SWP’den Dikkat Çeken Rapor: Finans Ve İş Dünyası CHP’ye Yönelebilir

Bilim ve Politika Vakfı’nın (SWP) raporunda, CHP’li belediyelerin nüfusun yüzde 62’sine ev sahipliği yaptığına, bu bölgelerde gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 73,4’ünün üretildiğine ve tüm tasarruf mevduatlarının yüzde 84,5’inin de yine bu illerde tutulduğuna dikkat çekildi.

Raporda, “Bu iller Türkiye’nin toplam ihracatının yüzde 79,6’sından sorumludur ve burada kişi başına düşen milli gelir 9 bin 588 dolar ile AKP’li belediyelerin kişi başına düşen gelirini aşmaktadırlar” bilgisine yer verildi.

CHP’nin yoksullukla kararlılıkla mücadele ve kamu yararı vurgularıyla hükümetin neoliberal politikalarına sıkı sıkıya bağlı olmadığını göstermekte olduğuna işaret edilirken, “Demokratik dönüşüm, yolsuzlukla mücadele ve kamu ihalelerinde şeffaflık vaatleri, Türk iş ve finans dünyasının bu partiye yönelmesi fırsatını yaratıyor” görüşü aktarıldı.

Almanya’nın saygın düşünce kuruluşu Bilim ve Politika Vakfı’nın (SWP), Türkiye’deki siyasi güç dengelerinde 31 Mart yerel seçimleri ile yaşanan değişimin mercek altına alındığı raporunda, Almanya ile Türkiye ilişkilerinin CHP’li belediyeler ile yoğunlaştırılacak, derinleştirilecek iş birliği ile canlandırılabileceğine dikkat çekilidi.

DW Türkçe’nin aktardığına göre; SWP bünyesindeki Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi (CATS) Müdürü Dr. Hürcan Aslı Aksoy ile uzman Dr. Yaşar Aydın tarafından kaleme alınan raporda önce yerel seçim sonuçlarına ilişkin dikkat çekici gözlem ve değerlendirmelere yer verildi.

CHP’nin yerel seçimlerdeki başarısı “Tarihi galibiyet” sözleriyle tanımlanırken, AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ise seçmen tarafından, “Sadece ekonomik sefalet nedeniyle değil, aynı zamanda artan yolsuzluk ve kayırmacılık nedeniyle cezalandırıldığına,” seçmenin izlediği istikrarsız para politikasının faturasını Erdoğan’a yerel seçimlerde kestiğine işaret edildi.

Seçim yenilgisi nedeniyle Erdoğan’ın “karizmasının zedelendiğine” dikkat çekilen raporda, “Muhtemelen bu seçimden çıkan en önemli mesaj, 2028 cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinde bir iktidar değişikliğinin ilkesel olarak mümkün olduğudur” ifadelerine yer verildi.

SWP raporunda ayrıca, “Kimlik siyasetinin reddi, Erdoğan’a bir ders” alt başlığı altında, yerel seçim sonuçlarının artık Türkiye siyasetindeki bir değişime işaret ettiği, laik-dindar, Alevi-Sünni, Türk-Kürt gibi kültürel ve etnik kimlikler üzerinden yapılan siyasetin öneminin azalmakta olduğu kaydedildi.

“Erdoğan döneminin sonunun başlangıcı mı?” sorusuna yanıt aranan raporda, cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin yerel seçimlerden farklı sosyo-politik dinamiklere tabi olduğuna vurgu yapılıyor, ayrıca Erdoğan’ın partisinden daha popüler olduğu hatırlatıldı.

Bununla birlikte uzmanlar, “Erdoğan’ın görev süresinin kalan dört yılı çok sayıda sınamayı beraberinde getirecektir. Bunları popülaritesini kaybetmeden atlatması çok zor olacaktır” öngörüsüne yer verdi.

Erdoğan’ın bir sonraki seçimlere kadar popülaritesini yeniden artırmasını zora sokacak muhtemel zorluklar ise özetle şöyle sıralanıyor: Erdoğan’ın sağ cenahtaki mevcut ve potansiyel müttefikleri de büyük miktarda oy kaybetti. Yeniden Refah Partisi ile Erdoğan’ın yeni bir rakibi var. Ayrıca büyükşehirlerin muhalefete kaptırılması, iktidar elitlerinin kamu kaynaklarına erişimini daha da kısıtlayacak ve bu da daha fazla seçmeni AKP’den uzaklaştıracak.

Seçim yenilgisiyle birlikte Erdoğan’ın Anayasayı değiştirerek iktidarda kalma planlarının da “ağır bir darbe almış” olduğu kaydedilirken, “Eğer Erdoğan Anayasa değişikliği için referandum çağrısı yaparsa, bundan sonuç alabilmek için bir kez daha ekonomik popülizme ve seçim hediyelerine güvenmek zorunda kalacak. Bu da Türk ekonomisinin toparlanmasını engelleyecek ve dolayısıyla siyasi olarak da sürdürülemez olacaktır. Dolayısıyla otokrasiye doğru daha fazla kayma tehlikesinin şimdilik önlendiği sonucuna varılabilir” tespiti aktarıldı.

“Türk finans ve iş dünyası CHP’ye yönelebilir”

Raporda, otokratik yönetim sisteminin konsolidasyonunu önlemeye çalışan ve Erdoğan sonrası döneme hazırlanan CHP için yerel seçimlerden ilk parti çıkmanın ise iyi bir başlangıç noktası olduğu vurgulandı.

Bu galibiyetle birlikte CHP’nin “yeni bir güç” olarak ortaya çıktığına işaret ediliyor, beş yıl boyunca yöneteceği yerel yönetimlerle birlikte ülkedeki siyasi ve ekonomik ağırlığının da daha artacağına dikkat çekildi.

CHP’li belediyelerin nüfusun yüzde 62’sine ev sahipliği yaptığına, bu bölgelerde gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 73,4’ünün üretildiğine ve tüm tasarruf mevduatlarının yüzde 84,5’inin de yine bu illerde tutulduğuna dikkat çekilen raporda, “Bu iller Türkiye’nin toplam ihracatının yüzde 79,6’sından sorumludur ve burada kişi başına düşen milli gelir 9 bin 588 dolar ile AKP’li belediyelerin kişi başına düşen gelirini aşmaktadırlar” bilgisine yer verildi.

CHP’nin yoksullukla kararlılıkla mücadele ve kamu yararı vurgularıyla hükümetin neoliberal politikalarına sıkı sıkıya bağlı olmadığını göstermekte olduğuna işaret edilirken, “Demokratik dönüşüm, yolsuzlukla mücadele ve kamu ihalelerinde şeffaflık vaatleri, Türk iş ve finans dünyasının bu partiye yönelmesi fırsatını yaratıyor” görüşü aktarıldı.

Raporda yerel seçimlerde ikinci kez seçilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu için de ilginç değerlendirmelere yer verildi. İmamoğlu’nun şimdiden Türk ve yabancı medyada diğer Türk muhalif siyasetçilerden daha fazla ilgi gördüğüne dikkat çekilirken, “İmamoğlu’nun zaferi hiç şüphesiz önümüzdeki yıllarda Erdoğan’ın en güçlü rakibi ve bir sonraki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde umut vaat eden bir aday olarak konumunu sağlamlaştırdı” ifadeleri kaydedildi.

İmamoğlu’nun siyasi yasak ve üç yıldan yedi yıla kadar hapis istemiyle yargılandığı davaya işaret edilen raporda, “Bu yargılamanın siyasi amaçlı olduğu açıktır. Seçimin galibi İmamoğlu’nun mahkûm edilmesi, kendisi ve partisi CHP ile dayanışmaya yol açacaktır. Bu da onu siyasi olarak güçlendirecektir” görüşü aktarıldı.

SWP raporunda Almanya ile Türkiye ya da Avrupa Birliği (AB) ile Türkiye arasındaki ilişkilerde bir ilerleme kaydedilebilmesinin ancak Türkiye’deki merkezi hükümetin mevcut otoriter çizgisinden uzaklaşması ve Kıbrıs konusunda daha yapıcı adımlar atmasıyla mümkün olabileceğini vurgu yapılırken, “Almanya ve Türkiye arasındaki ilişkilerin canlandırılması artık öncelikle ekonomik bağlar ve belediyeler düzeyinde iş birliği yoluyla mümkün görünmektedir” ifadeleri yer aldı.

CHP’nin artık daha fazla belediyeyi yönettiği bu sayede de Alman ve Türk şehirleri ve belediyeleri arasında yeni iş birliği imkanları için alan açıldığı vurgulanırken, “Halihazırda 80’in üzerinde Türk-Alman kardeş şehir programı bulunmaktadır. Kardeş şehir uygulaması sadece toplumlar arasındaki bağları güçlendirmekle kalmıyor; aynı zamanda çevre koruma, sürdürülebilir kentsel gelişim, dijitalleşme, marjinalleşmiş grupların ve mültecilerin korunması ve gençlerin katılımı gibi konularda belediyeler arası iş birliği ve deneyim alışverişi için de alan yaratıyor” denildi.

Erdoğan’ın yerel seçimlerden önce seçmenlere “Oy yoksa hizmet yok” sözleriyle muhalefetin kazandığı belediyelere merkezi hükümetin destek sağlamayacağı mesajının anımsatıldığı SWP raporunda, şu dikkat çekici ifadelere yer aldı:

“Bu yolla CHP yönetimindeki İstanbul belediyesinin iç borçlanmasını imkânsız hale getirmişti. Bu nedenle örneğin raylı ulaşım ağı daha fazla genişletilemedi. İşte bu noktada Almanya, raylı ulaşımın genişletilmesi ve dijitalleşme gibi altyapı ve iklim projeleri için belediyelere mali destek sağlayarak devreye girebilir.”

Paylaşın

SWP: Türkiye’ye Eurofighter Satışı Silah İhracat Anlaşmasından Çok Daha Fazlası

Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi (CATS) uzmanlarından Jens Bastian, Türkiye’nin uluslararası savunma üretimi ve askeri hizmetler arenasında kalıcı bir aktör olacağına, dış politikada ağırlığının da artacağına dikkat çekti ve ekledi:

“Eurofighter Typhoon’ların Türkiye’ye satışı ticari bir silah ihracatı anlaşmasından çok daha fazlası olacaktır. Bu, Türkiye’nin Batı’nın askeri-endüstriyel sistemlerine entegre olmasının devamı anlamına gelir, böylelikle dolaylı da olsa, Türkiye’nin uzaklaşıp kendi stratejik özerkliğine yönelmesi de teşvik edilmemiş olur.”

DW Türkçe’nin aktardığına göre; Almanya’nın saygın düşünce kuruluşu Bilim ve Politika Vakfı’nın (SWP), “Türkiye küresel bir silah ihracatçısı olma yolunda” başlıklı analizinde, Türk savunma sanayisinde yeni bir dönemin kapılarını aralayan değişim ve bunun Batılı hükümetleri karşı karşıya getirdiği yeni sınamalar mercek altına alınıyor.

SWP bünyesindeki Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi (CATS) uzmanlarından Jens Bastian tarafından kaleme alınan analizin en dikkat çeken bölümünü ise Türkiye’nin 40 adet Eurofighter Typhoon savaş uçağı satın alma talebine ilişkin değerlendirmeler oluşturuyor.

Almanya, İngiltere, İtalya ve İspanya’dan oluşan dörtlü konsorsiyum tarafından üretilen bu uçakların Türkiye’ye satışına Madrid ve Londra’nın yeşil ışık yaktığını, Berlin ve Roma’nın ise henüz onay vermediğini hatırlatan Jens Bastian, Alman hükümetinin önemli bir kararın eşiğinde olduğu görüşünde.

Analizinde Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller ve Hür Demokratlar’ın (FDP) oluşturduğu federal hükümetin Türkiye’ye muharebe silahı satışına onay vermediğini anımsatan Bastian, Eurofighter satışı ile ilgili olarak, “Alman hükümeti iç politika konuları ile NATO ittifakı içindeki taahhütlerini dengeleme gerekliliğinin yol açtığı sınamayla karşı karşıya” saptamasında bulundu.

Türkiye’nin satın aldığı Rus S-400 hava savunma sisteminin Ankara-Kremlin arasındaki yakınlaşmada “münferit bir vaka” olarak görülemeyeceğini vurgulayan CATS uzmanı, “İkili enerji iş birliği çerçevesinde Ankara Moskova’ya bağımlı hale gelirken bu bağımlılık yapısal olarak da yerleşik hale gelmiştir” tespitinin altını çiziyor.

Eurofighter satışı, ihracat anlaşmasından çok daha fazlası

Analizde ayrıca Türkiye’nin savunma ihracatı politikalarında NATO dışında ittifaklar oluşturmakta olduğu, Ankara’nın Eurofighter tedarik edemediği takdirde Çin-Pakistan ortak yapımı JF-17 Thunder savaş uçaklarını satın almayı değerlendirdiği belirtiliyor.

Türkiye’nin uluslararası savunma üretimi ve askeri hizmetler arenasında kalıcı bir aktör olacağına, dış politikada ağırlığının da artacağına dikkat çeken Jens Bastian, şu ifadelere yer verdi:

“Eurofighter Typhoon’ların Türkiye’ye satışı ticari bir silah ihracatı anlaşmasından çok daha fazlası olacaktır. Bu, Türkiye’nin Batı’nın askeri-endüstriyel sistemlerine entegre olmasının devamı anlamına gelir, böylelikle dolaylı da olsa, Türkiye’nin uzaklaşıp kendi stratejik özerkliğine yönelmesi de teşvik edilmemiş olur.”

ABD yönetiminin Türkiye’nin F-16 talebine onayı, bu savaş uçaklarını NATO amaçları için kullanma ve Yunan adaları üzerinden uçmama şartıyla verdiğini belirten Alman uzman, Eurofighter satışının da Rusya’ya uygulanan yaptırımlara uyulması gibi bazı koşullara bağlanabileceğine işaret etti. Bastian, bu vesileyle insansız hava araçları gibi Türk savunma teçhizatlarının Alman ordusuna ihraç edilmesi gibi yeni iş birlikleri için de fırsatların ortaya çıkabileceğini kaydetti.

Bu arada Jens Bastian tarafından kaleme alınan analizde, AKP’nin Türkiye’nin silahlanma yetkinliğini güçlendirerek dışarıya bağımlılığını azaltma hedefi ve bu hedef doğrultusunda izlenen “tekno-ulus” inşa etme stratejisi ile ilgili bilgiler de aktarılıyor, teknolojik inovasyonda önemli atılımlar gerçekleştirildiği vurgulanıyor.

Türkiye’nin geçen yıl 5 milyar 500 milyon dolar ile yeni bir zirveye ulaşan silah ihracatındaki artışın “yeni pazarların fethedilmesinin bir sonucu olduğuna” vurgu yapılan yazıda, 2023 yılında 185’ten fazla ülkenin Türkiye’den askeri ekipman satın aldığı belirtiliyor. Baykar, TAI, Roketsan, STM ve Aselsan gibi Türk savunma şirketlerinin portföylerindeki ürünlerin cazip olduğu ve bu nedenle de özellikle Afrika kıtasında, Tayvan dahil Asya’da ve son dönemde de Latin Amerika’da ilgi gördüğü aktarılıyor.

Yazıda faaliyetleri uluslararası kamuoyunda büyük ilgiyle takip edilen silahlı insansız hava aracı (SİHA) üreticisi Baykar’a da dikkat çekiliyor.

Bayraktar TB-2 SİHA’larının Suriye’de, Kuzey Irak’ta ve Libya’da kullanıldığına işaret eden CATS uzmanı, bu hava araçlarının ihracatında da büyük artış olduğunu, hem Azerbaycan’ın Ermenistan’a karşı, hem de Ukrayna’nın Rusya’ya karşı bunları kullandığını hatırlatıyor.

Bu arada 2019 yılında Ukrayna devletinin savunma şirketiyle ortak üretim için anlaşma imzalayan Baykar’ın CEO’su Haluk Bayraktar, Çarşamba günü Reuters haber ajansına Ukrayna’daki fabrika inşaatının başladığını açıkladı. Kiev yakınlarındaki fabrikada 500 kişinin istihdam edileceğini ve yılda 120 hava aracının üretilmesinin hedeflendiğini söyleyen Bayraktar’ın, Rusya’nın başlattığı savaşın sürmesi nedeniyle mevcut güvenlik tehditleri için “Hiçbir şey bizi engelleyemez” demesi dikkat çekti.

Bayraktar’ın Ukrayna’ya desteği ve inşa edilecek fabrika NATO’da da yankı buldu. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan ile Çarşamba günü düzenlediği ortak basın toplantısında, Ukrayna ordusunun modernizasyonunun önemine vurgu yaparak Türkiye’nin bu bağlamda önemli bir rol üstlendiğine dikkat çekti.

Türkiye’nin, Bayraktar SİHA’ları ile Ukrayna’ya destek verdiğini anımsatan Stoltenberg, “Şimdi de insansız hava araçları üretmek için Ukrayna’da yeni bir fabrika, yani bir Türk insansız hava aracı fabrikası kuruyorlar. Ve bu, NATO müttefiklerinin Ukrayna’yı doğrudan silah ve mühimmat teslimatıyla desteklemelerinin yanı sıra kendi silahlarını üretme kapasitelerine yatırım yaparak ve kapasitelerini artırarak desteklemelerine bir örnek teşkil ediyor” diye konuştu.

“Baykar SİHA’ları değişimin sadece görünen kısmı”

Ancak CATS uzmanı Bastian’a göre Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın küçük damadı Selçuk Bayraktar’ın ailesine ait olan Baykar, Türkiye’nin silahlanma politikasında yeni bir döneme girildiğinin sadece görünen kısmı.

SWP analizinde, Türk savunma sanayisinin yerli üretime odaklanmasının Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ilişkilendirilemeyeceğine, aslında bu sürecin 1970’lerin ortalarında başladığına ve Türkiye’nin hedef olduğu uluslararası yaptırım politikalarının gölgesinde savunma politikalarını yeniden düzenlediğine vurgu yapılıyor.

“Batılı hükümetlerin, özellikle ABD’nin uzun bir zaman önce Türkiye’ye uygulamaya başladıkları farklı yaptırım ve ambargolar, bu ülkenin askeri sanayideki dönüşüm ve modernizasyon sürecinin tetikleyicisi olarak görülebilir” ifadelerine yer verilen yazıda, 1985’te kurulan Savunma Sanayii Başkanlığı’na (SSB) işaret ediliyor.

Analizde Türkiye’nin modernizasyon hamlelerinin özellikle askeri havacılık endüstrisine odaklandığına vurgu yapılıyor, bu yönde gerçekleştirilen atılımlar, yapılan yatırımlar hakkında ayrıntılı bilgiler paylaşılıyor.

Ancak kaydedilen ilerlemeye rağmen Türkiye’nin ABD, Rusya veya Çin ile rekabet edebilecek teknolojik olgunluğa sahip olmadığına dikkat çeken CATS uzmanı Bastian, ayrıca Türkiye’nin dışa bağımlılığının sürdüğüne de şu tespitle dikkat çekiyor:

“Türk savunma şirketleri, tüm Avrupalılar gibi, hala ithalata bağımlı. Bu durum özellikle yabancı teknoloji şirketlerinden temin edilmesi gereken yarı iletkenler ve mikroçipler için geçerli. Türk savunma sanayisinin, hammadde eksikliği nedeniyle özellikle dış ticarete bağımlı olduğu da göz ardı edilmemeli. Türkiye’nin enerji politikasının ana ortağı Rusya. Özetle, kendi kendine yetme söylemine karşın somut dış bağımlılıklar söz konusu.”

Paylaşın