Almanya merkezli düşünce kuruluşu Bertelsmann Vakfı Dönüşüm Endeksi (BTI), 2004 yılından bu yana ilk kez otokratik devletlerin sayısının, demokratik rejimlerden fazla olduğunu saptadı. Rapor kapsamında, gelişmekte olan ve gelişmenin eşiğindeki 137 ülke incelemeye alındı. Bunların 67’sini demokratik rejimler oluştururken, otokratik devletlerin sayısı 70’e yükseldi.
Bertelsmann Vakfı BTI Proje Yöneticisi Hauke Hartmann, “Bu, son 15 yılındaki çalışmalarımız kapsamında ölçtüğümüz en kötü siyasi dönüşüm sonucu,” diyor. Endekse göre, küresel bazda daha az özgür ve adil seçim, daha az ifade ve toplanma özgürlüğü söz konusu. Ayrıca kuvvetler ayrılığı prensibi de giderek aşınıyor.
Uzun zamandır Arap Baharı’nın demokratikleşme hareketlerinde son umut ışığı olarak kabul edilen Tunus, otokratikleşmeye doğru dönüşümün en güncel örneği olarak gösteriliyor. Cumhurbaşkanı Kays Said’in Temmuz 2021’de parlamentoyu feshedip hükümeti görevden alması ve anayasanın bazı kısımlarını rafa kaldırmasından bu yana ülke kararnamelerle yönetiliyor. Son olarak Said, ülkede yargı bağımsızlığının güvencesi konumundaki Yüksek Yargı Konseyi’ni de feshetmişti.
Dönüşüm Endeksi’nde Türkiye’ye dair tespitler de yer alıyor. Bertelsmann Vakfı BTI Proje Yöneticisi Hartmann, Deutsche Welle’ye (DW) yaptığı değerlendirmede “Aslında Erdoğan yönetiminde bir umut ışığı olmaya başlayan Türkiye, son on yılda demokrasi yolunda en fazla gerileyen ülke oldu. Çünkü burada kuvvetler ayrılığı ve toplumsal katılım o kadar kısıtlandı ki, iki yıl önce Türkiye’yi otokrasi olarak sınıflandırmak zorunda kaldık. Ne yazık ki aradan geçen sürede bu değerlendirmede bir değişiklik olmadı” görüşünü dile getirdi.
Siyasi ve ekonomik elitler
Yıllar önce kurulmuş ve oturmuş birçok demokratik rejimin de artık “kusurlu demokrasiler” kategorisine girmesi endişe verici bulunuyor. Örneğin, Hindistan’da Başbakan Narendra Modi’nin etnonasyonalist tutumu veya Brezilya’da Jair Bolsonaro ve Filipinler’de Rodrigo Duterte’nin sağcı otoriter hükümetleri, bu ülkeleri de otokrasiye doğru yaklaştırıyor.
Hartmann, “On yıl önce sağlıklı ve istikrarlı bir demokrasiye sahip olan bu ülkeler, bugün gelinen siyasi süreçte “ağır kusurları olan demokrasiler” haline dönüştü. Avrupa’da ise Polonya ve Macaristan’da hukukun üstünlüğü ilkelerinin çiğnendiğine şahit oluyoruz” diyerek endişelerini dile getiriyor.
Peki, otokratik sistemlerin güçlenmesinin ve demokratik normların erozyona uğramasının nedenleri ne? Bertelsmann Vakfı yetkilisi, başlıca itici güçlerin, torpil ve yolsuzluklar nedeniyle yozlaşmış sistemi kendi çıkarları için muhafaza etmek isteyen siyasi ve ekonomik elitler olduğunu söylüyor:
“İncelediğimiz 137 devletin çoğunda, göreceli toplumsal katılıma dayalı bir siyasal sistem ve rekabeti çarpıtarak ekonomik ve sosyal katılımı engelleyen bir ekonomik sistemle karşı karşıyayız.”
Bu durum, özellikle siyasetin mafya benzeri yapılarla çoğu kez iç içe olduğu Orta Amerika ülkelerinde yaygın. Aynı zamanda bazı kişilerin zayıf kurumsal yapılardan istifade ederek birtakım imtiyazlar elde ettiği Sahra’ın güneyindeki Afrika ülkelerinde de benzer olumsuzluklar söz konusu.
Popülist akımlar
Yoksulluk, açlık ve sosyal dışlanma tehdidi altında olan ve demokratik süreçler altında herhangi bir iyileşme görmeyen bazı vatandaşlar, genellikle popülist alternatifleri cazip görmektedir. Bu durum sadece söz konusu 137 ülkede değil, BTI’nin dikkate almadığı ABD gibi demokratik istikrarın var olduğu kimi demokrasiler için de geçerli olabiliyor. 1989’dan önce OECD’ye üye olan, demokratik süreçleri ve piyasa ekonomisi istikrara kavuşmuş olarak kabul edilen ülkeler, Bertelsmann Dönüşüm Endeksi kapsamı dışında tutuluyor.
Hartmann, “Donald Trump’ın seçilmesinden ve devam eden popülaritesinden ya da İngiliz elitlerinin sorumsuz tutumlarından dolayı, demokratik sistemlerimizin gücü hakkında bazı insanlar şüpheye kapıldı. Kimi grupların marjinalleştirilmesine ek olarak, özellikle basit çoğunluğa dayalı iki partili seçim sistemi, kutuplaşmanın fitilini ateşliyor. ABD’de bu durumu bariz bir şekilde gözlemliyoruz” diyor.
Pandeminin gölgesinde baskı
Korona salgını, birçok ülkede siyasi ve sivil hakların kısıtlanmasına da neden oldu. Hartmann, çoğu durumda bunların ılımlı, geçici ve demokrasiler söz konusu olduğunda, aynı zamanda parlamento tarafından onaylanan önlemler olduğunu belirterek şöyle konuşuyor:
“Ancak Filipinler veya Macaristan gibi otoriter özelliklere sahip popülist rejimlerde veya baskıyı daha da artırmak için salgını bahane olarak kullanan Azerbaycan, Kamboçya veya Venezuela gibi otokrasilerde istisnalar söz konusu. Ayrıca Çin gibi gelişmiş otokrasilerde, dijital gözetimin boyutu büyük ölçüde artmış durumda.”
Daha fazla otokrasi yönündeki küresel eğilime rağmen Hartmann, çoğunluğun daha fazla özgürlüğe ve söz hakkına özlem duyduğuna inanmaya devam ediyor. Küresel çapta sivil toplum faaliyetlerinde bir azalmanın olmayışını da hayli umut verici buluyor:
“Belarus’taki özgür seçimlerin, Lübnan’daki sivil toplum dayanışmasının, Sudan’daki askerî dikta ile mücadelenin veya Myanmar’daki darbe karşı protesto gösterilerinin aktörlerine bakın. Bu insanlar sıradan bir gösteriye gitmiyor. Daha iyi bir toplum için hayatlarını ortaya koyuyor. Onların hepsi birer kahraman. Otokrasiye karşı küresel mücadelenin son ve en sağlam kalesi.”
(Kaynak: DW Türkçe)