke demektir.

Değerli arkadaşlarım; devleti yöneten kadroların asgari düzeyde kendi tarihlerini bilmesi lazım. Kendi tarihini bilmeyen insan, sağlıklı bir yönetimi gerçekleştiremez, bürokrasiye sağlıklı bir talimat da veremez. Eğer Türkiye’de, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, Montrö Sözleşmesi’nin ne anlama geldiğini, Türkiye Cumhuriyeti Devleti için ne kadar önemli olduğunu bilmiyorsa, o koltukta oturamaz, oturmamalıdır.

“Sarayın vekilleriyle, milletin vekilleri ayrıdır. Biz milletin vekiliyiz”

Şimdi, “efendim ben öyle söylemedim.” Bırakın onları, bırakın onları. Bir gece yarısı, bir kararla, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin iradesine ipotek kondu mu, konmadı mı? Kondu. İstanbul Sözleşmesi ne oldu? “Ben iptal, feshettim” diyor. Meclisi Başkanı’ndan bir haber var mı? “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin iradesini ipotek altına alamazsın” deniyor mu? Diyemiyor, cesaret edemiyor. Neden? Koltuğunu ona borçlu da ondan. Bir kişiye borçlu koltuğunu, bir kişiye hizmet ediyor, devlete değil. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne değil, bir kişiye hizmet edenler 83 milyona hizmet edemezler. Ak Parti milletvekilleri ve MHP milletvekilleri, parlamentodaki, tamamı ama tamamı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde bir kişiye hizmet ediyorlar, 83 milyona değil. Bir kişiden talimat alıyorlar. “Beyler elleri kaldırın”, hep beraber kalkıyor. “Beyler elleri indirin”, hep beraber iniyor. Ne için el kalktı, ne için indi? Haberleri var mı? Haberleri yok. İradesini bir kişiye teslim edenler, milletin vekili olamazlar. Sarayın vekilleriyle, milletin vekilleri ayrıdır. Biz milletin vekiliyiz.

Yine ifade edeyim: O zorba gidecek, İstanbul Sözleşmesi geri gelecek. Hiç kimse endişe etmesin.
Dedik ki: Kendi içinde barışık bir toplum olması lazım. Devleti yöneten kadronun, kendi içinde barışık bir toplum yaratması lazım ve dolayısıyla sosyal devleti güçlendirmesi lazım. “Emeklilere Ramazan ve Kurban Bayramı’nda birer maaş ikramiye” demiştik. Noterden taahhüt etmiştim, noterden “yapacağım” diye. Dönemin bakanı demişti ki: “Buyurun yapın bakalım. Eğer yaparsanız ben de gidip CHP’ye oy vereceğim.” Yaptılar mı, yaptılar. 2018, 2019, 2020, 2021; niye zam yok? Emeklilere niye zam verilmiyor? Enflasyon sıfır mı? Enflasyon sıfırsa, vermeyin zam, tamam biner lira verin. Hesabını yaptık değerli arkadaşlarım; 2018’den bugüne kadar eğer zam uygulansaydı, enflasyon uygulansaydı, emeklinin alacağı aylık ikramiye normalde 1658 lira olacaktı. Hadi bunu yapmıyorsun diyelim, hadi “imkanım yok diyorsun” diyelim, hadi “bütçede para yok” diyorsun. O zaman 1500 lira yap. “Ramazan ve Kurban Bayramı’nda emeklilere 1500 lira emekli ikramiyesi veriyorum” diyeceksin. “Bu toplumun huzuru için, barışı için veriyorum” diyeceksin. Verir mi? Vermesini isterim. Vermezse biz vereceğiz arkadaşlar, biz vereceğiz, biz vereceğiz.

Çiftçilerin durumu da sıkıntılı, bakın rakamları çıkardık. Kamu ve özel bankalara çiftçilerin borcu 134 milyar lira. Kamu ve özelden kredi almışlar 134 milyar lira. Tarım Kredi Kooperatiflerinden aldıkları kredi de, borç da 8 milyar 260 milyon lira. Yani toplam 142 milyar lira çiftçinin borcu var bankalara ve Tarım Kredi’ye, 142 milyar lira… Ayrıca hani mazot, ilaç, gübre, bayilere borç, su, elektrik borçları hariç bankalardan aldıkları krediler bunlar. Kanun geldi buraya, “çiftçilerle ilgili yeniden yapılandırma yapalım” dedik. Teklifler yapıldı, parlamentoda söylendi. “Hayır, yapmayacağız” dediler ve yapmadılar. Ama Bankalar Birliği şöyle bir açıklama yaptı: “173 firmanın, 35 milyar liralık borcu yeniden yapılandırıldı.” Yüzbinlerce çiftçinin borcu yapılandırılmıyor, 173 firmanın borcu yeniden yapılandırıldı. Niçin? Bunlar iktidara yakın, seçim zamanında para veriyorlar, yardım yapıyorlar, adamları destekliyorlar. Hatta biliyorsunuz Katarlı bir firma sözleşmeye bile uymadı. “Ben ödeyemiyorum borcumu” dedi. Firma, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne rest çekti, resti saray gördü. “Tamam” dedi, “sesimi çıkarmıyorum” ve indirdi. 90 milyon dolar bir seferde indirdi. Çiftçiye gelince yeniden yapılandırma yok. Çiftçilere sözüm var, bütün çiftçilere sözüm var. Pandemi döneminde Tarım Kredi’den veya bankalardan aldığınız kredilerin faizlerini sıfırlayacağız ve anaparayı da makul takside bağlayacağız. Sözümdür bu.

Efendim, “devleti yönetenlerin adaletli olması lazım” dedik ve devleti yönetenlerin devletin kurumlarına saygı göstermesi gerekir. O kurumların içinde bulunduğu sorunları da çözmesi gerekir. Muhtarlıktan söz ediyorum ve muhtarlardan söz ediyorum. Değerli arkadaşlarım; Sayın Bahçeli, 13. Olağan Büyük Kurultayı’nda açıklama yapıyor: “Kılıçdaroğlu; her muhtarlığa bir özel kalem müdürü atanırsa, işsizliğin sona ereceğini cahilce müjdelemiş.” Birazdan geleceğim… Erdoğan’da -fırsat yakalamışlar ya; Kılıçdaroğlu bir şey söyledi, nasıl eleştiririz diye- yine kendi kongrelerinde, büyük kongrelerinde: “Bay Kemal kalkmış muhtarlara özel kalem müdürleri atayacağız diyor. Eğer gelirsen atarsın.” Geleceğim ve atayacağım, geleceğim ve atayacağım.

“Haklı mıyım? Haklıyım sonuna kadar”

Az önce söyledim, az önce söyledim. Devleti yönetenlerin en azından kendi ülkelerinin tarihini bilmesi lazım. Kizir ne demektir bilirler mi acaba? Kiziroğlu Mustafa’yı da bilirler mi acaba? Kiziroğlu’nun ne olduğunu biliyorlar mı acaba? Muhtar yardımcısı demek. Ben muhtara yardımcı personel vereceğim. Niye itiraz ediyorsun? Hangi gerekçeyle itiraz ediyorsun? Muhtarı küçümsüyor, muhtarı aşağılıyor. Kardeşim belediye başkanını seçen halk, muhtarı da seçiyor mu? Evet. Milletvekilini seçiyor mu? Evet. Cumhurbaşkanını seçiyor mu? Evet. Peki, neden muhtara bir yardımcı personel vermiyorsun? Muhtar bir yere gittiğinde kapatıyor muhtarlığı. Yardımcı personel olsa kapatmayacak. Haklı mıyım? Haklıyım sonuna kadar. Kesinlikle bütün muhtar kardeşlerime sesleniyorum: Sizin hakkınızı sonuna kadar savunacağım. Onlar duymadı, bir daha söyleyeyim: Hem yardımcı personel vereceğim, hem size, her birinize özel bütçe vereceğim.

Tarihi bilmeyenler, benimle yarışmaya kalkıyorlar. Sen tarihi bil, tarihi. Tarih cahilleri bana ders vermeye kalkıyorlar. Sen ne Milli Kurtuluş tarihini bilirsin, Ne Osmanlı tarihini Bilirsin. “Beş tane Osmanlı tarihini yazan insanı say” desem, sayamazlar. Devleti yönetmek farklı bir şeydir. Devlet bilgiyle, birikimle yönetilir. Kendi ülkenin tarihini bilmeyeceksin, kalkıp bana laf edeceksin. Değerli arkadaşlarım, her kesimin sorunu var, her kesimin. Devleti yöneten insanlar -az önce söyledim- topluma örnek olmak zorundadırlar. Söylemleri ve eylemleri, yani tavırları, yani hareketleri arasında tutarlılık olması lazım, tutarlılık. Efendim pandemi var, sosyal mesafeyi koruyalım, sokağa mümkünse az çıkalım. Güzel, kim söylüyor? En tepedeki adam koro halinde söylüyorlar. Peki Türkiye niye kıpkırmızı oldu? Lebâleb doldurdunuz salonları, bir de onunla övündün, bir de doktorluğa soyundun: “Efendim, kar yağdı, mikroplar öldü.” Akla bakın Allah aşkına, akla bakın ya ve bunlar devleti yönetiyorlar.

İşin garip tarafı, bunlar devleti yönetiyorlar. Şimdi yeniden kapanma başladı. Fatura kime? Esnafa çıkacak fatura, kime çıkacak fatura? Sarayda oturanlara fatura mı çıkar? Bir elleri yağda, bir elleri balda zaten. Esnaf kardeşim, sana sesleniyorum: Beni biliyorsun, ailemi de biliyorsun, çoluk çocuğumu da biliyorsun. Nasıl yaşadığımı da biliyorsun. Saraydakileri de biliyorsun. Ben bütün bu tabloyu senin vicdanına havale ediyorum. Her kuruşun hesabını vereceğim, sana destek olacağım. Sen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin orta direğisin. Orta direği güçlendireceğiz.
Halı saha işletmecileri perişan vaziyetteler, perişan vaziyettedir. Son 12 ayda sadece 3 ay çalışmışlar. 500 bin kişilik bir aile bunlar. Dertleriyle ilgilenen var mı? Sorunlarıyla ilgilenen var mı? “Ya arkadaş hangi derdiniz var?” diye soran var mı? İcrayla karşı karşıyalar. Yerler söküldü, ellerinden alındı ama saraydakilerin hiç haberi yok. Değerli arkadaşlarım; ne dedik? Devleti yönetenlerin topluma örnek olması lazım; davranışıyla, hareketleriyle, karakterleriyle, ahlaklarıyla topluma örnek olmaları lazım. Ailesi ile topluma örnek olması lazım. 50 bin avroluk çantayla gezemezsiniz. Bu kadar açlık, yoksulluk, fakirlik, fukaralık varken, 50 bin avroluk çantayla kimse gezemez arkadaş. Gezmemelidir, ahlaklı olan gezemez, gezemez.

“Bu mudur devleti yönetmek? Bu mudur ahlak, bu mudur adalet?”

Asgari ücretli, 2 bin 825 lira net varılıyor. 2 bin 825 lira… Brütü 3 bin 577 lira. Her ay devlete 752 lira gelir vergisi ödüyor. Zam yapın dedik, 2 bin 825 lira yaptılar. Biz bütün belediyelerimizde 3 bin 100 lira yaptık. Bizim yaptığımızı, devleti yöneten kadro yapamadı. Bizim verdiğimiz parayı, onlar veremediler. Bizim belediyelerimiz ödüyor, Gaziantep Büyükşehir ödeyemiyor ama Karkamış Belediyemiz ödüyor. En küçük belediyemizden, en büyük belediyemize kadar işin hakkını vermeye çalışıyoruz. Diyeceksiniz ki, bunu niye anlattınız? Şunun için: Bir Borsa İstanbul var malum. Onun da bir yönetim kurulu var. Onlar da maaşlarına zam yapmışlar ama asgari ücret gibi değil. Yüzde 33. Niçin? Enflasyon yüzde 33 de onun için. Yüzde 33 oranında hadi zam yaptılar, net kaç lira alıyorlar 24 bin lira alıyorlar, net 24 bin lira. Her ay tıkır tıkır 24 bin lira para alacaklar. Asgari ücretli 2 bin 825 lira. Ama bir şey var. Asgari ücretli 752 lira vergi öderken, Borsa İstanbul’un yönetim kurulu üyeleri 5 kuruş vergi ödemiyorlar. “Vergiyi Borsa İstanbul ödeyecek” diyorlar. Bu mudur devleti yönetmek? Bu mudur ahlak, bu mudur adalet?

Daha garip bir şey: Birden fazla işverenden ücret alırsa -olur ya, bir yerden, iki yerden, üç yerden, ücret almaları dolayısıyla gelir vergisi beyannameleri vermesi gereken durumlarda -çünkü birden fazla aldığı zaman gelir vergisi beyannamesi verecek- ortaya çıkacak ilave vergiyi de Borsa İstanbul ödeyecek. Kaymaklı kadayıf… Şimdi ben bütün asgari ücretlilere sesleniyorum: Sana 2 bin 825 lira veriyorlar ama kendi yandaşlarına net 24 bin lira. Ayrıca vergilerin tamamını da onlar değil başkaları ödüyor. Borsa İstanbul ödüyor, neden? Sağlıklı ve tutarlı bir devlet yönetimiyle bunun bir ilgisi var mı? Ahlakta ilgisi var mı? Adaletle ilgisi var mı? Vicdan sahibi olan herkese soruyorum, vicdan sahibi: Ne oluyor bu? Yağma Hasan’ın böreği mi orası? Bu kadar büyük uçurum neden yaratılıyor? Bir avuç kişiye neden dünyanın parası, milyonlarca kişiye neden 2 bin 825 lira? Bunu soracağız değerli arkadaşlar, sormak zorundayız. Sarayın beslemelerinden soracağız… Net şunu söylüyorum: Hesabını soracağız. Her birisinin burnundan fitil fitil getireceğiz, fitil fitil getireceğiz.

Kin ve öfkeyle devlet yönetilmez dedik. Kin ve öfkeyle devlet yönetilirse, kin ve öfke sokağa taşar. Antalya’da çöplerden kağıt toplayıp satmaya çalışan bir Suriyeli 3 kişi tarafından önce darp ediliyor. Motosikleti eziliyor, sonra yakılıyor. Sonra bu kişiyi darp edenler gözaltına alınıyor ve hepsi serbest bırakılıyor. Değerli arkadaşlarım; Ak Parti’nin Suriye politikasını en sert şekilde eleştiren benim ama asla ırkçılık yapmam, asla. Çöpte kağıt toplayan Suriyeli, kendisinin ve ailesinin geçimini sağlamak için yapıyor onu. Suriye politikasını eleştirmek ayrı, ırkçılığa kapı aralamak ayrı. Biz ona karşıyız. Herkesin kimliğine ve inancına saygılıyız.

Darp eden 3 kardeşime de seslenmek istiyorum. Kabahat o Suriyelide değil. O Suriyeliyi Türkiye’ye gelmeye mecbur edende kardeşim; sarayda oturuyor o adam. Onun adı Erdoğan; sen bilmiyor musun hâlâ? Göçmen politikası ayrı, ırkçılık ayrı; ırkçılığa karşıyız. Her insana, coğrafyanın neresinde yaşarsa yaşasın her insana saygı duyacağız.
Devlet bilgiyle yönetiliyor dedik, ehliyetle yönetilir dedik, akılla yönetilir dedik; tecrübeyle yönetilir devlet dedik. Neredeyse her hafta bir Merkez Bankası başkanı değişiyor. Ne oluyor? Ne oluyor Allah aşkına? Şimdi bir vurgunun hikayesini anlatacağım. Bir haftalık… 20 Mart’la, 27 Mart arası; 20 Mart-27 Mart ve bütün rakamlar devletin rakamları; hazineden, borsadan alınan rakamlar. Örnek vereyim size. Önce şunu söyleyeyim: Neden sık sık Merkez Bankası Başkanı değişti ve en son Merkez Bankası Başkanı neden değişti? Cumhurbaşkanı’nın başdanışmanı Cemil Ertem şu açıklamayı yapıyor: “Belki ekonomi dışı bir beyin jimnastiği olabilir.” “Belki ekonomi dışı bir beyin jimnastiği olabilir. O gerekçeyle Merkez Bankası Başkanı alınmıştır.” Ne demek beyin jimnastiği ya? Devlet bilgiyle yönetilir dedik. Devlet ahlakla yönetilir, erdemle yönetir dedik. Bakın değerli arkadaşlar; merkezi yönetimin dış borcu: 20 Mart’ta dolar kuru 7,28’di o ara, 765 milyar 800 milyon lira merkezi yönetimin dış borcu var, Türk Lirası olarak. 27 Mart’ta, o süre içinde, 7 günlük süre içinde 765 milyar, 841 milyar 600 milyon liraya çıktı. Dolar kurunu 8 liradan aldık, bugün 8 lirayı da aşmış. Şimdi bu 800 değil, belki de bugünün kuruyla çarparsak 900 milyarı falan bulacak. Merkezi yönetimin dış borcu, sadece 7 günde 75 milyar 800 milyon lira arttı. 7 günde bu milletin sırtına yüklenen yük, 75 milyar 800 milyon lira artı. Kim ödeyecek? Saraydakiler mi ödeyecek? Hayır efendim, onlar ha bire ceplerini dolduruyorlar. İşte o çöpten kağıt toplayanlar, işte o asgari ücretler, işte çiftçiler, işte esnaf, işte sanayici, KOBİ’ci, manav, bakkal, kasap… Bunlar ödeyecek bu parayı.

“Ortaya çıkan tablo, bir vurgun tablosudur. Tepeden tırnağa bir vurgun tablosudur”

Bu merkezi hükümet… Reel sektörün dış borcu bir haftada yaklaşık 126 milyar Türk Lirası arttı. Bir haftada reel sektörün dış borcu 126 milyar lira arttı, 126 milyarlık ek yük geldi. Borsa İstanbul’un değeri ise 30 milyar dolar düştü arkadaşlar. İşlem gören 100 büyük şirketin değeri 30 milyar dolar düştü. Bir haftada Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne tam bir felaket yaşattılar, tam bir felaket. Manava soruyorum, kasaba da soruyorum, çöpten kağıt toplayan adama da soruyorum, sanayiciye de soruyorum, üreten herkese soruyorum, muhtar kardeşime de soruyorum: Böyle bir felaketin faturası sana çıkacak. Ak Partili ve MHP’li kardeşlerime de soruyorum. Az önce dedim ki, devleti yöneten kadronun Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ekonomik olarak dışa bağımlı hale getirmemesi lazım. Bir haftada milyarlarca liralık yükü bu milletin sırtına yıktılar. Hesabını ben soracağım. Az önce söyledim, burunlarından fitil fitil getireceğim. Burunlarından fitil fitil getireceğim. Bu millet sahipsiz değildir. Bu millet sahipsiz değildir.
Değerli arkadaşlarım; bir tarafta bunlar yaşanırken, bir tarafta da zevki sefa içinde olan AK Partili gençler var. Dünyadan habersiz bu gençler. Yukarıya bakıyorlar. Herkesin keyfi yerinde, bohem hayatı yaşıyorlar. Altlarında lüks arabalar, her türlü imkan, vurgun deseniz, yolsuzluk deseniz gırla gidiyor. “Ben de yapayım” diyor. “Ne kadar çok çalarsan, itibarın o kadar artıyor. Eee.. siz hırsızdan büyükelçi yaptığınıza göre, o zaman ben de malı götürürsem, ben de yükselirim” diyor. Malı götürüyor ve yükseliyor. Burada hani kokain, şeker falan; bunlardan söz etmek istemiyorum. Allah şifalar versin, inşallah sağlığına kavuşur. Ama ortaya çıkan tablo, bizim değerlerimizle barışık bir tablo değildir. Ortaya çıkan tablo, bir vurgun tablosudur. Tepeden tırnağa bir vurgun tablosudur. Daha önce de AK Parti Gençlik Kolları Başkanı vardı Şanlıurfa’dan jakuzi eğlenirken ne diyordu: “Lan fakirler; oğlum beni rahatsız etmeyin tamam mı? Biraz keyif ediyorum” diye. Düşünceye bakın arkadaşlar. Vatan sevgisi var mı burada. İnsan sevgisi var mı burada? Kul hakkını korumak var mı burada? “Lan fakirler; beni rahatsız etmeyin, keyif çatıyorum burada” diyor. Kimin isteği üzerine? Sarayın isteği üzerine yapıyor. Kimi örnek alıyor? Sarayı örnek alıyor. Efendim AK Parti’de büro görevlisi olarak çalışıyormuş. Kastamonu’dan geliyor. Bütün Kastamonulular tabloyu çok iyi biliyorlar. Bütün Kastamonuluların benim başımın üstünde yeri var. Milli Kurtuluş Savaşı’nda Kastamonu ne yaptığını çok iyi biliyorum. Orada verilen mücadeleyi de biliyorum. Kuvayı Milliye silahlarının nasıl geldiğini, nasıl yönlendirildiğini de gayet iyi biliyorum. Dolayısıyla Kastamonu’yu tümüyle bunun dışında tutuyoruz. Bir kişi kalkıp lüks arabalar, debdebe şaşaa içinde yaşıyor ve bir büro personeli; kimse görmüyor mu bunu ya bu yaşam nereden geliyor böyle? Görmüyor, çünkü herkes aynı durumda, herkes aynı pozisyonda. Değerlerden söz ediyorlar. Hangi değerler? Bizim tarihimizde böyle bir değer var mı arkadaşlar? “Balık baştan kokar” demişler. Baştan da kokuyor zaten. Rüşvetçiyi büyükelçi yaptığınız andan itibaren, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin itibarını sıfırlıyorsunuz, sıfırlıyorsunuz. Bu da ortaya çıkmasaydı, bu da öyle gidecekti. Ne olacak; bunu da bir ara büyükelçi tayin ederlerdi. Yetkileri var, bir gecede parlamentonun iradesinin sıfırlıyorsun. E ne olacak? Onu da büyükelçi, üstelik Washington’a büyükelçi de atasınlar.

Değerli arkadaşlarım; ülke açlıktan kırılıyor, açlıktan, yoksulluktan kırılıyor. Binlerce çocuk yatağa aç giriyor. Bu lüks nedir? Bu şatafat nedir? Bütün gençlere sesleniyorum: Sizler hem Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bugünü, hem de yarınısınız. Bütün gençlerle gurur ve onur duyuyoruz; ahlaklı gençlerle, ülkesini seven gençlerle… Öyle bir tablo inşa ettiler ki, gençler geleceklerini Türkiye’de değil neredeyse yurt dışında arayacaklar. Bunun hesabını soracağız değerli arkadaşlar, sormak zorundayız. Sormak zorundayız. Bu çocuğu bu hale kim getirdi, kimler getirdi, kimler görmedi? Hesabını sormak zorundayız. Dolayısıyla bütün gençlere şunu söylemek isterim: Sizden çalınan her şeyi size iade edeceğim. Sizden çalınan her şeyi, onlardan alıp, size iade edeceğim. Telafi edeceğim, bu rezaleti telafi edeceğim. Hakkınızı teslim edeceğim size.

Değerli arkadaşlarım; ülke bu durumda, ülke perişan ama kendisine milliyetçiyim diyen bir partinin genel başkanı, onun da tek gündem konusu benim. Allah aşkına ben bütün ülkücülere seslenmek isterim. Esnafa, çiftçiye, emekli, herkese seslenmek isterim. Ya Allah rızası için, bir gün ama bir gün ya Sayın Bahçeli’nin: “Ya bu esnafın derdi nedir?” diye sorduğunu duydunuz mu? Bir daha söylüyorum: Ya bir gün “bu esnafın derdi nedir?” diye sorduğunu duydunuz mu? Duymadınız, duyamazsınız. Onun derdi biziz. Peki, hadi esnafı unuttu diyelim. Bir güne bir gün Sayın Bahçeli’nin, “ya bu çiftçilerin derdi nedir?” diye bir soru sorduğunu duydunuz mu? Duyamazsınız. Onun için esnaf, çiftçi, hepsi hikaye. Onun tek bir arzusu var. Muhterem beyefendi orada nasıl kalacak? Ben de altına halı olayım. Olmaz. Ve yine Sayın Bahçeli’nin bir güne bir gün, “ben o Tank-Palet Fabrikasını alacağım, şanlı ordumuza geri iade edeceğim” dediğini duydunuz mu?

Ve yine Sayın Bahçeli’nin: “Ben milliyetçi olarak, ülkücü olarak Süleyman Şah Türbesi’nden bayrağın indirilmesine asla içime sindiremiyorum. Türbenin kaçırılmasını içime sindiremiyorum. O bayrağı alacağım, vatan toprağına tekrar dikeceğim” dediğini duydunuz mu? Duyamazsınız. Bunları kimden duyuyorsunuz? Bu kardeşinizden duyuyorsunuz, bu kardeşinizden. Kim gerçek milliyetçi? Biziz. Gerçek milliyetçi, gerçek vatansever, gerçek ülke seven, insanını seven biziz.

Değerli arkadaşlarım; iyi ki Cumhuriyet Halk Partisi var. Bir daha söyleyeyim: İyi ki bu ülkede Cumhuriyet Halk Partisi var. Bakın pandemi döneminde, 11 Mart 2020’den, 29 Mart 2021’e kadar 9 milyon 600 bin vatandaşa ayni yardım yapıldı. 9 milyon 600 bin vatandaşa belediyelerimiz ayni yardım yaptılar. 1 milyon 700 bin vatandaşımıza da nakdi para yardımı yaptılar. Sokağa çıkma yasakları sürerken, 42 milyon 500 bin öğün ihtiyaç sahiplerine yemek götürdüler. 42 milyon 500 bin öğün, evden çıkamayan insanlar aç kalmasınlar diye, imkanları yok diye onlara öğün yemek götürdüler. 42 milyon 500 bin… 78 milyondan fazla maske ve dezenfektan dağıttılar, üstelik bedava. Parayla değil, 78 milyondan fazla… Pandemi süreci boyunca 1 milyon 200 bin kişinin borcu olduğu halde suyu kesilmedi. Değerli arkadaşlarım; ayrıca 483 bin 189 fatura, askıda fatura uygulamasıyla ödendi. Toplamı 48 milyon Türk Lirası. Bu ülkeye yaptığımız hizmeti Mısır’daki sağır sultan biliyor, saraydakiler bilmiyor. Aynı şekilde bütün belediye başkanlarımız, bütün engellemelere rağmen görevlerini yapıyorlar. “Yardım yapmayacaksın” diyorlar. Yardım yapıyorlar. “Para vermeyeceksin,” veriyorlar. Efendim yapılan bağışları bankalardan el koydular, koysunlar. Fakirlere yemek yapan yere bile müdahale ettiler Eskişehir’de. Ama yaptık kararlılıkla, hiçbir belediye başkanımız şikayet etmedi. Çünkü söyledim: Şikayet yasak, göreve devam. Bütün engelleri aşacaksınız ve aştılar.

“Milletin cebini düşündük, millet için çalıştık”

AK Parti ve MHP’den devraldığımız Ankara, Adana, Antalya, İstanbul, Mersin. Bu 5 Büyükşehir Belediye Başkanımız 2018 yılında, AK Parti döneminde ve MHP döneminde 492 milyon 724 bin lira tutarında sosyal yardım yapmışlardı. Yaklaşık diyelim 500 milyon yaptıkları sosyal yardım. Biz belediyeleri devraldıktan sonra, 2020 yılında, 500 milyon değil, 959 milyon 527 bin liralık sosyal yardım yaptık. Tam iki katı. Ne diyorlardı? CHP gelirse sosyal yardımlar kesilir. Hiç kimse cebi için kavga vermedi, cebini düşünmedi. Milletin cebini düşündük, millet için çalıştık. Kısa çalışma ödeneği bitecek. Bunun sürmesi lazım. Esnaf ve çiftçinin borçlarının yeniden yapılandırılması, pandemi döneminde alınan faizlerin silinmesi lazım.

Bakın değerli arkadaşlar; AK Parti kongrelerini yaptı, Türkiye’yi bu hale getirdi. Pandemi sürecinde sokağa çıkma yasağının yeniden gelmesinin tek sorumlusu var, o da sarayda oturan zattır. Dışarıdakine ceza kesiyor. Bakın son 3 ayda 254 bin 317 kişiye para cezası kestiler. Neden? Kurallara uymadın diye. E sen hiç uymadın, hiç uymadın. Sen de uymadın. Milleti döktün sokağa, onlar da uymadılar. İnsanlar Covid-19 Türkiye haritasını kırmızıya çekti. Ceza yazıyorsun. Söyledim, bu cezaların tamamını faizleriyle beraber iade edeceğiz. Ceza yazılacaksa, bunlara yazılacak; vatandaşın ne günahı var?

Biraz da gülelim değerli arkadaşlar: Su Şura’sını açtılar, “Suyu korumak, vatanı korumak zor” diyor Sayın Erdoğan, doğrudur; su kutsaldır, kutsalımızdır. Suyu korumak, vatanı korumaktır. Şimdi Ergene ile ilgili Meclis’te bir araştırma önergesi verilmişti. Ergene Nehri, kaynakla suyun denize döküldüğü yer; bir tarafta pırıl pırıl çok güzel bir su var, öbür tarafta simsiyah bir su var ve canlı bile yaşamıyor içinde. Gereği yapıldı, yapılmadı; o tartışmayı bir tarafa bırakıyorum. 3 Kasım 2020’de Erdoğan bir açıklama yapıyor. Gene tabii dayanamamış. Artık Ergene nehrinden atık su akmadığını, Ergene Nehri’nden atık su akmadığını, tamamen arıtılmış ve içme suyu kalitesinde su olduğunu aktarıyor ve devam ediyor: “Bu durarak yapılmadı. Bu Bay Kemal’in mantığıyla olmaz. Bu emek ister, emek; bu çalışma ister, çalışma.” İşte netice ortada. O zaman bir çağrım var: Ergene Nehri’nin saraya bağla suyunu. O suyu iç bakalım, içebiliyor musun?

 

 

Paylaşın

CHP’li kadınlar İstanbul Sözleşmesi’nin fesih kararının iptali için Danıştay’a başvurdu

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Kadın Kollar, İstanbul Sözleşmesi’nin fesih kararının iptali talebiyle Danıştay’a başvuruda bulundu. CHP Genel Merkezi’nde konuya ilişkin basın toplantısı düzenleyen CHP Kadın Kollar Başkanı Nazlıaka, İstanbul Sözleşmesi yürürlüktedir. İstanbul Sözleşmesi’nin TBMM iradesinin yok sayılarak feshedilmesi mümkün değildir” dedi.

Haber Merkezi / CHP Kadın Kolları  Genel Başkanı Aylin Nazlıaka, İstanbul Sözleşmesi’nin fesih kararının iptali talebiyle Danıştay’a başvuruda bulundu. Kadın Kolları Genel Başkanı Nazlıaka, konuya ilişkin CHP Genel Merkezinde CHP Kadın Kolları 81 İl Başkanı, MYK üyeleri, PM Üyeleri ve CHP Milletvekilleri ile birlikte düzenlediği basın toplantısında şu açıklamalarda bulundu.

Açıklamasında “İstanbul Sözleşmesi yürürlüktedir. İstanbul Sözleşmesi’nin TBMM iradesinin yok sayılarak feshedilmesi mümkün değildir” diyen Nazlıaka’nın açıklamaları şöyle;

“Burada Cumhuriyet Halk Partisi Kadın Kolları Genel Başkanlığı olarak 81 ilden gelen Kadın Kolları İl Başkanlarımız ve Kadın Kolları Merkez Yönetim Kurulu üyelerimizle birlikte, bu sabah Danıştay’a İstanbul Sözleşmesi ile ilgili yapmış olduğumuz başvuruyu kamuoyuna duyurmak için bir araya geldik. Yanımızda Genel Başkan Yardımcılarımız, Grup Başkanvekilimiz, Parti Meclisi Üyelerimiz, Milletvekillerimiz, Yüksek Disiplin Kurulu Üyelerimiz, Ankara İl Başkanımız ve il yöneticilerimiz var.

Bizim Cumhuriyet Halk Partisi ailesi olarak İstanbul Sözleşmesi’nin Türkiye Cumhuriyeti bakımından feshine dair Cumhurbaşkanı kararına ilişkin tavrımız çok nettir: Bu karar yok hükmündedir! Bir süredir anlamsız bir şekilde çarpıtılarak kamuoyuna kötülenen, hedef gösterilen “İstanbul Sözleşmesi”nin tam adı “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”dir. Bizler, sözleşmenin Türkiye Cumhuriyeti tarafından fesih girişimini bir gece yarısı öğrendik. Erdoğan’ın imzasıyla alınan karar 20 Mart tarihli Resmi Gazete’de yayımlandı. Tek cümlelik bu karar, ne bir gerekçe içeriyor, ne de bir açıklama…

Erdoğan iktidarı döneminde 18 yılda en az 7500 kadın sırf kadın oldukları için katledildi. Tanımadığımız ve tanımayacağımız fesih açıklamasının üzerinden 12 saat bile geçmeden 6 kadın daha yaşamdan koparıldı.
Tam da bu yüzden İstanbul Sözleşmesi kadınların can simididir. Ata’mızın sayesinde dünyanın pek çok gelişmiş ülkesinden daha önce eşit haklara sahip olan biz kadınlar, haklarımızın gasp edilmesine asla izin vermeyeceğiz.
Sözleşmeyle ilgili gerçek dışı beyanlarla yürütülen bir karalama kampanyası var. Biz şimdi sizlere gerçek sanılan bazı yalanları ve doğruları anlatalım:

  • Diyorlar ki sözleşme eşcinselliği teşvik ediyor. AKP Genel Başkan Yardımcısı Avukat Özlem Zengin’in de söylediği gibi; sözleşmede eşcinselliği teşvik eden hiçbir madde yoktur. Şunu net olarak belirtmeliyim ki; Sözleşme mağdurun haklarını herhangi bir ayrım gözetmeksizin güvence altına almaktadır. LGBTi+ bireyler dahil, herkesin insan haklarına sahip çıkar
  • Diyorlar ki toplumun büyük çoğunluğu sözleşmeden rahatsız, iptal edilmesini istiyor. İşin esası; bu iddianın aksine, İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik yüksek düzeyde toplumsal bir destek vardır. Temmuz 2020’de yapılan bir araştırmaya göre; katılımcıların yüzde 64’ü sözleşmeden yanadır.
  • Diyorlar ki Sözleşme’ye dünyada her yerden tepkiler var. Oysaki; bu sözleşme şiddete karşı sıfır tolerans tanıyan en kapsamı sözleşme olması nedeniyle sadece Avrupa’da değil, dünya genelinde “altın standart” olarak gösterilmektedir. Şu ana kadar 45 ülke ve Avrupa Birliği sözleşmeyi imzalanmıştır. İmzacı ülke sayısının artmasına dönük çalışmalar sürmektedir
  • Diyorlar ki Sözleşme yüzünden kadının beyanıyla, başka hiçbir delil olmaksızın erkek hapse atılmaktadır. Oysaki Sözleşmede kadının beyanıyla verilen tek karar ‘tedbir’ kararıdır, beyanla verilen hapis kararı yoktur
  • Diyorlar ki Sözleşme boşanmaları arttırıyor. Sözleşmede evlenme ya da boşanmaları teşvik edici hiçbir madde yok. Boşanmaların başlıca nedeni aile içindeki şiddettir
  • Diyorlar ki Sözleşme yüzünden şiddet artmıştır. Oysa ki Sözleşme şiddeti arttırmamış, görünür kılmıştır
  • Diyorlar ki Sözleşme geleneklerimize, kültürümüze aykırı, bize uymuyor. Oysaki bu topraklarda kadına yönelik şiddet bir gelenek olamaz, olmamalıdır
  • Diyorlar ki Sözleşme yüzünden kadınlar kafasına göre koruma talebi alıyor, bunun bir sınırı olmalı. Oysa ki 2019 yılında koruma başvurusu yapan 41,383 kadının bu talebi reddedildi. Koruma talebi verilmediği için binlerce kadın şiddete uğradı, öldürüldü
  • Diyorlar ki Sözleşme erkekleri mağdur ediyor. Oysaki Sözleşmede şiddet uygulamayan erkeklerle ilgili bir yaptırım yoktur. Evden uzaklaştırılanlar; şiddet uygulayan, tehdit eden ve suçlu bireylerdir

Sözleşmenin imza tarihi olan 2011 yılında da, Meclis’te onaylandığı 2014 yılında da milletvekiliydim. Biz o dönemde sözleşmeye siyasi parti ayrımı yapmaksızın destek olduk, Meclis’te tek bir red oyu bile olmadan, büyük bir uzlaşı ile onayladık; peki ne oldu? Bir gece, kimse ile müzakere edilmeksizin, kadınların, kadın derneklerinin görüşü sorulmaksızın, apar topar ilan edilen mesnetsiz bir kararla, artık İstanbul Sözleşmesi’nin tarafı olmadığımız söylendi. Öyle mi gerçekten?

“Cumhurbaşkanı kararının bir değeri yok”

Erdoğan imzalı karara bir bakın. Kararda deniyor ki, 11.5.2011’de imzalanan ve Bakanlar Kurulu kararı ile onaylanan Sözleşme. Burada bir karartma, bir ikrar var. Bu Sözleşme’nin onaylanması, 6251 sayılı Kanun ile uygun bulunmuştur. Yazıyor mu kararda bu Kanun? Hayır! Peki neden yazmıyor? Kendileri de çok iyi farkında, Kanun olmaksızın Cumhurbaşkanı kararının bir değeri yok.

Anayasa’mız, temel haklara dair uluslararası sözleşmelerin Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından çıkarılacak bir Kanun ile onaylanmasını kabul etmiş, bu görevi asli olarak Meclis’e vermiştir. Bu; önceden de böyleydi, şimdi de böyle. Kanun ile katıldığımız bir Sözleşme’den idari bir kararla çıkabilir miyiz? Elbette ki hayır.

Diyorlar ki; siz Kanun bilmiyorsunuz, gidin şu 9 sayılı Kararname’nin 3.maddesini okuyun. Bunu diyenlere cevabımız nettir; biz o kararnameyi de, 3.maddesini de okuduk, biliyoruz; peki siz Anayasa’yı okudunuz mu? Anayasa’nın neresinde Cumhurbaşkanı’na bu şekilde bir yetki verilmiş, gösterin bize! Gösterin, işin kolayına kaçmadan, laf kalabalığı yapmadan.

Gösteremezsiniz. Tek söyleyebileceğiniz, 9 sayılı Kararname. “Eskiden Bakanlar Kurulu yetkisindeydi, şimdi Cumhurbaşkanı’nın yetkisinde”. Eskiler ne derdi, bilir misiniz? Su-i misal, misal olmaz. Yani, kötü örnek, örnek oluşturmaz. Öteden beri hatalıymış bu kural, dolayısıyla sizi kurtarmaz.

İşin esasında da usulünde de büyük bir hata yaptınız. Bunu zamanla anlayacaksınız. Her gün bir kadın cinayetinin işlendiği ülkemizde, “kadınları yaşatmak için ne yapabiliriz” diyecek yerde, ideolojik saplantılarınızla, modası geçmiş komplo teorilerinizle, kendinizce siyaset mimarlığı yaparak, kadınları ve çocukları moral olarak savunmasız bıraktınız!

Cumhurbaşkanlığı kararının Resmi Gazete’de yayımlanmasının ardından, biz CHP olarak bu kararı Danıştay’a taşıyacağımızı duyurmuştuk. Koruma ve uzaklaştırma kararlarına rağmen en güvenli yer olan evlerinde hatta sokak ortasında katledilen binlerce kadının, bir kez daha öldürülmesine izin vermeyeceğimizin altını çizmiştik. Bu sabah itibariyle, Danıştay’a başvuruda bulunduğumuzu duyuruyoruz.

CHP Kadın Kolları olarak, Danıştay’a açtığımız bu dava ile, hukuk devletinin işlerliğinin kanıtlanmasını bekliyor, savunulacak tek bir kelimesi bile bulunmayan bu kararın ivedilikle iptal edilmesini talep ediyoruz.

Şu çok net bilinmelidir ki; İstanbul Sözleşmesi yürürlüktedir. Meclis’teki tüm partilerin oybirliğiyle kanunlaşan İstanbul Sözleşmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yani milletin iradesini yok sayılarak fesih edilemez. Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu uluslararası bir sözleşmeden boş ol denilerek çıkılamaz; bu uygulama Anayasa’ya aykırıdır. Adını kendi şehrinden alan ve amacı kadınları şiddetten korumak olan bir insan hakkı sözleşmesinden, iç hukuka ve uluslararası hukuka aykırı olarak çekilmenin ne dünyada ne de Avrupa Konseyi’ne üye ülkeler arasında başkaca bir örneği yoktur. Olamaz!

İstanbul Sözleşmesi temel alınarak hazırlanan 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” yürürlüktedir. İstanbul Sözleşmesi’nin onaylanmasının uygun bulunmasına dair 6251 sayılı Kanun yürürlüktedir. Tüm yargı kurumlarından isteğimiz, İstanbul Sözleşmesi’nin iç hukuktaki geçerliliğinin bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da kabul edilmesi ve kadına yönelik şiddetin engellenmesinde çok etkin olan bu önemli Sözleşme’ye doğrudan atıfta bulunulmaya, sağladığı korumayı geliştirmeye yönelik karar ve uygulamalara devam edilmesidir.

Nihayetinde, tek bir kadının hayatı dahi, manasız siyasetinizden daha üstün, daha önemlidir. Partimiz, ilk seçimde iktidar olduğunda, Sözleşme’nin gereklerini tamı tamına yerine getirecektir.

Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, 42 milyon kadının yaşam hakkının elinden alınmasına izin vermeyeceğiz. Zaten genel merkezimizde hayata geçirdiğimiz YaşamHak projesi tam da bu amaca hizmet etmektedir. Ayrıca Parti Programımızda kadına yönelik şiddetin durdurulması için bütün tedbirlerin gecikmeksizin alınması öngörmektedir. Yine CHP’nin son Kurultay’ında kabul ettiği “İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi” de kadın erkek fırsat eşitliğini vurgulamakta, kadın haklarını insan hakları meselesi olarak tanımlamakta ve kadınla erkeği eşit görmeyen anlayışı reddetmektedir.

“İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararını tanımıyoruz, tanımayacağız”

CHP Kadın Kolları’nın kuruluş amaçlarından birisi; “Toplumsal cinsiyet eşitliğinin, yaşamın her alanında uygulanmasını sağlamak, kadına karşı her türlü şiddeti önlemek için mücadele etmek, toplumsal yaşamın her alanında kadınların özgür ve eşit bireyler olarak yer almalarına katkıda bulunarak kadın hareketine öncülük etmek…” şeklindedir. Yani kadının insan haklarını savunmak ve sahip çıkmak CHP’nin ve CHP Kadın Kollarının görevidir. Bu nedenle, bizler CHP Kadın Kolları olarak, menfaat ihlalimiz bulunan bu işleme karşı dava açma hakkımızı kullanıyoruz.

Tekrar söylüyoruz: Katledilen her kız kardeşimizin kanı, bu sözleşmeyi iptal etme çabasında olanların eline bulaşmıştır.

Ve bizler, tek adam hükümetine bakıp,“kadınlar 1’den büyüktür” diye haykırıyoruz. Erdoğan’ın milletin iradesini ve hukuku yok sayarak aldığı İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararını tanımıyoruz, tanımayacağız.

Bizlerin inatla ve dayanışma bilinci ile sürdürdüğü mücadelemiz sayesinde, bu Sözleşme’ye taraf olunacak, taraf kalınacak ve ülkemizin her bir karışı kadınlar ve çocuklar için güvenli hale gelsin diye gerekleri yerine getirilecektir. Tekrar söylüyoruz: İstanbul Sözleşmesi yaşatır!”

Paylaşın