Kompülsif yeme nedir? Detaylar

Kompülsif (Tıkınırcasına Yeme Bozukluğu), kendisini nispeten kısa bir süre içinde büyük miktarlarda yemek tüketmeye özdeşleştiren insanlar için kullanılan en yaygın terimdir. Kompülsif kişilerde iştah iç uyaranlardan çok dış uyaranların etkisindedir.

Yeme Bozuklukları, yeme davranışı ve yemekle ilgili duyguların ve düşüncelerin bireye ciddi boyutlarda rahatsızlık vermesiyle ortaya çıkar.Diyet yapma davranışı, yeme bozukluklarının gelişimine yol açan ortak uyarıcıdır. Kişinin yiyeceklere, kiloya ve görünüşe aşırı derecede takıntılı olma durumunun; sağlığına, ilişkilerine ve günlük aktivitelerine ters etki yapma derecesine kadar gitmesine neden olmaktadır.

Yeme Bozuklukları, sadece yiyecek ve ağırlık ile ilişkili değildir. Bedensel belirtiler ön planda gibi görünse de ciddi psikiyatrik sorunlarla birlikte ilerler. Oluşan bir yeme bozukluğu, içsel yaşanan karmaşaya dışsal bir çözüm getirmektir. Yeme Bozukluklarının oluş nedenleri tam olarak bilinmemektedir.

Etiyolojide biyolojik ve psikososyal nedenlerin birlikte rol oynadığı sanılmaktadır. Yeme Bozukluklarının altında yatan sebepler; düşük benlik saygısı, depresyon, kontrol kaybı duygusu, değersizlik, kimlik karmaşaları, aile içi iletişimde problemler ile ilişkilendirilmektedir.

Nedenleri:

  • Kalıtsal faktörler
  • Cinsiyet
  • Arkadaş etkisi
  • Yetiştirilme özellikleri
  • Kültürel özellikler (toplumun kiloya bakış açısı)
  • Biyolojik özellikler
  • Ergenlik (bu dönemdeki değişimlere uyum sağlamada yetersizlik)
  • Olumsuz yaşam olayları (sevilen kişinin kaybı gibi)

Belirtileri;

  • Rutin yeme düzeninde olmayan yüksek kalorili besinleri (pasta, dondurma, çikolata vs) “gözü dönmüş” biçimde yeme
  • Gün içinde uzun süre ‘yeme töreninin’ hayalini kurma ve atak öncesi yiyecekleri için özel bir alışveriş yapma
  • Yeme atağı sonrası pişmanlık ve suçluluk duyma, kendini acımasızca eleştirme
  • Sosyal ortamlarda ve toplum içinde “aşırı yemek yeme izlenimi” vermekten kaçınma

Yeme bozuklukları nasıl tedavi edilir?

Meselenin ruhsal düzeyde bir bozukluk olduğunu kabul etmek ve tedavi planını bu düzeyde şekillendirmek büyük önem taşımaktadır. Tedavi, bir ruh sağlığı uzmanı öncülüğünde, yeme bozukluğu olan kişinin durumuna göre, dahiliye, kadın-doğum gibi diğer tıbbi dallar ile işbirliğine geçilerek yapılmalıdır.

“Psikoterapi” sürecin en önemli parçasıdır. Kişinin, yeme davranışı üzerine kurulu yanlış düşünce tarzının değiştirilmesi, vücuduna yönelik olumsuz algılamaların düzeltilmesi, özgüvenin oluşturulması, kişilerarası sorunların belirlenip, çözümüne yönelen bir yaklaşımın oluşturulması için çalışılır. Aile ile işbirliği ve ailenin tedaviye doğru ve sürekli katılımı oldukça önemlidir.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Koma nedir? Nedenleri, Belirtileri, Tedavisi

Beynin bir kısmının geçici veya kalıcı olarak hasar gördüğünde ortaya çıkan Koma, uzun süreli bilinçsizlik halidir. “Koma” kelimesi, “derin uyku” anlamına gelen Yunanca “koma” kelimesinden türemiştir. Komanın bir takım potansiyel nedenleri vardır. Bunlar yaralanma, inme, tümör, alkol ve uyuşturucu kullanımı gibi…

Komada olan bir kişi yaşıyor ancak düşünemez, konuşamaz veya tepki veremez. Solunum ve kan dolaşımı gibi önemli işlevler devam eder. Komalar genellikle birkaç hafta sürer. Koma durumu uzun süre değişmezse, kalıcı koma hali yani bitkisel hayat söz konusu olur ve durum tekrar sınıflandırılır. Bir yıldan daha uzun süren bitkisel hayatta nadiren uyanma söz konusudur.

Komanın nedenleri;

  • Diyabet
  • Hipoksi (oksijen eksikliği)
  • Enfeksiyonlar (Özellikle ensefalit ve menenjit)
  • Stroke (inme)
  • Toksinler ve aşırı doz ilaçlar
  • Travmatik beyin hasarları
  • Beyin sapına bası
  • Supratentorial kitle
  • Ensefalopatiler
  • Beyin tümörü
  • Zehirlenmeler (ilaç veya alkol olabilir)
  • Nöbetler

Komanın belirtileri;

Komadaki hasta dışarıyla iletişim kuramadığı için yalnızca aşağıdaki belirtiler vardır:

  • Sürekli kapalı gözler
  • Refleks hareketleri dışında kolların tepki vermemesi
  • Refleks hareketler haricinde acı verici uyaranlara karşı tepkisizlik

Hastanın bilincinin kaybolmasına yol açan belirtiler ve semptomların şiddeti ve süresi değişiklik gösterebilir. Bu belirtiler altta yatan sebebe bağlıdır. Örneğin, düşük kan şekeri (hipoglisemi) veya hiperkapni (daha yüksek kan CO2 seviyeleri) kötüleşirse, ilk önce hafif ajitasyon olur. İlerleyen aşamalarda obtundasyon (tam zihinsel kapasiteden daha az), stupor (sersemlilik hali) ve sonunda bilinç kaybı meydana gelir.

Beyinde şiddetli bir yaralanma veya subaraknoid kanamada koma derhal gerçekleşir. Komaya kadar geçen süreçte neler olduğunu hangi tedavinin uygulanacağına yardımcı olur. Kendiliğinden sergilenen eylemlerle bilinç düzeyini ölçmeye çalışılır. AVPU ölçeği;

  • Uyarı
  • Ses uyaranları
  • Ağrılı uyaranlar
  • Bilinçsiz şeklinde değerlendirilir

Glasgow koma ölçeği gibi daha detaylı ölçekler de komayı değerlendirmede kullanılır. Bilinç kaybı derin olan hastalar boğulma tehlikesi açısından değerlendirilir.

Tanısı;

Tıbbi ve yakın geçmiş, kan testleri, fiziksel testler ve görüntüleme taramaları komanın nedenini bulmaya ve bu hangi tedavinin uygulanacağına karar vermeye yardımcı olmaktadır. teşhis yolları şu şekillerdir:

Tıbbi geçmiş: Koma geçiren kişi hakkında mümkünse arkadaş, aile, polis ve tanıklar gibi kişilerden tıbbi geçmişi istenebilir. Tıbbi geçmişler ilgili şu sorular sorularak teşhis etmeye çalışılır.

  • Koma veya semptomların önceden yavaş mı yoksa aniden mi başladığı
  • Eğer kişi komadan önce herhangi bir görme problemi, baş dönmesi, sersemlik veya uyuşma varsa veya göründüyse
  • Hastanın diyabet, nöbet, inme öyküsü veya başka bir durum veya hastalık olup olmadığı
  • Hastanın hangi ilaçları veya diğer maddeleri almış olabileceği

Fiziksel testler: Amaç, kişinin reflekslerini, acıya nasıl tepki verdiklerini ve gözbebeği büyüklüğünü kontrol etmektir. Testler, kulak kanallarına çok soğuk veya ılık su serpmeyi içermektedir. Bu testler değişen refleksif göz hareketlerini tetiklemektedir. Yanıt türü komanın nedenine göre değişmektedir.

Kan testleri: Koma geçiren kişiye uygulanan kan testlerinde aşağıdakileri durumlar belirlenmeye çalışılır:

  • Kan sayımı
  • Karbonmonoksit zehirlenmesi belirtilerin olup olmadığı
  • Yasal veya yasa dışı uyuşturucuların ya da diğer maddelerin varlığı ve düzeyleri
  • Elektrolit seviyeleri
  • Glikoz seviyeleri
  • Karaciğer fonksiyonu
  • Lomber ponksiyon (omurga musluğu)

Bu, CNS’nin herhangi bir enfeksiyonunu veya bozukluğunu kontrol etmektedir. Doktor hastanın spinal kanalına iğne sokarak basıncı ölçmektedir ve testlere göndermek için sıvı alınmaktadır.

Beynin görüntüleme taramaları: Bunlar herhangi bir beyin hasarı, hasarı olup olmadığını ve nerede olduğunu belirlemeye yardımcı olmaktadır. CT, CAT taraması ve MRI tıkanmaları veya diğer anormallikleri kontrol etmeye yardımcı olmaktadır. Ayrıca elektroensefalografi (EEG) beyindeki elektriksel aktiviteyi ölçmektedir.

Tedavi;

Koma ciddi bir tıbbi acil durumdur. Sağlık uzmanları, hastanın derhal hayatta kalmasını sağlayarak ve beyne ulaşan oksijen miktarını en üst düzeye çıkarmak için nefeslerini ve dolaşımlarını güvence altına alarak tedaviye başlamaktadır. Doktor, diyabetik şokta veya beyin enfeksiyonu olması durumunda, kan testleri sonuçları hazır olmadan önce bile glikoz veya antibiyotik vermektedir. Tedavi, komanın altta yatan nedenine, örneğin böbrek yetmezliği, karaciğer hastalığı, diyabet, zehirlenme vb. koşullara bağlı olarak değişmektedir. Beyin şişmesi varsa, basıncı hafifletmek için ameliyat gerekebilmektedir.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Kolon kanseri nedir? Nedenleri, Belirtileri, Tedavisi

Kalın bağırsaktaki kolon bölümünde ortaya çıkan kansere, kolon kanseri denilmektedir. Kolonda görülen kanser, erken evrede teşhis edilirse tamamen tedavi edilmesi mümkün olmaktadır. Ancak erken fark edilemediği durumlarda bu kanser türü; yakın lenf bezlerine, komşu olduğu mide, dalak gibi organlara ve kan vasıtasıyla da vücuttaki diğer bölgelere yayılmaktadır.

Kolon kanserleri, dünyada en sık görülen kanser türlerinden biridir. Sağlık Bakanlığının istatistiklerine göre ülkemizde de en sık görülen ilk 5 kanser türü arasında kolon (kalın bağırsak) kanseri yer almaktadır. Kolon kanserinin her yaşta görülme riski olsa da en sık 50 yaşından sonra gözlenmektedir. Cinsiyete göre dağılımı incelendiğinde ise tüm kanserler arasında kolon kanseri kadınlarda ikinci, erkeklerde üçüncü sırada yer almaktadır.

Kolon kanseri neden olur?

Sıklıkla kolon kanseri diğer kanser türlerinde olduğu gibi genetik faktör kanserin oluşmasında önemli bir nedendir. Ailede kolon kanseri ile ilgili bir geçmiş varsa bundan kaynaklı risk artmaktadır. Bununla birlikte yaş faktörü de etkilidir. Özellikle 50-60 yaşlarındaki erkeklerde daha çok tutulum gözlenmiştir. Kişinin bağırsağında önce iyi huylu olarak oluşan polipler bazı durumlarda kansere dönüşebilir. Polipler bağırsak içerisinde oluşan minik çıkıntılardır. Bu çıkıntıları eğer fark edilmişse takip ettirmekte yarar vardır.

Genlerde bulunan bazı değişmeler sonucu da bu kansere yakalanma riskinin arttığı bilinmektedir. Bazı durumlarda hastanın altta yatan kronik bağırsak hastalığı bulunur. İnflamatuar bağırsak hastalığı, ülseratif kolit gibi hastalıklar kolon iç yüzeyini etkilediği için bazı durumlarda kolon kanserini tetikleyici olarak davranabilir. Sigara kullanımı ve sağlıksız beslenme gibi hayat tarzı da kolon kanseri nedenleri arasında sayılabilir.

Kolon kanseri risk faktörleri nelerdir?

Kolon kanserinin nedenlerinin bir kısmı önlenebilirken bir kısmı önlenemez niteliktedir. Kolon kanserine yol açtığı düşünülen önlenebilir risk faktörlerinin bir kısmı şu şekilde sıralanabilir:

  • Aşırı kilolu ya da obez olmak
  • Salam ve sosis gibi işlenmiş etleri tüketmek
  • Karbonhidrattan zengin, lif bakımından fakir beslenmek
  • Sedanter yaşam tarzına sahip olmak
  • Fazla miktarda kırmızı et tüketmek
  • Sigara ve benzeri tütün ürünlerini kullanmak
  • Çok miktarda alkol almak

Kolon kanser riskini artıran fakat önlenemeyen faktörler ise şu şekilde sıralanabilir:

  • Yaş almak
  • Kişinin kalın bağırsaklarında polip olması
  • Ülseratif kolit ya da Crohn hastalığı gibi inflamatuvar bağırsak hastalığına sahip olmak
  • Lynch sendromu gibi kalıtsal bir sendromun olması
  • Tip-2 diyabet hastası olmak
  • Ailede kalın bağırsak polipleri veya kolon kanser hikayesinin olması
  • Daha önceden kolon kanser geçirmiş olmak
  • Kadınlarda, yumurtalık, meme ya da rahim kanseri hikayesinin olması

Belirtileri;

Bağırsak kanserlerinin belirtileri, sıklıkla dışkılama alışkanlıklarında değişiklik şekilde kendini gösterir. Geçmeyen ishal ya da kabızlık, dışkıda incelme, dışkıdan ve anüsten kan gelmesi, dışkıda yumurta akına benzer bir salgı olması kolon kanserinin belirtileri arasında bulunur. Kanser daha da ilerlediğinde karın bölgesinde, şişlik ve ağrı gibi şikâyetler gözlenir. Dışkılama yaparken ağrı duyma ve zorlanma, demir eksikliğine bağlı kansızlık, kilo kaybetme ve karın bölgesinde kitle oluşumu da kolon kanseri ile ilgili bulgulardır.

Tanısı;

Günümüzde kolon ve bağırsakta kanser ve diğer tümöral oluşumlar endoskopik yöntemler kullanılarak daha kolay bir şekilde teşhis edilebilmektedir. Kolonoskopi yöntemi kullanılarak tümör oluşumunun erken dönemde saptanması mümkündür. Ayrıca kolonoskopi sayesinde, kansere dönüşme riski olan polipler alınmakta ve kanser tehlikesi önlenmektedir. Kesin tanı için hastadan dışkı alınıp incelenir, kolon grafisi ve bilgisayarlı tomografi uygulanır. Endoskopi ile de parça alınıp, patolojik incelemeden geçirilmektedir.

Tedavisi;

Kolon kanserinde kolonoskopide alınan poliplerin üzerinde, kanser erken evrede yakalandığında ameliyat gerekmeyebilir. Sadece yakın takibe alınır. Poliplerin erken evrede, kansere dönüşmeden teşhisinde kolonoskopinin büyük önemi vardır. Son yıllarda yapılan çalışmalarda kolonoskopi yapılarak poliplerin erken devrede çıkarılması ile kolon kanserinin büyük ölçüde engellenebildiği gösterilmiştir. Bu nedenle 45 yaşından sonra her erkek ve 50 yaşından sonra her kadın, dışkıda gizli kan taraması ve kolonoskopi yaptırmalıdır.

Kolonoskopi sırasında hasta konforuna büyük önem verilmektedir. Bu nedenle hasta “bilinçli sedasyon” denilen damardan hafif bir ağrı kesici ile yarı baygın hale getirilmektedir. Öncesinde bağırsağın çeşitli yöntemlerle tamamen boşaltılması gerekmektedir. Daha sonra fiberoptik bir kamera ile bağırsağa girilmekte ve görülen tüm polipler çıkarılmaktadır. Ancak burada kolonoskopiyi uygulayan hekimin tecrübesi, kullanılan cihazın dezenfeksiyonunun ve görüntü kalitesinin yüksek derecede olması,  büyük önem taşımaktadır.

İleri evre kolon kanserinde standart tedavi seçeneği cerrahidir; yani tümörlü bölgenin çevreden bir miktar sağlam doku ve lenf düğümleriyle birlikte çıkarılmasıdır. Yapılan çalışmalar, onkoloji prensiplerine uygun olarak ve deneyimli cerrahlar tarafından yapılan ameliyatların hastanın geleceği açısından en önemli faktör olduğunu göstermektedir. Kolon kanserinde ameliyattan sonra hastalığın evresine göre ek, koruyucu kemoterapi uygulanır. Örneğin, tümörün bağırsağa komşu lenf düğümlerine sıçradığı “evre III” vakalarda, “adjuvan” kemoterapi (hastalığın yayılmasını önleyen) artık tüm dünyada standartlaşmış bir uygulamadır.

Kolon kanserlerinde, anüse çok yakın tümörlerde anüsü iptal etmek ve karından dışkılamaya geçmek (kolostomi torbaları ile) bazen kaçınılmaz olabilmektedir. Ancak son yıllarda ameliyat öncesi radyoterapi ile birlikte kemoterapi uygulanması, anüsün korunmasını önemli ölçüde sağlayabilmektedir. Diğer organlara yayılmış (metastatik) hastalarda, hastanın genel durumuna, yaşına, hastalığın yaygınlık derecesine bağlı olarak her üç tedavi yöntemi (cerrahi, kemoterapi, radyoterapi) uygulanmaktadır. Amaç, hastaların yaşam süresini ve kalitesini artırmaktır. Son birkaç yılda bulunan hedefe yönelik yeni biyolojik ilaç tedavileri sayesinde, tedavide başarı oranları günden güne artmaktadır.

Kolon kanserine yakalanmamış bireylerin korunmasında beslenme tarzları ve yaptıracakları tarama testlerinin büyük bir önemi vardır. Sebze, meyve ve tahıllar gibi lifli gıdaların bolca tüketilmesi, yeterince kalsiyum ve D vitamininin alınması önemlidir. Bunların yanı sıra; ikincil korunma önlemi olarak tarama testleri ile erken tanının ayrı bir önemi vardır. Bunun için, her iki cinste 50 yaşından başlamak üzere, tarama testlerinin yapılması önerilmektedir. Ailesinde kolon kanseri olan bireylerde tarama testlerine daha erken yaşta mutlaka başlanmalıdır.

Kolon kanserinden korunmak için alınabilecek önlemler nelerdir?

Kalın bağırsak kanserinden korunmak için öncelikle en basit olarak beslenme düzenine dikkat etmek gereklidir. Lifli besinler bağırsak sistemi için sağlıklıdır. Diyette bu tarz lif içeriği yüksek beslenmek faydalıdır. Aşırı yağlı, baharatlı gibi besinler bağırsakları yorar. Bundan dolayı bu besinleri sıklıkla tüketmemek faydalı olur. Kalsiyum ve D vitamininin yeteri kadar alınması önemlidir.

Fazla kilo da risk faktörü olabileceği için kişinin yaşına uygun egzersizle vermesi gerekir. 50 yaşından itibaren risk altında olan hastaların düzenli tarama testlerine katılması erken tanı için önemlidir. Eğer kişide ailede bir kolon kanseri geçmişi varsa bu konuda daha özenle davranması beklenir. Mümkünse bu kişilerde dışkı düzenini rutin takip etmesi istenir. Belirtilerden bazılarına rastgelinirse kişinin bir sağlık kuruluşuna muaynene için başvurması gerekir.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurun…

 

Paylaşın

Klostrofobi nedir? Nedenleri, Belirtileri, Tedavisi

En yaygın fobilerden olan Klostrofobi, dar veya kalabalık alan korkusuyla tetiklenen durumsal bir fobidir. Penceresiz bir odada kilitlenmek, kalabalık bir asansörde sıkışıp kalmak veya sıkışık bir otoyolda araba kullanmak gibi şeyler tarafından tetiklenebilir. Bunların dışındaki herhangi bir uyaran tarafından da tetiklenebilir.

Klostrofobi bir panik bozukluk olmasa da panik atak geçiriyormuş gibi hissedebilirsiniz. Bazı insanlar da klostrofobi kendi kendine ortadan kalkabilirken, bazı insanlarda süreci yönetmek ve bu durumla başa çıkmak için desteğe ihtiyaç duyabilir.

Nedenleri;

Vakaların çoğu gösteriyor ki klostrofobi, bir kişinin yaşamındaki travmatik bir olay tarafından tetiklenir. Bu duruma, uzun bir süre kapalı bir alanda sıkışıp kalma veya çocukken zorbalığa maruz kalma da yol açabilir. Bazı araştırmacılar klostrofobinin, hayvanlarda ve insanlarda doğuştan var olan “savaş ya da kaç” reaksiyonuna bağlı doğal bir eğilim olduğuna inanır. Rahatça hareket edilemeyen ya da sıkışık ve kurtulmanın imkansız olduğu hissedilen durumlar şiddetli bir anksiyete hissini de beraberinde getirir.

Belirtileri;

Klostrofobinin genellikle iki önemli semptomu olduğu düşünülmektedir:Kısıtlama korkusu ve boğulma korkusu.Tipik bir klostrofobik en az bir ya da birkaç kısıtlamadan korkmaktadır. Küçük odalar, kilitli odalar, arabalar, Uçaklar, trenler, tünel, sualtı mağaraları, bodrum katlar, asansörler ve mağaralar.

Ayrıca, kısıtlama korkusu, bir kuaförün sandalyesinde oturmak gibi önemsiz şeylerden korku klostrofobisine neden olabilir.Klostrofobik ataklar için olası bir başka yer de özellikle de diş ameliyatı sırasında Diş hekimi’nin koltuğu,yalnız bu senaryoda, korku ağrıdan dolayı değil, kısıtlanma olduğundandır. Genellikle, bir bölgeye kısıtlandığı zaman, klostrofobikler boğulma korkusu yaşar ve sınırları içinde hava eksikliği olabileceğine inanırlar.

Teşhisi;

Klostrofobiniz çok şiddetli hale gelene kadar beklemeyin. Erken teşhis, belirtilerinizi daha iyi yönetmenize yardımcı olabilir. Doktorunuz belirtilerinizi gözden geçirecek ve size fiziki muayene yapacaktır. Ayrıca aşırı korku geçmişinizi de tedavi sürecinde hesaba katacaktır.

Tedavisi;

Tamamen psikolojik nedenler sonucu ortaya çıkan kapalı alanda kalamama durumu, yine psikolojik tedavi yöntemleri ile çözülmelidir. İlk olarak tüm psikolojik rahatsızlıklarda olduğu gibi klostrofobide de hastanın kendini hastalığına inandırması ve yaşayacağı sıkıntıların farkına varması sağlanmalıdır. Sonrasında ise 2 tür tedavi yaygın olarak uygulanır:

İlaç Tedavisi: İlaç tedavisi son aşama olarak görülebilir. Eğer hasta panik atakları sık aralıklarla geçiriyorsa ve bu ataklar yüzünden hayatın günlük işleyişine ayak uyduramaz hale geldiyse ilaç tedavisine kontrollü bir şekilde başlanmalıdır. Psikolojik kökenli rahatsızlıkların tedavisi için kullanılan ilaçların risklerinin fazla olması göz önüne alınmalı ve buna göre doktor kontrolünde kullanılması sağlanmalıdır.

Klostrofobiyi yönetmek için ipuçları;

  • Her nefeste üçe kadar sayarak yavaş ve derin nefes alın
  • Saatinizden geçen zaman gibi güvenli bir şeye odaklanın
  • Korkunuzun ve endişenizin geçeceğini tekrar tekrar kendinize hatırlatın
  • Korkunun mantıksız olduğunu tekrarlayarak saldırıyı neyin tetiklediğine meydan okuyun
  • Sizi sakinleştiren bir yer veya anı görselleştirin ve odaklanın
Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.
Paylaşın

Klein-Levin Sendromu nedir? Detaylar

Nadir bir hastalık olan ve Uyuyan Güzel Sendromu da Klein-Levin Sendromu, tekrarlayan aşırı uykululuk dönemleri durumudur. Davranış değişiklikleri ve kafa karışıklığı da yaratabilen Klein-Levin Sendromu’na yakalanan kişilerin yaklaşık yüzde 70’i erkektir.

Nedeni tespit edilemeyen Klein-Levin Sendromun da hastalar aylar veya yıllar boyunca hastalığın hiçbir belirtisini görmeden yaşamaya devam etmektedir. Belli bir süre sonra hastalık tekrar nüksetmekte ve hastalar uzun süren uykulara tekrar dalmaya başlamaktadır Nadir olarak gözlemlenen Klein-Levin Sendromu’ndan muzdarip olan birçok insan bulunmaktadır.

Nedenleri;

KLS’nin kesin nedeni bilinmemektedir, ancak bazı doktorlar belirli faktörlerin bu durumu artırabileceğine inanmaktadır. Örneğin; KLS , beynin uykuyu, iştahı ve vücut ısısını kontrol eden kısmı olan hipotalamustaki bir yaralanmadan kaynaklanabilir. Bu bağlantıyı doğrulamak için daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulmaktadır.

Bazı insanlar grip gibi bir enfeksiyondan sonra KLS geliştirir. Bu, bazı araştırmacıların KLS’nin bir tür otoimmün bozukluk olabileceğine inanmasına neden oldu. Otoimmün, vücudun bağışıklık sisteminin kendi sağlıklı dokusuna saldırmasıdır. Bazı KLS olayları da genetik olabilir. Hastalığın, bir ailede birden fazla kişiyi etkilediği durumlar vardır.

Belirtileri;

KLS ile yaşayan insanlar her gün belirti göstermeyebilir. Belirtiler,  ortaya çıktığında birkaç gün, hafta ve hatta aylarca sürebilir. Yaygın belirtileri arasında aşırı uyku hali bulunur. Yatmak için güçlü bir istek, sabah kalkmakta güçlük çekilebilir. KLS ile yaşayan insanlar kalkıp banyoyu kullanıp yemek yiyebilir, sonra tekrar uyuyabilir.

  • Halüsinasyonlar
  • Yönelim bozukluğu
  • Sinirlilik
  • Çocukça davranış
  • Iştah artışı
  • Aşırı cinsel dürtü

Öngörülemeyen bir durum olan KLS, haftalar, aylar veya yıllar sonra aniden ve herhangi bir uyarı olmaksızın tekrarlayabilir.

Teşhisi;

KLS, teşhis edilmesi zor bir hastalıktır. Psikiyatrik belirtilerle ortaya çıkabileceği için bazı kişilere yanlış psikiyatrik bozukluk tanısı konulmaktadır. Sonuç olarak, bir kişiye doğru bir teşhis konulması ortalama dört yıl sürebilir.

Doktorunuzun bu durumu anlamasına yardımcı olacak test yoktur. Bunun yerine, doktorunuz diğer olası hastalıkları ekarte etmek için bir dizi test yapabilir. Doktorunuz fiziksel muayene ve teşhis testi yapabilir. Bu kan testi, uyku testi ve görüntüleme testlerini içerebilir. Bu testlere ek olarak, başınızın CT taraması veya MRI çekimini de içerebilir .

Ayrıca doktorunuz emin olmak için aşağıdaki durumlarla da ilgilenebilir;

  • Diyabet
  • Hipotiroidizm
  • Tümörler
  • İltihap
  • E3nfeksiyonlar
  • Diğer uyku bozuklukları
  • Multipl skleroz gibi nörolojik durumlar
  • Aşırı uykululuk da depresyonun bir özelliğidir

Doktorunuz bir akıl sağlığı değerlendirmesi de önerebilir. Bu, doktorunuzun semptomların şiddetli depresyondan mı yoksa başka bir duygu durumu bozukluğundan mı kaynaklandığını değerlendirmesine yardımcı olur .

Tedavisi;

Hastalığa tam bir tanı konulamadığı için tedavisi de şu an için yoktur. Ama hastalığı azaltacak öneriler sunulabilir. Uyarıcı haplar KLS’yi tedavi etmek için bir seçenektir. Sinirliliğe neden olsalar da , bu ilaçlar uyanıklığı artırır ve uykululuğu azaltmada etkilidir. Duygu durumu bozukluklarını tedavi eden ilaçlar da faydalı olabilir.

KLS ile yaşamak;

KLS çok uzun bir süre hayatınızı etkileyebilir. Bu durumla yaşamak hayatınız üzerinde muazzam bir etkiye sahip olabilir; Çalışma, okula gitme ve arkadaşlarınız ve ailenizle ilişkilerinizi geliştirme…

KLS, sırasında açlık artışı yaşarsanız ve aşırı yemek yerseniz, kilo alma olasılığınız artacaktır. KLS, aynı zamanda anksiyete ve depresyonu da tetikleyebileceğinden kendinizi bu duruma da hazırlamalısınız.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Kistik Fibroz nedir? Belirtileri, Tedavisi

Kistik Fibroz, solunum ve sindirim sistemlerinde ciddi hasara neden olan kalıtsal bir hastalıktır. Bu hasar genellikle organlarda kalın, yapışkan bir mukus birikmesinden kaynaklanır. Özellikle, akciğerler, pankreas, karaciğer ve bağırsaklarda hasar bırakan Kistik Fibroz, ter, mukus ve sindirim enzimlerini üreten hücreleri etkiler. 

Kistik fibrozis, günlük bakım gerektiren ciddi bir hastalıktır. Başa çıkılması zor bir hastalık olmasına rağmen hasta bireyler genellikle okula ve işe gidebilir. Tıptaki ilerlemeler ile birlikte geçmiş yıllara göre tedavi olanaklarının artması sayesinde hastalığı taşıyanlar günümüzde daha iyi bir yaşam kalitesine sahiptir. Hastalığın taranması ve tedavisinde kaydedilen gelişmeler, kistik fibrozisli kişilerin günümüzde ortalama olarak 30’lu yaşların ortalarına ve bazılarının ise 40’lı ve 50’li yaşlara kadar yaşamalarını olanaklı hale getirir.

Nedenleri;

Kistik fibrozda, bir gendeki bir kusur (mutasyon), tuzun hücrelerin içinde ve dışında hareketini düzenleyen bir proteini değiştirir. Sonuç olarak solunum, sindirim ve üreme sistemlerinde kalın, yapışkan mukus ve terde tuz artmaktadır. Gende birçok farklı kusur oluşabilir. Gen mutasyonunun tipi durumun ciddiyeti ile ilişkilidir.

Belirtileri;

Yenidoğan tarama programları sayesinde şikayetler başlamadan tanı konulabilmektedir. Şikayetler çocuktan çocuğa ve teşhis edildiği yaşa bağlı olarak değişebilmekle birlikte en sık;

  • Ciltte ve terde tuz tadı
  • Solunum sisteminde hışıltılı solunum (wheezing) öksürük, koyu balgam, akciğer enfeksiyonları
  • Gelişme geriliği
  • Kabızlık, kötü kokulu, yağlı ve bol dışkılama
  • Sık sinüzit atakları
  • Nazal polipler
  • El ve ayak parmaklarında çomaklaşma
  • Pnömotorax ve akciğer kollapsı
  • Balgamın kanlı gelmesi
  • Kor pulmonale: Akciğer hastalıklarına bağlı kalp yetmezliği gelişmesi
  • Yaygın karın ağrısı
  • Barsaklarda gaz
  • Rektumun sarkması (rektal prolapsus)
  • Karaciğer hastalıkları
  • Diyabet
  • Pankreadit
  • Safra taşları
  • Erkek çocuklarda vas deferens yokluğu. (Vas deferens epididimin kuyruk bölümünün ucundan başlayıp epididim kanalının devamı şeklinde uzanan, 40-50 cm uzunluğunda kalın kassal bir borudur. Ana sperm iletim kanalıdır.)

Tanısı: 

Kistik fibroz tanısı yenidoğan bebeklere uygulanan testler sonucunda teşhis edilebiliyor. Bebeklerde yeni doğan döneminde topuk kanı denilen, kan testi ile kistik fibroz lehine sonuçlar verebiliyor. Tanıyı kesinleştirmek ve ileriki dönemlerde hastalığın ilerlemesini tespit etmek için de bir takım testler yapılabiliyor:

  • Ter testi; Ter testinde, ter bezlerindeki klor adı verilen mineralin oranı ölçülür
  • Genetik test; Kistik fibroza sebep olan gen mutasyonları araştırılır
  • Balgam testi; Akciğer enfeksiyonları durumunda yapılabilecek bir incelemedir
  • Pulmoner fonksiyon testi; Hastanın oksijen ve karbondioksit alımını kontrol eder
  • Gaita testi; Dışkıdaki yağ emilimini gösterir

Tedavisi;

Kistik fibrozis için tam iyileşme sağlayan herhangi bir tedavi yoktur. Tedavi, belirtileri hafifletmek ve yaşam kalitesini yükseltmek için yapılır. Bunun için hastanın yakından izlenmesi önemlidir. Erken ve yoğun müdahale ile olumsuz durumlar önlenmeye çalışılır. Kistik fibrozis hastalığının tedavisi karmaşıktır; bu nedenle hastalık konusunda uzmanlaşmış bir merkezde tedavi almak faydalı olacaktır. Tedavinin hedefleri şunları içerir:

  • Akciğerlerde oluşan enfeksiyonları önlemek ve kontrol altına almak
  • Akciğerlerden mukus çıkarmak
  • Bağırsak tıkanıklığını önlemek ve tedavi etmek
  • Yeterli ve dengeli beslenmeyi sağlamak

Tedavide akciğer enfeksiyonları için çeşitli ilaçlar, sindirim problemleri için yemekle birlikte sindirim enzimi alımı, solunum sıkıntısı için oksijen desteği, balgam çıkışını sağlamak için göğüs fizyoterapisi ve titreşimli yelek kullanımı gibi tedaviler uygulanır. Ortaya çıkan bağırsak problemleri, nazal polip, akciğer sorunları gibi komplikasyonlar için ise çeşitli cerrahi prosedürlere başvurulur.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Kist nedir? Detaylar

Kist; sıvı, hava veya diğer maddeleri içeren kese benzeri zarımsı doku cebidir. Kistler, vücudunuzun hemen hemen her yerinde ortaya çıkabilir. Gözle görebileceğimiz cilde yakın yerlerde ortaya çıkabileceği gibi, gözle görülemeyecek yerlerde de oluşabilirler. Pek çok farklı kist türü olan kistlerin çoğu iyi huyludur. Kötü huylu kistler kanserin nedenidir.

Bir kistin tedaviye ihtiyacı olup olmadığı ” kist tipi, kistin yeri, kist ağrıya veya rahatsızlığa neden oluyorsa, kistin enfekte olup olmadığı” nedenlerine bağlıdır. Kistiniz çok ağrılı veya kırmızı hale gelirse, doktorunuzdan randevu alın. Bu bir yırtılma veya enfeksiyon belirtisi olabilir.

Kistlerin nedenleri;

Kistler farklı nedenlerle oluşur. Şunlardan kaynaklanabilir:

  • Enfeksiyonlar
  • Kkalıtsal hastalıklar
  • Kronik iltihap
  • Kanallarda tıkanmalar

Kesin neden, kistin tipine bağlıdır.

Kist çeşitleri;

  • Yumurtalık ve rahim kistleri; Yumurtalıklarda oluşan folikül kistleri, korpus luteum kistleri ile rahimde endometrium tabakasında oluşan çikolata kistleri bu gruba girer. Birçoğunda öncelikle ilaç tedavisi ve takip önerilir. Kendiliğinden iyileşmeyen kistler ise cerrahi teknikler yardımıyla çıkarılır. Yumurtalıklarda çok sayıda küçük yapılı kist gelişimi ile karakterize polikistik over sendromunda ise ilaç tedavisi ile takip bir arada yürütülür. Bazı durumlarda ise cerrahi operasyonlar önerilebilir
  • Meme kistleri; Meme dokusunda oluşan kistler ağrı ve göğüs görünümündeki değişikliklerle kendini belli eder. Memede kist tespit edildiği durumlarda kistin iyi huylu mu yoksa kötü huylu mu olduğunun araştırılmasına yönelik uygulamalar yapılır. İyi huylu kistlerde takip önerilebilirken kötü huylu kistlere yönelik onkolojik tedavi başlatılır
  • Böbrek kistleri; Böbrekte kist oluşumu yüzey tabakasında veya organın iç kısmında gerçekleşebilir. Polikistik böbrek hastalığı şeklinde birden fazla küçük yapılı kistin varlığı da söz konusu olabilir. Kistlerin organın çalışma kapasitesi üzerindeki etkileri ve kanserleşme eğilimleri belirlenerek tedavi planı buna göre şekillendirilir
  • Beyin kistleri; Araknoid kist olarak da adlandırılan beyinde kist oluşumu, doğumsal veya sonradan gelişimli olabilir. Psikiyatrik hastalıklar üzerinde de etkili olduğu düşünülen beyin kistlerinin tedavisi bulunduğu bölgeye göre cerrahi girişimler veya baskılayıcı ilaçlar ile şekillendirilir
  • Deri altı ve deri üstü kistleri; Derinin çeşitli katmanlarında oluşabilen kistler gözle görülebilir olmaları nedeniyle kolaylıkla teşhis edilirler. Bu kistlerin birçoğu basit ve kısa süren cerrahi operasyonlar ile küçük kesiler açılarak çıkarılır ve patolojik incelemeye gönderilir
  • Hidatik kistler; Vücutta oluşabilecek en tehlikeli kistler olan hidatik kistler; akciğerler, karaciğer ve kalp gibi dokularda ciddi boyutlu olumsuzluklara neden olur. Köpek dışkısında bulunan tenya yumurtalarının besinler ve hijyenik olmayan sular ile insan vücuduna girmesi sonucunda gelişen bu hastalık ağır ve sinsi bir şekilde ilerleyerek hayati risk oluşturabilir

Tanısı;

Kist belirtileri ile sağlık kuruluşlarına başvuran hastalarda kistlerin varlığı ihtimali üzerinde durularak yapılacak olan tanı testleri ve radyolojik incelemeler sonucunda teşhis edilebilir.

Tedavisi;

  • Bir kisti sıkıştırmaya veya patlatmaya çalışmamalısınız. Zira, bu daha ciddi sonuçlar doğurabilecek enfeksiyonlara yol açabilir.
  • Bazı durumlarda kistler kendiliğinden geçer. Bir kistin üzerine ılık kompres koymak, kistin boşalmasına yardımcı olarak iyileşme sürecini hızlandırabilir
  • Doktorunuz bir iğne kullanarak kistten sıvıları ve diğer maddeleri boşaltabilir
  • Doktorunuz , kistteki iltihaplanmayı azaltmak için size kortikosteroid enjeksiyonu gibi ilaçlar verebilir
  • Doktorunuz kisti cerrahi olarak çıkarabilir. Bu, boşaltım işe yaramazsa veya ulaşılması zor ve tedavi gerektiren bir iç kistiniz varsa yapılabilir

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Kimyasal yanık nedir? İlkyardım

Kostik yanıklar olarak da bilinen kimyasal yanıklar, cildin veya gözlerin asit veya baz gibi tahriş edici bir maddeyle temas ettiğinde oluşan durumdur. Bazı kimyasallar, cildinizde veya vücudunuzda reaksiyona neden olabilirler. Kimyasallar yutulursa daha ciddi sonuçlar doğurabilirler.

Yanıklar herhangi bir ısıya maruz kalma sonucu oluşan doku bozulmasıdır. Yanık, genellikle sıcak su veya buhar teması sonucu meydana geldiği gibi, sıcak katı maddelerle temas, asit/alkali gibi kimyasal maddelerle temas, elektrik akımı etkisi ya da radyasyon nedeni ile de oluşabilir.

Kimyasal yanıkların sebepleri;

Asitler ve bazların çoğu kimyasal yanığa neden olur. Kimyasalların neden olduğu yanıklar okulda, işte veya kimyasal maddelerle çalıştığınız herhangi bir yerde olabilir. Kimyasal yanıklara neden olan en yaygın ürünlerden bazıları şunlardır:

  • Araba aküsü asidi
  • Çamaşır suyu
  • Amonyak
  • Protez temizleyiciler
  • Diş beyazlatma ürünleri
  • Havuz klorlama ürünleri

Kimyasal yanıkların belirtileri;

Kimyasal yanık semptomları, yanığın nasıl oluştuğuna bağlı olarak değişebilir. Yuttuğunuz bir kimyasalın neden olduğu yanık, cildinizde meydana gelen yanıklardan farklı semptomlara neden olur.

  • Cildinizin kimyasalla temas halinde olduğu süre
  • Kimyasalın solunup yutulmadığı
  • Cildinizde açık kesikler veya yaralar olup olmadığı veya temas sırasında sağlam olup olmadığı
    temas yeri
  • Kullanılan kimyasalın miktarı ve gücü
  • Kimyasalın gaz, sıvı veya katı olup olmadığı
  • Örneğin alkali bir kimyasalı yutarsanız midenizin içinde yanıklara neden olur. Bu, cildinizdeki kimyasal bir yanıktan farklı belirtiler oluşturabilir.

Genel olarak, kimyasal yanıklarla ilişkili yaygın semptomlar şunları içerir:

  • Asit kaynaklı kimyasal yanıklarda görülen kararmış veya ölü cilt
  • Etkilenen bölgede tahriş, kızarıklık veya yanma
  • Etkilenen bölgede uyuşma veya ağrı
  • Bir görme kaybı veya görmede değişiklik kimyasallar gözleriniz ile temas varsa

Bir kimyasalı yutarsanız, aşağıdaki belirtilerden bazıları da ortaya çıkabilir:

  • Düzensiz kalp atışı
  • Baş ağrısı
  • Düşük kan basıncı
  • Kalp durması veya kalp krizi
  • Nefes darlığı
  • Öksürme
  • Nöbetler
  • Baş dönmesi
  • Kas seğirmeleri

Teşhisi;

Birkaç faktöre bağlı olarak teşhis koyacaktır. Bunlar şunları içerebilir:

  • Etkilenen bölgedeki ağrı seviyesi
  • Bölgeye verilen hasar miktarı
  • Yanığın derinliği
  • Olası enfeksiyon belirtileri
  • Mevcut şişme miktarı

Kimyasal yanık türleri nelerdir?

Doktorunuz, yanığı yaralanmanın derecesine ve yanığın derinliğine göre sınıflandıracaktır:

  • Derinin üst tabakasının veya epidermisin yaralanmasına yüzeysel yanık denir. Buna eskiden birinci derece yanık deniyordu
  • İkinci deri tabakasının veya dermişin yaralanmasına kısmi kalınlıkta yaralanma veya deri yaralanması denir. Buna eskiden ikinci derece yanık deniyordu
  • Üçüncü deri tabakasının veya deri altı dokusunun yaralanması, tam kalınlıkta yaralanma olarak adlandırılır. Buna eskiden üçüncü derece yanık deniyordu

Kimyasal yanıklar nasıl tedavi edilir?

Mümkünse kimyasal yanıklara ilk yardım verilmelidir. Bu, yanığa neden olan kimyasalın giderilmesini ve cildin 10 ila 20 dakika akan su altında durulanmasını içerir. Gözlerinizle bir kimyasal temas ederse, acil yardım istemeden önce gözlerinizi en az 20 dakika sürekli yıkayın.

Kimyasalın bulaştığı tüm giysileri veya takıları çıkarın. Mümkünse yanmış alanı kuru, steril bir pansuman veya temiz bir bezle gevşek bir şekilde sarın. Yanık yüzeysel ise ibuprofen veya asetaminofen gibi reçetesiz satılan (OTC) bir ağrı kesici alabilirsin. Yanık daha ciddiyse hemen acil servise gitmelisiniz.

Ayrıca şu durumlarda hemen hastaneye gitmelisiniz:

  • Yanık genişliği veya uzunluğu 3 inçten daha büyük
  • Yanık yüzünüzde, ellerinizde, ayaklarınızda, kasıklarınızda veya kalçalarınızda
  • Yanık diziniz gibi büyük bir eklemde meydana geldi
  • Ağrı OTC ağrı kesici ilaçlarla kontrol edilemez
  • Sığ nefes alma, baş dönmesi ve düşük tansiyonu içeren şok belirti ve semptomlarına sahipsiniz

Durumunuzun ciddiyetine bağlı olarak, sağlık uzmanınız yanığınızı tedavi etmek için aşağıdaki yöntemleri kullanabilir:

  • Antibiyotikler
  • Kaşıntı önleyici ilaçlar
  • Kir ve ölü dokunun temizlenmesini veya çıkarılmasını içeren debridman
  • Vücudun başka bir bölümünden sağlıklı cildin yanık yarasına bağlanmasını içeren cilt grefti
    intravenöz (IV) sıvılar

Ciddi yanıklar için;

Ciddi şekilde yandıysanız yanık rehabilitasyonuna ihtiyacınız olacak. Bu tür bir rehabilitasyon, aşağıdaki tedavilerden bazılarını sağlayabilir:

  • Cilt değişimi
  • Acı yönetimi
  • Kozmetik cerrahi
  • Günlük becerilerinizi yeniden geliştirmenize yardımcı olabilecek mesleki terapi
  • Danışmanlık
  • Hasta eğitimi

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Kızıl hastalığı nedir? Belirtileri, Tedavisi

Kızıl hastalığı; boğaz ağrısı olan kişilerde gelişen bir enfeksiyondur. Genellikle yüksek ateş ve boğaz ağrısının eşlik ettiği vücutta parlak kırmızı bir döküntü ile karakterizedir. Kızıl hastalığı esas olarak 5 ila 15 yaş arasındaki çocukları etkiler. Eskiden ciddi bir çocukluk hastalığıydı, ancak bugün genellikle daha az tehlikelidir. 

Hastalığın erken döneminde başvurulan antibiyotik tedavileri, iyileşmeyi hızlandırır ve belirtilerin şiddetini azaltmaya yardımcı olur. Hastalık, geçmişte olduğundan daha az görülmekle birlikte, henüz aşısı olmadığı için salgınlar hala devam etmektedir.

Kızıl hastalığının sebebi nedir?

Strep bakterileri en önemli neden olarak karşımıza çıkıyor. Bu hastalığa sahip olan kimseler ile aynı ortamda bulunmak da hastalığın oluşum nedenlerinden bir tanesidir. İlkbahar ve sonbahar ayları en riskli dönemler olarak nitelendiriliyor ve büyük bir çoğunluk kızıl hastalığı ile bu dönemde karşı karşıya geliyor.

Kızıl hastalığının bir diğer nedeni ise sağlıksız ve düzensiz beslenmedir. Dolaylı yoldan büyük bir etkiye sahip olduğunu ifade etmek gerekiyor çünkü bu sayede bağışıklık sistemi zayıflıyor ve bakteriler için kusursuz bir yaşam alanı oluşturuluyor. 5 ila 15 yaşları arasında olmanız da riski artırıyor ancak yetişkinlerin de risk grubunda yer aldığını belirtmekte fayda var.

Bulaşıcı mıdır?

Kızıl bulaşıcı bir hastalıktır. Hasta olan kişi, ağzını kapatmadan öksürdüğü veya hapşırdığında etrafa saçtığı tükürük damlacıkları içinde bulunan bakteriler, solunum yoluyla çevrede bulunan insanlara bulaşır.

Belirtileri;

  • Ani başlayan ateş
  • Titreme, kusma, baş ağrısı
  • Boğaz ağrısı, yutkunmada güçlük
  • Döküntü (yüz, koltuk altı ve kasık bölgelerinde)
  • Karın ağrısı
  • Halsizlik
  • Kaşıntı
  • Dilde görülen beyazlaşmanın ardından kırmızılaşma
  • Deride kabuklaşma sonrası soyulma
  • Boyun tutulması

Tanısı;

Doktor, tanı için ilk olarak hastada kızıl belirtileri olup olmadığını anlamak için detaylı bir fiziksel muayene yapar. Muayene sırasında, özellikle hastanın dilini, boğazını ve bademciklerini kontrol eder. Ayrıca şişmiş lenf düğümlerini arar ve döküntülerin görünüm ve dokusunu inceler.

Fizik muayene sonrası, doktor kızıl hastalığı varlığından şüphelenirse, boğaz kültürü isteyebilir. Boğaz kültürü için hastadan örnek almak amacıyla boğazın arka tarafına bir boğaz çubuğu sürülür. Alınan örnek laboratuvara gönderilir.

Tedavisi;

Kızıl hastalığı tedavisinde antibiyotik kullanılır. Antibiyotikler, hastalığa neden olan bakterileri öldürür ve bağışıklık sisteminin etken bakterilerle savaşmasına yardımcı olur. Antibiyotik tedavisine belirtiler tamamen geçse bile, doktorun önerdiği süre boyunca ara verilmeden devam edilmesi şarttır. Aksi takdirde, enfeksiyon komplikasyonlara neden olabilir ve hastalık süresi uzayabilir.

Doktor, ayrıca boğaz ağrısını hafifletmek ve ateşi düşürmek için başka ilaçlar da verebilir. Boğaz ağrısını rahatlatmak için dondurma yemek veya ılık çorba içmek fayda sağlayabilir. Tuzlu su ile gargara yapmak ve soğuk buhar cihazı kullanmak da boğaz ağrısının şiddetini azaltabilir. Ciltte kaşıntı varsa doktor, bunu azaltmaya yönelik losyon reçete eder.

Vücutta sıvı açığı oluşmaması için bol bol su içmek önemlidir. Hasta, en az 24 saat antibiyotik aldıktan sonra ateşi düşer ve okula ya da işe devam edebilir. Çünkü antibiyotik başladıktan 24 saat sonra bakterinin bulaşıcılığı ortadan kalkar. Ancak mümkünse antibiyotiklerin tamamı bitinceye kadar evde kalıp istirahat etmesi hastalığın iyileşme sürecinin hızlanması açısından daha iyi olacaktır. Araştırma aşamasında olan pek çok potansiyel aşı bulunmasına karşın, hali hazırda kızıl veya A grubu streptokoklara karşı etkili bir aşı henüz kullanıma girmemiştir.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Kısırlık nedir? Nedenleri, Teşhisi, Tedavisi

Kısırlık (infertilite) sadece bir kadının sorunu değildir. Erkekler de kısır olabilir. Aslında, erkekler ve kadınlar eşit derecede doğurganlık sorunları yaşarlar. Kısırlık vakalarının yaklaşık üçte biri kadın kısırlığına bağlanabilirken, erkeklerin oranı vakalarının üçte birini oluşturuyor. Vakaların geri kalan üçte biri, erkek ve kadın kısırlığının bir kombinasyonundan kaynaklanıyor olabilir veya bilinen bir nedeni olmayabilir.

Kısırlık (infertilite) çiftlerin düzenli ilişkiye girmelerine rağmen 1 yıl içinde gebelik gerçekleşmemesi olarak tanımlanır. Bu süre yaşı daha genç olan çiftlerde daha uzun olabilir. Kadınlarda yaş 35’in üzerinde ise ve muayene geçmişinde kısırlıkla ilgili bulgular varsa araştırmaya vakit kaybetmeden başlanmalıdır. Her 100 çiftten 15-20’sinde görülen kısırlık yaş ilerledikçe daha sık görülür. Kısırlık, üreme sistemi ile ilgili bir sağlık sorunudur. Tek bir sebebe bağlı olabildiği gibi; birkaç faktörün kombinasyonu ile de gerçekleşebilir.

Nedenleri;

Gebe kalamama şikayeti ile başvuran çiftlerde, infertilite probleminin ortaya çıkış nedenleri fazlasıyla değişiklik gösterir. Başvuru sonrasında her iki partnere yapılacak olan detaylı muayene ile problemin asıl kaynağı saptanabilir. Yapılan muayene kısırlık probleminin hangi partnerden kaynaklandığını, uygulanacak tedavi yöntemlerini ve tedavinin başarılı olma yüzdesini belirleme açısından son derece önemlidir.

Erkeklerde kısırlık nedenleri;

Bunlar şunları içerebilir:

Kadınlarda kısırlık nedenleri;

Kadın infertilite nedenleri arasında şunlar olabilir:

Kadınlarda diğer nedenler şunlardır:

  • Kanser ve tedavisi: Bazı kanserler (özellikle dişi üreme kanserleri – sıklıkla kadın fertilitesini şiddetlendirir, hem radyasyon hem de kemoterapi doğurganlığı etkileyebilir
  • Diğer durumlar: Çölyak hastalığı, kötü kontrol edilen diyabet ve lupus gibi bazı otoimmün hastalıklar gibi gecikmiş puberte veya menstrüasyonun olmaması (amenore) ile ilişkili tıbbi durumlar, bir kadının doğurganlığını etkileyebilir. Genetik anormallikler ayrıca gebe kalma ve gebelik olasılığını azaltabilir.

Kadında kısırlık belirtileri;

Bazı kadınlarda hiçbir belirti vermeyen kısırlık, çoğu kadın için pek çok işaretle sinyal vermektedir. Üreme çağındaki kadınlarda en basit kısırlık belirtisi adet kanamalarındaki düzensizliklerdir. Örneğin iki adet dönemi arasının 21 günden daha kısa ya da 35 günden daha uzun olması yumurtlama düzensizliklerinin ve dolayısıyla da kısırlığın belirtisi olarak algılanabilmektedir.

Bununla birlikte anormal derecede çok yoğun ve uzun süreli kanamalar ya da 2 günden kısa süren, damlalar halinde geçen adet dönemleri de yumurtlamada problem olduğuna işarettir. Yine çok adet kanamalarının çok düzensiz aralıklarla seyretmesi; bazen 20 günde, bazen 30 günde, kimi zaman da 45 günde bir adet görülmesi de kısır olabilirlik olarak düşünülebilir. Ayrıca kadının cildindeki dokusal ve yapısal değişiklikler, fazla sivilcelenme, aşırı kıllanma, saç dökülmesi, ani kilo alma ya da kilo kaybetme, sırt ve bel ağrıları, cinsel ilişki sırasında şiddetli ağrı hissetme de kısırlık belirtileri olabilmektedir.

Emzirme dönemi içinde olmamasına rağmen kadının göğüslerinden beyaz renkli süt kıvamında bir akıntı gelmesi de kısırlık belirtisi olarak algılanmaktadır. İşte tüm bu belirtiler kadında gebe kalabilirlik yetisi, üreme kapasitesi açısından bazı şeylerin yolunda gitmediğini gösterir.

Erkekte kısırlık belirtileri;

Erkeklerde kısırlık belirtileri kadınlardakinden çok daha az sayıda ve az fark edilebilir düzeydedir. Pek çok erkek uzun süre cinsel ilişkiye girdiği halde bebek sahibi olamadığında doktora başvurunca doktor muayenesi sonucunda kısır olduğunu öğrenir.

Zira erkeğin kısırlık belirtilerini anlaması daha zordur. Ancak sertleşme ve boşalmada güçlük ya da sorun yaşayan, saçlarının daha hızlı veya çok daha yavaş uzadığını fark edenler, cinsel isteklerinde belirgin azalma ya da artma olan erkekler doğal yollarla bebek sahibi olamıyorlarsa kısırlıktan şüphelenmelidirler.

Bununla birlikte normalden daha küçük testisleri olan ve testislerinde acı, ağrı veya olağandışı küçük yuvarlak bir oluşum fark edenler kısırlık sorunu ile doktora başvurmalıdırlar. Burada sayılan belirtilerin hiç birisi olmadığı halde doğal yolla gebelik elde edilemiyorsa ya sorun kadından kaynaklı kısırlıktır ya da erkeğin sperm sayısı, olgunluğu ve kalitesi gebeliğin meydana gelmesi için yeterli olmamaktadır.

Teşhisi;

Kısırlık nedeni ile doktora başvuran ailelerde, Kısırlık sebebini açıklamak adına bazı testler yapılmalıdır. Yapılan testlerden ilki erkek de sperm analizi ve kadında rahim ve tüplerinin tıkanık olup olmadığını anlamak için rahim filmi çekilmesidir. Bir başka test ise, kadında yapılan gebeliğe engel olabilecek hormonal testlerdir. Hormonal testler adet gününün üçüncü günü yapılır.

Tüp bebek (in-vitro fertilizasyon) en çok bilinen fertilite tedavisidir ancak doğal yollardan gebe kalmakta zorluk çeken çiftlere önerilecek daha farklı tedavi yöntemleri de mevcuttur.

Hangi yöntemin önerileceği kararı partnerlerin yaşı, daha önceden yaşanmış bir gebeliğin olup olmadığı, ne kadar süredir gebelik uğraşısı içinde olunduğu gibi bilgilerin eşliğinde, kadının fallop tüplerinin durumu ve yumurta kalitesi ile erkeğin sperm değerlendirmesi sonrasında verilmektedir.

Gebelik (fertilite) ilaçları; Eğer gebelik (fertilite) problemi düzenli yumurtlamanın olmamasından kaynaklanıyor ise tablet ya da enjeksiyon şeklinde verilebilecek fertilite ilaçları sayesinde yumurta gelişimi sağlanabilmektedir. İlaç formunda verilen tedavi vücudunuzdaki doğal fertilite mekanizmalarının daha etkin çalışmasını sağlarken, enjeksiyon şeklinde verilen tedavi direk olarak yumurtalıkları uyararak yumurtlamayı gerçekleştirmektedir.

İlaç tedavisi esnasında karşılaşılan olası yan etkiler sıcak basması, göğüslerde hassasiyet, bulantı hissi ve duygusal dalgalanmalar şeklinde kendini gösterebileceği gibi, enjeksiyon tedavisinde nadiren olsa da alerjik reaksiyonlar görülebilmektedir. Yumurta sayısını artırmayı amaçlayan hamilelik (fertilite) tedavisinden sonra çoğul gebelik riski artabilmekte ve nadir de olsa ‘over hipersitimülasyonu’ olarak adlandırılan yumurtalıkların normalden fazla uyarılması durumu ile karşılaşılabilmektedir. Gebelik tedavisinin yakın gözetim altında yapılması olası yan etkileri en az düzeye indirmek açısından oldukça önemlidir. Yumurtlamayı düzenleyen ve artıran bu ilaçlar diğer hamilelik tedavilerinde de sıklıkla kullanılmaktadır.

Aşılama Tedavisi (İnseminasyon); Aşılama tedavisi, doğurganlığın en yüksek olduğu yumurtlama döneminde eşinizin spermlerinin basit bir yöntemle rahim içine yerleştirilmesi ile uygulanmaktadır. Bu yöntem tüplerin sağlıklı olduğu ve nedeni açıklanamayan kısırlık problemlerinde önerilmektedir.

Sperm sayısının ya da hareketliliğinin çok düşük düzeylere inmeden azaldığı, spermin rahim ağzından geçişinin engellendiği ya da cinsel ilişkinin vajinismus, erken boşalma, sertleşme sorunu gibi nedenlerle gerçekleşemediği çiftlerde de etkin olarak kullanılmaktadır.

Eşinizin verdiği sperm örneğinden seçilen en hareketli ve yumurtayı dölleyebilme ihtimali en yüksek spermler plastik bir tüp yardımı ile rahim ağzından geçilerek rahim içerisine bırakılmaktadır.

Aşılama tedavisi ağrılı bir yöntem olmayıp genelde gebelik oluşumunu destekleyen ilaçlar ile birlikte uygulanmaktadır. Tedavinin başarı oranı yaklaşık %15 olup kadının yaşına, erkeğin sperm değerlerine ve tüplerin sağlık durumuna göre değişim göstermektedir.

Tüp bebek (IVF) tedavisi; Düzenli adet gören kadınlar her ay tek bir yumurta oluşturmaktadırlar. Tüp bebek tedavisinde ise dışarıdan verilen hormon ilaçları ile bu sayının artması hedeflenmektedir. Her tedavi protokolü farklılıklar gösterse de temel olarak yumurta gelişimini sağlayan ve erken yumurtlamayı engelleyen iki paralel hormon tedavisi uygulanmaktadır.

Transfer edilecek olan embriyo sayısının belirlenmesi gebelik şansına ve çoğul gebelik riskine direkt olarak etki edebilir. Embriyo kalitesi belirlendikten sonra, embriyo sayısı transfer öncesinde çiftlerle ayrıntılı olarak görüşülecektir. Embriyo transfer işlemi çok nadir durumlar haricinde anestezi gerektirmemektedir.

İnfertilite tedavisinde cerrahi yöntemler;

  • Tüp bebek tedavisi öncesi bazı cerrahi girişimler gebelik şansını artırmaktadır.
  • Endometriozis hastalığının tedavisi
  • Rahim iç tabakasını düzensizleştiren miyomların veya poliplerin çıkartılması
  • Rahim içi yapışıklıkların açılması
  • Tıkalı ve içerisinde sıvı birikerek genişlemiş fallop tüplerinin çıkartılması
  • Polikistik over rahatsızlığı olan ve yumurtlaması baskılanmış kadınlarda yapılabilecek cerrahi tedaviler
  • Sperm görülmeyen erkeklerde, spermin testisten (TESE, TESA) ya da epididimisden (MESA, PESE) cerrahi olarak çıkarılması

Laparoskopi; Laparoskopi ile karın alt bölgesinde açılan 3 – 5 mm’lik deliklerden içeri sokulan aletler ile rahim, yumurtalık ve tüpleri ilgilendiren hastalık veya sorunlar doğrudan gözlemlenebilir ve gerekli görülürse cerrahi girişim yapılabilir. Laparoskopinin uygulandığı durumlar şunlardır:

  • Karın içi yapışıklıklar
  • Tüplerin açılması
  • Hasarlı tüplerin alınması
  • Miyom cerrahisi
  • Çikolata kisti cerrahisi

Histeroskopi; Histerektop, ucunda kamera olan tüp şeklinde bir cihazdır. Vajina içerisine yerleştirilerek rahim boyundan rahme doğru uzanır ve hekimin rahim içi problemleri tespit etmesine olanak sağlar. Doktorunuz gerekli görürse ufak bir doku örneği alabilir. Histeroskop cihazı ile rahim içi görüntülenerek miyom, polip ve rahim içi perde gibi sorunların teşhisi ve eş zamanlı müdahale ile tedavisi yapılabilmektedir. Histeroskopi incelemesinin yapıldığı durumlar şunlardır:

Histeroktopi nasıl yapılır?

Histeroskopik gözlemde ufak bir teleskopik kamera sistemi rahim ağzından rahim içine gönderilir. Bu ameliyat için herhangi bir kesiye gerek yoktur. Histeroktopi işleminde bu teleskop vasıtası ile rahim içine steril sıvı verilerek rahim iç cidarı gözden geçirilmekte, miyom, polip, yapışıklık, septum gibi problemler tespit edilebilmekte ve gerekirse biyopsi alınabilmektedir.

Tanı amaçlı yapılan bu işlem sonrasında tespit edilen problemlerin aynı seansta cerrahi histeroskopi ile tedavisi de mümkün olmaktadır. Gerekli görüldüğü takdirde hekiminiz işlemi genel anestezi, lokal anestezi veya sedasyon (sakinleştirme) altında uygulayabilir. Büyük miyom çıkartma ameliyatları hariç ameliyat sonrasında genellikle taburculuk sağlanmaktadır.

Histeroskopi sonrası hafif vajinal kanama ve adet sancısı benzeri karın ağrısı olabilir. Ağrı için hekiminiz bir takım ilaçlar önerebilir. Kanama birkaç gün içinde azalarak dinecektir. Ağırlaşmadığı, rahatsızlık veren kokulu bir akıntıya dönüşmediği müddetçe bu kanama bir problem ifade etmez..

Miyomektomi – Miyom Ameliyatı; Miyomektomi, rahim içinde yar alan ve gebeliği önleyebilecek miyomların çıkarılmasıdır. Açık ya da kapalı ameliyat yöntemiyle gerçekleştirilir. Tüp bebek tedavisi öncesi embriyonun yerleşmesini ve gebeliği önleyecek bir dizi muayene ve tetkik yapılır. Bu tetkiklerde anne adayının miyomlara ve poliplere sahip olup olmadığı da belirlenir.Miyom tedavisinde ameliyat kararı verilirse hastalara genel anestezi uygulanır, rahimde olan miyomlar tek tek alınır. Bu operasyonlar genellikle karın bölgesinden açık yöntemle yapılsa da, laparoskopik ya da histeroskopik yöntem kullanılarak uygulanabilir.

Rahimdeki miyom sayısının artması tedaviyi daha zor hale getirebilir. Bazı durumlarda hastaların yeniden ameliyat edilmesi gerekebilir. Her miyom gebelik için büyük risklere sebep olmaz, bu nedenle doktorun görüşüne göre bir tedavi planlanmaktadır.

Hamilelik sırasında miyomlar rahmin içine ve dış duvarına yerleşebilir. Bu miyomlar büyüme veya çoğalma gösterdiklerinde rahmin iç duvarının tıkanmasına sebep olur. Bebeğin gelişimini olumsuz etkileyebilecekleri gibi erken doğuma da sebep olabilir. Miyomlara müdahalede kişinin yaşadığı şikayetlere göre ameliyat kararı verilir. Her 10 kadından birinde miyom ameliyatı (miyomektomi) gerekli görülmektedir. Diğer hastalarda miyomlar düzenli takip ile kontrol altında tutulur.

Robotik Cerrahi ; Robotik cerrahi, laparoskopik (kapalı) ameliyatların da Vinci isimli robot yardımıyla 3 boyutlu görüntü altında yapılmasıdır. Robotik cerrahi denilince ameliyatın robot tarafından yapıldığı seklinde yanlış̧ bir kanı vardır. Oysa ameliyatı gerçekleştiren robot değil, robotun kollarını kontrol eden cerrahın kendisidir. Robotik cerrahi ile aşağıda belirtilen işlemler yapılabilir ve gebelik şansı artırılabilir.

  • Miyom ameliyatı
  • Tüp cerrahisi
  • Çikolata kisti cerrahisi

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın