Meme kanseri nedir? Nedenleri, Belirtileri, Tedavisi

Kanser, hücre büyümesini düzenleyen genlerde mutasyon adı verilen değişiklikler meydana geldiğinde ortaya çıkar. Mutasyonlar, hücrelerin kontrolsüz bir şekilde bölünmesine ve çoğalmasına izin verir. Meme hücrelerinde gelişen Meme kanseri, memenin lobüllerinde veya kanallarında oluşan durumdur.

Lobüller süt üreten bezler, kanallar ise, sütü bezlerden meme ucuna getiren yollardır. Kanser, göğsünüzdeki yağlı doku veya lifli bağ dokusunda da ortaya çıkabilir.

Kontrolsüz kanser hücreleri genellikle diğer sağlıklı meme dokusunu istila eder ve kolların altındaki lenf düğümlerine de gidebilir. Lenf düğümleri, kanser hücrelerinin vücudun diğer bölgelerine hareket etmesine yardımcı olan birinci yoldur.

Risk Faktörleri;

  • Kadın olmak
  • 50-70 yaş arasında ve menopoz sonrası dönemde olmak
  • Ailesinde (anne veya baba tarafında) meme kanserine yakalanmış akrabaları olmak, (Akrabalık derecesi ne kadar yakın ve meme kanserli akraba sayısı ne kadar fazlaysa risk o kadar yükselir)
  • Daha önce meme kanserine yakalanmış olmak
  • Adet başlama yaşının erken, menopoz yaşının geç olması
  • Hiç doğum yapmamış olmak
  • İlk doğumunu 30 yaşından sonra yapmak
  • Doğum yapmış fakat bebeğini emzirmemiş olmak
  • Uzun süreli hormon tedavisi almak
  • Modern şehir yaşamı ortamında yaşamak
  • Sigara ve tütün ürünleri kullanmak
  • Şişmanlık; özellikle menopoz sonrası fazla kilo almak ve doymuş yağlardan zengin gıdaları fazla miktarda tüketmek
  • Fiziksel aktivite azlığı

Belirtileri;

Meme kanseri belirtilerini bilmek meme kanserini erken evrede yakalamak ve tedavinin başarıya ulaşması için çok önemlidir. Meme kanseri belirtileri arasında en belirgini memede ele gelen kitledir. Ele gelen kitle meme dışında koltuk altında da olabilir. Eğer kitle büyümüş ise meme ucunun içeri doğru çekilmesi de meme kanseri belirtilerindendir.

Çok nadir görülse de meme ucundan kanlı ya da kansız akıntı da meme kanserini işaret edebilir. Meme kanserine neden olan tümör çok büyürse meme derisinde ödem oluşur ve şişme görülebilir. Aynı zamanda kızarıklık ve portakal görünümü de karşılaşılan meme kanseri belirtilerindendir. Eğer meme kanseri yayılmış ise yayıldığı bölge ile ilgili şikayetler de görülebilir.

Meme kanseri belirtilerini tanımak meme kanserinin ilerlemesine engel olabilmek adına çok önemlidir. Bu nedenle kişinin kendi meme yapısını tanıması ve risk faktörlerini bilmesi gerekir. Meme kanseri belirtilerini fark edebilmek için her kadın 20 yaşından sonra kendi meme muayenesini yapmaya başlamalıdır. Kendi kendine meme muayenesi adet bitiminden 5-7 gün sonra; adet görmeyen kadınlar ise ayda bir belirdikleri yapılmalıdır.

Meme kanseri belirtilerini şöyle sıralayabiliriz;

  • Meme üzerinde genellikle ağrısız, sert yapılı, hareket
  • Memede; genellikle ağrısız, sert yapılı, hareket ettirilebilen veya yerinden oynamayan, zamanla büyüyebilen yapıda ve karakterde ele gelen şişlikler
  • Gözle görülebilir şekilde, meme boyutunda veya şeklinde değişiklik
  • Meme cildinde kızarıklık, morluk, yara, damar genişlemesi, içeri doğru çöküntü, yaygın küçük şişlikler, portakal kabuğu görünüşü gibi noktasal çekintiler
  • Meme başı ve çevresinde, renk ve şeklinde değişiklik, meme başında genişleme, düzleşme, içe çökme, yön değiştirme, kabuklanma, çatlaklar ve yaralar
  • Meme başından kanlı veya kansız akıntı gelmesi
  • Koltuk altında görülebilen, elle fark edilen ağrılı ya da ağrısız şişlikler

Meme kanseri evreleri;

Meme kanseri belirtiler açısından her evrede farklılık gösterebilir. Meme kanseri belirtileri resimli olarak incelendiğinde evreler arasında cilt dokusundaki farklılaşma gözlenebilir. Meme kanseri, 5 ayrı evreden ve 3 alt evreden oluşur:

  • Evre 0; Duktal carcinoma in situ DCIS (duktal karsinoma in sutu) ve LCIS (lobuller karsınoma in sutu). Kanser oluşum aşamasındadır. Çevre dokulara yayılmamıştır. Oluşmaya başladığı alan ile sınırlıdır
  • Evre 1; Yayılabilen meme kanserinin başlangıç aşamasıdır. 1. evre tümörün 2 cm.’ den fazla geniş olmadığı ve kanser hücrelerinin memeden başka yere (lenf bezlerine) yayılmadığı durumdur.
  • Evre 2A; Evre 2A’da memede tümör yoktur, ancak koltuk altındaki lenf bezleri kanser vardır; veya tümör 2 cm veya daha küçüktür ve koltuk altındaki lenf bezlerine yayılmıştır; veya tümör 2 cm’den büyük, 5 cm’den küçüktür ve koltuk altı lenf bezlerine yayılmamıştır
  • Evre 2B ‘de; 2 cm’den büyük, 5 cm’den küçüktür ve koltuk altı lenf bezlerine yayılmıştır; veya 5 cm’den büyüktür ancak koltuk altı lenf bezlerine yayılmamıştır
  • Evre 3A; Memede tümör yoktur, ancak koltuk altı lenf bezlerinde birbirine veya çevre dokulara yapışık kanser vardır; veya tümör 5 cm veya daha küçüktür ve çevre dokulara veya birbirine yapışık koltuk altı lenf bezlerine yayılmıştır; veya tümör 5 cm’ den büyüktür ve koltuk altı lenf bezlerine (birbirlerine veya çevre dokulara yapışık olabilir) yayılmıştır
  • Evre 3B; Tümör herhangi bir boyut da olabilir ve memeye komşu dokulara (deri veya göğüs duvarı, kaburgalar veya göğüs duvarındaki kaslar) yayılmıştır ve meme içerisindeki lenf nodlarına veya kolun altındaki lenf nodlarına yayılabilir
  • Evre 3C; Kanser köprücük kemiği altındaki ve komşu boyun boyunca uzanan lenf nodlarına yayılmıştır ve kanser kolun altındaki ve meme içerisindeki lenf nodlarına ve memeye komşu dokulara yayılabilir
  • Evre 4; Uzak metastatik kanserdir. Kanser vücudun diğer bölgelerine sıçramıştır. Bu evre tedavisinde hastanın yaşam süresini artırmak ve yaşam kalitesini yüksek düzeyde tutmak hedeflenir

Evre 3C ameliyat edilebilir ve ameliyat edilemez olarak ikiye ayrılmaktadır.

  • Ameliyat edilebilir Evre 3C meme kanserinde; Kolun altındaki lenf nodlarında 10 veya daha fazla sayıda lenf nodunda tutulum vardır veya memedeki tümörle aynı taraflı köprücük kemiği altındaki lenf nodları ve komşu boyun lenf nodlarında yayılım vardır veya meme içindeki lenf nodları ve kolun altındaki lenf nodlarında yayılım vardır
  • Ameliyat edilemeyen Evre 3C meme kanserinde; Kanser köprücük kemiği üstündeki lenf nodlarına yayılmıştır ve memedeki tümörle aynı taraftaki komşu boyun bölgesindeki lenf nodlarında tutulum vardır

Meme kanseri tanısında kullanılan yöntemler;

Belirtiler doğrultusunda uygulanacak olan meme kanseri tedavisi programı için doktorunuzun yapacağı testler, tümörün başladığı alan ile sınırlı olup olmadığını (lokal) ya da vücudunuzun diğer bölgelerine (metastaz) yayılıp yayılmadığını anlamak için yapılır.

Meme kanseri tedavisinde tanı için aşağıdaki yöntemler kullanılmaktadır.

  • Mamografi; Meme dokusunun röntgen ışınları ile incelenmesi esasına dayalı bir yöntemdir. Hastanın her hangi bir yakınması yok iken çekilen ilk mamografi baz mamografidir. Mamografi tarama amaçlı veya tanı amaçlı yapılabilir. Tarama amaçlı mamografi hiçbir yakınması olmayan kişilere yapılırken, tanı amaçlı yapılan mamografide şüpheli kitle veya bölgenin daha detaylı tetkiki olanağı vardır
  • Ultrasonografi; Ses dalgalarının dokulardan geri yansıması esası ile çalışır. Mamografide bulunan bir şüpheli kitle veya alanın, veya hastanın eline gelen kitlenin sıvı veya katı olduğunu anlamak için kullanılır. İçi sıvı dolu olan kitleler yani kistler kanser açısından önemli bir tehdit oluşturmazlar. Buna karşılık, içi katı olan yani “solid” kitleler memenin tümörleridir. Bunların iyi veya kötü huylu olduğu ayrımını düzenli takipler veya başka ileri yöntemlerle yapmak gerekir
  • Galaktografi; Meme başından içeri ilaç verip süt kanallarının filminin çekilmesidir. En çok meme başı akıntısı yakınması olanlarda uygulanır
  • İnce iğne biyopsisi; Standart enjektör iğnesi ile hücresel düzeyde örnek alıp mikroskop altında bunların incelenmesidir
  • Kalın iğne biyopsisi; Bu amaç için yapılmış, kalın bir iğne ile doku parçası alınarak bunun incelenmesidir
  • Stereotaksik biyopsi; Kitlenin yerinin özel bir cihazla tespit edilip tam o noktadan örnek alınmasıdır
  • Stereotaksik işaretleme; Özel bir cihaz ile şüpheli alanının görülüp içine ince bir tel bırakılmasıdır
  • Cerrahi biyopsi; Ameliyathanede yapılan ve kitlenin tamamının çıkartılıp mikroskop altında incelenmesidir

Tedavisi;

Hastalığın evresine, hastanın özelliklerine ve genel sağlığına bağlı olarak tedavi seçenekleri bir veya birden fazlasını içerebilir: Cerrahi, radyasyon tedavisi, hormon tedavisi, kemoterapi veya hedefe yönelik tedavi gibi…

Cerrahi Tedavi

Genellikle kanserle savaşın ilk aşamasıdır. Çoğu hastanın tedavisi kanserli dokunun cerrahi olarak çıkarılması ile başlar. Sentinel lenf (bekçi lenf nodu) biyopsisi yapılarak beraberinde gerekiyorsa koltukaltı lenf bezleri de temizlenir.

Günümüzde meme kanserinin tedavisinde, cerrahi girişimin birkaç farklı uygulaması vardır. Bu uygulamalar temel olarak, memenin alınmadan korunmasına yönelik olanlar ve memenin tümünün çıkartılmasına yönelik olanlar olarak iki ana gruba ayrılmaktadır. Son dönemdeki medikal gelişmeler ışığında sadece kanserli bölgenin çıkarılması ve memenin korunması , koltukaltı lenf bezlerinden ise örnekleme yapılması sayesinde hastalarda benzer başarılı sonuçlar alınabilmekte ve aynı gün evlerine gidebilmektedirler. Memenin tümünün alınması gerektiği durumlarda ise plastik cerrahi teknikler ile yeniden meme rekonstrüksiyonu yapılması mümkündür.

Radyoterapi (Işın Tedavisi)

Işın tedavisi, X-ışınlarının (röntgen ışınları), meme bölgesine ve koltuk altına uygulanmasıyla, cerrahi girişimden sonra kalma olasılığı olan kanser hücrelerinin yok edilmesini sağlamak amacı ile yapılır.

En sık kullanılan yöntem harici ışınlama (external beam radiation) yöntemidir. Operasyondan sonra 4-6 hafta süreyle uygulanır. Özel bir lineer akseleratör kullanılmak suretiyle, harici olarak, tüm meme ve bazen de koltukaltı hedeflenerek ışınlanır. Işın genellikle 4-6 hafta boyunca, haftada 5 gün olarak verilir.

Radyoterapinin yan etkileri; Bu tedaviyi gören kadınların çoğu halsizlikten yakınırlar. Memede şişme ve ağırlık hissi ortaya çıkabilir. Tedavi edilen bölgedeki deri, güneş yanığı rengini alabilir. Bu yan etkiler yaklaşık bir yılda kendiliğinden kaybolur. Merkezimizde kullanılan Novalis destekli TrueBeam STx isimli lineer akseleratör ile sağlıklı dokuya minimum oranda zarar verilerek bu yan etkiler en aza indirilir.

Kemoterapi (İlaç Tedavisi)

Kanser hücrelerini öldürücü ilaçlarla yapılan tedavidir. Bu ilaçlar ağızdan veya damardan verildikten sonra tüm vücuda yayılır. Genellikle, aynı anda birkaç ilaç birlikte verildiğinde daha etkili olduklarından, değişik kombinasyonlar halinde verilirler. Kemoterapi, kürler halinde verilir. 4-6 kür planlanır. Her kür arası yaklaşık 3 haftadır. Bu da toplam 3 ile 5 aylık toplam kemoterapi süresi demektir.

Bazı olgularda yapılan cerrahi tedaviye ek olarak, ilaç tedavisi de eklemek gerekebilir. Hastalarda cerrahi tedavi sonrası yapılan tetkiklerde, herhangi bir bölgede kanser kalmamış olsa bile, koruyucu önlem olarak bir süre ilaç tedavisi yapılabilir. Bu tedaviye adjuvan kemoterapi denir.

Neoadjuvan kemoterapi ise Evre 3 kanseri olan hastalarda mevcut tümörün boyutlarını küçültmek ve cerrahiye uygun hale getirmek amacıyla yapılır. Neoadjuvan kemoterapinin bir faydası da yapılan kemoterapinin tümör üzerine etkinliğinin izlenmesidir. Kemoterapiyle ilgili daha fazla bilgi için tıklayınız.

Hormono Terapi (Hormon Tedavisi)

Bazı meme kanseri hücreleri, içerdikleri hormon reseptörleri (algılayıcıları) aracılığı ile östrojene duyarlı olabilir. Yani, östrojen hormonu bu kanser hücrelerinin büyümelerine ve artmalarına neden olabilir. Hormon tedavisinde amaç, bu şekilde östrojen reseptörü içeren ve bu hormona duyarlı olan kanser tiplerinde, östrojen etkisinin ortadan kaldırarak kanserin gelişmesinin önlenmesidir.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Meme hastalıkları nedir? Detaylar

Meme ile ilişkili şikayetler, bel ağrısı şikayetlerinden sonra en sık doktora başvurma nedenidir. Bu şikayetler, memede ağrı, farkedilen bir şişlik veya meme başı akıntısı gibi sorunlar nedeniyle olabilmektedir. Ayrıca, herhangi bir şikayet olmaksızın gerçekleştirilen tarama programları çerçevesinde de hastalar doktora başvurmaktadır.

Meme kadın bedeninde hormonal değişime bağlı olarak birçok durum ve hastalık meydana gelebilir. Bu hastalıkları şöyle sıralayabiliriz;

Fibrokistik;

Kadınların yaklaşık yüzde 60′ında görülen fibrokistik meme hastalıkları 30-50 yaş aralığında sık görülür. American Cancer Society (Amerikan Kanser Derneği) verilerine göre kadınların en az yarısında yaşamlarının bir bölümünde memede fibrokistik değişimler tespit edilmektedir. Fibrokistik değişimi olan kadınlar tipik olarak periyodik meme ağrıları çekerler çünkü bu durum meme dokusunun vücuttaki aylık östrojen ve progesteron hormon değişimleriyle direkt olarak ilintilidir.

Menopoz sonrası ve doğum kontrol hapı kullanan kadınlarda fibrokistik meme hastalıkları daha nadir görülür. Bu durum yumurtalık hormonlarıyla ilişkisinin olduğunu düşündürtmektedir.

Fibrokistik meme değişiklikleri için risk etmenleri arasında başta kalıtım ve beslenme (aşırı yağlı beslenme, fazla kahve tüketimi) gelmektedir. Fibrokistik meme değişimlerinde en sık rastlanan tablo şu şekilde özetlenebilir:

  • Kistler (içi sıvı dolu keseler)
  • Fibrosis (ölü hücre dokusu)

Şişlik veya kitleler;

Memede kalınlaşmış ve sert bölgeler ve hassasiyet. Fibrokistik meme değişimine sahip kadınlarda olası bir kanserin mamografi ile teşhisi zordur. Bu nedenle bu kişilerde ultrasonografi ile tarama da gerekebilir.

Fibroadenom;

Memenin en sık görülen iyi huylu tümörüdür. 20-40 arası yaşlarda görülür ancak bazen daha ileri yaşlarda da ortaya çıkabilir. Toplumda görülme sıklığı yüzde 10 civarıdır. Bir kısım hastada birden fazla, hatta her iki memede oluşabilir. Nedeni bilinmemektedir. Yağdan zengin beslenme ile ilişkili olabildiği yönünde görüşler vardır. Kendiliğinden kaybolabilir veya gerekli görülürse çıkarılabilir.

Duktal ektazi; 

Meme başının altında yer alan süt kanallarının genişlemesidir. Açık renkli akıntıya neden olabilir. Meme başı altında sert bir kitle ele gelebilir. Hiçbir tedavi yapılmadan da geçebilir veya antibiyotiklerle beraber sıcak kompres uygulaması uygun görülebilir. Yakınmalar devam ederse areola kenarından meme başı açılıp o bölgedeki süt kanalları çıkarılır.

Yağ nekrozu;

Belirtileri ve mamografi bulguları açısından meme kanserine en çok benzeyen iyi huylu meme tümörlerindendir. Travma veya enfeksiyona bağlı olarak gelişebilir. Kitlenin yakınındaki deride morluk görülebilir. Kitlede duyarlılık olabilir. Deride veya meme başında çökme ve çekinti olabilir. Biyopsi yapılmadan meme kanserinden ayırt edilemez.

Hamartom;

Erişkin hücrelerin yerleşik oldukları dokuda aşırı büyümesi, çoğalması sonucu oluşan iyi huylu tümöral oluşumlardır. Rahatsız edici hale geldiklerinde cerrahi müdahaleyle çıkarılırlar.

İntraduktal papillom;

Memede süt kanalından köken alan küçük ve iyi huylu tümördür. Bu tümörler bez, fibröz doku ve kan damarlarından oluşur. En sık 35-55 yaşlarında rastlanır. Papillomu ve süt kanalının etkilenen kısmını çıkarmak için cerrahi uygulanır. Biyopsi sonucu kanser riski saptanmışsa ek tedavi gerekebilir.

Lipom; 

Lipoma veya yağ bezesi olarak da bilinir. Vücutta yağ dokularından köken alan, habis (kötü huylu) olmayan, tedavi edilebilir tümörlerin genel adıdır. Yağ dokusu içeren herhangi bir vücut bölgesinde oluşabilir. Tedavisi cerrahi yöntemle yapılır. Kötü huylu tümöre dönüşmesi ender olarak görülmektedir.

Meme hastalıkları arasında enfeksiyonlar ve meme kanseri yer almaktadır. Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Marfan sendromu nedir? Detaylar

Vücut büyümesini etkileyen kalıtsal bir bağ dokusu bozukluğu olan Marfan Sendromu, iskelet sisteminiz, cildiniz, gözleriniz ve kalbiniz dahil tüm vücudunuzu etkileyebilir. Yaklaşık 5.000 kişiden 1’inde ortaya çıkan Marfan Sendromu, her yaştan, ırktan erkeklerde ve kadınlarda görülür.

Marfan sendromu genetik bir hastalıktır. Vakaların % 75’inde hastalık anne veya babanın genleri aracılığıyla kalıtımsal olarak gelmektedir. Kalan % 25 vakada ise, genetik mutasyon sonucu sendrom ortaya çıkmaktadır. Anne veya babadan bir tanesinde Marfan sendromu olması durumunda, bu anne babadan doğacak çocukların sendroma yakalanma olasılığı % 50 olmaktadır.

Hastalık kadın ve erkeklerde eşit oranda görülmektedir. Marfan sendromu, adını hastalığı ilk kez 1896 yılında teşhis eden Fransız çocuk doktoru Antoine Marfan’dan almaktadır. Marfan sendromunun belirtileri kişiden kişiye çeşitlilik gösterebilmektedir. Bazı hastalarda belirtiler oldukça hafifken, bazı hastalarda ölüme bile sebebiyet verebilecek ciddi belirtiler ortaya çıkabilmektedir. Ancak hastaların genelinde, yaş ilerledikçe hastalık daha kötü bir hal almaktadır.

Nedenleri;

Bu rahatsızlığın genetik temellere dayanan bir sendrom olduğu bilinmektedir. Genetik kusur sonucunda bağ dokunun oluşumunda büyük rol oynayan ‘’fibrillin-1’’ adlı bir proteinde üretim bozuklukları meydana gelir. Bu genetik kusur ayrıca kemiklerde aşırı büyümeye neden olarak uzun uzuvlara da neden olmaktadır. Bir ebeveynin bu bozukluğa sahip olması durumunda, çocuklarının da buna sahip olma şansı yaklaşık olarak yüzde 50’dir. Bu otozomal dominant bulaşan bir rahatsızlıktır.

Ailede Marfan sendromuna sahip birey olmadığı durum ile birlikte, sperm veya yumurtalarındaki spontan bir genetik kusur da Marfan sendromu olmayan bir ebeveynin bu bozukluğu olan bir çocuğa sahip olmasına neden olabilir. Bu genetik kusur, Marfan sendromu vakalarının yaklaşık olarak 4 te 1 inde görülmektedir. Vakaların diğer yüzde 75’inde sendrom kişilere ailesinden miras olarak kalmaktadır.

Belirtileri;

  • Uzun kollar, bacaklar ve parmaklar
  • Uzun ve ince vücut tipi
  • Eğri omurga
  • Göğüs içeri batıyor veya dışarı çıkıyor
  • Esnek eklemler
  • Düz ayak
  • Çapraşık dişler
  • Kilo alımı veya kaybı ile ilgili olmayan ciltte çatlaklar

Teşhisi;

Marfan sendromunun belirtileri, bağ dokularla ilişkili diğer hastalıklarda ortaya çıkan belirtilere benzer olduğu için hastalığın teşhisinin konulması oldukça zordur. Hastalıktan şüphelenilmesi durumunda, ilk olarak EKG çekimi ile çeşitli görme testleri yapılmaktadır. Ancak kesin teşhis için, ailede hastalığın olup olmadığına dair bilgi edinilmesi ve bazı genetik testlerin yapılması gerekmektedir.

Tedavisi;

Marfan sendromunun ne yazık ki henüz kesin bir tedavisi bulunmamaktadır. Mevcut tedaviler, hastalığın yol açtığı ve bazı durumlarda ölümcül olan tıbbi komplikasyonları önlemeye yöneliktir. Dolayısıyla, Marfan sendromu olan hastaların düzenli aralıklarla belirli tıbbi kontrolleri yaptırmaları ve bu kontroller neticesinde eğer hastalık vücudun başka bir bölgesine sıçradıysa gerekli tedavileri yaptırmaları gerekmektedir.

Eskiden Marfan sendromuna yakalanan hastaların birçoğu 40 yaşına gelemeden hayatını kaybetmekteyken, günümüzde gelişen tanı mekanizmaları sayesinde, hastaların büyük kısmı çok daha uzun bir ömür sürebilmektedir. Hastalık aort damarı gibi kritik damarlarda probleme yol açması durumunda ölümcül olabilmektedir. Bu sebeple, Marfan sendromu olan kişilerde düzenli kalp-damar kontrolleri yapılmaktadır.

Hastalığın damarlara sıçraması durumunda, damarlar normal insanlara göre daha kolay yırtılma eğilimi gösterdiğinden, hastalara düzenli olarak kan basıncı düşürücü ilaçlar verilmektedir. Aort damarının hastalık sebebiyle aşırı derecede genişlemesi durumunda ise, bir ameliyat gerçekleştirilerek, hastaların aort damarı sentetik bir damar ile değiştirilebilmektedir. Hastalığın gözlerde ciddi probleme yol açması durumunda da gene çeşitli ameliyatlar aracılığıyla tedavi gerçekleştirilmekte ve hastaların normal bir yaşam sürmesi sağlanabilmektedir.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Mantar hastalığı nedir? Nedenleri, Belirtileri, Tedavisi

Milyonlarca mantar türü olmasına rağmen, yaklaşık 300 türü insanlarda enfeksiyonlara neden olabilir. Cildinizi etkileyebilecek birkaç tür mantar enfeksiyonu vardır. Bu yazıda, en yaygın deri mantar enfeksiyonlarından bazılarına ve bunların tedavi edilip önlenebileceği yollara daha yakından bakacağız.

Mantarlar her yerde yaşayabilirler. Bitkilerde, toprakta ve hatta cildinizde. Cildinizdeki bu mikroskobik organizmalar, normalden daha hızlı çoğalmadıkça veya bir kesik veya lezyondan cildinize nüfuz etmedikçe, herhangi bir soruna neden olmaz.

Mantarlar ılık, nemli ortamlarda geliştiğinden, mantar cilt enfeksiyonları terli veya nemli bölgelerde gelişebilir. Örnek olarak; ayaklar, kasıklar ve deri kıvrımları. Bu enfeksiyonlar, ciltte kaşıntı, pul pul döküntü veya renk değişikliği olarak görünür .

Mantar cilt enfeksiyonları genellikle doğrudan temas yoluyla yayılır. Bu, giysiler veya diğer eşyalar üzerindeki veya bir kişi veya hayvan üzerindeki mantarlarla temas etmeyi içerebilir.

Mantar hastalığı çeşitleri nelerdir?

Mantar hastalıkları çeşitleri konusundan geliştikleri bölgelere göre farklı alt gruplara ayrılır. Bunlardan en yaygın görülen mantar türleri şu şekildedir:

  • Tırnak mantarı; Genellikle ayak baş parmağında görülür, tırnakta sarı veya beyaz renkli renk değişiklikleri ile kırılganlaşma, şekil bozukluğu gibi sorunlar ortaya çıkar. Zamanla kapladığı alan genişleyebilir, farklı tırnaklara da yayılım gösterebilir
  • Vajinal mantar; Vulva ve vajinayı etkileyen vajinal mantar kadınlar arasında oldukça yaygındır. Şiddetli kaşıntıya neden olması sebebiyle günlük yaşamı önemli ölçüde zorlaştırabilir. Tedavi edilmemesi halinde ise şiddetlenerek üreme organlarını etkileyebilecek sorunlara yol açabilir
  • Kasık mantarı; Erkek bireyler arasında daha yaygın görülen kasık mantarında kaşıntı ve yanma sorunu oldukça rahatsız edici olabilir. Bazı durumlarda cinsel organları da etkileyen kasık mantarı vücudun farklı bölgelerindeki mantar enfeksiyonlarından bulaşma yoluyla da kasığa yerleşebilmektedir
  • Saçkıran; Saçta veya sakallarda görülen saçkıran, bulunduğu bölgede boşlukların açılmasına neden olur. Hem çocuklarda hem de yetişkinlerde görülebilen bu enfeksiyon ciltte kızarıklık ve pul pul dökülme gibi sorunları da beraberinde getirir
  • Ayak mantarı; Ayakların ayakkabı içerisinde uzun süre nemli kalması veya ortak kullanım alanları nedeniyle oluşan ayak mantarı ayaklarda tahriş, kaşıntı, kızarıklık ve kötü kokuya neden olabilir
  • Tinea capitis; Trikofiton ve mikrosporum gibi etkenlerden kaynaklı olarak ortaya çıkan Tinea Capitis genellikle çocukları etkileyen ve bulaşıcılığı oldukça yüksek olan bir mantar hastalığıdır
  • Atlet ayağı; Çok yaygın görülen bir mantar enfeksiyonu olan atlet ayağı, genellikle ayak parmaklarının aralarındaki perdelerde oluşur. Kaşıntı, pullanma, iltihaplanma, kötü koku, çatlama, şişlik ve ağrıya neden olabileceği gibi tedavi edilmemesi durumunda bakteriyel enfeksiyonlarla da birleşebilir
  • İntertrigo; Nemli iklimlerde yaşayan bireylerde ve özellikle de kilolu bireylerde sıklıkla görülen intertrigo, derinin katlanma yaptığı bölgelerde ortaya çıkar. Bu bölgelerde sürtünme, nem ve sıcaklık artışına bağlı olarak görülen mantar enfeksiyonu genellikle kaşıntı ve yanma ile kendini gösterir
  • Makat mantarı; Makat bölgesinde oluşan mantar enfeksiyonu genellikle Candida Albican adlı mantar türünden kaynaklı oluşur, şiddetli kaşıntı ve yanmaya neden olarak günlük yaşamı zorlaştırabilir
  • Dil mantarı; Dil yüzeyinde beyaz veya yeşil renkli bir tabakanın oluşması ile karakterize olan dil mantarı ağızda kötü koku, sürekli tekrarlayan boğaz enfeksiyonu, tat alma sorunları gibi olumsuzluklara yol açabilir

Risk faktörleri;

  • Sıcak veya ıslak bir ortamda yaşamak
  • Ağır terleme
  • Cildinizi temiz ve kuru tutmamak
  • Giysi, ayakkabı, havlu veya yatak takımı gibi öğeleri paylaşmak
  • İyi nefes almayan sıkı giysiler veya ayakkabılar giymek
  • Sık sık ciltten cilde teması içeren faaliyetlere katılmak
  • Enfekte olabilecek hayvanlarla temas halinde olmak
  • Bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar , kanser tedavisi veya HIV gibi durumlar nedeniyle zayıflamış bir bağışıklık sistemine sahip olmak

Belirtileri;

İnsanlarda mantar hastalığı, her ne kadar geliştiği bölgeye göre farklılık gösterse de çoğu zaman benzer türde belirtilere yol açar. Deri üzerinde oluşan vücut mantarlarının yaygın belirtileri arasında şunlar yer alır:

  • Kaşıntı
  • Tahriş
  • Deride pullanma ve döküntüler
  • Kızarıklık ve şişlik
  • Deride kabarcıklar

Bunların yanı sıra yaygın görülen mantar enfeksiyonlarından bir tanesi olan tırnak mantarında tırnak üzerinde renk değişikliği, şekil bozukluğu gibi belirtiler söz konusudur.

Vajinal mantar yaşayan bireylerde ise kaşıntı ve kızarıklığın yanı sıra genellikle peynir kesiği benzeri bir vajinal akıntı görülür.

Tüm bu belirtiler mantar enfeksiyonunun tipik belirtileri arasında yer alır ve bu belirtileri yaşayan bireyler bir an önce sağlık kuruluşlarına başvurmalı ve muayeneden geçmelidir.

Nedenleri;

Mantar hastalığı, mantarların deri yüzeyinde bulunan ölü keratin hücrelerini enfekte etmesi ile ortaya çıkar. Mantarların çoğalarak enfeksiyona yol açmasında risk faktörü olarak değerlendirilebilecek bazı nedenler şunlardır:

  • Obezite
  • Duş sonrasında veya terleme nedeniyle cildin tam olarak kurumaması ve nemli kalması
  • Dar kıyafetler giymek
  • Hava geçirgenliği düşük, terlemeyi artıran kumaşlara sahip giysiler giymek
  • Ayakların gün içerisinde çok uzun süre boyunca ayakkabı içerisinde kalması
  • Hamilelik
  • Antibiyotik kullanmak
  • Bağışıklık sistemini zayıflatan hastalıklara sahip olmak veya buna yol açan ilaçlar kullanmak
  • Sağlıksız ve dengesiz beslenme
  • Mantar enfeksiyonu olan bir birey veya hayvan ile temas halinde olmak
  • Havuz, duş, küvet gibi ortak kullanım alanlarını kullanmak veya havlu, çarşaf, terlik, ayakkabı gibi bulaşma ortamı oluşturan kişisel eşyaları başkalarıyla ortak kullanmak
  • Hijyene gereken özeni göstermemek, iç çamaşırlarını yeterli sıklıkla değiştirmemek
  • ilt sağlığına uygun olmayan kimyasal içerikli veya uygunsuz pH’taki bakım ürünleri ile cildi veya vajinal bölgeyi temizlemek

Tedavisi;

Antifungal ilaçlar mantar enfeksiyonlarını tedavi edebilir. Mantarları doğrudan öldürebilirler veya büyümelerini ve gelişmelerini engelleyebilirler. Antifungal ilaçlar, OTC tedavileri veya reçeteli ilaçlar olarak mevcuttur;

  • Kremler veya merhemler
  • Haplar
  • Tozlar
  • Spreyler
  • Şampuanlar

Mantar cilt enfeksiyonunuz olduğundan şüpheleniyorsanız, durumu gidermeye yardımcı olup olmadığını görmek için bir OTC ürünü denemek isteyebilirsiniz. Daha inatçı veya şiddetli vakalarda, doktorunuz enfeksiyonunuzun tedavisine yardımcı olması için daha güçlü bir mantar önleyici ilaç yazabilir.

OTC veya reçeteli antifungal almanın yanı sıra, mantar enfeksiyonundan kurtulmanıza yardımcı olmak için evde yapabileceğiniz bazı şeyler vardır. Bunlar şunları içerir:

  • Etkilenen alanı temiz ve kuru tutmak
  • Cildinizin nefes almasına izin veren gevşek giysiler veya ayakkabılar giymek

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Arteriovenöz malformasyon (AVM) nedir? Detaylar

Vücudun dolaşım sistemi kalp ve kan damarlarından oluşur. Dolaşım sistemindeki damarların üç türü vardır; damarlar, kılcal damarlar ve arterler. Arteriovenöz malformasyonlar (AVM’ler) dolaşım sisteminin kan damarlarındaki kusurlu duruma denir.

Malformasyon, damarlar ve arterler arasındaki anormal bir bağlantıdır. Bu, vücudun kan dolaşımını engeller. Genellikle doğuştandır, bu da durumun doğumda mevcut olduğu anlamına gelir. Malformasyonlar vücudunuzun herhangi bir yerinde başlasa da, bazıları beyin ve omurilik bölgesinde gelişerek nöbetlere ve baş ağrısına neden olur.

AVM’lerin nedeni nedir?

AVM’lerin nedeni bilinmemektedir. Bazı doktorlar bunların rahimde veya doğumdan kısa bir süre sonra ortaya çıktıklarına inanırlar.

AVM durumuyla doğan çocukların ciltlerinde mavimsi bir renk olabilir. Bu, vücutta dolaşan oksijenli kan bulunmamasından kaynaklanmaktadır. Çocuklar büyüdükçe ve durum kötüleştikçe cilt koyu kırmızı veya mora dönme eğilimindedir.

Arteriyovenöz malformasyonlar için kimler risk altındadır?

Kalıtsal hemorajik telenjiektazi veya Osler-Weber-Rendu sendromu gibi sizi AVM’ye yakalanma riskini artırabilecek bazı genetik sendromlar vardır.

AVM’nin belirtileri nelerdir?

AVM’nin semptomları şunlara bağlı olarak değişir:

  • AVM’nin yeri
  • AVM’nin boyutu
  • AVM’de yer alan kan damarlarının boyutu

Beyinde bir AVM varsa önemli semptomlarınız olmayabilir. Bazı durumlarda, beyin AVM’leri baş ağrısına veya nöbetlere neden olur. Ne yazık ki, semptomların olmaması nedeniyle, bu tür AVM genellikle teşhis edilmez veya yaşamı tehdit eden semptomlar gösterene kadar fark edilmez.

Beyin AVM’lerinin yaygın semptomları şunlardır:

  • Kafatasında kanama, en yaygın olarak subaraknoid kanama
  • Nöbetler
  • Baş ağrısı
  • Zayıflık, uyuşma veya vücudun bir kısmına veya yanına karıncalanma gibi odak nörolojik eksiklikler
  • Bilinç bulanıklığı, konfüzyon

AVM vücudun başka bir yerindeyse, semptomlar daha belirgin olabilir. Uzuvlarda ve omurilikte bulunan AVM’ler için yaygın semptomlar şunlardır:

  • Kas güçsüzlüğü
  • Bir uzvu hareket ettirememe
  • Koordinasyon eksikliği

Organlarda, göğüste veya karında bulunan AVM’ler için yaygın semptomlar şunlardır:

  • Karın ağrısı
  • Sırt ağrısı
  • Göğüs ağrısı
  • Etkilenen kan damarlarında düzensiz sesler

2 yaşın altındaki çocuklarda görülen bazı belirtiler şunlardır:

  • Kalbin kendisine giren kanı pompalayamadığı konjestif kalp yetmezliği
  • Nöbetler
  • Hidrosefali, beyinde şişmeye neden olan sıvıda artış
AVM’ler nasıl teşhis edilir?

AVM’lerin semptomlarını taklit edebilecek diğer sağlık sorunlarını elemek için doktorunuz fiziksel bir muayene ve birkaç test gerçekleştirecektir. 

  • CT taraması; Vücudun içinin ayrıntılı görüntüleri
  • MRI; Beyin ve kan damarlarının görüntüleri (eğer bir beyin AVM’niz varsa, bu özellikle AVM’nin tam olarak nerede olduğunu ve hangi beyin yapılarını etkileyebileceğini belirlemek için yararlıdır)
  • Anjiyografi; Boyayı bir kateterden enjekte ederek (genellikle kasıktaki bir kan damarından sokulan) baş ve boyun etrafındaki kan damarlarını görselleştirir
  • Manyetik rezonans anjiyogram (MRA); Kan damarlarının görüntüleri
AVM’ler nasıl tedavi edilir?

Tedavi; yaşınıza, durumunuza ve fiziksel sağlığınıza bağlı olacaktır. En önemli amaç, felç veya ölüme yol açabilecek iç kanamayı önlemektir.

İlaç tedavisi; Doktorunuz AVM’leri iyileştirmese bile ilaç yazabilir. İlaçlar ağrıyı ve nöbetleri kontrol altına alır.

Ameliyat; Hasarlı kan damarlarını onarmak veya çıkarmak için ameliyat bir seçenektir. Doktorunuzun ihtiyaç duyacağınız ameliyat türü, AVM türüne bağlıdır. Üç seçenek vardır:

  • Geleneksel cerrahi
  • Endovasküler embolizasyon
  • Radyocerrahi

Endovasküler embolizasyon, beyin veya omurilik dokusunun derinlerindeki arteriyovenöz malformasyonlar için kullanılır. Bu prosedürde, anormal bağlantıyı kapatmak için kateter adı verilen ince, esnek bir tüp AVM’ye yönlendirilir. AVM’yi tamir etmez, ancak ona giden kan akışını azaltır ve ameliyatı daha güvenli hale getirir.

Radyocerrahi, oldukça konsantre bir radyasyon ışını kullanmayı ve bunu doğrudan AVM’nin alanına odaklamayı içerir. Radyasyon kan damarı duvarlarına zarar verir ve yara dokusu oluşturur ve bu da sonunda AVM’ye kan akışını durdurur.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Malaria (sıtma) nedir? Nedenleri, Belirtileri, Tedavisi

Yaşamı tehdit eden bir hastalık olan Malaria (Sıtma), enfekte bir sivrisineğin ısırığı yoluyla bulaşır. Enfekte sivrisinekler, plasmodium parazitini taşır. Bu sivrisinek sizi ısırdığında, parazit kan dolaşımınıza salınır. Parazitler vücudunuza girdikten sonra, olgunlaştıkları karaciğere giderler. Birkaç gün sonra, olgun parazitler kan dolaşımına girer ve kırmızı kan hücrelerini enfekte etmeye başlar.

48 ila 72 saat içinde kırmızı kan hücrelerinin içindeki parazitler çoğalarak enfekte olmuş hücrelerin patlamasına neden olur. Parazitler kırmızı kan hücrelerini enfekte etmeye devam ederek, her seferinde iki ila üç gün süren döngülerde ortaya çıkan semptomlarla sonuçlanır.

Sıtmaya ne sebep olur?

Plasmodium parazit ile enfekte bir sivrisinek sizi ısırırsa sıtma meydana gelebilir. İnsanları enfekte edebilen dört tür sıtma paraziti vardır: Plasmodium vivax, P. ovale, P. malariae ve P. falciparum.

P. falciparum, hastalığın daha şiddetli bir biçimde geçmesine neden olur ve bu tür sıtmaya yakalananların ölüm riski daha yüksektir. Enfekte bir anne de hastalığı doğumda bebeğine geçirebilir. Bu, doğuştan sıtma olarak bilinir.

Kan yoluyla bulaşan sıtma şu yollarla da bulaşabilir:

  • Organ nakli
  • Transfüzyon
  • Paylaşılan iğnelerin veya şırıngaların kullanımı

Sıtmanın belirtileri nelerdir?

Sıtma semptomları tipik olarak enfeksiyonu takiben 10 gün ila 4 hafta içinde gelişir. Bazı durumlarda semptomlar birkaç ay boyunca gelişmeyebilir. Bazı sıtma parazitleri vücuda girebilir ancak uzun süre uykuda kalabilir. Sıtmanın yaygın semptomları şunlardır;

  • Titreme
  • Yüksek ateş
  • Çok terleme
  • Baş ağrısı
  • Mide bulantısı
  • Kusma
  • Karın ağrısı
  • İshal
  • Anemi
  • Kas ağrısı
  • Konvülsiyonlar
  • Koma

Sıtma nasıl teşhis edilir?

Doktorunuz sıtmayı teşhis edebilecektir. Randevunuz sırasında doktorunuz, tropikal iklimlere yapılan son seyahatler de dahil olmak üzere sağlık geçmişinizi gözden geçirecektir. Fiziksel bir muayene de yapılacaktır.

Doktorunuz genişlemiş bir dalağınız veya karaciğeriniz olup olmadığını belirleyebilecektir. Sıtma semptomlarınız varsa, doktorunuz tanınızı doğrulamak için ek kan testleri isteyebilir. Bu testler şunları gösterecektir:

  • Sıtma olup olmadığın
  • Ne tür sıtma hastasısın
  • Enfeksiyonunuz belirli ilaç türlerine dirençli bir parazitten kaynaklanıyorsa
  • Hastalık anemiye neden olmuşsa
  • Hastalık hayati organlarınızı etkilediyse

Sıtmanın yaşamı tehdit eden komplikasyonları;

Sıtma, bir dizi yaşamı tehdit eden komplikasyonlara neden olabilir.

  • Beynin kan damarlarının şişmesi veya serebral sıtma
  • Akciğerlerde solunum problemlerine veya akciğer ödemine neden olan sıvı birikimi
  • Böbreklerin, karaciğerin veya dalağın organ yetmezliği
  • Kırmızı kan hücrelerinin yok edilmesine bağlı anemi
  • Düşük kan şekeri

Sıtma nasıl tedavi edilir?

Sıtma, özellikle P. falciparum paraziti ile enfekte iseniz, yaşamı tehdit eden bir durum olabilir. Hastalığın tedavisi tipik olarak bir hastanede sağlanır. Doktorunuz, sahip olduğunuz parazit türüne göre ilaçlar yazacaktır.

Bazı durumlarda, reçete edilen ilaç parazitin ilaçlara karşı direnci nedeniyle enfeksiyonu temizlemeyebilir. Bu meydana gelirse, doktorunuzun durumunuzu tedavi etmek için birden fazla ilaç kullanması veya ilaçları tamamen değiştirmesi gerekebilir.

Ek olarak, P. vivax ve P. ovale gibi belirli sıtma parazitleri, parazitin vücudunuzda uzun bir süre yaşayabildiği ve daha sonraki bir tarihte yeniden etkinleşerek enfeksiyonun nüksetmesine neden olan karaciğer aşamalarına sahiptir.

Bu tür sıtma parazitlerinden birine sahip olduğunuz tespit edilirse, gelecekte nüksetmeyi önlemek için size ikinci bir ilaç verilecektir.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Malabsorpsiyon sendromu nedir? Detaylar

Malabsorpsiyon Sendromu, ince bağırsağın belirli besinleri ve sıvıları yeterince ememediği bir dizi rahatsızlığı ifade eder. İnce bağırsağınızın görevi, yediğiniz gıdalardaki besinleri emerek kan dolaşımınıza eklemektir.

Besinlerin sindirimi ağızda başlar, mide ve bağırsaklar boyunca ve ince bağırsak epitelinin (yüzeyi saran hücreler) fırçamsı kenarında da devam eder. Besinlerin bağırsak kanalında sindiriminde bozulma, fırçamsı kenarlarda besinlerin emiliminde bozukluklar ve lenfatik taşınma fazındaki bozukluklar malabsorbsiyona neden olabilir.

Nedenleri;

  • Enfeksiyon, iltihaplanma, travma veya ameliyatta bağırsakta hasar
  • uzun süreli antibiyotik kullanımı
  • Çölyak hastalığı, crohn hastalığı , kronik pankreatit veya kistik fibroz gibi diğer durumlar
  • Laktaz eksikliği veya laktoz intoleransı
  • Safra kanalları normal şekilde gelişmediğinde ve safra akışını karaciğerden engellediğinde biliyer atrezi gibi
  • Doğuştan veya doğumda mevcut olan bazı kusurlar
  • Safra kesesi, karaciğer veya pankreas hastalıkları
  • Paraziter hastalıklar
  • Bağırsak zarına zarar verebilecek radyasyon tedavisi
  • Tetrasiklin, kolşisin veya kolestiramin gibi bağırsağın iç yüzeyine zarar verebilecek bazı ilaçlar

Sendrom ayrıca sindirim sorunlarından da kaynaklanabilir. Mideniz, belirli yiyecekleri sindirmek için ihtiyaç duyduğu enzimleri üretemeyebilir. Ya da vücudunuz yediğiniz yiyecekleri midenizin ürettiği enzimler ve asitle karıştıramayabilir.

Nadir nedenler;

Malabsorbsiyona neden olabilecek bazı nadir bozukluklar da vardır. Bunlardan birine kısa bağırsak sendromu (SBS) denir. SBS ile ince bağırsak kısaltılır. Bu, bağırsağın besinleri daha az emmesini sağlar. SBS bir doğum kusuru olabilir veya ameliyattan kaynaklanıyor olabilir. Malabsorbsiyonun daha da nadir bir potansiyel nedeni, bakteriyel bir enfeksiyonun sonucu oluşan Whipple hastalığıdır.

Belirtileri;

Malabsorbsiyon belirtileri metabolik bozuklukların bir sonucudur: protein, yağ, karbonhidrat, mineral, su tuzu ve ayrıca vitaminlerin metabolik bozuklukları belirtilere neden olur.

Birkaç yıl düzensiz olabilen, ancak daha sonra kalıcı hale gelen ishal ile karakterizedir. Semptomsuz formlar da sıklıkla bulunur.

Zayıflık, yorgunluk, kilo kaybı, şişkinlik, karın içi guruldama ve karın ağrısı malabsorbsiyon için karakteristiktir, ancak spesifik değildir.

  • Zayıflık ve yorgunluk; Mikro elementler eksikliği, anemi ve ile ilişkili olabilir
  • Ağrı; Kronik pankreatitli hastalarda, bel bölgesinde yayılış gösteren üst karın bölgesinde ağrı görülür. Laktaz eksikliği olan hastalarda karın ağrısı tespit edilir
  • Şişkinlik; Bağırsaklarda aşırı bakteri çoğalması ve bağırsaklarda sindirilmemiş gıda birikimi ile kaynaklanır.
  • Dışkı hacmi artar ve dışkı kıvamı suludur. Dışkı yağlı bir parlaklık ve hoş olmayan bir koku ve yağ kalıntıları gözlenir
  • Kilo kaybı; Temel besin maddelerinin yetersiz alımından kaynaklanır. Kilo kaybı en çok çölyak hastalığı ve Whipple hastalığı olan hastalarda belirgindir. Ek olarak, çölyak hastalığı olan çocuklarda ve ergenlerde malabsorbsiyon büyüme geriliğine yol açar
  • Derideki değişiklikler; Kuru cilt, saç dökülmesi, tırnaklarda kırılganlığın artması, dil ve derinin iltihabı, demir ve vitamin eksikliği ile ilişkilidir (özellikle C, B 12, folik asit)
  • Ödem; Malabsorbsiyonda ödem düşük proteinin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Esas olarak bacaklar ve ayaklar bölgesinde lokalizedir
  • Multivitamin eksikliği belirtileri; Malabsorpsiyondan kaynaklanan vitamin eksikliğine çeşitli belirtiler eşlik edebilir. Hipovitaminoz belirtileri, derideki değişiklikler, cilt, dil ve  organ zarlarında kendini gösterir. Cildin kuruluğu ve soyulması, yüz, boyun, eller, bacaklar ve ayaklarda kahverengi lekeler görülebilir. Tırnaklar donuklaşır, pul pul dökülür. Saçın incelmesi ve  dökülmesi görülür. Deri altı kanamalar, diş eti kanamasının artması (K vitamini eksikliğinden dolayı) görülebilir. A vitamini eksikliği ile hastalar görme bozuklukları yaşarlar. D vitamini eksikliği olan hastalar için kemik ağrısı karakteristiktir. B1 ve E vitaminlerinin eksikliği güç kaybına ve nöropatilere yol açar. B12 vitamini eksikliği anemiye yol açar
  • Mineral metabolizması bozuklukları; Kalsiyum eksikliği; uyuşma, karıncalanma, iğnelenme ve kas, kemik ağrısına neden olabilir. Şiddetli malabsorbsiyonda kalsiyum eksikliği (D vitamini eksikliği ile birlikte), kemiklerin, omurganın ve kalçanın osteoporozunda katkıda bulunabilir. Çinko, bakır ve demir eksikliği olan hastalarda deri döküntüsü görülür, demir eksikliği anemisi gelişir
  • Endokrin metabolizması bozuklukları; Uzun süreli ve şiddetli malabsorbsiyon seyrinde, hormonal yetmezlik belirtileri ortaya çıkar. Hastaların hormonlarının düşük seviyesi neticesinde azalmış libido, adet döngüsü bozukluğu oluşabilir

Teşhisi;

Kronik ishal veya besin eksiklikleriniz varsa veya sağlıklı beslenmenize rağmen önemli miktarda kilo verdiyseniz doktorunuz malabsorpsiyon sendromundan şüphelenebilir . Teşhisi doğrulamak için bazı testler kullanılır. Bu testler şunları içerebilir:

  • Dışkı testleri; Dışkı testleri , dışkı veya dışkı örneklerindeki yağı ölçebilir. Bu testler en güvenilir olanıdır çünkü yağ genellikle malabsorpsiyon sendromlu birinin dışkısında bulunur
  • Kan testleri; Bu testler, gibi kandaki belli besin maddeleri, seviyesini ölçmek Vitamin B-12, D vitamini, folik asit, demir, kalsiyum, karoten, fosfor, albümin ve protein

Bu besinlerden birinin eksikliği, malabsorpsiyon sendromunuz olduğu anlamına gelmeyebilir. Sağlıklı besin seviyelerine sahip yiyecekleri seçmediğiniz anlamına gelebilir. Bu besinlerin normal seviyeleri, emilim bozukluğunun sorun olmadığını düşündürmektedir.

  • Nefes testleri; Laktoz intoleransını test etmek için nefes testleri kullanılabilir.

Laktoz emilmezse, kolona girer. Kolondaki bakteriler laktozu parçalar ve hidrojen gazı üretir. Fazla hidrojen bağırsaklarınızdan kan dolaşımınıza ve ardından ciğerlerinize emilir. Laktoz içeren bir ürünü aldıktan sonra nefesimizde hidrojen gazı varsa, laktoz intoleransınız olabilir.

  • Görüntüleme testleri; Yapısal sorunları aramak için sindirim sisteminizin fotoğraflarını çeken görüntüleme testleri yapılabilir. Örneğin, doktorunuz , Crohn hastalığının bir işareti olabilecek ince bağırsağınızın duvarının kalınlaşmasını aramak için bir CT taraması isteyebilir
  • Biyopsi; Doktorunuz ince bağırsağınızın iç yüzeyinde anormal hücreler olduğundan şüphelenirse biyopsi alabilirsiniz.

Biyopsi muhtemelen bir endoskopi kullanılarak yapılacaktır. Ağzınıza bir tüp yerleştirilir ve küçük bir hücre örneği almak için yemek borusu ve mideniz yoluyla ince bağırsağınıza gönderilir.

Tedavisi;

Doktorunuz muhtemelen ishal gibi semptomları ele alarak tedavinize başlayacaktır. Loperamid gibi ilaçlar yardımcı olabilir. Doktorunuz ayrıca vücudunuzun ememediği besinleri ve sıvıları da değiştirmek isteyecektir. Ve onlar belirtileri açısından sizi izleyebilir dehidratasyon içerebilir, susuzluk artış, düşük idrar çıkışı ve kuru ağız, deri veya dil.

Ardından, doktorunuz emilim sorununun nedenine göre bakım sağlayacaktır. Örneğin, laktoz intoleransınız olduğu tespit edilirse, doktorunuz muhtemelen size süt ve diğer süt ürünlerinden uzak durmanızı veya bir laktaz enzim tableti önerecektir.

Bu noktada doktorunuz sizi bir diyetisyene yönlendirebilir. Diyetisyeniniz, vücudunuzun ihtiyaç duyduğu besinleri aldığınızdan emin olmanıza yardımcı olacak bir tedavi planı oluşturacaktır. Diyetisyeniniz şunları önerebilir:

  • Enzim takviyeleri; Bu takviyeler, vücudunuzun kendi başına ememediği besinleri emmesine yardımcı olabilir.
  • Vitamin takviyeleri; Diyetisyeniniz, bağırsağınız tarafından emilmeyenleri telafi etmek için yüksek dozda vitamin veya diğer besinler önerebilir
  • Beslenme değişiklikleri. Diyetisyeniniz, belirli yiyecekleri veya besinleri artırmak veya azaltmak için diyetinizi ayarlayabilir. Örneğin, ishali azaltmak için yağ oranı yüksek gıdalardan kaçınmanız ve elektrolitlerinizi dengelemeye yardımcı olmak için potasyum içeriği yüksek yiyecekleri artırmanız önerilebilir .

Doktorunuz ve diyetisyeniniz, emilim bozukluğu semptomlarınızı yönetecek ve vücudunuzun normal çalışması için ihtiyaç duyduğu besinleri ve sıvıları almasına izin verecek bir tedavi planı oluşturmanıza yardımcı olabilir.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Makrosefali nedir? Detayları

Makrosefali; aşırı büyük bir kafayı ifade eder. Başka bir ifadeyle, kafanın orantısız büyümesi ve bunun sonucunda büyük kafa yapısının oluşmasına verilen addır. Genellikle beyindeki komplikasyonların bir belirtisidir. Erkek cinsiyette kadın cinsiyete göre 3 kat daha fazla görülür. 

Çoğunlukla anne karnında yapılan muayeneler sonucu, doğum sırasında veya bebeklik döneminde tanı alır. Ancak bazı kişiler erişkin dönemde de tanı alabilir. Bu kişilerde genellikle nörolojik bir bozukluk olmaz, tesadüfen tanı konulur.

Makrosefali bir hastalık değildir. Hekimin kafa muayenesi sonucunda elde ettiği bir muayene bulgusudur. Pek çok benign (iyi huylu) ve malign (kötü huylu) nedenler makrosefaliye neden olabilir.

  • İyi huylu makrosefali; İyi huylu olan makrosefali hastalığı genetik bozukluklardan dolayı oluşur. Gebeliğin 6. ayına girilince bu durum ultrason muayenelerinde doktor tarafından tespit edilip anne adayı bilgilendirilir
  • Kötü huylu makrosefali; Bu makrosefali daha ciddi sebeplerden dolayı ortaya çıkar. Tümör, iltihap ya da  apse sebebi ile ortaya çıkan kafa büyüklüğüne kötü huylu makrosefali denir

Makrosefali nedenleri nelerdir?

Makrosefali oluşmasının bazı bilinen nedenleri vardır. Bunları sıralamak istersek;

  • Anne karnında geçirilen enfeksiyon hastalıkları
  • Genetik faktörler
  • Anne adayının uyuşturucu kullanması
  • Kafada su toplanması
  • Bazı sendromlar
  • Beyin kanaması geçirilmesi
  • Kafa içinde yer alan lezyonlar
  • Metabolik hastalıklar gibi nedenler sonucunda makrosefali görülebilir

Makrosefali belirtileri nelerdir?

Makrosefali genel olarak kafanın normal duruma göre giderek büyümesine ya da doğuştan büyük olmasına verilen addır. Ancak bunun yanında makrosefali pek çok nörolojik probleme de yol açabilir. Bu problemler hastalık belirtisi olarak yansır.

Bu belirtiler;

  • Büyük kafa; Anne karnındaki bebeğe çekilen ultrasonografi (USG) ya da bebeklik döneminde yapılan muayenelerde bebeğin kafasının olduğundan daha büyük ölçülmesine denir. Bu durumun altında pek çok iyi ve kötü huylu neden olabilir. Hastalar bazen sadece bu belirti ile hekime başvurabilir
  • Bulantı, kusma; Makrosefaliye sahip bireylerde en sık görülen bulgulardandır. Genellikle kötü huylu makrosefalide görülür. Kafa içi basıncının herhangi bir nedenle artması sonucu beyindeki kusma merkezi uyarılır ve beyinden mideye uyarılar giderek kusma gerçekleşir
  • Başını dik tutamama; Bebeklerde başı dik tutma 2.aya kadar gerçekleştirilmesi gereken nörolojik muayene bulgusudur. Bu muayene bulgusu pek çok nedenden dolayı ortaya çıkabilir. Bu nedenlerden biri de makrosefalidir. Özellikle kötü huylu makrosefalide bu muayene bulgusuna sık rastlanır. Sinir hasarının belirtisidir
  • Oturamama; Bebekler 5.aya kadar destekli; 8.ayda ise desteksiz oturmayı öğrenirler. Bu durumun zamanına uygun gerçekleşmemesi olası bir nörolojik problemi düşündürür. Bu problemlerden biri de makrosefalidir. Özellikle kötü huylu makrosefalide nörolojik problemlere ek olarak destekli, desteksiz oturamama görülebilir
  • Nöbet geçirme; Bazen makrosefaliye sahip bireylerde beyinde etkilenmiş bir odak bulunabilir. Bu odağın aşırı aktivasyonu sonucu vücutta epileptik nöbetler (sara hastalığındakine benzer kasılmalar) görülebilir.
  • Kas tonusu kaybı; Kas tonusu; bir kasın hareketsiz durumdaki kasılma gücünü gösterir. Nörolojik hasar oluştuğunda bu güç azalır. Hastada kaslar yumuşar, hareket zorlaşır. Makrosefalide bu muayene bulgusuna da rastlanabilir
  • Fontanellerin (bıngıldakların) açık kalması: Fontaneller kafatası kemikleri arasında bulunan, anne karnında ve doğum sonrası kafatası gelişmesine yardımcı olan dokulardır. Normalde ön tarafta bulunan fontanelin 12-18.aylarda; arka fontanelin ise 3.ayda kapanmış olması gerekmektedir. Bu fontaneller kapanmazsa bebeğin kafatası gelişimi devam eder ve kafa büyür. Bu durum makrosefali ile sonuçlanır

Makrosefali nasıl teşhis edilir?

Kafa çevresinin doğumdan itibaren belirli aralıklarla ölçülmesi Makrosefali teşhisi için yapılan en yaygın yöntemdir. Hastalığa dair bazı belirtilerin olması ve ailede başka bir bireyde de makrosefali olması hastalığın teşhisini kolaylaştırır. Bu hastalıkta genetik faktörler önemli olduğu için ailede birinde anne ve baba da makrosefali olması hastalığın olma riskini de arttırır.

Gerek görülürse eğer bebek veye çocuğa çeşitli nörolojik testler yapılır. Bebekte veya çocukta aşırı sinirlilik hali, kusma, baş ağrısı, gibi belirtiler olduğu zaman ultrason veya MR görüntüsü sayesinde beynin bazı bölümleri incelenir.

Makrosefali tedavisi;

Makrosefalinin tedavisi makrosefaliyi oluşturan nedene göre değişiklik gösterir. Ailesel makrosefalisi olan ve herhangi bir nörolojik problemi bulunmayan kişilerde tedaviye gerek yoktur. Bu kişiler herhangi bir nörolojik bozukluk oluşmadığı sürece takip edilir. Bozukluk oluştuğu zaman tedavi altına alınır.

Hastalarda nörolojik problemler, davranış bozuklukları, nöbet geçirme gibi belirtiler ortaya çıkmışsa fizik tedavi uygulamaları ve davranış terapileri yararlı olabilir.

Fizik tedavide hastanın tonusu azalmış kaslarını güçlendirmeye yönelik egzersizler yaptırılır. Davranış terapisinde hastadaki davranış bozuklukları (hırçınlık, aşırı uyku hali gibi) varsa tedavi edilir.

Kemik mineralizasyon bozukluğu (raşitizm) nedeniyle oluşan makrosefalide tedavi için D vitamini takviyesi verilip hastanın günde 15 dakika güneş görmesi istenir.

Kötü huylu makrosefalide neden hidrosefali, beyin tümörü, kemik tümörü gibi hastalıklarsa tedavide cerrahi müdahale gerekebilir. Hastalarda cerrahi müdahale sonrası kafa büyümesinin önüne geçilmek için bazı ilaçlar, kemoterapi ve radyoterapi uygulamaları kullanılabilir.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Multipl skleroz (MS) nedir? Detayları

Multipl skleroz (MS), merkezi sinir sistemini (CNS) içeren kronik bir hastalıktır. Hastalık, bağışıklık sistemi, sinir liflerinin etrafındaki koruyucu tabaka olan miyelini etkiler. İltihaplanma, yaraya veya lezyonlara neden olan hastalık, beyninizin vücudunuzun geri kalanına sinyal göndermesini zorlaştırır.

Multipl skleroz (MS) hayatı tehdit eden bir hastalık değildir. Bazı hastalarda ileriki yaşlarda hareket ve bazı bilişsel kayıplara rastlanabilir. Hastalığın kesin tedavisi olmasa da günümüzde tıptaki gelişmeler, erken tanı ve doktor kontrolünde alınacak önlemler, yaşanan sıkıntıları azaltmaktadır.

Nedenleri;

Multipl Skleroz’un oluşumunda çevresel etkenler (iklim, yaşanan bölge vb.) ve geçirilmiş viral enfeksiyonların yanı sıra, genetik yatkınlık da önemli rol oynuyor. MS Hastalığı, genetik ve çevresel nedenlerin bir araya gelmesi sonucunda da meydana gelebilir. Multipl Skleroz (MS) hastalığı, özellikle 20-40 yaş arasında ve çoğunlukla kadınlarda görülüyor ancak bu farkın nedeni bilinmiyor.

MS’in kuzey ülkelerinde görülme sıklığı ekvatora yakın ülkelere göre 3 kat fazlayken bunun nedeni konusunda araştırmalar sürüyor. Kuzey ülkelerinde güneşli gün sayısının ekvatoral bölgelere kıyasla azlığından yola çıkan kimi araştırmalar, D vitamini eksikliğinin MS için bir risk faktörü olabileceğinin üstünde duruyor.

Multipl Skleroz çeşitleri;

Hastalık her kişide farklı olarak seyreder. Hastaların hepsinde sinirler zarar görür ancak ortaya çıkan belirtiler farklı olabilir. MS’in tanımlanan başlıca dört tipi bulunur;

  • Atak ve iyileşmeler ile giden MS; Ataklar ile ortaya çıkar. Ataklar tam veya kısmen geri dönüşlüdür. MS’li hastaların çoğu başlangıçta atak ve iyileşmeler ile giden seyir gösterir. Atakların ne sıklıkta geleceğini tahmin etmek ise mümkün değildir. Ataklar bazen yılda birkaç kez, bazen 2-3 yılda bir, bazı hastalarda ise ancak yıllar sonra tekrar ortaya çıkabilir
  • Sekonder ilerleyici MS; Atak ve iyileşmeler ile giden MS hastalarının bir kısmında daha sonra ataklar azalır ya da görülmezken, örneğin yürüme güçlüğü ve konuşma ve denge bozukluğu ya da bilişsel engellilikte devamlı bir ilerleme olur
  • Primer ilerleyici MS; Hastalık sinsi başlıyor ve yıllar içinde gittikçe artan engellilik ortaya çıkıyor. İlerleme hızı değişken olmakla birlikte genellikle yavaş seyirli oluyor. Bu gruptaki hastalar MS’li olguların daha az bir bölümünü oluşturuyor
  • Ataklarla ilerleyici MS; Başlangıçtan itibaren sinsi ve ilerleyici seyretmekle beraber arada ataklar da görülebiliyor

Belirtileri;

MS belirtileri hastadan hastaya değişir. Her bireyin kendine özgü semptomları, sorunları ve kendi seyri vardır. MS hastalığı belirtileri kişiden kişiye göre değişebilse de MS’in  en yaygın belirtileri vücudun çeşitli yerlerinde uyuşma veya karıncalanma, vücudun bir veya daha fazla yerinde güçsüzlük, yürüme güçlüğü, baş dönmesi, yorgunluk, görsel bulanıklık ve bazen çift görmedir. Hastalarda ayrıca Lhermitte fenomeni adı verilen ve boyunlarını öne doğru eğdiklerinde sırtlarında, kollarında veya bacaklarında elektriksel karıncalanma veya şok hissettiği bir semptom olabilir.

MS’li hastalar, aşağıdaki problemlerin herhangi birini ataklar ve düzelmeler veya yavaş kötüleşen bir seyir izleyerek yaşayabilirler:

  • Uyuşukluk, karıncalanma, iğnelenme
  • Güç kaybı, spazm, kas sertliği, kramp, ağrı. Güç kaybı vücudun bir tarafındaki kol ve bacakta veya her iki bacakta birden olabilir
  • Görme kaybı, çift görme
  • İdrar kaçırma ve idrar aciliyeti
  • Kabızlık
  • Konuşma bozukluğu
  • Cinsel fonksiyon bozuklukları
  • Denge kaybı, bulantı
  • Yorgunluk
  • Depresyon
  • Kısa süreli hafıza problemleri
  • Yutma zorluğu da MS belirtileri arasındadır

MS hastalığının ilk belirtileri, kol ya da bacakta kuvvet azalması-güçsüzlük şikayeti ile başlar. MS’li hastalar genellikle yeni gelişen duyu bozuklukları, bulanık görme, denge bozuklukları, çift görme gibi belirtiler ile doktora başvurular. MS hastalığının belirtilerinin her hastada birbirinden farklı olabileceğini akılda tutmak gerekir.

MS hastalığı belirtileri, miyelin konusu ile doğrudan bağlantılıdır. Merkezi sinir sisteminde sinir liflerini çevreleyen ve koruyan “miyelin” isimli bir tür kılıf vardır ve bu kılıf sinir liflerinin elektrik uyarılarını iletmelerine yardımcı olur. MS’de miyelin kılıfı hasara uğrar ve bazı bölgelerde yok olur. Hasar gören bu bölgeler ‘plak’ olarak da bilinir. Miyelin sadece sinir liflerini korumakla kalmayıp, görevlerini yerine getirmelerini de sağlar. Miyelin yok olduğunda veya hasar gördüğünde, sinirlerin beyine giden veya beyinden gelen elektrik uyarılarını iletebilme kapasiteleri kesintiye uğrar; bu durum çeşitli MS belirtilerine neden olur.

En belirgin MS belirtileri, halsizlik, yüzde veya vücutta uyuşma ve karıncalanma, hissizlik, yorgunluk, denge problemleri, görme bozuklukları, kas sertleşmesi, bozuk konuşma, bağırsak veya mesane problemleri, dengesiz yürüme (ataksi), cinsel işlev sorunları, ısıya hassasiyet ve kısa süreli bellek sorunları şeklinde sıralanabilir.

Tanısı;

Tanı, birçok hastalıkta olduğu gibi nörolojik öykü, muayene bulguları ve tetkikler sonucunda konulur. Kesin tanı için geçmişte değişik tanısal ölçütler geliştirilmiştir ve bu ölçütler kısmen zaman içerisinde elde edilen yeni bilgiler ile değiştirilmektedir. Yeni tanı ölçütleri 2005 yılında tekrar düzenlenmiştir. Bu ölçütlere göre kesin MS, muhtemel MS tanısı konur ya da tanı dışlanır. Ortak fikir belirti ve bulguların zaman ve alan açısından yayılımını esas alır. Hastalığın başlangıç aşamalarında tanı ölçütlerini karşılamayan hastalar kafa karıştırıcı olmuştur. Bazı durumlarda klinik belirtileri olan bir atak olur ama eMaR görüntülemede yaygın plaklar tespit edilir. Bu durum doğrudan MS adını almasa da klinik izole hastalık tablosu olarak adlandırılır.

Genellikle sık yapılan bir yanlış, MR görüntülemede bazen rastlantısal tespit edilen parlak alanların gereğinden fazla MS’e eşdeğer kabul edilmesidir. Klinik belirtilerin de MS ile uyumlu olması gerekir. Bu görüntüler sık baş ağrısı yaşayanlarda (migrende), ileri yaşlarda, damar cidarını etkileyen bazı hastalıklarda (Sjögren sendromu, sarkoidoz, sistemik lupus eritromatozus, poliarteritis nodoza, Behçet hastalığı) sıklıkla izlenir.

MS tanısı konduktan sonra Kırmızı Bayrak ya da Işık durumu varsa tanıyı tekrar gözden geçirmek gerekir. Bu durumda MS dışında diğer hastalıklar da araştırılmalıdır: 1. ailede nörolojik hastalık varsa, 2. beyinde değil de sınırlı olarak omurilik alt kısımlarında plak görüntüsü varsa, 3. eşlik eden devamlı sırt ağrısı varsa, 4. sadece belli bölge ile ilişkili bulgular varsa, 5.hastalığın 60 yaş üzerinde ya da 15 yaş altında başlaması ve 6. ilerleyici hastalık olması. Bunlar varsa MS tanısı kabul edilmeden diğer hastalıklar da aranmalıdır.

Tedavisi;

MS’in temel olarak 3 tip tedavisi var; belirtilere yönelik tedavi, atak tedavisi ve atakları önleme tedavisi. Bağışıklık sistemini düzenleyen, baskılayan ve/veya atak sırasında uygulanan bu tedaviler MS hastalarına yardımcı oluyor.

Günümüzde MS tedavisinde çok sayıda ilaç seçeneği bulunuyor. Hastanın atakları ve hastalığın şiddetine göre hangi ilaca başlayacağına karar veriliyor. Ataklar erken dönemde kontrol altına alındığında, bu atakların yaratacağı hasar da engellenmiş oluyor. MS’i tamamen durduracak kesin tedavi henüz olmasa da, bazı türlerinde erken tanı ve tedaviyle atakların sıklığı ile şiddeti de belirgin olarak azalıyor.

Bunun sonucunda hastaların atak döneminde yaşadıkları görme bozukluğu, konuşma güçlüğü, denge sağlama ve idrar tutamama gibi nörolojik bulgulara bağlı sıkıntılardan az etkileniyor. Ayrıca hastaların atak nedeniyle sık aralarla yüksek doz kortizon almaktan kurtulmaları yaşam kaliteleri açısından oldukça önem taşıyor.

Ayrıca erken dönemde tedavi başlanan hastalarda başta zihinsel işlevler olmak üzere yürüme ve denge gibi merkezi sinir sistemi etkilenmesine bağlı olarak özürlülüğe neden olan bozuklukların da daha geç ya da daha az geliştiği görülüyor. Bugün hem MS hastalığının daha kötüye gitmesine engel olacak, hem de alevlenmeleri yatıştıracak birçok ilaç tedavide kullanılıyor. Bununla birlikte, fizik tedavi gibi farklı rehabilitasyon türleri de kişinin ev ve iş hayatında yardımcı olabiliyor.

MS, kronik bir hastalık olduğundan hem kaliteli uzun bir yaşam, hem de atakların önüne geçebilmek için egzersiz de önem taşıyor. Egzersiz, zayıf kasların neden olduğu problemleri önleyebiliyor, mesane ve bağırsak problemlerinin çözümüne de destek sağlıyor. Yaygın bilinen aksine hastalığın cinsel isteği etkileme ihtimali bulunuyor ve bu durumda ilaç ve terapi yoluna gidilebiliyor. Ancak olası cinsel sorunlara karşın MS hastalığı çocuk sahibi olabilme yeteneğini etkilemiyor.

Her kronik hastalıkta olduğu gibi MS’de de kişinin ve çevresinin doğru bilgilere sahip olması tedavinin etkinliği, kaliteli bir yaşam ve hastalıkla savaşacak gücü bulması için önem taşıyor. Türkiye’de MS konusunda çalışan dernekler ve farkındalık kampanyaları bulunuyor.

MS hastalığı hamileliğe engel değildir ve çocukta herhangi bir gelişim bozukluğuna neden olmaz. Hamilelik ve doğum süreci, MS hastası olmayan kadınlarla aynıdır. Hamileliğiniz planlarken doktorunuza MS hastası olduğunu söyleyerek hamileliğiniz esnasındaki tedavi sürecini doktorunuz ile beraber düzenleyebilirsiniz.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Miyelodisplastik sendrom (MDS) nedir? Detaylar

Nedeni bilinmeyen ve daha çok 40 yaş ve üzeri bireylerde ortaya çıkan Miyelodisplastik Sendrom (MDS), kemik iliğinde yapılan kan hücrelerinin olgunlaşamaması ve normal formlarından farklı bir gelişim göstermeleri ile karakterize durumdur. MDS’li hastalarda kan yapımında azalmanın sonucu anemi (kansızlık) görülür. 

İlk olarak 1950 yılında MDS ile ilişkili kemik iliğinde farklılıktan söz edilmiştir. Hastalık 1982 yılında Fransız-Amerikan ve İngiliz çalışma gurubu tarafından Miyelodisplastik Sendrom (MDS) olarak ifade edilmeye başlanmıştır.

Sebepleri;

MDS’nin sebebi tam olarak bilinmemektedir. Hastalığın ortaya çıkmasında kalıtımsal özellik sadece çocuklarda daha sık gözlenen Fanconi anemili hastalarda gözlenir. Hastaların büyük bir kısmında hastalık ile ilişkili bir neden saptanamaz. Boya sanayi ve ayakkabıcılıkta sık olarak kullanılan benzene maruz kalma ile hastalık arasında ilişki vardır. Ayrıca habis hastalıkların tedavisi için kullanılan ilaçlar veya  radyoterapiden  yıllar sonra MDS  ortaya çıkabilir.

Habis hastalıklarda kullanılan ilaçlara örnek olarak siklofosfamid, klorambusil, melfalan, ifosfamid ve etoposid gösterilebilir. Bununla beraber alkolizm, kurşun zehirlenmesi, tüberküloz ilaçlarının kullanımı seyri veya sonrasında MDS gelişebilir. Ancak ileri yaşın da önemli bir faktör olduğunu unutmamak gerekir. Hastaların yarısından fazlasında 5, 7, 8, 11, 12 ve 20. kromozomlarda kopma veya kırılma olduğu bilinmektedir. Bugünkü bilgilerimize göre MDS’nin bakteri, virüs ile oluştuğuna dair kanıt yoktur. Hastalığın bulaşıcı özelliği yoktur.

Belirtileri;

Belirtiler hangi kan hücrelerinin tutulduğuna göre değişir. Hastaların çoğunda sadece kırmızı kan hücreleri tutulur. Bu hastalar kansızlığın ana belirtisi olan halsizlik ile doktora başvururlar. Halsizlik uzun süreli yol yürümekle veya merdiven çıkmakla oluşur. Halsizliğe sıklıkla nefes darlığı ve çarpıntı eşlik eder. Bazı hastalarda ayağa kalkarken baş dönmesi ve göz kararması olabilir. Kol ve bacak ağrısı ya da uyuşması da görülebilir. Lökositler etkilenmişse sık enfeksiyonlara yakalanma; trombositler etkilenmişse kol veya bacaklarda kanamalar, kolay çürük oluşumu görülür.

Tanısı;

Hastanın muayenesinde deride, dudaklarda solukluk vardır. Bazı hastalarda boyun ve koltuk altlarında ya da kasıklarda lenf bezlerinde büyüme bulunabilir. Karaciğer veya dalakta büyüme saptanabilir. Kol veya bacaklarda küçük kanama odakları gözlenebilir. Ateşi olan hastalarda enfeksiyon bölgesi ile ilgili belirtiler bulunabilir. Bu belirtiler sonrası tam kan sayımı tahlili yapılır. Tanının kesinleşmesi için bir ileri tetkik, kemik iliği aspirasyonu ve biyopsisidir.

Tedavisi;

MDS tedavisinde yaş, MDS alt grubu, hastanın şikayetleri ve laboratuvar bulguları dikkate alınır. İnatçı anemi genellikle demir, folik asit veya B vitamini takviyesine yanıt vermez. Semptomatik hastalara eritrosit transfüzyonu gereklidir. Trombosit düşükse trombosit süspansiyonları ile yerine konmaya çalışılır. Eğer kanda eritropoietin hormonu beklenen oranda yüksek değilse, bu hormon cilt altından uygulanarak kök hücrenin kan üretmesi uyarılabilir. Özel bir kromozom anomalisi (5q-) saptanırsa, lenalidomid tedavisi başarılı olabilir. 65 yaş altındaki hastalarda kemik iliğinde blast artışı varsa, en kesin tedavi yöntemi kemik iliği naklidir.

Miyelodisplastik Sendrom başka hastalıklar karışabilir mi?

MDS başka hastalıklarla karışabilir. Bu hastalıkların başında B12 vitamini eksikliği gelmektedir. Bununla beraber bazen hem B12 hem de demir eksikliğinin birlikte olduğu durumlarda da ayırıcı tanı önemlidir. Folik asit eksikliği çok nadiren MDS ile karışır. Bu nedenle serum da demir, B12 vitamini, folik asit ve ferritin düzeyi bakılarak demir eksikliği ve B12 vitamini eksikliği tanıda dışlanmaya çalışılır.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

 

Paylaşın