Cevdet Karal Kimdir? Hayatı, Eserleri

18 Aralık 1967 yılında Trabzon’un Of İlçesinde dünyaya gelen Cevdet Karal’ın doğum tarihi muhtelif kaynaklarda 18 Aralık 1967 olarak belirtilse de nüfus kaydına göre asıl doğum tarihi 1 Mart 1969’dur. Annesi Mukaddes Hanım babası ise çiftçilikle ailesinin geçimini sağlayan Ahmet Bey’dir. Karal’ın çocukluk yılları Of’un köyünde geçti. İlk ve orta öğrenimini burada tamamladıktan sonra Of İmam Hatip Lisesini bitirdi.

Haber Merkezi / 1986 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinde başladığı üniversite öğrenimini Boğaziçi, İstanbul ve Mimar Sinan Üniversitelerinin sosyoloji ve psikoloji bölümlerinde sürdürdü (Yalçın 2010: 591). İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu Reklamcılık Bölümünden mezun oldu ve 1993’ten bu yana reklam sektöründe metin yazarı olarak çalıştı. Ömer Erdem ile 1998’de Kaşgar dergisini çıkardı. Cesedi Nereye Gömelim (2015) adli şiir kitabı ile 2015 Necip Fazıl Şiir Ödülü’ne değer görüldü. Uzun Sürdü Hazırlığım (2017) adlı şiir kitabı Türkiye Yazarlar Birliği tarafından yılın şiir kitabı seçildi. Evli olan sanatçı İstanbul’da yazı çalışmalarını sürdürmektedir.

90’lı yıllardaki etkinliği ile edebiyat dünyasına giren Cevdet Karal, mistik ve metafizik duyarlıklı bir şairdir. 80’li yıllarda şiir yazmaya başlasa da çocukluk yıllarındayken bu türde karar kılmıştır. Şiire yönelişinin sebeplerinden biri etkilenişinin manevi atmosferini teşkil eden dedesinin gür sesiyle okuduğu Mevlid-i Şerif’tir. İkincisi, şiirinden ses anlamında etkilendiği Yahyâ Kemal’in “Akıncılar” başlıklı şiiri olmuştur. Bir diğer etken ise Trabzon’da matbuat hayatının gelişmiş olmasına bağlıdır. Zira Karal, daha ortaokul yıllarında Trabzon’da yayımlanan başta Kıyı olmak üzere çeşitli edebiyat dergilerini yakından takip etmiştir.

Hürriyet Gösteri, Sanat Olayı, Mavera, Doğuş, Töre, Varlık ve Nuri Pakdil’in çıkardığı Edebiyat gibi büyük şehirlerde yayımlanan birçok dergi de Trabzon’a hatta Of’a kadar ulaşır. Bu dergileri okuma fırsatı bulan Karal, nitelikli yayınlarla erken tanıştığı için kendini çok şanslı hisseder. Dergilerde şiirlerini okuyup etkilendiği şairlerin peşine düşer. Nitekim bunu da “O zamanlar ulaşabildiğimiz tüm dergileri izliyor, bazılarını kendimiz getirtiyorduk. Önce İslamcı ve sağ dergiler; sonra hepsi. Gösteri, Varlık, Sanat Olayı… Sanat Olayı’nda Attila İlhan vardı. Hem şiirleri hem de ayrıksı düşünceleri ile onu başka bir yere koyuyorduk.” cümleleriyle dile getirmiştir.

Karal, bir yandan dergilerde okuduklarıyla kendini geliştirirken diğer yandan da şiir yazmaya başlar. Onu kalem tecrübelerini yayımlaması için ortaokuldayken felsefe grubu öğretmeni Mehmet Emin Köktaş teşvik etmiştir. 1983’te Yeni Devir gazetesinde ilk denemesini yayımlar, daha sonra Türk Edebiyatı, Kelime ve Sanat Olayı dergilerine şiirlerini gönderir.

İlk şiiri Şubat 1985’te Türk Edebiyatı’nda yayımlanmıştır. Aynı yıl Sanat Olayı’nın eylül sayısında da bir şiiri yayımlanır. Karal bunun üzerine Attilâ İlhan’dan şiiri için cevap beklese de dergiye ulaşamadığı için yazıdan haberi olmaz. Cevabı otuz yıl sonra kendisiyle Türk Dili dergisinde bir ropörtaj gerçekleştiren Özbahçe’den öğrenmiştir. Attilâ İlhan yazısında onun Türkçeyi kullanmadaki başarısından ve şiirde kompoziyonu oluşturduğundan söz etmektedir. Özbahçe’nin “Şiire Kelime dergisiyle başladığınız söylenebilir.

1986’da üç şiiriniz çıkıyor Kelime’de. 1987 ve 1988’de Kelime’de, İkindi Yazıları’nda, Aylık Dergi’de görünüyor şiirleriniz.” cümlelerine “Ben şiire herhangi bir dergiyle başlamadım. Hep şiirin içindeydim, okurun da önünde gibiydim. Bütün ailenin benimle ilgili hatırlayabildiğim bir endişesi ‘Ne olacaksın?’ sorusuna verdiğim ‘Şair olacağım.’ cevabıdır. Telkinlerine karşı başvurduğum yol, onlara itiraz edemeyecekleri bir şiiri okumaktı.” diyerek cevap veren Karal hakikaten şiirle başladığı yazı hayatında rotasını hiç bozmadan, kendinden emin fakat temkinli adımlarla yoluna devam etmiştir. Argos, Yönelişler, Dergâh, Diriliş, Bürde, İpek Dili, Kayılar, Nar, Matbuat, Varide ve Kaşgar, Cins ve Edebi Fikir gibi dergilerin yanı sıra Yeni Şafak gazetesinde şiir ve yazılarını yayımlamayı sürdürmüştür.

Kaleminden çıkanları yayımlamaya başladığı 1985 ile 1990 arası Karal’ın şiir hayatında ilk aşama olarak gürülebilir. 90’lı yıllar ise onun olgunlaşmaya başladığı dönemdir. Zira sanatçı hayatının bir belirsizlik döneminin ardından ferahlığa eriştiği 1990 yılını şahsiyeti için nirengi noktası kabul etmektedir. Bu tarihten sonra şiir üzerinde teknik açıdan titizlikle durmuş ve yayımlayacağı zaman on beş yirmi farklı şekilde tekrardan yazmıştır. Karal âdeta şiiri kendine dert edinen bir şair olmuştur. Kolay yazıp hemen yayımlamaya hazır hâle getiremediği ve dizeler üstünde çok durduğu için kimi zaman ara verdiği de olmuştur.

Öyle ki yıllar sonra şiirleri dergi sayfaları arasından çıkıp kitaplaştığı zaman bile “Kitaplarıma dönüp bakmak içimde korku uyandırıyor. Nadiren bu korkuyu yeniyor ve yazdıklarımdan etkileniyorum. Bu korku, bu niçin böyle? İnsan yazdıklarını yeterince iyi bulmayacaksa, bununla yüzleşebilir. Kendimi eleştirme konusunda bir virtüözüm. Şiirimin daha doğuşunda, kimileyin bana oyun arkadaşı da olan yargıcım, sandalyesini çekip gözünü yazdığımdan ayırmaz. Onca eleştiriden, sevginin de süzgecinden geçen yazdıklarımbir bütün olarak karşıma çıktığında niçin korku duyuyorum?” diyerek her sanatçıda pek de görülmeyen bir tavırla yazdıkları konusunda hayıflanmıştır. Onun bu tavrı şiirlerinin biraz geç kitaplaşmasına da sebep olmuştur.

Karal’ın Horozlu Ayna ve Ölüm adını verdiği ilk şiir kitabı 1998 yılında yayımlanmıştır. Metin Celâl, aralarında Cevdet Karal’ın da bulunduğu genç müslüman şairleri sayar ve doksanlı yıllarda bu isimlere karşı ilgisizliği “Cağaloğlu kalesi gedik veremeyecek kadar sağlam olmadığı gibi tüm dergi yöneticileri de ilgisiz ve duyarsız değil. Hattâ aralarında iyi şiir Çin’de bile olsa arayıp bulacak kararlıkta olanlar var. Mesele ilgisizliğin iki taraflı olmasından kaynaklanıyor.

Adlarını saydığım şairler de yayımlamak-yayımlatmak konusunda pek çaba göstermiyorlar ya da bu isteklerini kendi dergilerinde kendi yayınevlerinde tatmin ediyorlar ve bildik dolaşım yollarına sokmuyorlarlar.” cümleleriyle değerlendirir. Celâl’in bu sözlerinden hareketle Karal’ın titizliği dışında 90’lı yıllar boyunca az şiir kitabı yayımlamasının bir başka sebebi de kendi dünyasına uygun mecra arayışıdır. Ömer Erdem ile birlikte Kaşgar dergisini çıkarması Horozlu Ayna ve Ölüm (1998) ile aynı yıla rastlar. Bu tarihten sonra ilk dönemine göre daha üretken olan Karal, edebî muhitini oluşturmuş ve şiirlerini Kaşgar’da aralıksız olarak yayımlamayı sürdürmüştür.

Şairin “Şiir bir itiraftır. Kendi nefsinin tanrısı olma imkânsızlığının itirafı… Her itiraf gibi, onda da haz ve acı birbirine karışmıştır. Pişmanlık elbisesine bürünmüş da olsa, her itirafta bir parça başkaldırı saklıdır. Şiir bir arınma çabasıdır. Eksile eksile varlık bulur. ideal biçime ulaştığında bir dua saflığındadır. Tanrı’ya yakarmadır. Şiir arındıkça beşeriyet basamaklarını tırmanır kendini mistik yaşantının sonsuzluğuna bırakır. Orada şair yoktur, şiir vardır”. anlayışıyla kaleme aldığı şiirlerinden meydana gelen Horozlu Ayna ve Ölüm (1998) adlı eserinde itiraf ve arınma havasındaki metafizik gerilimlerle mistik duyarlılıklar, varoluşsal sorgulamalar biçiminde dışa vurarak okuyucu tarafından hemen sezilmektedir.

Karal, Horozlu Ayna ve Ölüm’de güçlü bir sese eşlik eden yoğun imgeler, alttan alta sezilen bir Baudelaire sesi ve varoluşsal sıkıntılar ile örülmüş bir şiir yazmıştır. İmge yoğunluğu bir sonraki şiirlerinde hafiflemeye başlar. “Zikir” ve “z: horozlu ayna ve ölüm” şiirlerinde şairin deneysel şiir denemeleri de olmakla birlikte, sonraları bu tekniği pek kullanmaz. Türk şiirinde Hâşim’den Necip Fazıl’a, Yahya Kemal’den Cahit Sıtkı’ya kadar çok sayıda şairde görülen Baudeleire etkisi Karal’a ise “ses” ve “varlık sıkıntısı” olarak yansımıştır.

Hilkatin İlk Günleri (2006)’nde ilk kitaba göre imge yoğunluğu daha azdır. Metafizik gerilimler ve varlık sıkıntısı ise devam eder. Metafizikle arasında kurduğu alanı boşaltarak yalnızca kelimelerle ilerleyen modern şiir anlayışında insan, hakikatle ilişkisini de koparmıştır. Çünkü bu boşluk, modernliğin öngördüğü zaafların başlangıcını oluşturur. Karal da buna işaret eder ve kendi şiirinin durduğu yeri şu cümlerle belirler: “Metafiziği hayattan kovan dünya görüşünün yol açtığı yüzeyselliğe karşı şiddetli bir eleştiri.

Dikte edilen hayat-şiir ayrımına, derinden bir karşı koyuş. Bu duygu, kendi üslubunu ironik bir yıkıcılıkta da kurabiliyor… Sanat yaratıcısı, kendini, dünyayı ve varlığı algılamanın bir aracı olarak konumlandırması gerekir”. Şair, dilde bir sadeleşmeye gitse de anlamı derinleştirmiştir, klasik duruşunu ve radikal eğilimini bu kitaptaki şiirlerde birleştirerek metafizik eğilimiyle varoluşunu anlamlandırmıştır. Rasim Özdenören, Horozlu Ayna ve Ölüm’e dair bir yazısında şairi “Cevdet Karal, kendi asal sesinin hakkını ve cesametini yüklenip taşıyabilecek olan geleneksel sesten vazgeçmese ve o alandaki örneklerini kendinden ve bizden esirgemese diye düşünüyorum.” cümleleriyle değerlendirmiştir.

Cesedi Nereye Gömelim (2015) ile Karal uzun bir aradan sonra Özdenören’in yukarıdaki sözlerine kulak vermiş gibidir. Diğer yandan artık şairin pişmanlığı da geçmiştir. İlk kitaplarındaki sorgulayıcı tavrını bu kez kitabın adına yansıtır: “Cesedi nereye gömelim?”. Şair, bütün kitap boyunca bu soruya yanıt aramaktadır. Aslında bu soru metni bütünüyle taşıyan “leitmotiv”dir. Mehmet Can Doğan eseri değerlendirdiği bir yazısında ilk iki kitabından farklı olarak Karal’ın yeni bir söylem geliştirdiğinin altını çizmiş ve “Yaşanmış olanın duygusunu ve yaşarken çiçek açan varoluş bilincini yitirmeme çabası belirgindir Cesedi Nereye Gömelim’deki şiirlerde. Bu, yitirmiş olanın çabasıdır.

Daha düz ve açık söylenecek olursa, aşkın varlığı duyumsatan coşkusu ile ayrılığın coşkuyu söndüren soğukluğu algılanır bu çabada. ‘Cesedi nereye gömelim?’ sorusunun ardından gelen uzun konuşma, elbette yitirilmiş için söylenen bir ağıt olarak dinlenebilir. Ama bu, konuşan özne için olduğu kadar onu dinleyenler için de bir umudun korunma yoludur.” cümleleriyle şiirlerdeki yaşanmışlıklara vurgu yapmıştır. Aslında şair, bu eserde intihar olgusuna Camus ile aynı pencereden bakmayı denemiştir: “İnsan yeni bir insan olmak için bu anlamda bir intihara başvurabilir. Yapması gereken de odur. İşte bunu yaptığında kendi sorunsalı bağlamındaki gömü işlemini de çözüm yoluna koymuş olacaktır. Camus, gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorununun intihar olduğunu söylüyor, şöyle devam ediyordu: ‘Yaşamın yaşanmaya değip değmediği konusunda yargıya varmak, felsefenin temel sorusuna yanıt vermektir’ “.

Her şair gibi Cevdet Karal da kendi anlayışına göre poetik görüşlerini “Şiir bizi gündelik ve geçici olandan ebedî olana doğru çeker, onunla bağımızı yeni baştan kurar. Bizi yüce olan, insan olma farkımızı yaratan yanımızla buluşturur. Şiirle buluşma, varlığımızın özünü bütünlüğümüze yayma, bir bakıma bütünü özle yeniden kuşatma girişimidir. Şiirle temas anımız, onu içten içe derinliğine yaşayışımız gelip geçici olanın çemberini kırma zamanlarımızdır. Gündelik realiteden şiir yoluyla kopuş, onu inkâr değil bir tür özgürleşmedir.” sözleriyle ortaya koymuştur.

Bu görüşlerini ortaya koyduğu tarihten sonra zamanla içselleştirerek çıkış yakaladığı Cesedi Nereye Gömelim (2015) dahil olmak üzere Uzun Sürdü Hazırlığım (2017) ve Alışveriş Listesi (2018) gibi şiir kitaplarında daha da belirginleştirmiştir. Ölüm izleği ve varoluşsal sorgulamalar Uzun Sürdü Hazırlığım’da devam eder Alışveriş Listesi deneysel şiirlerden oluşmaktadır. Karal; titiz dize işçliği, şiir türünde istikrarlı biçimde ilerlemesi ve pusulasını kaybetmediği metafizik çizgisiyle kişiliğini bulmuş bir şair olarak karşımıza çıkmıştır. Okurları tarafından dikkate değer, eleştirmenlerce de adından söz ettirecek nitelikte şiirler kaleme almış ve çağdaş Türk şiirinde kendine önemli bir yer edinmiştir.

Sevgililer ve Bir Daha Sevemeyecekler İçin Küçük Şiirler ve Diğerleri (2019), önceki kitaplardan farklı ve kitabın adıyla paralel olarak “Küçük” şiirlerden oluşmaktadır. Şair, bu kitabın diğerlerinden iki yönüyle ayrıldığını söylemektedir: Birincisi hayatın temel bir olgusu olan “aşk” ve “sevgi” konusunda bir duyarlılık alanı açma çabası, İkinci ise deneyimi gözlemin konusu hâline getirmesi ve gözlemden deneyim yaratmasıdır. Karal, bu yolla bir estetik üretme çabasının, kendiliğinden “küçük şiir”i doğurduğunu vurgulamaktadır. (Kaynak: teis.yesevi.edu.tr)

Paylaşın

Cevat Çapan Kimdir? Hayatı, Eserleri

18 Ocak 1933 yılında Kocaeli’nin Gebze İlçesine bağlı Darıca’da Kasabasında dünyaya gelen Cevat Çapan, Robert Koleji ve Cambridge Üniversitesi İngiliz Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde, Mimar Sinan Üniversitesi’nde ve Boğaziçi Üniversitesi Amerikan Edebiyatı Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalıştı.

Haber Merkezi / 1968’de doçent, 1975’te profesör oldu. Bir yıl Amerika’da bulundu. Özel Yeditepe Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi’nde dekan oldu. Devlet Tiyatroları Edebi Kurul Başkanlığı, ansiklopediler ve yayınevlerinde danışmanlık yaptı.

1980’den sonra şiire daha çok zaman ayırdı.Kendine özgü buğulu ve hüzünlü bir sesle, duygu ve düşünce yükünü şiirin bütününe dengeli yayarak, imge özgünlüğünü her zaman korumuş, şaşırtıcı, usta işi şiirler yazdı. İlk şiiri Varlık dergisinde yayınlandı. Şiirleri, şiir çevirileri, tiyatro eleştirileri ve yazıları Adam Sanat, Dönem, Şiir Sanatı, Papirüs, Yeni Dergi, Milliyet Sanat, Seçilmiş Hikâyeler, Varlık, Yeditepe, Yücel, Cumhuriyet Kitap dergilerinde yayınlandı.

Dünya şiirini Çin’den Peru’ya kateden Çaopan, İngiliz ve Amerikan edebiyatından yaptığı çevirilerin yanı sıra Yunancadan da Türkçeye çeviriler yaptı. Çağdaş Yunan şiiri, İngiliz şiiri ve Amerikan şiiri antolojilerinin de aralarında olduğu birçok kitap yazdı. Şiir ve şiir çevirileriyle üretken bir yazın adamı olarak tanındı. İlk şiir kitabı “Dön Güvercin Dön” ile Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazandı.

Eserleri;

Şiir;

Dön Güvercin Dön (1985)
Doğal Tarih (1989)
Sevda Yaratan (1994)
L’biver est fini (1996)
Bana Düşlerini Anlat / Toplu Şiirler (2007)

İnceleme;

İrlanda Tiyatrosunda Gerçekçilik (1966)
Değişen Tiyatro (1972)
Çağdaş Bir Oyun Yazarı: John Whiting (1975)

Antoloj;

Çin’den Peru’ya (1966)
Çağdaş Yunan Şiiri Antolojisi (1982)
Çağdaş İngiliz Şiiri Antolojisi (1985)
Çağdaş Amerikan Şiiri Antolojisi (1988)
Dünya Yazınından Seçilmiş Aşk Şiirleri (1993)
Şiir Atlası I (1994)
Şiir Atlası II (1995)
Şiir Atlası III (1996)

Ödülleri;

1986 Behçet Necatigil Şiir Ödülü / Dön Güvercin Dön ile
2007 BUYAZ Yazın ve Sanat Derneği Şiir Ödülü
2007 Altın Portakal Şiir Ödülü

Paylaşın

Cevahir Bedel Kimdir? Hayatı, Eserleri

1 Ocak 1976 yılında Tunceli’de dünyaya gelen Cevahir Bedel, lise eğitimini Kayseri Sümer Lisesi’nde tamamlamıştır. Üniversite eğitimini İstanbul Üniversitesi’nde İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nde bitirmiştir.

Haber Merkezi / Kocaeli Üniversitesi’nde “Türkiye Yazılı Basınında Azınlıklar ve Marjinal Gruplar” isimli teziyle yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde “1980 Sonrası Siyasal Değişimin Işığında Kadın ve Liderlik Olgusu” adlı teziyle doktorasını bitirmiştir.

Varlık, Sincan İstasyonu, Yeniyazı, Şiiri Özlüyorum, Kurgu Düşün Sanat, Akköy başta olmak üzere birçok dergi ve mecrada şiirleri yayımlanan Bedel, ilk şiir kitabı olan Cevher Kapısı’nı da 2010 yılında yayımlamıştır. Ertesi yıl yayımlanan Gece Yanığı isimli kitabıyla Bedel, Homores Arif Damar Jüri Özel Ödülü’nü kazanmıştır. 2014 yılında yayımlanan kitabı Çayırı Saklamak, Ceyhun Atıf Kansu Şiir Ödülü’ne değer görülür.

Bedel, 2015 yılında Ehrimen’le Gece Konuşmaları’nı, 2018’de de son şiir kitabı Dünyanın Kısa Avlusu’nı yayımlamıştır. Cevahir Bedel şiirlerinde genel olarak usulca konuşan bir şair profili dikkat çeker. Şiirlerinde anlatıcı durumundaki şair sözünü dile getirirken oldukça naif davranır. Söz dile gelirken çeşitli yapısal değişikliklere de gidilir ve şair şiirlerinde form arayışlarına girişir.

Paylaşın

Cenk Koyuncu Kimdir? Hayatı, Eserleri

27 Haziran 1967 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Cenk Koyuncu, 14 Mayıs 2006 yılında Antalya’da hayatını kaybetti. İlk ve ortaöğrenimini İstanbul ve Isparta’da tamamladı. Yükseköğrenimini yarıda bırakarak çeşitli yayınevlerinde çalıştı.

Haber Merkezi / Cenk Koyuncu, Türkiye Yazarlar Sendikası üyesiydi. 1992’de eski’Z dergisini çıkartanlar arasında yer aldı, bir dönem Kitap-lık dergisini yönetti. TRT 2 kanalında “Okudukça” programının metin yazarlığını yaptı. Son Kişot dergisini kurdu. Cenk Koyuncu’nun şiirleri ve yazıları Gösteri, Varlık, Şiir Atı, Cumhuriyet Kitap gibi dergilerde yayımlandı.

“Hiçbir şeyim yoktu, her şeyimi çaldılar” (Son Akış) ve “Şairin tanığı olmaz! Şairler bütün cinayetlere tanıktır!” dizeleriyle hafızalara kazınan Cenk Koyuncu, modern Türk şiirinin ilginç örneklerini vermiştir. Kısa ömründe Otoben, Suçlu Hafıza ve Yüz’de Yüz/ 10 Desen-10 Tipografi-10 Şiir gibi alanında ilgi çekici eserler bırakan şair; yalnızlık, aşk, yaşama sıkıntısı vb. konularda şiirler yazmıştır.

Bütün şiirleri, her ne kadar ilk şiir kitabının adı ironik bir biçimde Otoben olsa da, kendini ‘hiç’e saymanın farklılığını taşıyan şiirlerle doludur. Topaloğlu’na göre Otoben’deki şiirler, şairin gelecekteki yaşamının yol haritasını çizmektedir adeta. Kitapta kendi yaşamına ilişkin öngörüsü, başına geleceklere yönelik sezgisi şaşırtıcı boyutlarda birçok şiir yer alır.

Uğraştığım tüm işler yarım kalacak / sussa da dilim bir yürek duruşuyla / Yaşadıklarım konuşacak” dizeleri genç yaşta vefat eden şairin vuku bulmuş hisleridir. Cenk Koyuncu, seksenli yılların sonu ile doksanlı yıllların başında verdiği yapıtlarla, dönemin değişen yüzünü şiirlerine yansıtmaya çalışmakla beraber deneysel şiir örnekleri vermiştir.

“Sarhoş ve sessiz gemi”

İskambil kağıtları devrildi, İskenderiye çoktan yandı ruhum gibi
kitaplar da komada ve bir reçete yazmıyar doktorlar da…
Kaçacak delik arar alkolü seven adamlardan dihi şişenin;
her ölü saklambaç oynayan çocuk rolünü üstlenir aklımda!…

Öfkenin tutuşan gövdesini yatıştırıyorum dolaştığım
her kaldırımda, hir tesbih gibi hiçliğin fiillerini çekiyorum;
akşamlar ne gerekçe arıyor ne de bir mazeret, Gece ve
Şiir için hayal kurmak istiyorum… Sonra şarap içeceğim…

Ve bir gece şarkı söylerken öleceğim, böyle ölmek istiyorum; son
meleğimden bana eşlik etmesini dilerken yalnızca Rod duyacak,
yüzümün renginden anlayacak söylediğim şarkıyı; o Cenk sarasında:
Sessizce giderken gürültülü bir ölüm istiyorum babamın anısına!

Ahh, anlatsam böyle uzak sanılır; sussam, bu kadar bilinir.
Kötü bir alışkanlıktır şiir de adam gibi ve hep seyrüsefer…
Çağırır beni uzaklar, bilmezler; fısıltısını duysan delirirsin
ruhumdaki o Sarhoş ve Sessiz Gemi beni bekler… Bilemezsin!

“Şairler bütün cinayetlere tanıktır”

Söze başlamanın eşiğinde kuruyan düşer yeşerirken
çıban gibi büyürken hayatın dar ağacı; cinayetlerin
kabaran ölümleriyle dallanırken kayıp listesinde çizik-
çizik aşklar için yargılanmış sözcüklerle dolu kafam!..

Odamda sıkılan mermiydi gece… Bilmediğim iki hece
gece: Arananlardanım! Bir suçluyu andırıyorum
şakağının ardında saklananı vurmak isteyenlerden
biriyim; kimin katiliyim? Bunu soruyorum size?

Son hamle düştü bu rus ruletlerinde, ardımda kan
yangınları; hayatıma girmiş tüm yaşamların gözyaşları
yeşertmez bendeki kısır ömrün canını, can ki unutkan:
Yaralı ve acı çekiyor aynaya bakarken at’ar damarı!

Şairin tanığı olmaz; şairler bütün cinayetlere tanıktır!
Sözcük: Kendi ölümlerini işleyenlerin; yaşamın ucunda
ömrü ateşleyip, ardından yürüdükleri yolların sonunda
en derin kuyuya attığı ve hayatta ele geçmez kanıttır…

– Şairin tanığı olmaz! Şairler bütün cinayetlere tanıktır!

Paylaşın

Cenk Gündoğdu Kimdir? Hayatı, Eserleri

9 Şubat 1976 yılında Ankara’da dünyaya gelen İşletme ve güzel sanatlar fakültelerinde okudu. KOÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Dramatik Yazarlık Ana Sanat Dalından mezun oldu. Aleksandr Sergeyeviç Griboyedov’un Akıldan Bela adlı tiyatro oyununun çevirisini (E. Toprak ile) ve Radyonun İçindekiler adlı oyununu yayımladı (2011). Issız (2012) adlı ilk şiir kitabı ile Arkadaş Zekai Özger ve Metin Altıok Şiir Ödülleri’ne değer görüldü.

Haber Merkezi / 2000’lerde değişen şiirin yolunu gösteren, genç Türk şiirine eleştirel yaklaşımları da bünyesinde barındıran 2000’ler Şiiri Antolojisi (2016)’ni hazırladı. Alternatif şiir yıllığı Şiir Defteri’nin eş hazırlayıcısıydı (2005- 2014). Radyonun İçindekiler adlı oyununu İstanbul Şehir Tiyatroları’nda izleyiciyle buluşturdu (2016). İkinci şiir kitabı Harap’la (2016) Dağlarca Şiir Ödülü’ne değer görüldü. 2001 yılından beri kurduğu Üç Nokta edebiyat dergisinin editörlüğünü sürdürmektedir.

Cenk Gündoğdu edebiyat dünyasında uzun süre çeşitli dergilerde yayımladığı şiirleriyle tanınmıştır. İlk şiir kitabı Issız (2012), savaşın; bayraklar, haritalar, madalyalar, güç, unvan… gibi gösterilen yüzünün aksine insanlardan oluştuğunu işaret eden bir gövdeye kurulu şiirlerle açılır. İki bölümden oluşan kitap, savaşın en karanlık ve kalabalık yerinden yok sayılan insana ve ıssızlığına yakılan bir işaret fişeği gibidir. Issız bir bakıma gücü ve iktidarı sorgulayan; insanı yok sayan bayrakları, üniformaları ve sonuçları ile ezberletilen tarihe karşı bir yepyeni tezdir.

Kuralları aşan ve sınırdan taşan şiirlerden mürekkep Issız; kahramanlığa, güce, erilliğe, büyüklüğe, iktidara karşı bir isyandan öte insanla bakan ve savaşın ortasında oturup göğe bakan, sakalına güneşler öğreten, hayatı savunan insanların hatıralarına yaklaşan şiirlerden oluşmaktadır. “Cenk Defteri” ve “Çekirdek” bölümlerinden oluşan kitap, militarizmi çoksesli sorgulayan şiirleri bünyesinde taşır. Türk şiirinde ilk kez antimilitarist bir yaklaşım bütünlüklü olarak Gündoğdu’nun Issız’ı ile dile gelmiştir.

Ertaş, Gündoğdu’nun Issız’daki bu antimilitarist yaklaşımını şöyle değerlendirmiştir: “İkaros Yayınlarından çıkan ilk tiyatro eserinde de şimdiye kadar ele alınmamış bir konuyu, mülteci sorununu sahneye taşıyan Gündoğdu’nun  Radyonun İçindekiler adını verdiği kitabı, bu kitabının arka planını oluşturmuştur. Mülteci sorununu da okurunda antimilitarist bir bilinci canlandırmak için gündeme getiren Gündoğdu’nun şiir kitabı, bu bilinci, militarizmin gerçekleşme nedenlerinin arkeolojisine girişerek canlandırmakla kalmamış, harekete geçirmiştir”.

Gündoğdu, şiirlerinde en küçük ilişkilerde, iki kişi arasında başlayan ve insanın varlığından beri hüküm süren iktidar olgusunu gerçeklikten kopmadan eleştirel bir dille ortaya koyarak, her türlü iktidara ve onun ürettiği ilişkilere, dile, söyleme, göndermeye, arzuya köle efendi ilişkisi üzerinden itiraz eder. Harap (2016) yalanla yaratılan dünyaya, kurgulanan hayata, maskelenen yüzlere, pudralı sözlere, ambalajlanmış kötülüğe karşı duran şiirlerin gövdeyi oluşturduğu ikinci kitabıdır. Öz, Harap ekseninde şairi şu cümlelerle değerlendirmiştir: “Gündoğdu’nun ilkinde olduğu gibi ikinci kitabı harap’ta da lirik ben’in tekil bir olgu olarak ortaya çıkmaya yanaşmadığı, bununla yetinmediği (ya da daha doğrusu şairin bunun yeterli olmadığını fark ettiği) söylenebilir.

Kitabın başlığındaki ‘harap’ sözcüğü Türkiye toplumunun yıkık-döküklüğünü ifade ettiği kadar şiirdeki ben’in ifade arayışının, sessizlikten sese geçiş çabasının ıstırabını da ifade eder. (…) Gündoğdu lirik ben’ini böler, parçalar, ancak başkalarıyla ilişkileri bağlamında var olabilecek bir unsur olarak kurgular… Gündoğdu’nun cenge girdiği Usta Şairlerin İkinci Yeniciler olduğunu söylemiştim; asıl ilginç olan ıssız’dan harap’a geçerken yaşadığı içsel hesaplaşma ya da özcümle tektonik kırılmalar, kaymalardır.

İki kitap bu olguyu açıklığa kavuşturmak için yeterli veri sunmayabilir okura, eleştirmene. Ancak gene de ilk kitabın müellifinin ikincisinden kısmen farklılaştığı söylenebilir, hem lirik öznenin parçalanması anlamında hem de müzikalitede rap tarzı bir gürlüğe erişme anlamında. Gündoğdu’nun sonraki kitaplarında poetik gidişatın nice olacağını, hangi daimon’larının baskın çıkacağını merak ediyorum bir okur olarak.”. Şair; tolumsal söyleme bağlanmadan, kural ve şekiller belirlemeden toplumsallaşmış bireyi merkeze alarak kendine ait bir şiir dünyası oluşturmuştur.

Şairin, ikinci şiir kitabı Harap ve ilk kitabı Issız arasında gerilim ve kapsam alanı açısından farklılıklar dikkat çekmektedir. Şiirlerin belirgin özelliği ise “çokkatmanlı” ve “yükseksesli” özelliğe sahip olmasıdır. Şiirlerinde ölüm, intihar, savaş cephe gibi temalar da gerilimli havanın oluşmasında etkilidir. Bununla birlikte Gündoğdu, şiirlerinde dilin imkânlarından tasarruflu bir şekilde faydalanır. Zorlu, şairin ‘dil’i kendi doğuş ânına yaklaştırmasına dikkat çekmiş ve şu değerlendirmeyi yapmıştır: “Cenk Gündoğdu dil ile ilişki kurarken, ne ‘estet’ bir yavanlığa, kısırlığa düşüyor ne de basit dil oyunlarını, twitter yazışmalarını ‘deney’ diye yutturmaya kalkışıyor. Bu iki ‘ilke’nin de aynı ağızdan yuvarlandığının ve nihayetinde aynı boşluğa düştüğünün farkında… Cenk Gündoğdu, biçimsel ve estetik bir kaygı ya da güncel bir dil kuralıyla yola çıkmıyor; onun dili zamana, mekâna ve en önemlisi ölümü ve doğumu aynı karede sunan yaşama kendiliğinden yayılır”.

Çakmakçı ise Gündoğdu’nun şiirinin toplumsal yönüne işaret etmektedir: “Şair, toplumun, insanların içinde ve onların etkisine edilgin bir tepki vermekten çok, eleştirel bir karşılık veriyor. Yoksa düz anlamda toplumcu şiir geleneğimize bağlayamayız bu şiiri. Daha çok bir geleneği dönüştürüyor; ırmağın yatağını değiştirmeye yelteniyor. Bunu yaparken belki teknik ve biçimsel olanakları pek zorlamıyor ama bakışı yeni bir tür eleştirellik barındırdığından, şiiri kendiliğinden anlamlı hâle geliyor. Nereden çıktı bu şiir şimdi, demiyoruz; onu toplumsal dönüşümlerle ilişkilendirebiliyoruz”.

Radyonun İçindekiler (2011) adlı bir tiyatro eseri bulunan Gündoğdu bu oyunuyla okuru, daha iyi hayat için her şeyden vazgeçerek umut yolculuğuna çıkan insanların o uzun, bitmeyen büyük yolculukta yaşadıkları açlık, yokluk, susuzluk ile birbirlerine düşerek kaybettikleri hayatlarının trajedisine özel tarihleri üzerinden toplumsal sorunları anlamlandırma sürecine davet etmektedir. Kitabın önsözünde Zehra İpşiroğlu ve Sema Göktaş, Radyonun İçindekiler’in konusu itibariyle tiyatromuza bir yenilik getirdiğini ve 21. yüzyıl insanının trajedisi olan mültecilerin sorunlarını gündeme taşıması bakımından ayrı bir önem arz ettiğini belirterek kapsamlı bir değerlendirmesini yapmışlardır. Gündoğdu, telif eserlerinin dışında Engin Toprak ile birlikte Rus yazar Aleksandr Sergeyeviç Griboyedov’un Akıldan Bela (2011) adlı tiyatro eserini dilimize kazandırmıştır. (Kaynak: teis.yesevi.edu.tr)

Paylaşın

Cengiz Bektaş Kimdir? Hayatı, Eserleri

26 Kasım 1934 yılında Denizli’de dünyaya gelen Cengiz Bektaş, 20 Mart 2020 yılında hayatını kaybetti. Çocukluğu Denizli’de Çaybaşı Mahallesinde geçti. Annesinin adı Ayşe, babasının adı Halil Bektaş’tır. Esnaf bir babanın oğlu olan Bektaş’ın hayatta kalan erkek kardeşleri Cihan ve Ceylan Bektaş’tır. İlkokulu Denizli’de dördüncü sınıfa kadar Gazi İlkokulunda, beşinci sınıfı İstanbul Şehzadebaşı 56. İlkokulunda, ortaokul ve liseyi İstanbul Erkek Lisesinde bitirdi.

Haber Merkezi / Mimarlığa ilk adımını ilkokul sonuna doğru Çocuk Haftası dergisinde yayınlanan ilk çizgisiyle atan Bektaş, lise yıllarında mimar olmaya karar kesi karar verdi. İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde başladığı lisans eğitimini Münih Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümünde tamamladı (1959). 1960’ta Alman Şehircilik Akademisi kurslarına katıldı. 1959’dan itibaren Almanya’da serbest mimar olarak çalıştı. 1962’de Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ne öğretim görevlisi olarak çağırılan Bektaş, 1962-63 öğretim yılında ODTÜ İnşaat işleri Başkanlığı, Mimarlık işliğini yönetti.

1954’te“Devlet Güzel Sanatlar Akademisi şiir yarışmasında birincilik Ödülü”nü; 1971’de“T.R.T. Şiir Başarı Ödülü”;1971’de“T.R.T. Kısa Metrajlı Film Başarı Ödülü”nü, 1988’de ″Türk Dil Kurumu″, 1992’de ″Haliçte Bir Taş Odanın Kitaplık Olarak Onarımı″ ile iki kez Ulusal Mimarlık Ödülü”nü; 1998’de“Serbest Mimarlar Derneği Eğitim Bölümü Ödülü”nü; 2001’de “Akdeniz Üniversitesi Uluslararası Ağa Han Mimarlık Ödülü”nü; 2003’te“Troya Şiir Ödülü”nü;2005’te Uluslararası O vidius; (Romanya) Şiir Ödülü”nü;2007’de“Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü”nü; 2012’de Dionysos Şiir Ödülü”nü; 2014’te “Uluslararası Mimar Sinan Ödülü”nüaldı. Türk mimarisine Cumhuriyet dönemi mimarlık tarihi örnekleri arasında sayılan yapılar kazandırdı. T.M.M.O.B., Türkiye Mimarlar Derneği, Koca Sinan Komitesi, İTÜ Şehircilik Enstitüsü Danışma Kurulu, TDK, PEN, Uluslararası Sanat Tenkitçileri Derneği, Yazarlar Sendikası gibi kurumlara da yöneticilik ve üyelik yapmıştır.

Amerika, Almanya ve Makedonya’da konuk öğretim görevliliği yapan Bektaş, Eskişehir Anadolu Üniversitesinde 1 yıl, Trakya Üniversitesinde 1,5 yıl ″Halk yapı Sanatı Sosyolojisi ″dersleri Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde 10 yıl ″Estetik″ dersi vermiştir.

Edebiyata ilgisi çocukluk yıllarında ninesinden öğrendiği Yunus Emre şiirleriyle başladı. Edebiyat dünyasına 1950’de Denizli’de yerel bir gazetede yazdığı köşe yazıları adım attı. 1954’te Bedri Rahmi’nin jüride bulunduğu bir şiir yarışmasında aruzla yazdığı şiirle onuncu, serbest vezinle yazdığı şiirle birinci oldu.1960’ta şair Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Türkçe dergisinde ilk şiirini yayınlayarak yazın dünyasına kendisini kabul ettirdi.

Kültür hayatımıza, yetmişin üzerinde mimarlıkla ilgili kitap ve yirminin üzerinde şiir kitabı kazandıran sanatçı, mimarlıkta ve şiirde öz- biçim ilişkisine önem verdi. Bütün sanatlarla, disiplinlerle elele yazarak öz-biçim arasındaki uyumun sağlanması gerektiğini düşünen sanatçının şiirlerinde de iki disiplinin sentezlendiğini görmek mümkündür. Biçim ve içerik uyumunda Yunus Emre’nin şiirlerinden etkilendiğini belirten şair, şiirlerinde toplumda gördüklerini “az, öz ve sözü dolandırmadan” yazma çabasında olmuştur. Sanat toplum içindir anlayışıyla şiirlerini yazar ve sanatı cemiyet içinde aktif bir müessese olarak anlamak, sanatkârı, ″insan ruhlarının mühendisi″ olarak görmek gerektiğini düşünür.

Bektaş’a göre şiir bilinen sözcüklerle yeni bir duyguyu, kavramı, bilinmeyeni ortaya koymaktır. Bunun için yazılarını aydınlık, mutlu, savaşsız bir ortam için yazdığını belirtir. Bu yönüyle toplumcu şiire eklemlenen şair şiirlerinde aşk, sevgi, doğa, umut, mevsimler, direnme, barış, Akdeniz, hasret, su, kültür gibi temalara ağırlık vermiştir. Yine şiirlerinde geleneksel şiir yanında mitoloji ve masalların epistemolojik bir derinlik yarattığı görülür. Şiirin dilinin müziği olduğunu düşündüğü için yinelemeler ve ses tekrarlarının yapı içinde belirginleştiği şiirlerinin çoğunluğunu serbest tarzda kaleme almıştır.

1981 yılında Tılsımlı Kedi (Grimm Kardeşler’den Masallar); 1978 ve 1983’te Azra Erhat’la birlikte Sapho şiir çevirisini yaparak çeviri dünyasına da katkı sağlamıştır. (Kaynak: teis.yesevi.edu.tr)

Paylaşın

Cenap Şahabettin Kimdir? Hayatı, Eserleri

1870 yılında Makedonya’nın Manastır Kentinde dünyaya gelen Cenap Şahabettin, 12 Şubat 1934 yılında İstanbul’da beyin kanamasından hayatını kaybetti. Babası Plevne Savaşı’nda şehit olunca ailesi İstanbul’a geldi. İlköğrenimini Tophane’de Fevziye Mektebi’nde yaptı.

Haber Merkezi / Sırasıyla, Gülhane Askeri Rüşdiyesi (ortaokulu) Tıbbiye İdadisi (lisesi) ve Askeri Tıbbiye ‘den  mezun oldu. Hekim yüzbaşı olarak orduya katıldı. İhtisas için Paris’e gönderildi ve  dört yıl cilt hastalıkları üzerine ihtisası yaptı. Dönüşte Mersin, Rodos, Cidde’de karantina doktorluğu,  sıhhiye müfettişliği yaptı. 1914’te emekliye ayrıldı.

İstanbul Üniversitesi’nde Türk Edebiyatı Tarihi dersleri okuttu. Kurtuluş Savaşı sırasında Kuva-yı Milliye’ye karşı olumsuz tutumu nedeniyle öğrencileri tarafından istifaya zorlandı. Daha sonra Cumhuriyeti destekledi ama yalnızlıktan kurtulamadı.

İlk şiiri öğrencilik yıllarında Saadet gazetesinde yayımlandı. Muallim Naci’nin etkisiyle eski tarz şiirle uğraştı. Sonraları Recaizade Mahmut Ekrem ve Abdülhak Hamit’in etkisiyle batı tarzı şiire yöneldi. Tevfik Fikret ve Halit Ziya Uşaklıgil’le birlikte Servet-i Fünun edebiyatının üç önemli isminden biri oldu.

Topluluğun Tevfik Fikret’ ten sonra en etkili şairi kabul edilir. Şiirde musikiye önem verdi ve heceleri müzikle uyumlu kullanmayı yeğledi. Şiirde yenilik anlayışına karşın dilde yenilikciliğe karşı çıktı. Genç Kalemler’in “sade dil” anlayışına karşı, Tanin, Hürriyet, Kalem ve Hak gazetelerinde çıkan yazılarında Osmanlıcayı savundu.

Eserleri;

Şiir;

Tâmât (1887)
Seçme Şiirleri (1934, ölümünden sonra)
Bütün Şiirleri (1984, ölümünden sonra)

Tiyatro;

Körebe (1917)

Düzyazı;

Hac Yolunda (1909)
Evrak-ı Eyyam (1915)
Afak-ı Irak (1917)
Avrupa Mektupları (1919)
Nesr-i Harp, Nesr-i Sulh ve Tiryaki Sözleri (1918)
Vilyam Şekispiyer(1932)
Tiryaki sözleri

Paylaşın

Cemal Süreya Kimdir? Hayatı, Eserleri

1931 yılında Tunceli’nin Pülümür İlçesinde dünyaya gelen Cemal Süreya, 9 Ocak 1990 yılında İstanbul’da hayatını kaybetti. 1938 Dersim katliamı sonrasında ailesiyle birlikte Bilecik’e sürülen Süreya, yedi yaşında, sürgünden altı ay sonra annesini kaybetti.

Haber Merkezi / Şair onun ölümü için “küçük kalbimdeki kuş ölmüştü” der ve hayatı boyunca sevdiği her kadında annesini arar, sevdiği her kadın öbür yarısıyla annesi olur. Bu arayış “Beni öp sonra doğur beni” de doruğa ulaşır. İlkokulun iki buçuk senesini İstanbul’da halasının yanında gizlice okumak zorunda kaldıktan sonra, olayın fark edilmesi üzerine Bilecik’e dönerek eğitimini burada tamamladı.

Bilecik Ortaokulu’nu bitirerek Haydarpaşa Lisesi’ne parasız yatılı girdi. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye ve İktisat Bölümü’nü bitirdi. Maliye Bakanlığı’nda müfettişlik, darphane müdürü, Kültür Bakanlığı’nda yayın kurulu danışma üyeliği, Orta Doğu İktisat Bankası yönetim kurulu üyeliği görevlerinde bulundu. Yayınevlerinde danışmanlık, ansiklopedilerde redaktörlük, çevirmenlik yaptı. Papirüs dergisini üç kez çeşitli aralıklarla çıkardı. Pazar Postası, Yeditepe, Oluşum, Türkiye Yazıları, Politika, Yeni Ulus, Aydınlık, Saçak, Yazko Somut, 2000’e Doğru gibi yayın organlarında şiir ve yazılarını yayımladı.

İlk şiiri 8 Ocak 1958’de Mülkiye dergisinde çıktı. Şiirlerindeki şekil, içerik ve anlatım özellikleri ile İkinci Yeni şiirine katıldı. Bu akımın önde gelen şairlerinden biri oldu. Bireyin iç dünyasının gizli yanlarını ironik bir söyleyişle dile getiren şair, Göçebe’de yoğun bir anlatıma yöneldi. Dil ve biçim oyunlarıyla kurulu daha sonraki şiir çizgisi giderek yalın bir düzeye erişti. Çağrışımsal öğelerle kurduğu akla dayalı şiirlerinin toplumsal eleştiri yönü ağır bastı. İnsan-toplum gerçekliğinin özel durum ve ‘an’larını nükteli bir dil ile yansıttı. Geleneğe karşı olmasına karşın geleneği şiirinde en güzel kullanan şairlerden birisiydi.

Kendine özgü söyleyiş biçimi ve şaşırtıcı buluşlarıyla, zengin birikimi ile, duyarlı, çarpıcı, yoğun, diri imgeleriyle İkinci Yeni şiirinin en başarılı örneklerini vermiştir. Şahsiyetli bir şiir dili vardır. Canlı halk dilini kullanması, onu okuyucuya yaklaştırır. Üslubundaki mizah ve istihza, ona ayrı bir özellik kazandırmaktadır. Ölümünden sonra adına bir şiir ödülü kondu.

Eserleri;

Şiir;

Üvercinka (1958)
Göçebe (1965)
Beni Öp Sonra Doğur Beni (1973)
Uçurumda Açan (1984; Sevda Sözleri içinde)
Sıcak Nal (1988)
Güz Bitigi (1988)
Sevda Sözleri (1990; bütün şiirleri)

Düzyazı;

Şapkam Dolu Çiçekle (1976)
Günübirlikler (1982)
Onüç Günün Mektupları (1990)
Günler (1991)
99 Yüz İzdüşümler/Söz Senaryosu (1991)
Aydınlık Yazıları/Paçal (1992)
Oluşum’da Cemal Süreya (1992)
Folklor Şiire Düşman (1992)
Papirüs’ten Başyazılar (1992)
Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi (1993)

Antoloji;

Mülkiyeli Şairler (1966)
100 Aşk Şiiri (1967)

Söyleşi; Güvercin Curnatası (1997)

Dergi; Papirüs

Paylaşın

Cemal Kırca Kimdir? Hayatı, Eserleri

1918 yılında Yunanistan’ın Selanik Şehri Kayalar Köyünde dünyaya gelen Cemal Kırca, 28 Mayıs 1995 yılında Giresun’da hayatını kaybetti ve bu şehirde defnedildi. 1924 yılında, Lozan Antlaşması’yla belirlenen mübadele doğrultusunda ailesiyle birlikte Türkiye’ye gelerek Sivas Suşehri’ne yerleşti.

Haber Merkezi / İlkokulu Suşehri’nde, ortaokul ve liseyi yatılı olarak Erzurum Lisesinde okudu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini 1941’de bitirdi. Ağırlıklı olarak Ankara’da bulunmasına rağmen Anadolu’nun çeşitli yerlerinde hakimlik görevinde bulundu. Bir ara Suşehri’nde avukatlık yaptı ve milletvekili adayı oldu.

1942’de Varlık dergisinde yayımlanan şiiri ile edebiyat yaşamı başladı. Orhan Veli, Cahit Sıtkı, Avni Dökmeci, Sabahattin Eyuboğlu, Salah Birsel, Necip Fazıl, A. Muhip Dıranas, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday kuşağı içinde bulunmuş bir şair olmasına rağmen belli bir gruba bağlı kalmadı.

Varlık, Türk Dili, Papirüs, Kaynak, Yeşil Giresun, Samsun Sanat gibi dergi ve gazetelerde şiirleri yayımlandı. Şiirlerini bir kitap haline getirdiği halde bazı talihsizlikler yüzünden yayınlayamadı. Ölümünden sonra İhsan Tevfik tarafından yayıma hazırlanan Geçit – Cemal Kırca Kitabı (2004) ile, çalışmaları kitaplaşmış oldu.

Turgut uyar, şair için, “Cemal Kırca, özenilecek bir sezgiyle, kafiyenin ve veznin ‘Şiirsel ses’e dönüştüğü yeri bulur. Ortaya çıkan, umulmadık, unutulmaz bir bileşimdir. Çünkü duygu tanıdık, eski bir duygudur; bu duygunun verilişi ise şaşırtıcı ve ustaca. Aşinalığı, ‘Han Duvarları’ yla birleşerek Anadolu’nun ve şiirimizin geçmişine uzanır. Böylelikle, Cemal Kırca’nın ve şiirinin başarısını, geleneğe bağlı ve ortaklaşa bir duyarlığı taze bir deyişle söylenmesinde arayabiliriz.” ifadelerini kullanmıştır.

“Develer”

Bir yol uzanır çıngıraktan,
Bembeyaz gecelerin içinde;
Develerdir gelen uzaktan,
Bir eski hatıra halinde…

Taşır ayaklarında zamanı,
Develer sallana sallana…
Sürür peşinde insanı,
Develer gurbete âşina…

Kimi var ki eşi uzaktadır,
Kimi var: Yavrusu gurbettedir;
Develer geçtikçe ağır ağır,
Kimi de yarını düşünmektedir…

Develer gelir sıra sıra,
İnsanları süzerek geçer,
Yumurtayı ezemezmiş amma,
Yüreğimi ezerek geçer…

Develer, bir hazin düşünce,
Örtülen yolların üstünde,
Develer kaybolur sessizce,
Bir eski hatıra halinde…

Paylaşın

Cem Uzungüneş Kimdir? Hayatı, Eserleri

15 Şubat 1962 yılında Bulgaristan’ın Razgrad şehrinde dünyaya gelen Cem Uzungüneş’in asıl adı Şinasi Ahmedov Akaliyev’dir. Çocukluğu Deliorman’da, Razgrad’ın Ezerçe köyünde ve 1970 yılında Tükiye’ye göç ettikten sonra Aydın’da geçti.

Haber Merkezi / İlk ve orta öğrenimini Aydın’da tamamladı. Lise öğrenimini Kuleli Askerî Lisesinde tamamladıktan sonra Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümüne başladı. 1986 yılında buradan mezun olduktan sonra İstanbul’da İngilizce öğretmeni olarak çalıştı. Şiirle uğraşarak yaşamına devam etmektedir.

1988’den itibaren kaleme aldığı şiir ve yazılarının yanı sıra kendisiyle yapılan söyleşileri; Ada, Argos, Mavi Derinlik, Milliyet Sanat, Sombahar, Ludingirra, Varlık, Kaşgar, Defter, E Dergisi, Evrensel Kültür, Üç Nokta, Virgül, Mahfil, Adam Sanat, Yaskmeyve, Duvar, Heves ve kitap-lık gibi süreli yayınlarda belli aralıklarla yayımlamıştır.

Sanatçının Soluğan adını verdiği ilk şiir kitabı 1998’de yayımlanmıştır. Uzungüneş, bu eseri ile aynı yıl Kültür Bakanlığı 75. Yıl Şiir Başarı Ödülü’ne layık görülmüştür. Soluğan adlı şiir kitabını; Arzu Evi (2005), Korkuluk (2012) ve Sessizlik Korkusu (2019) adlı şiir kitapları takip etmiştir. Uzungüneş’in eserlerinden şiirde üretken olduğu görülmektedir. Uzungüneş aynı zamanda Rimbaud: Bir Asinin Çifte Yaşamı (2017) adlı biyografiyi dilimize kazandırmıştır.

“Aldanış”

Kuvars bakışları uğuldayarak
“davul tozu , minare gölgesi” istiyor
dokunulmaz güzelliğiyle — o uğultuyla
hıçkırıklarını boğarak (…..) !

Aktar dede gülümsüyor. Dokunsa
saçlarından altın tozları yağarak
bütün çarşı tarihe gömülecek! (….) “Gel, diyor
sakın ustana söyleme sırrımızı.”

İçerde, düş odasında, çarşının zavallı yalanına
hassas bir aldanış iksiri hazırlıyorlar.
Tozu, gölgeyi ve elbet sır kalacak
baharlı bir duyguyu karıştırarak;
gözyaşlarında kuvars kristalleri! (…)
bilgelikle: saflıkla bakışarak.

Dükkâna döndüğünde
kalfaların kahkahası kaskatı kesiliyor
hınzır bir sezgiyi özenle gizleyen
soylu aldanışının (…..) tılsımıyla.

“Arzu evi”

Feneryolu’nda gölgelerle şakalaşıp yürürken
ölüm (bu kez) uysal bir köpek gibi
beni izliyordu. Ihlamur mahrem
kokuyordu. Bedenin uzağında çın çın eden
bir tramvay. Köpeğe dönüp bakmak
isteğiyle mi, hava’nın kendi merakından mı,
gözüm Arzu Apartmanına kaydı.
Camlardan birinde bir kadın çırılçıplak
gülümsüyordu. Utandım. Ama sanki
onun utanmasız çıplaklığından değil de
az önceki şakalaşmalarımla yakalandım diye.
Acı, ölüme mi yoksa çıplak ölümü
işaret ede ede akan şakacı
zamana mı yakındı? Kadınla
göz göze gelsek… bana, yüzünde bu müstehcen
ıhlamur gölgeleriyle gezen adama,
işaret parmağı ile, “gelsen e!” dese… Beni, arzu evine
çağırsa!.. Ama o; arzunun camlarından
bakan çıplak kadın, bana değil
peşimdeki köpeğe kur yapıyordu.
Gülümseyen yüzünde bir intihar
dinginliği
okudum.

“Ay-kadın dikiş dikiyor”

-Annem için-
çift kişilikli gece: baykuş ve tavşan
korku camdan bakıyor. ama ay var
gecenin fırsatı o
iç odada bir kurtadam ağlıyor
kaçarsa bu ay fırsatı
gece yüzükoyun üstümüze çökecek
susarsa dikiş makinasının sesi. ayın sesi

susmasın. tavşan gece istemiyor bunu zaten
korkusunu ayla gizliyor
susmasın. aksın kumaş. uykumuz. kalp atışımız

biliyor o: gülümsüyor. acıyı avutmayan
öylece saran ay şefkatiyle.
az sonra kurtadam ağlayan elleriyle
yüzüne dokunacak! yüzünde ne çok yüz var!
hangisi annemiz? hangi duygumuzun annesi o?

aksın kumaş.ki baykuş gece kayırsın bizi
kursağında kavisli ötüşler! beklesin bizi

beklesin. biliyor o:
ellerinde yanan fosfor sönüyor
hain belleğimizde.her şey ağlıyor
dikiş makinasının sesiyle. kumaşın. kurtadamın

ağlamak istiyor o da. ama ay var!
gecenin tansığı o!
onu iki ruhuyla
karşılıksız seven gecenin

Paylaşın