22 Aralık 1963’te Kırklareli’nde dünyaya gelen Birhan Keskin, 1986 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nü bitirdi. İlk şiiri 1984 yılında yayınlanan şair 1995-98 yılları arasında arkadaşlarıyla birlikte Göçebe dergisini çıkardı.
Haber Merkezi / Çeşitli yayın kuruluşlarında editör olarak çalışan Keskin, Gülten Akın’ın ardından Altın Portakal Şiir Ödülü’nü kazanan ikinci kadın şairimiz oldu. Ayrıca Sema Kaygusuz’un Karaduygun adlı öykü kitabında yer alması nedeni ile, Türk edebiyatında ilk kez bir şair olarak, bir kitabın kahramanı oldu.
Yaşadığımız dünyaya tepkisini geliştirdiği şiir biçimiyle tekelinden genele yayan ama arada herhangi bir kopuşa katlanamayacak olan Keskin şiirinin genişleyen çemberini asla odaksız bırakmıyor.
Şair İlerleyen dönemlerde Türkçenin kendi imkanlarını sürekli genişletebilen, çok iyi bir şiir dili olacağını düşünüyor. Altıncı kitabı “Ba” Altın Portakal şiir ödülünü almıştır. Şairin Y’ol adlı kitabı 2006’da, son olarak “Soğuk Kazı” isimli kitabı 2010 yılının Nisan ayında yayınlandı.
Eserleri;
Delilirikler (1991)
Bakarsın Üzgün Dönerim (1994)
Cinayet Kışı + İki Mektup (1996)
Yirmi Lak Tablet + Yolcunun Siyah Bavulu (1999)
Yeryüzü Halleri (2002)
“Enstrümental”
Aksın, içimde bir nehir gibi
Dolanan keder
Unuttuğum, unutmaya çalıştığım ne varsa
Bende durmasın
İçimde öyle çok ki, her gidenden
biriktirdiğim melekler
zaman insafsızlık etmese
kederin oyduğu tarafımı sana getirsem
kalem beni tutmasa, anlatsam sana
siyah, simsiyah bir engerektir zaman
ve kış neler eder insana
nasıl yarım bırakır, ayırır parçalara
sense kışı yaşamadın daha
reddetim bütün kesinlikleri
kalbim bu hayale bir daha inansın diye
siyah… değişmiyor,
siyah hala nehir içimde
ve kalbim anlamıyor
adalet yok, niye?
Yıktığım, atladığım, söndürdüğüm
Bir yangın yerindeyim
İçimde sadece, dediğim gibi
Her gidenden biriktirdiğim melekler
Kalbimin üstünde bir daha hançer
“Salyangoz”
içimdeki taş yerinden kımıldadı.
göğün altında,
yerin telef edilmiş yüzünde
bir papatyanın “olmaz” yaprağına düştüm.
ben sustuysam söz de sussun. olmadı,
taşındım ertesi gün “olur” yaprağına.
orda büyüttüm hatırayı,
ordan düştüm.
hatıra da unutsun kendini koyuluğunda.
beni gel beni bul beni al,
istediğin yerde uyut bendeki hatırayı
istedim.
vardığım yer bir uçurumdan kekeme,
gümüşten ipliğim azaldı
susmaya unutmaya uykuya
yelteniyorum.
“Taş parçaları’ndan…”
II
İçerde tıkanan çığlık dışarda inliyor
Sabaha karşı
Uyku kabul etmiyor beni
Dışardan bir yerden uzuuuuunnnnuzun
Bir inilti kopuyor.
İçimde zulümün duvarları.
Uykuuuuuuuu
alsana beni koynuna.
Kalktığımda,
banyoya seyirttiğimde gözümden sesler boşanıyor.
İçerde,
sonra bu sessizce akan yaşlar senin, diyor. İçimin duvarlarında
bu taşlar oturuyor,
çıkaramadığım bir ses var, benden onu çıkarıyor,
Taşın sessizliğinde:
Kalın, ilkel, boşluğa doğru, gecenin kovuğundan
dışşşşarı doğğğruuuu:
Seni bu yalan dünyaya saldım sonunda
acıyor çoooooookkkkkkkkkkkkk,