Betül Dünder Kimdir? Hayatı, Eserleri

12 Ağustos 1975 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Betül Dünder’in çocukluğu Üsküdar Çiçekçi-Selimiye hattında geçti, âdeta kütüphanede büyüdü. Eskişehir Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümünden mezun oldu.

Haber Merkezi / Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde “Şairler Arası Kadın Olmak: 80 Sonrasında Şair Kadınlarda Kimlik ve Temsil Problemi” adlı tezi ile yüksek lisansını tamamladı. 1990-2003 yılları arasında tiyatro çalışmaları yapan, tiyatro toplulukları kuran, oynayan ve oyun yöneten şair Betül Dünder hâlen İstanbul’da 20 yıldır Felsefe Öğretmeni olarak görev yapmaktadır.

Betül Dünder, 2000’li yılların Türk şiirinde öne çıkan isimlerden biridir. Bu dönem, onun şiir anlayışının oluştuğu, eğilimini, yönelimini netleştirip geliştirdiği ve şair kimliğinin ön plana çıktığı dönemdir. İlk şiiri 1990’da Çizgi Ötesi dergisinde yayımlanır. Daha sonra şiir, yazı ve söyleşileri Haliç Edebiyat, Varlık, Ütopiya , Öteki-siz, 3 Nokta Edebiyat, Kum, Kuzey Yıldızı, Edebiyat ve Eleştiri, Kül, Yaratım dergilerinde yer almıştır.

2002 Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödüllerinde “Dikkate Değer” bulunur. 2005 Rıfat Ilgaz Şiir Ödülünü ve 2004 Arkadaş Zekai Özger Şiir Ödüllerinde, “Ayna Yorgunluğu” adlı dosyasıyla Jüri Özel Ödülü’nü alır. 2005 Rıfat Ilgaz Şiir Ödülüne lâyık görülür. Betül Dünder’in şiirlerinde dikkat çeken en önemli özellik olan doğa ve sır temasını, abartısız ve lirik bir üslupla ele almasıdır. Ayna Yorgunluğu (2005) kitabındaki şiirler, şairin iç algılarını, iç çatışmalarını yansıtır. Unutmanın Kısa Tarihi (2018) kitabında; toplam yirmi şiiri yer alır. Bu kitabıyla, 2018 Ruhi Su Şiir Ödülü’nü kazanmıştır.

“Aklını uyutan”

Unutmaya vermiştir aklımı
al dedim tamım nasıl biliyorsan öyle yap
madem affedilerek için birikiyor insan
kabuğum dökülür azalır bendeki kabahat
beni aşkla sulayan bu gürültülü kabuk
ne zaman ki açıklayacak
çıkacaktır ağzım yüzümde kadim bir harabe olmaktan
kesildiği yerde kalsaydı bu baş
daha kimi konuşturabilirdi yıldızlar
ve yıldızlar tevratan bir satır kadar kalabalıklar

saydım kemiklerimi – yedi mızrak olurmuşum ben-
­al dedim tamım ne kadar istersen o kadar kemik
beni nasıl biliyorsan öyle yap
kar yağdıkça hatırlamış yaprağını ağaç
inansam o kardan benim de adım
aklanacak
uçuşurdum ahalinin dilinde beyaz bir
entari olarak

söyle ben için mi şimdi bunca adem
öyleyse çalışır arplar bu kovukta da
oynatım ben
bir kara fısıltıyla büyüdüm ki mektebinde senin

katran benim
katran benim

-aklını uyutan gövdesini unutur
budur birinci kusur-

“Harfzeden”

Çalıları çıldırtan bordo bir yel
kalbimi de değiştiriyor bildiğin şekilden
eğer cezaysa aklımda biriken bu sesler…
göller üşümesin!
bağışlanmak için önümde durdu
karadan kara o kevser
bilmiyordum henüz bendeki saf acıymış o cevher

Ey kuleler!! göğe doğru açılan kapı…
bu bir karadüzen!
yaprakların sesi birikirken yüzüme
yalnız bırakılan bir yıldız gibi
tek gözümle gördüğüm
tarih: yoktur sevgilim!
sadakatle söylenen bir ağırlıktır cümlemiz
çekip almak isterdim seni elbet
ezberlediğin tenhadan ve sözlerden
bende biriken öğütülmez bir aşksın sen
karadüzen içinde oysa dönmekte değirmen

külün ateşten yana tavrı değişirken
beklerim ben de değişsin gölün rengi
ve değişsin karşılıklı iki kalbin yeri
sen acıyan
yerlerimde kalan susmanın bereketi
zaman kalmadı hata yapmak için
sırtımda çürürken taşıdığım nefesler
yüzümüz bir defter gibi birbirine açılırken
Aşk…yokluktan büyüyen kırmızı bir kitaptır
parçalanır elimizde sevgiden

“Kiraz bahçesi”

C.’ye dair…

kiraz bahçelerinden geliyordum
yakamda hınzır çocukların gülümsemeleri
seni sevmekten geliyordum
bir çeşit yalansızından sevda cümleleri
tren yolculuklarında
kiraz bahçelerinin resmi geçitleri

o hınzır çocuklar yok şimdi
seni o denli sevmek yok
tren yolculukları yok

sek sek oynuyorum sanmıştım
önümde çizdiğin kareleri atlarken
geri döndüğümde
tüm eski yollarımı silmiştin

büyümek
kiraz bahçelerinden kaçmakmış
ya ben ne anlamıştım

Paylaşın