Mehmet Ragıp Karcı Kimdir? Hayatı, Eserleri

14 Haziran 1945 yılında Şanlıurfa’nın Siverek İlçesi’nde dünyaya gelen Mehmet Ragıp Karcı, 26 Şubat 2020 yılında Ankara’da hayatını kaybetmiştir.  Osmanlı Türkçesini oldukça iyi derecede bilen şair, Türkiye Yazarlar Birliği üyesiydi. Şairin adı Siverek’te bir okula verilmiştir.

Haber Merkezi / Abdullah Nedim Cem ve Nuh Canbeyli imzalarını da kullanan Karcı, Melek Hanım ile terzi Mehmet Reşat Karcı’nın oğludur. İlk ve ortaokulu Siverek’te okudu. Bir süre Erzincan Askerî Lisesinde okudu ve iki yıl üst üste sınıfta kalarak belge aldı. Belge sınavlarına hazırlanırken bir süre Kayalı (Hadro), bir yıl sonra da merkezde Şair İbrahim Rafet İlkokulunda vekil öğretmenlik yaptı. Daha sonra lise öğrenimini Diyarbakır Ziya Gökalp Lisesinde tamamladı.

Ankara Üniversitesi Dil ve Taih-Coğrafya Fakültesi Fars Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu. Devlet memuru olarak çalıştı. 1974’te girdiği TRT’de kamera asistanlığı yaptı ve stüdyo kamera servisinde çalıştı. Daha sonra yapımcı-yönetmen olarak Eğitim-Kültür Programları Genel Müdürlüğünde görev aldı. 1993’ten itibaren “Ardanuç” (1995), “Dört Mevsim Ilgaz” (1995), “Kaçkar” (1996), ve “Yusufeli İçin Methiye” (1998) gibi belgeseller çekti. 1997 yılında emekli oldu. 26 Şubat 2020 tarihinde vefat etti.

Alevi camiasında “Yezid Dede” adıyla anılan Mehmet Ragıp Karcı (TRT’de kameramanlık yaptığı yıllarda, bir gün cemleri görüntülemeye gittiğinde, daha çok toy olan bir dedenin birçok cem erkanını bilmediğini ve yanlış yaptığını görünce müdahale edip cemi kendisi yönetmiş, o günden sonra hem yeni cemler yönetmiş hem de musahipleri olmuştur), şairliğinin ve yönetmenliğinin yanı sıra iyi bir saz icracısı ve saz yapım ustasıdır. Karcı; Davud Sularî, İsmail Daimî, Terzi Fehmi gibi büyük saz ustalarından saz çalmayı ve türküyü öğrenmiş, 1996 yılında Türkiye çapında düzenlenen bir saz çalma yarışmasında Orhan Gencebay, Cinuçen Tanrıokur ve Arif Sağ’ın ardında derece almıştır. 1960’ların başlarında Risale-i Nur ekolüyle tanışan Karcı, aynı zamanda Osmanlı Türkçesi ile yakından ilgilidir.

İlk şiiri 1967’de Türk Yurdu’nda yayımlanan bir dörtlüktür. Sonraki yıllarda şiir, hikâye ve çevirileri Edebiyat, Gelişme, Mavera, Seyir, Yönelişler, Ay Vakti, Yedi İklim ve Hece dergilerinde, inceleme yazıları ise Hece dergisi ve Türkiye Yazarlar Birliği yıllıklarında yayımlandı. Yeni Bir Sevda Süleymanı (1986), Bir Başkasının Kitabı (1996), Yakarış Temrinleri (2006) adlı şiir kitapları yayımlanan Karcı, onar yıl ara ile şiir kitapları yayımlamasının tamamen kendiliğinden geliştiğini, bir istikrarın ya da bilinçli bir tercihin sonucu olmadığını ifade etmiştir.

Kültür Bakanlığının “Yüz Yüze Konuşmalar” başlıklı çalışması kapsamında yaşayan elli şair-yazar ile gerçekleştirilen röportajda Mehmet Ragıp Karcı şiir yazma serüvenini ve şairliğini şu sözlerle ifade etmiştir: “Benim şiirlerimi kitap haline getirmek gibi bir hassasiyetim olmadı, merakım da olmadı. (…) Benim şiirlerim olsun, şair olayım, şiirlerim okunsun diye bir merakım olmadı. Yazdım, yayımlandı, o kadar (…) Ben şiir söylüyorum, arkadaşlar sağ olsunlar kitap halinde getiriyorlar” (Karcı 2017). Şiirden anladığını ise, “Şiir üzerine bindiğimiz bir at, ya da üzerine oturduğumuz bir hayal gibi bir şey. Yani gördüğümüzün ötesini ima eden, bazen ihtar eden, bazen haber veren bir mesele, şiir meselesi. Şiir o yüzden yazılmaz, söylenir”.

Kendisini Cahit Zarifoğlu şiiriyle karşılaştırılmasına “keşke benim şiirim bir başkasıyla karşılaştırılmasa” diyen Karcı’nın şiirlerinde kadim Türk şiirinin, özellikle divan şiiri ve türkülerin tesiri oldukça büyüktür. Şiirinin hangi mecralardan geçtiğini, beslendiği ana damarları da yine aynı söyleşide şöyle açıklamıştır: “Ben kendi kadim şiirimiz üzerinde yürüyerek şiirimi inşa ediyorum. Bir de türkülerle haşır neşir olarak… Özellikle türküler; daha beşeri, daha insani, daha hissi… Daha çok ima ederler. Divan şiiri, kadim şiirimiz yapılı, inşa edildiği için türkü gibi değil. Türkü anında söylenir, melali ifade eder, kadim şiirimizde melal yoktur. Melal dediğimiz şey Allah’ın insana kendini hatırlatması için verdiği, anında gelen bir duygudur”.

Kendisini (şiirini değil) ikisinin arasında inşa etmeye çalışan şair dil, meselesine ayrı bir hassasiyet göstermiştir. Yerli dile önem vermiş, kendi melalini, milletin melalini ve türkülerden aldığı melali birleştirerek kendine özgü bir dilin peşinde olmuştur. Şiirini kuran en önemli unsurun da “melal” olduğunu ifade etmiştir. M. Ragıp Karcı şiirlerinin yanı sıra Hint, İran ve Arap şiirinden çeviriler de yapmıştır. 1997 yılında “Kaçkar” belgeseli ile Türkiye Yazarlar Birliği Yılın Belgeseli Ödülü’nü ve 1988-2006 arasında yayımlanan şiirlerinin toplu olarak basıldığı Tut Elimden Düşmeyelim adlı kitabıyla da “2016 Türkiye Yazarlar Birliği Şiir Ödülü” almıştır. (Kaynak: teis.yesevi.edu.tr)

Paylaşın

Mehmet Öztek Kimdir? Hayatı, Eserleri

1 Eylül 1977 yılında Şanlıurfa’da dünyaya gelen Mehmet Öztek, ilkokula başladığı yıl, ailesiyle birlikte tarım işçiliği yapmak üzere Tarsus’un bir köyüne taşındı. Deliminnet Köyü İlkokulu (1988), Gazi Lisesi (1995) ve son olarak 1999 yılında Çukurova Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümünden mezun oldu.

Haber Merkezi /  2003’te arkadaşlarıyla birlikte Heves Şiir-Eleştiri dergisini kurdu. Sentetik Rüyalar adlı dosyasıyla 2004 Yaşar Nabi Şiir Ödülü’nü aldı. Varlık Yayınları tarafından kitaplaştırılan Sentetik Rüyalar, yayımlanmış kitap dalında 2004 Orhon Murat Arıburnu Ödülüne değer bulundu. Varlık, Ücra, Yom Sanat ve Mahfil gibi dergilerde şiir, eleştiri ve söyleşileri yayımlanan Mehmet Öztek, yayın hayatını Heves Şiir-Eleştiri dergisindeki çalışmalarıyla sürdürüyor.

İlk şiiri “Metal”, Aykırı Sanat dergisinde (Mayıs- Haziran 2002) yayımlanan Mehmet Öztek, şu ana kadar üç şiir kitabı yayımlamıştır. Heves dergisinde onun ikinci şiir kitabı Ben Google Değilim için şu değerlendirmeler yer alır : “İlk kitabında ipuçlarını verdiği arayışını Ben Google Değilim’de iyice pekiştiriyor. Konuşkan bir şiir Öztek’inki. Söyleyiş, eda, jest üçgenine dikkat kesilen bir şiir. Bir şeyi söylerkenki haklılığımızı, söyleyiş biçimimizle test ettiğimizi ima ediyor.

Öztek şiirlerindeki özne, henüz beyanını tamamlamadan, kendini kendi sesini dinlerken yakalayan, buna rağmen konuşmanın imkânlarını arayan bir özne. Söylem bombardımanının altında, insana, sesine sızanlardan şüpheye düşmekten vazgeçmemesini, bu açmazı üstlenmesi gerektiğini hatırlatıyor adeta. Öztek, şiirlerinde gündelik konuşma dili içinden geçtiği gibi, bir futbol spikerinin maç anlatımındaki temposundan mesleki bir teklif mektubundaki yeknesaklığa, çocuk dilinin çok anlamlı çukurlarına kadar, dilin evrildiği birçok alana, kendi sesini sınayarak, ama dayatmayarak yaklaşıyor.

“Ağ’a mektup”

Ağ aç tık
Yetti
Ormanın göVdeye ziyaretleri

Kazamızı örüyorduk dip dibe
Çünkü biz, arızalarımızdan geç cik birbirimize

İs ten geliyorduk, bulama maya
Biri bulsa ağ almıyorduk

Bi çanta görsek her hal intihar
Bilemiyorduk çünkü çünkü çakıydı çağ
Açağalardan çakar kamburluğumuz..

Biliyorduk demirleri duvarlardaki
Kavlimize közden güzler edindik

Neydi o dışarının bi şeysi:
Ağ alıp ağarmasak da

Bük öz bizim közümüzdür.

“Boşa mektup”

Çok uçlar, derzleri güç
Dolmuş, değilse iç
Olmayanlar boşluğu
Gitmişler yaşın alıp bir yer hiç

Birileri, vah birileri
Sahih sınır, foto kopye mi

Gittiydiler, budurluğuna çamların
Ben on çin erken
Er yiyen mum

Dediydiler yarılalım aslından
Bunu ancak ana gramla anlat bilirler

Habire yapraklandılar
Kaçarken ağaç olmaktan

Yoksa siz de mi
Giderdiniz, kendi in iz den

Siz hiç, kendinizden boş aldınız nu

Paylaşın

Mehmet Mümtaz Tuzcu Kimdir? Hayatı, Eserleri

5 Ocak 1950 yılında İzmir’in Karşıyaka İlçesi’nde dünyaya gelen Mehmet Mümtaz Tuzcu, eğitim-öğretim hayatına Karşıyaka Cumhuriyet İlkokulunda başlamış ve daha sonrasında sırasıyla St.Joseph Koleji ve İzmir Lisesinde sürdürdü.

Haber Merkezi / Lisans eğitimini 1970-1975 arasında Hacettepe Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünde tamamlamasının ardından aynı bölümde yüksek lisans yaptı. 1976’da Ege Üniversitesi Yabancı Diller Fakültesinde Fransızca okutmanlık yaptı ve buradaki görevine 2002’ye kadar devam ettikten sonra Ege Üniversitesinden emekli oldu.

1970 yılında karikatürleri ile başlayan yayın hayatı 1971’de ”Duman Kokusu” adli şiirinin Demokrat İzmir gazetesinde Attila İlhan tarafından yayınlanmasıyla devam etti. Aynı yıl içerisinde Demokrat İzmir gazetesinde ”Kış Odası” adlı hikayesi yayınlandı. 1985’te ilk kitabı olan ”Yalan Yazın Yelleri” Gündem Yayınları tarafından basıldı. Küçük yaştan beri resim ve karikatür çizdiğini söyleyen Tuzcu, onu edebiyata iten sebebi ise çizmek dışında kelimelerle uğraşmanın daha çekici olmasına bağlamaktadır.

Eserleri okuyucudan çaba isteyen,okuyucunun titiz olmasını isteyen yayınlardır. İlk eserlerinde karamsarlık etrafında dönen kalemi daha sonrasında sosyal ve bireysel eleştiriyi alayla harmanlayan bir kaleme dönmüştür. Heterotopya Yayınlarından çıkardığı Keşifbaz adlı eserinde bir tür anlatı şiiri tarzı vardır, şair önceki şiirlerinden farklı bir biçime yönelmiştir. Kitap dil bakımından Tuzcu’nun okurunun alışık olduğu dilin ötesine geçmiştir.

Dönüşsüzün Selinde adlı kitabı Heterotopya Yayınları tarafından yayınlanan şair, bu eserinde karşımıza seslerin uyum şekli ve ironinin inceliğini imgelerle birleştirmiştir ve bilinmezin,yaşamın sırrını sökmeye çalışmıştır. Tuzcu, 2006’da yazdığı Yaşamsanat adlı anlatı türündeki eseri ile karşımıza çıkmış ve bu eserinde kaçmanın yollarını aramıştır.

Eserleri;

Yalan Yazın Selleri
Bulvar Resimleri
Sevda Adıyla
Yazöte Toplu Şiirler
Yürek’le Bakmak’ta (1998) Victor Hugo’dan seçilmiş şiir çevirileri
Gece Raporu
Yaşamsanat (2006)

Ödülleri;

Halil Kocagöz Şiir Ödülü (1987) ‘Bulvar Resimleri’ adlı kitabıyla
Sabri Altinel Şiir Ödülü üçüncülüğü (1995) ‘Gece Raporu’ adlı dosyasıyla
Cemal Süreya Şiir Ödülü (1997) ‘Sevda Adıyla’ adlı kitabıyla
Orhon Murat Arıburnu Şiir Ödülü (2001 ) Yazıöte adlı kitabıyla

Paylaşın

Mehmet Kıyat Kimdir? Hayatı, Eserleri

13 Eylül 1940 yılında Malatya’da dünyaya gelen Mehmet Kıyat, ilk ve orta okulu aynı şehirde tamamlamıştır. Kuleli Askeri Lisesinden sonra Hava Harp Okuluna girmiştir. Okulu bitirdikten sonra Diyarbakır, Ankara ve Balıkesir’de görev yapmıştır.

Haber Merkezi / 1980 Mart’ında ise kendi isteğiyle emekli olmuştur. 1984 başında Ankara Kızılay’da kurduğu Doku Sanat Galerisi’ni 1986 yılında Çankaya’ya taşımış;1996’da, İstanbul Teşvikiye’de galerinin diğer şubesini açmıştır. Görsel Sanatlarla ilgili önemli sanatçıların yapıtlarını sergileyen Mehmet Kıyat, sekiz kişisel resim sergisi açmış olup ilki 1962 yılında yayımlanan kırk bir şiir kitabı yayımlamıştır. Kıyat, Eylül 2014’ten bu yana İstanbul’da yaşamaktadır. Evli olan şairin iki kızı vardır.

Remzi İnanç, Daha İyisi Yok adlı kitabının arka kapağında, şairin şiirleri için şu değerlendirmeyi yapar: “Mehmet Kıyat’ın şiir üzerinde çok düşündüğünü, çok çalıştığını gözlemliyoruz son kitaplarında. Akıp giden yaşamın gergefinde arı dili ve zengin sözcük dağarcığıyla insanın ve doğanın hallerini anlatıyor. Neredeyse çeyrek yüzyıldır içinde soluk alıp verdiği resim dünyasından onun şiirini ayrı düşünmek olur mu? Yoğun bir emeği yerine ulaştıran ustalıkla, resim yapar gibi kurduğu şiirler renk ve ses çığlığında güne uyanıp imge olarak çıkıyor sokağa” (2007). Gerçekten de Kıyat, şiire emek vermiş bir şairdir. O, şiirini sessizce işlemiş; usulca inceltmiştir.

Eserleri;

Ak Özlem (1962)
Çoklu Kentler Gerçeği (1963)
Sürelerin Sözü (1964)
Doğu (1965)
Türkiye Bizi Dinliyor (1967)
Yeniden (1970)
Kolkola (1977)
Yazılan (1982)
Yeniden – Kolkola (1996)
Acılar Bize Kalıyor (1996)
Ses ve Doku (1996)
İzini Süren (1996)
Gül ve Defne (1996)
Yüreğim Yüreğim (1996)
Sesler 1997 Kasırga (2002)
Kasırga (2002 )
Çakmaktaşı ( 2003 )
Güneşe Düşen Gölge ( 2004 )
Kimsenin Umurunda Değil ( 2005 )
Ölüm Kaçmış Gözlerine ( 2005 )
Kentlerimiz Kent Olmadı / Köyde Kaldı Cumhuriyet ( 2006 )
Daha İyisi Yok (2007 )
Koca Çınar Olsanız İstemem / Şiirimin Gölgesi Bana Yeter ( 2008 )
Sorusunu Unutan Toplum ( 2008 )
Aydın Karanlığı ( 2009 )
İyiliğin Belleği Olmaz ( 2009 )

“Ölün”

Düşümüzün kaçak oyuncağı
Beklemekle tükenmeyen gökyüzü
Sağıla sağıla bitmeyen sabah
Narçiçeği şafağı günlerin

Yaşamak ah yaşamak
Ölüm iki adım ötemizde unutma

“Çıkmaz sokak”

Kösnüsü sabahı tutan ırmak
Gibi kırmızı doyumsuzluk
Toprak ve dinlenik uykusu gecenin
Çığlıklar yangınlar su
Toz kondurmadan virgülüne
Noktayı koyan
Sabahına güneş bulmak için
Kök salan toprağın oynak kalçasına
Nar ve erinci günün
Soyağacı
Açılmayan kapıların anahtarı
Bilmediğim koyaklarda bekleyen
Çiçeği burnunda bir güzellik
Gibi geçit vermeyen
Çözümsüzlüğün komşu kapısı
Ve acılar
İçime sığmayan direnç
Sevincimin kankırmızı şafağı
Bir gelgit
Bir arapsaçı oyun
Akşamın eşiğinde bekleyen kent
Gemisine bağlandığım deniz
Ve saydamlığın kuyruklu yıldızı
Bize doğru dönerken
Ölümüne tutuyor yolları
Yasakların çıkmaz sokağı
Kösnüsü sabahı tutan ırmak
Gibi kırmızı doyumsuzluk.

Paylaşın

Mehmet Hameş Kimdir? Hayatı, Eserleri

13 Nisan 1959 yılında Hatay’ın Hassa İlçesi’nde dünyaya gelen Mehmet Hameş, ilkokulu ve ortaokulu doğduğu ilçede tamamlamıştır. Mehmet Hameş, Çukurova Üniversitesi İdari Bilimler Fakültesi’ni yarım bırakmıştır.

Haber Merkezi / 1998 yılında Hacı Bektaş Veli Şiir Ödülü’nde özendirme ödülüne layık görülmüştür. Suskunluğu Su Rengi adlı eseriyle 2000 Dünya Kitap Dergisi Birincilik Ödülü’nü almıştır. Adana Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Koza Kültür – Sanat A.Ş’de kültür danışmanlığı da yapan Hameş, 2017 Muammer Hacıoğlu Şiir Ödülü’ne layık görülmüştür. Şair, Edebiyatçılar Derneği üyesidir.

Şairin; Varlık, E, Bahçe, Evrensel Kültür ve Kum gibi dergilerde şiirleri yayımlanmıştır. Toplumcu gerçekçiliği benimsemiştir. Geleneksel söyleyiş tarzının kendisine uyan yönlerini alıp sentezleyen ve şiirini bu tarzda oluşturmuştur.

“İki deniz feneri”

üst üste gelmiş gölge gibiydik
kendi karanlığında kaybolan
gündüzü olmayan sularda
ikiz deniz feneriydik

ah uzak buluşmalarda

“Kaptanlar ve tayfalar”

kristal kirpiklerinden damlayan su
süt buğulu yüzündeydi saf çocuğun
hayatına dadanan harami karartısı
tortulaşırdı bilgisiz zamanın dibinde

göğün lekesinde kayarken yıldızı
ıssız yamyamlar dikilirdi gecesine
yeryüzünde çizik ellerle gezerken
avucunda ince ince çoğalırdı ter

şer kıyısında dolaşırdı avcı
arkadaşını hançerleyen metalik el
gel gel ederdi su alan sandala
yoldaşına yolu zehreden sızı

kapılar kırıldı deniz terledi
evlerin bacası söndü varoşlarda
göletlere demirlendi kaptanlar
tayfalar kulaç attı pusulasızlıkta

yeni çağda da çağırır elbet deniz, yağmuru
uykusu gündüz korsan karanlığında

“Musalla taşı düştü dantele”

gözleri bağlı dolaştırılırken yüzyılın gençliği
tirşe bir yıldız kaydı göğün kalbinde
çeliğe dökülürken teri
çıngıdı çekici örste

körükte öfkeye dönüştü erinci
bıçağa rengini verdi ateşin korunda
kollarında su küresinin kardeşliği
kuşluk vakti eritti ocağında

sevinci öpüşürken mayısta demircinin
kahramanları vurulan masaldı düşleri
çekiciyle eğrilerini düzeltmekti evrenin
sevgiyi sevdayla seviştirmekti ömründe

öldü gece, yıldızlarla yundu gökyüzü
dağların rengi soldu çakal ulumalarıyla
yarasalara su taşıdı çocuğun gözleri
ıralandı ırmaklar gözyaşlarıyla

sülünler süzülürken dağın merasına
sandıkta düşlerini biriktirdi ezidi kızı
musalla taşı düşerken beyaz dantele
soluklandı mezarlıkta eskiyen kızlığı

bir gül daha devrildi yeni günde
tirşe bir yıldız kaydı toprağın kalbine

 

Paylaşın

Mehmet Güler Kimdir? Hayatı, Eserleri

20 Eylül 1944 yılında Sivas’ta dünyaya gelen Mehmet Güler, Pamukpınar İlköğretmen Okulu’nu, Necati Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’nü bitirdi. Yurdun çeşitli yerlerinde Türkçe ve edebiyat öğretmenliği yaptı. İlk kitabını 1975’te çıkardı. Gazetelerde, sanat ve edebiyat dergilerinde pek çok öykü, deneme, şiir yayımladı. Birçok öyküsü, şiiri ilkokul ve ortaokulların Türkçe kitaplarında yer aldı. Bazı öyküleri yabancı dillere çevrildi, radyolarda okundu, canlandırıldı.

Haber Merkezi / Yazarın Sabahattin Ali Öykü Yarışması İkincilik Ödülü (1974), Orhan Kemal Öykü Yarışması mansiyonu (1975), Antalya Film Festivali Öykü Başarı Ödülü (1975), Başkent Belediyesi Öykü Ödülü ikinciliği (1979), Zonguldak 100. Yıl Vakfı Öykü Ödülü ikinciliği (1981), Zonguldak 100. Yıl Vakfı Öykü Birincilik Ödülü (1986), Enver Naci Gökşen Çocuk Edebiyatı Ödülü birinciliği (1988), İstanbul Belediyesi Öykü Ödülü mansiyonu (1988), Nesin Vakfı Çocuk Edebiyatı Ödülü birinciliği (1988), Güneş Dergisi Öykü Ödülü birinciliği (1998), Sıtkı Dost Çocuk Edebiyatı Ödülü ikinciliği (1990), Ferit Oğuz Bayır Roman Ödülü birinciliği (1991), Orhan Kemal Öykü Ödülü birinciliği (1991), Çankaya Belediyesi Çocuk Edebiyatı Ödülü birinciliği (1992), Uludağ Üniversitesi Öykü Ödülü birinciliği (1996), Haldun Taner Öykü Ödülü ikinciliği (1997), Sabahattin Ali Öykü Ödülü birinciliği (1998), Tudem Gençlik Edebiyatı Roman Ödülü ikinciliği (2006) bulunmaktadır. 2014’te Yalova Belediyesi ve valiliği tarafından yaşadığı sokağa adı verilmiştir.

Mehmet Güler ilk olarak 1970 yılında Yeni a dergisinde yayımlanan bir öyküsüyle edebiyat dünyasına, “Dünya Çocuk Yılı” ilan edilen 1979’da kaleme aldığı Okul Bir Türküdür adlı roman ile de çocuk edebiyatına adım atmıştır. Yazarın öykülerinde çocukların hayal dünyalarının uçsuz bucaksız olduğu görülmektedir. Gökyüzüne Kaçan Uçurtma’da kahraman, bir uçurtma olduğunu hayal eder; Ay Dedenin Öpücüğü (1990)’nde kahraman, gece Ay Dede’nin kendisini alarak uzaydaki çocuk şenliğine götürdüğünü, Bulut Kız Şimşek Oğlan (2011)’da tatile gidemeyen Eylül’ün ise yaptığı baloncuklardan çıkan su damlasının oluşturduğu bulut ile gökyüzünde gezintiye çıktığını hayal ettiği anlatılır. Eserlerinin büyük çoğunluğunda yazarın “ilkyaz” olarak ifade ettiği bahar mevsimi önemli bir yer tutar. Öykülerinde yaptığı betimlemelerle okuyucular, adeta ilkyazda doğanın canlanmasına zihinlerinde yaşayarak şahit olurlar. Hayvanlar ve bitkilerin özellikleri, önemleri ve çevre temizliği eserlerinde sık sık vurgulanır.

Güler, eserlerinde mutlu ve şanslı çocuklara yer vermiştir ancak bununla birlikte onun çocuk kahramanlarının büyük çoğunluğu işçilik yapan fakir, yetim ve ezilmiş çocuklardır. Yazarın Kese Kağıdı Ustaları (1992) isimli eserinde iyi vaatlerle kandırılan ve şehre çalışmaya gelen dört çocuğun öyküsü yürek burkan dokunaklı bir öyküdür. Şehre geldiklerinde patronları çocuklara hiçbir hak sağlamadan onları boğaz tokluğuna çalıştırır. Bir yandan hayal kırıklığına uğrayan bir yandan da gurbet hüznünü yaşayan çocukları içinde bulundukları şartlar kısa sürede olgunlaştırır. Bir başka çalışan çocuk “Pazar Yerindeki Çocuk” öyküsünde babası sakatlandığı için hamallık yapan ve daha o yaşında arabesk müzik dinleyerek arabasına “Batsın bu dünya!” yazan çocuktur.

Avcı’ya göre emekli bir öğretmen olarak gözlemlerini aktaran yazar, çocuk işçiler sorununa daha çok eğitim açısından yaklaşır. “Gecenin İçindeki Pırıltılar” öyküsünde, geceden karanlıktan korkan çocuk gün ışımadan kalkıp okula yürüyerek gitmek zorundadır. Babası o küçükken Almanya’ya gitmiş geri dönmemiştir. Hayal meyal hatırlar babasını, kendisine bir şeyler getirmesini değil çıkıp gelmesini ister. Babasızlığını, yoksulluğunu düşünen çocuk karanlıktan korkmaz artık. “Kalem” öyküsünde ise derslerinde başarılı olamadığı için okuldan alınan ve bir zanaat öğrensin diye tamirhaneye verilen çocuk, kalemi kitapları sevmez ama araba boyarken resim derslerini anımsar, mutlu olur. Arkadaşlarıyla karşılaştığında utanır. Bir gün yolda bir kalem bulur, düşüren öğrencinin belki sınavı vardır diye kalemi ona verebilmek için her şeye rağmen okula gider. Yolda anılarına dalar. Onu okuldan soğutanların gecekondulu bir öğrenci olduğu için sınıf ayrımı yapan öğretmeni ve arkadaşları olduğunu hatırlar. Yazar bu öyküler aracılığıyla hayatın zorluklarını gözler önüne sererek hem zor durumda olan başkalarını anlamaları için empati kurmalarını sağlar hem de çocukları gerçek hayata hazırlar.

Yazarın dokunaklı hikâyeleri olan çocukların dışında öyküsünü anlattığı diğer çocuklar genelde oyunda bile olsa şiddeti sevmeyen ve asla onaylamayan çocuklardır. Ayrıca bu çocukların çoğu duygusal, sorumluluk sahibi, başarılı, estetik duygusu güçlü, sanatın bir dalıyla ilgilenen ve kendini sanatla ifade eden özel çocuklardır. “Elif’in Kağnısı”ndaki Elif, “Barışın Güvercini”ndeki Barış, “Kara Tahta”daki Duygu, “Kırmızı Pelerinli Kurtçuk” bunlara örnek olarak verilebilir.

Eserler aile ilişkileri bakımından ele alındığında genelde çalışan ve doğadan uzaklaşan şehirde kendini yalnız hisseden çocuklara rastlanır. Bu çocukların ailede birlikte olmaktan en çok keyif aldıkları bireyler ise dedelerdir. Dedeler torunları ile doğada birlikte olmaktan oynamaktan büyük zevk almakta hatta onlarla çocuklaşmaktadırlar. Ninemin Yemekleri Dedemin Oyuncakları (2015) eseri ailesinin yaz tatili için köye gönderdiği Doğan’ın dedesi ve ninesi ile geçirdiği günleri anlatmaktadır. Oyuncağı bozulan torununun oyuncaksız duramayacağını düşünen dedesi Doğan’a bir oyuncak yapmaya karar verir. Bundan sonra Doğan’ın günleri kendisine oyuncak yapan dedesine yardım etmekle geçer. Yemek vakitlerinde ise ninesi hormonsuz besinlerle birbirinden güzel yemekler ve tatlılar yapar. Türk kültürünü yansıtan her yemeğin ve tatlının adı Doğan’a ilginç gelir. Uçurtmam Bulutlardan Yüce (1993), Balonlar Gökyüzünün Olsun (1992) eserlerinde de benzer dede-torun ilişkisi görülmektedir.

Yazarın Uzaylı Uzi (2014), Ruandalı Dinozor (2018), Düşçelen (2018) gibi son dönemde yazdığı eserlerine bakıldığında çağın gelişmelerine paralel olarak kendisinin bilimi ve teknolojiyi ne kadar önemsediği ve doğaya zarar vermeden teknolojinin insanlığın yararı için nasıl kullanılması gerektiğini, bilimsel düşünmenin ve bilimin önemini çocuklara anlatabilmek için özen gösterdiği görülmektedir. Efsane Dolu Anadolu (2017) isimli eseri binlerce yıllık geçmişi olan medeniyetler beşiği Türkiye’nin yedi bölgesinde söylenen efsanelerden seçki sunmaktadır. Efsaneleri kendine has üslubu ile anlatan Güler, şehirlerin ve beldelerin tarihî ve kültürel özelliklerinden ve destanlara konu olan olayların öneminden bahsetmektedir. Ayrıca bölümlerin sonunda açıkladığı kelimeler ile okuyucularının kelime hazinesine katkı sağlamaktadır. Güler’in “Uçurtmam Bulutlardan Yüce” adlı öyküsü oyunlaştırılarak, TRT 2’de gösterime girmiştir. (Kaynak: teis.yesevi.edu.tr)

Paylaşın

Mehmet Erte Kimdir? Hayatı, Eserleri

1978 yılında İzmir’de dünyaya gelen Mehmet Erte, Sakarya Üniversitesi Fizik Bölümü’nden mezun oldu. Yayımcılık dünyasında çalışmaya başladı. İki yıl süreyle Yasakmeyve dergisinin yayın müdürlüğünü yaptı.

Haber Merkezi / Mehmet Erte, halen Varlık Yayınları’nda editörlük görevini yürütüyor. İlk şiiri “Yıldırımları Beklemek” Aralık 1999’da Varlık dergisinde yayımlandı. Şiir, öykü, deneme, söyleşi ve çevirileri Kitap-lık, Varlık, Özgür Edebiyat, Milliyet Sanat, E, Yasakmeyve, Akşam-lık, Kül Öykü dergilerinde yayımladı. ‘Suyu Bulandıran Şey’ adlı dosyası ile 2003 Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü’nü kazandı.

Eserleri;

Suyu Bulandıran Şey / Şiir (Varlık Yayınları, 2003)
Bakışın Kirlettiği Ayna / Öykü (YKY, 2008)
Alçalma / Şiir (YKY 2010)

Ödülleri;

Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü (2003)

“Olmamak”

Ne kadar yaklaşırsam yaklaşayım doldurmuyor aynayı yüzüm
Burdayım ben, gözlerimin içinde oturuyorum
Gözlerim yüzüme atılmış bir çarpı
Islık çaldım ve bozdum düzenini yıldızların
Bir çanağa su koydum ve yazgısıyla oynadım denizlerin
Üstüme biraz kan bulaştıysa, benim kanım.

Hiçbir şey duymadım
Hiçbir ulak varmadı buralara
Hiçbir çağrıya uymadım ömrüm boyunca
Bozacak tek bir yeminim olmadı
Tek bir tövbe etmedim şimdiye değin
Ne anlatabilirdi ki zeytin ağaçları, küstüm gölgelerine
Denize girdim fakat vermedi bana dokunduğu kıyıların tadını
Hiçbir kıyıda görmedim uzaklara çatılmış bir ufuk
Ama vardı yine de her yerde bir oluş
Ama nerdeydi benim gözlerime denk olan bakış
Nerdeydi benim nesnem
Nerdeydi benimle birlikte şavkıyacak olan?

Bir şeyler olmaktadır başlangıçtan beri
Çalılar arasında bir şeyler olur, yosunlar arasında bir şeyler
Rüzgârlar arasında.. dalgalar arasında…
Yusuf’un gömleği olur, Musa’nın asası
Davud’un sapanı olur, İsa’nın çarmıhı
Olur yine bir şeyler daha bir şeylerin yanı sıra
Ben de olurum belki ama önce bir şey bulmak gerek
Sözgelimi, elime bir asa alabilirim ama bana vuracak kaya gerek
Öyle bir yaşarım ki bir çarmıhı hak ederim ama çarmıha İsa gerek
Beni de saysınlar artık olanların arasında
Beni de katsınlar hesaba
Bensiz olunca eksik kalanı bulayım
Denize bir taş attım ve dedim ki ben de taşla birlikteyim
Ama taşın düştüğü yere düşmüyorum
Aynaya baktım ve dedim ki işte benim çarmıhım
İşte ben burdayım, gözlerimin içinde!

Madem taşamıyorum kabımdan, devrilip döküleyim
Dökülsün dudaklarımdan
Dökülsün rüzgârın bütün limanlarda yaktığı ağıt
Madem demir alamıyorum, dalgalar söküp alsın beni
Düşünmek istemiyorum artık ötesini
Yelkenim yırtılır, bordam dağılır diye korkmuyorum.

“Çatılar prensesi”

bütün gün çatılarda yürümüşsün
uzanmışsın ve kıvranmışsın
besbelli ki uyumuş ve terlemişsin
işte nemlisin
ve ben okşadıkça
yaymış oluyorum lekelerini
ayakların kiremit rengini benimsemiş
ve ben öyle öpüyorum ayaklarını
ayakların dudaklarımı ellerimi her yerimi boyuyor
üzerimde yürüyorsun
bütün gün çatılarda yürüdüğün gibi
uzanıyorsun ve kıvranıyorsun
şehrin bütün çatılarında sevişiyoruz bir bir
kiremitten dalgalarla tartaklanan bir sahil bedenlerimiz
saniyeler ayak izleri gibi siliniyor kıyımızdan
zamanı seviştikçe uzayan saçlarından anlıyoruz
bütün şehri kapladığında saçların
gün doğuyor
ve sen
şehrin bütün çatılarına dağılıyorsun

Paylaşın

Mehmet Ersoy Kimdir? Hayatı, Eserleri

1985 yılında İzmir’in Konak İlçesin yer alan tarihi Eşrefpaşa Semtinde dünyaya gelen Mehmet Ersoy, Konak Anadolu Lisesi’ni bitirdi. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni bitirmek üzere…

Haber Merkezi / Kendi kaleminden Mehmet Ersoy, balıkçı babasının peşinden gitti, deniz’i sevdi, ona benzediğini gördü. Ağlamayı beceremedi hiç. Nezarethanelere düştü, kadınlar sevdi ve kadınlarda yitip giden hayatlar gördü. 2006 Safranbolu Altın Safran Şiir Ödülü kazanan kazandı. Eşrefpaşa’da yaşıyor ve tam bir deniz tutkunu…

Eserleri;

Faili Meçhul Sevişmeler

Ödülleri;

2006 Altın Safran Şiir Ödülü -Birincilik-
2007 Ali Rıza Ertan Şiir Yarışması -Övgüye değer-

“Faili meçhul sevişmeler”

göğüs kafesimde yaralı bir aslandı zaman
kalbimin üstüne gizlediğim cep aynasına yansıyan düşlerim
adımı aylara günlere ayırdım, taramayı unuttuğum saçlarında
hüzün lekeli kıvırcıklar, arzan bir bıçak gibi yürürken bileklerime
kanlı pazar, boyasını dudaklarında incelttiğim ömür
alevin yanılttığı köhne duvarda
adreslerde kayıp sözcüklerde gaip
meçhulüm her aşkta

geçen sadece zaman mı bu et pazarında
günlerin pençesinde kanayan
gümüş renkli güzellikler boğdum ben canımın özsuyunda
temize çekilen bir kutsal kitap arefesinde ellerin
gece trenlerinin nemli pencerelerinde
kampanalara yazılan söz,nem kaldı işte.

soğuk bir rehinci şimdi ruhum isli bir demir
hep acı mıdır aşktan alacağımız
azalttık yitti seviştik bitti
bu terminal kalabalığında
kirlensin diye bakışlarımız

“Lokal anestezi”

                                              Eylül’e

ayakta tedavi ediliyor küçücek
bir savruluşun boşluğa çizdiği resim

düzayak evlerin yoksulluşunu avutuyor
Eylül

ve hüzün gibi işliyor sevincini
yılların gergefine annem

iş dönüşlerine bilet kesiyor rüzgar
esir düştü son umut sokak ışıklarına
yenilgilerin istilasında havlıyor şehir

herkesin elinde siyah bir yalnızlık
içimdeki dışımdaki bütün çocuklar
ıssızlık kokuyor.bir zaman kalabalıktı
oysa şarkılar.

ayakta tedavi ediliyor unutulan
bir intiharın zihnimde solduğu resim

/kalbim narkoz vermeyi
bilmiyor aşka/

Paylaşın

Mehmet Ercan Kimdir? Hayatı, Eserleri

1957 yılında Konya’nın Kulu İlçesine bağlı Gördoğlu Köyünde dünyaya gelen Mehmet Ercan, Ankara Keçiören Lisesi’ni bitirdi. Gazi Eğitim Fakültesi Edebiyat bölümünü kazandı, ancak o günün ortamında okuluma devam edemedi.

Haber Merkezi / Siyasi nedenlerle tutuklandı dört yıl ceza aldı ve Konya E tipi ve Kadınhanı cezaevlerinde yattı. Şiir ve öyküleri; Yapıt, Petek, Dönem, Güney, Beşparmak, Yaba, Yaba Edebiyat, Pencere, Ekin Sanat, Çalı, Sanat ve Hayat, Kurgu gibi sanat ve yazın dergilerinde yayımlandı.

Eserleri;

Acılara Yazılıdır Sevdam
Pir Sultan Abdal Destanı

Ödülleri;

2003 Sanat ve Hayat Dergisi yarışması “Pir Sultan Abdal Destanı” dosyası(dikkate değer)
2003 Beşparmak dergisi şiir yarışması “Sevdam Celladımdır” (üçüncü)
2006 Beşparmak dergisi şiir yarışması “Güneşini Yüreğimde Sakladım” (birinci)
2016 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü “Sevdam Sığmadı Düşlerime” adlı yapıtıyla

“Arada bir gel”

Bilirsin ki dünya üç günlük
Çalmayayım zamanından
Bana özel bir zaman ayırma
Düşerse yolun arada gel uğra
Biraz eskilerden bakışırız
Belki bir vesile ikimizi barındıran geçmişle barışırız
Gelmeden önce arama lütfen

Gittiğin günden beri yerimden ayrılmadım
Ellerime sığınan ellerinin artık ellerime el gibi durması pahasına
Hiç değişmemişsin de baştan aşağı değişmiş halinle
Biraz da sen anlat de hiç ilgilenmediğin halde
Beni iyi gördüğün yalanını söyle ballandıra ballandıra

Düşerse yolun arada gel uğra
Yine birbirimizden kaçışırız
Bir vesile biraz daha kanatırız birbirimizi
Biraz daha birbirimizden arınırız

Gel ki kelimeler kaçışsın dilimizden
Bir an bilmeyelim ne söyleyeceğimizi
Sen neler yapıyorsun diye öylesine sor mesela
N’olsun işte bilmediğin gibi diye aymaz bir cevap vereyim
Düşerse yolun arada gel uğra işte ne bileyim
Ben her gün âhını alıyorken
Sen de gelmişken biraz daha günahımı al
Bir vesile biraz daha yükleniriz vicdanımıza
El birliğiyle öldürmüşken biz’i
Biraz daha sen, biraz daha ben girsin aramıza

Hadi git lütfen
Seni daha fazla tutmayayım
Çıkmadan güneşi söndürür müsün?
Uykularımı biraz daha avutmalıyım
Beni merak etme
Yolun düşerse gel uğra
Gelmeden önce arama lütfen
Ben hep unuttuğun yerdeyim

“Adımla anılırdım”

Sen dahi aynalarda sende gördüğümü göremezsin
Yüzüne dört mevsim baharı ben yakıştırdım
Varlığının anlamını sen dahi hissetmemişken
Kalbime ziyan yokluğunu her gece ben yatıştırdım

Sadece bakmaya yarayan o gece gözlerine
Her sabah bir çift güneşi sığdıran yine bendim
Öylesine lûtfettiğin yarım tebessümlerine
Dört yöne haber salıp üç gün bayram edendim

Esrarı yoktu adının, binlerce isimden isimdi
Sevgime adını verip bendim seni mühim kılan
Bu denli anlatmasam seni kim fark ederdi
Kor nedir bilinmezdi sana bu denli yanmasam

Aşkımdı dostlarımda sana merak uyandıran
Savrulmasam kalmazdı saçlarının kıymeti
Ancak kördü beni görüp bende sana bakmayan
Belki de dualarımla hak etmiştin cenneti

Verilmiş sadakan sanırdın kurtulduğun musibeti
Ben her seher duadan zırhını hazırlardım
Bilsen kaç secde yolculuğunda terk ettim seni
Ve bilsen kaç gecemi tövbelerime adadım

Paylaşın

Mehmet Emin Yurdakul Kimdir? Hayatı, Eserleri

13 Mayıs 1869’da İstanbul’da dünyaya gelen Mehmet Emin Yurdakul, 14 Ocak 1944 yılında İstanbul’da hayatını kaybetmiştir. Beşiktaş Askeri Rüştiyesi’ni (Ortaokul) bitirdi, Mektebi Mülkiye’nin idadi(Lise) bölümünden ayrıldı.

Haber Merkezi / Babıâli Sadaret Dairesi’nde kâtip atandı. Bir süre Hukuk Mektebi’ne devam etti fakat yarıda bırakıp memurluğa döndü. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katıldı. Padişah aleyhine yazıları nedeniyle Erzurum’a atandı. Kısa süreler Hicaz ve Sivas valiliğinde bulundu.

Türk Ocağı Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı ve başkanı oldu. Türk Yurdu dergisini yönetti. İttihat ve Terakki yönetimiyle anlaşamadı ve Erzurum’a vali olarak gönderildi. Ertesi yıl da emekli oldu. Musul’dan milletvekili seçildi. Halide Edip, Köprülüzade Fuat ve Hamdullah Suphi ile birlikte Hars ve İlim Heyeti üyeliğinde bulundu. Türk Fırkası’nı kurdu. İstanbul’un işgalinden sonra Anadolu’ya geçti. Antalya, Adana, İzmir çevresinde çalıştı. Cumhuriyetle birlikte ölünceye kadar Şarkikarahisar, Urfa ve İstanbul illerinden beş dönem millet vekili seçildi.

Yazın yaşamı şiirle başladı, ilk şiiri Servet-i Fünun dergisinde yayınlandı. Milli edebiyat akımı ve Türkçülüğün önde gelen temsilcileri arasında yer aldı, Osmanlıcılık ve İslamcılık akımlarına karşı Türkçülüğü savunan hamasi şiirler yazdı. Hece ölçüsü ve yalın Türkçe ile dörtlük geleneğinin dışına çıkarak üçer, altışar, sekizer dizeler ile biçim yenilikleri getirdi.

Yapıtları;

Türkçe Şiirler (1899)
Türk Sazı (1914)
Ey Türk Uyan (1914)
Tan Sesleri (1915, 1956)
Ordunun Destanı (1915)
Zafer Yolunda (1918)
Aydın Kızları (1919)
Dante’ye (1920)
Mustafa Kemal (1928)
Ankara (1939)

“Benim Ömrüm”

ruhumdaki hanımelleri koktuğunda
bahar geldiğini sanırdım
oysa misketli çocukluğummuş
senden arta kalan.
bir arnavut kaldırımı hafifliğinde
eteklerin salınırken
tanrı geldi sanırdım
sesinden
oysa
sadece
seni
öpmek
isterdim

gece vakti omuz basında parlayan ay
en şeytan zamandır
o yüzden hep omuz başını öpmek istedim
masumlaşmak için…
seni görünce
bu gün sokakta gördüğüm yedi aylık çocuğun
dünya telaşı sarıyor beni
ama…
ama hep giderdin sen
yazları kışlık yalnızlığınla bırakırdın
sonra sevişirdik
en beyaz çarşaftan daha beyaz
dökülürdü siyah saçların
bir bardak su getirmek için
severdim seni hoyrat yalnızlığımla
mutfaktan bir bardak su,
seviştikten sonra…
uslu bir güvercin sessizliğinde içerdin elimden
ve göğüslerini kapatacak kadar benimdin
sinemasız sevişmelerden sonra…
sen hep giderdin…

Paylaşın