Kernicterus nedir? Belirtileri, Tedavisi

Sarılık, bebeğin kanında bilirubin adı verilen bir kimyasal biriktiğinde ortaya çıkar. Hamilelik sırasında, annenin karaciğeri bebek için bilirubini uzaklaştırır, ancak doğumdan sonra bebeğin karaciğeri bilirubini atmalıdır.

Bazı bebeklerde karaciğer, bilirubinden kurtulacak kadar gelişmemiş olabilir. Yeni doğan bebeğin vücudunda çok fazla bilirubin biriktiğinde, cildi ve gözlerin beyazları sarı görünebilir. Bu sarı renge sarılık denir.

Şiddetli sarılık çok uzun süre tedavi edilmediğinde kernikterus denen bir duruma neden olabilir. Kernikterus, bir bebeğin kanındaki yüksek bilirubin seviyesinden kaynaklanabilen bir tür beyin hasarıdır. Sarılığın erken tespiti ve tedavisi kernikterusu önleyebilir.

Bilirubin, kırmızı kan hücrelerinin doğal tahribatı sonucu oluşan bir maddedir ve fazlalığı safra üretiminde karaciğer tarafından elimine edilir.

Belirtileri;
  • Tiz ağlama
  • İştah azalması ve normalden daha az beslenme
  • Teselli edilemez ağlama
  • Disket veya gevşek gövde
  • Eksik refleksler
  • Baş ve topukların kemeri, bir yay gibi
  • Kontrol edilemeyen hareketler
  • Kusma
  • Olağandışı göz hareketleri
  • Ateş
  • Nöbetler

Nedenleri;

Kernicterus, tedavi edilmeyen ciddi sarılıktan kaynaklanır. Sarılık yeni doğan bebeklerde yaygın bir sorundur. Çünkü yeni doğan bebeğin karaciğeri bilirubini yeterince hızlı işleyemez. Sonuç olarak Bilirubin bebeğin kan dolaşımında birikir.

Vücutta iki tür bilirubin vardır:

  • Konjuge olmayan bilirubin: Bu tür bilirubin kan dolaşımınızdan karaciğerinize gider. Suda çözünmez, yani suda çözünmez, böylece vücudunuzun dokularında birikebilir
  • Konjuge bilirubin: Bu, karaciğerinizdeki konjuge olmayan bilirubinden dönüştürülür. Konjuge bilirubin suda çözünür, bu nedenle bağırsaklarınız yoluyla vücudunuzdan çıkarılabilir

Konjuge olmayan bilirubin karaciğerde dönüştürülmezse, bebeğin vücudunda birikebilir. Konjuge olmayan bilirubin seviyesi çok yükseldiğinde, kandan ve beyin dokusuna hareket edebilir. Konjuge olmayan bilirubin, bir şey birikmesine neden olursa kernikterusa yol açabilir. Konjuge bilirubin kandan beyne geçmez ve genellikle vücudunuzdan çıkarılabilir. Bu nedenle, konjuge bilirubin kernikterusa yol açmaz.

Teşhisi;

Bilirubin seviyelerini kontrol etmek için kullanılabilecek ışık ölçer bir testir. Bir doktor veya hemşire, ışık ölçeri bebeğinizin kafasına yerleştirerek bebeğinizin bilirubin seviyelerini kontrol edecektir. Işık ölçer bebeğinizin cildinde ne kadar bilirubin olduğunu söyler.

Bilirubini doğru bir şekilde ölçmenin en iyi yolu, bebeğin topuğundan alınan küçük bir kan örneğidir. Bilirubin seviyeleri genellikle bebek 3 ila 5 günlükken en yüksektir. Bebekler en azından yaşamın ilk 48 saatinde 8-12 saatte bir ve yine 5 günden önce sarılık açısından kontrol edilmelidir.

Tedavisi;

Yüksek bilirubin seviyesine sahip bebekler genellikle fototerapi veya ışık tedavisi ile tedavi edilir. Bu tedavi sırasında bebeğin çıplak vücudu özel bir ışığa maruz kalır. Işık bebeğin vücudunun konjuge olmayan bilirubini parçalama oranını arttırır. Bu tedavi hastanede veya evde yapılabilir. Bazı durumlarda bebeğin süt alımının da artırılması gerekebilir. Bebeğe uygulanan tedaviler gerekli cevabı vermediği durumlarda, bebeğin bilirubin seviyeleri hala çok yüksekse, doktor kan değişimi yapabilir.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

 

Paylaşın

Kemik Kanseri nedir? Belirtileri, Tedavisi

Kemik Kanseri, kemikte bir tümörün veya anormal bir doku kütlesi oluşması durumudur. Nadiren gelişen kemik kanseri öncelikle kemik hücrelerinde başlar. Çoğunlukla bacaklarda ve kollardaki kemiklerde ortaya çıkan kemik kanseri, bacakta uyluk kemiğinin bir bölümünde, dize yakın alt bacak kemiğinde ya da kolun omza yakın olan bölümünde sıklıkla görülür. Nadiren de olsa kalça kemiği (pelvis), omuz ya da çene gibi farklı kemiklerde de kemik kanserine rastlanır. Kemikte en çok görülen kemik kanseri türüne “Osteosarkom” adı verilmektedir.

Kemik ya da eklem kıkırdağında başlayan kanserlere primer kemik kanseri denir. “Primer kemik kanseri” terimi, vücudun başka bir yerinde başlayan ve kemiğe yayılan (metastaz) kanserleri kapsamaz. Bu tür kanserler, kemiğe metastaz yapmış meme kanseri gibi başladığı organ ya da dokuya göre adlandırılır. Bunlara ayrıca sekonder kemik kanseri de denir. Bununla birlikte kemik kanseri denildiğinde sadece primer kemik kanserlerinin kastedildiği akıldan çıkarılmamalıdır. Kemik kanseri için olağan tedavi yöntemi cerrahidir. Erken tanı ve tedaviyi takiben sıklıkla olumlu sonuçlar elde edilebilir.

Sebepleri;

Bu tümörlerin oluşmasına katkıda bulunan sebepler ırk, coğrafik faktörler, genetik ve aile hikayesi, cinsiyet ve bazı hormonlar, fıtıklar, büyüme ve gelişme çağı, bazı meslekler, bazı kimyasallar (kemoterapi ilaçları), iyonize radyasyon, kişinin bağışıklık sisteminin durumu, bazı virüsler (EBV, Hepatit B, HPV, Papovavirüsler) olarak sıralanabilir. Bazı durumlarda bu bulgular hiç bulunmazken, bazı durumlarda ise 2’li, 3’lü etki söz konusudur.

Kemik ve yumuşak doku tümörü olan çoğu hastada görülen ağrı genellikle künt ve süreklidir (istirahatte de devam eder) aktivite ile ilgili değildir ve ağrı sıklıkla gece artar.

Bu tümörler düşme, çarpma gibi travmatik sebeplerle oluşmazlar ancak travma(düşme-çarpma, alınan direkt darbe) sonrasında ağrı artar. Patolojik kırık zayıflayan kemikte görülür ve bu da ağrıyı artırır. Bu tümörlerden bazıları hastada ateş ve gece terlemesi yapar. Bazen de ağrısız kitle ile karşımıza çıkarlar. Ayak bileği travmaları gibi durumlarda çekilen filmlerde, tümörler tesadüfen de karşımıza çıkabilir.

Bu durumlarda özellikle kötü huylu kemik ve yumuşak doku tümörlerinin olma olasılığı yüksektir ve vakit kaybedilmeden Ortopedi ve Travmatoloji Merkezi ‘mizden randevu alıp, muayene olunmalıdır.

Belirtileri;

Kemik Kanseri (tümörü) belirtileri başlangıçta fark edilmeyebilir. Çoğunlukla sıradan ancak uzun süre geçmeyen kemik ağrısı şikâyeti oraya çıkan Kemik Kanseri (tümörü)özellikle kaval kemiği, kaburga gibi cildin hemen altındaki kemiklerde şişkinliklere neden olabilir. Bazı durumlarda ise Kemik Kanseri (tümörü)kendi kendine oluşan kemik kırılmaları ile kendini belli etmektedir. Aşağıda sıralanan Kemik Kanseri (tümörü) belirtilerinifark ettiğinizde, mutlaka uzman bir doktora başvurmayı ihmal etmeyin.

  • Uzun süren kemik ağrıları ağrı kesiciler ile de geçmiyorsa
  • Uzun süre hissedilen ağrının şiddeti giderek artıyorsa
  • Kemik ağrısının yanı sıra şişlik ve kızarıklık da fark ediliyorsa
  • Ağrı bölgesinde ele gelen kitle ve sertlik gibi bulgular varsa
  • Ağrınız düşme ya da çarpma gibi yaralanmalarla ilişki ise
  • Kemik ağrınıza iştahsızlık, halsizlik, yorgunluk, ateş, aksama ve döküntü gibi diğer belirtiler de eşlik ediyorsa

Risk Faktörleri

Çoğu kemik tümörlerinin kesin nedeni henüz bilinememektedir. Ancak bazı faktörlerin hastalıkla bağlantılı olduğu bilinmektedir:

  • Genetik sendromlar kanser riskini arttıran faktörler arasında yer almaktadır
  • Yüksek dozda radyasyona maruz kalmak
  • Kötü beslenme ve egzersiz eksikliği
  • Çocuklarda hızlı büyüme, kemiklerin hızlı gelişimi de yine tümör oluşumunda risk faktörü olabilmektedir

Kemik kanseri türleri;

Kemik kanserinin gelişme ve vücuda yayılma seyrinin anlaşılabilmesi için kanserin derecesini belirlemek çok önemlidir. Kemik tümörlerinin belli başlı alt türleri vardır. Kemik kanseri (osteosarkom) alt türlerinin bazılarında hastalık hafif seyrederken, bazılarında ise agresif ilerleyebilir. Kemik tümörleri (kanseri) düşük, orta veya yüksek derece olarak üçe ayrılır. Kemik tümöründe bölünen hücre sayısı az olduğunda, kemik normal bir yapıda görünür. Düşük derece olarak adlandırılan bu gruptaki tümörler daha yavaş seyirlidir.

Yüksek dereceli kemik kanserinde (osteosarkom) ise bölünen hücre sayısı daha fazla olup hızlıca büyür. Yüksek dereceli kemik kanseri daha agresif yapıda olup, diğer organlara yayılma (metastaz) eğilimi daha çoktur. Kemik tümörünün (kanseri) derecesi ve tümörün hangi evrede olduğu, tedavi sürecinin en önemli kısmıdır. Kemik kanseri belirtileri fark edilir fark edilmez tedavi öncesi hastalığın yayılımını belirlemek, oluştuğu bölgedeki tümörün boyutunu ve etkilediği dokuları görebilmek için pek çok tanı yönetimine başvurulur. MR, PET-BT ve patoloji raporu ile hastalığın ne boyutta olduğu belirlenebilir.

Tanısı;

Öncelikle yapılması gereken ilk tetkik kemiklerin rahatlıkla incelebileceği direk grafi (röntgen filmi). Daha sonra tümörün çevre dokularla komşuluk ilişkilerini, kanlanmasını ve yaygınlıklarını incelemek için kemik sintigrafisi, bilgisayarlı tomografi, manyetik rezonans görüntüleme yöntemlerinden faydalanılıyor.

Ancak tüm bu tetkikleri yaptıktan sonra kesin tanıya ulaşmak için ihtiyaç halinde örnekleme, yani biyopsi girişimi yapılabiliyor.

Tedavisi;

Kemik kanserinde tercih edilen tedavi tipi çeşitli faktörlere bağlıdır. Bu faktörler şunlardır:

  • Kemik kanseri türü
  • Kanserin vücuttaki yeri
  • Kanserin ne kadar agresif olduğu
  • Yayılıp yayılmadığı

Kemik kanseri tedavisinde tercih edilen yöntemler şunları içerir:

  • Cerrahi tedavi; Cerrahi tedavi ile kanser ve onu çevreleyen kemik dokusunun çıkarılması amaçlanır. Kemik kanseri için tercih edilen en yaygın tedavi şeklidir. Tam bir tedavi için cerrahi yolla kanserli hücrelerin tamamen çıkarılması gerekir. Kanser dokusunun bir kısmı çıkarılamazsa kitle büyümeye ve nihayetinde yayılmaya devam edebilir. Bu durumda radyoterapi gibi ek tedaviler gerekli olabilir. Ekstremite koruyucu cerrahi veya ekstremite kurtarma cerrahisi, uzvun kesilmesine gerek kalmadan cerrahi müdahalenin yapılması anlamına gelir. Bununla birlikte, işlemden sonra kişinin ilgili kol ya da bacağını tekrar kullanabilmesi için rekonstrüktif cerrahiye (düzeltme ameliyatı) ihtiyacı olabilir. Bu amaçla, çıkarılan kemiğin yerini doldurmak için vücudun başka bir kısmından alınan kemik veya yapay bir kemik kullanılabilir. Fakat bazı olgularda ekstremite koruyucu cerrahi ile kanserli dokuyu tamamen çıkarmak mümkün olmaz. Bu durumda kanserli uzvun kesilmesi gerekebilir. Bununla birlikte cerrahi yöntemler geliştikçe bu durumla giderek daha nadir karşılaşılmaktadır.

  • Radyoterapi; Radyoterapi birçok kanser türünün tedavisinde yaygın olarak kullanılır. Bu yöntemde yüksek enerjili X-ışınları ile kanser hücreleri hedeflenir. Radyoterapi, cerrahiye ek olarak verilebileceği gibi, cerrahi gereksinimi olmayan hastalara tek başına da verilebilir. Ewing sarkomunun standart tedavisidir. Diğer kemik kanserlerinde ise kombinasyon tedavisinin parçası olarak verilir. Kombinasyon tedavisi, başka bir tedavi türüne ek olarak radyoterapi verilmesidir. Bu yöntemin bazı durumlarda daha etkili sonuçları olabilir.
  • Kemoterapi; Kanser hücrelerini yok etmek için güçlü ilaçların kullanılmasını içerir. Eving sarkomu olan veya yeni bir osteosarkom tanısı alan hastalara genellikle kemoterapi tedavisi verilir. Ayrıca kemoterapi ve radyoterapi birlikte de tercih edilebilir.
  • İmmunoterapi; İmmunoterapi, kanser hücrelerinin büyümesine neden olan bir molekülü hedef alan ve onunla etkileşime girerek etki gösteren ilaçların kullanıldığı tedavi şeklidir. Osteosarkomlu hastalarda kullanılabilen bir yöntemdir ve hastaya diğer tedavi seçeneklerine ek olarak verilebilir.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Katarakt nedir? Belirtileri, Nedenleri, Tedavisi

Katarakt, göz merceğinde oluşan yoğun bulutlu durumdur. Gözdeki proteinler, göz merceğinin retinaya net görüntüler göndermesini engelleyen kümeler oluşturduğunda katarakt başlar. Retina, mercekten gelen ışığı sinyale dönüştürerek çalışır. Sinyalleri beyne taşıyan optik sinire gönderir.

Katarakt, yavaş gelişen bir rahatsızlıktır. Her iki gözde de katarakt olabilir, ancak genellikle aynı anda oluşmazlar. Katarakt daha çok yaşlılarda yaygındır.

Nedenleri;

Gözün iris denen renkli kısmının arkasında bulunan göz merceğini oluşturan kristalin adlı proteinlerde kimyasal değişiklikler ve proteolitik ayrışmalar oluşur. Bunun sonucunda yüksek molekül ağırlıklı protein kümeleri oluşur ve sisli, lekeli, bulanık görme ortaya çıkar. Bu kümelenmeler zaman içinde artarak ışığın göz içinde yer alan merceğe girmesini engelleyen bir perde oluşturur ve göz saydamlığını azaltır. Gözde ekelenmeler oluşturur.

Bu kümelenmeler ışığın dağılmasını engelleyerek, görüntünün retinaya düşmesini engeller. Ancak ailede katarakt hikayesinin varlığı, farklı sağlık sorunları ve hastalıklar, genetik bozukluklar, geçirilen göz ameliyatları, gözlerin uzun süre güneş ışığına maruz kalması, şeker hastalığı, uzun süreli steroid ilaçlarının kullanımı, göz travmaları ve üveit tarzı göz hastalıkları gibi pek çok durumdan da kaynaklanabilir.

Belirtileri;

  • Görmede yavaş yavaş azalma
  • Işığa hassasiyet (göz kamaşması)
  • Çift görme
  • Okuma zorluğu
  • Gece görüşünde bozulma
  • Renklerde soluklaşma veya sararma
  • Gözlük numaralarının sık değişmesi

Tedavisi;

Dünyagöz’de gerçekleştirilen lazerle katarakt tedavisi, gözün içerisindeki doğal mercek ileri teknoloji femtosaniye lazer cihazı yardımıyla yapılan mükemmel kesi ile çıkarılır. Bilgisayar yardımıyla çalışan ve göz içine yerleşecek yeni merceğin tam randıman ile çalışmasını sağlayan femtosaniye lazer teknolojisi, katarakt operasyonlarında dünyadaki en ileri teknoloji olmanın yanı sıra, operasyon sonrasında hastaların yaşam kalitesini de olumlu olarak etkileyecek önemli bir etkendir.

Katarakt tedavisinde, en az kullanılan lazer teknolojisi kadar önemli bir başka etken ise göz içerisine yerleştirilecek olan yapay merceklerde kullanılan teknolojidir. Gözde saydamlığını kaybetmiş ve net görememeye sebep olan doğal merceğin yerine geçen göz içi mercek seçimi, operasyonunun hasta için kazanımlarında belirleyici en önemli etkendir. Kataraktın yanı sıra, yakın, uzak ve orta mesafedeki görme kusurlarına da çözüm getirebilen göz içi mercekler; monofokal (tek odaklı), bifokal (çift odaklı) ve tri-fokal (üç odaklı) olmak üzere üçe ayrılır. En ileri teknoloji tri-fokal akıllı merceklerin kullanıldığı katarakt ameliyatlarının ardından hastalar, bir daha asla gözlük kullanmak zorunda kalmazlar. Monofokal ve bifokal mercek kullanılan operasyonlar katarakta çözüm getirirken, hastaların gözlük kullanımı için bir çözüm sunmazlar.

Katarakt ameliyatı nedir?

Katarakt ameliyatı, modern tekniklerin gelişimi ile iğnesiz, narkozsuz ve ağrısız bir şekilde gerçekleştirilerek, hasta aynı gün eve dönebilmektedir. Katarakt ameliyatı öncesinde, göz içinde kullanılacak merceğin kalitesi, hekimin tecrübesi ve operasyonun uygulandığı kurumun hem hijyen hem her hasta için tek seferlik tıbbi sarf malzemesi kullandığından emin olunması, ameliyatın başarısı açısından büyük önem taşır.

Oluşmuş kataraktın ilaç veya gözlükle tedavisi mümkün değildir. Kataraktın tek tedavisi ameliyattır. Katarakt ilerledikçe görmeyi belirgin olarak azaltarak hastanın yaşantısını rahatsız etmeye başlar. Katarakt ameliyatı için kullanılan teknoloji ve göz içine konulan merceğin kalitesi ameliyatın başarısını ve en önemlisi hastanın görme kalitesini belirler. Tüm katarakt rahatsızlığı olan hastaların, sorgulaması gereken en önemli konu gözlerinin içine konulacak merceğin kalitesi olmalıdır.

Katarakt riskinizi artıran faktörler;

  • Artan yaş
  • Diyabet
  • Güneş ışığına aşırı maruz kalma
  • Sigara içmek
  • Şişmanlık
  • Yüksek tansiyon
  • Önceki göz yaralanması veya iltihap
  • Önceki göz ameliyatı
  • Kortikosteroid ilaçların uzun süreli kullanımı
  • Aşırı miktarda alkol kullanmak

Katarakttan nasıl korunulur?

İrisin arkasında bulunan mercek, göze giren ışığı odaklayarak keskin ve net bir şekilde görmeyi sağlar. Yaşın ilerlemesi ile birlikte göz içinde yer alan mercek kalınlaşır ve esnekliğini kaybeder. Esnekliğin kaybolması ile yakını ve uzağı odaklama problemleri görülür. Mercek içinde yer alan dokuların bozulması, ve protein birikmesi sonucu mercek üzerinde lekelenmeler oluşur ve bu durum ışığın dağılmasını engeller. Böylece görüntü retinaya ulaşamaz ve görme duyusu bozulur ve hatta tamamen görememe gibi problemler de oluşabilir. Katarakt oluşumunu tam olarak engellemek mümkün değildir. Ancak hastalığa yakalanma riskleri şu şekilde azaltılabilir:

  • Gözleri güneş ışığından korumak ve direkt olarak güneşe bakmamak
  • Sigarayı bırakmak
  • Sağlıklı ve dengeli beslenme
  • Şeker hastalığını kontrol altında tutmak
  • Sağlıklı bir yaşam için siz de kontrollerinizi düzenli aralıklarla yaptırmayı ihmal etmeyin.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

 

Paylaşın

Kasık Fıtığı nedir? Belirtileri, Tedavisi

Kasık bölgesine yakın karın bölgesinde oluşan bir rahatsızlık olan Kasık Fıtığı, karın içi organlarından birinin, çoğunlukla bağırsağın bir kısmının, kasık kısmında yer alan karın zarı duvarının zayıf bir noktasından dışa doğru cilt altından çıkmasıdır. 

Başlangıçta ayakta, hapşırınca, öksürünce, ıkınma ve zorlanma ile karın içi basıncın artmasına bağlı olarak kasık bölgesinde görünür olan fıtık, kişi yattığında görünmez olur. Ancak tedavi edilmemesi durumunda fıtık genişleyerek şişlik artar. Beslenme ve diyet, egzersiz ya da ilaç yardımıyla zaman içinde kendi kendine iyileşmez. Toplumda yaklaşık olarak her 10 erkekten birinde görülen kasık fıtığının üç tipi bulunur: Direkt herni, indirekt herni ve femoral herni.

Nedenleri;

Kasık fıtığı doğuştan olabileceği gibi sonradan da oluşabilir. Genellikle farklı durumlara bağlı olarak vücudun aşırı zorlanması ile ortaya çıkan kasık fıtıklarının tek ve net bir nedeni olmayabilir.

  • Şişmanlık
  • Kabızlık
  • Ağır yük kaldırma
  • Şiddetli öksürük
  • Hamilelik
  • Karın içi tümörleri
  • Prematüre doğmak
  • Prostat hastalıkları
  • Aşırı egzersiz
  • Sigara kullanımı
  • Daha önce fıtık ameliyatı geçirmiş olmak
  • Kronik kabızlık
  • Kalıtımsal nedenler
  • Bağ dokularının zayıflaması
  • Travmalar
  • Karın kaslarını zorlayıcı hareketler fıtık oluşumuna yol açabilir

Kasık fıtığının en çok erkeklerde görülmesinin sebebi ise erkeklerin kasık kanalının doğumsal olarak kadınlara göre daha zayıf olmasıdır. Normal şartlarda testisler doğumdan sonra kasık kanalından testis torbasına doğru aşağıya iner ve kanal kapanır. Kapanmadığı veya zayıf olduğu durumlarda ise fıtık meydana gelebilir.

Kasık fıtığı türleri nelerdir?

  • Direkt İnguinal Herni: Bu tür fıtık, doğrudan karın duvarından çıkarak oluşur. %40 oranında iki taraflı meydana gelir. Genellikle kaslardaki zayıflama sonucu ileri yaşlarda gözlemlenir. Görünümü yarım aya benzer ve çok büyük değildir. İnguinal kanalından çıkmaz ve karın içine el ile itilebilir
  • Femoral Herni: Daha çok kadınlarda görülen fıtık türüdür. Kasık bölgesinde yer alan ve bacağa giden ana damarlar, femoral ring adlı dar ve yaklaşık 2 cm uzunluğunda bir açıklıktan geçer. Daha çok hamilelik ve fiziksel zorlama sonucunda meydana gelir
  • İndirekt İnguinal Herni: En sık görülen kasık türüdür, inguinal kanalın içinden çıkar. Erkeklerde kadınlara oranla 10 kat daha fazla gözlemlenir. Genellikle doğuştan meydana gelir

Belirtileri;

Bazı fıtıklar, rutin kontroller esnasında fark edilir ve herhangi bir yakınmaya yol açmaz. Kasık fıtıkları akut olarak belirti göstermese de genellikle kasık bölgesinde şişlik ya da kabarıklık ile karakterizedir. Kişi genellikle kasığında gevşeme ve sonrasında ağrı hisseder. Yumuşak ve içe bastırılabilir durumdaki bu şişlikler, karın içi basıncın arttığı durumlarda görünür ve kişi yattığında yok olur.

Şişlik üzerinde yanma ve ağrı hissi olabilir. Ağır kaldırma esnasında basınç hissi, rahatsızlık ve acı hissedilir. Yemeklerden sonra ağrı hissedilebilir ve bazı durumlarda kabızlığa yol açabilir. Bazı tiplerinde fıtık testis torbasına iner ve bu bölgede şişlik görülür. Çoğu zaman tanısı fizik muayene ile konulsa da bazı durumlarda hekim tarafında kasık ultrasonu istenir.

Tanısı;

Genellikle sadece muayene sonucu fıtık teşhisi konulur. Bazen çok küçük fıtıklarda ultrasonografi yardımıyla da teşhis konulabilir.

Tedavisi;

Tek tedavi ameliyatla onarılmasıdır. Kasık fıtığı, tanı konulduğunda ameliyat edilmelidir. Tedavi için beklenmesi gereken bir yaş sınırı yoktur. Operasyona engel bir durum yoksa doğumdan itibaren görüldüğü zaman yapılmalıdır. İlaç tedavisi veya kendiliğinden iyileşmesi söz konusu değildir. Fıtık bağı benzeri uygulamaların günümüzde yeri yoktur.

Cerrahi tedavi öncesi iyi bir öykü alımı(geçirilmiş hastalıklar, kanama eğilimi ve ailede genel anestezi alanlarla ilgili bilgiler) ve tam kan sayımı hazırlık için yeterlidir. Operasyon günübirlik cerrahi(daysurgery) tarzında yapılır. Operasyondan kısa bir süre önce hastaneye yatırılan hastalar operasyondan 3 saat sonra evine gönderilir.

Ameliyat edilmeyen kasık fıtıkları boğulma riski taşırlar. Bu olasılık ilk aylarda en yüksek olup, 6 aydan küçük bebeklerde % 60’a kadar ulaşabildiği bildirilmektedir. Yerine tekrar yerleştirilemeyen boğulmuş fıtıklarda acilen ameliyat gereklidir. Bu olgulara müdahale edilmediğinde, barsak tıkanıklığı belirtileri(kusma, karın şişliği, gaita yapamama, düşkünlük ve ağrı); etkilenen barsak parçasında ya da testisin damarları ve sperm yolunda beslenme bozukluğu sonucu hasar ve testis kaybı meydana gelebilmektedir. Aynı durum, fıtık kesesi içinde yumurtalığı bulunan kızlarda, yumurtalık için de geçerlidir.

Kasık fıtığının riskleri nelerdir?

Kasık fıtığı, oluşumunda rol oynayan iç organların dışa sarkması ve sıkışması sonucu hayatı tehdit edecek boyutlara ulaşabilir. Bu risk çoğunlukla fıtığın boğulması sonucu oluşur. Sıkışmış fıtıklarda önceleri yumuşak olan kubbe şeklindeki çıkıntı, gergin, ağrılı ve yatınca küçülmeyen bir hâl alır. Sıkışan organ yeteri kadar kan ile beslenemediği için kangren oluşumuna, delinmeye ya da karın içi zarının iltihaplanması olarak bilinen peritoniteye sebep olabilir. Boğulmuş fıtık mutlaka acil olarak opere edilmesi gereken bir durumdur.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Karpal Tünel Sendromu nedir? Belirtileri, Tedavisi

Medyan sinirin el bileği seviyesinde, Karpal Tünelden geçerken sıkışması sonucu oluşan duruma Karpal Tünel Sendromu denir.  Medyan sinir, elinizin avuç içi tarafında bulunur. Medyan sinir, baş parmağınıza, işaret parmağınıza, uzun parmağınıza ve yüzük parmağınızın bir kısmına his (hissetme yeteneği) sağlar. Başparmağa giden kasa dürtüyü sağlar. 

Karpal Tünel Sendromu bir veya iki elinizde ortaya çıkabilir. Bireyin bilek anatomisi, diğer sağlık sorunları ve aynı el hareketlerinin sürekli tekrarlanması Karpal Tünel Sendromunun ortaya çıkmasına sebep olabilir. Uygulanacak doğru tıbbi tedaviler karıncalanma ve uyuşma hislerini hafifletir. Bu sayede bilek ve el tekrar normal işlevlerini yerine getirebilir bir hal alır.

Nedenleri;

Genellikle sebep belirsizdir. Sinir üzerindeki basınç birkaç şekilde ortaya çıkabilir:

  • Tenosinovit adı verilen parmakları büken kirişlerin çeperlerinin şişmesi, eklem çıkıkları, kırıklar, yumuşak doku tümörleri, kanal hacmini daraltan damar ve kas anomalileri, artrit gibi durumlar;
  • bileği uzun süre bükülü tutmak gibi postürel nedenler karpal tüneli hacmini daraltabilir.
  • Doğumsal nedenler, gebelikte olduğu gibi vücutta sıvı birikimi, tünelde daralmaya ve Karpal Tünel Sendromu benzeri belirtilere yol açabilir. Ancak, bu belirtiler doğum sonrasında sıklıkla ortadan kalkar.

Karpal tünel içerisindeki basınç normal el bileğinde 7-8 mmHg’dir. El bileğinin içe ve dışa doğru bükülmesi sırasında karpal tünel 2 ila 3 kat daralır ve kanal içerisindeki basınç 90 mmHg’ya kadar yükselebilir. Kanal içerisinde uzun süre devam eden 30 mmHg civarındaki basınç, şikayetlerin başlaması için yeterli olur. Bu nedenle el bileğini çok kullanan kişilerde Karpal Tünel Sendromuna daha sık rastlanır.

Ek olarak, şeker hastalığı, tiroid hastalıkları, romatoid artrit, gut ve aşırı şişmanlık gibi durumlarda; özellikle 30-60 yaş grubu kadınlarda daha sık görülür. Karpal Tünel Sendromu aynı zamanda, her iki el bileğinde de görülebilir.

Belirtileri;

Hastalar gece uykuya daldıktan birkaç saat kadar sonra tüm elde şişme hissi ve uyuşma karıncalanma hissi ile uyanırlar. Parmaklar sertleşmiştir, hasta ellerini şişmiş ve gerilmiş hisseder; fakat gerçekte objektif bir değişiklik gözlenmez. Hastalar ellerini sallar ve ovarlar, çoğunlukla yataktan kalkarlar ve kısa süre sonra rahatlarlar. Bazen bir gece içinde birçok kez tekrarlayan uyuşmalar olur ve hastalarda ciddi uyku bozukluğuna yol açar. Nadir olmayarak eldeki uyuşmalar on kol omuz ve boyuna kadar çıkar. Ellerin çok kullanıldığı işlerde ev hanımlarda çok çamaşır yıkamadan ve temizlik işlerinden sonra şikâyet artar. İlerleyen dönemde kuvvet kaybı ve avuç kaslarında erime ortaya çıkar.

Kimler risk altında?

Özellikle işi esnasında el ve bilek hareketlerini aynı şekilde tekrarlayan ve zorlayan kişilerde görülen Karpal Tünel Sendromu, aşırı el işi yapan ev hanımları, daktilo ve bilgisayar kullanımının sık olduğu bankacılık sektörü çalışanları, sekreterler, müzik aleti çalanlar, el ve bilek hareketleri gerektiren aletler ve titreşimli aletleri kullananları daha çok etkiliyor. Bunların dışında şeker hastalığı, hipotiroidi, romatizmal hastalıklar, aşırı şişmanlık, gut hastalığı, doğum kontrol haplarının kronik kullanımı, gebelik durumları (3-4 gebelikten birinde görülür ve geçici bir durumdur), böbrek yetmezliği, kalp yetmezliği, kortizol kullanımı, büyüme hormonunun aşırı salgılandığı durumlar da hastalık için risk oluşturuyor. Hastalığın kanalı daraltan herhangi bir durumda da ortaya çıkabiliyor; el bileğinde oluşabilecek kırıklar, yumuşak doku tümörleri, eklem kistleri, yağ bezeleri, kas ve damar anomalileri gibi durumlarda da bu tünelin daralabileceğini ve sinir sıkışmasının ortaya çıkabileceğini belirtiliyor ve hastalığın 20 kişiden birinde görülmekle birlikte, özelikle 40 yaşın üzerindeki kadınlarda erkeklerden dört kat daha fazla rastlanıyor ancak kalıtsal olmuyor.

Teşhisi;

Karpal Tünel Sendromu teşhisi konulması sürecinde doktor bireyin tıbbi geçmişini öğrenmek üzere birkaç soru sorabilir, bir fizik muayene gerçekleştirebilir ve bu esnada kesin tanı koyabilmek için Karpal Tünel Sendromu testi yapabilir.

Belirtilerin nasıl geliştiğinin sorgulanması, örneğin küçük parmağın median sinir ile bağlı olmaması, bu parmakta da aynı belirtiler görüldüğünde farklı bir durumun söz konusu olduğunun ortaya çıkmasına yardımcı olabilir.

Fiziksel muayene esnasında bireyin parmaklarındaki hissetme derecesi ve el kaslarının gücü test edilecektir. Bileği bükmek, sinire dokunmak veya sadece sinire basmak bile birçok vakada semptomları tetikleyebilir.

Bazı durumlarda bilek ağrısının diğer nedenleri arasında olan artrit veya kırık ihtimalleri ortadan kaldırmak için etkilenen bileğin röntgeni çekilebilir. Ancak bu doğrudan karpal tünel sendromu tanısında yardımcı olmaz.

Elektromiyografi testi kaslarda üretilen küçük elektrik deşarjlarının seviyelerini ölçer. Bu test sürecinde doktor kaslar kasıldığında ve dinlendiğinde değişen elektriksel aktiviteyi değerlendirmek için bireyin belirli kaslarına iğne inceliğinde elektrotları yerleştirir. Bu test, hem median sinir tarafından kontrol edilen kaslara verilen hasarı tanımlayabilir hem de olası diğer koşulların varlığı ihtimalini ortadan kaldırabilir.

Sinir iletim çalışması ise elektromiyografinin bir başka türüne verilen isimdir. Bu karpal tünel sendromu testi türünde bireyin cildine iki adet elektrot bantlanır. Elektriksel uyarıların karpal tünelde yavaşlayıp yavaşlamadığını görmek için median sinir üzerinden küçük bir şok geçirilir.  Bu test sayesinde durum teşhis edilebilir ve diğer tıbbi durumların varlık ihtimali ortadan kaldırılabilir.

Tedavisi;

Konservatif Tedavi; İleri duyusal ve hiçbir motor bozukluğu olmayan hastalarda bileği nötral pozisyonda tutan fakat parmakların serbestleşmesine imkân veren gece istirahat bileklikleri çok faydalı olduğunu görüyoruz.

Karpal kanala hidrokortizon enjeksiyonu sonrasında uzun süre şikâyetler ortadan kalkar. Ağızdan düşük doz kortizon tedavisinin iyi sonuçlar verdiği bildirilmiş olsa da bu tedavinin daha sonraki sonuçlarından bahsedilmemiştir.

Cerrahi tedavi; İlaç tedavisi ile şikâyetleri geçmeyen hastalara daha fazla zaman geçirmeden yani sinir harabiyeti daha fazla artmadan cerrahi tedaviye alınmalıdır. Cerrahi olarak sinir üzerindeki bası ortadan kalktığında sinir üzerindeki harabiyette daha fazla ilerlemeden duracaktır Bu cerrahi müdahale için hastanın hastanede yatması gerekmez. Ayaktan gelen bir hastada lokal anestezi ile o bölge uyuşturulur.

Korunmak için neler yapılabilir?

  • Mevcut kronik hastalıklar kontrol altına alınmalıdır
  • El ve el bileklerini aşırı zorlayan işlerden kaçınılmasına, meslekleri nedeni ile el ve parmaklarını aşırı kullanan kişilerde, örneğin bilgisayar ve klavye kullanırken bileğin uzun süre bükülü kalmamasına, ergonomik tasarlanmış fare, klavye ve ofis malzemesi kullanılmasına özen gösterilmelidir
  • Karpal Tünel Sendromundan korunmak için yaşam tarzı, düzenli yürüyüş ve yüzme çok önemli ve  etkilidir
  • Vücudumuzda en ağır metabolizmaya sahip dokulardan birisi sinirlerimizdir. Spor, kardiyo egzersizleri ve yüzme vücuttaki yağ oranını ve ödemi azalttığı, aynı zamanda bütün dokulara giden kanlanmayı artırdığı için bileğimizdeki sinirlere de fayda sağlamakta ve Karpal Tünel Sendromuna karşı güçlü bir koruma oluşturabilir.
  • El ve el bileğinin aktif olarak kullanıldığı spor dallarını yoğun olarak yapan kişilerin el ve bileklerini koruyucu atel, bandaj ve özel olarak tasarlanmış eldivenler ile korumaları  gerekmektedir
  • Fazla kilonun zarar verdiği organlarımızdan birisi de ellerimizdir. Özellikle aşırı kilolu kişilerde Karpal Tünel Sendromuna daha sık rastlanmaktadır. Bu nedenle, ideal kiloda kalmaya özen gösterilmeli ve B vitaminini ileri derecede kısıtlayan diyetlerden kaçınılmalıdır
  • Karpal Tünel Sendromu oluştuktan sonra belirli bir koruyucu egzersiz yoktur. Ancak hastalığın oluşmasını ve ilerlemesini önlemek için özellikle “risk taşıyan kişilere özel” egzersizler vardır. Hastalıktan korunabilmek için,  gün içinde uzun süre aynı pozisyonda hareketsiz kalan el ve el bileğinin belirli aralıklarla dinlendirilmesi,  dairesel egzersizler yaparak eklemlerin rahatlatması, sinir germe, sinir kaydırma ve tendon kaydırma egzersizleri, yararlı olabilmektedir
Paylaşın

Karbonmonoksit zehirlenmesi nedir? İlkyardım

Herkes gün boyunca az miktarda karbonmonoksite maruz kalır. Bununla birlikte, çok fazla solumak karbonmonoksit zehirlenmesine neden olabilir. Yetersiz havalandırılan veya kapalı bir alanda (garaj gibi) sıkışırsa karbonmonoksit tehlikeli seviyelere yükselebilir. Bu dumanları solumak, kan dolaşımınızda karbonmonoksit birikmesine neden olur ve bu da ciddi doku hasarına yol açabilir. 

Karbonmonoksit zehirlenmesi son derece ciddidir ve yaşamı tehdit edebilir. Siz veya tanıdığınız biri karbonmonoksit zehirlenmesi belirtileri gösterirse hemen 112’yi arayın.

Belirtileri;

  • Aşırı yorgunluk, huzursuzluk
  • Grip belirtileri
  • Bulantı- kusma, baş dönmesi, karıncalanma
  • Cilt ve tırnaklarda kısa süreli kiraz kırmızısı renk değişimi
  • Göğüs ağrısı, çarpıntı hissi, tansiyon düşüklüğü
  • Solunum durması, kalp durması, koma

İlkyardım;

  • Kişi ortamdan uzaklaştırılır
  • Hareket ettirilmez
  • Yaşam bulguları değerlendirilir (ABC)
  • Hava yolu açıklığı sağlanır
  • Tıbbi yardım istenir (112)

İlkyardım yapacak kişinin öncelikle kendisini de, karbonmonoksit dumanından koruması gerekir. Camlar açılmalı ya da kırılmalı, elektrik düğmelerinden kesinlikle uzak durulmalı ve zehirlenen kişi o ortamdan hızla uzaklaştırılarak açık havaya çıkarılmalıdır. Açık havaya çıkıldığında ya da tehlikeden uzaklaşıldığında, ağız ve burun temizlenmeli, zehirlenen kişinin nefes alıp vermesi durmuşsa, suni solunuma (Temel Yaşam Desteğine) başlanmalıdır. Bu işlemler yapılırken aynı anda en yakın sağlık kurumuna da gidecek şekilde ambulans çağrılmalıdır.

Nasıl tedavi edilir?

Karbonmonoksit zehirlenmesinin tedavisi, hastanın klinik durumuna ve kandaki “karboksi hemoglobin (COHb)” miktarına göre yapılır. Hastalara, serum takıldıktan sonra, hayati durumu kontrol altına alınıp, kalp, akciğer ve beyin fonksiyonları değerlendirilir. Karbonmonoksit zehirlenmesi şüphesi olan veya teşhisi konulan her hastaya, hızla yüksek dozda (tercihen %100) oksijen verilir.

Ağır karbonmonoksit zehirlenmesinde, kalp-dolaşım sistemi ve nörolojik bozuklukların görülme ihtimali yüksek olduğundan, yaklaşık 4 saatlik %100 oksijen tedavisine rağmen düzelmezse, hiperbarik oksijen tedavisine başlanması gerekir. Hiperbarik Oksijen Tedavisi (HBOT), tümüyle basınç odasına giren hastaya, yüksek basınçlarda, aralıklı olarak %100 oksijen solutulmasıyla uygulanan bir tedavi şeklidir. Özellikle beyin başta olmak üzere, hayati organlardaki karbonmonoksitten etkilenmiş hücrelere oksijen sağlanarak, canlılığı devam ettirilir, daha fazla hasar görmemesi sağlanır.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Kanser nedir? Belirtileri, Nedenleri, Türleri

Kanser, ilgili hastalıkların tümüne verilen ortak addır. Tüm kanser türlerinin ortak özelliği vücut hücrelerinin bir kısmında başlar durmadan bölünerek çevre dokulara yayılır. Kanser, trilyonlarca hücreden oluşan insan vücudunun hemen hemen her yerinde başlayabilir.

Normalde insan hücreleri, vücudun ihtiyaç duyduğu yeni hücreler oluşturmak için büyür ve bölünür. Hücreler yaşlandığında veya hasar gördüğünde ölürler ve yerlerini yeni hücreler alır. Ancak kanser geliştiğinde, bu düzenli süreç bozulur. Hücreler giderek daha fazla anormal hale geldikçe, eski veya hasarlı hücreler ölmeleri gerektiğinde hayatta kalırlar ve ihtiyaç duyulmadığı halde yeni hücreler oluşur.

İhtiyaç duyulmadığı halde oluşan yeni hücreler, durmadan bölünebilir ve tümör adı verilen yapıyı oluştururlar. Kanserli tümörler kötü huyludur, yani yakındaki dokulara yayılabilir veya istila edebilirler. Ayrıca bu tümörler büyüdükçe bazı kanser hücreleri parçalanarak kan veya lenf sistemi yoluyla vücuttaki uzak yerlere gidebilir ve orijinal tümörden uzakta yeni tümörler oluşturabilirler.

Kötü huylu tümörlerin aksine, iyi huylu tümörler yakın dokulara yayılmaz veya bunları istila etmez. Bununla birlikte, iyi huylu tümörler bazen oldukça büyük olabilir. Çıkarıldıklarında genellikle geri büyümezler, oysa kötü huylu tümörler bazen büyüyebilirler.

Kanser nasıl oluşur?

Kanser bir genetik hastalıktır veya diğer deyişle, hücrelerimizin işlev gösterme biçimini, özellikle de nasıl büyüyeceklerini ve bölüneceklerini, kontrol eden genlerdeki değişiklikler kansere yol açar.

Kansere neden olan genetik değişiklikler anne ve babalarımızdan kalıtım yoluyla geçebilmektedir. Hücreler bölünürken meydana gelen hatalardan dolayı veya çevremizdeki belirli etmenlere maruz kalmanın neticesinde DNA’da oluşan hasarın sonucu olarak kişinin yaşamı boyunca da ortaya çıkabilirler. Kansere neden olan çevresel maruziyetlere sigara dumanındaki kimyasallara benzer maddeler ve güneşin ultraviyole ışınları gibi radyasyon dahil edilebilir.

Her bireyde görülen kanser kendine özgü genetik değişikliklerin birleşimine sahiptir. Kanser büyümeye devam ettikçe ilave değişiklikler meydana gelecektir. Farklı hücreler, aynı tümör içerisinde bulunsalar dahi, farklı genetik değişikliklere sahip olabilirler.

Genelde, kanser hücreleri normal hücrelerden daha fazla genetik değişikliğe (örnek olarak DNA’daki mutasyonlar gibi) sahiptir. Bu değişikliklerden bazıları kanserle hiçbir bağlantıya sahip değildir veya kanserin nedeni olmaktansa kanserin sonucu olabilirler.

Nedenleri;

Araştırmacılar, kanserin birçok faktörün etkileşimi sonucu oluştuğu kanısındadırlar. Doğuştan gelen, yani değiştirilemeyen faktörler ile değiştirilebilir ve çevresel faktörlerin kanserin oluşumunda rol oynadığı düşünülmektedir.

Değiştirilemeyen faktörler arasında; yaş, cinsiyet, genetik risk faktörleri ve aile öyküsü yer almaktadır. Değiştirilebilir faktörler; yaşam biçimi – fiziksel aktivite azlığı, sigara ve alkol tüketimi, düzensiz beslenme, stres çevresel faktörler ise çevre kirliliği ve radyasyon şeklinde belirtilmektedir.

Dünya çapında kanser sıklıkları bölgelere göre değişmekle birlikte, en sık görülen kanser türleri meme kanseri, akciğer kanseri ve kolon (bağırsak) kanseridir. Dünyada her yıl 13 milyon, Türkiye özelinde ise her yıl 150 bin yeni kanser vakası görülmektedir. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, 2020 yılında tüm dünyada kanserli vaka sayısının yüzde 30 artarak yaklaşık 17 milyara ulaşacağı tahmin edilmektedir.

Kanser riskini en aza indirmek için, kanser oluşumunda rol oynayan faktörlerin farkında olmak, gerekli önlemleri almak ve belirli dönemlerde erken tanıya yönelik testlerin yaptırılması büyük önem taşımaktadır.

Kanseri oluşturan etkenler nelerdir?

Kansere katkıda bulunan genetik değişiklikler üç ana gen türünü etkileme eğilimindedirler; proto-onkogenler, tümör süpresör genler ve DNA’yı tamir eden genler. Bu değişikliklere bazen kanseri oluşturan etmenler adı verilir.

Proto-onkogenler normal hücre büyümesi ve bölünmesinde yer alırlar. Bununla birlikte, bu genler belirli yollarla değişime uğradıklarında veya normalden daha aktif hale geldiklerinde, kansere neden olan genler (veya onkogenler) haline gelerek hücrelerin büyüyerek ölmeleri gereken zamanda yaşamlarını sürdürmelerine imkan tanırlar.

Tümör süpresör genler de hücre büyümesinin ve bölünmesinin kontrolünde yer alırlar. Tümör süpresör genlerde belirli değişikliklerin olduğu hücreler kontrolsüz şekilde bölünebilirler.

DNA’yı tamir eden genler, hasar görmüş DNA’nın tamirinde yer alırlar. Bu genlerde mutasyonların görüldüğü hücreler diğer genlerde ilave mutasyonlar geliştirme eğilimindedirler. Bu mutasyonlar, bir araya gelerek, hücrelerin kanseröz hale gelmesine neden olurlar.

Bilim adamları kansere yol açan moleküler değişiklikler hakkında daha fazla bilgi edindikçe, belirli mutasyonların birkaç kanser türünde yaygın şekilde meydana geldiklerini belirlemişlerdir. Bu nedenle, kanserler bazen sadece vücutta geliştikleri yerden ve kanserin mikroskop altında nasıl göründüğünden ziyade kendilerine neden olduğuna inanılan genetik değişikliklerin türlerine göre nitelendirilirler.

Kanser ne zaman yayılır?

Vücutta ilk başladığı yerden başka bir yere yayılmış kansere metastatik kanser adı verilir. Bir kanserin vücudun diğer bölgelerine yayılması süreci metastaz olarak adlandırılır.

Metastatik kanser, orijinal veya primer kanserle aynı ada ve aynı türde kanser hücrelerine sahiptir. Örneğin, akciğere yayılıp akciğerde bir metastatik tümör oluşturan bir meme kanseri akciğer kanseri olmayıp metastatik meme kanseridir.

Metastatik kanser hücreleri mikroskop altında genellikle orijinal kanserin hücreleriyle aynı görünürler. Ayrıca, metastatik kanser hücreleri ile orijinal kanserin hücreleri çoğunlukla, özel kromozom değişikliklerin bulunması gibi, bazı ortak moleküler özelliklere sahiptirler.

Tedavi, metastatik kanserli bazı kişilerin yaşam sürelerinin uzatılmasına yardımcı olabilir. Buna rağmen, metastatik kanserde tedavinin birincil hedefi genelde kanserin büyümesinin kontrol altına alınması ve neden olduğu belirtilerin hafifletilmesidir. Metastatik tümörler vücudun çalışma şeklinde ciddi hasara neden olabilirler ve kanser nedeniyle ölen çoğu kimse metastatik hastalık nedeniyle ölmektedir.

Belirtileri;

Kanserden kaynaklanan belirti ve semptomlar, vücudun hangi bölümünün etkilendiğine bağlı olarak değişiklik göstermektedir.

Kanser belirtisi olabilecek ancak yalnızca kansere özgü olmayan bazı genel belirtiler ve semptomlar şunlardır;

  • Yorgunluk
  • Cildin altında hissedilebilen şişlik veya kalınlaşma
  • İstemeden hızlı kilo alma veya kaybetme
  • Cildin sararması, koyulaşması ya da kızarması, iyileşmeyen yaralar ya da var olan benlerdeki değişiklikler gibi cilt değişiklikleri
  • Bağırsak veya mesane alışkanlıklarındaki değişiklikler
  • Kalıcı öksürük veya nefes darlığı
  • Yutma güçlüğü
  • Ses kısıklığı
  • Yedikten sonra kalıcı hazımsızlık veya rahatsızlık
  • Kalıcı, açıklanamayan kas veya eklem ağrısı
  • Kalıcı, açıklanamayan ateş veya gece terlemeleri
  • Açıklanamayan kanama veya morarma

Kanser türleri ve görülme sıklıkları;

Kanserler oluştukları organ, bölge ve mikroskobik yapılarına göre sınıflandırılırlar. 100’e yakın kanser türü olsa da bazı türler çok daha sıklıkla görülmektedir. Sık görülen kanser çeşitleri:

  • Akciğer kanseri
  • Meme kanseri
  • Beyin tümörleri
  • Ağız kanseri
  • Bağırsak (kolon) kanseri
  • Özofagus kanseri
  • Cilt kanseri
  • Rahim ve rahim ağzı kanserleri
  • Yumurtalık kanseri
  • Prostat kanseri
  • Testis kanseri
  • Mide kanseri
  • Böbrek kanseri
  • Karaciğer kanseri
  • Pankreas kanseri
  • Mesane kanseri
  • Gırtlak kanseri
  • Nazofarenks kanseri olarak sayılabilir

Her yıl dünyada yaklaşık 14 milyon kişinin kansere yakalandığı ve yaklaşık 8,2 milyon kişinin bu hastalıklar yüzünden hayatını kaybettiği bilinmektedir. Ülkemizde ise Sağlık Bakanlığı’nın istatistiklerine göre her yıl 103 bini erkek, 71 bini kadın olmak üzere 174 bin kişi kansere yakalanmaktadır.

Türkiye’de erkelerde en sık görülen kanser tipleri akciğer, prostat, bağırsak, mide ve mesane kanseri iken kadınlarda meme, tiroid, bağırsak, rahim ve akciğer kanseri olarak bilinir.

Kanser tanı ve tedavi yöntemleri;

Belirtiler sonrası kanser tanısı koymak için birkaç yöntem kullanılmaktadır. Başlıca yöntemler; kan testleri, görüntüleme yöntemleri (MRI, bilgisayarlı tomografi vb.) ve biyopsi işlemi ile alınan parçaların patolojik açıdan incelenmesidir.

Kanserler, türlerine bağlı olarak farklı mikroskobik yapılara ve yayılma hızına sahiptir. Bu yüzden her kanser türünde farklı tedavi yolları izlenir. Genel olarak kanser tedavileri; çeşitli ilaçlarla uygulanan kemoterapiler, radyoaktif ışınlardan yararlanılan radyoterapiler, cerrahi girişimler ve hastaların yaşam kalitesini arttırmak için kullanılan tamamlayıcı (alternatif) tıp yöntemleri olarak sınıflandırılır. Bu tedavi yöntemlerinde teknolojinin ve bilimsel çalışmaların etkisiyle her geçen gün gelişmeler sağlanmakta ve ilerlemeler kaydedilmektedir. Bütün bu tedavi yöntemlerinin yanı sıra kanser hastalarında moral ve motivasyon, iyileşmenin en büyük yardımcısıdır. Zaman zaman hastaların psikolojik destek alması da tedaviye katkı sağlamaktadır.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Kanama nedir? İlkyardım

Kanama, kan kaybını tanımlamak için kullanılan kelimedir. Vücudun hemen hemen her bölgesinde kan kaybı olabilir. İç kanama ve dış kanama olarak ikiye ayrılır. İç kanama vücut içindeki kan kaybına, dış kanama vücut dışında meydana gelen kan kaybına denir.

İç kanama, hasarlı bir kan damarı veya organdan sızdığında meydana gelir. Dış kanama ise, kan derideki bir yarıktan çıktığında meydana gelir.

Dış kanamalarda ilkyardım:

  • İlkyardımcı kendini tanıtır ve hasta yaralı sakinleştirilir
  • Hasta/ yaralı sırt üstü yatırılır
  • Hasta/yaralının durumu değerlendirilir (ABC)
  • Tıbbi yardım istenir (112)
  • Yara ya da kanama değerlendirilir
  • Kanayan yer üzerine temiz bir bezle bastırılır
  • Kanama durmazsa ikinci bir bez koyarak basıncı arttırılır
  • Gerekirse bandaj ile sararak basınç uygulanır
  • Kanayan yere en yakın basınç noktasına baskı uygulanır
  • Kanayan bölge yukarı kaldırılır
  • Çok sayıda yaralının bulunduğu bir ortamda tek ilkyardımcı varsa, yaralı güç koşullarda bir yere taşınacaksa, uzuv kopması varsa ve/veya baskı noktalarına baskı uygulamak yeterli olmuyorsa boğucu sargı (turnike) uygulanır
  • Kanayan bölge dışarıda kalacak şekilde hasta/yaralının üstü örtülür
  • Şok pozisyonu verilir
  • Yapılan uygulamalar ile ilgili bilgiler (boğucu sargı uygulaması gibi) hasta/yaralının üzerine yazılır
  • Yaşam bulguları sık aralıklarla (2-3dakikada bir) değerlendirilir
  • Hızla sevk edilmesi sağlanır

İç kanamalarda ilkyardım:

İç kanamalar, şiddetli travma, darbe, kırık, silahla yaralanma nedeniyle oluşabilir. Hasta/yaralıda şok belirtileri vardır. İç kanama şüphesi olanlarda aşağıdaki uygulamalar yapılmalıdır:

  • Hasta/yaralının bilinci ve ABC si değerlendirilir
  • Tıbbi yardım istenir (112)
  • Üzeri örtülerek ayakları 30 cm yukarı kaldırılır
  • Asla yiyecek ve içecek verilmez
  • Hareket ettirilmez (özellikle kırık varsa)
  • Yaşamsal bulguları incelenir
  • Sağlık kuruluşuna sevki sağlanır

Hangi durumlarda boğucu sargı (turnike) uygulanmalıdır?

  • Çok sayıda yaralının bulunduğu bir ortamda tek ilkyardımcı varsa (kanamayı durdurmak ve daha sonra da diğer yaralılarla ilgilenebilmek için)
  • Yaralı güç koşullarda bir yere taşınacaksa
  • Uzuv kopması varsa
  • Baskı noktalarına baskı uygulamak yeterli olmuyorsa

Boğucu sargı uygulaması kanamanın durdurulamadığı durumlarda başvurulacak en son uygulamadır. Ancak eskisi kadar sık uygulanmamaktadır. Çünkü uzun süreli turnike uygulanması sonucu doku harabiyeti meydana gelebilir ya da uzvun tamamen kaybına neden olunabilir.

Boğucu Sargı (turnike) uygulamasında dikkat edilecek hususlar neler olmalıdır?

  • Turnike uygulamasında kullanılacak malzemelerin genişliği en az 8–10 cm olmalı
  • Turnike uygulamasında ip, tel gibi kesici malzemeler kullanılmamalı
  • Turnikeyi sıkmak için tahta parçası, kalem gibi malzemeler kullanılabilir
  • Turnike kanama duruncaya kadar sıkılır, kanama durduktan sonra daha fazla sıkılmaz
  • Turnike uygulanan bölgenin üzerine hiçbir şey örtülmez
  • Turnike uygulamasının yapıldığı saat bir kağıda yazılmalı ve yaralının üzerine asılmalı
  • Uzun süreli kanamalardaki turnike uygulamalarında, kanayan bölgeye göre 15-20 dakikada bir turnike gevşetilmeli
  • Turnike uzvun koptuğu bölgeye en yakın olan ve deri bütünlüğünün bozulmamış olduğu bölgeye uygulanır
  • Turnike, kol ve uyluk gibi tek kemikli bölgelere uygulanır, ancak önkol ve bacağa el ve ayağın beslenmesini bozabileceği için uygulanmaz. Uzuv kopması durumlarında, önkol ve bacağa da turnike uygulanabilir

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Kan uyuşmazlığı nedir? Teşhisi, Tedavisi

Annenin kan grubunun RH negatif, babanınkinin ise RH pozitif olduğu durumlarda ortaya çıkan duruma kan uyuşmazlığı denir. Kan uyuşmazlığına zamanında önlem alınmadığı zaman bebeğin anne karnında ölümünden yenidoğan sarılığına kadar geniş bir yelpazede önemli sorunlara yol açmaktadır.

İnsan kan grupları A, B, AB, ve O olarak 4 türdür. Bunun yanı sıra D faktörü adı verilen Rh faktörü de pozitif ya da negatif olabilir. Anne karnındaki bebeğin uyuşmazlıktan etkilenebilmesi için bebeğin kan grubu ile anneninkinin uyumsuz olması, bebeğin kanının anne kanı ile temas etmesi, ve annenin bağışıklık sisteminin bu duruma cevap olarak antikor üretmesi gerekir.

En sık rastlanılan uygunsuzluk Rh uygunsuzluğudur. Bu durumda baba Rh(+) iken anne Rh(-)dir. Eğer bebek de Rh (+) olursa bebeğin kanındaki bu Rh faktörü anne kanına geçer ve annenin bağışıklık sitemi Rh faktörünü ortadan kaldırmak için antikor adı verilen maddeler üretir. Bu nedenle ilk bebek durumdan etkilenmez. Rh uygunsuzluğundan sadece baba pozitif anne negatif iken söz edilebilir. Baba negatif anne pozitif ise uyuşmazlık önemli değildir.

Kan uyuşmazlığında hangi faktörler etkilidir?

Kan uyuşmazlığında etkili olan birçok faktör var. Öncelikle Rh negatif gebenin Rh pozitif kanla karşılaşması gerekiyor. Bu durum da eşinin kan grubunun Rh pozitif olmasıyla mümkün. Aslında probleme yol açanın babadan RH pozitif kan grubunu alan ve anne karnında RH Pozitif olan çocuk olduğu belirtiliyor; çocuğun çok az miktardaki kanı doğum sırasında anneye geçerek, annenin duyarlanmasına neden olur. Duyarlanma (immünizasyon) asıl olarak doğum sonrası gerçekleşir, ancak nadiren düşük, küretaj, dış gebelik ve yanlış kan transfüzyonu sonrası da oluşabilir.

Kan uyuşmazlığının neden olabileceği sağlık sorunları hangileridir?

Annede Rh pozitif eritrositlere karşı mevcut olan antikorların plasentadan kolaylıkla geçebilmektedir. Fetusun dolaşıma katılan bu antikorlar, fetusun kan grubu Rh pozitif ise, eritrositlerinin yıkımına neden olurlar. Fetus için sorunun ana kaynağı eritrositlerinin yıkıma uğraması, yani kansızlıktır. Kansızlığın derecesine bağlı olarak fetusta ve yenidoğanda problemler ortaya çıkar. Oluşan tablo, anne karnında çocuğun ölümünden, yenidoğanda hafif bir sarılığın oluşmasına kadar geniş bir spektrum oluşturur. Çocukta oluşabilecek problemlerin şiddeti, ortaya çıkan kansızlığın derecesi ile ilişkilidir.

Kan uyuşmazlığının tanısında kullanılan yöntemler nelerdir?

Rh negatif anne ve Rh pozitif baba söz konusuysa, öncelikle annenin immünize olup olmadığının belirlenmesi gerekiyor. Bu da anne kanında Rh pozitif eritrositlere karşı antikorların bulunup, bulunmadığının belirlenmesiyle mümkün oluyor. Indirekt Coombs testi ile bu olasıdır; İndirekt Coombs testi pozitif ise antikor var, negatif ise antikor yok demektir. İndirekt Coombs testi negatif ise, anne immunize değildir, mevcut gebelik açısından risk taşımaz ve alınması gereken önlem doğum sonrası gebenin duyarlanmasını önlemektir.

Tedavisi;

Kan uyuşmazlığında amaç annenin Rh pozitiflere karşı antikor oluşturmasını engellemektir.Bu nedenle kan grubu Rh(-) eşi Rh (+) olan gebelere 28. haftada anti-D iğnesi yapılmalıdır.Bu ilaçlara halk arasında uyuşmazlık iğnesi adı verilir.Doğumdan sonra bebeğin kan grubu pozitif ise ilk 72 saat içinde yeniden anti-D yapılmalıdır.

Benzer şekilde düşük, dış gebelik, kürtaj gibi durumlarda da müdahaleden hemen sonra anti-D yapılmalıdır.Tanısal amaçlı girişimler olan amniyosentez, kordosentez, CVS gibi işlemleri takiben anti-D yapılması gebeliğin sağlıklı devamı açısından son derece önemlidir.

Kan uyuşmazlığı iğnesi;

Anti D (anti – Rh) immuglobulin yanı kan uyuşmazlığı iğnesi anne ve bebek arasındaki kan uyuşmazlığına bağlı etkileşimi önlemek için uygulanan immuglobulin ilaçtır. 1968 yılından beri uygulanmaktadır.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Kan şekeri düşmesi nedir? İlkyardım

Bireyin yaşam faaliyetinin tehlikeye düştüğü bir durumda, sağlık görevlilerinin olay yerine varıp, müdahalede bulunacağı zaman aralığında yaralı veya yaralıların hayatlarının kurtarılması veya durumlarının kötüye gitmesini önlemek amacıyla, olay yerindeki mevcut araç ve gereçlerle yapılan ilaçsız uygulamaların tümüne ilk yardım denir.

İlk yardımcı; İlk yardım tanımında belirtilen amaç doğrultusunda hasta veya yaralıya tıbbi araç gereç aranmaksızın mevcut araç gereçlerle, ilaçsız uygulamaları yapan eğitim almış kişi ya da kişilerdir.

Kan şekeri düşmesinde ilkyardım nasıl olmalıdır?

  • Hastanın ABC’si değerlendirilir
  • Hastanın bilinci yerinde ve kusmuyorsa ağızdan şeker, şekerli içecekler verilir, fazla şekerin bir zararı olmaz (Ayrıca belirtiler fazla şekerden meydana gelmiş ise bile fazladan şeker verilmesi, hastanın düşük kan şekeri düzeyinde kalmasından daha az zararlı olacaktır. Çünkü düşük kan şekeri, beyinde ve diğer hayati organlarda kalıcı zararlara neden olabilir.)
  • 15–20 dakikada belirtiler geçmiyorsa sağlık kuruluşuna gitmesi için yardım çağırılır
  • Hastanın bilinci yerinde değilse koma pozisyonu verilerek tıbbi yardım çağırılır (112)

Kan şekeri düşmesinin nedenleri nelerdir?

  • Şeker hastalığı tedavisine bağlı
  • Uzun egzersizler sonrası
  • Uzun süre aç kalma
  • Barsak ameliyatı geçirenlerde yemek sonrası

Kan şekeri aniden düştüğünde hangi belirtiler görülür?

  • Korku
  • Terleme
  • Hızlı nabız
  • Titreme
  • Aniden acıkma
  • Yorgunluk
  • Bulantı

Kan şekeri düşüklüğü yavaş ve uzun sürede oluşursa hangi belirtiler görülür?

  • Baş ağrısı
  • Görme bozukluğu
  • Uyuşukluk
  • Zayıflık
  • Konuşma güçlüğü
  • Kafa karışıklığı
  • Sarsıntı ve şuur kaybı

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın