Bulimya (Bulimia) Nedir? Teşhisi, Tedavisi

Bulimya (Bulimia); Belirli bir zaman dilimi içerisinde çoğu insanın yiyebileceğinden çok daha fazla yiyeceği yeme durumu ve başka bir deyişle yeme kontrolünün kaybolması durumudur. Bulimya (Bulimia), ileri safhada PEM (Protein Enerji Malnütrüsyonu) gelişir ve hastaneye yatırılması gerekebilir.

Kişide aşırı bir iştah, fakat aynı zamanda aşırı bir kilo alma korkusu vardır. Kişi çok fazla yemek tükettikten hemen sonra kendisini kusturarak yada diüretik ve laksatifler kullanarak yediklerinden kurtulmaya çalışır. Çoğunlukla bulimik kişi, birkaç gün çok fazla yemek tüketir. Sonra karın ağrısı ve uyku düzensizliği başlayınca kendisini kusturmaya başlar. Zorlama ile yapılan bu kusmalar diş çürüklükleri, özefajit , metabolik alkaloz, dehidratasyon, hipokalemi ve diğer elektrolit bozukluklarına yol açar.

Bulimia ne sıklıkta görülür?

Her 100 kişiden bir ila ikisi bulimia hastalığına yakalanır. Ancak bulimianın ayrı ayrı semptomları (hastalık belirtileri) daha sık görülür ve her 100 kişiden yaklaşık 5’inde bulunur.

Bu hastalık özellikle kadınlarda ve genç kızlarda görülür. Her 100 bulimikten 90’ı genç kız ve kadınlardan oluşur. Ancak son zamanlarda giderek daha çok genç erkek de şişmanlamaktan korktuğunu, yeme davranışını kontrol ettiğini, aşırı açlık krizlerine girdiğini, yediklerini çıkardığını, giderek daha çok spor yaptığını veya kilolarını korumak için müshil ilaçlarına yöneldiğini bildirmektedir.

Bulimia hastalığı kimlerde görülür?

  • Düşük özgüvenli kişiler
  • Depresif belirtileri olan kişiler (mutsuzluğa eğilimli, pekçok şeye karşı isteksizliği olan, bunlara ek olarak uyku,iştah, konsantrasyon, enerji sorunları, değersizlik düşünceleri yaşayanlar)  -sosyal anksiyete bozukluğu yaşayan kişiler
  • Çcuklukta aşırı düzeylerde kaygı belirtileri olan kişiler
  • Zayıf vücut idealinin içselleştirilmesi
  • Çocukluk çağlarında cinsel ve fiziksel istismar yaşayanlar
  • Çocuklukta obezitenin (şişmanlık) varolması, erken yaşlarda ergenliğe giriş
  • Ebeveynin aşırı veya yetersiz düzeyde müdahaleleri risk etmenleri arasında sayılmaktadır

Bulimia hastası olup olmadığınızı nasıl anlarsınız?

Bulimia hastalığı hemen bir günde oluşmaz. Mağdurların erkenden yardım aramaları çok önemlidir zira hastalığın sonlandırılması esasen tedaviye çabuk başlanmasına bağlıdır.

Bir yeme bozukluğu başlangıcının belirtileri şunlar olabilir:

  • Kendi yeme davranışından memnun olmama
  • Kişinin kilosu ve beslenmesiyle ilgili endişelenmesi
  • Kişinin vücuduyla ilgili endişelenmesi
  • Gizli yemek yemek
  • Kusma veya yeme krizleri

Çoğunlukla ilk olarak aile hekimiyle görüşülür. Mağdurun bir bulimia hastası olup olmadığı ise, ancak bir uzman hekim veya psikoterapistin kapsamlı teşhisiyle ortaya çıkar. Bunun için detaylı bir bedensel muayenenin yanısıra, hastanın yeme davranışı ve buna karşı önlemler hakkında ayrıntılı bir görüşme de yapılır.
Muayene sonucuna göre hangi tedavi şeklinin tavsiye edileceğine karar verilir.

Esas itibariyle, bulimia ne kadar erken teşhis edilirse, başarılı bir tedavi şansının da o kadar yüksek olacağı kabul edilir.

Bulimianın sonuçları nelerdir?

  • Amenore (adet görememe) ya da adet düzensizlikleri görülebilir
  • Kusma davranışları sonucu vücut su-tuz-mineral düzensizlikleri ciddi sorunlara yol açabilir
  • Yemek borusunda kusmalar sonrası yırtılma, midede delinmeler, kalp ritim bozuklukları gibi nadir ama ölümcül sonuçlar ortaya çıkabilmektedir
  • Laksatif (dışkılamayı arttırıcı, kolaylaştırıcı) ilaçların uygunsuz kullanımı ile barsak hareketleri olumsuz etkilenir ve bunlar olmadan dışkılayamama gelişebilir, diğer mide-barsak sorunları, rektal prolapsus (barsağın anüsten sarkması) görülebilir
  • Duygu durum bozuklukları, kaygı bozuklukları, alkol, madde, uyarıcı nitelikte yasadışı ilaç kullanımı ve kişilik bozukluğu ile birlikte görülebilir

Nasıl Tedavi Edilir?

Bilişsel davranış terapisi esasına göre yapılan bir psikoterapinin özellikle etkili olduğu gözlemlenmiştir. Eğer bir davranış terapisi mümkün değilse, psikodinamik yaklaşıma göre bir tedavi de düşünülebilir. Yaklaşık her üç bulimik hastadan biri, psikoterapi ile kalıcı olarak iyileştirilebiliyor. Önemli olan, tedaviyi yapan terapistlerin yeme bozuklukları alanında hususi bilgilerinin ve önemli tecrübelerinin olmasıdır. Yaşı küçük hastalarda çoğunlukla, hastaların da görüşü alınarak hasta yakınları zaman zaman terapiye dahil edilir.

Ayakta psikoterapide mağdurlar genelde psikoterapistle haftalık görüşmeler yapar. Tedaviyi yapan hekimle anlaşarak tedaviyi tamamlaması açısından bazı durumlarda ilaç alınması da anlamlı olabilir.

Paylaşın

Diş Gıcırdatma (Bruxism) Nedir? Nedenleri, Tedavisi

Diş Gıcırdatma (Bruxism); Bruksizm, diş gıcırdatma veya diş sıkma ile kendini gösteren güçlü çene hareketlerinin neden olduğu anormal bir aktivite olarak tanımlanan ve oldukça fazla görülen bir bozukluktur.

Halk arasında daha çok diş sıkma ya da gıcırdatma olarak bilinen Bruksizm, tedavi edilmeden bırakılmaması gereken bir ağız hastalığıdır.

Belirtileri ve semptomları;

Bruksizm, başka rahatsızlıklara benzer birçok belirtiye sahiptir. Bu tür rahatsızlıklar yaşıyorsanız diş hekiminize başvurun:

  • Aşınmış diş minesi ve artan diş hassasiyeti.
  • Çene ağrısı veya sıkı çene kasları.
  • Uyku partnerinizi uyandırmak için yeterince yüksek olabilecek seviyede dişleri gıcırdatma veya kenetleme.
  • Düzleşmiş, kırık, yontulmuş veya gevşemiş dişler
  • Şakaklarınızda başlayan hafif bir baş ağrısı.

Uyku sorunları;

Bruksizme neyin yol açtığı kesin olarak bilinmese de, hem fiziksel hem de psikolojik nedenler genellikle diş gıcırdatma ile bağlantılıdır. Uyku sorunları en yaygın nedenlerden bazılarıdır.

Araştırmalar horlama ve uyku apnesi gibi durumların dişlerini gıcırdatan kişilerde daha çok görüldüğünü gösteriyor. Uyku apnesi, solunum işlemini etkileyen benzersiz bir durumdur; teşhis ve tedavi için doktorunuza göründüğünüzden emin olun.

Önlemler ve tedavisi;

Bruksizmden muzdarip olduğunuzu düşünüyorsanız, işe belirtileri kaydederek başlayın ve bir sonraki randevunuzda bunlara dikkat çekin. Diş hekiminiz herhangi bir belirtiyi veya semptomu tam olarak teyit etmek için kapsamlı bir muayene yapmak ve ardından bunların nedenlerini belirlemek isteyebilir.

Aradaki zamanda, gıcırdatma işleminden kaynaklanan herhangi bir hasarı hafifletmek amacıyla bir ağız koruyucusu reçete edebilir veya dişlerin hizalanmasıyla ilgili sorunları gidermek için bir diş çalışması gerçekleştirebilir. Henüz yapmadıysanız stresi azaltma yöntemlerini ele almak başka bir seçenektir.

Her zaman olduğu gibi, ağız bakımı evde başlar. Bu rahatsızlığın bir sonucu olarak aşınan diş minesini güçlendirmek amacıyla dişlerinizi düzenli olarak fırçalamayı ihmal etmeyin.

İlaçlar ve hastalıklar;

Bruksizm nedenleri, Huntington Hastalığı ve Parkinson Hastalığı gibi nörolojik rahatsızlıkların yanı sıra psikiyatrik ilaçların ve antidepresanların yan etkileri ile de ilişkilendirilmiştir. Bu tür durumlarda doktorunuza başvurun.

Yaşam tarzı;

Tütün kullanımı, alkol tüketimi ve hatta çok fazla kafein gibi madde kaynaklı alışkanlıklar bruksizm yaşama riskinizi artırabilir. Hatta, sağlık uzmanınız gerektiğinde uygun bir bağımlılık tedavisi yöntemi önerebilir. Bruksizm çocuklarda ergenlerden daha yaygın olduğu için, yaşın da önemli bir etken olduğunu unutmayın.

Paylaşın

RSV (Respiratuar Sinsityal Virus) nedir? Teşhisi, Tedavisi

Tüm yaş gruplarında özellikle bebekler ve yaşlılarda yaşamı tehdit eden solunum yolu enfeksiyonlarına neden olan RSV (Respiratuar Sinsityal Virus); Grip ve soğuk algınlığına benzer şikayetlere neden olurken, tedavisinde gecikildiğinde akciğerleri tehdit ediyor.

Çocukların tümü 2 yaşına kadar en az bir kez RSV ile hastalanmakta ve hayat boyu bu enfeksiyonun tekrarı sık olarak görülmektedir. Büyük çocuk ve erişkinlerde RSV genellikle üst solunum yolu enfeksiyonu; bebek ve küçük çocuklar ile prematüre doğanlarda, bağışıklık yetmezliği olanlarda ve yaşlılarda ciddi alt solunum yolu enfeksiyonları geliştirebilmektedir.

Belirtileri;

RSV tıpkı grip ve nezle bulgularına benzer şikayetlere neden olurken prematüre doğanlarda veya bebeklerde huzursuzluk, beslenmeme, sık nefes alma ya da solunum düzensizliklerine neden olmakla birlikte virüsün tek kaynağının insanlardır. Çevreden yada yakınlarındaki bu bulguları sergileyenlerden bireye çabucak bulaşır. RSV virüsünün bulaşması enfekte salgılar ile doğrudan ve yakın temasla oluşurken, virüs çevre yüzeylerce saatlerce, ellerde ise yarım saatten fazla canlı kalabiliyor.

RSV enfeksiyonunun tanısı solunum yolu sekresyonlarında RSV antijenine bakılarak konulur. Bu yaygın olarak kullanılan, hızlı sonuç veren ve % 90 oranında doğru sonuç veren bir yöntemdir. RSV virüsü genellikle kış ve erken ilkbahar aylarında yıllık salgınlar şeklinde görülmektedir. Hastalık genellikle Kasım- Aralık aylarında başlamakta, Ocak ve Şubat ayında zirveye ulaşmakta, Nisan ayı sonunda da sona ermektedir.

Tedavisi;

RSV enfeskiyonlar özellikle hassas yaş gurupları olan bebekler ve yaşlılar ile özellikli altta yatan hastalığı olanlarda ağır seyirlidir. Bu hastalarda oral alım bozulacağından hastalıkta ilk tedaviyi destek tedavisi oluşturur.  Sıvı kaybının yerine konması, solunumun dikkatle değerlendirilmesi ve oksijen desteği, üst solunum yolu aspirasyonu ve gerekirse solunum cihazına bağlanma uygulanması gerekebilir. RSV bronşiti sonrasında kulak iltihabı veya bakteriyel akciğer enfeksiyonu gelişirse antibiyotik kullanılır, bubnun dışında antibiotik etkisi söz konusu değildir. Ağır seyirli vakalarda hastane yatışı ile takip sıkça uygulanan bir durumdur. Özellikle 6 aylıktan küçük bebeklere tanı durumunda hastane yatışı önerilmektedir.

RSV’den korunmak münkün mü?

Anne sütünün desteklenmesi, sigara maruziyetinin engellenmesi, standart enfeksiyon kontrol önlemleri, risk gruplarının belirlenmesi, kalabalık ortamlardan uzak durulması, rutin aşılama programına uyulması, hastanede yeni olguların hızla saptanması ve temas izolasyonu RSV’den korunma esastır. Hastalığın bulaşması hasta kişinin solunum sekresyonlarıyla kontamine olmuş yüzeylere dokunmakla veya öksürdüğü havadaki damlacıklar yoluyla olur. Hasta kişiyle kontağın sınırlandırılması, maske kullanımı ve el yıkama yayılımı azaltabilir.

RSV için kullanılabilir rutin bir aşı bulunmamaktadır; ancak 29 haftadan küçük doğan yüksek riskli prematürelerde, doğumsal kalp hastalığı ya da kronik akciğer hastalığı olan çocuklarda alt solunum yolu enfeksiyonunu önlemek için pasif immünizasyon yani RSV antikoru içeren Palivizumab(RSV monoklonal antikor)isminde yalnızca uzman hekim önerisiyle ve rapor çıkartılarak kullanılan bir ilaç mevcuttur.

RSV virüsünden korunmak için yüksek riskli bebeklere pasif immunizasyon yani ayda bir antikor verilmesi(palivizumab) önerilmektedir. Pasif immunizasyon uygulanması gereken hastalar şunlardır:

  • Gebelik haftası 29 haftadan küçük ve 1 yaşından küçük bebekler
  • Kronik akciğer hastalığı olan ve 2 yaşından küçük bebekler
  • Tedavi gerektiren kalp hastalığı olan 2 yaşından küçük bebekler

İlaç uygulaması RSV sezonu denilen Ekim-Mart ayları arasında ayda bir kez yapılmaktadır. Bu uygulamanın sezonda tam ve düzenli olarak yapılması ile ağır hastalık gelişimi ve hastaneye yatışlar azalmaktadır.

(Kaynak: medicalpark.com.tr)

Paylaşın

Kol ağrısı nedir? Nedenleri, Tedavisi

Çık rastlanan bir şikayet olan ‘Kol Ağrısı’nın ana kaynağı çok farklı nedenler olabilir. Boyun omurları, disk, boyun kasları, kola giden sinirlere ve omuriliğe bası ‘ağrının’ kaynağı olabilir. Kollara vuran ağrının diğer nedenleri ise sinirlere bası yapan durumlardır.

Kol ağrısı sık rastlanan bir şikayettir ve genellikle kazaya uğrama, düşme, çarpma gibi incinmeler sonucunda meydana gelir. Ancak kimi zaman da kol ağrısının altta yatan başka bir nedeni vardır. Boyun bölgesinde başlayan ve buradan kollara doğru inen ağrı birçok kişinin başına gelebilen bir durumdur.

Boyunda meydana gelen bazı rahatsızlıklar kollarda da ağrı hissedilmesine sebep olabilmektedir. Özellikle;

  • Boyun fıtığı,
  • Disk kayması,
  • Boyun düzleşmesi ve
  • Boyun kireçlenmesi boyunda görülen ve sıklıkla kollara vuran ağrıların temelini oluşturmaktadır.

Bazı kol ağrıları acil bir duruma işaret edebilir ve geçiştirilmemeleri gerekir. Kol ağrısı nedeniyle acilen doktora görünmenizi gerektirecek durumlardan biri kırık şüphesidir. Düşme ya da benzeri bir kaza sonrası kolunuzdaki şiddetli ağrının kırığa işaret ettiğini düşünüyorsanız hemen doktora başvurmalısınız. Bir diğer acil durum ise fiziksel aktivite ve efor sarf etme sonrası oluşan ve kol hareketsizken dinen ağrılardır. Bu ağrılar angina (göğüs ağrısı) habercisi olabilir.

Göğüste sıkışma hissiyle birlikte kola aniden ağrı girdiyse bu durumda kalp krizinden şüphelenilir ve yine mutlaka hemen en yakın hastaneye başvurmak gerekir.

Boyun kaynaklı kol ağrıları haricinde, ağrıya neden olan diğer durumlar şunlar olabilir:

  • Omurga kanalında daralma (servikal dar kanal, servikal spondilitik myelopati)
  • Omurga kırıkları, omur kayması
  • Kol ve el sinirlerinin tuzaklanması (sıkışması): Boyunda omurilikten çıkan sinirler ele doğru giderken yol üzerinde bağ dokusu tarafından sıkıştırılır. Buradaki sıkışma sonucu el ve kollarda kuvvetsizlik, uyuşma ve ağrı oluşur.
  • Omuz patolojileri
  • Kalp rahatsızlıklarında (göğüs, omuz ve kola vuran ağrılar olabilir)
  • Kalpten çıkıp kola giden damarların yolda sıkışıklığa uğramasına neden olan hastalıklar (kolda ağrı ve buna eşlik eden uyuşma, soğuma, renk değişiklikleri olabilir.)

Teşhisi;

Tüm tıbbi patolojilerde olduğu gibi anamnez, kol ağrısının tanısına götürecek en önemli parametredir. Öncelikli olarak ağrının şekline, tipine, süresine göre kol ağrısının olası nedenlerinden şüphelenilir ve olası tanılar ortaya konur. Muayene bulgularına göre doktorunuz tarafından gerekli testler istenir.

Eğer ağrı; düşme, vurma gibi bir travma sonrasında aniden ortaya çıktıysa, dokunmakla ağrı şiddetinde ağrı oluyorsa öncelikli olarak direk grafilerle (Röntgen) kolda herhangi bir kırık olup olmadığına bakılır. Tüm kola, parmaklara kadar yayılan, boyun ağrısının, parmaklarda uyuşma ya da kolda kuvvet kaybının eşlik ettiği durumlarda boyun fıtığından şüphelenilerek servikal MRG (manyetik rezonans) istenir.

Omuz ve kol ağrısı mevcutsa, genellikle istirahat halinde geçiyor ve omuz hareketleriyle ortaya çıkıyor ya da şiddeti artıyorsa, omuz patolojilerinden şüphelenilip omuz MRG çekilir. Sinir sıkışmasına bağlı gelişen ulnar oluk sendromu, karpal tünel sendromu gibi hastalıkların tanısı EMG ile konulur. Gerek sağ kol ağrısı, gerek sol kol ağrısı yapan hastalıkların tanısı öncelikli olarak doktorunuzun o hastalıktan şüphelenmesiyle konulabileceği için ilgili uzmandan randevu almayı ihmal etmeyiniz.

Tedavisi;

Kol ağrısı tedavisi sebebe göre yapılır. Kol ağrısı nasıl geçer sorusunun cevabı öncelikle kol ağrısının sebebi bulunarak verilebilir. Travmaya bağlı bir kırık ya da kas incinmesi mevcutsa tedavide kolu sabitlemeye yarayacak alçı ya da atel uygulanır ve ağrı kesicilerle tedavi edilir.

Boyun fıtığına bağlı bir kol ağrısı mevcutsa ve hastada belirgin bir kuvvet kabı yoksa öncelikli olarak 2-3 hafta süreyle ağrı kesici, kas gevşetici tedaviler uygulanıp ağrının takibi yapılır. Bu süre zarfında ağrının şiddeti azalıyor ya da geçiyorsa boyun fıtığı açısından cerrahi tedaviye gerek kalmaz, fakat hastanın ağrısı geçmiyorsa cerrahi tedavi düşünülebilir. Bazı durumlarda hastalarda boyun fıtığına bağlı olarak gece uyutmayacak şekilde dayanılmaz, analjezik (ağrı kesici) tedaviye cevap vermeyen çok şiddetli ağrılar mevcuttur.

Zaman zaman hastalar doktora “Kolumu kesin alın” cümlesiyle başvururlar. Böylesi bir durum mevcutsa ya da hastada belirgin bir kuvvet kaybı varsa bu 2-3 haftalık süre beklenmeden de direkt cerrahi tedavi uygulanabilir. Eklemlerden kaynaklı kol ağrılarında mesela omuz patolojilerinde yine öncelikli olarak analjezik tedavi uygulanır. Analjezik tedaviyle geçmeyen olgular fizik tedaviden fayda görebilirler. Tüm bunlara rağmen geçmeyen ağrılarda eklem içi enjeksiyonları, artroskopik ya da açık cerrahi tedaviler uygulanabilir.

Lateral epikondilite bağlı kol ağrısı tedavisinde öncelikli olarak aktivite kısıtlaması yapılır ve analjezik tedavi uygulanır. Dirsek bandı denilen brace uygulamasında dirsek etrafına takılan ve dirseği sabitleyen bir aletle ekleme hareket kısıtlaması uygulanır ve dirsek üzerindeki gerilim azaltılarak tedavi planlanır. Buna rağmen geçmeyen ağrılar varlığında tendonların yapışma yerine steroid enjeksiyonu ya da cerrahi tedavi uygulaması gündeme gelebilir.

Ulnar Oluk ya da Karpal Tünel Sendromu gibi hastalıklara bağlı uyuşmanın eşlik ettiği kol ağrısı durumlarında öncelikli olarak dirseği ya da el bileğini sabitleyen atel uygulaması yapılır. B12 vitamini takviyesi özellikle uyuşmanın giderilmesinde oldukça faydalıdır. Parafin, TENS ya da Ultrasound uygulamalarını kapsayan fizik tedavi özellikle karpal tünel sendromunda oldukça başarılı sonuçlar vemektedir. Tüm bu tedavilere hastanın şikayetleri geçmiyor ya da sık sık tekrarlıyorsa, cerrahi tedavi açısından Beyin ve Sinir Cerrahisi görüşü alınmalıdır.

Siz de kol ağrısı çekiyor ve kol ağrısı neden olur sorusuna cevap arıyorsanız Nöroşirurji, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon ya da Ortopedi Bölümleri’nden randevu almayı ihmal etmeyiniz.

Paylaşın

Böcek ısırması, sokması nedir ve ne yapılmalı?

Böcek sokması ve ısırması bazen böceğin türüne göre ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir. Böcekler çoğu zaman kendilerini savunma amacıyla sokarlar. Ancak sadece beslenme amaçlı sokan böcek türleri de bulunmaktadır. 

Toplumda en fazla görülen böcek sokmaları bal arısı, eşek ve yaban arısı sokması, akrep, kene, sivrisinek, pire, tahtakurusu olarak gösterilebilir. Görülecek belirtilerin şiddeti böceğin cinsinin yanı sıra kişinin duyarlılık düzeyine göre de farklılık gösterir. Bebek ve çocuklar, hamileler, alerjik bünyeye sahip bireyler ile yaşlılar genellikle böcek sokmalarında daha ciddi belirti gösteren gruplar arasındadır.

Böcekler zehirleme ve alerjik reaksiyon oluşturmanın yanı sıra bulaşıcı hastalıkların kişiden kişiye bulaşmasına da aracılık edebilirler. Sıtma, tifüs ve sarıhumma gibi hastalıklar böcek ısırmaları sonucunda bulaşabilecek hastalıklar arasında yer alır. Özellikle sıcak ve tropikal iklime sahip bölgelerde bulunan böceklerde bulaşıcı hastalık taşıma olasılığı daha yüksektir.

Böcek sokması belirtileri;

Böceğin ısırma anı genellikle biraz ağrıya neden olur. Isırmanın hemen ardından ciltte alerjik reaksiyon gelişmeye başlar ve ısırılan bölgede ısınma, kızarıklık, kaşıntı ve benzeri belirtiler ortaya çıkar. Gelişen alerjik reaksiyonu tetikleyen etken, böceğin iğne veya tükürük sıvısı yoluyla cilde bıraktığı zehirli maddedir. Genellikle çoğu böcek ısırığında bu belirtiler hafif seyreder ve kısa süre içerisinde azalarak kaybolur. Fakat böceğin salgılarına karşı alerjisi bulunan bireylerde belirtiler giderek artarak şiddetli sağlık problemlerini beraberinde getirebilir. Böcek ısırması belirtileri arasında şunlar yer alır:

  • Isırılan bölgede kızarıklık, kaşıntı, tahriş, ağrı ve şişlik
  • Su kabarcıkları ve iltihaplanma
  • Tek veya küme şeklinde oluşan kabarcıklar
  • Mide bulantısı ve kusma
  • İshal ve karın ağrısı
  • Nefes darlığı, göğüste sıkışma
  • Hırıltılı solunum
  • Dil şişmesi

Bunların yanı sıra ısırılan bölgede renk değişimi şeklinde bir böcek sokması belirtisi de söz konusu olabilmektedir. Böcek ısırması morarması gibi renk değişimi durumlarında mutlaka sağlık kuruluşlarına başvurularak muayeneden geçilmelidir.

Böcek sokması türleri;

Arılar, pireler, sivrisinek ve diğer sinekler, karıncalar, tahtakuruları, akarlar, at sinekleri, keneler, örümcekler, akrepler ve bazı diğer böcek türleri böcek sokmasına neden olabilir. Görülen belirtiler böcek ısırması türleri arasında değişkenlik gösterir. Çok yaygın olarak görülen sivrisinek ısırıklarında ısırılan bölgede küçük bir kabarıklık, hafif kızarıklık ve şiddetli kaşıntı olur. At sineği ısırıkları oldukça ağrılı olabilir ve ısırılan bölgede genellikle böcek sokması ve su toplaması bir arada görülür. Kene ısırıkları genellikle başlangıçta hiçbir belirti ve reaksiyona neden olmaz ve kişiler tarafından geç fark edilebilir.

Doğal ortamlarda yapılan aktiviteler sonrasında vücut ayna karşısında mutlaka kontrol edilmelidir. Keneler kırım Kongo kanamalı ateşi ve bazı diğer bulaşıcı hastalıkları taşıma olasılığı çok yüksek olan hayvanlardır. Bu nedenle kene ısırmasının fark edilmesi halinde asla bir müdahale yapılmamalı ve derhal hastaneye gidilmelidir. Bir diğer böcek ısırığı olan akar ısırmalarında genel olarak çok fazla kaşıntı söz konusu olur.

Örümcek ısırıkları örümceğin türüne göre değişmekle birlikte çok ağrılı olabilir, şiddetli kızarıklık ve şişlik meydana gelebilir. Ayrıca bazı örümcek türleri mide bulantısı, kusma, karın ağrısı gibi daha ciddi ve tıbbi müdahale gerektiren reaksiyonlara da yol açabilir. Arı sokmalarında şiddetli ağrı, ani şekilde gelişen bir şişlik ve kızarıklık söz konusudur. Karınca ısırıklarında genellikle iltihaplı şişlikler ortaya çıkarken akrep sokmalarında ciltte uyuşma, ağrı, yanma, şişme ve kızarıklık gibi durumlar ortaya çıkabilir. Tüm bu durumlarda alerjik bireylerde ani gelişen çok ciddi reaksiyonlar söz konusu olabildiğinden bir an önce sağlık kuruluşlarına başvurulması gerekmektedir.

Böcek sokması durumunda ilk olarak ısırılan bölgede ağrı, ısı artışı, şişme, kızarıklık gibi etkiler ortaya çıkar. Bunlar normal reaksiyonlardır. Çoğu zaman birkaç saat içinde etkisini yitirirler. Ancak daha sonra alerjik reaksiyon gelişme riski her zaman vardır. Özellikle böcek sokmasına maruz kalan kişinin alerjik yapısı varsa böceğin ısırdığı alanda kızarıklık daha yaygın olur. Ayrıca başka reaksiyonlarda ortaya çıkabilir. Astımı olan, alerjik yapısı olan ya da ürtikere yatkın kişilerde baş dönmesi, yutkunma zorluğu, kalp ritminin düzensizleşmesi, bulantı ve kusma, ateş, ishal gibi belirtiler görülebilir.

Böcek sokması durumunda ilk ne yapılmalı?

Böcek sokması durumunda ilk müdahale bölgenin sabunlu su ile yıkanmasıdır. Bölge sabunlu suyla yıkanarak antiseptik bir solüsyon sürülmelidir. Böylece olası bir enfeksiyon gelişimi önlenebilir. Ancak yıkama sırasında bölgenin kaşınmaması, çizilmemesi gerekir. Arı sokması söz konusu ise iğnenin çıkarılması da gerekecektir. Bu durumda cildin tahriş edilmemesi önemlidir. Şişlik varsa bölgeye buz sürülmelidir. Böcek sokması kollarda ve ellerde olursa bölgenin kalp seviyesinden üstte tutulması gerekir. Bu şekilde şişmeye engel olunabilir.

Kene sokması durumunda ilk müdahaleyi kendiniz yapmamalısınız. Bu parazit oval ya da yassı, kahverengi renkte olabilir. Genellikle otlaklarda, sulak yerde, hayvanların bulunduğu yerlerde görülen keneler soktukları zaman insanlara virüs bulaştırabilir. Isırma sonrasında bölgede şişme, kızarıklık ve kaşıntı ortaya çıkar. Özellikle kene sokması sonrası şiddetli ağrı, ishal, bulantı, kusma, ateş gibi belirtiler varsa müdahale etmeden bir doktora gidilmelidir.

Böcek sokması durumunda bölgeye kolonya sürülmesi de bölgede tahrişe neden olabileceği için önerilmemektedir. Ayrıca böcek sokması sonrası zehirlenme olmasın diye yoğurt, ayran tüketimi de etkili değildir. Yapılacak ilk müdahale her zaman bölgenin enfeksiyon kapmamasını sağlamak olmalıdır. Böceklerin daha fazla görüldüğü tatil yörelerinde bulunulacağı zaman yanınızda topikal steroid ve antihistaminik kremler de bulundurursanız bunları böceğin ısırdığı bölgeye tatbik edebilirsiniz.

Tedavisi;

Böcek sokması ilk yardım uygulamalarının ardından alerjik reaksiyon veya ciddi komplikasyon söz konusu ise sağlık kuruluşlarına başvurmayı gerektirir. Alerjik reaksiyonunun olmadığı durumlarda böcek ısırması tedavisi olarak ilk yardım uygulamaları genellikle yeterli olur. Su ve sabunla yıkama ve ardından dezenfekte etme, buz kompresi uygulama gibi işlemleri içeren ilk yardımın ardından alerjik reaksiyonlar nedeniyle sağlık kuruluşlarına başvuran hastalarda öncelikle hekim tarafından fiziksel muayene yapılır. Ardından genellikle antihistaminik ilaç tedavisi önerilir ve bunlar bölge üzerine uygulanan krem ve merhemler, ağızdan alınan ilaçlar veya damar yoluyla verilen antihistaminikler şeklinde olabilir.

Böcek sokması kaşıntı ve kabarıklıklara neden olduysa antihistaminik ilaçlar bunların iyileştirilmesine de yardımcı olur. Ağrı söz konusu ise ağrı kesici ilaçlardan yararlanılabilir. Kene ısırması durumunda birey kesinlikle bilinçsiz şekilde keneyi çıkarmaya çalışmamalıdır. kenenin yanlış yöntemle çıkarılması bir kısmının vücut içerisinde kalmasına ve ciddi sağlık sorunlarına yol açmasına neden olabilir. Bu nedenle sağlık kuruluşlarına başvurarak kenenin uzman kişiler tarafından çıkarılması sağlanmalıdır.

Ardından yapılacak tanı testleri ve muayenenin ardından enfeksiyon söz konusu ise buna yönelik tedavi uygulanır. Herhangi bir komplikasyon göstermeyen hastalar hekim tarafından verilecek öneriler doğrultusunda taburcu edilir. Alerji teşhisi alan hastalarda bir sonraki böcek sokmasında hemen kullanabilmek adına tedbir amaçlı ilaçlar reçetelendirilebilir. Böyle durumlarda özellikle de doğal ortamlara giderken bireyler bu ilaçları mutlaka yanlarında bulundurmalıdır.

Eğer siz de böcek sokması yaşadıysanız öncelikle ilk yardım uygulamalarını yapmalı, ardından alerjik reaksiyonlar gözlemlemeniz durumunda sağlık kuruluşlarına başvurarak hekim kontrolünden geçmelisiniz. Olası bir alerji durumunda bir an önce sağlık kuruluşuna başvurarak ciddi komplikasyonların gelişimini önleyebilirsiniz. Böcek sokması ile ilgili merak ettiğiniz konuları Grup Florence Nightingale Hastaneleri’nin uzman ekibine sorabilir, sorunuzla ilgili öneriler isteyebilirsiniz. Bize ulaşmak için web sitemizde yer alan iletişim formunu kullanabilir ya da 444 0436 numaralı telefonu arayabilirsiniz.

Paylaşın

Botulizm nedir? Belirtileri, Tedavisi

Hemen ve yeterli tedavi edilmezse yüksek ölüm oranına sahip olan Botulizm, Botulismus toksinleri ile meydana gelen zehirlenme. Kişiden kişiye bulaşan bulaşıcı bir hastalık türü değildir.

Botulizm, Clostridium Botulinum (ve bazı diğer Clostridium türlerinin) oluşturduğu nörotoksinlerin neden olduğu nadir görülen paralitik bir hastalıktır. C.botulinum gram pozitif, sporlu, mutlak anaerop bir bakteridir. Sporları tüm dünyada yaygın olarak bulunur. Botulinum toksini sinir kas kavşakları ve otonom sinapsları etkiler. Tip A-G arasındaki harflerle ifade edilen antijenik yönden farklı 7 tipi vardır.

Tip A, B, E ve F insanlarda hastalık yapar. Botulinum toksini insana toksik en güçlü zehir olmasına rağmen kas spazmları ile belirgin bazı hastalıkların tedavisinde ve kozmetik işlemlerde kullanılır. Botulizm güncel olarak beş klinik şekilde görülür; klasik gıda botulizmi, infant botulizmi, yara botulizmi, nedeni bilinmeyen olgular ve kazara gelişen botulizm. Botulizm görme bulanıklığı ve diğer bazı kraniyal sinir belirtileri ile başlar, simetrik, yukarıdan aşağıya inen kaslarda zayıflık ve gevşek tipte paraliziler gelişir.

Ateş yoktur, hastanın bilinci açıktır, duyu kaybı görülmez. Tanının esasını serum, dışkı, kusmuk ve gıda gibi uygun örneklerde toksinin gösterilmesi veya anaerop koşullarda C.botulinum’un üretilmesi oluşturur. Botulizmin tanısında en spesifik ve en sensitif yöntem farede toksin deneyidir. Hızlı tanı ve destekleyici tedavi botulizm tedavisinde en önemli noktalardır. Heterolog antitosik serumların gıda ve yara botulizminde biraz önemi olmakla birlikte infant olgularında kullanılmamalıdır.

Nasıl bulaşır?

Gıda kaynaklı botulizm mikroorganizmanın gelişimi esnasında üretilen toksini içeren gıdanın tüketilmesi ile oluşan ciddi bir gıda zehirlenmesidir. Botulismus toksini, konserve mısır, biber, yeşil fasulye, çorba, pancar, kuşkonmaz, mantar, olgun zeytin, ıspanak, ton balığı, tavuk ve tavuk ciğeri ve ciğer kafa ve hafif öğle yemeği etleri, jambon, sosis, doldurulmuş patlıcan, ıstakoz ve tütsülenmiş ve tuzlanmış balık gibi gıdalarda saptanmıştır.

Yıllık olarak kaydedilen birçok salgının, yetersiz işlenmiş gıdalarla, ev yapımı konservelerle alakalı olduğu görülmüştür. Zaman zaman ticari üretilen gıdalarda da rastlanmıştır. Sosisler, et ürünleri, konserve sebzeler ve deniz ürünleri insan botulizmi için en sık karşılaşılan gıda ürünleridir.

Belirtileri;

  • Gıda kaynaklı botulizm (aslında gıda kaynaklı zehirlenme) bakteri tarafından üretilen toksin içeren gıdanın tüketilmesi ile ortaya çıkan hastalıktır. Kuluçka süresi 4 saat ile 8 gün arasında değişmesine rağmen, gıda kaynaklı botulizmin başlangıç belirtileri, toksinli gıdanın tüketiminden sonraki 18-36 saat arasında ortaya çıkmaktadır.
  • Zehirlenmenin erken belirtileri, belirgin halsizlik, zayıflık ve baş dönmesidir.
  • Bulanık görme ve çift görme, ağız kuruluğu, konuşma ve yutkunmada zorluk çekme, kalp atımında azalma, tansiyon düşüklüğü, nefes alıp vermede zorluk, diğer kasların zayıflığı, ağrılı şişmeler, ciltte beklenmedik renk değişiklikleri, terleme bozuklukları, karın ağrısı, bulantı, kusma ve kabızlık genel belirtileri arasında yer almaktadır. Tedavi edilmediği takdirde yüksek ölüm oranına sahiptir.

Teşhisi;

  • Botulismus büyük ölçüde tanısı hastanın öyküsü, klinik ve epidemiyolojik özelliklere ve diğer olası durumların ayırıcı tanı ile dışlanmasına dayanmaktadır.
  • Hastalığın akla getirilmesinde belli bağlı (anahtar) klinik bulgular görme bulanıklığı, çift görme, güçsüzlük ve simetrik paralizidir. Rutin laboratuvar testlerinin tanıdaki yeri sınırlıdır.
  • Tanı, serum, dışkı, kusmuk, mide içeriğinde ya da hastanın yediği yemekte botulinum toksininin tespiti, veya dışkı veya yara kültürlerinden C. botulinumun izole edilmesiyle konulur.

Tedavisi;

Botulizmde yakın bir solunum takip ve desteği başta olmak üzere destekleyici tedavi yöntemleri hayat kurtarıcıdır. Hasta yoğun bakım ünitesine alınmalı, endotrakeal tüp veya trakeostomi ile solunum yolu açık tutulmalıdır. Tedavide polivalan antitoksin (antitoksik botilinum serumu) uygulanmalıdır. Antitoksin dolaşımda serbest olarak bulunan toksini nötralize etmesi fakat sinir uçlarına bağlanmış toksine etkisinin olmaması nedeniyle, antitoksin uygulanması olabildiğince erken yapılmalıdır.

Botulizm şüpheli hasta birkaç saat içinde başvurmuş ise kusturularak veya mide lavajı ile kalan toksinin atılmasına yardımcı olunabilir. Diğer yandan hastanın ağır ileus tablosu olmadıkça barsaklar purgatifle veya lavmanla boşaltılmalıdır. Yara botulizminde kristalize penisilin kullanılmalıdır. Penisiline alternatif olarak metranidazol kullanılabilir. Yara botulizminde ayrıca yaranın cerrahi temizliği gerekir.

Korunma yolları;

  • Ev konservelerinin hazırlanması sırasında yeterli ısı ve basınç uygulanmak ve tüketilmeden önce 10 dakika kaynatmak gerekir.
  • Şişmiş konservelerin açılmaması, kokuşmuş besinlerin yenilmemesi gerekir.
  • Mikrodalga fırınlar ne sporu öldürür ne de toksini etkisiz hale getirir.
  • Bir yaşın altındaki bebeklere bal verilmemelidir.

 

Paylaşın

Bahar Yorgunluğu Nedir? Belirtileri, Tedavisi

Mevsim geçişlerinden kaynaklanan değişiklikler beraberinde insan metabolizmasında da değişiklikleri beraberinde getiriyor. Bahar Yorgunluğu; mevsim geçişlerinden kaynaklanan ısı, ışık ve nem değişimine vücudumuzun adapte olmaya çalışması sürecidir.

Bir hastalık olarak tanımlanan ve dikkat edilmesi gereken Bahar Yorgunluğu, kronik yorgunluk sendromuna da dönüşebiliyor.

Bahar Yorgunluğunun belirtileri;

Bahar Yorgunluğu güneşin daha dik gelmesi ile ısınan denizlerden daha fazla suyun buharlaşması ve bununla beraber ortaya çıkan nem artışı sonucunda oluşur. Yaz ve sıcak geçen bahar aylarında hava sıcaklığı, yüksek nem ile bir araya gelince bunaltıcı bir gün yaşarız. Kendimizi yorgun ve bitkin hissederiz. Nemliliğin çok yüksek olduğu durumlarda gerçek hava sıcaklığı ile etkin hava sıcaklığı birbirine yakın seyreder.

Fakat sıcak ve kuru bir havaya göre çok daha fazla rahatsız edici bir etkiye sahiptir. Havadaki nem oranı düşük ise, yüksek sıcaklık olsa bile bu durumu dayanılır yapabilir. çünkü cilt üzerinde buharlaşmanın sağladığı bir serinlik etkisi mevcuttur. Ancak yüksek nem cilt ve onu çevreleyen hava içindeki buharlaşmanın etkisini yok ederek gerçek sıcaklığı daha yüksek seviyelerde hissetmemizi sağlayacaktır.

Kısaca; Bahar Yorgunluğu, insanlarda enerji azlığı, halsizlik, isteksizlik, uyku isteği, sabah yataktan zor kalkma, kas, eklem ağrıları, baş ağrısı, konsantrasyon güçlüğü gibi belirtilerle kendini gösterir.

Bahar Yorgunluğu vücudumuzu nasıl etkiler?

Bahar yorgunluğu incelendiğinde nemin ne derece hayatımızı etkilediği daha net görülmektedir. Nem artışı vücutta 2 yönlü etki eder. Birincisi; Burun boğaz ve orta soluk yollarında ödeme neden olarak akciğere giden oksijen miktarını azaltır. Vücut oksijen azalmasının etkilerini azaltmak için çeşitli bölgelerdeki kan damarlarını büzer. Bu etki ile ,

  • Mideye giden damarların büzülmesi ile gastritler artar.
  • Troid dokusuna giden damar büzülmesi ile troid hormon salgısı azalır.
  • Kalp ve diğer damarları daraltarak hipertansiyon ve kalp krizleri artar.
  • Cilt damarları daralması ile ciltte kuruma dökülme ve saç dökülmesi gözlenir.
  • Tüm damarlarda genel bir oksijenlenme azlığı nedeni ile halsizlik ve yorgunluk artar. Baş dönmesi ve dengesizlikler sık gözlenir.
  • Akciğer kapasitesi bu bölgedeki ödem nedeni ile daha da azalır. Bu sonuç nefes darlığı ve hareket ile sıkıntı hissini artırırİkincisi; Ortam nem oranında artış ayni zamanda terleme fonksiyonunu bozar. Bu bozulma hem vücut toksinlerinin atılmasını engeller hem de vücudun nem dengesini bozar. Bu da kişinin kendini dengesiz hissetmesine neden olur.

Bahar Yorgunluğundan korunmanın yolları;

  • Kronik yorgunluğa karşı en iyi ilaç tatile çıkmaktır. İmkanlarınızı zorlayarak birkaç günlüğüne de olsa kent dışına kaçın.
  • Her gün sabahları aç karnına en az 5 dakika yürüyüş yapın. Ancak bu yürüyüşleri güneşli günlerde yapmaya özen gösterin.
  • Her sabah 10-15 dakika aç karnına jimnastik yapın. Ama vücudunuzu aşırı yormaktan da kaçının. Jimnastik yapacağınız odayı ciğerlerinize bol oksijen girmesi için bir süre havalandırmayı unutmayın.
  • Sofranızdan meyve ve sebzeyi eksik etmeyin. Sevmeseniz de mevsimin özelliğini taşıyan meyve ve sebzelerin bütün çeşitlerinden bol miktarda yiyin.
  • Baharda vücudun daha çok vitamin ve minerale ihtiyacı oluyor. Özellikle de B ve C vitaminleri ile potasyuma. B ve C vitaminleri sebze ve meyvelerde, potasyum da domates, patates ve kayısıda bol miktarda bulunuyor.
  • Günde 3 litre su için. Yemek yemeden ve yatmadan önce azar azar içerek vücudunuza ihtiyacı olan suyu sağlayın.
  • Uyku ritmine dikkat edin. Rahat bir uyku için yatağa girmeden önce günlük bütün stres nedenlerinizi aklınızdan uzaklaştırın. Hoşunuza giden konuları düşünün veya hoşlandığınız bir film seyredin.
  • Alkol kullanıyorsanız, mümkün olduğunca azaltın. Çünkü yorgunluktan kurtulmak için alkole sarılmak çözümü zor problemleri ortaya çıkarabilir.
Paylaşın

Besin İntoleransı nedir? Belirtileri, Tedavisi

Gıda intoleransı, tüketilen bir gıdanın içinde yer alan bir maddeye karşı sindirim sisteminin reaksiyonu olarak tanımlanır.

Besindeki bir madde kişinin sindirim sistemi tarafından doğru bir biçimde sindirilemez ya da parçalanamaz. Bu durum sindirim sistemini tahriş eder ve hasarlara yol açar.

Gıda intoleransının nedeni, enzim eksikliği ya da gıdanın içindeki maddenin sindirilememesidir. Örneğin laktoz intoleransı, sütte yer alan laktoz karbonhidratının sindirilmesini sağlayan laktaz enzimi eksikliği sonucu oluşur.

Günlük beslenmede tüketilen her türlü besine intolerans, zamanla gelişebilir. Besin intoleransı görülme oranı, gıda allerjilerinden daha yaygındır.

Gıda intoleransı belirtileri;

  • Mide ağrısı, mide kasılmaları, midede yanma hissi,
  • Bulantı ve kusma,
  • Mide ve bağırsaklarda gaz, kramp ve şişkinlikler,
  • Baş ağrısı, sinirlilik, halsizlik, yorgunluk,
  • İshal,

Gıda intoleransı tedavisi;

Gıda intoleransının tek tedavisi intoleransa yol açan besinin diyetten çıkarılması veya vücudun tolere edebileceği miktarlarda tüketilmesidir.

İntoleransa neden olan besin vücudun mutlaka alması gereken elzem bir gıda ise yerine aynı özellikte başka bir besinin tüketilmesi oldukça önemlidir.

Gluten intoleransı nedeniyle buğday tüketiminin olmaması B vitamini alımında yetersizliğe neden olabilir. Bu durumda kişi buğday yerine gluten içermeyen; mısır unu, darı, esmer pirinç, karabuğday ve kinoa tüketebilir.

Paylaşın

Çocuklarda Ateşli Havale Nedir, Neden Olur?

Ateş nedeniyle oluşan havale, 6 ay – 6 yaş arası çocuklarda kasılmalarla görülen bir nöbet durumudur; herhangi bir ateşli hastalık sonucu vücut sıcaklığının 38 derecenin üstüne çıkmasıyla meydana gelir.

Özellikle ateşi çıkmaya duyarlı ve ailesel yatkınlığı olan çocuklarda meydana gelir. Anne babalar için ateşli havale endişe verici bir sorundur ancak her zaman tehlikeli değildir. 0-3 aylık bebeklerde yüksek ateşte mutlaka doktora görünülmesi gerekir.

Ateşli havale neden olur?

Ateşe genellikle çocuğun geçirdiği viral ya da bakteriyel enfeksiyonlar neden olur. Bademcik ve orta kulak iltihapları, bağırsak ve idrar yolu enfeksiyonları, tüberküloz, menenjit, zatürre de ateşe yol açar. Ayrıca lösemi, lenfoma ve bağışıklık sistemi hastalıkları da ateşin sorgulanması gereken durumlardır.

Çocuklarda ateşi havale belirtileri;

Yüksek ateş
Bilinç kaybı
Vücudun kilitlenmesi
Kasılmalar
Göz kayması
Solgunluk
Nöbet sonrası baygınlık hali

Ateşli havale nasıl tedavi edilir?

Ateşli havalede önemli olan, ateşe yol açan nedeni bulmak ve hastalığın tedavi edilmesidir. Havale nöbetini durduracak ilaçlar da kullanılabilir.

Ateşli havale kalıcı sorunlara neden olur mu?

Korkulanın aksine ateşli havale kalıcı hasar yaratmaz. Tekrarlanabilir ve havale geçirme oranı yaş ilerledikçe düşer.

Paylaşın

Asidoz Nedir? Belirtileri, Nedenleri, Tedavisi

Asidoz, kan ve vücut sıvılarının aşırı asitli olması durumudur. Daha geniş bir tanımla, Asidoz, organizmanın asit baz dengesinde asit istikametinde bozulma sonucu ortaya çıkan entoksikasyon tablosu.

Haber Merkezi / Metabolik süreçlerin doğru biçimde çalışması ve dokulara uygun miktarda oksijen sevki için kan pH’sının 7.35 ila 7.45 gibi dar bir aralıkta tutulması gerekmektedir.

Asidoz pH’nın 7.35 altına düşmesine neden olan kanda aşırı miktarda asit, alkaloz ise pH’nın 7.45 üstüne yükselmesine neden olan kanda aşırı miktarda alkali bulunmasıdır. Asidoz, solunum veya metabolik asidoz olarak sınıflandırılır.

Solunum asidozunun nedenleri şunlardır:

Kifoz gibi göğüs deformiteleri
Göğüs yaralanmaları
Göğüs kaslarında güçsüzlük
Uzun süreli (kronik) akciğer hastalığı
Miyastenia gravis, amiyotrofik lateral skleroz veya kas distrofisi gibi nöromüsküler bozukluklar
Sedatif ilaçların aşırı kullanımı solunumun azalmasına neden olur
Şiddetli zatürre veya şiddetli tıbbi hastalıkla ilişkili akut solunum sıkıntısı sendromu gibi akut akciğer hastalığı

Metabolik asidoz, vücutta çok fazla asit üretildiğinde gelişir. Böbrekler vücuttan yeterli asidi çıkaramadığında da ortaya çıkabilir. Metabolik asidozun birkaç türü vardır:

Diyabetik asidoz (diyabetik ketoasidoz ve DKA olarak da bilinir), kontrolsüz diyabet (genellikle tip 1 diyabet) sırasında keton cisimleri adı verilen maddelerin (asidik olan) birikmesiyle gelişir .
Hiperkloremik asidoz, vücuttan çok fazla sodyum bikarbonat kaybı nedeniyle oluşur ve şiddetli ishalle birlikte ortaya çıkabilir.
Böbrek hastalığı (üremi, distal renal tübüler asidoz veya proksimal renal tübüler asidoz ).
Laktik asidoz.
Aspirin, etilen glikol (antifrizde bulunur) veya metanol zehirlenmesi.
Şiddetli susuzluk.

Laktik asidoz, laktik asit birikmesidir . Laktik asit esas olarak kas hücrelerinde ve kırmızı kan hücrelerinde üretilir. Oksijen seviyeleri düşük olduğunda vücut enerji için kullanmak üzere karbonhidratları parçaladığında oluşur.

Belirtileri:

Metabolik asidoz belirtileri altta yatan hastalığa veya duruma bağlıdır. Metabolik asidozun kendisi vücudunuz bunu telafi etmeye çalışırken hızlı ve derin nefes almaya neden olur.

Kafa karışıklığı veya uyuşukluk da oluşabilir. Şiddetli metabolik asidoz şoka veya ölüme yol açabilir. Bazı durumlarda, metabolik asidoz hafif, devam eden (kronik) bir durum olabilir.

Solunum asidozu belirtileri şunları içerebilir:

Bilinç bulanıklığı, konfüzyon
Tükenmişlik
Letarji
Nefes darlığı
Uyku hali

Tedavisi:

Tedavi, asidoza neden olan sağlık sorununa yöneliktir. Bazı durumlarda, kanın asitliğini azaltmak için sodyum bikarbonat (kabartma tozundaki kimyasal) verilebilir.

Paylaşın