1927 yılında Sivas’ın Gürün İlçesinde dünyaya gelen Hasan Hüseyin Korkmazgil, 25 Şubat 1984 yılında Ankara’da hayatını kaybetti. Adana Erkek Lisesi’ni bitirdi. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nden mezun oldu ve Kahramanmaraş’ın Göksun ilçesinde öğretmenliğe başladı.
Haber Merkezi / Siyasi düşünceleri ve eylemleri gerekçesiyle tutuklandı, pek çok aydın gibi 142. maddeye muhalefetten hüküm giydi ve öğretmenlikten atıldı. Bir süre Gürün’de ve Sivas’ta arzuhalcilik, tabela ve portre ressamlığı, inşaat işçiliği yaptı. Daha sonra İstanbul’a, sonra da Ankara’ya yerleşti. Akis dergisinde çalıştı, bir süre de Forum dergisinin sanat sayfalarını yönetti. Kızılırmak kitabı nedeniyle hakkında 142. maddeden dava açıldı, yargılandı, aklandı.
Şiir yazmaya lise yıllarında başlayan Hasan Hüseyin’in ilk şiiri Dost dergisinde yayımlandı. Aynı yıllarda mizahi öyküleri de yayımlandı. Kavel adlı kitabı ile Yeditepe Şiir Armağanı’nı, Kızılkuğu ile TRT’nin 1970 Sanat Başarı Ödülü’nü, Filizkıran Fırtınası ile Toprak ve Nevzat Üstün şiir ödüllerini aldı.
Eserleri;
Şiir:
Kavel (1963)
Temmuz Bildirisi (1965)
Kızılırmak (1966)
Kızılkuğu (1971)
Ağlasun Ayşafağı (1972)
Oğlak (1972)
Acıyı Bal Eyledik (1973).
Kelepçenin Karasında Bir Ak Güvercin (1974)
Koçero Vatan Şairi (1976)
Haziran’da Ölmek Zor (1977)
Filizkıran Fırtınası (1981)
Acılara Tutunmak (1981)
Işıklarla Oynamayın (1982)
Tohumlar Tuz İçinde (1988)
Kandan Kına Yakılmaz (1989)
Mizahi Öykü:
Öhhöööö! (1964)
Made in Türkey (1970)
Bıyıklar Konuşuyor (1971).
Gezi:
Bağdat Basra Yollarında(1974)
Çocuk Kitapları:
Eşeğin Gözyaşları
Aşıcı Baba
Ormanın Öcü
Ressamın Bıldırcınları
Becerikli Çocuğun Düşleri
Ödülleri:
1964 Yeditepe Şiir Armağanı / Kavel ile
1970 TRT Sanat Başarı Ödülü / Kızılkuğu ile
1981 Ömer Faruk Toprak Şiir Ödülü / Filizkıran Fırtınası ile
1981 Nevzat Üstün Şiir Ödülü / Filizkıran Fırtınası ile
“Filizkıran fırtınası”
gün doğmadan başladı filizkıran fırtınası
evler yemen türküsü
sokaklar seferberlik
öyle bir gariplik ki
öyle bir tedirginlik
yaz başında güz sonrası
ayvalar çiçekteydi
güller daha tomurcuk
açıl demişti güneş
açılmıştı kıraçta kış elmaları
çözül demişti güneş
çözülmüştü yılanlar karanlık odalarında
dallarda yuvalar tüy kokuyordu
düğünçiçekleri şenlikli
gün doğmadan başladı filizkıran fırtınası
ne dal kaldı ne tomurcuk
yerden yere çaldı otları ağaçları
insan yüzlü bir korkuluk
üşüdüm dünyalarca
baskın yemiş bir kent gibi üşüdüm
sergen etti filizleri sapsarı bir karanlık
bahardan kışa düştüm
acılı günler gördüm
sığdıramam bir tek günü bir koca yıla
geceler geçirdim yoz kentlerin bulvarlarında
nice baharları kışlara gömdüm
uzak düştüm yelinden yelvesinden acılı yurdun
uzak düştüm umudundan mutundan
yomundan uzak düştüm
bunaltının böylesini görmedim
severim fırtınanın her türlüsünü
ormanlar uğultulu sular dalgalı
severim filizkıran fırtınası’nı
kırıp kanatmıyorsa sevincin türküsünü
nerde benim baharım
dalım yaprağım nerde
gece çökmüş üstüne kerpiçsel yalnızlığın
sanki kaplan pençesinde bir manda böğürtüsü
ne kuş kalmış ne çiçek
ne kırmızı ne yeşil
sapsarı karanlıkta yerler bahar ölüsü
“Kokmuşlar mezarlığı”
güneşse güneş benim beyoğlubeyler
topraksa toprak benim beyoğlubeyler
bir şey var anlamadığım bu sabahlarda
eski saraylarda bu yeni saltanatlar
saksılarda çiçek diye kızgın namlular
demirin kömürün petrolün kalleşliği
bir şey var anlamadığım bu sabahlarda
kayguysa kaygu benim beyoğlubeyler
bayramsa bayram benim beyoğlubeyler
ya siz kimsiniz
kentlerin göbekleri suların en kadını
kadının en körpesi sofraların padişahı
bir şey var anlamadığım bu yasaklarda
ben güldükçe neden karartılır ışıklar
duvarlar yükseltilir köpekler kışkırtılır
kundakta bebek suçlu tarlada tohum
bir şey var anlamadığım bu yasaklarda
umutsa umut benim beyoğlubeyler
ya siz kimsiniz
bu kokmuşlar mezarlığı imamlar sofrası bu
omuzlardan omuzlara bu korku tapınakları
akşamla kargalarla nargilelerle
leblebici bakkalbaşı minder minder üçotuzüç
bir şey var anlamadığım bu yezit yalanlarda
yarınsa yarın benim beyoğlubeyler
barışsa barış benim beyoğlubeyler
ya siz kimsiniz
kimsiniz ey şimdi müzelerde yerleri belli
eski beyler yeni beyler bey eskileri
“Öteki yalnız”
hep aynı köşede karşılaşırdık
gözlerini koyacak yer bulamazdın
ne güzel çekingendin titrerdin
çantan sefertasın eldivenlerin
gitmek istemezdin ama giderdin
bir sen kalırdın kent silinip giderdi
ayaklarım dolaşırdı düşmezdim
saata bakardım hep yedibuçuk
yumruğumu kaldırıp bağırasım gelirdi
bu hiç sevmediğim kupkuru kentin
nasıl da bağlandımdı akşamlarına
beşbuçuk en sevdiğim saattı
kaldırımlarda ışıkları severdim
kabarık saçlarıma kar yağardı
kar güzeldi herkes her şey güzeldi
durakta bir ben bir yelpikli kestaneci
pastacının pikabında bizim şarkımız
berberin kanaryası bizi öterdi
arabalar renk renk geçerdi çalımlı
en güzeli seni getiren otobüstü
maviydi yumuşacık bir yamuktu
lâstikleri kadifeden sanırdım
beşbuçukta seni alıp gelince
otobüs dolusu gözlerini görünce
gecelerim gibi gözlerini görünce
oteldeki yatağım kahvedeki masam
ıssız sokaklarda ayak seslerim
kaldırıma oturup ağlayasım gelirdi
ikimiz de yalnızdık bunu saklıyamayız
çalışmak zorundaydık dağılamazdık
evsiz edemezdik yüreğim sana yetmezdi
hem belki hep senin olmayacaktı
geceleri kapımızı çalınca korkuların
yoksul pencerende zavallı sardunyalar
ben kendime kıydım kurtulamadım
sen kendini yaktın daha kötüsü
sana son yazdıklarımı okuyabilsem
ah bir okuyabilsem, ağrımı duyabilsen
o durakta neler kimler ağlamıyor ki