Ankara: Tarihi Ayaş Evleri

Geleneksel Türk evlerinin tipik özelliklerini taşıyan evler; Ankara’nın Ayaş İlçesi yerleşim sınırları içerisinde yer almaktadır.

Vadi tabanındaki çarşı alanının çevresinde ve kuzeyde vadi yamaçlarında organik bir dokuda yoğunlaşan Ayaş Evleri mimari özellikleri acısından geleneksel Türk evlerinin tipik özelliklerini taşır.

Genellikle iki katlı ve yarı kargir, yarı ahşap olan evlerin zemin katında ahır, kiler ve büyük evlerde hizmetkar odası gibi mekanlar bulunur.

Asıl yaşama alanı olan üst katlarda sofa etrafına konumlanan iki veya üç odanın yanı sıra mutfak ve tuvalet-banyo gibi servis mekanları bulunur.

Bütün mekanların üstü tavanla örtülüdür. Dış yapıda balkon biçiminde çeşitli türde çıkmalar ve ahşap kafesli pencereler görülür.

 

 

Paylaşın

Mersin: Ayaş Ve Kızkalesi Su Sistemleri

Elaiussa-Sebaste (Ayaş) Ve Korykos (Kızkalesi) Su İletim Sistemleri; Mersin’in Erdemli İlçesi, Ayaş Beldesi, Merdivenlikuyu Mevkii’ndedir. Bu sutaşıma sisteminin içerisinde ana kayaya oyulmuş galeriler, ana kaya oyularak veya harçlı duvar tekniğinde yapılmış üstü açık kanallar ve su kemerleri bulunmaktadır.

Lamas Vadisi’nden başlayan ana kayaya oyulmuş galeri tipi kanallar topoğrafik eğim üzerinde, suyun debisini yükseltmeyecek şekilde ayarlanmışlardır. Akan suyun seviyesini sabit tutmak için, kanalın tüm yol boyunca değişmeyen bir eğim üzerinde bulunması gerekmektedir.

Yamaçta bulunan bu galerilerde vadi yamacının çok dik olması, arıza, bakım gibi durumlarda dışarıdan müdahaleyi olanaksızlaştırdığı için belirli aralıklarla pencere tipi gözler açılmıştır. Bu gözler aynı zamanda bu tünel kazıları sırasında ortaya çıkan atıkların dışarı boşaltılmasında kullanıldığı gibi, havasızlık ve nemden yosun tutmasını engellemek amacıyla da yapılmış olmalıdırlar.

Bu galeri tipi kanallardan sonra sistemin su kemerleri ile devam ettiği görülmektedir. Su kemerleri arasındaki bağlantılarda ise ana kayaya oyularak ya da harçlı duvar tekniğinde yapılan kanallar kullanılmıştır. Su kemerleri dere yatağının genişliğine ve yamaçların yüksekliğine göre tek katlı veya iki katlı olarak yapılmışlardır. Kemer açıklıkları da buna göre değişmektedir. İçleri de sıvalı olan kanalların yükseklikleri yaklaşık 1.10 cm., genişlikleri ise 1.70 cm. kadardır.

Yine kanalların üzerleri plaka taşlarla veya harçlı örtü ile kapatılmıştır. Helenistik Dönemde suyun temiz kalmasını sağlamak için yapılan su kanallarının üzerini örtmüşler ve mümkün olduğu kadar da yerin altından geçirmişlerdir. Bu sayede su temiz kalmıştır ancak meydana gelen bir arızanın giderilememesi bu sistemin dez avantajı olmuştur. Romalılar ise açık suyolunu tercih etmişler ancak bu sistemde de kirlilik sorunu ortaya çıkmıştır.

Suyolunun veya kanallarının düzenli olarak temizliği ve bakımının yapılmamasından oluşan kireç tabakası, zamanla biriken kumlar veya diğer atıklar suyun akış hızını ve miktarını azaltarak zarar vermesi nedeniyle, Roma Dönemi’nde bakım ekipleri ve bunları da denetleyen başka kontrol ekipleri oluşturulmuştur. Roma Dönemi’nde en çok kullanılan yöntemlerden birisi de yer altı tünelleridir.

Bir insanın rahatça geçebileceği yükseklikte olan tünellerin içinden yüzeye dikey bacalar açılmıştır. Tünel tamamlandığında açılmış olan hava bacaları, tünelin herhangi bir bölümünü denetlemeye ya da bakım için kolayca ulaşma imkanı sağlamaktadır. Suyun yer altından taşınmasının bir nedeni de suyolunun düşman saldırılarından korunması olmalıdır.

Çeşitli şekillerde kente kadar ulaştırılan ve havuzlara, çeşmelere aktarılan suyun şehre dağıtımı pişmiş toprak veya kurşun künk sistemleriyle yapılmıştır. Bu sistem diğer sistemlerle birlikte Olba ve Diokaesareia’da da kullanılmıştır ve İ.S. 2. yüzyılın sonlarına tarihlenmektedir. İlk kez Roma Dönemi’nde yapılan su kemerleri öncelikle Elaiussa Sebaste’ye kadar suyu götürüyordu. Çünkü bu dönemde Korykos, Elaiussa Sebaste’ye bağlı bir yerleşimdi.

4. yüzyıldan sonra Seleukeia’nın Isauria Eyaleti’nin merkezi olması, bu kente yakın olan Korykos’u da etkilemiş ve limanı sayesinde önem kazanmasını sağlamıştır. Elaiussa Sebaste ise bu tarihten sonra limanının kumullar yüzünden kapanmasıyla önemini kaybetmiştir. Bu nedenle 5. ve 6.yüzyıllarda bu su kemerleri Korykos’a su taşımak için tamir edilmiştir.

Elaiussa Sebaste’ye su ileten sistemin muhtemelen Roma Dönemi’nde İ.S. 1. ve 2. yüzyıllarda inşa edildiği, çok kereler onarım gördüğü ve daha sonraları da Korykos’a su iletecek şekilde uzatıldığı tespit edilmiştir. Bu uzatma işleminin ise 5. ve 6. yüzyıllarda yapıldığı ikinci su kemerinin üstündeki yazıttan anlaşılmaktadır.

Burada Bizans komutanı Ilios’un adı geçmektedir ve onun döneminde tamir edildiği anlatılmaktadır. Günümüzde de Lamas Nehri’nden alınan sular, demir borularla zaman zaman aynı hattın paralelinde tarımsal üretim yapan çiftçiler tarafından kullanılmaktadır.

Mersin’in kısa tarihi

Klasik devirde Klikya olarak adlandırılmış olan Mersin; sırası ile Hititler, Frigler, Asurlular, Persler, Makedonyalılar, Romalılar ve Bizanslıların, XI. yüzyılda Selçukluların, XIV. yüzyılda Karamanoğulları ve Ramazanoğullarının XV. yüzyılda da Osmanlı İmparatorluğunun hâkimiyetine geçmiştir.

Yumuktepe ve Gözlükulede yapılan kazılarda Mersin’in tarihten önceki devirlerden beri önemli bir yerleşme merkezi olduğu anlaşılmaktadır. İl Merkezi Mersin’de bulunan Yumuktepe’de, 1937’de Liverpool Üniversitesi Arkeologlarınca başlatılan kazıda; en alt tabaka olarak “Neolitik Devri” tespit edilmiştir.

Kazı çalışmalarının devamı bu yörenin Neolitik dönemden sonra Maden Devri ve Tunç Devri arasına bir geçiş yaptığını göstermiştir. Yumuktepe’deki kalıntılar hemen hemen aynı şekilde Tarsus’taki Gözlükule’de de yer almaktadır.

Bir süre yörede Etilerin hüküm sürdüğü görülür. Eti Kralı Hattuşil yöreyi imar ve ıslah etmiştir. Daha sonra Asur kralı III. Salomossa’ın ele geçirdiği Mersin yöresi, M.Ö.528 tarihinde İran Hükümdarlığına geçer, M.Ö.527 de yöreyi ve Kıbrıs’ı Yunanlılar ele geçirirler.

M.Ö.334 senesinde yöre Büyük İskender’le Makedonyalıların eline geçer. M.Ö.261-246 da yöreyi Mısır Hükümdarı Batlenios Ogustos zapt eder. M.Ö.70’li yıllarda Romalıların eline geçen Mersin Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılmasından sonra Doğu Roma toprakları içerisinde kalır.

İslamiyet’in yayılmasından sonra Halife Osman zamanında Mersin ve civarı Arapların eline geçer. Daha sonra bölge 718 yılında halifeliğin Abbasilere geçmesiyle 853 yılında Sultan Mehdi, yöreyi Abbasi’lere katar. Daha sonra Selçukluların eline geçen yöre bu dönemde kısmi “Haçlı İstilası”na uğrar ve Selçukluların zayıflamasından sonra Karamanoğulları’na geçer.

Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıt zamanında yöre Osmanlı idaresi altına girer. I. Dünya Harbinde İtilaf Devletlerinin istilasına uğrayan Mersin, Milli Mücadele ile 3 Ocak 1922’de tekrar Türk hakimiyetine girmiştir. 1924 yılında Mersin Adıyla Vilayet olmuş, 1933 yılında da Mersin İçel ile birleştirilerek İçel adını almıştır. 28 Haziran 2002 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 4764 sayılı Kanunla da İl’in ismi yeniden Mersin olmuştur.

XII. yüzyılda Göksu ırmağının iki yanındaki bölgeye Türkler “İçel” demişlerdir. Dağlar arasından girilmesi ve görülmesi güç bir yer olduğu için Selçukluların bölgeyi böyle isimlendirdiği düşünülmektedir.

Mersin adının kökeni konusunda iki değişik görüş yaygın olarak kabul edilir. Bunlardan birincisi, civarda yetişen ve Akdeniz ikliminin tanıtıcı bir bitkisi olan Arapların da Hambales dedikleri Myrtus-Mersin ağacı nedeniyle bölgeye Mersin adı verildiğidir.

İkincisi ise Mersin adının bu bölgede yaşayan “Mersinoğulları veya Mersinoğlu” adındaki bir Türkmen ailesinden geldiğini kabul eden görüştür. Evliya Çelebi’de seyahatnamesinde bölgede yetmiş evli bir Türkmen ailesinin bulunduğunu ve bu ailenin adının da Mersinoğlu olduğunu belirtmiştir.

Bir başka görüşe göre ise, Mersin adı bir bitkiden değil, yörede yaşayan Mersinoğlu adındaki aşiretten kaynaklanmaktadır. Mersin adına Anadolu’nun çeşitli yörelerinde rastlamak mümkündür. Örneğin; İzmir, Ordu ve Trabzon’da Mersin, Mersinlik adında köyler bunlardan birkaçıdır.

Paylaşın