1981 yılında Erzurum’da dünyaya gelen Can Bahadır Yüce, Kuleli Askeri Lisesi’ni bitirdi. Yeditepe Üniversitesi’nde felsefe okudu. İstanbul’da yaşıyor. İlk şiirleri Varlık dergisinde çıktı. Daha sonra çeşitli dergilerde şiirleri yayınlandı.
Haber Merkezi / Henüz 18 yaşındayken, 1999 Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü’nü ve 5. Nüzhet Erman Şiir Yarışması ödülünü aldı. Ataol Behramoğlu’na göre, “Bir yanı Attila İlhan bir yanı Baudelaire, Necip Fazıl ve Ahmet Muhip Dranas şiirinde” genç ve romantik şairlerimizden. Son günlerin “genç ” bir şairin ismi var: Can Bahadır Yüce.
Can Bahadır Yüce yaş ortalamasının bir hayli yüksek olduğu edebiyat dünyamızda gerçekten genç bir şair; çünkü 19 yaşında! Can Bahadır Yüce’nin ilk şiir kitabı olan”Yaslı Mızıka” dır. Can Bahadır’ın kendisini çırağı olarak gördüğü Hilmi Yavuz kitabın arkasına yazdığı yazıda ondan ” ‘dil’in pusulasını elinde tutan bir şair” olarak bahsediyor.
Genç şairin şiirlerinde iki ana tema göze çarpıyor: deniz ve şehir. Şiirlerde, kaybedilen çocukluğa duyulan özlem, ilk gençlik heyecanları ve büyük ölçüde şairin Kuleli Askeri Lisesi’nde okuduğu yıllarda yaşadığı yatılı okul günlerinin etkileri görülüyor. ” Ve nazlı gözlerinizle geceye yürümektedir arkası maviye dönük, sırtında deniz; şu deniz eşkiyası sizi ne çok seriştir bilemezsiniz! ” derken ondaki hüznü ve yumuşaklığı hissederken, şu dizelerde de o şairlere özgü cesareti görebilirsiniz: ” koptu fırtına. kopsun, bir çiçeğin teninde aramızdan bin gülün sessizliği geçerken.”
Can Bahadır Yüce kendisine Asaf Halet, Hilmi Yavuz vb. gibi pek çok değerli kalemi örnek aldığını söylese bile bir çok edebiyatçının ortak görüşü onun genç şairlerin en büyük kusuru olan taklitten sıyrılarak şiirine kendi sesini buldurduğu yönünde. Şiirlerinden bir örnek “limanlarda hep, giden kadınlar olur seslerinde yavaşça buzlanan bir nehir her ayrılık kendisine bir liman bulur kırık dökük adamlar usulca terk edilir! ”
Eserleri;
Şiir; Yaslı Mızıka (2000), Uzakta Beyaz (2002).
Söyleşi; Şiirim Gibi Yaşadım (Hilmi Yavuz ile söyleşiler, 2006).
“Korsanın günlüğü”
aşklara bak şimdi deniz görünür
ayrılmak bir limanı yazmaktır belki
silik bir mevsimde eskimiş mühür
gibidir ağzımda o yarım türkü
gelir bir limanda duru sonbahar
kendi hüznüyle ağarır çünkü
bir bir sulara gömülür aşklar
ah, ölüm hafiftir, kalır halbuki
“Liman ve kadın”
limanlarda hep, giden kadınlar olur
durmadan ve gürültüyle giderle
yorgun bakışlarında tıkabasa yağmur
toz kalkar saçlarından gemilerle beraber
limanlarda hep, giden kadınlar olur
üzgün yanaklarında titreyen birer mühür
uykular darmadağın düşlerde unutulur
lacivert yalnızlıklara geri dönülür
limanlarda hep, giden kadınlar olur
seslerinde yavaşça buzlanan nehir
her ayrılık kendisine bir liman bulur
kırık dökük adamlar usulca terk edilir
“Yaz dökümü”
Okul günlerinde güze çalıştım
o yol çoktan bitti, çınarlar
mevsimler durdu yoksanız,
dolu odaların yüküyle
gençken iyice incelmiş duvar
karşı ki yıl arı tutan karanlık
kitaplar da gittikçe acı-
başka evlerde sessız, çocuksuz
saat hâlâ işler de
durdu Necatigil’in sarkacı
artık anlamı değişti uzaklığın
yakın da uğraş-sayfalar, ekler
el yazıma yavaşça gömülüyorum
geride yaz gibi kalsın çocuklar
“Yaza bakmak”
ölüm bile geçti, dağıldı mevsimler
durma! artık ne kalıysa götür o yazdan
ah, o solgun yüzünü tuhaf bir hüzün bekler
bulutlar gözlerinde yol alırlar birazdan
deniz gibi midir ilk yazların bir yeri,
ki içlerinde hâlâ tenhâbir şey var;
aşklar durur ve yüzüme götürür şekilleri
seninle aramıza sıkışan erguvanlar
susmak gibisin şimdi, çocukluğu geçerken
yaz kırıldı, git burdan; tenlerse çok soğuk,
kar yağsaydı, kimbilir, geçmezdik bahçelerden
belki biz de başka çocuklar olurduk!