Zeka Geriliği (Debilite) nedir? Tedavisi

Zihinsel süreç dediğimiz, akıl yürütme, dikkat, algı, hafıza, problem çözme, muhakeme gibi becerilerde ortalamanın oldukça altında kalma durumuna Zeka Geriliği (Debilite) denilmektedir. Zeka Geriliğinin görülme sıklığı tüm toplumda % 1’dir.

Farklı bir tanımla, Zeka Geriliği, kişinin zihinsel becerilerinin yaş ortalamasının altında olması, buna bağlı olarak standart eğitim sisteminin beklentilerini karşılama konusunda sıkıntı yaşaması durumudur. Zeka geriliği herhangi bir konudaki beceriksizliğe verilen isim değil; zeka katsayısının düşük olması durumudur.

Belirtileri;

Zeka geriliği ilk yıllardan itibaren düzeyine (hafif, orta, ağır) bağlı olarak farklı yoğunlukta belirtiler gösterir. Gelişim basamaklarında gecikmeler görülür. Zeka geriliği olan çocuklar, yaşlarına uygun düzeyde öğrenmeleri gereken şeyleri öğrenmekte, öğrendikten sonra hatırlamakta, dikkatlerini yaşlarına uygun düzeyde odaklamakta zorlanırlar. Sosyal yaşamda kendilerinden yaşça daha küçük çocuklarla iletişim kurmayı, oynamayı tercih ederler. Bazılarında önemli uyum ve davranış problemleri görülebilir. Başka bir deyişle bilişsel, dil, motor ve sosyal yetilerde yaşın gerisinde gelişim söz konusudur.

Nedenleri;

  • Doğum öncesi nedenler: Kalıtım en önemli etkendir. Ailede zekâ geriliği tanısı olan bir bireyin varlılığı riski artırır. Buna ek olarak kromozomal bozukluklar (Down Sendromu gibi), metabolik bozukluklar (hipotiroidi gibi), annenin gebelikte geçirdiği enfeksiyonlar (kızamıkçık, toksoplazmosis gibi) veya diğer gebelik faktörleri (alkol ve madde kullanımı, yetersiz beslenme, plasenta sorunları gibi) zekâ geriliğine neden olabilmektedir.
  • Doğum sırasındaki nedenler: Erken doğum, düşük doğum kilosu, doğum travmaları (mor doğum gibi), doğum sırasında bulaşan enfeksiyonlar zekâ geriliğine neden olabilmektedir.
  • Doğum sonrasındaki nedenler: Travma, doğum sonrası enfeksiyonlar, uyaran eksikliği, yetersiz beslenme zekâ geriliğinin nedenleri arasında sayılmaktadır.

Türleri;

DSM 5 Tanı Ölçütleri El Kitabı’na göre,  hafif, orta, ağır ve ileri derecede zeka geriliği türleri vardır.

Hafif (IQ 50-55’ten 70’e kadar); Zeka geriliği olan insanların % 85’i hafif kategorisindedir.

Kavramsal alan: soyut düşünme, işlevsel beceriler, bilişsel esneklik ve kısa süreli hafıza az miktarda etkilenir.

Sosyal alan: kişiyi manipüle edilme riski altında bırakan olgun olmayan sosyal etkileşim gerçekleşir.

Pratik alan: günlük işler sırasında izleme, rehberlik ve yardıma ihtiyaç duyulur. Bu yardım, özellikle stresli durumlarda çok önemlidir.

Biraz daha yaşları büyüyene kadar ortalama bir çocuktan farksızmış gibi görünebilirler.

Orta (IQ 35-40’tan 50-55’e kadar); Zeka geriliği olan insanların % 10’unu oluşturur.

Kavramsal alan: günlük aktiviteleri tamamlamak için devamlı olarak yardıma ihtiyaç duyulur. Bazı sorumluluklarının diğer insanlar tarafından yerine getirilmesi gerekebilir. Orta dercede bir izleme ile kendi bakımları için ne yapmaları gerektiğini öğrenebilirler. Beceri gerektirmeyen işleri yapabilirler ama yine de her zaman gözlenmeleri gerekir.

Sosyal alan: sözel olarak iletişim kurarken dilleri engeli olmayan insanlara göre daha az zengindir. Bu da sosyal alt mesajları doğru yorumlayamadıkları ve yeni ilişkiler kurmada başarısız oldukları anlamına gelir.

Pratik alan: destek ve devamlı yol gösterme ile bazı becerilerini geliştirebilirler.

Ağır (IQ 20-25’den 35-40’a kadar); Zeka geriliğine sahip insanların % 3 – % 4’ü ağır zeka geriliğine sahiptir.

Kavramsal alan: özellikle rakamsal kavramları anlamaları çok sınırlıdır. Birçok alanda sürekli desteğe ihtiyaç duyarlar.

Sosyal alan: sözel anlatımları çok temeldir, cümlelerinin yapısı çok basittir ve kısıtlı bir kelime dağarcıkları vardır. Çok basit bir iletişim kurarlar ve sadece şimdiki zamanla sınırlıdırlar.

Pratik alan: günlük işler için sürekli olarak gözlemlenmeleri gerekir.

Şiddetli (IQ 20-25); Bu grup çok azınlıkta olsa da (% 1 – % 2), birçoğu tanımlanmış nörolojik bir hastalıkla ilişkilidir.

Kavramsal alan: net olarak etki altındadır. Sadece fiziksel dünyayı anlarlar ve sembolik şeyleri anlamazlar. Yol gösterme ile, bir şeyi işaret etme gibi temel beceriler kazanabilirler. İlgili motor ve duyusal zorluklar nedeniyle objelerin işlevsel kullanımı sağlanamaz.

Sosyal alan: sözel ve jeste bağlı iletişimleri tutarsızdır. Kendilerini çok temel, basit ve çoğunlukla sözsüz bir şekilde ifade ederler.

Pratik alan: tüm alanlarda tamamen başkasına bağlıdırlar. Eğer hiç motor ya da duyusal bozuklukları yoksa çok temel bazı aktivitelerde bulunabilirler.

Eğer zeka geriliğine sahip insanlar için daha kolay ve ulaşılabilir bir çevre yaratmak istiyorsak herkesin bu konuya destek vermesi gereklidir. Aksi taktirde, bu çevresel sınırlamalar sadece onların halihazırda sahip olduğu kısıtları artırmaktan başka bir şey yapmayacaktır.

Her şeyden önce karşımızdaki insanın engelinden çok bir insan olduğunu unutmamalıyız. Bu engele sahip olan insanların da duyguları hayalleri ve tıpkı bizim gibi topluma katacakları bir şeyler vardır.

Tedavisi;

Zeka geriliğini gidermeye yönelik doğrudan bir tedavi yoktur ancak zeka geriliğinin sebep olabileceği olumsuzlukları aza indirmenin çeşitli yöntemleri vardır. Bunlardan en önemlisi de özel eğitimdir. Erken uyaran eğitimi ve kişiselleştirilmiş özel eğitimlerle zeka geriliği olan çocuğun desteklenmesi gerekmektedir.

Yaşama dair temel ihtiyaçların karşılanabilmesi konusunda, zeka geriliğinin derecesi göz önünde bulundurularak kişiselleştirilmiş eğitimler tercih edilmelidir. Varsa ruhsal bozukluklara karşı psikolojik tedavi ve zeka geriliği ile birlikte görülme olasılığı yüksek olan dikkat eksikliği tedavisi uygulanabilir. Elbette tüm bunlar zeka geriliğini tedavi etmez; zeka geriliği ile birlikte görülen diğer problemleri tedavi eder.

Unutmayın: Normal zeka, parlak zeka veya üstün zekalı insanlar da zeka potansiyelinin tamamını kullanamamaktadırlar. Dolayısıyla, zeka geriliği olan birisi de tıpkı normal veya üstün zekalılar gibi beyin egzersizleri yaparak potansiyelini en iyi şekilde kullanmayı hedefleyebilir. Beyin egzersizleri, zeka oyunları, özel eğitim ve benzeri çalışmalarla zeka geriliği olan çocukların hayata tutunmaları desteklenebilir.

 

 

Paylaşın

Renk Körlüğü (Daltonizm) nedir? Belirtileri, Tedavisi

Renk Körlüğü (Daltonizm), görme merkezinde bulunan özel bir pigment molekülünün olmaması veya gerektiğinden az olması durumudur. Bu eksiklik sebebiyle, hasta çevresindeki renkleri doğru bir şekilde ayırt edemez. Renk Körlüğü olan kişiler, kırmızı, yeşil ve mavi renklerden bir veya birkaçını ayırt edememektedir.

Kadınlardan fazla erkeklerde görülen, oldukça yaygın bir durumdur. Kadınlarda yüzde 0,6–0,8 oranında rastlanılmasına rağmen bu oran erkeklerde yaklaşık yüzde 10 dur. Her 20 erkekten ve her 200 kadından birinde vardır. Çoğu renk körü olduğunu kendiliğinden fark etmez.

Belirtileri;

Renk körlüğünün yaygın türü olan kalıtsal renk körlüğünde yeşil, sarı, turuncu ve kırmızı, aynı biçimde algılanır ve ayrı renkler ancak yoğunluklarıyla ayırt edilebilir. Bu bozukluk doğuştan geldiğinden renk körleri zamanla belirli tonları ayıracak hale gelebilirler. Renk körlüğünün ender görülen ve ciddi olan türünde ise görüş bozukluğu ilerleyicidir ve hasta her şeyi siyah – beyaz görür.

Renk körlüğü günlük yaşamda önemli bir sorun oluşturmaz, ama hasta, renklerle ilgili belirli işlerde çalışamaz. Kırmızı – yeşil renkler bütün dünyanın kara ve deniz işaretlerinde yaygın olarak kullanıldığından, renk körleri sürücülük ve denizcilik yapamazlar. Bu renklerde önemli uyarılar yapıldığından, görülmemeleri yaşamsal tehlike oluşturabilir.

Teşhisi;

Renk körlüğünün teşhisinde kullanılan birçok yöntem bulunmaktadır. Kullanılacak yöntemler, hastanın renk körlüğünü açığa çıkarmaya ve renk görme eksikliğinin ne seviyede olduğunun belirlenmesine yardımcı olacaktır.

Ishihara testi, Farnsworth testi, Munsell D-15 testi, Farnsworth Lantern testi gibi birçok test, renk körlüğünün teşhisinde kullanılmaktadır. Renk körlüğünü saptamak için özel olarak hazırlanmış İshihara Testi, en yaygın kullanılan teşhis yöntemidir.

Aydınlatması iyi olan bir yerde, hastadan testte gördüğü şekil ve sayıları anlamlandırması istenir. Eğer bir renkte eksiklik tespit edilirse, daha detaylı testlerin yapılması da gerekmektedir. Bu testlerin göz doktorları tarafından yapılması, daha doğru bir tanı konmasına yardımcı olacaktır.

Tedavisi;

2009 yılında ABD’de gerçekleştirilen bir çalışma ile maymunlarda renk körlüğü problemi gen tedavisiyle düzeltilmiştir. Ancak insanlarda henüz gen tedavisi gerçekleştirilememektedir. Grafik tasarımı, ince elektronik işler, cerrahi gibi meslekleri icra etmede renk körleri zorluklar yaşayacaklardır. Ama bunun dışındaki mesleklerde ve günlük hayatta renk körleri fazla zorluk çekmezler.

Renk körleri için üretilmiş renkli kontakt lensler ve gözlükler mevcuttur. Göz doktorunuz size bu kontakt lens ve gözlüklerin deneme setinden farklı renkleri denetir. Hangi renge sahip kontakt lens veya gözlükle renkleri daha iyi ayırt edebildiğiniz saptanır. Sonra da bu renkteki kontakt lens ve gözlüğü kullanmaya başlayabilirsiniz.

Paylaşın

Dakriyoadenit nedir? Belirtileri, Tedavisi

Yözyaşı kanallarının tıkanması durumunda Gözyaşı Kesesi iltihabı meydana gelebilmektedir. Dakriyoadenit, göz yaşı bezinin iltihaplanmasına verilen bilimsel isimdir. Hastalığın etkeni viral olabileceği gibi bakteriyel de olabilir.

Gözyaşı kanalları gözyaşlarının gözden burun boşluğuna iletilmesi işlevini yerine getirmektedir. Gözyaşı kesesi iltihabı durumunun sıkça çocuklarda görüldüğü bilinmektedir. Gözyaşı kesesi iltihabı genel olarak burun, burun polipleri ve sinüs enfeksiyonları sonucunda meydana gelmektedir. Tüm bunların yanı sıra gözyaşı kesesi iltihabı genetik nedenler sonucunda da meydana gelebilmektedir.

Gözyaşı kesesi iltihabının her yaştan kişilerde görülebildiği bilinmektedir. Başlıca hijyen problemleri nedeniyle meydana gelebilmekte olan gözyaşı kesesi iltihabı özellikle çocuklarda sıkça görülmektedir. Göz ve göz çevresinin temiz tutulması gözyaşı kesesi iltihabına yakalanmamak için oldukça önemlidir.

Belirtileri;

Gözyaşı kesesi iltihabının bazı belirtileri dışarıdan görülebilecek durumda olmaktadır. Bu durum meydana geldiğinde çoğu kişide ortak belirtiler görülmektedir. Gözyaşı kesesi iltihabının başlıca belirtileri şu şekilde sıralanmaktadır.

  • Göz kenarlarında şişme
  • Göz kenarlarında aşırı duyarlılık
  • Göz kenarlarında hissedilen şiddetli ağrı
  • Gözde kızarıklık

Gözyaşı kesesi iltihabı durumunu yaşamasına rağmen herhangi bir belirtinin görülmediği hastalar da olabilmektedir. Hiçbir belirtinin görülmemesi durumu oldukça tehlikelidir. Hiçbir belirti görülmediği için kişi muayene edilme gereksinimi duymaz ve iltihap önlenemez. Aynı zamanda belirtinin görülmediği durumlarda gözyaşı kesesi iltihabı durumu normalden daha şiddetli bir şekilde görülmektedir. Bu durumun görüldüğü hastalarda gözyaşı kesesi iltihabının kronik bir hale geldiği dahi görülebilmektedir. Bu nedenle hastaların çok ciddi belirtiler görmeseler dahi sürekli tetikte olmaları ve düzenli göz muayenelerine devam etmeleri önerilmektedir. Gözyaşı kesesi iltihabı erken teşhis edilip müdahale edilmediği takdirde cerrahi müdahale gerekebilmektedir.

Tedavisi;

Hiçbir belirtinin kesin bir şekilde görülmediği gözyaşı kesesi iltihabına sahip kişilerde, bu durum kronik bir hale gelebilmektedir ve tedavisi zorlaşabilmektedir. Bu sebeple kişinin sürekli kontrol halinde olması tavsiye edilmektedir. Göz bölgesinin hijyenik olması birtakım rahatsızlıklardan korunmanın en sık önerilen yoludur.  Burun veya solunum enfeksiyonuna yakalanan kişilerin ise göz çevresinin hijyeni konusunda çok daha fazla dikkatli olması gerekmektedir. Burun veya solunum enfeksiyonuyla birlikte yaşanması durumunda kişilerin gözyaşı kesesi iltihabının yaşandığını fark etmeleri oldukça zordur.

Gözyaşı kesesi iltihabı için uygulanmakta olan birçok tedavi yöntemi bulunmaktadır. Göz üzerine sıcak suya bastırılmış pamuk uygulaması uzmanlar tarafından tavsiye edilmektedir. Hastanın durumuna göre doktor tarafından antibiyotik kullanımı da önerilebilmektedir. Genel olarak doktor tarafından önerilen tedavi yöntemlerinin gözyaşı kesesi iltihabı üzerinde etkili olduğu bilinmektedir. Tedavi yöntemlerinin etkili olmaması durumunda ise gözde yağ kistleri oluştuğu takdirde cerrahi işlem uygulanması gerekebilmektedir. Cerrahi operasyonlar çok zorlu geçmemesine rağmen uzmanlara tarafından kişiye erken teşhisle diğer yöntemlerin uygulanması tercih edilmektedir. Bu nedenle kişinin gözünde herhangi bir belirtiyle karşılaşması durumunda mutlaka bir uzmana danışması gerekmektedir.

(Kaynak: esencanhastanesi.com.tr)

Paylaşın

Dupuytrens nedir? Belirtileri, Tedavisi

Genellikle 40 yaş üzeri erkeklerde rastlanan ve tüm parmakları etkileyebilen Dupuytrens, avuç iç derisinin hemen altında yer alan ve altından geçen tendon sinir ve damar yapıları için koruma görevi üstlenen yapının (fasya) anormal kalınlaşması ile meydana gelen bir durumdur. 

Genellikle ağrısız olmasına rağmen bazı kişilerde hafif sızı ve kaşıntı şeklinde yakınmalar görülebilir. Her ne kadar kesin olarak nedenleri kanıtlanamamış olsa da bazı etkenler suçlanmaktadır. Bunlar arasında alkol, şeker hastalığı, sigara, sistemik diğer hastalıklar, genetik geçiş, sürekli el travması olan bir işte çalışma sayılabilir.

Semptomları nelerdir?

Başlangıç sinsidir, avuç içinde özellikle 4 ve 5. parmaklar hizasında, oluşan ağrısız şişliklerle başlar. Giderek şişlik artarak bir bant şeklinde kalınlaşmaya başlar. Ciltte oluşan şişlik ve sertleşme arttıkça parmakların esnekliği etkilenir. Hasta avuç içini düz zemine koyduğunda , el ayası yere temas etmez ve kubbe şeklini alır.

Hastalık ilerledikçe tendonları, komşu damar ve sinirleride etkileyebilir. Hastanın parmağını açması giderek zorlaşır. Bu nedenle elini yıkaması, eldiven giymesi, alkışlaması ve nesneleri kavraması bozulur.

Tedavi seçenekleri nelerdir?

Parmakta gerginliğe ve hareket kısıtlılığına neden olmayan nodullere cerrahi gereksizdir. İlerlemeyi azaltmak için uygun hastalarda kortizon enjeksiyonu yapılabilir. Ama mutlaka doktor kontrolunde olunmalı ve parmakta açamama başladığı anda uygun cerrahi işlemle müdahale edilmelidir.

Hangi cerrahi yöntem en başarılıdır?

Birçok cerrahi yöntem tanımlanmış olup cerraha ve hastaya göre uygulanacak yöntem değişebilmektedir. Cerrahi müdehalede  geç kalındıkça, uygulanan cerrahi müdehaleden sonra hareketli parmak elde etme şansıda azalmaktadır.

Paylaşın

Down Sendromu nedir? Tedavisi

21. kromozom çiftinde fazladan bir kromozom bulunması nedeniyle ortaya çıkan bir durum olan Down Sendromu, genetik bir farklılık, bir kromozom anomalisidir. En basit anlatımı ile sıradan bir insan vücudunda bulunan kromozom sayısı 46 iken Down sendromlu bireylerde bu sayı üç adet 21. kromozom olması nedeniyle 47 olmaktadır.

Dünyada ve ülkemizde 750-1000 doğumda bir görülen Down Sendromu; fiziksel büyüme geriliği, karakteristik yüz görünümü ve orta derecede zihinsel geriliğe yol açabilir. Gebelik sırasında yapılan rutin testler ve doğum sırasında tespit edilebilir.

Nedeni henüz tespit edilemeyen bu genetik farklılık, tipik bir yüz siması, badem biçimli göz, düşük kas yoğunluğu, sarkık dil, el ayasında yarık, ayak başparmağı ile ikinci parmak arasında genişlik gibi tipik belirtilerin bazen bir arada bazen de birkaçının görülmesi ile kendini gösteriyor. Bu çocuklarda ayrıca doğumsal kalp hastalıklarına da rastlanıyor.

Down Sendromu genelde hafif-orta dereceli zihinsel engele neden olan bir durumdur. Down Sendromlu bir çocuğun doğumdan başlayarak mevcut potansiyelini ortaya çıkarabilmesini sağlayacak, onu hayata hazırlayacak özel desteğe gereksinim duyar.

Ailelerin ve bu çocuklarla ilgilenen uzmanların mümkün olan en erken zamanda bu desteği başlatmaları ve devamını sağlamaları önemlidir. Tıbbi bakımın ve takibin iyileşmesi, ailelerin eğitimi ve bu çocukların sosyal yaşamda kabul edilirlikleri artmıştır. Down Sendromlu çocuklar günümüzde daha önceki yıllara kıyasla daha donanımlı yetişmektedir.

3 tip Down Sendromu vardır;

  • Trisomy 21: Down sendromlu nüfusunun %90-%95’ini oluşturan standart tiptir. Bu tipte fazladan bir adet 21.kromozom yumurta veya sperm hücresinden gelmekte veya döllenmenin daha ilk aşamalarındaki bir noktada yanlış bölünme nedeniyle (yani kromozomlar bölünürken birbirine yapışık kalması ve bu yapışıklığın bir taraftan 2 diğer taraftan da 1 kromozom gelmesine yol açması nedeniyle) yeni hücreler 3’er adet kromozom ile toplam 47 kromozom olarak oluşurlar.
  • Translokasyon: Down sendromlu nüfusunun %3-%5’ini oluşturan tiptir. Bu tipte 21.kromozomun bir parçası koparak başka bir kromozoma (örn. 14.kromozom gibi) yapışmaktadır. Birey adet olarak 46 kromozoma sahiptir ama genetik bilgi olarak 47 kromozom bilgisi vardır. Burada da 21.kromozom 3 adet olduğundan birey standart tipteki aynı özellikleri gösterir. Down sendromunun diğer tipleri kalıtımsal değildir. Yalnız translokasyon tipte ebeveynlerden bir tanesinin taşıyıcı olması durumunda Down sendromu kalıtımsal olmaktadır. Bu oran %33’dür. Eğer taşıyıcı anne ise translokasyon Down sendromlu çocuk doğurma olasılığı %20, taşıyıcı baba ise %5-%2 arasındadır. Translokasyon tipte ileriki doğumlardaki risklerin bilinmesi açısından genetik danışmanlık daha önemli olmaktadır.
  • Mozaik: Down sendromlu nüfusunun %2-%5’ini oluşturan tiptir: Bu tipte bazı hücreler 46 kromozom taşırken bazıları 47 kromozom taşımaktadır. Yanlış bölünme döllenmenin ileri aşamalarında gerçekleştiğinde bir hat 46 kromozom diğer hat ise 47 kromozom olarak devam eder ve mozaik bir yapı oluşturur.

Belirtileri;

Down sendromunun belirtileri kişiden kişiye farklılıklar gösterir. Genellikle fiziksel, bilişsel ve davranışsal belirtilere neden olur. Down Sendromu tanısı genellikle bu sendroma ait fiziksel özelliklere dayanarak konur. Down Sendromlu bebekte doğduğunda gözler sıklıkla yukarıya doğru çekikken, göz aralığının iç kısmında ise bir cilt katmanı bulunur. Ağız açık, dil hafif dışarıda olabilir.

Down Sendromu’nun fiziksel belirtileri arasında;

  • Küçük eller ve ayaklar
  • Yaşıtlara oranla daha kısa boy
  • Zayıf kas tonu
  • Avuç içlerinde tek bir enine çizgi
  • Ayakta 1’inci ve 2’nci parmaklar arasındaki mesafe ise normalden fazla olması

Down Sendromlu çocuklarda doğum sonrası emmede güçlük, kaslarda gevşeklik (hipotoni) görülür. Bu bebeklerde yenidoğan sarılığına sık olarak rastlanır. Şüphelenilen bebekten kan alınıp kromozom analizi yapılması gerekir.

Down Sendromu’nda görülen bilişsel ve davranışsal belirtiler;

  • Konuşma ve dil gelişiminde gecikmeler
  • Emekleme ve yürüme becerilerinde gecikme
  • Dikkat sorunları
  • Uyku zorlukları
  • İnatçılık ve öfke nöbeti
  • Tuvalet eğitiminde gecikme

Nedenleri;

Down sendromu neden olur sorusunu kesin olarak cevaplandırmaya yardımcı olan bir araştırma sonucu bulunmamaktadır. Down sendromu sebepleri; uyuşturucu kullanımı, alkol, annenin yaşı, troit antibodies ve radyasyon gibi çeşitli nedenlerden kaynaklanabilmektedir. Ancak sunulan bu sebeplerin hiçbiri, bilimsel olarak kesinlik kazanmamıştır. Bunların arasında en kesin veri anne yaşının artışıyla down sendromu görülme sıklığının artışı arasındaki sıkı ilişkidir. Yani anne yaşı ilerledikçe down sendromu görülme oranının artışının doğru orantılı olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır.

Ancak geç yaşlarda anne olan her kadının, down sendromlu bebek sahibi olacağı düşüncesi de yanlıştır. Yaş yalnızca olasılığı arttıran bir faktördür. Örneğin; 20 yaşında bir anne adayının down sendromlu bebek dünyaya getirme ihtimali 2000’de 1’ken, 45 yaşında bir anne adayının Down sendromlu bebek dünyaya getirme ihtimali 30’da 1’e kadar yükselmektedir. Ayrıca son yıllarda yapılan araştırmalar, Down sendromunda sadece annenin yumurtasının değil babanın sperminin de etkili olabileceğini göstermektedir.

Tedavisi;

Down sendromu, genetik bir farklılıktır. Down sendromu tedavi edilmesi gerekli olan bir hastalık değildir.  Down sendromu bireyin hayatı boyunca devam eden bir genetik bozukluktur ancak hem hastaya hem de ailelere yardımcı olabilecek birçok destek ve eğitim programları vardır. Down sendromlu bireye verilecek iyi bir tıbbi destek ve doğru seviyedeki bir destekle down sendromlu bireyler arkadaş edinebilir, okula gidebilir, iş edinebilir ve hayatları ve gelecekleri için karar verebilirler.

Down Sendromu önlenebilir mi? 

Bir gebenin bebeğinin Down sendromlu olmasını önlemenin bir yolu yok ama bir gebe Down sendromlu bebeği  istemezse doğurmayabilir. Bunun için yapılması gereken risk grubundaki gebelere gebeliğin ilk aylarında kesin tanı testlerini uygulamak ve Down sendromlu olduğu kesinleşen cenin ile ilgili olarak anne-babayı ayrıntılı olarak bilgilendirmek. Ceninin durumu hakkında doyurucu bilgi sahibi olan anne-baba eğer doğumun gerçekleşmesini istemezse yazılı bir belge düzenleyerek gebeliğe son vermek istediklerini belirtir. Bu durumda gebelik kadın doğum uzmanı tarafından sonlandırılabilir.

Risk faktörleri;

35 yaş üstü kadınlarda Down Sendromlu ve diğer kromozom anomalileri riski fazladır. 20 yaşında bir annenin Down Sendrom’lu çocuk doğurma ihtimali 1/1441 iken, bu risk 30 yaşında 1/959’a, 40 yaşında 1/84’e ve 50 yaşında ise 1/44’e çıkar. Daha önce Down Sendromlu bir çocuk doğuran annede, tekrar bu sendromu sahip çocuk sahibi olma ihtimali yüksektir.

Paylaşın

Diyabet (Şeker Hastalığı) nedir? Tedavisi

Tıptaki adı ile Diabetes Mellitus olan ve çağın hastalıkları arasında en ön sıralarda yer alan Diyabet (Şeker Hastalığı), pankreasın yeterli miktarda insülin salgılayamaması veya salgılanan insülinin yeterli derecede kullanılamaması nedeniyle kan şekerinin yükselmesi durumu olarak tanımlanmaktadır.

Diyabet (şeker hastalığı), ölümcül birçok hastalığın oluşumunda birinci sırada rol oynayan ve dünyanın her yerinde çok yaygın olarak görülen bir hastalık türüdür. Diyabetin insüline bağımlı (Tip I) ve insüline bağımsız (Tip II) olmak üzere başlıca iki tipi vardır.

Tip 2 Diyabet Nedir?

Tip 2 diyabet, kandaki şeker seviyesinin (glikoz) çok yüksek olmasına neden olan ve oldukça yaygın bir durumdur. Ancak Tip 2 diyabetin belirtileri insanları her zaman kötü hissettirmediği için kolaylıkla fark edilmeyebilir.

Vücudun hücrelerinin normal olarak üretilen insüline karşı direnç kazanması, bu nedenle de kandaki şekerden faydalanamaması durumudur. Aşırı kilo, hareketsiz yaşam tarzı, stres, ailede şeker hastalığı görülmesi ve ilerleyen yaş Tip 2 diyabetin nedenleri arasındadır.

Normalde görülen aşırı susama, sık idrara çıkma ve yorgunluk gibi semptomların yanı sıra kalp ve sinirlerle ilgili ciddi sorunların ortaya çıkması ihtimalini arttırır. Tip 2 diyabet kişinin günlük yaşamını hayat boyu etkileyecek bir durumdur. Kontrol altına alınması için diyet değişikliği, ilaç kullanımı ve düzenli tıbbi kontroller gerektirebilir.

Tip 1 Diyabet Nedir?

Tip 1 Şeker Hastalığı, ya da Tip 1 diyabet, vücudun kan şekerini kontrol etmek için yeterli miktarda insülin hormonu üretememesi durumudur. Bunun sonucunda da kandaki şeker (glikoz) seviyesi çok yüksek değerlere ulaşır.Tip 1 diyabette kan şekeri seviyesini kontrol altında tutmak için günlük insülin enjeksiyonlarına ihtiyacınız duyulur. Tip 1 diyabet genellikle küçük yaşta ortaya çıkar. Vücudun kendi bağışıklık sisteminin pankreasın insülin üreten hücrelerine saldırmasından kaynaklanır.

Tip 1 şeker hastalığı diyabetik ketoasidoza yani DKA’ya neden olabilir. DKA, vücutta ciddi insülin eksikliği olduğunda ortaya çıkar. Enerji için şeker kullanamayan vücut, bunun yerine vücutta bulunan depolanmış yağdan faydalanmaya başlar. Depolanmış yağ vücut tarafından kullanılırken geriye ketonlar adı verilen kimyasallar bırakılır.

Bu durum kontrol altına alınmazsa ketonlar kanda birikirler ve kanın asit değerini yükseltirler. Özellikle başta çocuklar olmak üzere Tip 1 şeker hastalığı olduğundan habersiz bireyler, DKA nedeniyle kötüleşmeden teşhis edilemeyebilirler. Bu nedenle DKA’nın belirtilerini ve semptomlarını hızlı bir şekilde tedavi edebilmek için tespit etmek önemlidir.

Bunlar arasında başta planlanmamış kilo kaybı gelir. Eğer vücut yiyeceklerden enerji alamazsa, bunun yerine enerji için var olan kas ve yağları yakmaya başlayacaktır. Beslenme ve hareket tarzını değiştirmeden kilo vermeye başlamanın nedeni budur. Vücudun yağ yakarken ortaya çıkardığı ketonlar mide bulantısı ve kusma hissi oluşturabilir. Ketonlar kanda hayatı tehdit edebilecek tehlikeli seviyelere kadar yükselebilir.

Belirtileri;

  • Sık idrara çıkma
  • Ağız kuruluğu
  • Çok su içme
  • Açlık hissi
  • Cilt yaralarının geç iyileşmesi
  • Kuru ve kaşıntılı bir cilt
  • Ellerde ve ayaklarda uyuşma
  • Karıncalanma
  • Halsizlik ve yorgunluk hissi
  • Hızlı ve istemsiz kilo kaybı
  • Bulanık görme

Nedenleri;

Şeker hastalığı nedenleri konusunda yapılan birçok araştırmanın neticesinde, diyabet hastalığında genetik ve çevresel nedenlerin birlikte rol aldığı sonucuna varılmıştır. Temelde Tip 1 Diyabet ve Tip 2 Diyabet olarak iki türü bulunan şeker hastalığında hastalığa neden olan etmenler bu türlere göre farklılık göstermektedir.

Tip 1 Diyabet nedenleri arasında yüksek oranda genetik faktörler rol oynamakla birlikte kan şekerinin düzenlenmesinde görev alan insülin hormonunu üretimi yapan pankreas organına zarar veren virüsler ve vücut savunma sisteminin çalışmasındaki aksaklıklar da hastalığa sebep olan etmenler arasındadır. Bunun yanı sıra şeker hastalığının daha yaygın görülen türü olan Tip 2 diyabetin nedenleri arasında şu şekilde belirtilebilir:

  • Obezite (aşırı kilo)
  • Ebeveynlerde diyabet öyküsünün bulunması
  • İleri yaş
  • Hareketsiz yaşam tarzı
  • Stres
  • Gebelik sırasında gestasyonel diyabet oluşumu ve normalden yüksek doğum ağırlıklı bebek dünyaya getirme

Teşhisi;

Kesin tanı için diyabet şüphesi olan hastalarda kan şekeri ölçümleri yapılmalıdır.

  • Açlık plazma kan şekeri 110 mg/dl. üzerinde ise;
  • Herhangi bir saatte bakılan plazma kan şekeri 200 mg/dl. üzerinde ise;

Diyabetin yol açtığı sorunlar;

Diyabette yıllar geçtikçe etkilenen organlara göre değişik sorunlar ortaya çıkabiliyor. Bu sorunlar ;

  • Göz problemleri
  • Ayak yaraları
  • Böbrek bozuklukları
  • Kalp ve damar bozuklukları
  • Enfeksiyonlara yatkınlık
  • Cinsel problemlerdir

Tedavisi;

Diyabet tedavi yöntemleri, hastalığın türüne göre farklılık gösterir. Tip 1 diyabette insülin tedavisi ile birlikte tıbbi beslenme tedavisi titizlikle uygulanmalıdır. Hastanın diyeti doktor tarafından önerilen insülin dozu ve planına göre diyetisyen tarafından planlanır. Besinlerin içerdiği karbonhidrat miktarına göre insülin dozunun ayarlanabildiği karbonhidrat sayımı uygulaması ile birlikte Tip 1 diyabetli bireylerin hayatı oldukça kolaylaştırılabilmektedir. Tip 2 diyabetli bireylerde ise tedavi beslenme düzeninin sağlanmasının yanı sıra genellikle hücrelerin insülin hormonuna duyarlılığını artırmaya veya doğrudan insülin hormonu salınımını artırmaya yönelik oral antidiyabetik ilaçların kullanılmasını içerir.

Diyabet hastalığında dikkat edilmesi gerekenler ve önerilen tedavi ilkelerine uyulmadığı durumlarda kan şekerinin yüksek seviyelerde seyretmesi, başta nöropati (sinir harabiyeti), nefropati (böbreklerde hasar oluşumu) ve retinopati (göz retinasında hasar oluşumu) olmak üzere birçok sağlık sorununa yol açar. Bu nedenle eğer siz de diyabet hastalığına sahip bir bireyseniz, düzenli olarak kontrollerinizi yaptırmayı ihmal etmeyiniz.

Paylaşın

Disleksi nedir? Belirtileri, Nedenleri, Tedavisi

Toplumda nadir olarak görülebilen ve halk arasında öğrenme güçlüğü olarak bilinen Disleksi, bir bireyin normal zeka düzeyinde olmasına rağmen dil, okuma, ve yazma becerilerinde sorunlar yaşamasına neden olan bir özel öğrenme bozukluğudur.

1890’lı yıllarda keşfedilen bu hastalık, hastalık tespit edilen kişiler üzerinde yapılan incelemelerde konuşma farklılıkları ve hafıza zayıflığı öne çıkmıştır. Disleksi olan bireyler normal zekaya sahiptir ve genellikle görüşleri ile ilgili bir sorun yaşamazlar. Disleksi olan çocukların çoğu özel ders veya özel bir eğitim programı ile okulda başarılı olabilir. Duygusal destek disleksi ile başa çıkma sürecinde oldukça önemli bir rol oynamaktadır.

Disleksi için belirli bir tedavi olmamasına rağmen, erken teşhis ve müdahale en iyi sonucu verir. Ancak bazı vakalarda disleksi yıllarca teşhis edilmez ve yetişkinliğe kadar tanınmaz, Yine de disleksi için yardım ve destek almak için asla çok geç değildir.

Belirtileri;

  • Harflerin anlamakta güçlük çekme
  • Harf sırasını atlama
  • Benzer eş sesli harfleri karıştırma
  • Okuma esnasında bir sonraki alt satıra geçmede zorluk
  • Hece tekrarları yapma
  • Harfleri okurken, yazarken harflerin yerini değiştirme
  • Çocuğun yaşıtlarına göre geç okuyup yazması disleksi belirtisi olabilir.

Nedenleri;

Disleksi hastalığı ile ilgili çalışmalar uzun yıllardır devam ediyor olsa da bilim insanları halen bu hastalığın kesin nedenlerine ulaşabilmiş değiller. Tüm bunlara rağmen disleksinin gen veya beyin gelişimi farklılıklarından kaynaklandığı bilinmektedir. Bu görüşün ortaya atılmasının en büyük nedeni, disleksi hastalığı görülen bireylerin kardeşlerinin yaklaşık %40’ının okuma güçlüğü çektiğinin belirlenmesi, aynı şekilde ebeveynlerinin yaklaşık %49’unun disleksi hastası olmasıdır.

Ayrıca bilim insanları okuma ve anlama güçlüğünün bağlı olduğunun düşünüldüğü birkaç gen de keşfetmişlerdir. Beynin anatomisinden ve işleyişinden dolayı bu hastalığın ortaya çıktığının düşünülmesindeki sebep ise, disleksi hastası olan ve olmayan bireyler arasındaki beyin yapısı farklılıklarıdır. Disleksi hastalığının kesin nedenlerinin tespit edilebilmesi için ise bilimsel araştırmalar halen devam etmektedir.

Disleksi kaça ayrılır?

Disleksi semptomları yaşa ve kişiye bağlı olarak değişiklik gösterebilmektedir. Küçük çocuklarda geç konuşma, yeni kelimeler öğrenmede zorluk çekme ve oyun oynarken sorunlarla karşılaşma gibi durumlar yaşanabilir. Disleksi semptomları, genellikle çocukların okula başlamasıyla birlikte daha da belirgin hale gelir. Disleksinin 6 farklı tipi bulunmaktadır. Bunlar;

  • Fonolojik Disleksi: Bu disleksi türünde kişiler bazı kelimeleri seslendirmede zorluk çekebilir. Disleksinin bu türünde işitselden daha çok görsel işleme sorunu ön plana çıkar.
  • Yüzeysel Disleksi: Sözcüklerin tanınması ve yazılmasında zorluk çekilen türüdür.
  •  Görsel disleksi:  Görsel problemlerden (fiziksel nedenlere bağlı) veya görsel işleme bozukluklarından (bilişsel / nörolojik nedenler) kaynaklanan okumada güçlük çekilmesidir.
  • Birincil Disleksi: Disleksinin en yaygın türüdür. Beynin sol beyin kabuğu (serebral korteks) tarafında gerçekleşen işlevsel bir bozukluktur ve yaşla değişmez.
  • İkincil (Gelişimsel) Disleksi: İkincil disleksi, fetal gelişimin erken aşamalarında beyin gelişiminde yaşanan problemlerden kaynaklanır. Gelişimsel disleksi, çocuğun büyümesiyle birlikte azalabilir.
  • Travma Disleksisi: Yetişkin veya çocuklarda, travma veya hastalık nedeniyle beyinde meydana gelen hasara bağlı gelişir.

Teşhisi;

Disleksi hastalığının birden çok belirtisi olduğu için teşhisi oldukça zor olabilmektedir. Peki, disleksi nasıl anlaşılır? Hastalığın kesin teşhisi için okulda veya bireysel olarak bir değerlendirme yapmak gerekir. Okullarda bu teşhisin yapılmasının en etkili yolu, sınıf öğretmenlerinin öğrencilerini iyi tanımalarından geçer. Disleksi hastalığı belirtilerinin görüldüğü ilkokul çağı çocukları, öncelikle işitme veya görme ile ilgili bir problemi olup olmadığının teşhisi için hastaneye sevk edilmelidir.

Eğer çocuğun duyularında herhangi bir görünür problem bulunmuyor ise disleksi değerlendirmesi yapılabilir. Bu değerlendirmenin yapılabilmesi için yurt dışında okul psikologları olsa da, ne yazık ki bu uygulama henüz ülkemizde bulunmamaktadır. Ancak okullardaki psikolojik danışmanların yapacağı birkaç disleksi testi ile çocuğun zayıf yönleri tespit edilebilir. Bulgular test sonuçları ile karşılaştırılarak teşhis koyulması kolaylaştırılabilir. Eğer aile bireylerinde de disleksi hastalığı varsa, disleksi şüphesi kuvvetlenmektedir. Tüm bu sonuçların bir uzman tarafından değerlendirilmesi ile hastalığın kesin teşhisi koyulabilir.

Disleksi;

Disleksi bir hastalık değildir, altta yatan herhangi psikiyatrik rahatsızlık yoksa özel eğitim ile düzelebilir.

  • Disleksi ve tüm öğrenme güçlüklerinin tedavisi eğitimdir.
  • Özel eğitim okulda verilenden farklıdır çocuk normal bir okulda eğitime devam ederken yanı sıra bireysel ya da grup halinde özel bir eğitime alınır.
  • Eğitim bu alanda uzmanlaşmış kişiler tarafından verilmelidir.
  • Öğrenme güçlüğünü ortadan kaldıracak ilaç tedavisi bulunmamaktadır. Ancak eşlik eden psikiyatrik bir hastalık (kaygı bozukluğu, depresyon vs.) varsa onların tedavisi önemlidir.
  • Dikkat eksikliği eşlik eden bireylerde dikkati artıracak ilaçlar kullanılabilir.
  • Disleksinin şiddetine göre sunulan eğitim desteğinin süresi ve yoğunluğu değişir. Hafif düzeydeki olgularda kısa süreli eğitim desteği bile yeterliyken; ağır vakalarda destek sürmesine rağmen akademik zorluklar devam edebilir.

 

Paylaşın

Dermatit ve Egzama nedir? Belirtileri, Tedavisi

Kronik bir cilt hastalığı olan Egzama (Atopik Dermatit), birçok nedenden dolayı ortaya çıkabilmektedir. Egzama her yaş ve cinsiyette insanı etkileyebilir. Egzama vakalarının çoğu çocukluk döneminde başlar, ancak yetişkinlerde de egzama gelişmesi mümkündür.

Egzama (Atopik Dermatit) gibi deri hastalıkları, neden olduğu rahatsızlığın yanı sıra estetik açıdan da olumsuzluklara yol açtığı için insanların yaşamlarını olumsuz etkiler.

Nedenleri;

Egzemanın kesin olarak nedeni bilinmemektedir, ancak genetik ve çevresel faktörlerin bir kombinasyonundan kaynaklandığı düşünülmektedir. Vücudun içinden veya dışından bir madde bağışıklık sistemini tetiklediğinde aşırı reaksiyona girer ve iltihap oluşturur. Cildin kırmızı, kuru ve kaşıntılı olmasına neden olan şey bu iltihaptır.

Ayrıca araştırmalar egzama olan bazı insanların, filaggrin oluşturmaktan sorumlu genlerin mutasyona uğramış olduğunu göstermiştir. Filaggrin, insan vücudunun cildin en üst katmanında sağlıklı ve koruyucu bir bariyer tutmasına yardımcı olan bir proteindir. Güçlü bir cilt koruması için vücutta yeterince filaggrin bulunması gereklidir. Aksi durumlarda cilde gerekli olan nem vücutta tutulamaz ve cilt bakteri ve virüsler için açık hedef haline gelir. Bu yüzden atopik olan birçok insanın çok kuru ve enfeksiyonlara yatkın bir cildi vardır. Atopik dermatitin ebeveynlerde görülmesi halinde çocuklarda da gelişme riskinin yüksek olduğu bilinmektedir. Ancak bunun kesin nedeni hala kanıtlanmış değildir. Bu ebeveynlerde astım ve saman nezlesi var ise çocuklarda bu tür hastalıkların gelişme olasılığı %50’dir. Eğer hem anne hem de babada bu hastalıklardan herhangi birisi varsa bu oran daha da artar.

Dünyadaki insanların %10’luk bir kısmı yaşamlarında bir dönem atopik dermatitten etkilenir. Durum kentsel alanlarda ve gelişmiş oralarda daha yüksektir.

Belirtileri; 

Egzamanın belirtileri kişiden kişiye değişmekle beraber, bebekler ve küçük çocuklarda lezyonlar genellikle dirsek, diz, kafa derisi ve yüz bölgelerinde görülür.

Daha büyük çocuklar ve yetişkinlerde ise genellikle eller, ayaklar, kol içleri ve dizlerin arkası lezyonların daha sık görüldüğü bölgelerdir. Semptomlar şunları içerebilir;

  • Kuru, pullu lezyonlar
  • Kuru bir cilt
  • Ciltte kalınlaşma
  • Deride su toplanması
  • Ciltte kızarma ve şişlik
  • Cilt renginde değişiklikler
  • Duyarlılık ve hassasiyet
  • Kaşıma esnasında ciltte olan yaralanmalar

Bulaşıcı mıdır?

Atopik dermatitin herhangi bir bulaşıcılığı yoktur. Dokunmayla veya diğer başka bir durumla başka bir bireye bulaşması söz konusu değildir. Ayrıca kozmetik ürünler, parfüm, deodorant, deterjan, temizleyici, kimyasallar ve bazı bitkilerin cildi kuruttuğundan dolayı alerjik egzama riskini arttırdığı da söz konusudur.

Teşhisi;

Dermatolog tarafından muayene bulguları ve ciltteki belirtilerden yola çıkarak egzama teşhisi koyabilir. Bunun yanı sıra, egzamalı kişilerde sık görülen bir takım alerjik durumları tespit etmek için Deri Prick Testi ve kan testi gibi bir takım alerji testleri istenebilir.

Tedavisi;

Atopik dermatitin kronik olma olasılığı çok yüksektir. Böyle durumlarda aylar veya yıllar boyu süren çeşitli tedavilerin denenmesi gerekir. Tedavilerin başarılı olması halinde bile hastalık yeniden ortaya çıkabilir. Her hastalıkta olduğu gibi bu hastalıkta da erken tanı ve tedavi önemlidir. Düzenli cilt nemlendirmesi ve cildin kurumasına neden olan maddelerden kaçınmak tedavi için yardımcı olabilir.

Bunun dışında doktor tarafından kaşıntıları kontrol altına alan ve cildi onarmaya yardımcı olan kremler tavsiye edilir. Bu kremler kortikosteroid içeriklidir ve dozunda kullanmak önemlidir. Doz aşımı olduğu durumlarda cildin aşırı derecede incelmesine neden olur ve başka reaksiyonlara yol açar.

Takrolimus ve pimekrolimus gibi kalsinörin inhibitörleri içeren bazı kremler de bağışıklık sistemini güçlendirmesi için önerilir. Ciltte meydana gelen reaksiyonları önlemek ve kontrol altına almak için 2 yaşından büyük bütün bireylerde kullanıma uygundur. Bu tür kremler kullanıldıktan sonra güneşten korunmak gerekir. Bunun yanında ciltte herhangi bir enfeksiyon meydana gelmişse antibiyotik tedavisi de gerekir. Bu enfeksiyonu tedavi etmek için kısa süreli antibiyotik kullanımı gerekebilir.

Bireysel olarak uygulanabilecek en etkili yöntem ise cildin yeterince nemlendirilerek, cildi kurutan maddelerden kaçınılmasıdır. Cildin nemli olması alerjik egzamanın önüne geçecek, hali hazırda hasta olan bireylerde ise rahatlamayı sağlayacaktır.

Paylaşın

Depresyon nedir? Belirtileri, Tedavisi

Bir ruh halini tanımlayan sözcük olan Depresyon, bireyin gündelik yaşamında, kendini moralsiz, üzgün, mutsuz hatta karamsar hissetmesi olarak tanımlayabiliriz. Depresyon şu anda dünyada en fazla yeti kaybı oluşturan hastalıklar sıralamasında dördüncü.

İyi tedavi edilmemiş depresyon; alkol-madde bağımlılığına, başka ruhsal bozukluklara ve bedensel hastalıklara zemin hazırlayabiliyor. Bir kişi için ‘depresyonda’ denildiğinde, bir çeşit ruhsal çökkünlük halinde olduğu anlaşılmaktadır.

Nedenleri;

Depresyonun tek bir nedeni yoktur. Psikolojik, biyolojik ve sosyal faktörlerin her biri depresyona neden olabilir.

Depresyon için risk etkenleri;

  • Erken ebeveyn kaybı
  • Madde ve alkol kötü kullanımı
  • Anksiyete bozuklukları
  • Kadın olmak
  • Erken ebeveyn kaybı
  • Düşük sosyoekonomik düzey
  • Ayrı yaşama, boşanmış olma
  • İşsizlik: İşsizlik depresyonda risk etkeni olması yanında işte verimliliği azalmasının önemli nedenlerindendir.
  • Daha önce depresyon geçirmiş olma
  • Yakın zamanda önemli yaşam olayları, stres etkenleri
  • Kişilik yapısı
  • Çocukluk döneminde cinsel veya fiziksel kötü davranılma öyküsü
  • Bazı ilaçlar
  • Tıbbi hastalıklar
  • Hormonal değişiklikler.

Belirtileri;

  • Karamsar ve kederli duygu-durumu ;
  • Kötümser düşünce içeriği
  • Umutsuzluk
  • Çaresizlik hisleri
  • Hayattan zevk alamama
  • Günlük hayatta her konuda ilgi kaybı yer alır.
  • Kişi günün çoğunda, özellikle sabahları depresiftir. Beraberinde boşluk hissi olur ve her şey anlamsız gelebilir.
  • Motivasyon kaybı nedeniyle gelecekle ilgili hedef belirleyebilmek ve hedefe odaklanabilmek güçleşir.
  • Kaygı ve korkular da bulunabilir. İç huzursuzluğu ve gerginlik hisleri olabilir. Hüzünlü duygu duruma eşlik eden ağlama olabileceği gibi bazı hastalar ağlayamamaktan şikâyetçidir.
  • Geçmişte yaşanmış olumsuz olaylar sık sık akla gelmeye başlar, pişmanlık hissi yoğunlaşabilir
  • Şimdiki zamanda ise hasta kendini sürekli değersiz, yetersiz, ya da suçlu hisseder kendine ve çevreye güvenmekte zorlanır.
  • Alınganlık artar.
  • Yalnızlık hissedilebilir.
  • Gelecekle ilgili olumsuz düşünceler olabilir.
  • Düşünce yavaşlayarak konuşmanın da yavaşlamasına ve azalmasına neden olur.
  • Unutkanlık olur. Dikkat bozulabilir.
  • Yeni bir şeyler öğrenmek güçleşir. Enerji düşer, kişi çabuk yorulur.
  • Uykuya dalmak zorlaşabilir. Gece boyunca uykuda bölünmeler ya da sabaha karşı yorgun bir şekilde uyanma ve tekrar dalamama görülebilir. Tersine, uykuya meyil ve uyku süresinde uzama da olabilir.
  • İştah azalması ve kilo kaybı olabileceği gibi aşırı yemek yeme ihtiyacı da olabilir.
  • Ağır durumlarda kişi kendine zarar verme planları yapabilir ya da zarar verebilir. İntihar düşüncesi /planı / girişimi olabilir.

Depresyon tekrarlar mı?

Depresyon yineleyici bir hastalık. Daha önce yaşanmış olması tekrarlama olasılığını arttırıyor. Depresyonda yineleme için risk etkenleri:

  • Daha önceki depresyondan kalıntı belirtilerin varlığı
  • Aile öyküsü olması
  • Daha önce geçirilmiş depresyonda anksiyete ve madde kullanımının olması
  • Depresyonun 60 yaş üzerinde başlaması

Teşhisi-Tanısı;

Depresyon tanısı koyabilmek için anlatılan belirtilerin tamamının bulunması gerekmez. Yukardaki belirtilerden bir küme işlevselliği bozacak kadar ağır ise ve başka nedenlere bağlanamıyorsa tanı konur.

Çocuklarda depresyon görülür mü?

Evet. Çocukluk döneminde de depresyon görülebilir. Tedavi edilmemesi halinde uzayabilir ve erişkinlikte de sürebilir. Çocuklarda depresyon belirtileri bazen erişkinliktekinden ayrılabilir. Okul reddi, hastalık uydurma, ebeveynlerini kaybetme kaygısı, okul sorunları biçiminde kendini gösterebilir.

Depresyon genetik bir hastalık mıdır?

Hem depresyon hem de bipolar bozukluk (iki uçlu hastalık) ailesel yatkınlık gösterir. Yakın akrabalarda bu iki hastalığın görülme sıklığı genel topluma göre 2-5 kat daha fazladır. İkiz çalışmaları da genetiği desteklemektedir. Ancak genetik etkiler yatkınlık düzeyindedir. Depresyon hastalığı çevresel stres etkenlerindeden önemli ölçüde etkilenir.

Tedavisi;

Depresyon tedavisi, kişinin ruh halini ve duygu durumunu etkileyebilen olumsuzlukların giderilmesini amaçlayan tedavi planına verilen isimdir. Depresyon tedavisinde psikoterapi, ilaçlar ve beyin uyarımı teknikleri kullanılır. Etkin bir tedavi ile haftalar içinde kısmi düzelme, 2-4 ay aralığında da tam düzelme elde edilebilir.

Hafif şiddetteki depresyonda psikoterapi, majör stresörün ortadan kalkmasıyla birlikte, tek başına yeterli olabilir. Ayaktan takip edilen orta şiddette bir hastada ise, psikoterapiyle birlikte ilaç tedavisi ya da Mevsimsel depresyonda Fototerapi de uygulanır. İstenen düzelme elde edilemezse ikinci aşamada güçlü bir “beyin uyarım tekniği” olan Manyetik Uyarım Tedavisi (TMU) kullanılabilir.

Ağır durumlarda, intihar riski olan hastalarda hastaneye yatış yapılır ve yoğun bireysel psikoterapi, gerekli durumlarda eş/aile terapisi ve yanında biyolojik tedaviler uygulanır. İlaç ve beyin uyarım teknikleri (TMU, Elektrokonvülsif Tedavi-EKT) yanı sıra, bazı ilaçların damar yoluyla verilmesi gibi farklı tedavi yöntemleri de kullanılabilir.

Tedavi ilk kez depresyon geçirenlerde en az altı ay sürdürülür, sonra kişinin durumuna göre sonlandırma planı yapılabilir. Birkaç kez depresyon geçiren hastalarda ise tedavinin koruyucu amaçlı daha uzun yıllar sürdürülmesi önerilmektedir.

Standart tedavilerle yanıt alamadığımız depresyon hastalarında ağırlıklı olarak Ketamin Infuzyon tedavisi uygulanır.

Günümüzde çoğu insan zaman zaman kendini üzgün ya da depresyonda hissetmektedir. Yoğun yaşam şartları mücadelesi içerisinde bu, normal bir durumdur.

Ancak aşırı mutsuz, umutsuz, yoğun üzüntü içerisinde kendini değersiz hissetmek tarzında duygular içerisinde olup, bu duygular da günlerce sürüyorsa bu durum artık tıbbi bir rahatsızlıktır ve kişinin depresyon tedavisi alması gerekir. Depresyon (klinik depresyon ya da majör depresif bozukluk) yaygın ve ciddi bir ruh hali, duygudurum bozukluğudur. Depresyon tanısı konulan kişiye bir uzman tarafından depresyon tedavisi planlaması yapılması gerekmektedir.

Depresyon günlük hayatı etkileyerek, üretkenliğin düşmesine, ilişkilerin bozulmasına hatta sıklıkla da sağlık durumunun bozulmasına neden olabilir. Depresyon tedavisi yapılmazsa kişide; astım, kalp ve damar rahatsızlıkları, diyabet, kanser, obezite gibi rahatsızların ilerlemesine neden olabilir.

Depresyon tedavisi kişiye özeldir. Çünkü depresyon kişileri aynı şekilde etkilenmez. Bir kişi için işe yaratan tedavi başkası için işe yaramayabilir. Depresyonu tedavi etmek için en iyi yol tedavi seçenekleri hakkında bilgi sahibi olmak ve bunları ihtiyacı karşılayacak şekilde uyarlamak olacaktır.

Depresyon da zihinsel bir rahatsızlık sayılmaktadır. Ancak tedavi edilebilmektedir. Depresyonlu kişilerin yaklaşık yüzde 85’i tedaviye olumlu yanıt vermektedir. Tedavi sonrasında neredeyse tüm hastalarda semptomların azaldığı ve yaşam kalitesinin arttığı gözlemlenir.

Bir tanı ya da tedaviden önce uzman bir hekimle görüşülmeli ve fiziki bir muayene de dahil olmak üzere ayrıntılı teşhis sürecinden geçilmelidir. Depresyonun tiroit problemi gibi tıbbi bir durumdan kaynaklanmadığına emin olmak için de kan testi yaptırılmalıdır. Durumu değerlendirmek, bir tanı koymak ve bir hareket planı belirlemek için spesifik semptomları, ailenin tıbbi geçmişini, çevresel faktörleri tespit etmek önemlidir.

Depresyon tedavisinde, antidepresan kullanımının ilk haftalarında bir miktar iyileşme olsa da asıl fayda iki ya da üç ay sonrasında görülmeye başlar. Hasta, birkaç hafta sonrası iyileşme hissederse veya hissetmediği durumlara göre uzman doktor ilaçların dozajını arttırabildiği veya eksiltebildiği gibi ilaçları da değiştirebilir. Doktorlar, genel olarak semptomlar düzelmiş olsa bile altı ya da daha fazla ay boyunca ilaç kullanımına devam edilmesini önermektedir.

Depresyon tedavisinde psikoterapi sıklıkla kullanılmaktadır. Orta ve şiddetli depresyon tedavilerinde ise antidepresan ilaçlar kullanılır. Psikoterapide, depresyonun ciddiyetine bağlı olarak, süreç birkaç hafta veya daha uzun da sürebilir. Ortalama 10 ile 15 seans sonrasında önemli gelişmeler elde edilir.

Depresyon tedavisinde, elektrokonvülsif tedavi (ECT), hastanın diğer tedavilere cevap vermediği şiddetli majör depresyon ya da bipolar bozukluğu olan durumlarda başvurulan bir tedavi yöntemidir. Bu tedavide anestezi altındaki hastanın beynine kısa elektrik akımları verilir. Bu tedavi, uzman psikiyatr, anestezi uzmanı ve bir hemşire gibi eğitimli tıbbi profesyonellerden oluşan bir ekip tarafından uygulanır.

Yeniden hastalanmamak için ne yapılmalıdır?

Bu konuda en uygun yol doktorunuzun önerilerine uymaktır. Yineleyen depresyonlarda en önemli neden gerek ilacın dozu gerekse tedavi süresi açısından yetersiz tedavidir. Doz ve tedavi süresine uymak depresyondan yüksek oranda korunmayı sağlar.

Çevresel nedenlerin belirgin olduğu durumlarda stres etkenlerini azaltacak veya kontrol edecek önlemler depresyonun yinelemesini azaltabilir. Örneğin aile içi iletişim sorunlarının belirgin olduğu durumlarda aile veya bireysel psikoterapi yarar sağlayabilir.

Paylaşın

Demiyelinizan nedir? Belirtileri, Tedavisi

Demiyelinizan sinir hücrelerinin miyelin kılıflarının hasar gördüğü bir sinir sistemi hastalığıdır. Miyelini etkileyen hastalıklar etkilenen sinirlerdeki sinyallerin iletilmesini bozar. İletim yeteneğinde azalma, hasar görmüş sinirlerde duyu yitimi, hareket, biliş veya diğer işlevlerin eksikliğine neden olur.

Sinir hücrelerinden oluşan sistem elektrik kablolarına benzetilebilir. Sinir hücresi boyunca ilerleyen iletinin kayıpsız olarak hedefe hızlıca ulaşması için dışarıdan yalıtılmış olması gerekir. Sinir hücresi dışını kaplayan miyelin, uyarının hızlıca ilerlemesine olanak sağlayacak şekilde yalıtım görevi üstlenir.

Yapısal olarak başlangıçta normal olan miyelinin radyasyon gibi çevresel sebeplerle veya kalıtım, mikrobik etkenler gibi biyolojik nedenlerle yeterli işlev gösterememesi  sonucu ortaya çıkan sinir sistemindeki ileti yitimi, demiyelinizan hastalık olarak değerlendirilir. Örneğin, hareketten sorumlu sinir sisteminde gelişecek demiyelinizan hastalık kuvvet azalmasına, hareketi doğru yapamamaya veya felce yolaçabilir.

Demiyelinizan hastalıklar, ömür boyu süren ve ilerleme gösterebilen hastalıklardır. Tedavi ile  myelinin kılıfı ve sinir hücre yapısının bozulmasının önüne geçilmeye çalışılmaktadır. Beyin dokusu veya omurilikte yapılan MR incelemelerinde bu bozulmalar beyaz lekeler şeklinde görülmektedir. Ayrıca beyin omurilik sıvısında bağışıklık sisteminin durumu ile ilgili laboratuar incelemeleri de yapılmaktadır.

Demiyelinizan hastalıklar çok ciddi ve tedavisi zor hastalıklarıdır. İleri düzeyde bilgi ve deneyim gerektiren bu hastalıkların tanı ve tedavisi  için hastanemiz ve doktorlarımız gerekli  olan donanıma ve tecrübeye sahiptir.

Miyelin kılıf nedir?

Miyelin kılıf; sinir hücresinin elektriksel uyarıyı taşıyan uzun ve silindir biçimindeki akson adlı parçasının çevresini saran ve onu koruyan bir kılıftır. Sinir sisteminde tüm hücreler miyelin kılıfa sahip değildir.

Miyelinsiz nöronlar üzerinde sinyal iletimi saniyede 50 santimetre kadarken, miyelinli nöronlarda bu hız saniyede 120 metre kadardır. Bu bakımdan miyelin kılıf; sadece aksonu korumakla kalmaz, bunun yanı sıra elektrik akımının iletimini de hızlandırır ve ileti kaybını önler. Miyelin kılıfa bir zarar gelirse sinyal iletimi bozulur ve yavaşlar.

Merkezi ve çevresel sinir sisteminde miyelin kılıf farklı hücreler tarafından üretilmektedir. Merkezi sinir sisteminde oligodendrosit hücreleri tarafından, çevresel sinir sisteminde ise Schwann hücreleri tarafından yapılırlar.

Demiyelinizan – Dismiyelinizan farkı nedir?

Demiyelinizan hastalıklarda normal üretilmiş olan miyelin kılıf yapısının yıkımı söz konusudur. Dismiyelinizan hastalıklar ise miyelin kılıf yapısının hatalı yapımı ya da hatalı yıkımı ile ortaya çıkar.

Demiyelinizan hastalıklar neden olur?

Demiyelinizan hastalıklarda normal miyelin kılıf yapısı çeşitli nedenlerle bozulur. Bazı enfeksiyon hastalıkları, bağışıklık sisteminde rol olan hücrelerin kendi hücrelerine saldırmasıyla karakterize otoimmün hastalıklar, alkol gibi bazı toksik maddeler, B12 vitamini eksikliği ve beyin damar hastalıkları miyelin kılıf üretimini bozarak ya da oluşan miyelin kılıfa zarar vererek hastalık tablosu oluşmasına neden olabilir.

Demyelinizan hastalıklar nelerdir?

Çok sayıda hastalığı kapsayan demyelinizan hastalıklar arasında en çok bilinen ve yaygın olarak görülen hastalık Multiple Skleroz (MS)’dur. MS, otoimmun mekanizmayla ortaya çıkar. Akut disemine ensefalomyelit (ADEM) ve Devic hastalığı daha çok merkezi sinir sistemini ilgilendirirken; Guillain–Barre sendromu ve periferik nöropatiler (çevresel sinir sistemindeki miyelinlerin harabiyeti) çevresel sinir sisteminde hastalığa yol açmaktadır.

Demiyelinizan hastalıkların belirtileri nelerdir?

Çok geniş bir hastalık yelpazesine sahip demyelinizan hastalıklar grubunda sinir sisteminin tutulduğu bölge ve hastalığın etkilediği nöron gruplarının işlevine göre farklı klinik tablolar ve belirtiler ortaya çıkmaktadır. Ancak yaygın olarak görülen belirtiler arasında; kol ve bacaklarda güçsüzlük/his kaybı, çift görme (diplopi) veya bulanık görme, konuşma ve yürüme gibi temel motor faaliyetlerde aksama, bellek-konsantrasyon-dikkat bozukluğu gibi bilişsel yakınmalar sayılabilir.

Demiyelinizan hastalıklara nasıl tanı konur?

Demyelinizan hastalıklar grubundaki hastalıkların tek bir tanı koyma yöntemi yoktur. Genellikle tüm tanı gereçleri birlikte değerlendirilerek tanı konur. Hastadan alınan öykü, nörolojik muayene bulguları, beyin ve spinal (omurilik) MR (manyetik rezonans) bulguları, bazı durumlarda beyin-omurilik sıvısı bulguları (belden su alarak) ve gerektğinde de elektrofizyolojik bazı testlerle tanı konur. Çok nadiren diğer tanı olasılıklarını dışlamak için sinir biyopsisi yapılması gerekebilir.

Demiyelinizan hastalıklar nasıl tedavi edilir?

Tedavi modelleri hastaya özgüdür. Hastalığın ilerleme seyrine ve semptomların ciddiyetine bağlıdır. Semptomların yönetimi veya demiyelinizasyon oranının yavaşlaması ile hastanın yaşamında iyileşmeler sağlanabilir.

İlaç tedavileri, yaşam tarzı değişiklikleri (sigarayı bırakma ve beslenme tarzı değişiklikleri vb.), fiziksel egzersizin teşvik edilmesi ve hasta eğitimi hastalık yönetiminde tercih edilebilen yöntemlerdir.

Paylaşın