Kısa bağırsak sendromu nedir? Detaylar

Kısa bağırsak sendromu, ince veya kalın bağırsağın bir kısmının çıkarıldığı veya düzgün çalışmadığında ortaya çıkan durumdur. Kısa bağırsak sendromu olan kişiler, vitaminleri, mineralleri, proteinleri, yağları düzgün bir şekilde ememez. 

Bazı kısa bağırsak sendromu vakaları hafif seyrederken, bazıları ise çok daha fazla ağır seyreder.

Nedenleri;

Kısa bağırsak sendromu, ince bağırsağın bir kısmının cerrahi olarak çıkarılmasından sonra gelişir. Bu ameliyat, aşağıdakiler dahil olmak üzere farklı bağırsak durumlarını tedavi etmek için yapılır:

  • Daralmış bir ince bağırsakla doğmak veya sindirim sisteminin bir kısmının eksik olması (bağırsak atrezisi)
  • Fiziksel travmadan bağırsak yaralanması
  • Bağırsaklarda yavaş hareket
  • Bağırsakları etkileyen kanser veya kanser tedavisi
  • Crohn hastalığına bağlı bağırsakların yaralanması, sindirim sisteminde tıkanmaya neden olur
  • Kan damarı tıkanması sonucu bağırsaklara kan akışı kaybı

Belirtileri;

Kısa bağırsak sendromunun semptomları değişebilir, ancak en yaygın olanı ishaldir . İshal dehidrasyona ve yetersiz beslenmeye yol açabileceğinden , ciddi bir semptomdur ve tedavi edilmelidir. Kısa bağırsak sendromunun diğer semptomları şunları içerebilir:

  • Kilo kaybı
  • Bedensel zayıflık ve yorgunluk
  • Karında kramp ve şişkinlik
  • Bacaklarda şişme (ödem)
  • Mide bulantısı ve kusma
  • Kötü kokulu veya soluk, yağlı dışkı
  • Mide ekşimesi ve gaz

Kısa bağırsak sendromunun semptomları, işleyen bağırsağın ne kadarının kaldığına bağlı olarak büyük ölçüde değişir.

Teşhisi;

Doktor, tıbbi geçmişinize, ailenizin tıbbi geçmişine, kapsamlı bir fiziksel muayeneye ve çeşitli klinik testlere göre kısa bağırsak sendromunu teşhis edecektir. Doktorunuz, kardeşleriniz ve ebeveynleriniz gibi yakın ailenizde meydana gelen semptomlar ve benzer durumlar hakkında size sorular soracaktır. Daha sonra doktor, karın bölgenizi stetoskopla dinlemek, reflekslerinizi test etmek ve kas atrofisi belirtilerini aramak dahil olmak üzere eksiksiz fiziki muayene yapacaktır .

Diğer teşhis prosedürleri şunları içerebilir:

  • Görüntüleme testleri; Örneğin röntgen , BT taramaları , MRI taraması , üst GI serisi (baryum çalışması) ve karın ultrason görüntüleme bağırsak sistemi veya bağırsak alanları tıkalı veya daralmış meydana çıkarmak olabilir, hem de diğer organlardaki düzensizlikler
  • Kan testleri, kan dolaşımındaki vitamin ve mineral seviyelerini ve kan sayımını (anemiyi kontrol etmek için) ölçmek için
  • Dışkıda yağ testleri, vücudun yağı ne kadar iyi emdiğini ölçmek için. Doktorunuz bu test için sizden dışkı örneği vermenizi isteyecektir

Tedavisi;

Şu anda kısa bağırsak sendromunun tedavisi yoktur. İyi haber şu ki, semptomlar genellikle yönetilebilir, yaşam kalitenizi artırabilir ve tehlikeli komplikasyonları önleyebilir.

Beslenme ve diyet; Kısa bağırsak sendromlu insanlar için doğru beslenme ilk savunma hattıdır. Doğru diyet, duruma neyin neden olduğuna ve ne kadar şiddetli olduğuna bağlı olarak kişiden kişiye değişecektir. Bununla birlikte, kısa bağırsak sendromlu çoğu kişiye şunları tavsiye edilir:

  • Besinlerin bağırsaklardan emilimini teşvik etmek ve bağırsak uyumunu hızlandırmak için sık sık yemek yiyin; bu, bağırsağın sağlıklı kısmının düzgün çalışmayan veya çıkarılmış bölümleri telafi etmeyi “öğrendiği” süreçtir. Buradaki fikir, büyük öğünlerden önce gün boyunca sağlıklı atıştırmalıkların tadını çıkarmaktır
  • Sıvıları yemek sırasında değil, öğün aralarında için. Yemeklerle birlikte sıvı içmek ishali artırabilir
  • Bol su, et suyu ve kafeinsiz alkolsüz içecekler içerek gün boyunca susuz kalmayın. Çocuklar ayrıca çoğu eczanede ve gıda mağazasında satılan reçetesiz rehidrasyon solüsyonlarını tüketmelidir
  • Lif veya şeker oranı yüksek olanlar gibi ishale neden olabilecek yiyeceklerden ve ayrıca yüksek yağlı yiyeceklerden kaçının
  • Muz, pirinç, yulaf ezmesi, elma püresi ve kızarmış ekmek gibi ishali kontrol etmeye yardımcı olabilecek kalın, hafif yiyecekler yiyin
  • Vitamin ve mineral takviyelerini doktorun rehberliğinde alın

Diyetiniz genellikle ek beslenme desteği biçimleriyle desteklenecektir. Bunlar, enteral beslenme olarak bilinen, burun veya ağızdan sokulan bir mide tüpü yoluyla besinlerin verilmesini içerebilir. Daha yaygın olarak, parenteral beslenme olarak bilinen sıvı ve besinlerin intravenöz olarak verilmesini alırsınız. Toplam parenteral beslenme (TPN) hepsini tedarik etmeyi içerir. Sindirim sistemini tamamen atlayarak besinlerinizin doğrudan kan dolaşımına karışmasını sağlayın. En ağır durumlar dışında TPN normalde geçicidir.

İlaç tedavisi; Doktorlar ayrıca kısa bağırsak sendromu için aşağıdakileri içeren ilaçlar da dahil olmak üzere çeşitli ilaçlar reçete edebilir:

  • İshali önleme
  • Mide asitlerinin salınımını düzenleme
  • İnce bağırsağın besinleri emme kapasitesini arttırma
  • Bağırsak bakterilerinin büyümesini engelleme
  • Safra akışını uyarma
  • Karaciğeri koruma

Ameliyat; Kısa bağırsak sendromlu insanların yaklaşık yarısının bir çeşit ameliyata ihtiyacı olacaktır. Cerrahinin amacı ince bağırsağın besin emilimini artırmaktır. Ameliyat türleri şunları içerir:

  • Bianchi prosedürü, bağırsağı ikiye bölerek ve bir ucunu diğerine dikerek bağırsağın uzatıldığı bir prosedür
  • striktüroplasti, bir bağırsağın uzunluğunu korurken, bağırsağın daralmış bir kısmını açan prosedür
  • seri enine enteroplasti, bağırsağın uzunluğunu artırmak için bağırsakların zikzak şeklini oluşturan bir prosedür
  • çok ağır vakalarda bağırsak nakli

Komplikasyonları;

Kısa bağırsak sendromundan kaynaklanabilecek komplikasyonlar şunları içerir:

  • Safra kesesi taşları ve böbrek taşları
  • Bağırsakta aşırı bakteri üremesi
  • Peptik ülserler

Ek olarak, tedaviler aşağıdaki gibi komplikasyonlara neden olabilir:

  • TPN’den gelişen kateter ile ilgili enfeksiyonlar, kan pıhtıları ve böbrek veya karaciğer sorunları
  • Organ reddi ve nakil sonrası gelişen enfeksiyonlar

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Ketonüri nedir? Nedenleri, Belirtileri, Tedavisi

Ketonüri, idrarınızda yüksek keton seviyelerine sahip olduğunuzda olur. Bu duruma ayrıca ketoasidüri ve asetonüri de denir. Ketonlar veya keton bir asit türüdür. Ketonlar, vücudun enerji için yağları ve proteinleri yaktığında oluşur. Bu normal bir süreçtir. Fakat, bazı sağlık koşulları ve diğer nedenlerle bağlı olarak keton üretimi aşırı hızlanmaya başlayabilir.

Keton seviyeleri çok uzun süre yükselirse, kanınız asidik hale gelir. Bu da sağlığınıza zarar verebilir. Ketonüri en çok şeker hastalığı olan kişilerde, özellikle de tip 1 şeker hastalığı olanlarda yaygındır. Hamile veya emziren kadınlarda da görülebilir.

Nedenleri;

İdrar tahlilinde keton bulunmasına yol açan en önemli neden diyabet hastalığıdır. Şeker hastalığına bağlı olarak idrar testinde keton varlığı tespit edilebilir. İdrarda keton bulunmasına yol açan nedenler şunlardır:

Diyabet (şeker hastalığı); Diyabet hastalığına sahip bireylerin vücutlarında yeterli insülin olmayabilir veya var olan insülin uygun şekilde kullanılmayabilir. İnsülin hormonundaki bu bozukluklar nedeniyle şeker (glikoz) hücrelere verimli bir şekilde taşınamaz ve enerji kaynağı olarak kullanılamaz. Diyabet hastalarında ketonüri varsa, muhtemelen kan şekeri seviyelerinde yükseklik vardır. Şeker hastalarında idrarda keton bulunmasının diğer bazı nedenleri şunlardır:

  • Kontrolsüz kan şekeri seviyeleri
  • İnsülin kullanımını aksatmak
  • Öğün atlamak
  • Yeterince beslenmemek
  • Diyete dikkat etmemek
  • Çeşitli enfeksiyon hastalıkları geçirmek
  • Cerrahi müdahaleler
  • Ağır yaralanmalara maruz kalmak

İdrar testinde keton pozitifliği altta yatan diyabet hastalığını işaret ediyor olabilir. Bu hastaların kan şekeri düzeyleri kontrol edilmelidir.

Diyabetik ketoasidoz; Kontrol altında alınmayan kan şekeri düzeyleri diyabetik ketoasidoz adı verilen tıbbi bir durum ile sonuçlanabilir. Diyabetik ketoasidozda kan şekeri düzeyleri çok yükselmiştir. Diyabetik ketoasidozda kandaki keton düzeyi çok yükselmiştir. Bu nedenle çeşitli belirtiler ortaya çıkar. Diyabetik ketoasidozun belirtileri şunlardır:

  • Aşırı susuzluk hissi
  • Nefeste aseton kokusu
  • Kurumuş ve parlaklaşmış cilt
  • Zihin bulanıklığı
  • Konsantrasyon zorluğu
  • Nefes alma güçlüğü
  • Mide bulantısı ve kusma
  • Karın ağrısı
  • Bilinç bulanıklığı
  • Koma

Diyabetik ketoasidoz durumundaki hastaların idrarında keton pozitifliği ile karşılaşılır. Bu durum ketoasidoz  durumunun derinleştiğini gösteren önemli bir veridir. Diyabetik ketoasidoz hastaları kısa sürede bir sağlık kuruluşuna başvurmalı ve tıbbi yardım almalıdırlar. Derinleşen ketoasidoz insan yaşamını tehdit edebilir.

Ketojenik diyet; Son yıllarda birçok farklı diyet türü popüler hale gelmiştir. Bu diyet türlerinden biri de ketojenik diyettir. Ketojenik diyette karbonhidrat alımı sınırlandırılır. Daha az karbonhidrat ile beslenen hastaların vücutları enerji kaynağı olarak yağları ve proteinleri kullanılır. Bu nedenle kandaki keton düzeyleri yükselir. Oruç tutanlarda veya ketojenik diyet yapanlarda idrarda keton ile karşılaşmak normal bir durumdur. Ketojenik diyet normal bir şekilde yapılırsa sağlık açısından risk oluşturmaz.

Ateşli hastalıklar; Ani ateşlenmelere neden olan hastalıklarda vücuttaki enerji mekanizmasında ani değişiklikler olabilir ve daha fazla keton oluşur. Oluşan fazla keton idrar ile vücuttan uzaklaştırılmaya çalışılır. Bu nedenle ketonüri tablosu ortaya çıkar. Şu nedenler kandaki keton düzeyinin artmasına yol açabilir:

  • Ani ateş yüksekliği
  • Kanser tedavisi görmek
  • Sepsis
  • Zehirlenme
  • İleri derecede yanığı olan hastalar
  • Organ nakli sonrası

Diğer nedenler; İdrar tahlilinde keton pozitifliğine yol açabilecek birçok farklı neden vardır. Ketonüri oluşumuna yol açabilecek diğer nedenler şunlardır:

  • Aşırı alkol alımı
  • Çok fazla kusmak
  • Uzun süreli ishal
  • Gebelik/hamilelik
  • Uzun süreli açlık
  • Yeme bozuklukları
  • Oruç tutmak
  • Hipertiroidi
  • Çeşitli hastalıklar
  • Enfeksiyon hastalıkları
  • Kalp krizi geçirmek
  • Fiziksel travmalar
  • Uzun süreli egzersizler
  • Kortikosteroidler
  • Diüretik ilaçlar

İdrar testinde keton düzeylerinin yüksek olmasına yol açabilecek birçok farklı sağlık koşulu vardır. Doktorunuz altta yatan nedeni belirlemek için çeşitli tanı araçlarını kullanacaktır.

Belirtileri;

Ketonüri, ketoasidozunuz olduğunun veya buna yol açtığınızın bir işareti olabilir. Keton seviyeniz ne kadar yüksekse, semptomlar o kadar şiddetli ve daha tehlikeli hale gelebilir. Ciddiyet derecesine bağlı olarak, belirti ve semptomlar şunları içerebilir:

  • Ssusuzluk
  • Meyve kokulu nefes
  • Kuru ağız
  • Yyorgunluk
  • Mide bulantısı ya da kusma
  • Sık idrara çıkma
  • Kafa karışıklığı veya odaklanma zorluğu
  • Yüksek kan şekeri
  • Önemli dehidrasyon
  • Elektrolit dengesizliği

Ek olarak, yüksek keton seviyelerine yol açabilen sepsis, pnömoni ve idrar yolu enfeksiyonları gibi hastalık belirtileri olabilir.

Teşhisi;

Ketonüri genellikle idrar testi ile teşhis edilir. Doktorunuz ayrıca belirtilerinize ve tıbbi geçmişinize de bakacaktır. Hem idrarınızda hem de kanınızda ketonlar için ortak testler şunları içerir:

  • Parmak çubuğu keton kan testi
  • İdrar şerit testi
  • Aseton nefes testi

Başka testler ve taramalardan da geçebilirsiniz:

  • Kan elektrolitleri
  • Tam kan sayımı
  • Göğüs röntgeni
  • CT tarama
  • Elektrokardiyogram
  • Enfeksiyonlar için kan kültürü testleri
  • Kan şekeri testi
  • İlaç perdesi

Tedavisi;

İdrar testinde ketonun pozitif olması her zaman ciddi bir problemin varlığı anlamına gelmez. Bu durum egzersizlerden veya yaptığınız diyetten de kaynaklanıyor olabilir. Ketonüri, açlık veya diyetinizdeki değişikliklerden kaynaklanıyorsa muhtemelen kendi kendine çözülecektir. Bu durumda ek bir tedaviye ihtiyacınız olmayacaktır. İdrar ketonunun pozitif olması ile birlikte şu belirtilerin olması ketoasidoz açısından yol göstericidir:

  • Nefes darlığı
  • Mide bulantısı
  • Kusma
  • Susuzluk hissi
  • Nefeste çürük meyve kokusu
  • Vücutta ısı artışı
  • Zihin bulanıklığı
  • Karın ağrısı
  • Uyuklama
  • Bilinç kaybı

İdrarda keton düzeyinin pozitif sonuç vermesi ile birlikte bu belirtilere sahip olmanız altta yatan tıbbi bir problemi gösteriyor olabilir.

Antibiyotikler; İdrarda keton pozitifliği farklı sağlık koşullarından kaynaklanıyorsa farklı tedavi seçeneklerine ihtiyacınız olabilir:

  • Antiviraller
  • Kalp ilaçları
  • Besleyici ürünler

Doktorunuz kandaki ve idrardaki keton düzeyinin artmasına yol açan nedeni tespit edecek ve nedene yönelik tedavi adımlarını uygulayacaktır.

Tedavi adımları atılırken bazı önlemler alınmalıdır:

  • Hastaya şeker verilmeli ve beslenilmelidir.
  • Hastanın uzun süre aç kalması önlenmelidir.
  • Hastanın yoğun egzersizler yapması önlenmelidir.

Kandaki keton düzeyini arttıran nedenin tedavisi yapıldıktan sonraki birkaç gün içerisinde idrarda keton değerleri negatif sonuç verecektir. Bu aşamada doktorunuzun önerilerine ve tedavi yaklaşımına uygun davranmalısınız.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Diyabetik ketoasidoz nedir? Tanısı, Tedavisi

Diyabetik ketoasidoz (DKA), tip 1 diyabetin ve çok daha az yaygın olarak tip 2 diyabetin ciddi bir komplikasyonudur. DKA, kan şekeriniz çok yüksek olduğunda ve keton adı verilen asidik maddeler vücudunuzda tehlikeli seviyelere çıktığında olur. Ketoasidoz , zararsız olan ketozis ile karıştırılmamalıdır .

Ketozis, ketojenik diyet olarak bilinen aşırı düşük karbonhidrat diyetinin veya oruç tutmanın bir sonucu olarak ortaya çıkabilir . DKA yalnızca vücudunuzda kandaki yüksek glikoz seviyelerini işlemek için yeterli insülin olmadığında olur.

Keton nedir?

Ketonlar (keton cisimcikleri) yağ asitlerinin parçalanması sonucunda oluşan yan ürünlerdir. Yağın enerji olarak yakılması sonucunda ortaya çıkan keton cisimleri ilk önce kanda görülür, miktarları arttıkça idrara geçmeye başlar. Bu durum vücuttaki hassas kimyayı bozar. Hızlı bir biçimde aşırı miktarda keton oluşumu kötü bir durum olduğunun habercisidir.

Aslında, vücudun enerji ihtiyacı için yağın parçalanması ve sonucunda da ketonların oluşumu herkes için normal bir süreçtir. Sağlıklı bir insanda insülin, glukagon ve diğer hormonlar kandaki keton seviyelerinin çok yükselmesini önler. Vücudu yeterli insülini üretemeyen diyabetliler ise kanlarında aşırı derecede keton birikimi açısından risk altındadır.

Diyabetik ketoasidoz nedenleri;

DKA, tedavi almamış yeni tanı Tip 1 diyabetlilerde, hastalığın tanı aldığı ilk şeker yükseklik belirtisi olabilir. Tedavi almakta olan diyabetlilerde ise, mutlak insülin eksikliğine yol açan durumlarda DKA riski artar. Tedaviye uyum problemleri, insülin tedavisini çeşitli nedenlerle bırakılması yada afet vb. sebeplerle tedaviye ulaşılamaması, ağır enfeksiyon ve benzeri organik stres durumlarında artan insülin ihtiyacı karşılanamaması gibi durumlar en sık DKA nedenleridir.

Belirtileri;

  • Sık idrara çıkma
  • Aşırı susuzluk hissi
  • Hiperglisemi (kan şekeri yüksekliği)
  • İdrarda keton yüksekliği
  • Mide bulantısı ya da kusma
  • Karın ağrısı
  • Bilinç bulanıklığı (konfüzyon)
  • Nefeste meyve kokusu
  • Yüzde kızarma
  • Halsizlik
  • Nefes darlığı
  • Ağız ve cilt kuruluğu

Risk faktörleri;

  • Tip 1 diyabet
  • 19 yaşın altında olmak
  • Duygusal veya fiziksel travma
  • Stres
  • Yüksek ateş
  • Kalp krizi veya felç
  • Sigara
  • Alkol veya uyuşturucu bağımlılığı (özellikle kokain)
  • Gebelik

Tanısı;

Doktorunuz diyabetik ketoasidozdan şüphelenirse, fizik muayene ve çeşitli kan testleri yapacaktır. Bazı durumlarda, diyabetik ketoasidozu neyin tetiklediğini belirlemek için ek testler gerekebilir.

Kan testleri; Diyabetik ketoasidoz tanısında kullanılan kan testleri şunları ölçecektir:

  • Kan şekeri seviyesi; Vücudunuzda şekerin hücrelere girmesine izin verecek kadar insülin yoksa, kan şekeri seviyeniz yükselir (hiperglisemi). Vücudunuz enerji için yağ ve proteini parçaladıkça kan şekeri seviyeniz yükselmeye devam edecektir
  • Keton seviyesi; Vücudunuz enerji için yağ ve proteini parçaladığında, ketonlar olarak bilinen asitler kan dolaşımınıza girer
  • Kan asitliği; Kanınızda fazla keton varsa, kanınız asidik hale gelir (asidoz). Bu, vücudunuzdaki organların normal işlevini değiştirebilir.

Ek testler; Doktorunuz diyabetik ketoasidoza katkıda bulunmuş olabilecek altta yatan sağlık sorunlarını belirlemek ve komplikasyonları kontrol etmek için testler isteyebilir. Testler şunları içerebilir:

  • Kan elektrolit testleri
  • İdrar tahlili
  • Göğüs röntgeni
  • Kalbin elektriksel aktivitesinin kaydı (elektrokardiyogram)

Tedavisi;

Diyabetik ketoasidoz teşhisi konulursa, acil serviste tedavi edilebilir veya hastaneye kabul edilebilirsiniz. Tedavi genellikle şunları içerir:

  • Sıvı değişimi; Bu durumda ağızdan veya bir damardan (intravenöz olarak) sıvı alırsınız. Sıvılar, aşırı idrara çıkma yoluyla kaybettiğiniz şeylerin yerini alacak ve kanınızdaki fazla şekeri seyreltmeye yardımcı olacaktır
  • Elektrolit değişimi; Elektrolitler kanınızdaki sodyum, potasyum ve klorür gibi elektrik yükü taşıyan minerallerdir. İnsülin yokluğu kanınızdaki birkaç elektrolit seviyesini düşürebilir. Kalbinizin, kaslarınızın ve sinir hücrelerinizin normal şekilde çalışmasına yardımcı olmak için bir damardan elektrolitler alırsınız
  • İnsülin tedavisi; İnsülin, diyabetik ketoasidozise neden olan süreçleri tersine çevirir. Sıvılara ve elektrolitlere ek olarak, genellikle bir damar yoluyla insülin tedavisi alırsınız. Kan şekeri düzeyiniz yaklaşık 200 mg/dL’ye (11.1 mmol/L) düştüğünde ve kanınız artık asidik olmadığında, intravenöz insülin tedavisini durdurabilir ve normal subkutan insülin tedavinize devam edebilirsiniz

Vücut kimyası normale döndüğünde, doktorunuz diyabetik ketoasidoz için olası tetikleyicileri kontrol etmek için ek testler yapmayı düşünecektir. Koşullara bağlı olarak, ek tedaviye ihtiyacınız olabilir.

Diyabetik ketoasidoz önlenebilir mi?

Diyabetik ketoasidoz ve diğer diyabet komplikasyonlarını önlemek için yapabileceğiniz çok şey vardır:

  • Sağlıklı beslenme ve fiziksel aktiviteyi günlük rutininizin bir parçası haline getirin. Oral diyabet ilaçlarını veya insülini belirtildiği şekilde alın
  • Kan şekeri düzeyinizi günde en az üç ila dört kez kontrol etmeniz ve kaydetmeniz önemlidir. . Dikkatli izleme, kan şekeri seviyenizin hedef aralığınızda kalmasını sağlamanın tek yoludur
  • İnsülin dozunuzu kan şekeri seviyenize, ne yediğinize, ne kadar aktif olduğunuza, hasta olup olmadığınıza ve diğer faktörlere göre nasıl ayarlayacağınız konusunda doktorunuzla veya diyabet hemşirenizle konuşun. Kan şekeri seviyeniz yükselmeye başlarsa, kan şekeri seviyenizi hedef aralığınıza döndürmek için diyabet tedavi planınızı izleyin
  • Hastaysanız, idrar keton test kiti ile evde tetkik yapabilirsiniz.. Keton seviyeniz orta veya yüksekse, hemen doktorunuza başvurun veya acil yardım alın
  • Diyabetik ketoasidozunuz olduğundan şüpheleniyorsanız, kan şekeri düzeyiniz yüksekse ve idrarınızda yüksek keton varsa acil yardım alın

Diyabet komplikasyonları korkutucudur. Ama korkunun kendinize iyi bakmanızı engellemesine izin vermeyin. Diyabet tedavi planınızı dikkatle izleyin ve diyabet tedavi ekibinizden ihtiyaç duyduğunuzda yardım isteyin.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Karaciğer kanseri nedir? Teşhisi, Tedavisi

Vücuttaki en büyük salgı organı olan Karaciğer, vücudu toksinlerden ve zararlı maddelerden uzak tutmak için çeşitli kritik işlevleri yerine getiren önemli bir organdır.

Karnın sağ üst kadranda, kaburgaların hemen altında bulunan Karaciğer, yağları, vitaminleri ve diğer besinleri sindirmenize yardımcı olan bir madde olan safra üretiminden sorumludur. Bu hayati organ, glikoz gibi besinleri de depolar, böylece yemediğiniz zamanlarda beslenmiş oluruz.

Ayrıca ilaçları ve toksinleri de parçalayan Karaciğerde kanser geliştiğinde, karaciğer hücrelerini yok eder ve karaciğerin normal işlev görme kabiliyetine müdahale eder. Karaciğer kanseri genellikle birincil veya ikincil olarak sınıflandırılır. Birincil karaciğer kanseri, karaciğer hücrelerinde başlar. İkincil karaciğer kanseri, başka bir organdaki kanser hücreleri karaciğere yayıldığında gelişir. 

Nedenleri ve risk faktörleri;

Karaciğer kanserinin nedeni kesin olarak bilinmemekle beraber hastalıktan sorumlu olduğu ve riski çok arttırdığı düşünülen bazı hastalıklar veya maddeler mevcuttur. Hepatit B ve hepatit C virüsüyle sarılık hastalığı geçirip virüs taşıyıcısı olmak, altta yatan en önemli nedenlerdir. Karaciğer kanseri, bu tür virüs infeksiyonları görüldükten yıllarca sonra ortaya çıkabilir. Hepatit virüsleriyle yakınmanız olmadan da hastalığı geçirebilirsiniz ve ancak kan testleri ile hastalığı geçirdiğiniz anlaşılabilir.

Karaciğer sirozu nedeniyle oluşmuş yara(siroz hastalarının %5’inde de karaciğer kanserine yakalanma riski vardır) , karaciğer adenomu, yiyeceklerde bulunan bazı karsinojenik maddeler, bazı ilaçlar ve hemakromatozis gibi metabolik hastalıklar, anabolik steroidlerin alımı, karaciğer yağlanması, ailede karaciğer kanseri öyküsü, tahıllarda yaşayan Aspergillus adı verilen mantarların ürettiği aflatoksin adı verilen zehirler, sigara kullanımı, içme suyunda bulunan bir zehir olan arsenik, diyabet, aşırı kilolu olma, zayıf bir bağışıklığa sahip olma ve bazı tip doğum kontrol haplarını kullanmak, alkol (her 3 karaciğer kanseri vakasından 1’i alkole bağlı olarak ortaya çıkmaktadır) karaciğer kanseri nedenleri arasındadır.

Belirtileri;

Belirtiler tümörün büyüklüğüne ve yaygınlığına göre değişlik gösterir. Erken dönemlerde fark edilmesi zordur. Fizik muayenede elle fark edilebilmesi için tümörün çok büyümüş olması gerekir ki bu genellikle geç safhalarda mümkün olur. Karaciğer yetmezliğine bağlı belirtilerin (sarılık, karında su toplaması, gibi) gelişebilmesi için karaciğerin büyük kısmının tümörle kaplanması gerekir, ancak bu da tümörün ileri safhalarında olur. Bu nedenle tümörün erken dönemde fark edilebilmesi genellikle rutin kontroller sırasında istenen incelemeler (ultrasonografik incelemeler gibi) sırasında olur.

Karaciğer sirozu olan hastalarda birlikteliği sık olduğu için bu hastalarda daha sık akla gelir ve incelemeler buna göre yönlendirilir. Sirozlu hastanın genel durumunda hızlı bozulma, sarılığın ortaya çıkması, karında su birikmesinin hızlanması gibi durumlarda karaciğer kanseri akla gelmelidir.

HCC hastalarında paraneoplastik sendrom denen bir durum eşlik edebilir. Bu sendromda, hastalarda tümör hücrelerinin salgıladığı bazı hormonlara bağlı kan şekerinde düşmeler (hipoglisemi), kanda alyuvar sayısında artış (polisitemi), kalsiyumda artış (hiperkalsemi), hipertansiyon, ishal vb şikâyetler görülebilir.

Tanısı;

Karaciğer kanseri tanısını koymak için kullanılan testler ve işlemler aşağıdakileri içerir:

  • Kan testleri. Kan tahlilleri karaciğer fonksiyon anormalliklerini gösterebilir
  • Görüntüleme Testleri. Doktorunuz, ultrason, bilgisayarlı tomografi (BT) taraması ve manyetik rezonans görüntüleme (MR) gibi görüntüleme testlerini önerebilir
  • İnceleme için bir karaciğer doku örneği alınması. Doktorunuz karaciğer kanserinin kesin tanısını koyabilmek için laboratuarda incelenmek üzere bir parça karaciğer dokusunun alınmasını önerebilir.

Karaciğer biyopsisi sırasında, doktorunuz doku örneği elde etmek için cildinizden karaciğerinizin içine ince bir iğne batırır. Laboratuarda, doktorlar kanser hücrelerini aramak için dokuyu mikroskop altında inceler. Karaciğer biyopsisi kanama, morarma ve enfeksiyon riski taşır.

Tedavisi;

Karaciğer tümörlerinin tedavisi, ameliyat ile tümör kitlesinin çıkarılmasıdır. Karaciğer fonksiyonlarının yeterli olduğu ve kitlenin çıkarılabileceği hastalarda ameliyat tercih edilmektedir. Ancak karaciğer naklinin gerektiği durumlar da mevcuttur.

Bu tedavi yöntemi, tümörün karaciğer içinde sınırlı olduğu siroz hastalarında uygulanır. Ameliyat edilmeye uygun olmayan hastalarda ise diğer bazı girişimsel yöntemler uygulanabilir. Bunların arasında ilk sırada yer alan; kemoembolizasyon yöntemidir.

Bu yöntemde, karaciğer atardamarının içine ilaç verilerek kitlenin büyümesi sınırlandırılır. Hasta açısından toleransın yüksek olduğu bilinmektedir. Buna alternatif diğer yöntemler ise; alkol enjeksiyonu, radyofrekans ablasyonu ve kriyoterapidir.

Bunların tümünde kitleye lokal olarak ısı, soğutma veya kimyasal etki uygulanarak tümör dokusunun ölmesi sağlanır. Diğer kanserlerde sıklıkla kullanılan kemoterapi, karaciğer kanserlerinde diğer yöntemlerle beraber kullanıldığında daha etkili sonuçlar vermektedir.

Karaciğer kanserinin sistemik tedavisi;

Kanserin karaciğer dışındaki lenf bezlerine veya diğer organlara yayılması halinde veya mevcut diğer tedavi yöntemleri kullanılmasına rağmen kanserin ilerlemesi ya da yayılması durumunda “ilerlemiş” ya da “metastatik” karaciğer kanserinden söz edilir.

Bu evredeki karaciğer kanserinde kalıcı ve tam bir şifa sağlamak, hastalığı tamamen ortadan kaldırmak mümkün değildir ve yapılacak tüm tedavilerin amacı hastanın kansere bağlı şikâyetlerini azaltmak, mümkünse hastalığın ilerlemesini yavaşlatmaktır.

İlerlemiş/metastatik karaciğer kanserinde sadece karaciğer üzerinde değil vücuttaki tüm doku ve organlarda etkili olan “sistemik tedavi” tercih edilir. Sistemik tedavi, kemoterapi ilaçlarını ve hedefe yönelik tedaviyi içermektedir.

Karaciğer kanseri genellikle kemoterapi ilaçlarına dirençli bir kanser türüdür ve hiçbir kemoterapi ilacı ömrü uzatmamaktadır. Hedefe yönelik tedavi ilaçları, tümörün büyümesinde ve yayılmasında önemli olan damarlanma özelliğini ve bazı proteinlerin üretimini engelleyerek etki göstermektedir.

Yapılan çalışmalarda ilerlemiş veya metastatik karaciğer kanserinde bu ilaçların yaşam süresini ortalama 3 ay kadar uzattığını göstermiştir. İlaç, sirozu olmayan ya da sirozu ileri derecede bulunmayan hastalarda etkili görünmektedir.

İlacın kullanımı ile ortaya çıkması olası başlıca yan etkiler iştahsızlık, halsizlik, ishal, kilo kaybı, ciltte kızarıklık ve/veya döküntü, el ayaları ve ayak tabanlarında soyulmadır.

Hedefe yönelik bu ilaçlar kullanılırken belirli aralıklarla kan tahlilleri yapılarak karaciğer testleri ve kan sayımı değerleri kontrol edilmelidir. Yan etkiler fazla ise, karaciğer fonksiyonlarında giderek kötüleşme görülüyorsa ya da kan tahlillerinde anormallikler mevcutsa ilaca ara verilebilir ya da dozu azaltılabilir.

Korunmak mümkün mü?

HBV’ye karşı aşıların kullanılması karaciğer kanseri insidansının düşürülmesinde önemlidir. Ayrıca kronik hepatit C’nin tedavi edilmesi, hemokromatozisin erken tespiti ve alkolizmin tedavi edilmesi gibi siroz gelişiminin önlenmesine yönelik girişimler, yüksek risk taşıyan bu bireylerde karaciğer kanseri gelişiminin önlenmesinde büyük önem taşır.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Kalp Krizi nedir? Belirtileri, Tedavisi

Miyokard enfarktüsü olarak da adlandırılan Kalp Krizi, kalbi oksijenle besleyen kan akışının kesilmesi ve kalp kasının ölmeye başlaması durumudur. Ani ve şiddetli olan Kalp Krizi uyarı işaretlerinden herhangi birini yaşarsanız, yardım almak için beklemeyin.

Göğüs kafesinde, göğsün orta çizgisinden biraz sola doğru bulunan ve hayati önem taşıyan kalp, kaslı bir yapıya sahiptir. Günde ortalama 100 bin kez kasılarak neredeyse 8000 litre kanı dolaşıma pompalayan organın erkeklerde ağırlığı 340 gram, kadınlarda ise 300-320 gram kadardır. Kalp yapısında oluşan herhangi bir bozukluk nedeniyle kalp kapak hastalıkları, kalp kası hastalıkları, koroner kalp hastalıkları, kalbin iltihabi hastalıkları ve kalp krizi gelişebilir. Ani ölümle sonuçlanan kalp hastalıklarının başını %75-80 oranıyla kalp krizi çeker.

Nedenleri;

Kalp krizi nedenleri içinde en önemli nokat, kolesterol plaklarının arter duvarına birikmesi (ateroskleroz) dir. Bu durum sonucunda damar duvarlarında sertleşme meydana gelecek ve arter iç kanalı daralacaktır. Daralan damarlar vücuda yeterince kan akışı sağlayamazsa, kalp kasına yeterli oranda oksijenli kan gidemez. “Kalp krizi neden olur” sorusuna verilecek diğer yanıtlar arasında sağlıksız beslenme, aşırı stres, genetik yatkınlık ya da sigara öncelikli nedenler olarak sayılabilir.

Pek çok insanlar koroner damarlara yağ ya da plak birikimi yıllar boyunca sessiz şekilde devam eder. Üst üste eklenen faktörler zamanla damarların tıkanmasına neden olurken, özellikle sigara kullanımı bu konuda hızlandırıcı etki olarak rol oynar. Sigara kullanan kadın ve erkek fark etmeksizin kalp krizi riski 3 kat daha fazladır.

Kalp krizinin diğer bir nedeni de kötü kolesterol olarak tanımlanan LDL oranının yüksek olmasıdır. Bu tür kolesterolü en alt seviyede tutmak için işlenmiş et (salam, sucuk, sosis), kırmızı et, midye, kalamar, kızartma, sakatat, krema, mayonez, tam yağlı ürünler ve tereyağı gibi gıdalardan uzak durulması gerekir.

Şeker hastalığına sahip olmak da kalp krizi riskini artırabilir. Yapılan araştırmalara göre, şeker hastalığı bulunan kişilerin daha sık kalp krizine yakalandıklarını ortaya koymaktadır. Şeker hastalığı, damar duvarlarındaki esnekliği yok eder, kandaki pıhtılaşma seviyesini artırır ve damar iç yüzeyindeki hücrelerin daha kolay hasar almasına neden olur. Bunların yanı sıra fiziksel aktivite azlığı ve sağlıksız beslenme gibi durumlar da eklenince kalp krizi riski ortaya çıkar.

Kalp krizinin diğer nedenleri şöyle sıralanabilir:

  • Yüksek tansiyon (hipertansiyon)
  • Obezite
  • Fiziksel aktivite azlığı
  • Doğuştan getirilen kalp hastalıkları
  • Yaş (kadınlarda >55, erkeklerde >45)

Belirtileri;

Kalp krizi bazen filmlerde gördüğümüz gibi ani ve yoğun belirtiler gösterir. Ancak bazen belirtiler yavaş bir şekilde başlar, hafif bir ağrı ve rahatsızlık hissedilir. Kalp krizinin en sık görülen belirtileri şunlardır:

  • Göğüs ağrısı; Kalp krizine bağlı göğüs ağrısı genellikle göğsün orta kısmında, baskı, sıkışma tarzında şiddetli bir ağrı şeklinde tarif edilir. Genellikle birkaç dakikadan uzun sürer veya gidip gelen bir ağrı şeklinde hissedilebilir. Bu ağrı kollara, sırta, boyna, çeneye ve mide üzerine doğru yayılım gösterebilir
  • Nefes darlığı; Göğüs ağrısına eşlik eden, bazen de tek başına görülen nefes darlığı bir kalp krizi belirtisi olabilir.
  • Terleme
  • Bulantı
  • Kusma
  • Baş dönmesi

Kadınlarda kalp krizi belirtileri;

  • Kalp krizi dendiğinde aklımıza filmlerdeki aniden ellerini kalbinin üzerine koyup acıyla yere yıkılan erkekler gelir. Ancak gerçek hayatta kalp krizi geçiren kişi bir kadın da olabilir ve belirtiler bu kadar belirgin olmayabilir
  • Kadınlarda da kalp krizinin en sık görülen belirtisi göğsün orta kısmında hissedilen şiddetli ağrı/basınç olmakla birlikte, bazen bu belirti kadınlarda görülmeyebilir
  • Bunun yerine nefes darlığı, göğsün alt kısmı veya karnın üst kısmında ağrı, sırtta veya çenede ağrı, aşırı yorgunluk, bayılma, bulantı ve baş dönmesi gibi belirtiler görülür

Kalp krizi nasıl oluşur?

Kalp krizinin altında yatan temel neden damar duvarına biriken kolesterole bağlı oluşan plakların yırtılmasına bağlı oluşan pıhtıdır. Bu durum sonucunda damar tıkanarak kalp kasının kan ihtiyacı karşılanamamaktadır. Kalp kası hücreleri ölmeye başlayarak tıkalı bölgede kalp kası fonksiyonunu kaybetmektedir. Her geçen saniye kaybedilen kalp kası hücresi demektedir. Dolayısıyla kalp krizine erken müdahale hayati öneme sahiptir.

Tedavisi;

Kalp krizi acil bir durumdur ve belirtiler ortaya çıktığında mutlaka tam teşekküllü bir hastaneye başvurulması gereklidir. Kalp krizi ile ilgili ölümlerin büyük bir çoğunluğu kriz başladıktan sonraki ilk birkaç saat içinde gerçekleşir. Bu nedenle hastaya tanının hızlı koyulması ve müdahalenin doğru yapılması hayati önem taşır. Kalp krizi geçiriyorsanız hemen bir yakınızı ve hastaneyi arayarak durumunuzu bildirin.

Su haricinde herhangi bir yiyecek, içecek ve ilaç tüketmeyin. Ambulans gelinceye kadar ayaklarınızı kalp seviyenizin üzerine kaldırarak bekleyin. Kalp krizi nedeniyle acile gelen hastaya gerekli acil tedaviler uygulandıktan sonra hasta kardiyoloji uzmanına yönlendirilir. Doktor gerekli gördüğü durumda hastanın damarlarını kontrol etmek amacıyla anjiyo yapabilir. Anjiyo sonucuna göre ilaçla tedavi ya da cerrahi işlem olup olmayacağı doktor tarafından belirlenir.

İkinci bir kalp krizi yaşamamak için…

  • Sigara ve puro, pipo gibi tüm tütün kullanma alışkanlıklar terkedilmelidir. Kalp krizi geçiren bir kişinin tütüne devam etmesi, ikinci bir kriz riskini en az 2-3 kat arttırır
  • Daha hareketli olmaya özen gösterilmelidir. Düzenli egzersiz programları stres ve depresyonu azaltacağı; kiloyu, kolesterolü ve tansiyonu dengede tutmaya yardımcı olacaktır
  • İlaçlar doktor kontrolünde ve düzenli olarak alınmalıdır. Oluşabilecek en küçük bir sorunda mutlaka doktorla iletişime geçilmelidir
  • Sağlıklı beslenmeye özen gösterilmelidir. Bu sayede kişi hem daha çabuk iyileşir, hem de kilosunu kontrol altında tutar ve kan kolesterol düzeyi ile tansiyonun yükselmesini önlemiş olur
  • “Ben nasılsa ilaç kullanıyorum, bana bir şey olmaz” yanılgısına asla düşülmemelidir. Çünkü yaşam tarzı değişiklikleri, kalp sağlığı açısından en az ilaçlar kadar önemlidir

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Kalça kırığı nedir? Detaylar

Her yaşta ciddi bir durum olan Kalça Kırığı, neredeyse her zaman ameliyat gerektirir. Kırık bir kalça ile ilişkili komplikasyonlar hayati tehlike oluşturabilir. Kalça eklemini oluşturan uyluk kemiği ve onun uzantısı olan top şeklindeki femur başını birleştiren femur boyun kısmında ve boynun altındaki trockanterik bölgedeki kırıklar kalça kırığı adını almaktadır.

Yaşlılarda kemik erimesi nedeniyle, genellikle basit düşmelerle, gençlerde ise trafik kazası veya yüksekten düşme gibi ciddi travmalar sonucu oluşur. Yaşın ilerlemesi ile görme sorunları, kas zayıflıkları ve eşlik eden hastalıklar ( yüksek tansiyon, şekerin yükselmesi veya düşmesi, inme gibi problemler) hastanın düşmesine yol açarak zayıflamış olan kemikte kırıklara yol açmaktadır.

Tanısı;

Kaymış kalça kırıklarında tanı koymak kolaydır. Hasta yürüyemez ve kalça bölgesinde hareketle artan şiddetli ağrısı olur. Kırık taraftaki bacak kısalmış ve dışa dönmüş durumdadır. Tanı için röntgen çoğu kez yeterli olur. Ancak yorgunluk kırıklarında ve kaymamış kırıklarda hafif bir kalça ağrısı ile aksayarak yürümek mümkün olabilir. Bu durumda ilaveten bilgisayarlı tomografi veya manyetik rezonans gibi ileri tanı yöntemlerine başvurulur.

Riskleri;

Yaşlılarda güçlükle dengede olan organ sistemleri ve ruhsal durum kalça kırığının oluşması ile tamamen bozulur. Yatağa bağımlı hale gelen hastanın metabolik dengeleri hızla bozulur. Şeker hastalığı, kalp hastalığı gibi önceden var olan hastalıkları giderek ağırlaşır. Yatağa temas eden yerlerinde yatak yaraları çıkabilir. Uzun süreli yatağa bağımlılık sağlıklı yaşamla bağdaşmamaktadır.

Tedavisi;

Amaç hastayı yatağa bağımlılıktan bir an önce kurtarmak ve eskisi gibi yürümesini sağlamaktır. Bunun için tek çözüm cerrahi tedavidir. Cerrahi tedavide iki farklı seçenekten birine karar verilir: Bunlardan birincisi kırık parçaları uç uca getirip kaynatmayı hedefleyen ameliyatlardır. Osteosentez denen bu ameliyatlar çok yaşlı olmayan, ev dışı aktif yaşam beklentileri olan ve hastaneye gecikmeden getirilmiş hastalara yapılabilir. Bu ameliyatlarda özel vida veya çivi sistemleriyle kırık sabitleştirilir. Kaynama süresi boyunca hasta o tarafına tam yük verilmeden yürütülür. İkinci seçenek ise protezlerdir. Fizik aktiviteleri kısıtlı, hafıza problemi olan ve çok yaşlı hastalarda ameliyat ile kırığın üst parçası çıkarılıp yerine metal protez yerleştirilir. Böylelikle hastanın hemen yürütülmesi mümkün olur.

Korunma;

İleri yaş grubunda görülen kalça bölgesi kırıkları daha çok osteoporoza bağlı olduğundan ve evde basit düşmeler sonucu oluştuğundan bazı önlemlerle kırık riski azaltılabilir. Osteoporozun ilaç ve egzersilerle önlenmesi ve tedavisi dışında yaşama alanında uygulanacak bazı önlemlerle düşme riski de azaltılabilir. Yürüme alanından halı parçalarının, kapı eşiklerinin ve kabloların kaldırılması, halıların sabitlenmesi, banyo gibi ıslak alanlarda kaymayan zemin örtüleri kullanılması, banyo ve tuvaletlere tutamak konulması ve yaşam alanının yeterli aydınlatılması bu önlemlerdendir.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Şok nedir, kaç çeşit şok vardır? İlkyardım

“Şok” terimi, psikolojik veya fizyolojik tipte bir durumu ifade edebilir. Psikolojik şok, travmatik bir olaydan kaynaklanır ve aynı zamanda akut stres bozukluğu olarak da bilinir . Bu tür bir şok, güçlü bir duygusal tepkiye neden olur ve fiziksel tepkilerinde kaynağını oluşturabilir.

Fizyolojik şok ise, organların ve dokuların düzgün çalışmasını sağlayacak kanın vücut sisteminizde yeterince dolaşmadığında ortaya çıkan durumdur. Vücudunuzdaki kan akışını etkileyen herhangi bir yaralanma veya durumdan kaynaklanabilir. Şok, birden fazla organ yetmezliğine ve yaşamı tehdit eden komplikasyonlara yol açabilir.

Şokun evreleri;

  • Evre 1, Kompanse; Kompansatuar mekanizmalar devreye girer. Kalp daha hızlı çalışır, vazokonstrüksiyon olur, böbrekler su tutar ve idrar çıkışı azalır. Bu dönem çok az bulgu verir. Tansiyon, nörolojik ve genel durum iyidir. Tedavi ile hızlıca düzelir
  • Evre 2, Dekompanse; Kompansasyon mekanizmaları yetersiz kalır. Hastada bazı belirti ve bulgular ortaya çıkar. Hipotansiyon, anksiyete, konfüzyon, taşipne belirgindir. Tedavi ile geri döndürülebilir
  • Evre 3, İrrversibl; Hipoperfüzyon kalıcı organ hasarına neden olmuştur. Böbrekler tamamen kapanır, hasta hiç idrar çıkarmaz. Kalp fonksiyonları sürekli bozulur, ilaçla bile tansiyon yükseltilemez. Bu evre mortalite ile sonlanır

Kaç çeşit şok vardır?

Nedenlerine göre 4 çeşit şok vardır:

  • Kardiyojenik şok (Kalp kökenli); Adından da anlaşılacağı üzere kalp temeli üzerinde kan basıncının yeterli gelmemesi durumu ile yaşanılan bir şok türüdür
  • Hipovolemik şok (Sıvı eksikliği); Sıvı eksikliğinden kaynaklı olarak kişiler şok yaşayabilmektedirler. Bu şok türüne hipovolemik şok adı verilir. Hasta vücudunun uzun süre yeterli sıvı alınmamasından kaynaklı ortaya çıkmaktadır
  • Toksik şok (Zehirlenme ile ilgili); Zehirlenmenin etkisi ile toksik maddeler kişi vücudunda şok yaşamasına neden olabilmektedir
  • Anaflaktik şok (Alerjik); Özellikle insanların, bazı maddelere karşı farklı duyarlılığı bulunabilmektedir. Buna allerji denilir. Allerjen bir madde ile temas edilmesi, bu maddenin gıda yolu ile insan vücuduna girmesi vb. etkenler ile birleştiğinde insan vücudu üzerinde alerjik nedene bağlı bulunarak anaflaktik şok ile karşılaşılması mümkün olmaktadır

Şok belirtileri nelerdir?

  • Kan basıncında düşme
  • Hızlı ve zayıf nabız
  • Hızlı ve yüzeysel solunum
  • Ciltte soğukluk, solukluk ve nemlilik
  • Endişe, huzursuzluk
  • Baş dönmesi,
  • Dudak çevresinde solukluk ya da morarma
  • Susuzluk hissi
  • Bilinç seviyesinde azalma

Şokta ilk yardım uygulamaları nelerdir?

  • Kendinin ve çevrenin güvenliği sağlanır
  • Hasta/yaralı sırt üstü yatırılır
  • Hava yolunun açıklığı sağlanır
  • Hasta/yaralının mümkün olduğunca temiz hava soluması sağlanır
  • Varsa kanama hemen durdurulur
  • Şok pozisyonu verilir
  • Hasta/yaralı sıcak tutulur
  • Hareket ettirilmez
  • Hızlı bir şekilde sağlık kuruluşuna sevki sağlanır (112)
  • Hasta/yaralının endişe ve korkuları giderilerek psikolojik destek sağlanır

Şok pozisyonu nasıl verilir?

  • Hasta/yaralı düz olarak sırt üstü yatırılır
  • Hasta/yaralının bacakları 30cm kadar yukarı kaldırılarak, bacakların altına destek konulur (Çarşaf, battaniye yastık, kıvrılmış giysi vb.)
  • Üzeri örtülerek ısıtılır
  • Yardım gelinceye kadar hasta / yaralının yanında kalınır
  • Belli aralıklarla (2–3 dakikada bir) yaşam bulguları değerlendirilir

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Kuş Gribi nedir? Nedenleri, Belirtileri, Tedavisi

Kuş Gribi (Avian İnfluenza, Tavuk Vebası, Pestis Avium, Bird Flu), sadece kanatlıları değil, insanları ve diğer hayvanları da enfekte eden viral bir enfeksiyondur. Virüsün çoğu formu kuşlarla sınırlıdır. H5N1, kuş gribinin en yaygın şeklidir. Kuşlar için ölümcüldür ve bir taşıyıcıyla temas eden insanları ve diğer hayvanları kolayca etkileyebilir.

Hasta tavuklarda yüksek bulaşıcılığı olan bu hastalık ilk kez 1878 yılında İtalya’da tespit edilmiş ve “tavuk vebası” olarak adlandırılmıştır. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, H5N1 ise ilk olarak 1997’de insanlarda keşfedildi ve enfekte olanların yaklaşık yüzde 60’ını öldürdü. Şu anda, virüs insandan insana temas yoluyla yayılmamaktadır. Yine de bazı uzmanlar H5N1’in insanlara pandemik bir tehdit oluşturma riski taşıyacağından endişe ediyorlar.

Nasıl bulaşır?

Hasta hayvanların akıntıları ve özellikle dışkı ile direkt temas; bulaşık yem, su, malzeme ve kıyafetlerle temas; klinik olarak hastalık belirtilerini göstermeyen su ve deniz kuşlarıyla temas bulaşa neden olabilir. Özellikle ölü veya canlı hastalıklı kuşlar ve kuşların atıklarına maruz kalan kişilere solunum ve temas yoluyla bulaşır.

Avian influenza virüsleri genellikle insanları doğrudan enfekte etmez ve insanlar arasında dolaşmaz. İnsanda avian influenza virüsleriyle oluştuğu bildirilmiş doğal enfeksiyon sayısı çok azdır. İnsanlardaki olguların enfekte kümes hayvanları veya kontamine yüzeylerle temas sonucunda geliştiği düşünülmektedir.

Dünya Sağlık Örgütü tarafından insandan insana geçiş olmadığı belirtilmekle birlikte literatürde sağlık çalışanları, kümes hayvancılığında çalışan işçiler ve aile üyeleri arasında şüpheli geçiş olguları bildirilmiştir. Avian İnfluenza A nın bazı suşları (H5N1, H7N7 ve H9N2 vb.) sağlık çalışanları, aile bireyleri, tavukçuluk yapanlar ve tavuk imha ekiplerinde çalışanlarda insandan insana çok sınırlı bir biçimde de olsa bulaşabildiği anlaşılmaktadır.

Hastalık ülke içinde çiftlikler arasında hızlıca yayılım gösterebilir. Enfekte olmuş araçlar, elbiseler, ayakkabılar aracılığı ile bir yerden diğerine taşınırlar. Doğrudan ya da dolaylı yollarla vahşi göçmen kuşların evcil kuşlara enfeksiyonu bulaştırması en önemli salgın nedenidir. Ayrıca, canlı kuş pazarları salgının yayılmasında önemlidir. Bir ülkeden diğerine ise uluslararası canlı kümes hayvanları ticareti ve göçmen kuşlar aracılığı ile taşınabilmektedir.

Enfeksiyonun görüldüğü dönemlerde sulak alanlara girip çıkan araç ve insanlar ile yerleşim yerlerine taşınma riski vardır. Riskli dönemlerde avcılık faaliyetleri ile de hastalığın yerleşim yerlerine taşınma olasılığı bulunmaktadır. Risk yaratan diğer bir durum da, hastalık çıkmış olan yerleşim yerlerinden kontrolsüz araç ve insan hareketleri ile yayılımıdır.

Aşağıdaki gibi tipik grip benzeri belirtiler yaşıyorsanız bir H5N1 enfeksiyonu olabilir:

  • Öksürük
  • İshal
  • Solunum güçlüğü
  • Yüksek ateş (38 ° C üzeri)
  • Baş ağrısı
  • Kas ağrıları
  • Keyifsizlik
  • Burun akması
  • Boğaz ağrısı

Risk faktörleri;

H5N1 uzun süreler boyunca hayatta kalma yeteneğine sahiptir. H5N1 ile enfekte olan kuşlarda virüs 10 gün boyunca dışkıda ve tükürükte bulaşmaya devam eder. Kontamine yüzeylere dokunmak enfeksiyonu yayabilir.

H5N1’in bulaşma riski yüksek olan kişiler aşağıdakiler gibidir:

  • Kümes hayvanı yetiştiren çiftçiler
  • Kuş gribinden etkilenen bölgeleri ziyaret edenler
  • Enfekte kuşlar ile temas
  • Az pişmiş kümes hayvanları veya yumurta yiyen biri
  • Enfekte hastalar için bakım yapan bir sağlık çalışanı
  • Virüslü bir kişinin hanesinde bulunan diğer kişiler

Tanısı;

Laboratuvar tanısında altın standart, virüs izolasyonudur. Şüpheli insan vakalarının hızlı laboratuvar doğrulaması genellikle influenza virüs antijenlerinin immünokromatografik veya immünfloresan tespiti ya da solunum örneklerinde H5 spesifik RNA’sının real-time-polimeraz zincir reaksiyonu (RT-PCR) ile tespit edilmesi ile yapılmaktadır. Ek olarak nükleoprotein gibi viral antijenlere karşı oluşan antikorları tespit eden ticari ELISA kitleri mevcuttur.

Tedavisi;

Farklı kuş gribi tipleri farklı semptomlara neden olabilir. Sonuç olarak, tedaviler de değişebilir. Çoğu durumda, antiviral ilaçlarla tedavi, hastalığın şiddetini azaltmaya yardımcı olabilir. Ancak, belirtiler ilk ortaya çıktıktan 48 saat içinde ilaçlar alınmalıdır.

Grip insan formuna neden olan virüs, en yaygın iki antiviral ilaç, amantadin ve rimantadin formlarına direnç geliştirebilir. Bu ilaçlar hastalığı tedavi etmek için kullanılmamalıdır.

Aileniz veya sizinle yakın temas halinde olan diğer kişilere de, hasta olmadıkları halde önleyici tedbir olarak antiviral ilaç olarak da verilebilir. Virüsün başkalarına yayılmasını önlemek için karantina uygulanır.Şiddetli bir enfeksiyon durumunda solunum cihazına bağlanabilirsiniz.

Hastalıktan korunmak için yapılması gerekenler nelerdir?

Hasta hayvanlarla veya H5N1 virusu ile enfekte olduğu saptanmış insanlarla temas öyküsü veya kuşkusu olanların el hijyenine dikkat etmeleri, hasta kişinin kullandığı tabak, çatal ve kaşık gibi eşyalarının ortak kullanılmaması, yüzyüze yakın temastan kaçınılması ve bakım veren kişinin maske kullanması önerilir. Bir hafta süreyle günde 2 kez ateşini ölçmesi, 38 C’yi aşan ateşle birlikte öksürük, ishal, nefes darlığı gibi belirtiler ortaya çıkarsa 7-10 gün süreyle ilaç tedavisine başlanması önerilir. İnsanlarda kullanılabilecek etkili bir aşı yoktur.

Ölü ve canlı virüslerde aşı çalışmaları devam etmektedir. Halen grip aşısı olarak uyguladığımız aşı kuş gribine karşı koruma sağlamaz; ama bu aşının insanlarda hastalık yapan diğer grip viruslarına karşı etkili koruma sağladığı unutulmamalı ve aşıdan kaçınılmamalıdır.

Kuş gribinin bulunduğu bölgelere seyahata edecek kişilere en az 2 hafta önce aşı yapılmalıdır. Tavuk, ördek gibi kümes hayvanlarından uzak durması önerilir. Pişiren kişilerin de işlem sonrası elleri mutlaka yıkaması gerekir. Seyahat eden kişi seyahatten döndükten sonraki 10 gün içinde ateşlenirse ve solunum belirtileri oluşursa gecikmeden bir Enfeksiyon Hastalıkları uzmanına başvurmalıdır.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Crohn nedir? Nedenleri, Belirtileri, Tedavisi

Genellikle ince ve kalın bağırsaklarda görülmekle birlikte, sindirim sisteminde ağızdan makata kadar olan bölgede etkili olan Crohn, tutulum yaptığı sindirim sistemi bölümlerinde kalınlaşma, ülser adı verilen yara oluşumları ve iltihaba neden olur. Ciddi sorunlara yol açan ve yaşam kalitesini en olumsuz şekilde etkileyen hastalıklardan bir tanesi Crohn, insanlar arasında yaklaşık olarak binde iki oranında görülmektedir.

Hastalığın nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte genetik faktörler ve çevresel etmenlerin hastalığın ortaya çıkışında etkili olduğu bilim dünyası tarafından öne sürülmektedir. Oldukça ciddi etkilere sebep olan Crohn hastalığı, yaşam boyu tam olarak iyileşme göstermez ve çoğu zaman cerrahi müdahaleler gerektirir. Aynı zamanda hastalığın yol açtığı etkiler, birçok başka hastalığın oluşumuna da zemin hazırlayabilir.

Nedenleri;

Crohn hastalığının nedeni ile ilgili halen bir belirsizlik söz konusudur. Hastalıkla ilişkili bazı genetik ve çevresel faktörler bulunmaktadır; fakat bu faktörleri rolü belirli değildir. Bununla birlikte, hastalığın vücudun immün sisteminin bağırsaklarda bulunan bakterilere karşı bir yanıtı olduğu düşünülmektedir. Birçok bilim adamı dış kaynaklı bir ajanın (bakteri veya virüs) immün sistemle etkileşiminin bağırsak duvarında bir atağı tetikleyerek kronik enflamasyona ve nihayetinde ülserasyona ve bağırsak hasarına neden olduğuna inanmaktadır.

Belirtileri;

  • Kalıcı ishal (bazen kanlı olabilir)
  • Karın bölgesinde kramp ve ağrı
  • Kilo kaybı
  • Halsizlik veya yorgunluk
  • Şişkinlik hissi
  • Rektal (makat) kanama
  • Göz kızarıklığı veya ağrı
  • Ateş
  • Eklem ağrıları
  • Mide bulantısı veya iştah kaybı
  • Genellikle bacaklarda kırmızı, ağrılı şişmiş cilt lekeleri
  • Ağız ülseri

Teşhisi;

  • Kan testi
  • Dışkı testi
  • Kolonoskopi ve endoskopi
  • Bilgisayarlı tomografi ve MR
  • Biyopsi

Bazen teşhis için aynı tetkikler birden fazla yapılmak zorunda kalınabilir. Crohn hastalığının kesin bir tedavisi bulunmamaktadır. Uygulanan tedavi seçenekleri hastalığın şiddetini ve sıklığını azaltmaktadır.

Hastalığın belirtileri göz önüne alındığında ülseratif kolit ile karıştırılabilmektedir. Ancak ülseratif kolit sadece kalın bağırsağı etkilerken Crohn hastalığı sindirim sisteminin her hangi bir yerinde ortaya çıkabilir. Bunun yanında ülseratif kolit kolon mukozasının en dıştaki doku tabakasını etkilerken, Crohn hastalığı kalın bağırsak dokusunun tüm katmanlarını etkileyebilmektedir.

Tedavisi;

Chron hastalığı, hiçbir zaman tam olarak iyileştirilemeyen kalıcı bir hastalıktır. Hasta bireyler, Chron hastalığının alevlendiği ve durgunlaştığı çeşitli periyotlar geçirir. Alevlenme dönemlerinde daha yoğun olmak üzere çeşitli ilaç tedavileri ve tıbbi beslenme tedavisi uygulanan hastalarda hastalık önlenemese de yol açtığı semptomların minimuma indirilmesi mümkündür. Bunun dışında Chron hastalığının yaklaşık olarak %50 – %70’lik kısmı yaşamları boyunca en az bir kez cerrahi müdahaleye ihtiyaç duyar. Özellikle ilaç tedavisine yanıt vermeyen hastalarda cerrahi müdahale tercih edilmektedir.

Chron hastası bireyler, yaşamları boyunca özel bir beslenme planı çerçevesinde hareket etmelidir. Özellikle yüksek posa oranına sahip besinler hastalığı tetiklediğinden mümkün olduğunca az tüketilmeli, özellikle aktif (alevlenme) dönemlerinde diyetten çıkarılmalıdır. Bireylerin ishal veya kabızlık sorunu yaşadığı dönemlerde de Chron hastalığı diyeti buna göre düzenlenmelidir.

Bunun dışında hastalığın aktif dönemlerinde bireyler ağır sporlar ve fiziksel güç gerektiren hareketler yapmaktan kaçınmalı, mümkün olduğunca istirahat etmelidir. Sonuç olarak Chron hastalığına sahip olan bireylerde doktor ve diyetisyen eşliğinde yapılan tedavilere gereken özen gösterilerek hastalığın yol açtığı sorunlar en aza indirilebilir, bu sayede yaşam kalitesi büyük ölçüde artırılabilir.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Koroner Arter Hastalığı nedir? Teşhisi, Tedavisi

Tüm dünyada en yaygın görülen kalp hastalıklarının başında gelen Koroner Arter Hastalığı, kalp kasını besleyen atardamarların daralması veya tıkanması ile kalbe giden kan akışının azalması ya da kesilmesine bağlı oluşan kalp rahatsızlıklarından biridir. Zamanında fark edilmez ve önlem alınmazsa, kalp krizine gidecek bir süreç yaşanabiliyor. Erken tanıyla değiştirilen yaşam biçimi, hastalığın oluşma riskini düşürüyor.

Koroner damarlar, kalp kasını besleyen damarlardır. Bu damarlar kalp kasını çepeçevre sarar ve bu damarlarda meydana gelen daralma, tıkanıklık ya da diğer hastalıklar kalp kasının canlılığını yitirmesine ve ölmesine sebep olmaktadır. Bu durumda kanın kalpten sağlıklı bir şekilde vücuda pompalanmasında yetersizlik oluşur. Sonuç olarak çabuk yorulma ve vücudun yeterli oksijeni alamamasına bağlı şikâyetler ortaya çıkar. Tedavi edilmediği takdirde, koroner arter hastalığı iyice ilerleyerek, kalp kaslarının kalıcı hasar görmesine ve ciddi kalp hastalıklarının ortaya çıkmasına neden olabilir.

Nedenleri;

Koroner arter hastalığı, kalbi besleyen damarlar olan koroner arterlerin duvarında kolesterol içerikli yağlı plakların birikerek yıllar içinde damarı tıkaması sonucu oluşmaktadır. Damar duvarındaki yağ birikim sürecine “ateroskleroz”  denir. Ateroskleroz ile kalp damarının giderek tıkanması kalp kasının oksijensiz kalmasına ve uzun vadede kalp yetersizliğine yol açmaktadır.

Belirtileri;

Koroner arter hastalığının şiddeti ve bulguları kişiden kişiye farklılık gösterir. Bu yüzden bazı vakalarda hastalık hiçbir belirti vermeyebilir. Hastalık ilerledikçe semptomlar daha belirgin hâle gelir. Kalbin yeterince beslenememesine bağlı olarak kişide göğüs ağrısı şikayeti ortaya çıkar. Bazı vakalarda kolda uyuşma gibi belirtiler görülebilir. Fiziksel aktivite sırasında zorlanma, sıkıştırıcı nitelikte ağrı gibi yakınmalar, istirahatle birlikte geçer. Ayrıca koroner arter hastalığına bağlı olarak solunum güçlüğü, göğüste baskı hissi, yanma ve yorgunluk gibi belirtiler de görülebilir.

Koroner arter hastalığı kimlerde görülür?

Koroner arter hastalıkları genelde 40 yaş ve üzeri kişilerde ortaya çıkar. Erkeklerde görülme olasılığı, kadınlara göre 3-4 kat daha fazladır. Özellikle ailesinde koroner arter hastalık geçmişi olan kişiler, riskli grupta kabul edilir. Östrojen hormonunun, koroner hastalıklardan koruma görevi olduğu bilinmektedir. Bu nedenle koroner arter hastalık, kadınlarda menopoz döneminden sonra, daha sık görülmektedir.

Koroner arter hastalığına neden olan risk faktörleri nelerdir?

Yaş, cinsiyet ve genetik faktörler dışında koroner arter hastalığının oluşmasındaki en büyük etken; yanlış beslenme biçimi ve zararlı alışkanlıklardır. Sigara, koroner arter hastalığının ortaya çıkmasında çok büyük bir tetikleyicidir. Aşırı yağlı beslenmek ve az hareketlilik de kolesterolün yükselmesine neden olur. Kolesterol yükseldikçe, koroner damarların içerisinde “atherosklerotik plak” dediğimiz yağ tabakası oluşma riski artar ve koroner damarlar zamanla tıkanabilir.

Tedavisi;

Kalp damar hastalığı teşhisi konan hastalara 3 farklı tedavi yöntemi uygulanıyor. Bunlar ilaç tedavisi, perkütan koroner girişimler ve açık kalp ameliyatı. Bunların içerisinden en uygun tedavi şekline hasta ve doktor birlikte karar veriyor.

İlaç tedavisi; Kalp damar hastalığı teşhis edilmemiş (birincil koruma) ve edilmiş (ikincil koruma) hastalarda ilaç tedavisi farklılık gösteriyor. Her kalp damar hastasının her gün 100-300 mg aspirin kullanması gerekiyor. Ancak her sağlıklı bireye aspirin kullanması önerilmiyor. Yalnızca sağlıklı birey olmasına rağmen 10 yıllık kalp krizi geçirme olasılığı yüzde 6’nın üzerinde çıkan kişilerin de aspirin kullanması öneriliyor.

Yine birincil korumada hastaların diyabet ve tansiyon ilaçlarını düzenli kullanmaları önemli. Birincil ve ikincil korumada kolesterol ilaçlarının başlama kriterleri de farklı. Diğer kullanılan ilaç grupları hemen hemen aynı.

Koroner anjiyoplasti ve stent uygulamaları; Kalp damarlarındaki yerel daralmaların cerrahi olmayan bir yol ile açılması işlemine koroner anjiyoplasti (balonla damar açılması) adı veriliyor.

Kasık atardamarlarından girilerek, kalbin damarlarına doğru itilip buraya yerleştirilen ‘kılavuz tel’ aracılığıyla sönük durumdaki balon, bu kılavuz tel üzerinden kaydırılarak darlığın olduğu bölgeye yerleştiriliyor ve dışarıdan verilen basınçla şişirilip (yaklaşık 3 cm. boyunda ve 3-4mm. eninde) kalp damarı tıkanıklığı açılmış oluyor.

Bypass; Koroner arter bypass cerrahisi, tıkalı veya daralmış olan arter kısmın ötesinde başka bir yol oluşturarak, kalbin yeniden beslenmesine olanak tanıyor. Birden fazla tıkalı damar durumunda birden fazla bypass işlemi gerçekleştiriliyor.

Bypass yapmak üzere kullanılacak damar ya da diğer adıyla greftler göğüs, kalp ya da bacaktan alınarak tıkalı koroner artere bağlanıyor. Sıklıkla kullanılan greftler göğüs duvarından alınan meme atardamarı, koldan alınan aort damarı ve bacaktan alınan toplardamarı oluyor.

Minimal invaziv yöntemler; Minimal invaziv bir teknik olan endoskopik cerrahide, özel endoskopik cihazlar ile göğüs bölgesine açılan küçük kesilerin içerisinden açık kalp operasyonları gerçekleştirilebiliyor. Ameliyat sırasında cerrahi enstrümanlar, tamamen cerrahın kendi kontrolünde oluyor.

Endoskopik yöntem ile koroner bypass işlemi, kapak tamirleri, kapak değişim işlemleri, kalp deliklerinin kapatılması ve ritim tedavisi için ablasyon işlemleri uygulanabiliyor.

Robotik cerrahi; Ameliyat amaçlı geliştirilmiş bir robot, cerrahların yönlendirmesi sonucunda operasyonu gerçekleştiriyor. Robotik cerrahinin endoskopik cerrahiden temel farkı, cerrahın bir monitörden izleyerek robotun kollarını uzaktan kumanda ederek çalıştırmasıdır.

Ameliyat sırasında cerrah, hastanın yattığı masanın biraz ilerisinde bulunan, ameliyatı kumanda edebileceği bir konsola oturuyor. Bu konsoldan görüntü alıyor ve robotun kollarını hareket ettirebiliyor. Cerrah da, bu görüntüler eşliğinde, bir cerrah eli gibi hareket edebilen robotun diğer kollarını harekete geçirerek zor ve hassas bir ameliyatı gerçekleştiriyor.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın