Kampilobakteriyoz nedir? Belirtileri, Tedavisi

Kampilobakteriyoz; kampilobakter adlı bakterilerin neden olduğu bir hastalıktır . Kampilobakter ailesine ait 16 tür ve altı alt tür vardır. İnsan hastalıklarında en sık bilinen kampilobakter  türleri C. jejuni ve C. coli’dir.

Kampilobakteriyoz sindirim sisteminde oluşan bakteriyel bir enfeksiyondur, ve yetişkinlerde ve çocuklarda görülür. Bazı durumlarda enfeksiyon vücudun diğer bölümlerine de yayılabilir.

Nedenleri;

Kampilobakteriyoz enfeksiyonuna kampilobakter isimli bakteri neden olur. Bu organizmalar, evcil veya yabani hayvanların kirlettiği gıdalarda veya sularda veya pastörize olmayan sütlerde bulunabilir. Enfeksiyon genellikle, pis suların içilmesi veya özellikle iyi pişirilmemiş beyaz etin yenmesi neticesinde ortaya çıkar. Ayrıca enfeksiyonun görüldüğü bir kişinin, tuvaletten sonra ellerini sabunla yıkamaması ve sonrasında gıda maddelerine dokunmasıyla da hastalık diğer kişilere bulaşabilir.

Belirtileri;

• Çok sulu ishal
• Özellikle çocuklarda kanlı dışkı
• Karında kramplar
• Ateş

Teşhisi;

Doktorunuz semptomlarla ilgili sorular yöneltecek ve muayene edecektir, ayrıca kan ve dışkı örnekleri isteyecektir. Bu organizmalar çok küçük olduğu için, dışkı örneği için özel testler yaptırmanız gerekebilir. Dışkı ve kan testleri kampilobakteriyoz veya diğer hastalıkların belirlenmesini sağlayacaktır

Tedavisi;

Sıvı gıdalar tüketmek dehidrasyonu önler, ve hafif yiyecekler tüketmek tedaviye yardımcıya olacaktır. Ayrıca istirahat etmeniz de son derece önemli. Ciddi enfeksiyonlarda, doktorunuz bakterilerin ölmesi için antibiyotik önerecektir. İlaçlarınızı doktorunuzun önerdiği şekilde almalısınız. Zamanından önce ilaçları almayı bırakırsanız, semptomlar tekrar ortaya çıkabilir.

Etkileri ne kadar sürer?

Semptomlar genellikle 5 ile 8 gün arasında yok olur.

Nelere dikkat etmeliyim?

Eğer ateşiniz 37.8 C’nin üstündeyse, mümkün olduğunca fazla istirahat etmelisiniz. Ateşiniz 37.8 C’nin altına indiğinde, dehidrasyona neden olmayacak şekilde günlük aktivitelerinizi yapabilirsiniz. Ateşinizi düşürmek için aspirin veya diğer ilaçları almadan önce doktorunuza danışmalısınız. Unutmamalısınız ki 21 yaşından küçük ve viral hastalığı olan kişilerde, aspirin Reye’s sendromu riskini artırır.

İshal durumunda, su, demsiz çay, et suyu çorbası, elma suyu, veya spor içecekleri ve diğer oral rehidrasyon çözeltileri içerek bağırsaklarınızın bir kaç saat rahatlamasını sağlamalısınız. Dehidrasyon riskine karşılık, sık sık az miktarda sıvı gıdalar tüketmelisiniz. Dehidrasyon, özellikle yaşlılar, çocuklar ve sağlık problemleri olan kişiler için çok tehlikelir. Eğer içecekler midenizi bulandırıyorsa, küçük bir parça buzu veya buzlu şekeri emebilirsiniz.

Diyare veya karın kramplarını kötüleştirmediği müddetçe yemek yiyebilirsiniz. Muz, bisküvi, pilav, makarna, yumurta, tost veya reçelli ekmek, ve elma püresi sindirimi kolay yiyeceklerdir. Birkaç gün süt ürünlerinden ve kafeinden uzak durmalısınız. 2 veya 3 gün sonra normal diyetinize dönebilirsiniz, ancak bu süre içinde muz hariç diğer taze meyveler, taze sebzeler, alkol, yağlı yiyecekler, baharatlı yiyeceklerden sakınmalısınız. Pişmiş havuç, patates ve balkabağı ise yiyebileceğiniz gıdalar arasında yer alır. Eğer yedikleriniz ishali kötüleştiriyorsa, birkaç saat sadece sıvı gıdalar tüketerek bağırsaklarınızın dinlenmesini sağlamalısınız.

Eğer kramplarınız veya karın ağrınız varsa, karnınızın üstüne sıcak su torbası veya elektrikli bir sıcak ped koymanız işe yarayabilir. İshali önlemek için kullanacağınız reçetesiz ilaçlara dikkat etmelisiniz. Çünkü, eğer ishal kanlı ise, bu tür ilaçlar daha çok hastalanmanıza neden olabilir. Ayrıca, ilacı kullanmadan önce prospektüsü mutlaka okumalı ve yeterli dozda ilaç almalısınız. Kronik bir hastalığınız varsa, diyare için herhangi bir ilaç kullanmadan önce doktorunuzla görüşmelisiniz.

Nasıl önleyebilirim?

Enfeksiyonun diğer insanlara bulaşmasını önlemek için, gereksiz temastan kaçınmalısınız. Tuvaletten sonra, ellerinizi sabunla ve sıcak suyla yıkamalısınız. Diğer kişiler için yemek hazırlamamalısınız. Yemek hazırlamadan önce ve yemek yemeden önce ellerinizi yıkamalısınız. İshal durumu tamamen geçene kadar, restoranda veya marketlerde çalışmamalısınız. Ayrıca süt ürünlerinde pastörize olanları tercih etmelisiniz.

Paylaşın

Kemik iltihabı (osteomyelit) nedir? Tedavisi

Halk arasında kemik iltihabı olarak adlandırılan osteomyelit, deri yüzeyinden içeri giren bakteri ve mikropların kemik dokusunun içine yayılması sonucunda meydana gelmektedir. Bazı durumlarda ise kronik hastalıklar veya zararlı alışkanlıklara bağlı olarak da kemiklerde enfeksiyon gelişebilir.

Başta ağrı olmak üzere pek çok komplikasyona yol açabilecek osteomiyelit, günlük hayatı olumsuz yönde etkileyen ve ilerleyerek daha ciddi boyutlara ulaşabilen bir hastalık olduğu için mutlaka önemsenmeli ve tedavi edilmelidir.

Kemik iltihabı hastalığının her yaş grubunda görülme ihtimali bulunmaktadır. Ancak araştırmacılar tarafından hastalığa ilişkin birtakım araştırmalar yapılmıştır. Bu araştırmaya göre her 10.000 kişiden sadece 2’sinde görüldüğü belirlenmiştir. Kemik iltihabı riskini arttıran bazı durumlar olduğu söylenir. Bunların başında ise bağışıklık sistemini zayıflatan belirli koşullar ve davranışlar yer alıyor. Aşağıdaki faktörleri taşıyan kişilerin kemik iltihabı riski daha yüksek olur.

  • Orak hücre hastalığı
  • HIV veya AIDS
  • Diyabet
  • Romatoid artrit
  • İntravenöz ilaç kullanımı
  • Alkolizm
  • Steroidlerin uzun süreli kullanımı
  • Kansızlık
  • Hemodiyaliz

Çeşitleri;

Hastalıklar, kendi içerisinde farklı çeşitlere ayrılabilir. Kemik iltihabı hastalığı da iki türü bulunan bir hastalıktır. Bunlar ise akut kemik iltihabı ve kronik kemik iltihabı olarak bilinmektedir.

Akut osteomyelit (kemik iltihabı);

Genellikle çocuklarda görüldüğü tespit edilen akut kemik iltihabı, aniden gelişim gösteren bir hastalıktır. Akut kemik iltihabı teşhisi konulmasının ardından acil olarak tedaviye başlanması gerekiyor. Tedavinin ertelenmesi veya yapılmaması halinde ciddi olumsuz sonuçlar doğurabilir. Çocuğun tedavi öncesinde beslenmesinin kesilmesi gerekirken, anestezi olarak genel anestezi uygulanmaktadır. Tedavi sırasında anestezi yapılmasının ardından enfekte olan bölgeye iğne ile girilmesi gerekmektedir.

Bu bölgedeki enfeksiyonun varlığının tespiti sağlanırken, kemikte iltihap görülmesi halinde bölge cerrahi olarak açılır ve iltihabın boşaltılarak temizlenmesi durumu gerçekleşir. Operasyonun ardından bölge yeniden kapatılacaktır. Akut kemik iltihabının teşhis edilmesinin ardından tedaviye ilişkin adımlar atılması şarttır. Tedavisi ertelenen akut kemik iltihabı, ciddi risklerin oluşmasına neden olabilir. Özellikle çocuklarda görülebilen bir hastalık olduğundan tedavinin ertelenmesini veya yapılmamasını düşünmekten kaçınmalısınız.

Kronik osteomyelit (kemik iltihabı)

Diğer kemik iltihabı türü ise kronik kemik iltihabı olarak biliniyor. Bu kemik iltihabı hastalığının tedavisinde acillik söz konusu olmaz. Tedavi öncesinde vakanın en doğru şekilde değerlendirilmesi gerekir. Yapılan değerlendirmeler üzerinden tedavi sürecine ilişkin planlama yapılacaktır. Enfeksiyonlu bölgedeki iltihabın yayılması ve akıntısı hakkında görüş bildirilir. Uzman doktor tarafından ameliyat esnasında tıpkı tümör ameliyatındaki gibi ölü kemik dokularının tamamen çıkarıldığı görülüyor. Çıkarılan alanın eksternal fiksatör yardımı ile düzeltilmesi ise sonrasında şarttır.

Nedenleri;

Bir kemik enfeksiyonu genellikle bakterilerden kaynaklanır, ancak bazen mantar gibi diğer organizmalar da sebep olabilir. Osteomyelitin en sık görülen bakteriyel nedeni Staphylococcus aureus’dur. Diğer bakteriyel nedenler arasında Streptococcus grubu A ve grup B, H. influenzae, koliformlar ve Pseudomonas aeruginosa yer alır. Bunların hepsi, kemiğin derinlerine nüfuz eden uzun süreli açık deri ülserleri veya kemiğe kadar inen travmatik bir hasar ile ilişkili olabilir. Kemikler genellikle iyi korunur ve kolayca enfekte olmazlar.

Aşağıdaki durumlarda kemik enfeksiyonu oluşabilir:

  • Kemikte travma ya da kemiğin kırılarak deriden çıkması
  • Kemiği çevreleyen yumuşak dokudaki enfeksiyon alttaki kemiğe yayılabilir.
  • Kan yoluyla kan dolaşımına taşınması
  • Dolaşım bozukluğu (diyabetlerde görüldüğü gibi)

Kaslar veya organlar gibi yumuşak dokudaki enfeksiyon, yaralanmış veya zayıf kan dolaşımına sahip bir bölgede gelişebilir. Enfeksiyon belirdikten sonra, yakındaki kemiğe yayılabilir.

Belirtileri;

Kemik iltihabı her zaman belirti vermeyebilir. Bazı durumlarda hastalık herhangi bir belirtiye neden olmadan sinsi bir şekilde ilerleyebilmektedir. Böyle durumlarda hastalık genellikle daha ciddi boyutlara ulaştığında belirti vermeye başlar veya farklı bir nedene yönelik olarak yapılan tıbbi araştırmalarda tesadüfen tespit edilir. Belirti vermesi durumunda kemik iltihabının yol açtığı semptomlar çoğu kişide hemen hemen aynı seyreder ve en yaygın belirtiler şunlardır:

  • Enfeksiyon bölgesinde kızarıklık, şişlik ve ısınma
  • Kemik ağrısı, kemiğin bulunduğu bölgeye baskı yapıldığında artan ağrı
  • Ateş
  • Titreme
  • İltihaplı kemiğin bulunduğu organın kullanımında güçlük çekme ve hareket kısıtlılığı
  • Yorgunluk ve halsizlik

Kemik iltihabının ilk ve en belirgin semptomu ağrıdır. Kemiğin bulunduğu bölgede baskıyla ortaya çıkan veya kemiğin yer aldığı organın kullanımı sırasında hissedilen ağrılar kemik iltihabını düşündürür. Bu nedenle herhangi bir zorlama veya hareketsizlikten kaynaklı olarak ortaya çıkmış olmayan, birkaç hafta içerisinde kendiliğinden iyileşmeyip sürekli olarak devam eden kemik ve eklem ağrıları hafife alınmamalı, derhal bir sağlık kuruluşuna başvurularak muayeneden geçilmelidir.

Tedavisi;

Osteomiyelit tedavisi, enfeksiyonun kemiğe nasıl yayıldığına ve ne kadar derinlemesine nüfuz ettiğine bağlıdır. Kemik enfeksiyonu kandan geldiyse ve yeni bir enfeksiyon ise, yüksek dozlarda oral antibiyotik ilaçlarla tedavi genellikle işe yarar. Doktorunuz, enfeksiyondan sorumlu başka bir bakteri türü belirlemediyse, Staphylococcus aureus’a karşı oral antibiyotik reçete edilir.

Bakteriler yaygın olarak kullanılan antibiyotiklere karşı gittikçe daha fazla dirençli olduklarından, doktorunuz bir kültür oluşturmak için enfeksiyondan bir örnek alabilir. Bu çalışma olasılığı en yüksek olan antibiyotiğin seçiminde gereklidir.

kemik iltihabının nedeni olarak mantar enfeksiyonu şüphesi varsa, o zaman antifungal bir ilaç reçete edilebilir.

Eğer osteomiyelit çok şiddetli ise, önce damar içi antibiyotik almak ve daha sonra enfeksiyon kontrol altına alındıktan sonra oral antibiyotik haplarına geçmeniz gerekebilir. İnsanlar genellikle 4-6 haftalık tedaviye ihtiyaç duyan, tekrarlayan enfeksiyonlar veya spinal omurların enfeksiyonları hariç olmak üzere, 6 ila 8 hafta sürer.

Ciddi enfeksiyonlar için, irin birikmesinin ameliyatla drenajı gerekebilir. Enfeksiyonun çevredeki yumuşak dokudan yayılması halinde, ölü doku ve kemik cerrahi ile çıkarılır ve antibiyotik verilmeden önce aşılama ile alan sağlıklı kemik, kas veya deri ile doldurulur.

Yapay ekleme bulaşırsa, cerrahi olarak çıkarılmalı ve değiştirilmelidir. Antibiyotikler genellikle ameliyattan önce ve sonra verilir. Nadir durumlarda, enfeksiyon tedavi edilmeyebilir ve enfekte ekstremitenin ampüte edilmesi veya eklemin ameliyatla kaynaşması gerekebilir.

Bazen diyabet nedeniyle ayak ülserleri (zayıf dolaşımın neden olduğu enfeksiyonlar) ayakların kemiklerine yayılabilir. Bu enfeksiyonların tek başına antibiyotiklerle tedavi edilmesi genellikle zordur ve bazen enfekte kemik cerrahi olarak çıkarılmalıdır. Bu, diyabetli kişilerin ayaklarının bakımını yapmaları gerektiğini ve kan şekerini normal aralıklarda tutmak için diyetlerini ve tedavi planlarını takip etmelerinin en nedenlerinden biridir. Diyabet kontrol edilmezse, ülser ve kemik iltihabı iyileşemez, bu da ampütasyonlara yol açabilir.

 

 

Paylaşın

Kafatası ve omurga yaralanmaları nedir? İlkyardım

Potansiyel olarak ciddi olabilecek kafatası ve omurga yaralanmaları; kafatası ve omurgada dışardan gelen bir darbeyle oluşan kırılma durumudur. Kafatası ve omurga yaralanmalarının semptomları, spesifik yaralanma tipine bağlı olarak değişir.

Bir kırığı görmek her zaman kolay değildir. İlkyardım ve tedavi, kırığın ciddiyetine bağlıdır.

Kafatası ve omurga yaralanmaları neden önemlidir?

Darbenin şiddetine bağlı olarak kafatası boşluğunda yer alan merkezi sinir sistemi etkilenebilir. Bel kemiğindeki yaralanmalarda omurgada ani sıkışma ya da ayrılma meydana gelebilir. Bunun sonucunda sinir sistemi etkilenerek bazı olumsuz sonuçlar oluşabilir. Trafik kazalarında ölümlerin % 80’i kafatası ve omurga yaralanmalarından olmaktadır.

Kafatası yaralanmaları çeşitleri nelerdir?

Saçlı deride yaralanmalar: Saç derisi kafatası yüzeyi üzerinde kolaylıkla yer değiştirebilir ve herhangi bir darbe sonucu kolayca ayrılabilir. Bu durumda çok fazla miktarda kanama olur, bu nedenle öncelikle kanamanın durdurulması gereklidir.

Kafatası, beyin yaralanmaları:

Kafatası kırıkları: Kafatası kırıklarında beyin zedelenmesi, kemiğin kırılmasından daha önemlidir. Bu nedenle beyin hasarı bulguları değerlendirilmelidir.

Yüz yaralanmaları: Ağız ve burun yaralanmalarında solunum ciddi şekilde etkilenebilir ve duyu organları zarar görebilir. Bir yüz yaralanması sonucunda burun, çene kemiği kemiklerinde yaralanma görülebilir.

Omurga (bel kemiği) yaralanmaları: En çok zarar gören bölge bel ve boyun bölgesidir ve çok ağrılıdır. Kazalarda en çok boyun etkilenir.

Kafatası ve omurga yaralanmalarının nedenleri nelerdir?

  • Yüksek bir yerden düşme
  • Baş ve gövde yaralanması
  • Otomobil ya da motosiklet kazaları
  • Spor ve iş kazaları
  • Yıkıntı altında kalma

Kafatası ve omurga yaralanmalarında belirtiler nelerdir?

  • Bilinç düzeyinde değişmeler, hafıza değişiklikleri ya da hafıza kaybı
  • Başta, boyunda ve sırtta ağrı
  • Elde ve parmaklarda karıncalanma ya da his kaybı
  • Vücudun herhangi bir yerinde tam ya da kısmi hareket kaybı
  • Baş ya da bel kemiğinde şekil bozukluğu
  • Burun ve kulaktan beyin omurilik sıvısı ve kan gelmesi
  • Baş, boyun ve sırtta dış kanama
  • Sarsıntı
  • Denge kaybı
  • Kulak ve göz çevresinde morluk

Ancak, hastada hiçbir belirti yoksa bile;

  • Yüz ve köprücük kemiği yaralanmaları
  • Tüm düşme vakaları
  • Trafik kazaları
  • Bilinci kapalı tüm hasta / yaralılar kafa ve omurga yaralanması olarak var sayılmalıdır

Kafatası ve omurga yaralanmalarında ilkyardım nasıl olmalıdır?

  • Bilinç kontrolü yapılır
  • Yaşam bulguları değerlendirilir
  • Hemen tıbbi yardım istenir (112)
  • Bilinci açıksa hareket etmemesi sağlanır
  • Her hangi bir tehlike söz konusu ise düz pozisyonda sürüklenir
  • Baş-boyun-gövde ekseni bozulmamalıdır
  • Yardım geldiğinde sedyeye baş-boyun-gövde ekseni bozulmadan alınmalıdır
  • Taşınma ve sevk sırasında sarsıntıya maruz kalmaması gerekir
  • Tüm yapılanlar ve hasta/yaralı hakkındaki bilgiler kaydedilmeli ve gelen ekibe bildirilmelidir
  • Asla yalnız bırakılmamalıdır

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Yanık nedir? İlkyardım

Görünmez kazalar, ihmaller, anlık küçük dikkatsizlikler sonucu ısı, güneş, elektrik ya da çeşitli kimyasallara maruz kalma sonucunda oluşan doku hasarlarıdır. Daha kısa bir tanımla; herhangi bir ısıya maruz kalma sonucu oluşan doku bozulmasıdır.

Küçük ve yüzeysel yanıklarda, evde uygulayabileceğiniz müdahalelerin ardından günlük yaşantınıza devam edebilirsiniz. Bunun haricinde, yanık geniş bir bölgeyi kapsıyor ya da derin dokuları etkiliyorsa, acil olarak bir sağlık kurumuna başvurmanız gerekir.

Kaç çeşit yanık vardır?

Fiziksel yanıklar;

  • Isı ile oluşan yanıklar
  • Elektrik nedeni ile oluşan yanıklar
  • Işın ile oluşan yanıklar
  • Sürtünme ile oluşan yanıklar
  • Donma sonucu oluşan yanıklar

Kimyasal yanıklar;

  • Asit alkali madde ile oluşan yanıklar

Yanığın ciddiyetini belirleyen faktörler nelerdir?

  • Derinlik
  • Yaygınlık
  • Bölge
  • Enfeksiyon riski
  • Yaş
  • Solunum yoluyla görülen zarar
  • Önceden var olan hastalıklar

Yanıklar nasıl derecelendirilir?

    1. derece yanık: Deride kızarıklık, ağrı, yanık bölgede ödem vardır. Yaklaşık 48 saatte iyileşir
    2. derece yanık: Deride içi su dolu kabarcıklar (bül) vardır. Ağrılıdır. Derinin kendini yenilemesi ile kendi kendine iyileşir
    3. derece yanık: Derinin tüm tabakaları etkilenmiştir. Özellikle de kaslar, sinirler ve damarlar üzerinde etkisi görülür. Beyaz ve kara yaradan siyah renge kadar aşamaları vardır. Sinirler zarar gördüğü için ağrı yoktur

Yanığın vücuttaki olumsuz etkileri nelerdir?

Yanık, derinliği, yaygınlığı ve oluştuğu bölgeye bağlı olarak organ ve sistemlerde işleyiş bozukluğuna yol açar. Ağrı ve sıvı kaybına bağlı olarak şok meydana gelir. Hasta/yaralının kendi vücudunda bulunan mikrop ve toksinlerle enfeksiyon oluşur.

Isı ile oluşan yanıklarda ilkyardım işlemleri nedir?

  • Kişi hala yanıyorsa paniğe engel olunur, koşması engellenir
  • Hasta/yaralının üzeri battaniye ya da bir örtü ile kapatılır ve yuvarlanması sağlanır
  • Yaşam belirtileri değerlendirilir (ABC)
  • Solunum yolunun etkilenip etkilenmediği kontrol edilir
  • Yanmış alandaki deriler kaldırılmadan giysiler çıkarılır
  • Yanık bölge en az 20 dakika çeşme suyu altında tutulur (yanık yüzeyi büyükse ısı kaybı çok olacağından önerilmez)
  • Ödem oluşabileceği düşünülerek yüzük, bilezik, saat gibi eşyalar çıkarılır
  • Takılan yerler varsa kesilir
  • Hijyen ve temizliğe dikkat edilir
  • Su toplamış yerler patlatılmaz
  • Yanık üzerine ilaç ya da yanık merhemi gibi maddeler de sürülmemelidir
  • Yanık üzeri temiz bir bezle örtülür
  • Hasta/yaralı battaniye ile örtülür
  • Yanık bölgeler birlikte bandaj yapılmamalıdır
  • Yanık geniş ve sağlık kuruluşu uzaksa hasta / yaralının kusması yoksa bilinçliyse ağızdan sıvı (1 litre su -1 çay kaşığı karbonat -1 çay kaşığı tuz karışımı) verilerek sıvı kaybı önlenir
  • Tıbbi yardım istenir (112)

Kimyasal yanıklarda ilkyardım nasıl olmalıdır?

  • Deriyle temas eden kimyasal maddenin en kısa sürede deriyle teması kesilmelidir
  • Bölge bol tazyiksiz suyla, en az 15–20 dakika yumuşak bir şekilde yıkanmalıdır
  • Giysiler çıkarılmalıdır
  • Hasta/yaralı örtülmelidir
  • Tıbbi yardım istenmelidir (112)

Elektrik yanıklarında ilkyardım nasıl olmalıdır?

  • Soğukkanlı ve sakin olunmalıdır
  • Hasta/yaralıya dokunmadan önce elektrik akımı kesilmelidir, akımı kesme imkanı yoksa tahta çubuk ya da ip gibi bir cisimle elektrik teması kesilmelidir
  • Hasta/yaralının ABC’si değerlendirilmelidir
  • Hasta/yaralıya kesinlikle su ile müdahale edilmemelidir
  • Hasta/yaralı hareket ettirilmemelidir
  • Hasar gören bölgenin üzeri temiz bir bezle örtülmelidir
  • Tıbbi yardım istenmelidir (112)

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Kırık nedir, kaç çeşit kırık vardır? İlkyardım

Kırık, kemiğin destekleyebileceğinden daha fazla kuvvet veya basınç maruz kaldıktan sonra ortaya çıkan durumdur. Farklı bir tanımla, kırık, kemik bütünlüğünün bozulması durumudur.

Kırıklar darbe sonucu ya da kendiliğinden oluşabilir. Yaşlılık ile birlikte kendiliğinden kırık oluşma riski de artar. İki çeşit kırık vardır.

  • Kapalı kırık: Kemik bütünlüğü bozulmuştur. Ancak deri sağlamdır
  • Açık kırık: Deri bütünlüğü bozulmuştur. Kırık uçları dışarı çıkabilir. Beraberinde kanama ve enfeksiyon tehlikesi taşırlar

Belirtileri;

  • Hareket ile artan ağrı
  • Şekil bozukluğu
  • Hareket kaybı
  • Ödem ve kanama nedeniyle morarma
  • Ağrılı bölgelerin tespiti için elle muayene gereklidir

Kırığın yol açabileceği olumsuz durumlar nelerdir?

  • Kırık yakınındaki damar, sinir, kaslarda yaralanma ve sıkışma (Kırık bölgede nabız alınamaması, solukluk, soğukluk)
  • Parçalı kırıklarda kanamaya bağlı şok

Kırıklarda ilkyardım nasıl olmalıdır?

  • Hayatı tehdit eden yaralanmalara öncelik verilir
  • Hasta/yaralı hareket ettirilmez, sıcak tutulur
  • Kol etkilenmişse yüzük ve saat gibi eşyalar çıkarılır (aksi takdirde gelişebilecek öden doku hasarına yol açacaktır,)
  • Tespit ve sargı yapılırken parmaklar görünecek şekilde açıkta bırakılır. Böylece parmaklardaki renk, hareket ve duyarlılık kontrol edilir)
  • Kırık şüphesi olan bölge, ani hareketlerden kaçınılarak bir alt ve bir üst eklemleri de içine alacak şekilde tespit edilir. Tespit malzemeleri, sopa, tahta, karton gibi sert malzemelerden yapılmış olmalı ve kırık kemiğin alt ve üst eklemlerini içine alacak uzunlukta olmalıdır
  • Açık kırıklarda, tespitten önce yara temiz bir bezle kapatılmalıdır
  • Kırık bölgede sık aralıklarla nabız, derinin rengi ve ısısı kontrol edilir
  • Kol ve bacaklar yukarıda tutulur
  • Tıbbi yardım istenir (112)

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Kabızlık nedir? Nedenleri, Belirtileri, Tedavisi

Nedeni çoğu zaman tam olarak tespit edilemeyen Kabızlık (Konstipasyon), haftada 3’den az sert ve kuru dışkılama durumudur. Farklı bir tanımla Kabızlık, bağırsak hareketlerinin zor veya normalden daha az gerçekleştiği durum anlamına gelir. 

Kabızlık genellikle çok ciddi bir sağlık sorununa neden olmasa da, semptomları geçtiğinde birey kendisini çok daha rahat hissedecektir. Atonik ve spastik olmak üzere 2 tip kabızlık vardır.

  • Atonki kabızlık: Tembel barsak olarak da tanımlanır. Kalın barsağın bir kısmı ya da tümü genişlemiştir. Dışkılama gereksinimi kendiliğinden oluşmadığından (barsak hareketlerininazalması nedeniyle) kişinin ıkınması ve zorlaması gerekir. Dışkı sert ve kalındır. Bu zorlama hemoroid oluşumuna neden olur. Nedenleri arasında yetersiz posa ve sıvı alımı, egzersiz yapmama ve hareket azlığı, çevre değiştirme, laksatiflerin aşırı kullanılması ve iyi bir dışkılama alışkanlığı sağlanamaması sayılabilir
  • Spastik kabızlık: Kolonun tonusunun artması sonucu spazmodik (sıkıştıran) kasılmalar oluşur ve kolonun bazı kısımları daralır. Bu tip kolonda dışkı küçük, keçi pisliği gibi atılır. Nedenleri arasında sinirsel bozukluklar, kolon stazı, anksiyete veya endişe sayılabilir

Nedenleri;

Kabızlığın, genellikle hayat tarzına dayanan bir çok nedeni olabilir. Bunlar arasında normal diyet esnasında yenilenler ve günlük yaşam aktivitelerinde değişiklikler olabilir.

Beslenme esnasında yeterli su ya da lifli besin alınmaması bir başka nedendir. Çok miktarda süt ürünü tüketmek bazı bünyelerde kabızlığa neden olabilir. Aktif bir hayat sürmemek veya tuvalet yapma dürtüsüne uzun süre direnmek kabızlığa yol açabilir. Stres kabızlık için ayrı bir nedendir.

Müshillerin ya da laksatiflerin uzun süreli kullanımı da kabızlığa yol açar. Aynı zamanda özellikle güçlü ağrı kesici ilaçlar, antidepresanlar, demir hapları, içinde kalsiyum, veya alüminyum bulunan antacid ilaçları da kabızlığa neden olabilir.

Çeşitli yeme bozuklukları, irritabl barsak sendromu, gebelik, sindirim sistemindeki sinirler ve kaslarda sorunlar, kolon kanseri, Parkinson hastalığı ya da multipl skleroz gibi nörolojik sorunlar ile az çalışan tiroid, ya da hipotiroidizm, gibi tıbbi sorunlar da kabızlık semptomuna neden olabilir.

Belirtileri;

Bireylerde tuvalete çıkma sayısı azsa, tuvalet esnasında zorlanma hissi varsa, sert veya çok küçük dışkı çıkarılıyorsa, tuvaletten sonra bağırsakların tamamen boşaldığı hissi yoksa ve göbek şişkinliği varsa, bunlar kabızlık semptomları olarak tanımlanır.

Bunun yanı sıra bağırsakları boşaltmak için göbeğe ya da karın bölgesine el ile bastırma, ya da parmak ile yardımcı olma ihtiyacı hissediliyorsa, bu da kabızlık belirtisi olarak tanımlanabilir.

Ani kabızlığın yanı sıra karın ağrısı veya kramp hissi varsa, aynı zamanda hiçbir şekilde tuvalet yapılamıyor ve gaz çıkarılamıyorsa mutlaka ve acilen doktora başvurmak gereklidir.

Eğer kabızlık yeni başladıysa ve alınan önlemler yeterli gelmiyorsa, dışkıda kan varsa, istemsiz ve denemeden kilo kaybı varsa, bağırsak hareketleri şiddetli ağrıya neden oluyorsa, kabızlık iki haftadan uzun sürüyorsa veya dışkının boyutları, şekli ve kıvamında önemli ölçüde değiştiyse yine doktora başvurmak gereklidir.

Bitmeyen kabızlık için doktora başvurulduğunda, doktor kabızlık nedenini bulmak için bazı testler önerebilir: Bunlar arasında hormon düzeylerini kontrol etmek için kan testleri, makat kaslarını kontrol için testler, atıkların bağırsak boyunca nasıl ilerlediğini görmek için testler veya kolon tıkanıklıklarını kontrol etmek için kolonoskopi seçenekleri mevcuttur. Bağırsak hareketleri, dışkının özellikleri, diyet ve diğer faktörlerin kaydını tutmak uygun bir tedavi bulmaya yardımcı olabilir.

Tanısı;

Kabızlığa neden olabilecek sorunların dışlanabilmesi için tanı çalışması fizik muayene ile başlar.

  • Anal bölgenin muayenesi
  • Basur varlığının kontrol edilebilmesi için parmakla makattan muayene
  • Kalın bağırsağın makattan çıkış öncesi son bölümünün incelenmesi için rektosigmoidoskopi
  • Kalın bağırsağın tümüyle gözlenebilmesi için yapılan kolonoskopi
  • Büyük abdest kaçırma, gaz tutamama ya da dışkılama güçlüğü olan hastalarda makattaki sfinkterin fizyolojik durumunu belirlemek için anorektal manometre değerlendirmesi
  • Organik neden saptanamayan durumlarda karmaşık patoloji varlığını değerlendirmek için balon ekspulsiyon testi, kalın bağırsaktan geçiş süresi gibi ileri testler uygulanabilir

Tetkikler:

  • Kan testleri: Kabızlığın tiroid bezinin az çalışması veya paratiroid bezinin çok çalışmasına bağlı olup olmadığını anlaşılmasına yardımcıdır
  • Direkt radyografi: Kabızlığın bağırsak tıkanması (obstrüksiyonuna) bağlı olup olmadığını anlaşılmasına yardımcıdır

Kabızlığa ne iyi gelir? Kabızlık nasıl geçer?

Tedavide başarılı olunabilmesi için öncelikle  kabızlık yapan yiyecekler öğrenilmeli ve bunlardan uzak durulmalıdır. Kabızlığa iyi gelen armut, kayısı, erik gibi meyvelerin tüketimini artırmak önemlidir. Beyaz ekmek yerine tam tahıllı ekmekler tüketilmeli, bol bol su içilmelidir.

Bebeklerde kabızlık sorunu için karınlarına bebek yağıyla düzenli masaj yapmak, çeşitli egzersizler yaptırmak faydalı olur. Ek gıda alan bebeklere posalı meyve püreleri yedirebilir, çorbalarına zeytinyağı karıştırabilirsiniz. Daha büyük çocuklarda kabızlık ne iyi gelir merak edenler için yine posalı meyve ve sebzelerin yanı sıra tam tahıllı ekmekler tüketmeleri önerilir.

Ilık bitki çaylarına bal karıştırılarak içilmesi ve kuru erik ve kayısının kaynatılarak suyunun içilmesi diğer kabızlık çözümleri arasında sayılabilir. 1 yaşından küçük bebeklerde bal ölümcül sonuçlara yol açabileceği için tehlikelidir. Kabızlığa iyi gelen yiyecekler arasında kabuklu elma, ıspanak, lahana, incir, pırasa, zeytinyağı, üzüm, brokoli, keten tohumu ve yulaf ezmesi bulunur.

Tedavisi;

Kabızlık tedavisi için öncelikle altta yatan sebep saptanmaya çalışılır. Sebep saptanmışsa öncelikle onun tedavi edilmesi gerekir. Fakat çoğu durumda kesin bir sebep bulunamaz. Kabızlık tedavisi için beslenme ve yaşam tarzı değişikliklerinin yanı sıra bir takım ilaçlar da kullanılır. Şiddetli kabızlık varsa sodyum fosfat, magnezyum tuzları ve laktuloz grubu ilaçlar tedavide kullanılabilir. Lavman ve fitil diğer tedavi seçenekleridir.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

K vitamini nedir, hangi besinlerde bulunur? Detaylar

K vitamini, iki farklı türü bulunan yağda çözünen bir vitamin türüdür. K vitamini, kan pıhtılaşmasından ve kanda kalsiyum seviyesinin düzenlenmesinden sorumludur. K vitamininin yetersizliğine yetişkinlerde nadir olarak rastlanır. Çünkü bu vitamin yeşil yapraklı sebzelerin tüketimi ile kolaylıkla elde edilebilir.

K1 vitamini fillokinon olarak da adlandırılır ve ıspanak, lahana gibi bitkilerle birlikte vücuda alınır. Diğer tür olan K2 vitamini ise menakinon olarak adlandırılır ve bağırsaklarda bulunan bakteriler tarafından doğal olarak üretilir. Vitaminin her iki alt türü de vücutta benzer şekilde çalışır ve kanın pıhtılaşmasından sorumludur. Pıhtılaşma için gerekli olan proteinlerin üretiminde görev yapan K vitamini, vücudun içinde ve dışında aşırı kanamanın önlenmesini sağlar. K vitamininin besinlerle birlikte vücuda yeteri kadar alınmaması, vücutta üretiminde sorunların olması veya besinlerle alınan vitaminin emilimine ilişkin bozuklukların söz konusu olması halinde K vitamini eksikliği gelişir.

K vitamini eksikliği sonucunda pıhtılaşma için gerekli olan kan proteinlerinin üretimi bozulur, buna bağlı olarak pıhtılaşma bozuklukları, olağan dışı ve aşırı kanamalar ortaya çıkabilir. K vitamini eksikliği yetişkinler arasında oldukça nadir görülür. Bunun nedeni tüketilen besinlerin içerisinde bol miktarda K1 vitamini olması ve vücutta da endojen olarak K2 vitamininin üretiliyor olmasıdır. Fakat bazı durumlarda K vitamininin emilimine ilişkin sorunlar, beslenme düzenindeki ciddi bozukluklar veya çeşitli hastalıklara bağlı olarak yetişkinlerde K vitamini eksikliğine rastlamak mümkündür. Buna karşın bebeklerde K vitamini eksikliği ile çok daha sık olarak karşılaşılmaktadır.

Hangi gıdalarda bulunur?

K1 ve K2 vitaminleri açısından zengin olan gıdaları aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz:

K1 vitamini açısından zengin besinler; Lahana ve pazı gibi yeşil yapraklı sebzelerde yüksek oranda K1 vitamini yer alır. Bitkisel yağlarda ve birtakım meyvelerde de K1 vitamini bulunur. Maydanoz, ıspanak, soya fasulyesi, bamya, üzüm, marul, havuç, şalgam, pancar, kivi, erik, Brüksel lahanası, yaban mersini, brokoli; K1 vitamini içeren bitkilere örnek olarak gösterilebilir.

K2 vitamini içeren hayvansal kaynaklar; Yüksek yağlı süt ürünleri, karaciğer, diğer organ etleri, süt, peynir, tereyağı, yumurta sarısı; K2 vitamini açısından zengin olan hayvansal kaynaklardır. Aynı zamanda fermente gıdalarda da K2 vitamini yer alır.

  • Doğal K vitamini kaynakları
  • Fesleğen, Adaçayı, Kekik
  • Salatalık turşusu, Taze soğan
  • Armut, İncir, Paprika, Kaju
  • Kuşkonmaz, Böğürtlen, Kereviz

K vitamini eksikliği neden olur?

K vitamini eksikliği çok fazla yaygın olan bir sağlık problemi olmasa dahi önemsenmesi gerekir. K vitamini eksikliği yaşadığınızı düşünüyorsanız bu durumu doktorunuza bildirmenizi öneririz. Doktorunuz gerekli testleri yaparak K vitamini eksikliğine sahip olup olmadığı ile ilgili sizi bilgilendirecektir. Aşağıdaki etmenler K vitamini eksikliği oluşumunu tetikleyebilmektedir:

  • Yüksek oranda alkol tüketmek
  • Ciddi şekilde yetersiz beslenmek
  • K vitamini emilimine müdahale eden ilaçlar kullanmak
  • Sindirimi etkileyen hastalıklara sahip olmak, çölyak hastalığı ya da Crohn’s hastalığı gibi

K vitamini eksikliğinin neden olduğu hastalıklar hangileridir?

  • Diş eti kanaması, burun kanaması, idrarda ve dışkıda kan vb.
  • Kolay yaralanma, yara ve kesiklerin daha çok kanaması
  • Kadınlarda adet kanamasında artış
  • Kemik yoğunluğunda azalma ve kemik kaybı
  • Böbrek taşı, Kemik erimesi
  • Kalp ve damar rahatsızlıkları

Tedavisi;

K vitamini eksikliği uzun süre devam ettiğinde aşırı kanamalara ve bebeklerde de beyin kanamalarına yol açabilen önemli bir sorundur. Bunun yanı sıra teşhis edildikten sonra yapılacak uygulamalar ile K vitamini eksikliği tedavi edilebilir. Tedavi K vitamininin ağız yolu ile veya damar yoluyla takviye edilmesi şeklinde gerçekleştirilir. Takviyenin hangi şekilde yapılacağına, doz ve sıklığın nasıl olacağına hekim tarafından karar verilir.

Yağ emilimine ilişkin bozuklukların söz konusu olması halinde veya pıhtılaşma bozukluğuna neden olan farklı hastalıkların tespiti durumunda bunlara yönelik ayrıca tedavi planı yapılır. Beslenme düzenine ilişkin sorunlara bağlı olarak K vitamini eksikliği görülen hastalar diyetisyene yönlendirilerek K vitamini içeriği yeterli bir beslenme planına ilişkin eğitim almaları sağlanmalıdır. K vitamini için her gün tüketilmesi gereken belirli bir miktar olmasa da ortalama olarak bir günde erkekler için 120 mcg, kadınlar için ise 90 mcg K vitamini alımı önerilmektedir.

Yukarıda verilen K vitamini kaynağı besinlerin ve özellikle de yeşil yapraklı sebzelerin düzenli olarak tüketilmesi sonucunda K vitaminine olan ihtiyaç çok kolay bir şekilde karşılanabilir. Kan sulandırıcı ilaç kullanması gereken bireylerde K vitamini alımının sınırlandırılması gerekebilir. Bu durumda hekim önerilerine göre beslenme planında düzenleme yapılır ve hastaya gerekli bilgiler aktarılır. Bu hastalarda pıhtılaşma testlerinin düzenli aralıklarla tekrarlanması gerekebilir.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Erkekte meme büyümesi (jinekomasti) nedir? Detaylar

Tıp dilinde “ jinekomasti ” olarak adlandırılan Erkekte Meme Büyümesi, erkeklerin meme dokusunun aşırı derecede büyümesi durumudur. Gögüsteki meme dokusu, kadınlık hormonu östrojenin fazlalığına ya da erkeklik hormonu testesteronun eksikliğine bağlı olarak büyür.

Bebeklerde, ergenlik çağındaki erkeklerde ve yaşlı erkeklerde görülebilir. Bazı erkek çocukları veya ergen erkeklerde meme bölgesinde normalden fazla yağ toplanması oluşabilir, bu duruma pseudojinekomasti (yalancı jinekomasti) denir.

Nedenleri;

Jinekomastinin birçok nedeni olabilir. Bazı hastalıklar , örneğin siroz gibi ağır karaciğer bozuklukları, bazı ilaçlar , örneğin bir zamanlar çok kullanılan bir mide ilacı (cimetidin) jinekomasti yapabilir. Ancak jinekomasti vakalarının büyük çoğunda hiçbir sebep bulunmamaktadır. Yani bu hastalık büyük bir oranda hiçbir sebep olmadan kendiliğinden ortaya çıkar.

Vücut geliştirme sporcularının büyük bir kısmında da jinekomasti görülüyor. Bunun sebebi uyarıcı olarak kullandıkları yüksek miktarda erkeklik hormonu. Erkeklik hormonu vücutta kullanıldıktan sonra yok edilirken ortaya kadınlık hormonuna benzeyen bir ara madde çıkıyor ve bu da yüksek miktarlarda olunca göğüslerin büyümesine neden oluyor.

Testis, karaciğer ve hipofiz bezinin bazı kanser türleri, karaciğer ve böbrek yetmezliği, hormonal bozukluklar, bazı genetik hastalıklar, alkol kullanımı, bazı ilaçlarda jinekomasti problemine yol açabilir.

Belirtileri;

İşaretler, memelerin etrafındaki az miktarda ekstra dokudan daha belirgin göğüslere kadar değişir. Bir veya her iki memeyi de etkileyebilir. Bazen, meme dokusu ihale veya ağrılı olabilir, ancak bu her zaman böyle değildir.

Tedavisi;

Jinekomasti tedavisi her zaman gerekli değildir, çünkü ergenlik döneminde ortaya çıkan geçici jinekomasti genellikle üç yıl içinde tedavi olmaksızın kendi başına gider. Eğer ilaçlar jinekomastiye neden oluyorsa, ilacı kesmek jinekomastiyi azaltmada etkili olabilir. Altta yatan tıbbi durumların tedavisi de önemlidir.

Ancak, meme dokusu büyümesi konusunda endişeleniyorsanız bir hekime başvurabilirsiniz. Doktor tedaviye ihtiyacınız olduğunu düşünürse, şunları önerebilir:

  • Hormon dengesizliğini ayarlayan ilaç: İlaçlar jinekomastinin erken evrelerinde kullanıldığında etkilidir, çünkü genişlemiş meme dokusu genellikle yaklaşık 12 ay sonra ortaya çıkar.
  • Testosteron replasmanı; Bu terapi, düşük testosteron seviyeleri olan yaşlı erkeklerde etkili olmuştur, ancak erkek hormonunun normal seviyelerine sahip erkeklerde etkili olduğu kanıtlanmamıştır
  • SERM’ler: Selektif östrojen reseptör modülatörleri (SERM) tamoksifen (Soltamox) ve raloksifen (Evista), problemi tamamen ortadan kaldıramasa da, meme dokusunun miktarını azaltmaya yardımcı olabilir. Bu ilaçlar genellikle şiddetli veya ağrılı jinekomasti için kullanılır

Fazla meme dokusunu çıkarmak için ameliyat: İlaçların skar dokusunun azaltılmasında etkili olma ihtimali olmadığından ameliyat tek olası tedavidir. Rahatsızlığı en aza indirmede ve / veya fiziksel görünümü iyileştirmede yardımcı olacak çeşitli göğüs sıkıştırma giysileri ve yelekleri mevcuttur.

Jinekomasti meme kanseri riskini artırır mı?

Herhangi bir genetik hastalığı olmayan bireylerde jinekomasti meme kanseri riskini kesinlikle arttırmaz.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Jinekolojik kanserler nedir? Detaylar

Kanser, tüm dünyada kalp hastalıklarından sonra en sık ölüme yol açan hastalıklar arasındadır. Kadın vücudunda meydana gelen kanserlerin %30 – 40 kadarı meme, rahim ve yumurtalık gibi genital organlardan çıkmaktadır. 

Rahim ağzı (serviks), rahim (endometriyum), yumurtalık (över) ile dış genital organ (vulva ve vajen) kanserleri jinekolojik kanserler olarak isimlendirilmektedir.

Jinekolojik kanserlerden korunmak için yılda bir kere kadın hastalıkları ve doğum uzmanına başvurulması ve test yaptırılması öneriliyor. Jinekolojik kanserlerde ortak bir neden bulunmuyor. Kanser tiplerine göre risk faktörlerinin değiştiği belirtiliyor.

Jinekolojik Kanserler;

  • Rahim ağzı kanseri; Rahim ağzında ortaya çıkan hücresel değişiklikler, kanser aşamasına gelmeden, tespit edilebilmektedir. Bu dönemde, mevcut olan patolojiye rağmen hastaların hemen hemen hiç bir şikayeti olmamaktadır. Bunun için cinsel yaşamı başlayan her kadının senede bir defa vajinal smear (akıntı tahlili) yaptırması çoğu kez erken tanı için yeterli olmaktadır. Smear, bir tarama testi olup, şüpheli bir bulgu saptandığında rahim ağzı bölgesinin optik bir yöntemle büyültülerek (kolposkopik inceleme) değerlendirilmesi ve bu alandan patolojik inceleme için doku alınması gerekmektedir. Rahim ağzı kanseri geliştikten sonra en belirgin şikayet, cinsel ilişki sonrası ortaya çıkan kanlı vajinal akıntıdır. Ne yazık ki hastalığın ilerlediği safhalarda belirgin vajinal kanama ve ağrı olmaktadır
  • Rahim kanseri; Rahim kanseri (endometriyum) ise genellikle 50-60 yaş grubunun hastalığıdır. Şeker hastalarında, doğum yapmamış ve şişman kadınlarda daha sık görülür. Adet düzeninin bozulması veya menopozdan sonraki dönemde olan vajinal kanama en belirgin bulgudur. Jinekolojik muayene ve beraberinde yapılan ultrasonografi rahim kanseri tanısı için yapılması gerekli olan işlemlerdir. Kesin tanı için rahmin içinden doku alarak patolojik inceleme yapmak gereklidir
  • Yumurtalık kanseri; Yumurtalık kanseri (över) ise kadın sağlığını ve yaşamını ciddi olarak tehdit eden, her yaşta görülebilen çok önemli bir hastalıktır. Yumurtalık kanseri, kadın genital organı kanserleri arasında en öldürücü olanıdır. Diğer jinekolojik kanserler ile karşılaştırıldığında, erken dönemdeki yumurtalık kanserleri hemen hemen hiçbir ön belirti vermediği için genellikle çok geç tanı konulabilmektedir. Bu nedenle rutin jinekolojik USG erken tanıda önemlidir
  • Dış genital organ (vulva) kanseri; Bu tür kanserler genellikle ileri yaş grubundaki bayanlarda görülür. Bazı virüs hastalıkları veya kronik kaşıntı ile ortaya çıkan hastalıkların zemininde kanser gelişebilir.
  • Vajina kanseri; Vajina kanseri, genital bölge kanserleri arasında en az görülen türdür. Anne karnında iken maruz kalınan bir hormon bu kanser riskini arttırır

Belirtileri;

Jinekolojik kanserlerin belirtileri tutulan organa göre farklılık gösteriyor. Rahim ağzı kanserinin belirtisi cinsel ilişki sonrası lekelenme tarzında vajinal kanama, adet miktarında ya da süresinde artış, kahverengi vajinal akıntı olarak ortaya çıkıyor. İleri evrelerde bel ve kasık ağrısı, idrar yapmada güçlük ya da bacak ödemi görülebilir. Rahim kanseri erken bulgu veren bir kanserdir, menopoz öncesi ya da menopoz döneminde anormal kanamalarla belirti verir. Yumurtalık kanseri ise neyazık ki geç bulgu verir ve bulguları spesifik değildir. Karın şişliği, ağrı, hazımsızlık, karın çevresinde artış, anormal vajinal kanama en sık görülen belirtilerdir. Geç bulgu vermesi nedeniyle yumurtalık kanseri olgularının yüzde 70’i evre 3 ve 4’de tanı konur. Vulva kanserinin en sık bulguları ise kronik kaşıntı, vulvada ele gelen kitle, ağrı, kanama ve ülserlerdir.

Jinekolojik kanserlerin ölüme yol açma riski;

Jinekolojik kanserlerin ölüme yol açma oranları hastalığın evresine, histolojik tipi ve derecesine, hastanın genel durumuna yaşına ve yapılan cerrahiye bağlı olarak değişiklik gösteriyor. En kötü yaşam süresine sahip olan kanserin, geç bulgu vermesi nedeniyle yumurtalık kanseri olduğu vurgulanıyor. Tanı sonrası ortalama yaşam süresi yüzde 35’dir. Rahim kanseri ise daha erken belirti verdiği için yaşam süresi yumurtalık kanserine göre daha iyidir. Tüm evreler için yaşam süresi oranları şu şekildedir: Evre I yüzde 75, evre II yüzde 60, evre yüzde 30 ve evre 4 için yüzde 10’dur. Pap smear yöntemi ile erken tanısı artan rahim ağzı kanserinde ortalama yaşam süresi yüzde 80 civarındadır. Evre I yüzde 90, evre 2 yüzde 65, evre 4 için ise yüzde 15’dir.

Tanıda kullanılan yöntemler;

Jinekolojik kanserlerin erken tanısı için geliştirilen yöntemler sayesinde tedavideki başarı oranı da artıyor. Jinekoloji kanserlerden rahim ağzı kanserini son yıllarda erken tanının en çok arttığı kanser türü olarak değerlendiriliyor. Bu kanserde Pap smear testi denilen rahim ağzından dökülen hücrelerin sitolojik incelemeleriyle yapılan tarama yöntemi ile gelecekte kanserleşme potansiyeli olan hücresel değişiklikler erken dönemde tanınmaktadır. Bu lezyonların yok edilmesiyle rahim ağzı kanserinde ölüm oranında belirgin bir azalma tespit edilmiştir. Öyle ki, tek bir negatif Pap smear testi, rahim ağzı kanseri riskini yüzde 45 oranında azaltıyor. Yaşam boyu dokuz negatif Pap smear testi ise bu riski yüzde 99 oranında azaltmaktadır. Rahim ağzı kanseri için en etkin tarama yöntemi olan Pap smear testi 18 yaşın üzerinde cinsel aktivitesi olan her kadına yılda bir kez önerilmektedir.

Rahim ve yumurtalık kanserinde erken tanı;

Jinekolojik kanserlerde kullanılan tarama yöntemleri rahim kanserinde çok etkili değil. Rahim kanseri genellikle erken belirti verdiği için tanısı rahatlıkla konulabiliyor. Ancak Riski yüksek olan şişman, diyabetik, östrojen tedavisi gören kişilerde tarama yapılabiliyor.. Tarama için vajinal sonografi, endometrial biyopsi ve ofis histeroskopi kullanılabildiğini belirtiliyor. Vajinal sonografiyle ölçülen rahim içi tabakasının kalınlığı 4 milimetrenin altındaysa rahim kanseri riski çok düşüktür. Tüm jinekolojik kanserler arasında en ölümcül olan yumurtalık kanseri için etkin bir erken tanı ve tarama yöntemi neyazık ki yoktur.

Yıllık rutin muayene erken tanı için yeterli değildir. İlk kez 1980’li yıllarda tanımlanan Ca-125 tümör belirteci adlı yüzey antijeniyle yumurtalık kanserinin yüzde 80’i saptanabiliyor. Ancak menopoz öncesi döneminde Ca-125 değerleri gebelik, rahim iç dokusunun rahim dışındaki bölgelerde bulunması olarak tarif edilen endometriozis, iyi huylu yumurtalık kistleri gibi bir çok nedene bağlı olarak yükselebilir. Ayrıca erken dönemdeki yumurtalık kanserlerinin yüzde 50’sinde Ca-125 normal olarak bulunmaktadır. Transvajinal sonografi ve Doppler ultrason ile Ca-125’in birlikte kullanımı taramanın niteliğini artırsa da rutin inceleme için yeterli değildir.

Jinekolojik kanserlerde tedavi;

Jinekolojik kanserlerin tedavilerindeki başarı hastalığın evrelerine göre farklılık gösteriyor. Etkin tedavinin genellikle cerrahi olduğuna dikkat çekiliyor. Yumurtalık kanserinin tüm evrelerinde cerrahi uygulanır. Genellikle bu olgular geç dönemde bulgu verdikleri için hasta ileri evrede başvururlar. Hastalara tam cerrahi evreleme yapılmalı ve tümör kitlesi minimum seviyeye indirilmelidir. Cerrahi evreleme sadece rahim ve yumurtalıkların alınması değil kanserin tüm karın içinde yaygınlığının araştırılması ve yayıldığı belirlenen bölgelerin temizlenmesi anlamına gelir.

Böylece hasta ileride alacağı kemoterapiden maksimum fayda görür. Genellikle yumurtalık kanserinin ilk sonrası kemoterapi takiben ve “ikinci bakış ameliyatı” denilen tekrar bir operasyon yapılır. Bu ameliyatın sonucunda gerekirse tekrar kemoterapi verilir. Rahim ağzı kanserinin erken evrelerinde cerrahi uygulanırken ileri evrelerde radyasyon terapisi temel tedavi seçeneğini oluşturur. Rahim kanserinde ise yine cerrahi ilk tedavi seçeneğidir. Sonrasında radyoterapi ve gerekirse kemoterapide uygulanabilir. Jinekolojik kanserli olgularda tedavi ve izlem multidisipliner yapılmalıdır. Hastalıkların nükslerinde birden fazla tedavi kombine olarak kullanılabilir.

Korunmak için öneriler;

Jinekolojik kanserlerin nedenleri çok farklı olduğu için korunmada da birçok faktörü dikkate almak gerekiyor. Rahim ağzı kanserinden korunmak için cinsel yolla bulaşan hastalıklardan özellikle insan papillom virüs (HPV) enfeksiyonundan korunma ön plana çıkıyor. Üreme çağında doğum kontrol hapı kullanan kadınlarda, rahim ve yumurtalık kanserlerin görülmesinde belirgin oranlarda azaldığı bilinmektedir. Sigara kullanımı da rahim ağzı kanser riskini artırdığından sigaranın bırakılmasını önerilmektedir.

  • Rahim ağzı kanseri; Rahim ağzı kanserinin erken tanısı ve tedavisi mümkün olduğundan mutlaka her yıl belirgin bir yakınma olmasa da Pap smear testi yapılmalıdır. Son yıllarda HPV enfeksiyonları için aşı çalışmaları sürdürülüyor. Ancak henüz rutin kullanıma girmiş değil
  • Rahim kanseri; Aşırı kilo alımının engellenmesi, karşılıksız östrojen alınmaması ve kanserleşme potansiyeli olan rahim hastalıklarının uygun tedavi edilmesi gerekiyor
  • Yumurtalık kanseri; Doğum kontrol haplarının kullanılması ve ailede yumurtalık kanseri varlığında koruyucu girişimler önerilebilir. Yani yumurtalık alınabilir. Ancak bu her zaman yumurtalık kanserini ortadan kaldırmayabilir. Jinekolojik kanserlerden korunma en iyi rutin yıllık muayenelerin ihmal edilmeden yaptırılması ile gerçekleşir

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

İnsülin direnci nedir? Belirtileri, Tedavisi

İnsülin, pankreastan salgılanan şeker metabolizmasını düzenleyen bir hormondur. İnsülin Direnci ise, insan vücudunun kaslarında, yağında ve karaciğerde bulunan hücrelerin insüline doğru şekilde tepki vermediği ve bu nedenle enerji için kandaki glukozu kullanamadığı durumdur.

Aynı zamanda metabolik sendrom olarak bilinen insülin direnci, obezite, yüksek tansiyon, yüksek kolesterol ve tip 2 diyabet gibi tıbbi sorunlara yol açabilir.

Nedenleri;

  • Aşırı Kilo; Araştırmalara göre, aşırı kilo veya obezite insülin direncine neden olmaktadır. Özellikle, bel çevresindeki fazla yağın primer sebep olabileceği düşünülmektedir. Bel ve göbek bölgesinde yoğunlaşan yağ dokuları insülin direnci, yüksek tansiyon, dengesiz kolesterol ve kardiyovasküler hastalık gibi ciddi sağlık sorunlarına neden olabilen hormonları ve diğer maddeleri üretmektedir
  • Fiziksel Aktivite Yetersizliği; Fiziksel olarak aktif olmama genellikle tip 2 diyabete yol açan insülin direnciyle ilişkili olmaktadır. Vücuttaki kaslar diğer dokulardan daha fazla glikoz kullanmaktadır. Normalde aktif kaslar depolanmış glikozu enerji için yakmakta ve kan glikoz seviyelerini dengede tutmaktadır. Böylece, kan dolaşımındaki glikoz da sürekli olarak yenilenmektedir
  • Diyabet (Şeker Hastalığı); Tip 2 diyabet vücuttaki insülin seviyelerini artırabilmektedir. Sağlıklı insanlarda, insülin, yağ hücreleri, kas hücreleri ve karaciğer hücreleri gibi çeşitli hücresel hedeflerde bulunan insülin reseptörlerine bağlanmada aracılık etmektir. Tip 2 diyabet hastalığını bulunan kişilerde meydana gelen yüksek kan şekeri seviyeleri aynı zamanda, yüksek insülin seviyelerini de tetiklemektedir. Bu da, insülin seviyelerinin yüksek olmasına rağmen insüline karşı bir direnç kazanabileceği ihtimalini ortaya çıkarmaktadır. Yüksek kan şekerinin başlangıç nedeni, vücuttaki yüksek karbonhidrat seviyeleri olabilmektedir
  • D Vitamini Eksikliği; Vücuttaki D vitamini eksikliği, insülin direncine ve insülin duyarlılığına etki edebilmektedir. Bu nedenle, glikoz toleransında oynadığı role bağlı olarak insülin direncine katkıda bulunabileceği düşünülmektedir
  • Polikistik Over Sendromu; Polikistik over sendromu gibi hastalıklar insülin direnci ile ilişkili olabilmektedir. Diğer yandan, polikistik over sendromunun insülin direncine neden olup olmadığı veya hastalık sürecinin bir parçası olarak ortaya çıkıp çıkmadığı tam olarak bilinmemektedir. Cushing sendromu ve hipogonadizm gibi diğer hastalıkların da insülin direncine yol açabileceği düşünülmektedir

Belirtileri;

Bireyler, insülin direnci gösterirken genellikle açıktan fark edebilecekleri semptom ya da belirtilere sahip değillerdir. İnsülin direncini saptamak için kan şekeri seviyelerini kontrol eden bir kan testi yaptırmak gereklidir.

Yine benzeri şekilde insülin direnci sendromunun bir parçası olan yüksek tansiyon, düşük “iyi” kolesterol seviyeleri ve yüksek trigliseritler gibi diğer koşulların kontrol edilmesi için de bir takım testlerin yapılması ve sonuçların tıp uzmanları tarafından incelenmesi gereklidir.

Normal şartlar altında insülin direnci teşhisi konulması için arasında aşağıdaki maddelerin en az üç tanesinin görülmesi gereklidir.

  • Erkeklerde 95 cm ve kadınlarda 80 bel çevresi
  • 130/80 veya daha üstünde tansiyon değerleri
  • 100 mg / dL üzerinde bir açlık glukoz / şeker seviyesi
  • 150 mg / dL üzerinde bir açlık trigliserit seviyesi
  • Erkeklerde 40 mg / dL, kadınlarda 50 mg / dL altında HDL kolesterol seviyesi
  • Ciltte lekelenmeler ve akantozis nigrikans adı verilen koyu, kadifemsi cilt lekeleri

Tanısı:

İnsülin direncinin tanısı için açken yapılan kan şekeri ve insülin testi belirleyicidir. Gerekli durumlarda “Şeker yükleme testi” ile kan şekeri ile insülin değerlerinin değişimine bakarak değerlendirme yapılabilmektedir. İnsülin direnci teşhisinde kullanılan HOMA değeri; kan şekeri ve insülin değerlerinden hesaplanan matematiksel bir formülün sonucudur. Ayrıca kan yağları, karaciğer enzimleri gibi bazı veriler de teşhis için yardımcı olabilmektedir.

Tedavisi;

İnsülin direnci tedavisinde öncelikli adım, yaşam tarzı değişiklikleridir. Tıbbi beslenme tedavisi, egzersiz ve hareketin artırılması, uyku düzeninin sağlanması ve sürdürülebilir olması önemlidir. İnsülin direnci tedavisinde tıbbi beslenme tedavisi; bireyin yaşı, cinsiyeti, fiziksel aktivite ve yaşam şekline göre kişiye özgün olarak belirlenir.

  • İnsülin direnci diyeti tüm besin ögelerini yeterli ve dengeli bir şekilde içermelidir
  • Kısa dönem şok programlar uygulanmamalıdır
  • Vücut ağırlığının 6 ayda yaklaşık %5-10’unun azaltılması hedeflenmelidir. Bireyin günlük mevcut kalori alımı hesaplanmalı ve ortalama 400-600 kcal azaltılmalıdır
  • Haftalık 0.5-1kg ağırlık kaybı hedeflenmelidir
  • Sürdürülebilir, uygulanabilir ve lezzetli bir program hazırlanmalıdır
  • Dengeli beslenme programı 4-6 öğünden oluşmalıdır. Sık aralıklarla beslenme bir sonraki öğünde fazla yemeyi önler
  • Günlük protein alımı toplam kalorinin %20-35’ini oluşturmalıdır. Proteinin yeterli miktarda alınması tokluk hissi ve yağsız vücut kitlesini koruması açısından önemlidir
  • Günlük kalorinin %25-35’i de yağlardan alınmalıdır
  • Yağda eriyen vitaminlerin emilimi( A, D, E, K) olumsuz etkilenebileceğinden yağ oranı çok azaltılmamalıdır.
  • Günlük kalorinin %50-65’i de karbonhidratlardan alınmalıdır
  • Basit karbonhidratlar yerine(şeker gibi), kompleks karbonhidratlar (tam tahıl ürünleri, baklagiller) tercih edilmelidir

Yaşam tarzı değişikliğini uygulayamayan veya yarar görmeyen hastalara bazı ilaçlarla tedavi önerilebilir. İştah ve hafif kilo kaybı etkisi gösterir. Metformin özellikle HbA1c % 5.7-6.4 arasındaki açlık ve/veya tokluk kan şekeri normal sınırın üzerinde olan, gebelik diyabeti öyküsü bulunan, vücut kitle indeksi 35’ten büyük hastalarda diyabet gelişme riskini %30 azaltmaktadır.

İnsülin direnci tedavisinde öncelikle bir kan testi yapılarak direnç seviyesi ölçülür. Direncin yüksek olduğu kişilerde 2-3 ay ya da en fazla 6 aylık tedavilerle seviye normale döndürülebilir. İnsülin direnci seviyesi normale döndüğünde de kilo vermenin önündeki engeller kalkmış olur. Dolayısıyla hastaların hızla iştahları kesilir ve kilo verir. Buna ek olarak da kalp hastalığı, kanser tiplerine yatkınlık ve şeker hastalığı da önlenmiş olur.

İnsülin direnci tedavisinde ilaçların da rolü büyüktür. Sağlıklı bir beslenme ve egzersiz programı ile birlikte gerekli ilaçlar kullanıldığı zaman kişi kilo vermeye başlar. İnsülin direncini önleyen ilaçlar şeker tedavisinde de kullanılan ilaçlardır ve 2-3 ay içinde insülin direnci kontrol altına alınıp, seviyesi tamamen normale getirildikten sonra ilaç tedavisi sonlandırılır.

Böylece kilo alımı, aşırı yağlanma, damar yağlanmaları, ateroskleroz yani damar sertliği, kalp damar hastalığı riskleri, karaciğer yağlanması riski, özellikle risk altındaki insanlardaki diyabet hastalığına doğru gidişat tamamen engellenmiş olur. Özellikle şeker hastalığı riski taşıyan hastalarda insülin direnci tespit edilip, doğru tedavi uygulandığında hastalık hiç başlamadan önlenmiş olur. Bu nedenle insülin direnci zamanında tedavi edildiğinde şeker hastalığı riskini ortadan kaldırmak mümkündür.

İnsülin direnci tedavisinde bir başka yaklaşım da insülin fazlalığının sadece dışarıdan insülin verilmesi ile değil Tip 2 diyabetik hastaların tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar ile de teşvik edilmesidir. Bu nedenle tedavi tümüyle ele alınmalıdır.

İnsülin direnci tedavisi doğru ve yeterli beslenme planı, kişinin günlük yaşamı ile uyumlu hale getirilmelidir. Aksi takdirde tedavinin tümüyle kontrolsüz gitmesine neden olabilir. Mümkün olduğu kadar öğünlerde rafine karbonhidrat kısıtlanmalı, yeterli kalori alımı kilo kontrolü hedeflenerek sağlanmalıdır. Beslenmenin şekli ve gıdaların hazırlanması da çok önemlidir. Yemekler yavaş, çok çiğnenerek, doyma hedeflenmeden yenilmelidir.

İnsülin direnci ve diyabet tedavisinde egzersiz ve beslenme ile ilaç tedavisinin zamanlaması oldukça önemlidir. Her hastanın bir sporcu gibi davranmasını beklemek ve onu bu konuda zorlamak doğru değildir. Yeterli düzeyde egzersizi en uygun dönemde yapmaya teşvik etmek gerekir. Komplikasyonlar mutlaka değerlendirildikten sonra egzersiz planlaması yapılmalıdır. Yemeklerden sonraki ilk 30-60 dakika içinde oturma ve çay içme alışkanlığından vazgeçilmelidir.  Bu dönemlerde 10-15 dakikalık yürüyüşler ya da sofra toplama gibi hareketler yapılması daha doğrudur.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın