YSP’li Kılıçgün Uçar: Pusulamız HDP Paradigması

Partisinin “Büyük Konferans” toplantısında konuşan eşil Sol Parti Eş Sözcüsü Çiğdem Kılıçgün Uçar, “HDP’nin birikiminin, kazanımının ve paradigmasının özü üzerinden bugün bir aradayız. HDP’ye inanan, güç veren, emek veren bütün arkadaşlara sonsuz teşekkürler” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Kurulduğu günden beri çok ciddi başarılara, Türkiye siyasi tarihiyle birlikte ciddi bir birikime sahip olan HDP, özellikle 2015’te ulus devletin bugüne kadar bütün kodlarını bozmuştur. HDP’nin paradigması AKP tarafından yenilememiştir. Bundan sonra yol yürüyeceğimiz Yeşil Sol Parti’nin mücadele pusulası emek verdiğimiz HDP paradigmasıdır.”

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin (Yeşil Sol Parti) yeniden yapılanma ve inşa süreci kapsamında gerçekleştirdiği “Büyük Konferans”, bugün Ankara Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde başladı. Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü Çiğdem Kılıçgün Uçar, konferansın açılışında bir konuş yaptı. Sözlerine Kürtçe başlayan Kılıçgün Uçar, şunları söyle:

“Merheba hûn bir xêr hatin, li ser seran li ser çavan hatin. Li ser navê Partiya Çepên Kesk silavên xwe pêşkêşî we dikim. Ma bi xêr dî sarê ma, sima bi xeyr ameyê, çimanê mi ser, sereyê mi ser ameyê. Ma di rojî pîya yîme. Vizêr ma se kerd ewro se kenîme, mest ma do se bikerîme ma do di rojî pêropîya qisey bikerîme. Kêmanîyê ma bî, ma gegane nêresayî jûbînî, la wa bo. Ma xoverdayîşê xo heta nika ca nêverda nika ra tepîya kî ca nêverdanîme. Bizanîme ke ma ney ê teng der ê. Coka mîyanê ziwanê înan de şer est o, herb est o, ceng est o. Înan qiseyê xo xelisnayî, kerdenê xo xelisnayî. Ma vanê ke bêrê êndî. Cinî, camêrd, karker urzîme! Zanîme ke roj tarîye ra dima yena. Raya ma akerde bo.

HDP’nin birikiminin, kazanımının ve paradigmasının özü üzerinden bugün bir aradayız. HDP’ye inanan, güç veren, emek veren bütün arkadaşlara sonsuz teşekkürler. Kurulduğu günden beri çok ciddi başarılara, Türkiye siyasi tarihiyle birlikte ciddi bir birikime sahip olan HDP, özellikle 2015’te ulus devletin bugüne kadar bütün kodlarını bozmuştur. HDP’nin paradigması AKP tarafından yenilememiştir. Bundan sonra yol yürüyeceğimiz Yeşil Sol Parti’nin mücadele pusulası emek verdiğimiz HDP paradigmasıdır.

Yeni bir yüzyıla girdik. AKP-MHP iktidarı yeni yüzyılı anlata anlata bitiremedi. Biz de bunu değiştirme ve halkların yüzyılı yapma konusunda ısrarcıyız. AKP savaş politikalarını derinleştirmeye devam ediyor, yetmedi kirli ittifaklarla bu işi genişletmeye çalışıyor. En önemli meselelerden biri şudur; devlet şiddeti karşısında eşitiz, AKP-MHP hukuksuzluğu karşısında çok eşitiz, hukuksuzluk karşısında eşitiz, en çok da yoksulluk karşısında eşitiz. AKP seçimden sonra rasyonel politikalara döneceğiz dedi. Bu şunun itirafı; şimdiye kadar yaptıkları rasyonel değildi ve felaketin sebebi yürüttüğü ittifaklardı. İtiraf ettiği bir şey daha vardı; kapitalist çevreleri kıblesi olarak bizlere gösterdi. Bu durum bize nasıl yansıyor?

Daha maaş zamları cebe girmeden bunlar zamlarla halkın cebinden çıkıyor. Halkı nefessiz bırakan bir ekonomik siyaset yürütüyorlar. Bugün bu konferansta en çok konuşmamız gereken şey AKP’yi ayakta tutan savaş ekonomisidir. Adil ve eşit bir düzen kurmak zor mu, elbette değil. Hukuksuzlukta, adaletsizlikte eşitlendiğimiz bütün kesimlerle birlikte AKP’nin savaş ekonomisini teşhir etmek durumundayız. Savaş ekonomisini barışın ve emeğin lehine dönüştürecek şekilde yeniden düzenlemek zorundayız. Bunun için hiçbir kurtarıcıya ihtiyacımız yok. Bu güç bu salondadır.

Bu salon adil, eşitlikçi, demokratik ekonominin temelini her beraber kuracaktır. Adalet Bakanı bir önceki yasama dönemi bittiğinde büyük bedellerle kazandığımız nafaka hakkını elimizden alınacağını söyledi. Özellikle Medeni Kanunda yapılacak bir düzenleme ile nafakayı hedef alıyorlar. Yine biliyorsunuz torba yasa ile birlikte bir infaz düzenlemesi yapıldı. Kadın katilleri, taciz ve tecavüz failleri serbest bırakılıyor. Ve son 2 ay içerisinde 110 bin kişi cezaevinden serbest bırakılmış. Yine bir başka proje var, ÇEDES Projesi. Okulların açıldığı dönemde okullara manevi danışmanlar atanıyor. Kadın Konferansımızda da uzun uzun konuştuk bunları ve yol haritamızı belirledik.

En önemli sorun olarak Kürt sorununu görmeyen bir devlet aklıyla karşı karşıyayız. Kürt sorunu bir inkar ve imha sorunu. Kürt sorununda geldiğimiz aşamayı anlamak için son 10 gün içerisinde yaşananlara bakmamız yeterli. Halkımızın çocuklarının cenazeleri kutular içerisinde ailelere verildi. Devletin direksiyonunda oturan AKP-MHP çok ahlaksız bir kırım savaşı yürütüyor. Cenazesi 7 gün sokakta bekletilen Taybet Ananın kızı Hezni İnan’ın yanmış elbiseleri geçtiğimiz günlerde bir poşet içerisinde ailesine teslim edildi. Bizim esas ve gerçek gündemlerimiz bunlar olmalı. Bu kırılmadan ne Kürt halkının ulaşmak istediği hedefe doğru yol alabiliriz ne de Türkiye halklarının ulaşmak istediği hedeflere ulaşabiliriz.

Buradan sorumlulara ve iktidara sesleniyoruz; o mezarlar Kürt halkının tarihidir, o mezarlar bizim tarihimizdir. İnan ailesine gönderdiğiniz poşetten iki şey çıktı; birisi devletin vahşeti ve kırımı, diğeri ise Kürt halkının direnişi. Bu halk diz çökmedi, çökmeyecek. Bu halk biat etmedi, etmeyecek. AKP’nin yeni yüzyıl vizyonunda cezaevleri de var. Yeni cezaevi yapma hayali olan bir iktidarla karşı karşıyayız. Cezaevlerinde işkence var, cezaevlerinde ölümler var, cezaevlerinde siyasi rehineler var. Birçok arkadaşımızın cezaevlerinde yaşadığı hukuksuzluğu ve rehine siyasetini hatta bir ölüm rejiminin cezaevlerinde uygulandığını görmemiz gerek. Nerede bir muhalif varsa, nerede AKP-MHP iktidarı karşısında söz kuran biri varsa, kadın, emekçi, gazeteci, siyasetçi bugün hepsi cezaevinde.

2022 yılında cezaevlerinde 81 kişi hayatını kaybetmiş. 561 ağır hasta tutsak var, 1500’den fazla hasta tutsak var. Erzincan L Tipi Cezaevinde yaşamını yitiren 70 yaşındaki kanser hastası Şakir Turan’a bu devletin Adli Tıp Kurumu ‘cezaevinde kalabilir’ raporu verdi. Ailesi gidip kendisi ile görüştüğünde hastanenin bodrum katında en soğuk, en özensiz, en sağlıksız yerde ailesiyle vedalaşması bile zar zor yapıldı ve hayatını kaybetti.

Bundan bir hafta sonra Erdoğan ATK kararını beklemeden Madımak Katliamı faillerinden Hayrettin Gül’ü serbest bıraktı. 14 Eylül de Madımak Katliamının zamanaşımına uğrama tarihidir arkadaşlar. Cumhurbaşkanı bu affetme ile bir mesaj gönderiyor. Bu dava bitmiştir diyor. Katliamı gerçekleştirenler bu ülkenin cumhurbaşkanı tarafından affedilmiştir, suçsuz bulunmuştur. Alevi toplumunun bu konuda yürüttüğü mücadelenin yanında olduğumuzu kaydetmek isterim. Onlarca infaz düzenlemesi yapıldı ama politik tutsaklar hiçbir şekilde yararlanmadı.

300 politik tutsağın çok su kullandığı gerekçesiyle, çok kitap okuduğu gerekçesiyle, ALES’e girmediği gerekçesiyle, zılgıt çektiği gerekçesiyle, Kürtçe şarkı söylediği gerekçesiyle infazları yakıldı. Cezaevleri işkence evlerine dönüşmüş durumda. Patnos Cezaevinde kadın arkadaşlarımız erkek gardiyanların yaptığı sayıma izin vermedikleri için işkenceye maruz kaldılar, hücreye atıldılar. 90’larda bıraktığımızı düşündüğümüz Hizbul-Kontra yöntemiyle yani domuz bağı ile bağlandılar. Avukat arkadaşlarımız ve her birimiz bu mücadelenin takipçisi olmaya devam edeceğiz.

Türkiye’de Kürt sorununu derinleştiren AKP’nin Dışişleri Bakanı Ortadoğu’da bu savaşı sürdürmenin ittifaklarını yaratmaya çalışıyor. 2015 yılından beri Kürt düşmanlığı için ittifak arayan bir iktidarla karşı karşıyayız. En son Deyrazor’da yaşananlara bütün dünya tanıklık etti. Orada yaşananlar bir provokasyon.

Bu devlet kendi içinde kriz yaşıyor ve bunu aşmak için Kürt sorununu derinleştirmeye ve Kürt halkının kazanımlarına müdahale etmeye yöneliyor. Son iki hafta içerisinde İran, Irak, Rusya, Körfez ülkelerine seferler düzenlendi. Bu seferlerden Kürt halkının kazanımlarına savaş açma kararı çıkardılar. Deyrazor’da yaşanan provokasyonu bütün dünya seyrediyor. IŞİD çetelerini bize Arap aşiretler olarak göstermeye çalıştılar. Açıkça ifade edelim, Deyrazor’da yaşanan ikinci bir Kobanî kuşatması gibidir. O gün Kobanî’nin düşmesini bekleyenler, bugün Deyrazor’da yaşananların müsebbibidir, failleridir.

Kobanî ve Rojava’da bugün mücadelesini yürüttüğümüz tüm dünyaya örnek olan bir ortak yaşam örneği var. Bugün de Deyrazor’da Kürt Arap birlikteliği ve ortak yaşama karşı bir saldırı ile karşı karşıyayız. Kobanî’de oluşan bu birlik Suriye’nin kuzeyinde o kadar etkili bir hale geldi ki özgür ve demokratik Suriye’nin gerçekleşmesinde öncü güç olacak. Arap-Kürt birliğine karşı mevcut iktidar bütün kanallarla saldırmaya devam ediyor. HDP nasıl ki Kobanî direnişi karşısında halkların ortak direnişini savunduysa, Yeşil Sol Parti de Arap ve Kürt halkının ortak mücadelesini sahiplenmeye devam edecek.

“Kürt sorunu bir demokrasi sorunudur”

Kürt sorunundan bahsettiğimizde en önemli başlıklardan biri elbette tecrit olmak durumunda. Kürt sorunu bir güvenlik sorunu değil. Kürt sorunu bir demokrasi sorunu, bir özgürlük ve statü sorunudur. Ama devlet Kürt sorunu konusunda sorumluluk almayan aklıyla bizleri cezaevleri ve mahkemelerle baş başa bırakıyor. Herkes biliyor bu ülkenin mahkeme tutanakları Kürt halkının mücadelesini savunduğu dosyalarla doludur.

Dönüp oraya bile baksalar bu halkın mücadelesinden vazgeçemeyeceğini, kazanımlarını sahipleneceğini görecekler. Yine birilerinin ortalığı karıştırmak istediği ve Kürtleri savaşa sürüklemek istediği çok açık. “Deyrazor yerlidir millidir” diyenlerdir bunun failleri. Kucaklaşma fotoğraflarını her birimiz gördük. Bu kucaklaşmadan halklar lehine bir şey çıkmadı, çıkmayacak. Bu kucaklaşmadan Kürtlere ölüm ve Kürt halkının bütün kazanımlarının gaspından öte bir şey çıkmayacaktır.

Kürt sorunu aslında inkara dayalı. Bu inkarın en derinleştiği yer tecrittir. Çünkü tecrit Kürt sorununda inkardır. Bu inkar üzerinden dört bir taraftan savaş devam ediyor. Öyle ki tecridi konuşmak bile tecrit edilir hale geldi. Alanlarda vekil arkadaşlarımız, mücadele arkadaşlarımız bu konuyla ilgili her sözlerinde ciddi saldırıyla karşı karşıya kalıyor. Yaptığımız doğru. Çünkü bize saldıranlar Kürt halkının kimliğini, dilini, kültürünü, tarihini tanımayanlardır. Ne kadar saldırırlarsa saldırsınlar biz tecrit var demeye devam edeceğiz. Tecridin kaldırılması için mücadele edeceğiz.

İmralı tecridi sadece Kürtlerin sorunu değildir, bütün ülkeye yayılmış bir rejim haline getirilmiştir. Özgür ve eşit bir yurttaş olarak yaşamak isteyen Kürt halkının kaderi ile Türkiye halkının kaderi umduğumuzdan daha fazla ortaklaştı. Dolayısıyla ekoloji mücadelesinde, emek ve kadın mücadelesinde yan yana gelişlerimizin her biri tecrit mücadelesinde yan yana gelmek durumunda. Bu ülkede yaşanan yozlaşmayı ve çürümeyi tecrit rejiminden ayrı ele alamayız. Bunu anlatmak durumundayız. Savaş konusunda, tecrit konusunda ve bizim yapabileceklerimiz konusunda, barışın bir ütopya olmadığı konusunda, erkek devlet aklının bize dayattığından öte bir şey olmadığı konusunda ortaklaşma yaratmak durumundayız.

Bugüne kadar yaptıklarımızla yol aldık ama güçlü bir sahiplenmeye ihtiyaç var. Tecrit bir hukuk katliamı, hukukun dışına çıkılmasıdır. Devlette süreklilik esastır denir ya, Demirel’de söylemişti “Devlet zaman zaman rutin dışına çıkar”. AKP rutin bırakmadı, sınır bırakmadı. Adalet ve hukuku katleden bir sisteme boyun eğmemizi istiyor. Cumartesi Annelerinin her hafta gözaltına alınması, öğretmenlerin ters kelepçeyle gözaltına alınması, 3-4 insanın en temel demokratik hakkı için bir araya gelmesine izin verilmemesi tecrit rejiminden bağımsız değildir. O yüzden tecrit Türkiye sorunudur, hepimizin mücadele etmesi gereken bir alandır.

“Demokratik siyaseti en önemli güç haline getirmek zorundayız”

Seçim sonucu ciddi toplantılar yaptık. Seçim sonrası en cesur eleştirilerin olduğu toplantılar oldu. Bu cesur eleştiri bizimle beraber yol alan mücadele arkadaşlarımızın ve halkımızın bu paradigmayı sahiplendiğinin en büyük göstergesidir. Bu bize güç kattı, eksiklerimizi gördük, nasıl yol alabileceğimizi tartıştık.

Ama bugün burası bu kararların somutlaşacağı, başlıkların netleşeceği yerlerden biri. Bu çalışmayı yürütürken sadece toplantılar da yapmadık. Önceki dönem eş genel başkanlarımızdan ve cezaevlerindeki arkadaşlarımızdan, sürgünde olan arkadaşlarımızdan görüş aldık. Selahattin Demirtaş’tan, Figen Yüksekdağ’dan, Gültan Kışanak’tan, Alp Altınörs’ten, Sebahat Tuncel’den, Leyla Güven’den, Mahir Sayın’dan, Ertuğrul Kürkçü’den, Nasrullah Kuran’dan yeni dönemin inşasında konferansa giderken yapabileceklerimiz konusunda katkılarını istedik.

Komisyonumuz arkadaşlarımızın gönderdiği bilgi ve belgelerden faydalandı. Buradan hem sürgünde olan arkadaşlarımıza hem de cezaevlerinde olan arkadaşlarımıza selam olsun! Demokratik uzlaşı, özgür bir siyaset ve evrensel hukuk bizim temel ilkelerimizdir. Bugün demokratik siyaseti Türkiye’de en büyük güç durumuna getirmek durumundayız. Bu çerçevede devletin her yerden bize saldırdığı bir zamanda mücadelemizi büyütmek hepimizin görevi. Özgür insana ve özgür topluma yakışır baharlar yaratmak iddiamız var. Tarih bizi mücadeleye, zaman ise başarıya dört elle sarılmaya çağırıyor. Hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum. Yolumuz açık olsun.”

Paylaşın

YSP’li İbrahim Akın: “Üçüncü Yol” Siyasetini Örgütlüyoruz

Partisinin “Büyük Konferans” toplantısında konuşan eşil Sol Parti Eş Sözcüsü İbrahim Akın, “Bizim seçeneğimiz 3’üncü Yol seçeneğidir. Bu ülkedeki bütün ezilenlerin ortak geleceğinin inşa edileceği bir başka seçenek Üçüncü Yol seçeneğidir” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Bu seçenek yeterince anlaşılmış görünmüyor. Biz Türkiye tarihi boyunca aslında bunun çeşitli biçimlerini her beraber yaşadık. Emeğin, özgürlüğün, eşitliğin, adaletin, ekoloji ve yaşam savunucularının burada olduğuna inanarak aslında HDP paradigması diye bahsettiğimiz HDP projesi bugüne geldi. Yeşil Sol Parti, bu geleneğin devamı olarak bugün Üçüncü Yol siyasetinin etkili bir şekilde örgütlenmesi için mücadele ediyor.”

Akın, konuşmasının devamında, “Bu mücadelede sırasında başarılarımız olduğu kadar başarısızlıklarımız da var.  Bunlarla yüzleşiyoruz ama 3’üncü Yol vazgeçilmez stratejimizdir. Bu aynı zamanda bizim barış ve özgürlük mücadelesi veren, bedel ödeyen ve cezaevlerinde olan arkadaşlarımıza karşı sorumluluğumuzdur. Biz bu sorumluluğumuzdan asla vazgeçmeyeceğiz. Şu anda iktidar ve muhalefet bizi seçeneksiz bırakmak isteyebilirler ama biz onların karşısında asla bu tasfiye siyasetine karşı pes etmeyeceğiz. Bütün inançların birlikteliğini, çoğulculuğu ve ortak geleceği inşa etmek konusunda kararlı bir şekilde yürüyeceğiz. Bu konferans bu yüzden önemli.” ifadelerini kullandı.

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin (Yeşil Sol Parti) yeniden yapılanma ve inşa süreci kapsamında gerçekleştirdiği “Büyük Konferans”, bugün Ankara Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde başladı. Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü İbrahim Akın, konferansın açılışında bir konuş yaptı. Akın, şunları söyle:

“Bugün burada büyük bir kalabalıkla önümüzdeki dönemin yol haritasını ve yeni hikayemizi çıkaracağız. Cezaevinde siyasi olarak rehin bulunan ve direniş destanı yazan barış ve özgürlük mücadelesi savunucusu yoldaşlarımızın katkılarıyla bu kongreyi daha güçlü bir şekilde yapmaya çalışıyoruz. Sevgili Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ şahsında bütün yoldaşlarımızı sevgiyle selamlıyoruz. Onların katkılarıyla daha güçlü bir yol haritası çıkaracağımıza inanıyorum.

Ülkemiz çok ağır bir çoklu krizle karşı karşıya. Hem ekonomik hem toplumsal hem siyasal hem de aynı zamanda ağır bir şiddet altında kriz sarmalı içerisinde yaşıyoruz. Buradaki arkadaşlarımızın neredeyse yüzde yüzü bunun ekonomik etkisi altında yaşıyor. Saray rejiminin sözcüsü Erdoğan, bu meselenin psikolojik olduğunu söylüyor. Yüzde 90’ı bu meseleden muzdarip olan insanlarımızla alay ediyor aslında.
Biz bunun psikolojik bir vaka olduğu tespitine varamıyoruz.

Türkiye’deki yaşanan bu krizin ana sebeplerinden bir tanesi Kürt sorununun demokratik bir şekilde çözümsüzlük sürecine girmesidir. 2014 yılından bu yana yaşanan süreç aslında hepimizin içinde olduğu bir gerçekliği ifade ediyor. Bu gerçeklik neydi? Bu gerçeklik; 2013’te başlayan barış sürecini, imzalanan Dolmabahçe Mutabakatını 2014’te Erdoğan ve AKP iktidarının reddetmesi ve masayı devirerek başlattığı yeni sürecin ifadesiydi. Bu süreç aynı zamanda o günden bu yana Türkiye’nin içinden çıkılmaz derin krizlere girmesinin sebebidir. Türkiye halkları bu krizin içinde debeleniyor ve bu krizin bedelini ödüyor. Bunun aynı zamanda büyük ölçüde bir silah ticaretiyle beraber topluma mal edilen ciddi sonuçları olduğunu görüyoruz.

Bu mesele karşısında sürdürülen barış, özgürlük, demokrasi ve eşitlik mücadelesi inanılmaz bir şekilde tahrip edildi. Bu mücadeleyi yürütenler, bu mücadele içerisinde yani masada bulunan insanlar şu anda Kobanî Kumpas Davasında yargılanıyor. Kobanî Kumpas Davasının bir tarafında devlet yani İçişleri Bakanından Cumhurbaşkanına kadar herkes muhatap iken şimdi barış mücadelesinin savunucuları yargılanıyor.

2 gün önce Kobanî Kumpas Davasındaydık. Sevgili Meclis Başkanvekilimiz Sırrı Süreyya Önder savunma yaptı. Aynen şunları söyledi. “Siz beni yargılayamazsınız. Ben şu anda Meclis Başkanvekiliyim ve aynı zamanda milletvekiliyim. Yani şu anda elinizdeki yasaların yapılmasını sağlayan bir yerim. Siz tersten buradaki yargı olarak ve aynı zamanda yürütmenin eliyle ortaya çıkan belgeler eliyle beni yargılayamazsınız. Böyle bir hakkınız yok. AYM’nin verdiği kararlar bunun çok somut göstergesidir”.

Açık açık bir saat neden savunma alamayacaklarını mahkeme heyetine söyledi. Ama karşıdakiler, Bilal’e anlatılır gibi anlatılmasına rağmen anlamadılar. Talimatlarla orada durduklarını bir kez daha kanıtladılar. Bir yargı heyeti değil sanki Saray tarafından görevlendirilmiş bir komisyon gibi görevlerine devam ettiler. Buradan bir kez daha şunu söylemek isteriz; sizin bu konuda yapmış olduğunuz yargılama aslında sahtedir, bir kumpas hikayesi sonucudur. Orada yargılanan bütün arkadaşlarımız mahkemeyi yargılıyorlar, Saray rejimini yargılıyorlar. Onlar da mahcup mahcup dinliyor. İnanın oradaki görevli memurlara baktığınızda bunu çok net anlıyorsunuz.

Kobani Kumpas Davasıyla yargılanmak istenen yalnızca aktif sorumluluk almış arkadaşlarımız değildir; halkımızın yürüttüğü barış mücadelesidir, sistematik olarak şiddete maruz kalan gençlerimizin bedenleridir, analarımızın dinmeyen yarasıdır, çocuklarımızın heba edilmek istenen geleceğidir. Kısacası bu devletin kuruluşundan bu yana yüzyıllık inkar ve imha siyasetinin sonucudur. Dolayısıyla bu süreç bir bütün olarak bizim yargılanma sürecimizdir.

Öte yandan Sayın Öcalan; barış sürecinin yol haritasına ve sürecin yönetilmesine dair bütün katkılarından sonra, Dolmabahçe Mutabakatının rafa kaldırılmasından sonra tecrit altında. Bu politika sanmayın ki sadece orada cezaevlerinde. İnanılmaz bir kötülük iktidarı, bir düşman iktidarı var. Ve bütün muhalefet yargılanıyor, tecrit ediliyor. Bu tecrit politikası sadece cezaevlerinde değil aynı zamanda hayatın her alanında uygulanıyor. O kadar yaygınlaştı ki mevcut muhalefetin değişik yerlerindeki herkes aynı zamanda bundan etkilenmeye başladı. Biliyorsunuz en son “Tecrit insanlık suçudur” diyen Merdan Yanardağ yargılanıyor ve cezaevinde.

Vekil olmasına rağmen cezaevinde bulunan Can Atalay bundan mahrum edilmiş durumda. Celalettin Can cezaevine girdiğinde iki gün kendisine su verilmemesi bu tecrit politikasının pratik sonucudur. Akbalen’de ekoloji mücadelesi verenlere yapılan inanılmaz saldırı bunların sonucudur. Eskişehir’de, Antep’te işçi direnişlerine dönük yapılan hukuksuz saldırılar bunun bir sonucu. Bu tecrit politikası muhalefet eden herkese uygulanmaya başlandı.

Buradan herkese sesleniyoruz. Mesele bir kesime yönelik bir tecrit politikası ile başlamıştı. Ancak şimdi bütün Türkiye’nin muhatap olduğu hukuksuz, insan haklarına aykırı, evrensel normlara aykırı bir politika bu ülkede uygulanıyor. Bu bakımdan önümüzdeki dönemin siyasetini eğer bu iktidardan kurtarmak istiyorsak, biz muhalefet edenler bunun farkında olarak siyaset yapmak zorundayız. Başka türlü üç maymunu oynayarak bu ülkede siyaset yapamazsınız. Önümüzdeki sürecin en önemli sorunlarından biri de bu iktidar karşısında yaşadığımız blok hikayesi var. Biz içinde bulunduğumuz süreci şöyle değerlendiriyoruz. İki kutuplu siyasete bizi sıkıştırmaya çalışıyorlar.

Biz diyoruz ki mevcut faşizan Saray rejimi etrafındaki iktidar; yani dinci, milliyetçi, otoriter rejim sadece bir rejim değil aynı zamanda devletin kendisi haline gelmiş durumda. Bu devletin karşısında muhalefet edecekseniz, bu topluma umut vereceksiniz bu umudun yolu bir başka seçenek yaratmaktır.  Biz her iki seçeneğe de yani Saray rejiminin de restorasyoncu ve yüzyıllık tarihin sonuçlarını çözemeyen aklın da Kürt sorunu başta olmak üzere hiçbir sorunu çözemeyeceğini düşünüyoruz. 100 yıllık cumhuriyet birikimi demokrasiyle buluşmadığı sürece halklara bir çare olamaz.

“Üçüncü Yol siyasetini örgütlüyoruz”

Bizim seçeneğimiz 3’üncü Yol seçeneğidir. Bu ülkedeki bütün ezilenlerin ortak geleceğinin inşa edileceği bir başka seçenek Üçüncü Yol seçeneğidir. Bu seçenek yeterince anlaşılmış görünmüyor. Biz Türkiye tarihi boyunca aslında bunun çeşitli biçimlerini her beraber yaşadık. Emeğin, özgürlüğün, eşitliğin, adaletin, ekoloji ve yaşam savunucularının burada olduğuna inanarak aslında HDP paradigması diye bahsettiğimiz HDP projesi bugüne geldi. Yeşil Sol Parti, bu geleneğin devamı olarak bugün Üçüncü Yol siyasetinin etkili bir şekilde örgütlenmesi için mücadele ediyor. Bu mücadelede sırasında başarılarımız olduğu kadar başarısızlıklarımız da var.

Bunlarla yüzleşiyoruz ama 3’üncü Yol vazgeçilmez stratejimizdir. Bu aynı zamanda bizim barış ve özgürlük mücadelesi veren, bedel ödeyen ve cezaevlerinde olan arkadaşlarımıza karşı sorumluluğumuzdur. Biz bu sorumluluğumuzdan asla vazgeçmeyeceğiz. Şu anda iktidar ve muhalefet bizi seçeneksiz bırakmak isteyebilirler ama biz onların karşısında asla bu tasfiye siyasetine karşı pes etmeyeceğiz. Bütün inançların birlikteliğini, çoğulculuğu ve ortak geleceği inşa etmek konusunda kararlı bir şekilde yürüyeceğiz. Bu konferans bu yüzden önemli.

Bu ülkede korkunç bir emek sömürüsü var. Ekonomi Bakanı “Biz artık bundan sonra ücretlilerin, emeklilerin, çalışanların maaşlarını gelecekte tahayyül ettiğimiz enflasyona göre yapacağız” diyor. Bu aynı zamanda şu andaki hakların da gitmesi demek. Şu anda çalışanların yüzde 85-90’ı açlık sınırının altında yaşıyor. Bunu bilim insanları söylüyor. Türk-İş’in belirlediği sınırlara göre açlık sınırının çok altında yaşıyorlar. Böyle bir atmosferde ülkenin sözde tek lideri Erdoğan bunu psikolojik vaka olarak adlandırıyor. Türkiye şu anda dünyadaki kötü koşullarda yaşayan 10 ülkeden biri haline gelmiş durumda.  Öyle bahsettikleri gibi Türkiye’nin durumu iyi değil. Ekonomik krizden çökmüş bir ekonomi var. İçinde bulunduğumuz tabloda iki kutuplu siyaset karşısında toplumun değişim talepleri geçtiğimiz seçimde karşılanmadı.

Deprem meselesini korkunç bir biçimde kullandılar. Deprem inanılmaz bir tahribat yarattı. Deprem doğal bir felaket ama aynı zamanda AKP-MHP şahsında ikinci bir felaket yaşandı. Bu felaketin üzerinden yedi ay geçmesine rağmen gördüğümüz tablo çok vahimdir. Daha dün temel kaldırma sırasında bir yurttaşımızın cesedine rastlandı. Hala bu göçükler altında insanların cenazeleri duruyor. Bütün uyarılara rağmen enkaz kaldırma çalışmalarında asbest tehlikesi yaşanıyor. İnsanlarımız kanser olma tehlikesiyle karşı karşıya. Herkes bağıra bağıra söylüyor ama dinlemiyorlar. Şu anda orada inanılmaz bir rant çetesi haline gelmiş ve devletle işbirliği halinde olan kesimlerce rantçı, talancı, yalancı bir siyasetin etrafında bir inşaat yapılmaya çalışılıyor.

Buradan, geçtiğimiz seçimlerde bize bina yapabilirler diyerek umut eden insanlarımıza sesleniyoruz. Bu yalancı ve talancı siyasete karşı artık daha fazla sessiz kalmayın. Herkesin demokratik hakkı buna isyan ve itiraz etmektir. Ayrıca bütün muhalefete sesleniyorum. Bunun karşısında sessiz kalmak, onursuz bir şekilde durmaktır, ortak olmaktır. Biz daha güçlü bir şekilde bu konferanstan çıkıp Türkiye’nin gerçekten muhalefeti olmaya, insanların umudu olmaya, bunun sözünü ve eylemini örgütlemeye aday partiyiz. Bunu da Yeşil Sol Parti’nin geleneğinden aldığı güçle gerçekleştireceğimize inanıyoruz.

Başka bir konu da yerel yönetimlerle ilgili. Yerel seçimler çok önemlidir. Türkiye’de yaklaşık 7 yıldır kayyımlarla karşı karşıyayız. 15 milyonun iradesini gasp eden Saray rejimine karşı bu dönem bütün halkımızla beraber bu kayyım rejimini bertaraf etmeye hazırlanıyoruz. Kayyımın ortadan kaldırılması, halkın kendi kendisini yönetmesi, söz ve karar sahibi olması için ciddi bir biçimde hazırlanıyoruz. Alacağımız kararlarla önümüzdeki dönemin yol haritasını çıkarırken şunu unutmayacağız. Bizim çeşitli süreçlerden geçerken yaşadığımız başarısızlık nedenlerinden biri yerel seçimler. Bunu kesinlikle ıskalamayacağız.

Halkın iradesiyle bu kayyım rejimini bertaraf edeceğiz ve bir daha bu ülkeye gelmemesi için halkımızın iradesi ve yönetime katılmasıyla bunu başaracağız. Saray rejiminin tek isteği bizi her tarafta tasfiye etmektir. Bu tasfiye ve tecrit siyaseti karşısında çok güçlü bir şekilde örgütlü duracağız ve mutlaka başaracağız. Halkımızın iradesi bunu başaracağını göstermektedir. Biz de bu inançla başaracağımıza inanıyoruz.

Yol haritamızı çıkarıyoruz

Bu süreç içerisinde bir yüzleşmeyi, bir eleştiri sürecini başlattık. Biliyorsunuz yaklaşık 4 aydır bütün bu tartışmaları hiçbir partinin yapmadığı kadar açık ve şeffaf yaptık. Önce ilçelerimizde sonra illerimizde toplantılar yaptık. Halk toplantıları yaptık. Bu halk toplantılarına 30 binin üzerinden insanımız katıldı. Bunları raporlaştırarak ve değerlendirerek önümüzdeki dönemin yol haritasını çıkartmak için çalıştaylar yaptık. Bugün sizlerin delege olarak katıldığı bu konferansta kararlarımızı almış olacağız. Bu kararlarımız kongremizde sonuçlanacak. Bu kararlar bence yeni dönemin yol haritasını çıkartmak bakımından çok değerli ve kıymetli olacak. Hazırlanan karar taslaklarının üzerine her bir arkadaşın katılması bu siyasetin öznesi olmak bakımından önemlidir.

Bu dönemde sadece bunları yaşamadık. Tarihsel paradigmamız inanılmaz bir saldırı altındadır. Bilinçli ve iradeli siyasi bir kararlılık göstermezsek bu saldırılar başarı hikayemizi etkileyecek. Hem devletin egemen güçleri hem de bizi daraltmaya ve sınırlamaya çalışanlar karşısında kapsayıcı ve Türkiye’nin barış mücadelesini ve bütünlüğünü sağlayacak bir yol haritasını çıkarmak konusunda sizlere güveniyoruz. Bu konuda burada bir karar çıkacağına inanıyoruz.

Geçmişteki tartışmalara takılıp kalmamalıyız. Evet, geçmişi tartışalım ama aynı zamanda geleceğe bakalım. Ortak bilinç, irade ve gelecek kaydetmek konusunda konferansımızın çok başarılı bir şekilde sonuç almasını diliyorum. Türkiye’nin bütün halkları buraya bakıyor, aynı zamanda bölgedeki bütün halklar ve dünyadaki ezilenler bizi izliyor. Geleceğimizi daha yoldaşça kurmak için bu mücadeleyi yürütmemiz gerektiğini belirtiyor ve konferansımızın başarılı geçmesini temenni ediyorum. Birlikte başaracağız. An serkeftin an serkeftin.”

Paylaşın