Konversiyon Bozukluğu (Histeri) nedir? Detaylar

Psikolojik etkenlerin neden olduğu ve fiziksel bir bozukluğu düşündürecek biçimde bedensel işlevsellikte değişme ya da kayıplarla giden bir bozukluk olarak tanımlanan konversiyon bozukluğu (KB) Batı ülkelerinde giderek azalma gösterdiğinin bildirilmesine rağmen ülkemizde hala sık karşılaşılan bir bozukluktur.

Konversiyonun kelime anlamı döndürmedir. Konversiyon bozukluğu çeşitli ruhsal sıkıntıların (üzüntü, korku, utanç, öfke) bedensel sorunlara (konuşamama, bayılma, felç, güçsüzlük, duyu kaybı vb) dönüşmesi anlamına gelir. Bu  hastalarda yapılan bütün tetkik ve incelemelere rağmen bu belirtilere neden olabilecek bir bedensel hastalık bulunamaz. Kadınlarda erkeklere oranla 2-3 kat fazla görülmektedir. Her yaşta görülebilir, çocuklarda da nadiren görülebilir, sıklıkla ergenlik ve gençlik döneminde ortaya çıkmaktadır. 10 yaşın altında ve 35 yaşın üstünde seyrek görülmektedir.

Nedenleri;

Konversiyon bozukluğu çeşitli ruhsal zorlanmalar karşısında bazı bireylerin tepki verme biçimidir, yani kişinin başa çıkamadığı sorunlar, çevresel olaylar (aile içi tartışma, ailevi sorunlar, şiddete maruz kalma, kendisine yakıştıramadığı bir olaydan dolayı kendisini suçlama veya başkaları tarafından suçlanma, aşırı korku, endişe, pişmanlık) olduğunda bu duruma verdiği tepkisi biçimidir.

Disosiyatif bayılma veya kendinden geçmeyi kişinin olumsuz yoğun duygulardan geçici olarak uzaklaşmasını sağlayan bir korunma düzeneğidir. Bu tür bayılmalar elektrikli cihazları yüksek voltajdan koruma işlevi gören sigortanın yüksek voltaj geldiğinde atarak elektriği kesip sistemi kapatmasına benzer. Birey bilinçli bir haldeyken kaldıramayacağı yoğun olumsuz duygulara (öfke, üzüntü, utanç, korku vb) maruz kaldığında “sigorta atarak” kişi bilincini kaybetmekte ve bu yoğun ruhsal acıdan geçici olarak kurtulmaktadır.

Disosiyatif bozukluk sakin, kibar, insanları üzmek istemeyen ve onlara hayır diyemeyen insanlarda sık görülür. Buna dayalı olarak ta konversiyon bozukluğu olan ve çevresi ile sözel iletişim kuramayan ve sıkıntılarını paylaşamayan insanların bu sıkıntılarının bedene yansıyarak bir anlamda bedenleriyle sıkıntılarını dile getirdikleri düşünülmektedir. Belirtiler her tür ruhsal baskı yaratan olaya bağlı çıkabilir (yas, ölüm, tartışma, ekonomik güçlük, ailevi sorunlar)

Konversiyon belirtileri ruhsal olarak iki yarar sağlar: İlk olarak kişi kendisinde sorun yaratan ruhsal sıkıntıdan kurtulur, ayrıca dolaylı olarak rahatsızlığı nedeniyle çevresinin tutumu daha destekleyici hale gelip kendisine anlayış gösterilebilir.

Bazı durumlarda ortaya çıkan belirtilerin kişinin yaşadıklarıyla bağlantısı olabilir örneğin görmemesi gereken bir olaya tanık olan bir kişide körlük veya işitmemesi gereken şeleri işiten bir kişide konuşamama ortaya çıkabilir. Konversiyon bozukluğu olan kişilerin belirtileri bazen aile veya yakın akraba ve komşularda görülen hastalık belirtilerini taklit edebilir. Örneğin yakın çevresinde gerçek bir sara hastası veya bayılma tipi konversiyon bozukluğu olan bir kişide konversiyon bozukluğu oluşursa buna benzer bayılmalar görülebilir.

Belirtileri;

Konversiyon bozukluğu, yaşanan psikolojik sıkıntılar sonucunda bazı bireylerin bedensel olarak vermiş olduğu tepkilerdir. Yani ana neden yaşanan psikolojik sorunla başa çıkamamadır. Bayılma, felç geçirme, güçsüzlük veya duyu kayıplarıyla kişi içinde bulunduğu olumsuz psikolojik durumlardan kaçmaya çalışmaktadır. Yani kişiler aslında sağlıklı bir halde iken yaşadıkları olumsuzlukları kaldıramayan bünyeleri böyle tepkiler vermektedir.

Konversiyon bozukluğu daha çok kadınlarda görülmekle birlikte genele göre daha sakin, kibar, karşısındaki insanları kırmak istemeyen veya hayır demekte zorlanan insanlarda daha fazla görülmektedir. Her yaşta görülebilen bu rahatsızlık çocuklarda çok nadir görülmekle birlikte daha çok ergenlik ve gençlik dönemlerinde kendini göstermektedir.

Tanısı:

Kişiye konversiyon bozukluğu tanısı konulabilmesi için, bedensel yakınmasına eşlik eden fiziksel bir sorunu bulunmamalıdır. Yani bayılma, kol veya bacaklarda uyuşma veya hissizlik-güçsüzlük, ses kısılması, görememe gibi bedensel şikayetlerin, fiziksel bir nedene bağlı olmaksızın ortaya çıkmış olması gerekir. Bu nedenle, öncelikle fiziksel nedenlerin kapsamlı bir şekilde araştırılması gerekir. Konversiyon bozukluğu olan kişiler, öykü aktarırken genellikle ortaya çıkan bedensel sorunları önemsizmiş gibi anlatırlar. Bu duruma güzel aldırmazlık (la belle indifférence) denir.

Tedavisi;

Konversiyon bozukluğu yaşadığı şüphelenilen hastaların öncelikle bedensel olarak incelenmeleri gerekmektedir. Yaşanan rahatsızlıkların fiziksel sebeplerden değil de psikolojik sebepler yüzünden ortaya çıktığı anlaşıldıktan sonra ise konversiyon bozukluğu tanısı konulup tedavi süreci başlatılabilir.

Konversiyon bozukluğu çeken hastalarda en önemli nokta hastanın konuşabilir düzeye geldiği zaman yani kendisini ifade edebilmeye başladığı zaman psikiyatri hekimine görünmesidir. Psikolojik terapiler ve ailenin desteği ile tedavi sürecinde olumlu anlamda ilerlemeler sağlanabilir.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Kolesterol nedir? Nedenleri, Belirtileri, Tedavisi

Bir tür lipit olan Kolesterol, karaciğerin doğal olarak ürettiği, mumsu, yağ benzeri bir maddedir. Hücre zarlarının, belirli hormonların ve D vitamini oluşumu için hayati öneme sahiptir. Kolesterol suda çözünmez, bu nedenle kanda kendi başına dolaşamaz. Kolesterolün taşınmasına yardımcı olmak için karaciğerin lipoprotein üretmesi gerekir.

Kolesterol, hayvan hücrelerinin zarlarında bulunan ve aynı zamanda kan plazmasında taşınan, vücutta özellikle endokrin sistem ve sindirim sisteminde birtakım görevlere sahip olan yağ benzeri bir maddedir. Hayvansal kaynaklı besinlerde bulunan ve bu besinlerin tüketilmesi ile vücuda alınan kolesterol, aynı zamanda vücutta da karaciğer başta olmak üzere ince bağırsak, böbrek üstü bezleri, üreme organları gibi pek çok dokuda sentezlenir. Tüm vücut hücrelerinde bulunan ve hücre zarının temel bileşenleri arasında yer alan kolesterolün vücutta pek çok işlevi vardır.

Buna karşılık kandaki kolesterol seviyesinin normalin üzerine çıkması, kalp ve damar hastalıkları ve safra kesesi hastalıkları gibi pek çok hastalığa zemin hazırlar. Kanda biriken kötü kolesterol, damar duvarlarına yerleşerek damar tıkanıklarının oluşmasına neden olur. Ayrıca yine normalden yüksek seviyede olan kolesterol, safra kesesinde bulunan bazı maddeler ile birleşerek safra taşlarının oluşumuna yol açabilir.

Kolesterol çeşitleri;

Kolesterol, vücut için gerekli maddelerden biridir. Hücre duvar yapısına katkıda bulunmasının yanı sıra sindirim sistemi organlarından biri olan bağırsaklarda, safra asitlerinin oluşumunda da rol oynar. Vücudun D vitaminini işlemesinde, üreme ve kortizol hormonlarının üretilmesinde önemli bir role sahiptir. Kolesterolün dolaşım sistemi aracılığıyla taşınabilmesi için suda çözünebilir nitelikte olması gerekir.

Suda çözünme özelliği bulunmayan kolesterolün kanda çözünmesi ve taşınması için karaciğerde lipoproteinlerle paket edilir. Farklı bir deyişle karaciğerde protein ile birleştirilir. İki farklı lipoprotein türü bulunur. Lipoproteinlerin türleri aynı zamanda kolesterol çeşitlerini de belirler:

  • HDL (İyi kolesterol): Yalnızca vücut tarafından sentezlenebilen HDL, besinler yoluyla alınamaz. Halk arasında iyi huylu kolesterol olarak da bilinen HDL, tıpta yüksek yoğunluklu lipoprotein olarak tanımlanır. Doku ve damarlarda bulunan kolesterolün karaciğere taşınmasını sağlayarak kan düzeyindeki kolesterol seviyesinin dengelenmesine yardımcı olur. Vücudun ihtiyaç duyduğu kolesterol miktarının üzerindeki kolesterolün vücutta birikmesini engelleyerek damar sertliği gibi sağlık problemlerinin önlenmesine etki eder. İyi kolesterolün kan düzeyindeki her 1 mg/dL’lik artışı kalp damar hastalıklarının gelişme riskini %2 oranında artırır. Herhangi bir sağlık problemi olmasa bile 20 yaşından sonra her bireyin en az 5 yılda bir kez HDL kolesterol düzeyini ölçtürmesi gerekir. HDL değerinin doğru şekilde yorumlanabilmesi için diğer kan parametrelerinin de bilinmesi gerekir.
  • LDL (Kötü kolesterol): Kolesterolün dokulara taşınmasını sağlayan LDL, halk arasında kötü kolesterol olarak bilinir. Kolesterolün dokulara fazla miktarda taşınmasına bağlı olarak kişinin kan damarı duvarlarında ateroskleroz olarak tanımlanan damar sertliği oluşur. Dolaşım sistemindeki kolesterol yüksekliğine bağlı olarak aterosklerotik plakların zaman içinde birikmesiyle ortaya çıkan damar sertliği, yaşamsal fonksiyonları bulunan doku ve organlara kan akımının bozulmasına neden olur. Kalp krizi, böbrek yetmezliği ve inme gibi çok ciddi sağlık problemlerine yol açabilir. Farklı bir deyişle kan düzeyindeki LDL değerinin 10 mg/dL artması, kişinin kalp krizi geçirme riskini %20 oranında artırır. LDL sonucunun doğru yorumlanabilmesi için HDL gibi diğer kan değerlerinin de ölçülmesi gerekir. 20 yaşından sonra herkesin en az 5 yılda bir kez kolesterol düzeylerini ölçtürmesi gerekir.

Kolesterol belirtileri nelerdir?

Kolesterol, hücre yapısının inşa edilmesinde kullanılan, hormon ve enerji üretimine katkıda bulunan, balmumuna benzer bir yağdır. Vücudumuz, ihtiyaç duyduğu miktarda kolesterol üretebilmektedir, aynı zamanda tükettiğimiz gıdalardan da kolesterol alırız

Kolesterol fazlası (yüksek kolesterol), kolesterolün yapısı nedeniyle bir süre sonra damarlarda birikmeye ve plakalar oluşturmaya başlar.

Yüksek kolesterol tek başına bir hastalık değildir ancak, damarları etkilemesi nedeniyle başta kalp ve damar hastalıkları olmak üzere hayati tehlike taşıyan diğer hastalıklara yol açabilir.

Yüksek kolesterol belirtileri;

Basitçe özetlemek gerekirse, iyi (HDL) ve kötü (LDL) olarak 2 ana kolesterol tipi bulunmaktadır.

İyi kolesterol, kötü kolesterol seviyesinin düşürülmesine ve damarlardaki plak tabakalarının temizlenmesine yardımcı olurken, kötü kolesterol damar tıkanıklığına, kalp hastalıklarına ve kan dolaşımı sorunlarına yol açar.

Yüksek kolesterolü, sağlık açısından bu kadar tehlikeli yapan şey genellikle kötü kolesterolü yüksek olan kişilerde herhangi bir belirti görülmemesidir.

Yani, uzun yıllar yüksek kolesterol seviyeleriyle yaşasanız dahi damar veya kalple ilgili bir sorun yaşanmadıkça kolesterol seviyenizin normalden yüksek olduğunu fark etmeyebilirsiniz. Eğer bu dönemde kolesterol ölçümü yaptırmadıysanız kolesterol damarlarda birikmeye başlamış olabilir.

Yüksek kolesterol sizi hasta yapmaz, günlük yaşantınızı etkilemez, belirtisi yok denebilecek kadar azdır ve genellikle rutin kontroller sırasında yapılan testlerle belirlenebilmektedir.

Nadir olmakla birlikte yüksek kolesterolü bulunan bazı kişilerde, cilt tabakasında biriken kolesterol göz çevresiyle el ve ayaklarda kabarıklıklara yol açabilir. Bu kabarıklıklar yağ bezesine benzer şekillerde görülebilir.

Yüksek kolesterolün riskleri;

Kolesterolün yüksek olup olmadığını bilmemek maalesef yol açabileceği hastalıkları önlemez. Uzun süre yüksek kolesterolü bulunan kişilerin karşılaşabileceği en büyük tehlikelerden biri damar tıkanıklığıdır.

Kolesterolün damar duvarına yapışmasıyla başlayan süreç, zaman içinde damarın elastikiyetini kaybederek sertleşmesi ve kan akışı için kullanılan yolun daralmasıyla devam eder.

Bu plaklar damarları çatlatabilir ve çatlaklarda kan pıhtılaşması oluşabilir. Pıhtılaşma, zaten kolesterol birikimi nedeniyle daralan damarı iyice daraltabilir ve kan akışını durma noktasına getirebilir. Tüm bunların sonucunda da inme ve kalp krizi gibi hayati tehlike yaratan sağlık sorunları görülebilir.

Kolesterol neden yükselir?

Kolesterol vücudumuz tarafından (karaciğer) üretilebildiği için gıdalardan aldığımız kolesterol genel olarak kolesterol fazlası olarak kabul edilebilir.

Omega 3 ve omega 6 gibi esansiyel yağ asitleri içeren gıdalar (badem, keten tohumu, balık, fındık…) sağlıklı yağ ve iyi kolesterol kaynakları arasında gösterilirken, doymuş yağ oranı yüksek gıdalar (margarin, tereyağ, yağlı peynir, tam yağlı süt…), trans yağ içeren gıdalar (kızarmış patates, krakerler, kızartma yemekler, hazır kurabiye, fast-food…) yüksek kolesterol tetikleyicileri arasındadır.

Fiziksel olarak aktif olmamak, spordan uzak durmak ve aşırı kilolu olmak yüksek kolesterolün diğer nedenleri arasında sayılmaktadır. Tabii her fazla kilosu bulunan insanın kolesterol seviyesi yüksek olacak diye bir genelleme yapmak doğru olmaz ancak, fazla kilosu bulunanların çoğunda yüksek kolesterol görülmektedir.

Yaş aldıkça kolesterol seviyesi de artmaya başlar. Bu nedenle uzmanlar, 20 yaşından sonra her 5 senede bir, 40 yaşından sonra her 1-2 senede bir kolesterol ölçümü yaptırılmasını öneriyor.

Eğer yüksek kolesterolünüz varsa ve bunu beslenme ile kontrol altında tutmaya çalışıyorsanız, hangi yaşta olduğunuza bağlı olmadan, her yıl kolesterol ölçümü yaptırmanız gerekiyor. Kolesterol ilacı kullanıyorsanız doktorunuz büyük ihtimalle her 6 ayda bir kolesterol ölçümü isteyecektir.

Düzenli olarak egzersiz yapmanıza ve ideal kilonuzda olmanıza rağmen kolesterolünüz yüksek çıktıysa bunun nedeni aile bireylerinizden birinin kolesterolünün yüksek olması olabilir. Yüksek kolesterol genetikle yakından ilgilidir ve kalıtımsal olarak diğer aile bireylerine miras kalabilir. Son olarak, hipotiroid, şeker hastalığı, böbrek ve karaciğer hastalıkları gibi bazı hastalıkların kolesterolü yükselttiği bilinmektedir.

Yüksek kolesterol tanısı nasıl koyulur?

Kolesterol seviyesinin ölçümü için laboratuvar testi yapılması gerekir. Kan tahlili öncesinde test sonuçlarının etkilenmemesi için 12 saatlik açlık gerekir. Alınan kan numunesinde kan düzeyindeki LDL, HDL ve trigliserid düzeyleri ölçülür ve oranları belirlenir.

Trigliserid, kanda bulunan bir diğer lipit türüdür ve vücudun ihtiyaç duymadığı yağlar trigliserid formunda depolanır. Sağlıklı bireylerde LDL düzeyi 130 mg/dL, total kolesterol 200 ml/dL ve trigliserid 150 mg/dL düzeyinin altındadır. HDL ise kadınlarda 40 mg/dL, erkeklerde ise 50 mg/dL değerinin üzerinde olmalıdır. Elde edilen veriler ışığında kolesterol tanısı koyulur.

Yüksek kolesterol nasıl tedavi edilebilir?

Kolesterol tedavisi, ilaçlı olarak yapılsa da tedavi mutlaka yaşam tarzı değişikliğiyle desteklenmelidir. Farklı bir deyişle tek başına ilaç tedavisi kolesterolün dengelenmesini sağlayamaz. Lipit değerlerinin düşürülmesi için en iyi yol, yaşam tarzının değiştirilmesidir. Yağlı besinlerin tüketiminin sınırlandırılması, sıvı yağ tüketiminin tercih edilmesi, besleyici değeri düşük yüksek kalorili besinlerden kaçınılması, düzenli egzersiz yapılması, fazla kiloların verilmesi, iyi kolesterol düzeyinin artmasını ve trigliserid değerinin düşmesini sağlar. Ayrıca düzenli egzersiz ve sağlıklı beslenme, LDL düzeyinin de %10 ila %15 oranında düşmesini sağlayabilir. Yaşam tarzında yapılan değişikliklerle kolesterol düzeyi çoğunlukla istenilen düzeye geriler. Bu durumda tedavi için ilaç kullanılmasına gerek kalmaz. Ancak tüm çabalara rağmen kolesterol seviyesinin dengelenmemesi durumunda tedavi ilaçla desteklenir.

Kolesterol diyeti;

Hekimin önerileri de göz önünde bulundurularak diyetisyen tarafından hazırlanacak olan bir beslenme planı uygulanarak beslenme yolu ile vücuda alınan kolesterol miktarının azaltılması, bu sayede kandaki yüksek kolesterol düzeyinin normale indirilmesi amaçlanır. Kolesterolün tamamı hayvansal kaynaklı besinler ve hayvansal yağlar ile vücuda alınmakta olduğu için bu besinlerin beslenme planı içerisine dengeli bir şekilde dağıtılması ile kolesterol diyeti hazırlanır. Bu diyet ile vücuda günlük olarak alınan kolesterol miktarı 300 mg’ın altında tutulabilir.

Süt ve süt ürünlerinin yarım yağlı veya yağsız olanlarının tercih edilmesi, kolesterol seviyelerinin dengelenmesine yardımcı olan Omega 3 ve Omega 9 yağ asitlerini içeren besinlerin tüketilmesi, kırmızı et tüketiminin haftada 1-2 günü geçmemesi, tavuk etinin yağlardan zengin olan derisiz kısımlarının tercih edilmesi diyetin temel ilkeleri arasında yer alır. Kolesterol diyeti uygulayan kişilerde kolesterol seviyesini yükselten ve vücuda daha pek çok farklı zarara yol açan trans yağ asitlerini içeren fast food ürünlerinin de tüketilmemesi gerekir. Tereyağı ve kuyruk yağı gibi hayvansal kaynaklı yağlar diyetten çıkarılırken taze sebze ve meyve tüketimine ağırlık verilir.

Kolesterol diyetlerinde oldukça fazla tartışılan bir besin olan yumurta hakkında bilim dünyasında pek çok farklı görüş bulunmaktadır. Fakat son yapılan çalışmalarda yumurtanın kolesterol içeriğinin yüksek görünmesine karşın yağ asidi örüntüsünün oldukça dengeli olması nedeniyle kan kolesterolünü yükseltici etki sağlamadığı üzerinde durulmaktadır. Bu nedenle protein kalitesi oldukça yüksek ve besleyici olan yumurtanın kolesterol diyetlerinde haftada 2-3 kez tüketiminde herhangi bir sakınca olmadığı belirtilmektedir. Eğer siz de yüksek kolesterol tanısı almış bir birey iseniz bir sağlık kuruluşuna başvurarak rutin kan testlerinizi düzenli olarak yaptırmalı hekiminizin vereceği öneriler doğrultusunda tedavi planınızı uygulamaya özen göstermelisiniz.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Kolesistit nedir? Nedenleri, Belirtileri, Tedavisi

Kolesistit, karnın sağ tarafında yer alan armut şeklindeki sindirim organı olan Safra Kesesinin akut veya kronik iltihaplanması durumudur. Safra kesesi iltihap sırasında şişer ve kırmızılaşır. Organda sıvı birikimi, ikincil bir enfeksiyon geliştirebilir.

Karın ağrısı, kusma ve ateşe neden olabilen Safra Kesesi iltihaplanmasının iki çeşidi vardır. Akut veya kronik iltihaplanmadır.

  • Kronik safra kesesi iltihabı’nda safra kesesi büzülür, gereği gibi çalışamaz hale gelir. Hastanın karnında, özellikle yemeklerden sonra gaz ve gerginlik vardır. Ayrıca sağ taraftan başlayıp, kaburgaların altına kadar yayılan geçici bir ağrı ve sarılık nöbetleri de görülür. Bu hastalık genellikle 40 yaşını geçmiş şişman kadınlarda görülür
  • Akut safra kesesi iltihabı bilhassa, safra yollarına yerleşmiş taşın neden olduğu bir hastalıktır. Hastada karnın sağ üst kısmına gelen ani, şiddetli ve çabuk gelişen, sırta, hatta sağ omuzun ucuna kadar yayılan ağrı vardır. Ateş artar, kusma ve bulantı görülür

Nedenleri;

Safra kesesi iltihabı vakalarının çoğunda safra kesesi taşları görülür. Bunlar safra pigmentleri, kolesterol ve kalsiyum tuzlarından oluşan küçük kristal benzeri kitlelerdir. Safra taşları genellikle kendi başlarına semptomlara neden olmaz. Safra kesesi iltihabı riski yaşla birlikte artmaktadır. Diğer risk faktörleri şunlardır:

  • Safra kanalını tıkayacak ve sıkıştıracak şekilde oluşan ve büyüyen tümörler
  • Her hangi yaralanma, darbe ve travma
  • Safra kanalı tıkanıklığı
  • Enfeksiyon
  • Kan damarı sorunları
  • Gebelik
  • Şişmanlık
  • Diyabet
  • Safra taşı geçmişi
  • Hızlı kilo kaybı
  • Kadınlarda aybaşı halleri
  • Soğuk algınlığı
  • Mide rahatsızlıkları
  • Bağırsak hastalıkları
  • Karaciğer hastalıkları
  • Böbrek veya kalp hastalıkları
  • İsteri
  • Yorgunluk
  • Stres
  • İştahsızlık

Belirtileri;

  • Mide ağrıs
  • Bulantı veya kusma
  • Baş ağrısı
  • İştahsızlık
  • Aniden çıkan ateş
  • Baş dönmesi
  • Dilde beyaz pas
  • Yorgunluk görülür
  • Midenin üzerine bastırılınca da ağrı hissedilir

Bu belirtiler özellikle ilkbahar ve sonbahar aylarında artar.

Tedavisi;

Safra kesesi iltihabının uzun vadede tek çözümü, safra kesesinin alınmasıdır. Bu işlem esnasında şu anda kullanılan teknikler sayesinde, safra kesesi vücutta açılan 1 cm çapında bir delikten dışarı alınabilmektedir. Sürekli tekrarlayan vakalarda zaman kaybetmeden safra kesesi alınmalıdır.

İlaç tedavisi; İlaç tedavisi sadece safra kesesi iltihabının belirtilerini dindirir. Hastaya sıvı, antibiyotik ve ağrı kesici verilir. Ne yazık ki safra kesesi iltihabını tekrarlamayacak şekilde tedavi edecek bir ilaç tedavisi henüz geliştirilmemiştir.

Taş aldırma; Cerrahi operasyonla safra kanalında oluşan taşlar alınabilir. Ancak tecrübeler göstermiştir ki operasyondan kısa bir süre sonra tekrar taş oluşumu başlar.

Paylaşın

KOAH nedir? Nedenleri, Belirtileri, Tedavisi

Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı kelimelerinin baş harfleri ile adlandırılan KOAH, akciğerlerdeki hava keseciklerinin iltihapla tıkanması sonucunda, şiddetli öksürük gibi şikâyetlere yol açan kronik bir hastalıktır. KOAH’ ın akciğerde yarattığı değişiklikler diğer hastalıklara da sebep olabilmektedir. Bu yüzden KOAH hastası olan kişilerde bu hastalığa amfizem ve kronik bronşit gibi tanılar da eşlik edebilir.

Nefes alma ile birlikte akciğerlere dolan temiz hava bronşlar tarafından emilir ve temiz hava içerisinde yer alan oksijen, kan ile dokulara ulaştırılır. Koah hastalığının oluştuğunda bronşlar tıkanarak akciğer kapasitesinin büyük oranda azalmasına neden olur. Bu durumda alınan temiz hava akciğerlerden yeteri kadar emilemez, dolayısıyla kan ile dokulara yeterli oksijen iletimi sağlanamaz.

Nedenleri;

  • Sigara, pipo, nargile gibi tütünlerin tüketimi en büyük nedenler arasındadır.
  • Hava kirliliğinden kaynaklı çeşitli gazlar, nefes alışverişlerde zorluklar yaratır.
  • Kimyasallar
  • Yakıtlar
  • Genetik faktörler

Belirtileri; Öksürük, balgam, nefes darlığıdır. Diğer şikayetler ise:

  • Bol terleme
  • Dilde, dudaklarda, parmak uçlarında morarma
  • Şiddetli baş ağrısı
  • Çarpıntı
  • Gündüzleri uyuklama, geceleri uykusuzluk
  • Zihinsel faaliyetlerde azalma, unutkanlık, dikkatsizlik
  • Aşırı sinirlilik
  • Şiddetli halsizlik, yorgunluk
  • Zayıflama
  • Cinsel güçte azalma
  • Mide rahatsızlıkları, karında şişkinlik ve hazımsızlık
  • Kabızlık
  • Ellerde ve ayaklarda uyuşma, karıncalanma, yanma hissi
  • Ellerde titreme

Hastalığın ilk yıllarında sabahları öksürük ve balgam çıkarma şikayetleri varken sigara içmeye devam edilirse hastalık ilerler, öksürük şiddetlenir, balgam miktarı artar. Daha sonra nefes darlığı şikayeti ortaya çıkar. Hastalığın erken dönemlerinde hızlı yürüme, merdiven çıkma, koşma gibi eforlarda nefes darlığı hissedilirken hastalık ilerledikçe istirahatte dahi nefes darlığı oluşur.

Hastaların şikayetleri kirli ve soğuk havalarda, kış aylarında ve nezle, grip gibi üst solunum yolu enfeksiyonları ile artış gösterir. Ağır KOAH hastalarında sadece akciğerlere yönelik şikayetler ortaya çıkmaz, kalp ve dolaşım bozukluklarına bağlı şikayetler de görülmeye başlar. Hastalığın ilerlemesi ile oksijen destek tedavisi ve solunum cihazına bağlanma ihtiyacı gelişebilir.

Tanısı;

KOAH tanısı kişinin muayenesi sonrası şikayetleri de göz önünde bulundurularak konulmaktadır. KOAH tanısı için hekiminiz tarafından birden fazla test önerilebilir. Bu testlerden bazıları; Akciğer röntgeni, kan sayımı, biyokimya, arteryal kan gazı tayini, solunum testi ve hekim tarafından gerekli görülmesi durumunda tomografi çekimidir.

Solunum fonksiyon testi (spirometri) KOAH tanısının kesinleştirilmesinde kullanılan bir tetkiktir. Uzun dönemli nefes darlığı, öksürük ve balgam şikayeti olan, sigara kullanma öyküsü bulunan hastaların solunum hacimleri ve havanın solunma hızı tespit edilerek KOAH tanısının konmasında ve diğer akciğer hastalıklarından ayrıştırılmasında büyük önem taşımaktadır.

Akciğer röntgeni ile kan tetkikleri, özellikle bir akciğer enfeksiyonu şüphesinde kullanılmaktadır. Arteryal kan gazı ise solunum yetmezliği durumunda, yetmezliğin seviyesini ve türünü saptamak için kullanılmaktadır.

Tedavisi;

Koah tedavisi genellikle hastalığın ortadan kaldırılmasına yönelik değil, belirti ve rahatsızlıkların şiddetinin azaltılmasına yönelik girişimler içerir. Bu noktada tedavi için uygulanacak ilk adım, eğer kullanılıyorsa sigaranın bırakılması ve hava kirliliği bulunan ortamlardan uzaklaşılması olmalıdır. Sigaranın bırakılması ile birlikte bronşlardaki tıkanıklık şiddeti bir nebze hafifler ve kişinin nefes darlığı şikayeti büyük oranda azalır.

Tedavide önemli noktalar;

  • Sigara mutlaka bırakılmalıdır
  • Tozlu ve dumanlı ortamlarda bulunulmamalıdır
  • İnhaler tedavisi dediğimiz nefes yoluyla alınan spreylerin doktorun önerdiği doz ve şekilde kullanılması önemlidir
  • İlerlemiş hastalıkta oksijen tedavisi gerekebilir, önerilen sürede kullanılmalıdır
  • Koruyucu aşıların, grip ve zatürre aşısı gibi yaptırılması önemlidir
  • Düzenli ve dengeli beslenmeye dikkat edilmeli, kilo almamaya özen gösterilmelidir
  • Düzenli doktor kontrollerine gitmek hastalığın kontrol altına alınması, alevlenmelerin yaşanmaması, daha kaliteli bir yaşam için önemlidir

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Kleptomani nedir? Nedenleri, Tedavisi

Kleptomani (çalma hastalığı), maddi veya mali bir şey elde etme veya kar etme arzusu yerine psikolojik bir zorunluluk durumudur. Kleptomani, hırsızlık dürtüsüne direnmede tekrarlayan bir başarısızlıktır. Çoğu kleptomani vakasında, kişi ihtiyaç duymadığı şeyleri çalar. 

Çalınan eşyalar genellikle çok az değerlidir veya hiç değeri yoktur ve ödemeye karar vermiş olsalardı, çoğu zaman eşyayı kolayca karşılayabilirlerdi. Kleptomanili insanlar hırsızlığa yol açan anksiyete, gerginlik ve uyarılma ile hırsızlık sırasında zevk ve rahatlama hissi ile güçlü hırsızlık dürtüsü hissederler. 

Birçok kleptomanik, hırsızlık eylemi bittikten sonra da suçlu veya pişmanlık hisseder, ancak daha sonra bu dürtüye karşı koyamaz. Kriminal hırsızlığın aksine, kleptomani hastaları, çaldıkları eşyalar nadiren kullanırlar. Muhtemelen onları saklar, atar veya arkadaşlarına ve ailelerine hediye verirler.

Nedenleri;

Kleptomaninin nedenleri konusunda çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Ünlü psikiyatr Sigmund Freud’a gore kleptomaninin kaynağı, bireyin içindeki bastırılmış cinsel çatışmalardır. Çalınan nesneler kişiye bir tür cinsel doyum sağlamaktadır. Her ne kadar biraz zorlamayla her tür nesneye cinsel bir anlam yüklenebilirse de bu kuramın kanıtlanması oldukça güçtür.

Bir başka görüşe göre ise kleptomani, toplumdan öç alma yoludur, yani simgesel düzeyde kişinin, kendi gücünü kanıtlama ya da çocuklukta yaşanan somut ve soyut yoksunlukları giderme yoludur. Ancak, bu kuramları destekleyecek kanıtlar elde edilse bile, tedavide fazla bir yardımı olmayabilmektedir.

Belirtileri;

Gerçek kleptomani, sürekli yinelenen ama her seferinde farklı, değersiz nesnelerin çalınması biçiminde kendini gösterir. Bu nedenle yalnız bir kez çalma girişiminde bulunan çocuk, ergen ya da yetişkin, ruhsal bakımdan uygun bile olsa kleptoman sayılmaz. Aynı biçimde, sürekli olarak aynı tip nesneler, sözgelimi kadın iç çamaşırı çalan birine de kleptoman denilemez; çalınan malın cinsi değişmemektedir.

Genellikle bir kleptomanın hırsızlık anında ne yaptığının farkında olmadığı sanılır ama bu görüş doğru değildir. Bazıları da yaptıklarına gerekçeler yaratırlar, sözgelimi çaldıkları malın aslında kendilerine verildiğini öne sürer ya da daha önceki gelişlerinde malın parasını ödemiş olduklarını söylerler. Ancak kleptomanın bunları kendini zor durumdan kurtarmak için uydurması söz konusu değildir, inanarak söyler. Başka bazı durumlarda da kleptoman, ne yaptığının farkındadır ama gerçekleştirdiği edimin ne tür sonuçlara yol açacağını bilmez.

Teşhisi;

Kişi olası kleptomani semptomları için tedavi görmeye karar verdiğinde, hem fiziksel hem de psikolojik bir değerlendirmeye tabi tutulur. Fiziksel değerlendirme, semptomları tetikleyen altta yatan herhangi bir tıbbi neden olup olmadığını belirlemek için gereklidir. Kleptomani belirti ve semptomlara dayanarak teşhis edilir. Hastalığın teşhisi Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından yayınlanan Ruhsal Bozuklukların Teşhis ve İstatistik El Kitabı’ndaki (DSM-5) kriterler kullanılarak konulur.

Bir tür dürtü kontrol bozukluğu olduğu için teşhisi kesin olarak belirlemek için hekim aşağıdaki yöntemlere başvurabilir:

  • Dürtüler hakkında ve bu dürtülerin hastayı nasıl hissettirdiğine dair sorular sormak
  • Kleptomani dürtülerini tetikleyip tetiklemediğini belirlemek için, belirli durumların listesini gözden geçirmek
  • Hastaya psikolojik anketler uygulamak veya öz değerlendirme formları doldurtmak

Tedavisi;

Kleptomani seyrek olarak görülen bir rahatsızlıktır. Bu yüzden genel bir tedavi yöntemi de yoktur. Hatta bazı hastalar, nedeni bilinemeyen bir şekilde tedavi olma konusunda oldukça isteksiz davranırlar. Tedavi yöntemleri içerisinde en çok kullanılanı “örtük duyarlılaştırma”dır. Bu yöntem kısa sürmesi nedeniyle çok fazla tercih edilir. Hastadan, hırsızlık anını baştan sona gözünün önüne getirmesi istenir. Daha sonra terapist yardımıyla olumsuz sonuçları hayal edilir (Örneğin, yakalanmak, mahkemeye çıkarılmak, gazetelere manşet olmak gibi).

Terapist, hastanın bu hırsızlık sonucunda aile ve arkadaşlarından alacağı tepkileri olabildiğince karamsar ve olumsuz bir tabloyla anlatır. Çalma eylemi sonucundaki sıkıntı ve stres ile hastanın koşullanması sağlanır. Bunun sonucunda hastada nefret uyanır ve bir daha hırsızlık yapmak istemez. Bu yöntem işe yaramazsa psikiyatri uzmanlarının önereceği başka yollar denenmelidir.

Risk faktörleri;

Kleptomani genellikle gençlik yıllarında veya genç erişkinlik döneminde başlar, ancak yetişkinlikte veya daha sonraki dönemde de başlayabilir. Teşhis konulmuş olan hastaların yaklaşık üçte ikisi kadındır.

  • Aile öyküsü: Kleptomanisi ya da obsesif kompulsif bozukluğu olan veya alkol ya da başka bir madde kullanım bozukluğu olan bir ebeveyn veya kardeş gibi birinci dereceden bir akrabaya sahip olmak, kleptomani riskini artırabilir
  • Başka bir psikolojik rahatsızlık varlığı: Kleptomanisi olan kişilerde genellikle bipolar bozukluk, anksiyete bozukluğu, yeme bozukluğu, madde kullanım bozukluğu veya kişilik bozukluğu gibi başka bir psikolojik bozukluk vardır

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Klamidya nedir? Nedenleri, Belirtileri, Tedavisi

Chlamydia Trachomatis adlı bakterinin neden olduğu Klamidya, cinsel yolla bulaşan ve sık görülen bakteriyel bir enfeksiyon hastalığıdır. Kalıtsal bir hastalık olmayan Klamidya, gelişmiş ülkelerde cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar arasında en sık görülenidir.

Klamidya, uzman bir doktor tarafından tedavi edilmesi gereken ciddi bir rahatsızlıktır. Tedavi edilmediği zaman özellikle kadınlarda kısırlık gibi geri dönüşü olmayan sonuçlara yol açabilir. Klamidya; vajinal, oral ve anal seks ile bulaşır.

Bu hastalık hem erkekleri hem de kadınları etkilemekle birlikte çoğunlukla (%50 ila %70 oranında) asemptomatik seyreder. Diğer bir deyişle, kişi kendisinde klamidya enfeksiyonu olsa bile hiçbir şikâyet hissetmeyebilir ve bu enfeksiyonu istemeden partnerine bulaştırabilir. Klamidya, kadınlarda servisit, üretrit ve PIH (Pelvik İnflamatuvar Hastalık) gibi enfeksiyonlara neden olurken, erkeklerde üretrit, epididimit ve prostatit oluşturabilir.

Belirtileri;

Klamidya sessiz bir enfeksiyon olarak bilinir çünkü enfekte insanların bir çoğunda semptom görülmez veya herhangi bir muayene bulgusu yoktur. Klamidya enfeksiyonuna sahip bir insanla cinsel beraberlik sonrası enfeksiyonun ne kadar zamanda ortaya çıkacağı tam olarak bilinmese de, şikayetlerin ortaya çıkması haftalar sürebilir. Klamidya varlığı kültür ile kanıtlanan erkeklerin sadece %10’unda, kadınların ise %30’unda şikayet vardır.

Kadınlarda, bakteri öncelikle rahim ağzını enfekte eder (servisit) ve buna bağlı şikayetler ortaya çıkar (örn; mukopurulan akıntı, vajinal kanama). Bazen işeme kanalı enfekte olur (üretrit) ve bu durum idrar yaparken yanma, sık sık tuvalete gitme veya yapılan idrar tetkikinde lökosit görülmesine sebep olabilir.

Rahim ağzından başlayan enfeksiyon, bazen rahime ve üreme kanalı tüplerine yayılabilir; bunun sonucunda pelvik inflamatuar hastalık denilen ve kadınların infertil olmasına neden olabilecek bir durum ortaya çıkabilir. Pelvik inflamatuar hastalık şikayete neden olmayabileceği gibi şiddetli pelvik ağrı, genital muayenede hassasiyet gibi şikayetlere de neden olabilir.

Şikayetleri olan erkeklerde tipik olarak üretrit bulguları (penisten mukuslu veya sıvı kıvamında akıntı, idrar yaparken yanma) görülür. Enfekte olan erkeklerin az bir kısmında epididimit gelişebilir ve bu hastalarda tek taraflı yumurtalık ağrısı, yumurtalıkta hassasiyet ve şişlik görülür.

Klamidya bakterisi hem kadınlarda, hem de erkeklerde makat enfeksiyonuna da yol açabilir. Çoğu zaman makattaki Klamidya herhangi bir şikayete neden olmazken, nadiren proktatit şikayetlerine (makatta ağrı, makattan akıntı, makatta  kanama) neden olabilir. Klamdiya enfeksiyonlu kişilerin genital salgıları eğer göze bulaşırsa; göz enfeksiyonu (konjuktivit) gelişebilir. Klamidya enfeksiyonu enfekte bir kişiyle yapılan oral seks sonrası boğaza yerleşebilir, fakat genellikle herhangi bir şikayet oluşturmaz.

Tanısı;

Klamidya testi bir kişinin enfekte olup olmadığını kesin olarak öğrenmek için tek yoldur. Kadın hastada idrar örneği veya vajinal muayene ve  vajinal akıntı örneği ile testine göre tanı konur. Erkekler içinde, ya bir idrar örneği veya penisin ucunda ya da üretra ağzından alınmış sürüntü ile tanısal test yapılabilir. Birçok laboratuvar artık sadece bir idrar örneği almak yoluyla güvenli sonuca ulaşabilmektedir.

Klamidya testi nedir?

Klamidyaya sebep olan bakterinin araştırılmasına klamidya testi denir. Klamidya testi en sık sitolojik inceleme ve bakteriyel kültür ile yapılır. Klamidya teşhisi için yapılabilen diğer diğer testler antijen tayini, direkt floresan antikor (DFA), enzim immunoassay (EIA) ve nükleik antijen amplifikasyon testleri (NAAT) olabilir.

Tedavisi;

Enfeksiyon tanısı konduktan sonra klamidya tedavisi basit ve etkilidir. Tedavide kullanılan antibiyotik tabletler hasta tarafından düzgün ve doğru alınırsa %95 etkili olabilir kısa bir sürede şifa sağlanabilir. Eğer hasta bebek istiyorsa yani korunmuyorsa hamile olma olasılığına karşı doktorun haberdar olması önemlidir. Bunlara ek olarak hastanın son 6 ay içindeki cinsel partnerleri de sorgulanıp test edilmeli ve ihtiyaç durumunda tedaviye alınmalıdır.

Korunmak için ne yapabilirim?

  • Cinsel ilişkiden kaçının
  • İlişkilerde prezervatif kullanın
  • Partnerinize durumu bildirin, onun da tedavisi gerekebilir
  • Düzenli kontrollerinizde klamidya testi yaptırabilirsiniz
  • Gebeyseniz doktorunuza danışın

Komplikasyonları nelerdir?

Kadınlarda tedavi edilmeyen klamidya enfeksiyonu rahim ve fallop tüplerine yayılarak pelvik enflamatuar hastalığa (PID) neden olabilir. Üreme sistemine kalıcı hasar verebilen PID; pelvik ağrıya, kısırlığa ve ektopik (dış) gebeliğe yol açabilir. Birden fazla kez klamidya enfeksiyonu geçirmiş kadınlar, üreme komplikasyonları açısından daha yüksek risk altındadır.

Erkekler ise genellikle klamidyadan dolayı ciddi bir sağlık problemi yaşamazlar. Ender olarak klamidya erkeklerde epididimisi (sperm taşıyan tüp) enfekte edebilir. Bu durum ağrıya, ateşe ve nadiren kısırlığa neden olabilir. Hem erkekler hem de kadınlar klamidya enfeksiyonu nedeniyle reaktif artrit geliştirebilir. Reaktif artrit, vücuttaki bir enfeksiyona reaksiyon olarak ortaya çıkan bir artrit türüdür. Tedavi edilmeyen klamidya, HIV / AIDS’e yakalanma olasılığını da artırabilir.

Klamidya taşıyan annelerden doğan bebekler, göz enfeksiyonları ve zatürre geçirebilir. Çalışmalar gebelerde belirti gösteren ya da göstermeyen Klamidyal enfeksiyonların görülme sıklığının %2 ila %24 arasında olduğunu göstermektedir. Enfekte anneden doğan bebeklerde ise %22 ila %44 arasında ilk bir-iki hafta içerisinde konjonktivit, %11-20’sinde de zatürre gelişmektedir. Klamidya aynı zamanda, bebeğin erken doğmasına neden olabilir. Bu nedenle özellikle hamile anne adaylarının ilk doktor ziyaretleri sırasında, klamidya açısından test edilmeleri önemlidir.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Kist Sebase nedir? Teşhisi, Tedavisi

Cilt kistleri veya yağ kistleri olarak bilinen Kist Sebase, içerisinde sebum denen sıvı veya yarı sıvı şeklinde bir madde içeren, etrafı zarla çevrili keseciklerdir. Hayatı tehdit eden bir hastalık olmayan bu tümörler, toplumda çok sık görülmektedir.

Vücudun herhangi bir yerinde oluşabilirler, ancak genellikle yüz, boyun ve gövde üzerinde bulunurlar. Deri kistleri genellikle görünümleri dışında herhangi bir soruna neden olmaz. Herhangi bir komplikasyon olmadıkça ağrısız kitlelerdir.

Nedenleri;

Sebase kistler yağ bezinizden oluşur. Yağ bezi, saçı ve cildi kaplayan yağı yani sebumu üretir. Bezi veya kanalı (yağın çıkabileceği yer) hasar görmesi veya tıkanması durumunda kistler gelişebilir. Bu genellikle bölgede oluşan bir travma nedeniyle oluşur. Travma bir çizik, cerrahi bir yara veya sivilce gibi bir cilt rahatsızlığı olabilir. Epidermis, cildin üst tabakasıdır ve epidermisin en dış tabakası, cilt hücrelerinin nihayetinde çöktüğü yerdir. Epidermisin altında dermis tabakası bulunur.

Deri kistlerinin neden oluştuğu anlaşılmamıştır fakat bazı durumlarda, genetik bir bağlantı vardır. Örneğin Gardner sendromu, cilt kistleri ve diğer büyüme tipleri ile bağlantılı genetik bir hastalıktır. Baştaki tüylerle bağlantılı Pilar kistleri kalıtsal bir eğilime sahip olabilir. Deri kistleri bazen üst tabaka hücrelerinin alt tabakaya implante edilmesine neden olan hasar nedeniyle oluşabilir. Sebase kistler yavaş büyür, bu nedenle travma, kisti fark etmeden haftalar veya aylar önce olmuş olabilir. Sebase kistin diğer nedenleri arasında şunlar olabilir:

  • Şekilsiz veya deforme olmuş kanal
  • Ameliyat sırasında hücrelere zarar
  • Gardner sendromu veya bazal hücreli nevüs sendromu gibi genetik durumlar

Belirtileri;

  • Dokunulunca yumuşak kıvamlıdır. Yağ bezesine göre nisbeten hafif sertir
  • Dokunulduğunda hafifçe hareketlidir
  • Cilt altında, yuvarlak, küre ya da misket şeklindedir
  • Tek bir tane olabileceği gibi tüm vücutta ya da bir bölgede çok sayıda olabilir.
  • Ciltte kızarıklık, ödem enfeksiyon eklendiğinde görülür

Yağ kistlerinin en sık bulunduğu yerler;

  • Saçlı deri
  • Yüz bölgesi
  • Sırt
  • Boyun

Teşhisi;

Doktorlar genellikle basit bir fizik muayeneden sonra yağ kisti tanısı koyarlar. Kist olağandışı ise, doktorlar olası kanserleri dışlamak için ek testler isteyebilir. Kistin cerrahi olarak çıkarılması isteniyorsa bu testlere de ihtiyaç görülebilir.

Tedavisi;

Tedavi cerrahidir. Lokal anestezi altında kist üzerine eliptik bir kesi yapılır ve kist kapsülü ile birlikte çıkarılır. Bunların cerrahiye en çok başvurma nedeni kozmetiktir. Çünkü kistlerin çoğu sağlık için zararlı değildir. Görünen yerlerde olan, eklem yerlerinde olup hareket kısıtlılığı yapan, enfekte olmuş kistler total olarak çıkarılmalıdır.

Cerrahi olarak alınmayan kistlerin gittikçe büyüyeceği veya herhangi bir dönemde enfekte olarak ağrılı, apseli bir kitleye dönüşeceği unutulmamalıdır. Ancak yara izine neden olabileceğinden bazı hastalar cerrahiyi istemezler. Fakat enfekte olan kistlere yapılan cerrahi müdahalelerde daha kötü bir iz kalacağı unutulmamalıdır.

Kist sebase de amaç komplike hale gelmeden kistin lokal anestezi altında basit bir eliptik kesi ile çıkarılmasıdır. Bu sırada kist, kapsülü ile birlikte çıkarılır. Kapsül yerinde bırakılırsa nüks kaçınılmazdır. Kitle çıkarıldıktan sonra patolojiye gönderilir. Kesin tanı patoloji ile konur.

Kist alındıktan sonra yara gizli dikişle kapatılıp, üzerine strip denen özel yapıştırıcılar konur. Böylece cilt izinin minimum olması için uğraşılır. Bu arada hastaya 5 gün süre ile koruyucu antibiyotik ve ağrı kesici verilir.

Sebase kistler kanserleşmezler. Ancak kozmetik açıdan göze hoş gelmezler. Kist zamanında tedavi edilmezse çok büyük hacimlere ulaşabilir. Başta bazen patates tarlası gibi yumrular oluşabilir. Bunların enfekte olmasıyla hasta sıkıntılı bir dönem geçirebilir.

Kist kapsülü ile birlikte çıkarılırsa nük etmez. Fakat enfekte olmuş veya hasta tarafından sıkılarak kapsülü yırtılmış, bütünlüğü bozulmuş kistlerde kapsül çıkarılamayabilir. Bunlarda nüks kaçınılmazdır.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Kist Hidatik nedir? Teşhisi, Tedavisi

Ekinokok (echinococcus) ailesinden tenyalı parazitlerin neden olduğu enfeksiyonlardan biri olan Kist Hidatik hastalığı, vücudun herhangi bir yerinde ortaya çıkabilir. Türkiye dahil pek çok ülkede halen yaygındır.

Kist hidatik esas olarak köpek, kurt, tilki gibi etobur vahşi hayvanların hastalığıdır. İnsanlar ise ara konak olarak bu hastalığı geçiren hayvanların dışkılarından ortama yayılan yumurtalar ile temas sonucu hastalığa yakalanırlar.

Kist nasıl bulaşır?

Kist hastalığı parazit yumurtalarının bulaştığı gıdaların tüketilmesi veya hayvancılıkla uğraşan kişilerde kist ihtiva eden materyale direk temas ile de bulaşabilir. İnsandan insana bulaş olmaz.

Kist hastalığı hangi organları etkiler?

Kist hastalığı çoğunlukla karaciğeri etkiler. Bunun dışında akciğer, dalak, beyin, karın içi boşluklarda da görülebilir. Kistler büyüyerek etraf dokuya bası yapar ve çeşitli şikayetler oluştururlar.

Nasıl tanı konur?

Genellikle başka nedenlerle yapılan görüntüleme yöntemlerinde ortaya çıkarlar. Görüntülemede tipik kist görünümü olabileceği gibi basit kist benzeri görünüm de olabilir. Eğer kist hidatik açısından şüphelenilirse kan testi ile kist hidatik tanısı doğrulanır.

Kistler patlar mı?

Kendiliğinden patlama çok nadirdir , genellikle darbeye bağlı olarak yırtılma olmaktadır. Büyük kistler safra yollarına açılabilirler. Bu durumda ateş, sarılık, karın ağrısı ve karaciğer enzimlerinde yükselme meydana gelir. Ayrıca kist içeriği alerjendir. Yoğun miktarda kist içeriğine maruziyet ciddi allerjik reaksiyonlara ve hayati tehlikeye yol açabilir. Bunun haricinde kist içeriğinin karın boşluğuna dağılması durumunda yaygın hastalık meydana gelir. Bu durumda tedavi güçleşir.

Hastalığın tedavisi nedir?

Hastalığın esas tedavisi kist bütünlüğü bozulmadan vücuttan uzaklaştırılmasıdır. Bu cerrahi olarak sağlanabileceği gibi erken dönem kistlerde ultrason eşliğinde kist içeriğinin boşaltılıp kavitenin alkol ile yıkanması ile de sağlanabilir. İleri evre kistlerde ise ilaç tedavisi ilaç kist içeriğindeki parazitlerin öldürülmesi sağlanabilir. Karaciğer dışında yerlerşen kistlerin tedavisi tamamen farklıdır.

Can Sağlık Grubu’na bağlı İzmir Özel Can Hastanesi ve Salihli Özel Can Hastanesi’nde iyi huylu prostat büyümesi tanı ve tedavileri genel cerrahi, radyoloji ve enfeksiyon hastalıkları uzmanlarından oluşan alanında çok ciddi bilimsel bilgi, beceri yanısıra deneyime de sahip uzman hekimlerce değerlendirilmekte ve en doğru tedavi yaklaşımları uygulanmaktadır. Lütfen bilgi ve randevu alınız.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Kifoz nedir? Nedenleri, Belirtileri, Tedavisi

Kifoz; aslında doğamızda var olan doğal kamburluğun ilerlemiş halidir. Hepimiz biliriz ki sırtımız biraz kambur; belimiz de biraz çukurdur. Sırtta görülen kamburluk belli bir dereceye kadar doğal kabul edilir. Sırt bölgesi veya sırt bel bileşkesinde görülen bu kamburluk düzeyi 50 derecenin üzerine çıkarsa kifozdan bahsedilebilir.

Kifozu tam olarak anlayabilmek için omurganın şekli hakkında bilgi sahibi olmak yararlı olacaktır. Omurga üç bölümden oluşur. Yandan bakıldığında, bu bölümler üç doğal eğri oluşturacak şekilde sıralanmıştır. Boyun (servikal omurga) ve alt sırtın (lomber omurga) “c şeklindeki” eğrilerine lordoz denir. Göğsün (torasik omurga) “ters c şeklindeki” eğrisine kifoz denir.

Nedenleri;

  • Dokuların dışarıdan gelen uyarılarla normal fonksiyonlarını yapamayacak duruma gelmesi
  • Osteoporoz
  • Kaza ya da herhangi bir darbeyle meydana gelen omurgada oluşan kırıklar
  • Omurgada oluşabilecek iltihaplar
  • Verem hastalığı olarak bilinen tüberküloz
  • Duruş bozukluğu
  • Yetersiz beslenme ve vitamin eksikliği

Belirtileri;

Bebekler ve çocuklarda Kifoz belirtileri;

Hayat standartlarını düşüren omurga hastalıklarından olan kifoz, nadir olarak anne karnındaki gelişim esnasında da ortaya çıkabilir. Bebeğin 3. aydan itibaren omurgalarının gelişmesi esnasında oluşabilecek anormallikler kifoz başlangıcına sebep olabilir. Bebeğin kifoz hastası olup olmadığı, ailenin dikkatiyle ortaya çıkarılabilir. Erken teşhis ile büyük ölçüde önlenebilen bu hastalık; bebek 1 yaşını doldurduktan sonra kifoz ameliyatı ile kontrol altına alınabilir. Bebekte kifoz belirtileri ise şu şekildedir;

  • Kol ve bacaklarda anormallik
  • Orantısız gövde
  • Kol, bacak ve omuzların birbirine eşit olmaması
  • Denge kaybı
  • Öne eğildiği zamanlarda görülen kamburluk

Bu belirtilerden bir ya da bir kaçı görülüyorsa bebeği hemen doktora götürmeli gerekli tetkikleri yaptırmalısınız.

Yetişkinlerde Kifoz belirtileri;

Kifozun en net belirtisi öne doğru eğikliktir. Ancak bunun dışında da bazı belirtiler göstererek Kifoza dair ipuçları verir. Bunlar;

  • Hafif ya da şiddetli sırt ağrısı
  • Boy uzunluğunun kemiklerin eğilmesi sonucunda azalıyor gibi görünmesi
  • Dik durmakta güçlük yaşamak ve ilerleyen zamanlarda zorluk derecesinin artması
  • Kaslarda yorgunluk hissetmek
  • Omurgada aşırı duyarlılık

Bunlar başka hastalıkların da belirtisi olabileceği gibi sadece duruş bozukluğundan kaynaklanan sebepler de olabilir. Erken teşhis ile hastalığın derecesinin ilerlememesi için korse ile tedavi başlayabilir, egzersiz programı düzenlenerek şikayetlerin azalması sağlanabilir.

Teşhisi;

Doktor Muayenesi; Okulda skolyoz taraması yapılıncaya kadar hafif kifoz genellikle fark edilmez. Hastanın sırtındaki değişiklikler fark edilecek kadar belirginse, bu genellikle hem ebeveynler hem de çocuk için oldukça rahatsız edicidir. Çocuğun sırtının kozmetik görünümüyle ilgili endişeler, genellikle aileyi tıbbi yardım aramaya iten şeydir.

Fiziksel Muayene; Doktor tıbbi öykü alır ve bireyin genel sağlığı ve semptomları hakkında sorular sorarak başlar. Daha sonra, herhangi bir hassasiyet alanı olup olmadığını belirlemek için omurgaya bastırarak sırtı inceler. Daha şiddetli kifoz vakalarında, sırtın üst kısmının yuvarlatılması veya bir kambur açıkça görülebilir. Ancak daha hafif vakalarda durumun teşhis edilmesi daha zor olabilir.

Muayene sırasında, doktor hastanın her iki ayağı bitişik, dizleri düz ve kolları serbest şekilde öne doğru eğilmesini ister. “Adem’in öne eğilme testi” olarak adlandırılan bu test, doktorun omurganın eğimini daha iyi görmesini ve herhangi bir omurga deformitesini gözlemlemesini sağlar.

Doktorunuz ayrıca hastadan eğriyi düzeltip düzeltmediğini görmek için uzanmasını isteyebilir. Bu durum, eğrinin esnek olduğunun ve postural kifozun temsilcisi olabileceğinin bir işaretidir.

Testler;

  • Röntgen: Doktor gerekli gördüğü takdirde, omurlarda değişiklik veya başka herhangi bir kemik anormalliği olup olmadığını belirlemek için farklı açılardan röntgen isteyebilir. X ışınları ayrıca kifotik eğrinin derecesini ölçmeye yardımcı olacaktır. 50 dereceden daha büyük bir eğri anormal kabul edilir
  • Pulmoner fonksiyon testleri: Kifoz çok şiddetliyse, doktor solunum fonksiyon testleri isteyebilir. Bu testler, göğüs boşluğunun azalması nedeniyle hastanın nefes almasının kısıtlanıp kısıtlanmadığını belirlemeye yardımcı olacaktır
  • Diğer testler: Doğuştan kifozlu hastalarda, ilerleyen kamburluk, vücudun alt kısmında ağrı, karıncalanma, uyuşma veya güçsüzlük dahil olmak üzere omurilik sıkışması semptomlarına yol açabilir. Hasta bu semptomlardan herhangi birini yaşıyorsa, doktor nörolojik testler veya manyetik rezonans görüntüleme (MRI) taraması isteyebilir

Tedavisi;

Kamburluk tanısı konulduktan sonra derecesine göre tedavi planı belirlenir. Kamburluk ameliyatsız tedavi yöntemleriyle kontrol altına alınarak düzeltilebilecek durumdaysa; egzersiz, duruş öğretme, kas güçlendirme, karın ve sırt kaslarının güçlendirilmesi, mekik, ters mekik ve şınav hareketlerinin yapılması, bunların gün içerisinde tekrarlanması gibi fizik tedavi uygulamalarının devreye girdiği bir düzenlemeyle hastalık takibe alınır. Ama bütün bu egzersiz ve fizik tedavi hareketleri uygulandığı halde istenilen sonuca ulaşılamıyor ve eğriliğin derecesinde artış devam ediyorsa korse tedavisine başlanır.

Korse tedavisi, önemli, zor ve dikkat gerektiren bir tedavidir. Kamburluğun yeri ve derecesine uygun korse, korse teknisyeni ve omurga cerrahının ortak çalışmasıyla belirlenerek kişiye özel tasarlanır. Bu korselerin kamburluğun derecesine göre, iskelet büyümesi tamamlanana kadar 10-20 saat aralıksız takılması gerekebilir. Kişiye özel ve uygun koşullarda kullanılan bir korse hastalığı ameliyata gerek olmadan düzeltebilir. Ancak korseye rağmen düzelmeyen bir kamburluk söz konusuysa cerrahi müdahale gerekir.

Ülkemizde ne yazık ki kifoz, duruş bozukluğudur geçer gibi yanlış bir algıyla değerlendirildiği için hastalar genellikle 16-17 yaş civarında kamburluk gözle görülür hale geldiğinde doktora gitmeye ihtiyaç duyarlar. Dolayısıyla ameliyat bu tür hastalıklarda 16-18 yaş döneminde olur. Dileğimiz ameliyata gerek olmayan bir dönemde kifozu yakalayabilirsek ameliyat dışı tedavi yöntemleriyle gerekli tedaviyi yapmaktır. Günümüzde gelişen anestezi teknikleri ve yoğun bakım üniteleriyle, ameliyatlardaki komplikasyon riski %2’lerin altına düşmüştür. Ameliyat sonrası hareketlilik, kamburluğun derecesi ve bulunduğu bölgeye göre değişir.

Omurganın vida yerleştirilen bölümünde hareket iptal edilmiş olduğu için kifoz ameliyatı ne kadar erken dönemde yapılırsa hareket serbestliği de o kadar sağlanmış olur. Mümkün olan en kısa mesafeyi içerecek şekilde ameliyat yapılarak hastanın hareket alanı kısıtlanmamaya çalışılır. Ameliyattan bir gün sonra hasta kaldırılarak yürütülür ve gün geçtikçe hareketi artırılır. Kullanılan vidalar çok kuvvetli olduğu için çok nadir vakalar hariç korse kullanılmaz. Hasta, yüzme, bisiklet gibi sportif faaliyetlere 4-6 ay içerisinde başlayabilir.

Belinizi güçlendirmek için Kifoz egzersizleri yapmalısınız!

Kamburluk bel kaslarının zayıflamasıyla ortaya çıkar. Bel kasları güçlü olan ve çoğunlukla ağırlık çalışan kişilerde görülmez. Kamburluk oluşmuşsa belinizi güçlendirecek, duruşunuzu değiştirecek birtakım egzersizler yaparak sorunu çözebilirsiniz. Ters mekik çekebilir, yüzebilir, düzenli olarak fitness çalışmaları yapabilirsiniz. Yapabileceğiniz bazı Kifoz egzersizleri şu şekildedir;

  • Kambur olan insanların genelde vücutlarının ön kısmındaki kaslar aşırı gergin olurken, vücudun arkasındaki kaslar güçsüz kalabiliyor. Bazı hareketlerle ön kısımdaki kaslar esnetilirken arkada bulunan kaslar güçlendirilebilir. İlk etapta; derin nefes alıp esner gibi kolları arkaya uzatıp, kendinizi geriye yaslayabilirsiniz. Bu hareketi kolları ensede birleştirerek ya da belinizde birleştirerek de uygulayabilirsiniz. Bu 1 dakika içerisinde 3 defa tekrarlanabilir
  • Omuzun arkasındaki ve sırttaki kasları güçlendirebilmek için yapılacak bazı hareketler vardır. Bu hareketler vücudun ön kısmındaki kaslarında da esnemesini sağlar. Öncelikle yüz üstü uzanarak ayak parmaklarınızı dik bir şekilde yere koymalısınız. Bu sayede omurganın alt tarafını sabitlemiş olursunuz. Sonrasında ise büyük bir çubuk alarak iki elinizle kaldırıp arkaya doğru iterek, omuzları olması gereken şekle getirebilirsiniz
  • Bu hastalığın belirtilerinin kaybolması için göğüs kaslarının esnemesi de önemlidir. Bunu sağlayabileceğiniz kolay bir egzersizde mevcuttur. Elinizi ve dirseğinizi duvara yaslayarak vücudunuzu başınızla birlikte kolun ters yönüne doğru çevirerek vücudunuzu esnetebilirsiniz. Aynı hareketi diğer kolunuzla da yaparak eşit seviyede esnemeye erişebilirsiniz. 1 dakika içinde 4 kez yapabileceğiniz bu egzersiz omurların da rahatlamasını sağlayacaktır
  • Karın kaslarının gergin olması vücudu öne çeken etkenlerden biridir. Bunun için karın kaslarınızı esnetebilir doğru duruşa bir adım daha yaklaşabilirsiniz. Yüz üstü uzanarak ayak parmaklarınızı yine yere paralel olacak şekilde koymalısınız, ardından ellerinizi yere koyup, derin nefes almayı ihmal etmeden belinizin üst kısmını yukarı iterek hareketi tamamlamalısınız

Kifoz egzersizi de yine doktor tavsiyesi üzerine yapılmalıdır. Yanlış yapılacak egzersizler düzelmenizi sağlamayacağı gibi, durumunuzun daha kötü olmasına sebep olabilir. Doktorun belirleyeceği programla sizin için belirlenecek en doğru egzersizi yaparken; aynı zamanda hayatınızda bazı detaylara da dikkat etmelisiniz.

Kamburluğun bir diğer sebebi olan duruş bozukluğunu günlük yaşantınızda en aza indirerek, kamburun ilerlemesini engelleyebilirsiniz. Bunun için gün içerisinde çok fazla eğilmemeye, dik oturmaya dikkat etmelisiniz. Bilgisayar kullanırken ekranı göz hizanıza göre ayarlayabilir, sandalyede kendinizi kasmadan dik oturabilirsiniz. Oturup kalkarken de ani hareketlerden kaçınarak omurgalarınızı ve belinizi olası bir zarar görmesine karşı koruyabilirsiniz.

Çocuklarımızı kifozdan korumak mümkün mü?

Çocuklarımızın sırtına yüklediğimiz yükler kifozun direkt nedeni değildir; ancak kifoz oluşumu ve gelişimini hızlandırır unutmayın! Bunun için;

  • Çocuğunuzun kendi ağırlığının %8-10’unu (4-6 kg) geçmeyen sırt çantaları kullanmasına dikkat edin
  • Çantasını sırtının orta kısmında taşımasını sağlayın
  • Çanta askılarını sırt bölgesinin aşağısına inmeyecek şekilde ayarlayın
  • Çantaları tek omzunda değil; çift omzunda, desteğini sırtının ortasına gelecek şekilde takması konusunda uyarın
  • Dik durmasını sağlamak için evdeki çalışma ortamını düzenleyin. Yaş ve gelişimine uygun bir çalışma masası ve sırt desteği olan sandalye seçin
  • Masa başında çalıştığı sürede doğru pozisyonda oturduğundan emin olun
  • Ders çalıştığı süre boyunca 30-45 dakikada bir mola vererek esneme, gerinme gibi egzersizler yapmasını sağlayın
Paylaşın

Kızamık nedir? Belirtileri, Teşhisi, Tedavisi

Solunum sisteminde başlayan viral bir enfeksiyon olan kızamık veya rubeola, paramiksovirüs ailesinden bir virüs bulaşması neden olur. Kızamık virüsü önce solunum yolunu enfekte eder. Bununla birlikte, sonunda kan dolaşımı yoluyla vücudun diğer bölgelerine yayılır.

Kızamık oldukça bulaşıcıdır ve sadece insanlarda görülür. Bu, enfeksiyonun kişiden kişiye çok kolay yayılabileceği anlamına gelir. Güvenli ve etkili bir aşı olmasına rağmen kızamık, dünya çapında hala önemli bir ölüm nedeni olmaya devam etmektedir.

Kızamık nasıl bulaşır?

Kızamık, solunum sisteminin viral bir enfeksiyondur ve çok bulaşıcı bir hastalıktır. Kızamık, enfekte olmuş mukus ve tükürük ile temas yoluyla yayılabilen çok bulaşıcı bir hastalıktır. Kızamık virüsü ile enfekte bir kişi, öksürdüğü veya hapşırdığı sırada enfeksiyonu havaya bırakabilir. Birkaç saat boyunca yüzeylerde yaşayabilen kızamık virüsü yakın çevredeki herkesi etkileyebilir. Kızamık çok bulaşıcı bir hastalıktır. Çok bulaşışı bir hastalık olan kızamık, aynı oda içinde bulunan ve aşı olmayan 10 kişiden 9’una bulaşabilir. Kızamık olan bir kişi virüsü yaklaşık bir hafta boyunca başkalarına bulaştırabilir.

Kızamık ciddi bir hastalık mıdır?

Kızamık çocuk sağlığı açısından önemli bir hastalıktır. Özellikle 1 yaşın altındaki çocuklarda ciddi hatta ölümcül olabilmektedir. Aşılama ile birlikte kızamık kaynaklı ölüm oranları dünya çapında azalmış olsa da hastalık halen 5 yaşın altında yılda 100 bin çocuğun ölümüne neden olmaktadır. Gelişmiş Avrupa Birliği Ülkelerinde bile geçen yıl toplam 12 bin kızamık vakası tespit edilmiştir ve bunlardan 33 vaka hayatını kaybetmiştir.

Kızamığın neden olduğu yaygın rahatsızlıklar;

  • İshal ve kusma
  • Kulak ağrısı ve orta kulak enfeksiyonu (otitis media)
  • Göz enfeksiyonu (konjonktivit) veya gözlerde kızarıklık
  • Larenjit
  • Zatürre, bronşit, krup gibi solunum yolları ve akciğer enfeksiyonları
  • Ateşli nöbetler

Ancak kızamık bazı hastalarda ve ilerleyen evrelerde çok daha ciddi hatta ölümcül sorunlara yol açabilir.

  • Beyni ve omuriliği çevreleyen zarlarda enfeksiyon(menenjit) yaşanabilir. Nadir olmakla birlikte beyin inflamasyonu olarak bilinen subakut sklerozan panensefalit (SSPE). Sağırlığa ve beyinde kalıcı hasarlara neden olabilen bu rahatsızlık kızamıktan birkaç yıl sonra bile ortaya çıkabilir.
  • Karaciğer enfeksiyonu (hepatit)
  • Virüs gözün sinir kaslarını etkilediği durumlarda şaşılık, göz bozuklukları veya görme kaybı.
  • Kalp ve sinir sistemi problemleri

Belirtileri;

 

  • 1-3. günler arası: Hafif veya yüksek ateş, kuru öksürük, burun akıntısı, gözlerde kızarıklık. Üst azı dişlerinin yanındaki dişetlerinde ve yanak içinde beliren, küçük beyaz noktalar (Koplik lekeleri) kızamık için tanı koydurucudur
  • 4-8. günler arası: Yüksek ateş (39o -40oC), karakteristik döküntü. Döküntü, kulak arkasından başlayarak yüze, oradan gövdeye ve daha sonra da kol ve bacaklara yayılır. Bir süre sonra aynı sırayı izleyerek solar ve yerinde geçici bir renk değişikliği bırakabilir
  • Göz konjunktivası iltihabı (konjunktivit) görülebilir. Gözler ışığa karşı hassaslaşır

Teşhisi;

Kızamık tanısı genellikle doktor muayenesi ile konulabilmektedir. Kızamık hastalığının karakteristik deri döküntüsü ve ağız içinde çıkan lekelerden (koplik lekeleri) teşhis edilebilir. Belirtilerin farklı hastalıklarla karıştırılma olasılığına karşı kan testi ile kızamık teşhisi netleştirilebilir.

Tedavisi;

Yerleşik kızamık enfeksiyonu için spesifik bir tedavi yoktur. Bununla birlikte, virüse maruz kalmış kişileri korumak için bazı önlemler alınabilir.

  • Bebekler dahil, aşılanmamış insanlar virüs bulaşmasından 72 saat sonra kızamık aşısı yapılabilir
  • Hamile kadınlar, bebekler ve hastalığa maruz kalmış bağışıklık sistemi zayıf kişilerde bağışıklık serum globülini adı verilen bir protein enjeksiyonu kullanılabilir. Virüse maruz kaldıktan sonraki altı gün içinde verildiğinde, bu antikorlar kızamık oluşumunu önleyebilir veya şikayetleri azaltabilir
  • Siz veya çocuğunuz da kızamığa eşlik eden ateşi hafifletmek için asetaminofen, ibuprofen veya naproksen gibi reçetesiz satılan ilaçlar kullanabilirsiniz. Kızamık semptomları olan çocuklara veya gençlere aspirin asla vermeyin. Aspirin 3 yaşından büyük çocuklarda kullanım için onaylanmış olsa da; suçiçeği veya grip benzeri semptomlardan kurtulan çocuklar ve gençler asla aspirin almamalıdır. Bu gibi durumlarda aspirin kullanılması reye sendromu gibi çok daha ciddi sorunlara yol açabilmektedir
  • Sizde veya çocuğunuzda kızamık varken pnömoni veya kulak enfeksiyonu gibi bir bakteriyel enfeksiyon gelişirse, doktorunuz antibiyotik ilaç reçete edebilir
  • Düşük A vitamini seviyesine sahip çocukların daha şiddetli kızamık geçirme olasılığı yüksektir. A vitamini vermek kızamığın şiddetini azaltabilir. Genellikle bir yıldan büyük çocuklar için 200.000 uluslararası birim (IU) büyük bir doz olarak verilir
  • Çocuğunuzun süreç boyunca bol su tüketmesine özen gösterin
  • Öksürük veya boğaz ağrısı için hava yollarını rahatlatacak nemlendiriciler kullanılabilir

Kızamık aşısı ne zaman yapılmalıdır?

Çocuklara rutin olarak 2 doz kızamık aşısı yapılmaktadır. İlk doz kızamık aşısı çocuk 1 yaşına geldiğinde yapılmalıdır. İkinci doz kızamık aşısı 4-6 yaş aralığında yapılmalıdır. İkinci doz aşının daha erken yapılması tavsiye edilmemektedir. Ancak, 4 yaşından küçük çocuk kızamık salgınının olduğu bir bölgeye gitmek zorundaysa ikinci doz aşı önerilebilir. Bağışıklığı olmayan daha büyük çocuklar ve gençler de iki doz kızamık aşısı yaptırmalıdır. Daha önce aşılanıp aşılanmadığından emin olmayan kişilerin kızamık aşısı olmasının bir zararı bulunmamaktadır.

Kızamık aşısı ne zaman yapılmalıdır?

Çocuklara rutin olarak 2 doz kızamık aşısı yapılmaktadır. İlk doz kızamık aşısı çocuk 1 yaşına geldiğinde yapılmalıdır. İkinci doz kızamık aşısı 4-6 yaş aralığında yapılmalıdır. İkinci doz aşının daha erken yapılması tavsiye edilmemektedir. Ancak, 4 yaşından küçük çocuk kızamık salgınının olduğu bir bölgeye gitmek zorundaysa ikinci doz aşı önerilebilir. Bağışıklığı olmayan daha büyük çocuklar ve gençler de iki doz kızamık aşısı yaptırmalıdır. Daha önce aşılanıp aşılanmadığından emin olmayan kişilerin kızamık aşısı olmasının bir zararı bulunmamaktadır.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

 

Paylaşın