ABD Büyükelçisi’nden Dikkat Çeken Türkiye Ve Yunanistan Açıklaması

ABD’nin Ankara Büyükelçisi Jeffry Flake, “NATO müttefiklerimiz Türkiye ve Yunanistan ile güvenlik alanında işbirliğimiz, ortaklardan biri lehine taraf tutmaya ya da denge bozmaya yönelik bir tutuma dayanmamaktadır” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Şu anda ortak çabalarımız, Rusya’nın Ukrayna’daki acımasız ve nedensiz savaşını sonlandırmaya odaklanmaktadır.”

Flake, açıklamasının devamında, “Yunanistan ile savunma alanındaki işbirliğimiz, Ukrayna’yı ve Orta ve Doğu Avrupa’daki NATO müttefiklerimizi destekleyerek NATO’nun doğu kanadını güçlendirmektedir. NATO müttefiklerimiz Türkiye ve Yunanistan ile paylaştığımız başlıca hedef, bölgenin tamamında barışın, güvenliğin ve istikrarın sağlanmasıdır.” ifadelerini kullandı.

Türkiye ve Yunanistan arasında gerilim sürerken Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Ankara Büyükelçisi Jeffry Flake’den dikkat çeken açıklamalar geldi. Flake’in açıklaması şu şekilde:

“Son dönemde bana ABD’nin Ege’de güvenliğe ilişkin pozisyonunda bir değişiklik olup olmadığı sorusu yöneltiliyor. Bu soruya cevabım “Hayır”. NATO müttefiklerimiz Türkiye ve Yunanistan ile güvenlik alanında işbirliğimiz, ortaklardan biri lehine taraf tutmaya ya da denge bozmaya yönelik bir tutuma dayanmamaktadır. Şu anda ortak çabalarımız, Rusya’nın Ukrayna’daki acımasız ve nedensiz savaşını sonlandırmaya odaklanmaktadır.

“Türkiye, özellikle gıda güvenliğini ileri bir noktaya taşıyarak ve Ukrayna ile Rusya arasında diyaloğu gerçekleştirerek değerli bir destek sağlamayı sürdürmektedir. Yunanistan ile savunma alanındaki işbirliğimiz, Ukrayna’yı ve Orta ve Doğu Avrupa’daki NATO müttefiklerimizi destekleyerek NATO’nun doğu kanadını güçlendirmektedir. NATO müttefiklerimiz Türkiye ve Yunanistan ile paylaştığımız başlıca hedef, bölgenin tamamında barışın, güvenliğin ve istikrarın sağlanmasıdır.”

 

Paylaşın

Türkiye İle Suriye Arasındaki Süreç Nereye Evrilir?

Türkiye’nin diplomatik ilişkiler kesilmeden önceki son Şam Büyükelçisi olan Ömer Önhon, önümüzdeki dönemde normalleşme yolunda sürecin derinleşmesi için iki tarafın da karşılıklı olarak atması gereken adımlar olduğunu söyledi.

Önhon, Suriye ile normalleşme sürecinin nereye evrilebileceğiyle ilgili bundan sonra beklenenin görüşmelerin siyasi zemine taşınması olacağı görüşünde:

“Bu işler hep aşama aşama gider. İstihbarat başkanları muhtemelen daha ziyade güvenlik alanında neler yapılabileceği konusunu görüşüyorlardır. Bir de görüşmelerin siyasi zemine taşınmasını ele alıyorlardır. Siyasi zemin nedir? Siyasi zeminde, üst düzey devlet görevlilerinin; dışişleri bakan yardımcıları olabilir, dışişleri bakanlarının kendileri olabilir, bir araya gelip konuşması beklenir.

“Mesela Çavuşoğlu bundan bir sene kadar evvel ne dedi? Belgrad’da koridorda Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad’la tesadüfen karşılaştığını söyledi. Belki son Birleşmiş Milletler toplantılarında da birbirlerine tesadüf ederler olmaz mı? Eğer orası olmazsa, ondan sonraki ilk uluslararası ortamda, onun marjında belki bir araya gelebilirler. Bunlar belli olmaz. Bunlar, olayların, aralarında yapılan görüşmelerin hangi düzeye geldiği ile siyaseten ne kadar kabul edilebilir olduğuyla bağlantılı şeyler.”

Türkiye ile Suriye arasında, ilişkilerin normalleşmesine yönelik bir süreç yürütüldüğü iddiaları son yıllarda sık sık kamuoyunun gündeme geliyor. Geçtiğimiz hafta yaşanan gelişmeler ise ‘sürece’ dair tartışmaları derinleştirdi.

Reuters haber ajansı yayımladığı bir haberinde, Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı Hakan Fidan ve Suriyeli mevkidaşı Ali Memlük’ün son dönemde Şam’da görüşmeler yaptığını bildirdi.

Türkiye’de habere resmi kaynaklardan bir yalanlama gelmedi.

Hürriyet gazetesi ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Şanghay İşbirliği Örgütü’nün Semerkant zirvesinde yaptığı bir konuşmada, “Keşke Esed Özbekistan’a gelseydi, görüşürdüm” dediğini yazdı.

Bu gelişmeleri BBC Türkçe’ye yorumlayan, Türkiye’nin diplomatik ilişkiler kesilmeden önceki son Şam Büyükelçisi olan Ömer Önhon, sürecin belirli bir olgunluğa eriştiğinin görüldüğünü belirtiyor.

“Büyükelçinin Gözünden Suriye” adlı bir kitabı da bulunan Önhon, şimdi beklenenin görüşmelerin siyasi zemine taşınması olduğunu söylüyor.

Süreç ne durumda?

Önhon, Reuters’ın haberine yalanlama gelmemesi nedeniyle bu haberin doğru olarak kabul edilebileceği kanısında.

Buradan hareketle Önhon, ortadaki sürecin belli bir olgunluğa eriştiği yorumunu yapıyor:

“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ağustos ayında Soçi’den dönerken yaptığı açıklamalar ve arkasından da Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun açıklamaları, Suriye ile Türkiye arasında bir süreç başlatıldığını açıkça ortaya koyuyordu. Konu, kamuoyunun gündemine o şekilde getirildi. Cumhurbaşkanı o açıklamayı yaptığına göre görüşmeler daha o zamandan belli bir olgunluğa erişmişti. Sonra iktidar konuyu gündeme getirdikten sonra baktı ki çok tepki de olmadı.

“Süreç belli bir olgunluğa erişmiş olmalı ki istihbarat başkanları düzeyinde,  üstelik de Şam’da görüşüldüğü açıklandı. Bir de bizim istihbarat başkanımızın Türkiye’deki konumunu göz önünde bulundurduğunuz zaman bunun önemini gayet iyi anlamak mümkün.”

Önhon, “Ortada ciddi bir süreç var ama kolay bir süreç mi? Öyle olmasına imkan yok çünkü ortada o kadar ciddi sorunlar var ki. Bunlar kolay kolay çözülebilecek meseleler değil. Dolayısıyla gayet engebeli bir yolda ilerliyor ama süreç devam ediyor” diyor.

Normalleşmenin önündeki engeller neler?

Peki Önhon’a göre normalleşmenin önündeki en büyük engeller neler?

Önhon, ortada çok sorun olduğunu belirtmekle birlikte bunların en önemlilerini dört başlıkta topluyor:

“Birincisi, Türkiye’nin muhalefete verdiği destek. Muhalif örgütlerin siyasi olarak faaliyet gösterdikleri yer, Türkiye. Bunlar ne olacak?

“İkincisi, güvenliğimiz nedeniyle Suriye toprakları içerisinde askerlerimiz bulunuyor. Yabancı bir ülkenin topraklarında konuşlu bu askerlerimiz ne olacak? Suriye’nin bu konuda tabii ciddi itirazları var.

“Üçüncüsü YPG meselesi var. Bunlar önümüzdeki dönemde ne olacak?

“Türkiye’deki sığınmacıların geri dönmesi gündemin başlıca maddelerinden biri. İç siyasetteki temel gündem maddelerinden biri. Ama geri dönüşler o kadar kolay bir iş değil. Bu insanlar on bir yıldır memleketlerinden uzakta. Bunlar ne olacak?”

Konuların zorluğuna rağmen bir yerden başlanması gerektiğini belirten Önhon, o başlangıcın yapıldığı kanısında.

“Suriye ile normalleşme diğer süreçlerden farklı”

Ankara’nın, son dönemde, arasında sorun bulunan bazı ülkelerle ilişkileri normalleştirmeye çalıştığı görülüyor.

“Birçok ülkeyle ilişkiler bozuldu, bugün iktidar, bunun sürdürülebilir bir yol olmadığını idrak etmiş olmalı ki aramızın bozuk olduğu ülkelerde ara düzeltme hamlelerini başlattı. Önce Mısır, İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ile hamleler başlatıldı” diyen Önkol, Suriye ile ilişkilerin düzeltilmesinin ise çok daha özel yanları olacağı kanısında:

“Suriye ile ilişkilerin Türkiye’yi doğrudan etkileyen iki boyutu var. Bunlardan bir tanesi güvenlik meselesi. Yani YPG, PKK vs. İkincisi de sığınmacılar meselesi. Bizim ne Mısır’la, ne İsrail’le, ne Birleşik Arap Emirlikleri ile böyle meselelerimiz var. Suriye’yle olan bu güvenlik ve sığınmacılar meseleleri, insanların oy verme yönelimleri üzerinde etkili olabilecek konular. Dolayısıyla bu kadar kritik bir seçim öncesinde güvenlik ve sığınmacılar konusunda bir şey yapabilmek veya bir şey yapabilecek gibi görünmek hükümet açısından çok önemli.”

Atılması gereken adımlar neler?

Önhon, önümüzdeki dönemde normalleşme yolunda sürecin derinleşmesi için iki tarafın da karşılıklı olarak atması gereken adımlar olduğunu söylüyor.

Eski büyükelçi bazı örnekler veriyor:

“İki tarafın atması gereken adımlar birbirine bağlı. Mesela Suriyeliler “Türk askeri topraklarımızdan çekilmeli” diyorlar. Zaten bizim taraf bunu açık açık söyledi, bizim orada kalıcı olma gibi bir niyetimiz yok. Bizim askerlerimiz şu anda oradaki güvenlik boşluğundan doğan tehditlere karşı Suriye’de bulunuyorlar. Bu güvenlik boşluğu doldurulduğu ve tehditler ortadan kalktığı zaman çekileceğiz diyorlar. Türkiye oradan tabii ki çekilecektir ama eğer bizim boşalttığımız yerler yine ya YPG ya IŞİD tarafından doldurulup bizim topraklarımıza tehdit teşkil edecekse böyle bir adımı atmak için erken demek değil midir?

“Öbür taraftan sığınmacılar konusu… Biz sığınmacıların artık ülkelerine geri dönmeleri gerektiğini düşünüyoruz. Savaş sona erdi, kalıcı barış ve istikrar da sağlanması için çabalanıyor ama geri dönmeleri için oradaki şartların uygun olması lazım. Burada da tabii Türkiye’nin beklentisi Esad’ın o şartları oluşturması ve dönecek olan sığınmacıların böyle bir tehdit, bir tehlike görmeden oraya gidebilmeleri. Yoksa tehlike görürlerse zaten gitmezler. Bir de gidip de tehlike görürlerse hemen geri dönerler.”

Süreç nereye evrilir?

Önhon, sürecin nereye evrilebileceğiyle ilgili bundan sonra beklenenin görüşmelerin siyasi zemine taşınması olacağı görüşünde:

“Bu işler hep aşama aşama gider. İstihbarat başkanları muhtemelen daha ziyade güvenlik alanında neler yapılabileceği konusunu görüşüyorlardır. Bir de görüşmelerin siyasi zemine taşınmasını ele alıyorlardır. Siyasi zemin nedir? Siyasi zeminde, üst düzey devlet görevlilerinin; dışişleri bakan yardımcıları olabilir, dışişleri bakanlarının kendileri olabilir, bir araya gelip konuşması beklenir.

“Mesela Çavuşoğlu bundan bir sene kadar evvel ne dedi? Belgrad’da koridorda Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad’la tesadüfen karşılaştığını söyledi. Belki son Birleşmiş Milletler toplantılarında da birbirlerine tesadüf ederler olmaz mı? Eğer orası olmazsa, ondan sonraki ilk uluslararası ortamda, onun marjında belki bir araya gelebilirler. Bunlar belli olmaz. Bunlar, olayların, aralarında yapılan görüşmelerin hangi düzeye geldiği ile siyaseten ne kadar kabul edilebilir olduğuyla bağlantılı şeyler.”

Paylaşın

Şam, Türkiye’den Somut Adım Bekliyor: Suriye’nin Talepleri Neler?

Ankara ile Şam arasındaki normalleşme süreci iddiaları derinleşirken, Suriye’nin eski Ankara Büyükelçisi Nidal Kabalan’dan dikkat çeken açıklamalar geldi. Kobalan, Şam’ın Türkiye’den somut bir adım beklediğini söyledi.

Şam’dan telefon yoluyla BBC Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Suriye’nin eski Ankara Büyükelçisi Nidal Kabalan, Türkiye ile Suriye arasında yürütüldüğü öne sürülen, ilişkilerin normalleşmesi sürecinde sınırlı da olsa bir ilerleme olduğunu, gelinen noktada Şam’ın Türkiye’den somut bir adım beklediğini söyledi.

Kabalan, Suriye yönetiminin genel olarak normalleşmeden yana olduğunu, ancak bu konuda resmi bir açıklama yapılmamasının bu beklentiyle ilgili olduğunu belirtti.

Kabalan, Suriye’nin Türkiye’den birçok talebi bulunduğunu ancak ilk aşamada Türkiye’deki Suriyeli muhalif TV kanallarının yayınlarının durdurulmasının önemli bir iyi niyet göstergesi olarak görüleceğini savundu.

Görüşmeler ne aşamada?

Reuters haber ajansı geçtiğimiz günlerde yayımladığı haberinde, Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı Hakan Fidan ve Suriyeli mevkidaşı Ali Memlük’ün son dönemde Şam’da görüşmeler yaptığını bildirdi.

Türkiye’de habere resmi kaynaklardan bir yalanlama gelmedi.

Hürriyet gazetesi ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Şangay İşbirliği Örgütü’nün Semerkant zirvesinde yaptığı bir konuşmada, “Keşke Esed Özbekistan’a gelseydi, görüşürdüm” dediğini yazdı.

Bu iki haber Türkiye kamuoyunda, Ankara ile Şam arasındaki normalleşme süreci iddialarına dair tartışmaları derinleştirdi.

Kabalan, bu gelişmelerin Suriye’de de hem kamuoyunda hem de hükümet çevrelerinde dikkatle takip edildiğini belirtiyor.

Açıklama ve gelişmeleri değerlendiren Kabalan, iki ülke arasındaki normalleşme konusunda “Sınırlı bir ilerleme olduğunu görüyorum” diyor.

Kabalan, Şam’ın konuyla ilgili henüz resmi bir açıklama yapmadığını çünkü Türkiye’den somut bir adım beklediğini belirtiyor ve “Hepimiz olayların nasıl gelişeceğini, Erdoğan ve diğer Türk yetkililer tarafından Suriye ile ilişkilerin yeniden başlaması konusunda yapılan açıklamaların somutlaşıp somutlaşmayacağını bekliyoruz” diye konuşuyor.

Eski büyükelçi, “Türkiye ile ilişkilerin normalleşmesi kesinlikle Suriye halkının ve Suriye devletinin çıkarınadır” diye ekliyor.

‘Şartlar daha uygun’

Kabalan, günümüzde bölgedeki ve dünyadaki siyasi konjonktürün iki ülkenin normalleşmesi için daha uygun olduğu görüşünde.

“Dünya değişti” diyen Kabalan, hem Ukrayna savaşı hem de Orta Doğu’ya değiniyor:

“Belki de yeni bir dünya düzenini gözlemliyoruz. Ukrayna’daki savaş birçok ülke üzerinde etkide bulundu. Bölgenin çeşitli parçalarında yaşanan gerilimler ise daha önce çok daha sert bir tutum alan ülkeleri, yeni açılımlara ikna etti.

“Dolayısıyla koşullar bugün Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilerin yeniden geliştirilmesi için daha uygun.

“Ancak Türkiye, Suriye’deki gerginliğin artışının bir parçasıydı. Dolayısıyla bu gerginliği azaltmaya başlayacak olan da Türkiye.”

Suriye’nin ilk aşamadaki talepleri neler?

Peki Kabalan’a göre Suriye’nin Türkiye’den beklentileri neler?

Şu talepleri aktarıyor Kabalan:

  • “İdlib Eyaleti’nin kontrolünün tamamen Suriye yönetimine geçmesi,
  • Halep-Lazkiye arasındaki M4 karayolunun kontrolünün yine yönetime verilmesi,
  • Suriyeli kurumlar ve kişilere yönelik yaptırımların kaldırılmasının sağlanması,
  • hem Türkiye hem de bölge ülkelerinin terörist olarak tanımladığı gruplara askeri, mali ve istihbarat desteğinin kesilmesi.”

“Bunlar Suriye’de olumlu karşılanacak ve Şam bu adımlara kesinlikle karşılık verecektir.”

Türk ordusunun Suriye’nin kuzeyindeki varlığına da karşı çıkan Kabalan, Türk tarafının bu bölgedeki, ‘terör örgütleri’ listesinde bulunan YPG gibi grupların milli güvenliğini tehdit etmesi nedeniyle Suriye’de faaliyet gösterdiği yolundaki argümanları hakkında ise şunları söylüyor:

“Suriye açısından bu bir ulusal güvenlik meselesidir. İster Kürt ister Arap ister Türkmen vs. olsun, tüm illegal grupların silahlı varlığına karşıyız. Terörizmin de net bir tanımına ihtiyacımız var.

“Erdoğan, Putin ve Reisi’nin Tahran’da katıldığı son zirvede Suriye’nin toprak bütünlüğü vurgusu yapıldı. Bu çok önemli ve buna ulaşmak için kapsamlı bir plana ihtiyaç var.

“Sınır güvenliği konusunun iki ülke açısından önemli bir geçmişi var. Ankara’da büyükelçilik görevini yürütürken Türk ve Suriyeli istihbarat görevlileri arasında sistemli bir şekilde üst düzey toplantılar olurdu.

“Suriye ile Türkiye arasında, Suriye’nin kuzeyinde terörist Kürt gruplarının kontrolü konusunda ciddi bir iş birliği vardı. Öncesinde de Adana anlaşması imzalanmıştı.”

‘Türkiye’nin TV kanallarını durdurması Şam’da karşılık bulur’

Kabalan, Suriye’nin Türkiye’den çeşitli talepleri olmakla birlikte bu ana taleplere kıyasla daha küçük bir somut adımın, Şam’da bir iyi niyet işareti olarak karşılanacağı ve buna olumlu yanıt verileceği kanısında.

Kabalan, bunun örneğin Türkiye’deki muhalif Suriyeli TV kanallarının yayınlarının durdurulması olabileceğini savunuyor:

“Kişisel görüşüme göre Türkiye’nin, bu ülkede yayın yapan Suriyeli muhalif TV kanallarının çalışmasını durdurması küçük ve hayli uygulanabilir bir adım olur.

“Erdoğan, Mısır ile normalleşme sürecini başlattığında ülkedeki Müslüman Kardeşler’in TV kanallarının Mısır hükümeti ve liderini eleştirmelerini durdurmuştu. Küçük ve uygulanabilir bir adım gerilimin düşmesini sağlayabilir ve bu adım Şam’da kesinlikle çok iyi karşılanacaktır.”

Göçmenlerin geri dönüşü konusuna yaklaşım nasıl?

Kabalan, önümüzdeki dönemde iki ülke arasındaki önemli gündem maddelerinden birinin Suriyeli göçmenlerin ülkelerini dönüşü olacağını belirtiyor.

Eski büyükelçiye göre Suriyelileri ağırlayan bölge ülkelerinden geri dönüşlerde Suriye ile hem bölge ülkeleri hem de uluslararası kurumların bir iş birliği yürütmesi gerektiği kanısında.

Suriyeli göçmenlerin farklı ülkelerde siyasi amaçlar için kullanıldığını öne süren Kabalan, “Türkiye’deki mültecilerin önemli bir bölümü dönmek istiyor” yorumunu yapıyor.

Ancak hem Birlemiş Milletler’e bağlı ajanslar hem de çeşitli uluslararası insan hakları örgütleri ise Suriye’deki şartların dönüş için olgunlaşmadığını savunuyor.

Kabalan, dönenlerin, ülkelerinde çeşitli insan hakları ihlalleriyle karşılaştıkları yönündeki açıklamalara karşı çıkıyor:

“Suriyeli mültecilerin geri dönüşü konusunun yakın bir gelecekte halledilebileceğini düşünüyorum. Mültecilerin büyük bir bölümünün güvenli bir şekilde ülkelerine dönebileceğine inanıyorum. Bir tanesi yeni olmak üzere birçok af çıkartıldı. Suriye yönetiminin dönenleri tutuklandığı propagandası yapılıyor. Yüzbinlerce insanın döndüğünü ve silah taşımış kişilerin dahi normal yurttaşlar olmayı kabul ederek döndüğünü biliyorum.”

Kabalan, “militan, tutucu gruplar” olarak tarif ettiği gruplarla ise diyaloğun mümkün olmadığı söylüyor.

‘Normalleşme iki ülkenin de çıkarına’

Sınır güvenliğine sık sık vurgu yapan Kabalan, 12 yıllık sürecin iki ülkeye de ekonomik ve politik olarak zararlar verdiğini belirtiyor.

Eski büyükelçi normalleşmenin iki ülkenin de ulusal çıkarlarının gereği olduğunu savunuyor.

Kabalan, ilişkilerin gerçek anlamda normalleşmesi ve büyükelçiliklerin açılması aşamasına geçilmesi için ise zamana ihtiyaç olduğunu söylüyor.

Paylaşın

Ankara – Atina Gerilimi Seçim Malzemesi Mi?

Türkiye ile Yunanistan arasında Ege Denizi’ndeki adalar üzerinden yaşanan gerilim Ankara ile Atina’yı zaman zaman tehlikeli bir şekilde karşı karşıya getiriyor. Uzmanlar ise, yeniden tırmanan gerilimi her iki ülkede yapılacak seçimler nedeniyle iç kamuoyuna yönelik mesajlar olarak yorumluyor.

Türkiye ve Yunanistan’ın karşılıklı birbirini suçlayan açıklamaları Avrupa Birliği (AB) ve ABD’nin de gündemini meşgul ediyor. Batıdan gelen açıklamalarda Ankara ve Atina’ya tansiyonu düşürme çağrıları yapılırken, Yunanistan’ın egemenliğine saygı duyulması isteniyor.

Son olarak Yunanistan Başbakanı Nikos Dendias, parlamentoda yaptığı konuşmada, Türkiye’de halkın büyük çoğunluğunun hükümetin Yunanistan karşıtı söylemlerine destek vermediği görüşünü dile getirdi.

Türkiye’nin tavrının ‘2019 sonbaharında Libya’yla deniz yetki alanları anlaşmasının imzalanmasıyla saldırganlaştığını’ düşünen Dendias, Ankara’nın ‘müzakere alanı bırakmayan tercihlerde bulunduğu’ görüşünde.

İstanbul Üniversitesi’nden Doç. Dr. Pınar Erkem’e göre, Türkiye-Yunanistan ilişkilerindeki gerginliğin her iki ülkenin seçim dönemlerine denk gelmesi tehlikeli ve iki ülke arasında çıkacak bir kriz, liderlerin oylarını artırmak için daha uygun olacak milliyetçi duygulanım ortamı yaratabilir.

Erdoğan ve Miçotakis’in restleşme şeklinde ilerlemeye devam ettiğini belirten Erkem şu değerlendirmeyi yapıyor:

“Son dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Yunanistan Başbakanı Miçotakis’in açıklamalarına baktığımızda ikisinin de restleşme şeklinde ilerlediğini görüyoruz. Barışçıl ve dostane söylem ne yazık ki yerini tamamen tehdit ve suçlamalara bırakmış durumda. İki ülkenin de seçim dönemine yaklaştığı ve mevcut liderlerin yeniden seçilmesinin garanti olmadığı bir durumda, iki ülke arasında çıkacak bir kriz, oylarını artırmak için daha uygun olacak bir milliyetçi duygulanım ortamı yaratabilir. 2023 yılının her iki ülke için de seçim dönemi olması, iki liderin söylemlerini şekillendirme tarzlarından da görüleceği üzere, Türkiye ve Yunanistan arasındaki son dönem ilişkileri belirleyici bir etmen olarak göze çarpıyor. Bu nedenle, önümüzdeki aylarda Türkiye-Yunanistan ilişkileri dikkatle takip edilmesi gereken bir alan olacak. Kardak Krizine benzer bir olay veya spekülatif bir saldırı durumu yaşanır mı, bunları izleyip göreceğiz.”

Erkem bununla birlikte Yunanistan’ın silahlanma konusundaki atılımı, ABD’nin desteğini alması, Türkiye aleyhindeki söylemleriyle Türkiye üzerine fazlasıyla oynadığını dile getiriyor.

ABD halihazırda Yunan F-16 savaş uçaklarını modernize ediyor ve ilk teslimatı geçen hafta yaptı. Fransa ile de bir savunma anlaşması imzalayan Atina’nın, Rafale savaş uçakları ile Fransız yapımı yeni fırkateynleri önümüzdeki dönemlerde savunmasına katması bekleniyor.

ABD’nin Yunanistan’ın silahlanmasına destek verdiğini belirten Erkem, “Öte yandan Türkiye’nin benzer taleplerini reddetmesi, iki ülke arasındaki güven ilişkisi ve dengeye zarar verici nitelikte.” diyor.

“Ülkelerden biri kendini güvensiz hissettikçe, çatışma riski artar.” diyen Erkem, “Diğer yandan, silahlanmaya ve uluslararası desteğe güvenerek söylemini sertleştiren Miçotakis de güvensizlik ortamının artmasına yol açarak çatışma riskini de artırıyor. Önümüzdeki yaza kadar tedirgin bir bekleyiş olacak, bir çatışma gerçekleşmez demek giderek daha zor hale geldi.” görüşlerini dile getirdi.

Askeri bir operasyon olur mu sorusunu ise Doç. Dr. Pınar Erkem, ‘’İki NATO üyesi ülke arasında bir çatışma çıkması ikisi için de olumlu bir durum olmayacaktır’’ şeklinde yanıtlıyor.

Euronews Türkçe’den Dilek Gül‘e açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu üyesi Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşın, gerginliği tırmandıran tarafın Yunanistan olduğunu söylüyor. Bu yaklaşımı da ‘askeri ve siyasi intihar’ olarak niteliyor.

Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşın, Yunanistan’ın ‘Türkiye’nin ABD ile F-16 uçakları için yapacağı anlaşmanın önüne geçmek istediğini, Türkiye’nin ABD ve AB ile dış ticaretini önleme çabasında olduğunu ve Türkiye’yi NATO ile AB’den uzaklaştırmak gibi gayretleri olduğu’ değerlendirmesinde bulunuyor.

Türk-Yunan ilişkilerinin tarihi bir kırılmanın eşiğinde olduğunu düşünen Prof. Dr. Caşın, “Yunanistan tepeden tırnağa silah ile donatıldı? Bu silahları Yunanistan gibi bir ülkenin kendi parası ile alması mümkün değil. İki anlaşma var, bunlardan ilki; Amerika-Yunanistan savunma ve ortaklık anlaşması, diğeri de Fransa ile ortaklık anlaşması. Yunanistan bir şekilde iç ve siyasi şekilde zorlamaya çalışıyor. Saldırgan bir devlet durumuna düşürmek istiyor.” diyor.

Yunanistan saldırgan tutumlar sergilediğini belirten Prof. Dr. Caşın şu değerlendirmeyi yapıyor:

“Bir hafta içinde dört tacizi var Yunanistan’ın ve daha başka saldırgan tutumlar. Bu kabul edilemez. Ne çıkıyor o zaman ortaya, Yunanistan hassas dengeyi tek taraflı bozmak istiyor. Türkiye’yi suçlu durumuna düşürmek istiyor, derdi bu. Fakat şu net olarak bilinmeli, Yunanistan’ın iddia ettiği gibi Türkiye’nin milli savunmasında stratejisinde Yunanistan’ı işgal etmek yok, Türkiye’nin böyle bir niyeti de yok. Niyetimiz olsa biz de ona göre silahlanırız. Türkiye gerginliği tırmandırmak istemiyor. Seçimlerle bir alakası yok alınan tavrın, gerginliği azaltmak istiyor. Ama Yunanistan’ın gerginliği tırmandıran açıklamalara karşılık verilmesin mi?”

“Akdeniz gazının Türkiye üzerinden taşınması Yunanistan için sorun ve bunun üstüne çökmek istiyor”

Türkiye’nin askeri operasyon gibi bir niyetinin olmadığını ve savaşın çok zor bir şey olduğunu dile getiren Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşın, ‘’Baktığımızda enerji sektöründe Avrupa’nın sıkıştı ve bu sebeple Türkiye’nin İsrail ile yakınlaşmasını sabote etmek istiyor’’ diyor.

Her türlü talebe rağmen askeri olarak Türkiye’nin karşısında güçlü olmayan bir Yunanistan olduğunu ifade eden Caşın, uzlaşının şart olduğu görüşünde.

Halihazırda iki NATO ülkesinin birbirine kırdırılması da ‘NATO’nun güney kanadının çökmesi’ anlamına geldiğini düşünüyor:

“Akdeniz gazının Türkiye üzerinden taşınması Yunanistan için sorun ve bunun üstüne çökmek istiyor. Gasp etmek istiyor. Bunu yapmak için de silahlanıyor. İddia ediyorum iki ülke baş başa otursa tüm sorunlar çözülür ama Yunanistan çözümsüzlüğü savunuyor. Ama çözüm iki devletin oturup konuşmasından geçer. Bir memorandum imzalamalılar ve NATO ittifakı içerisinde ittifaka yakışacak şekilde hareket edilmeli. Bu her iki devletin lehinedir.”

Paylaşın

Cumartesi Anneleri: 12 Eylül’de Kaybettiklerimiz İçin Adalet Sağlanmıyor

Cumartesi Anneleri/İnsanları, adalet arayışlarının 911. haftasında 12 Eylül 1980’de gözaltında kaybedilen ve katledilenleri andı. Haftanın açıklamasını, Hayrettin Eren’in kardeşi İkbal Eren okudu.

Eren, “12 Eylül Askeri Darbesi yüzleşilmemiş, hesaplaşılmamış, yaraları sarılmamış toplumsal travmalarımızdan biri olarak kalmaya devam etti” dedi ve ekledi:

“Kars’ta Cemil Kırbayır ve Mahmut Kaya, Bingöl’de Hüseyin Morsümbül, Ankara’da Nurettin Öztürk, Yalova’da Zeki Altunbaş, İstanbul’da Hayrettin Eren, Nurettin Yedigöl, Süleyman Cihan, Mustafa Hayrullahoğlu ve Maksut Tepeli 12 Eylül işkencehanelerinde kaybedildiler.

Süleyman Cihan’ın işkence ile öldürülen bedenine 3 ay sonra, Mustafa Hayrullahoğlu’nun işkence ile öldürülen bedenine 5 ay sonra ‘kimliği meçhul kişi’ olarak gömüldükleri kimsesizler mezarlığında ulaşıldı. Diğerlerinin mezarları ise hala gizleniyor.

“Veysel Güney’in mezarı gizleniyor”

“12 Eylül rejiminde Antep’te Veysel Güney, İzmir’de İlyas Has idam edildi. Onların bedenleri ailelerine teslim edilmedi, mezar yerleri açıklanmadı. İlyas Has’ın mezarına 28 yıl sonra ulaşılabildi. Veysel Güney’in mezarı ise hâlâ gizleniyor.

Tanıklara rağmen, belgelere rağmen, Adli Tıp raporlarına rağmen, TBMM raporuna rağmen tüm hukuki yollarını kullanmamıza rağmen 42 yıldır 12 Eylül işkencehanelerinde kaybedilen insanlarımız için adalet sağlanmıyor. 12 Eylül’ün gözaltında kayıpları inkâr eden ve kaybedenleri cezasız bırakan zihniyeti bugün de sürüyor.

“12 Eylül’ü yaşatanları affetmeyeceğiz”

12 Eylül Askeri Darbe’sinin 42.yılına girerken bir kez daha ’12 Eylül işkencehanelerinde kaybedilen insanlarımızı unutmadık! Onları kaybedenleri, kaybedenleri cezasızlıkla koruyanları, 12 Eylül zihniyetini yaşatanları affetmeyeceğiz! 12 Eylül’le yüzleşme ve hesaplaşma talebimizden vazgeçmeyeceğiz’ diyoruz.

12 Eylül rejimi anayasası, yasaları, kurumları ve zihniyetiyle bugün de devam eden eşitlik, özgürlük ve demokrasi karşıtı bir düzen yarattı. 12 Eylül’ü aşmak ancak bütün bir 12 Eylül anlayışıyla, anayasası, yasaları ve kurumlarıyla yüzleşmek, hesaplaşmakla mümkündür. Bu yüzden herkesi 12 Eylül’le yüzleşmek ve hesaplaşmak konusunda talepkâr olmaya çağırıyoruz.”

Paylaşın

“Şam-Ankara Diyaloguna Suriye’den Çok Türkiye Ve Rusya Muhtaç”

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Esad arasında görüşme söylentileri ve Dışişleri Bakanlığı seviyesindeki bazı temaslarla birlikte iktidar, Suriye politikalarının değiştiği sinyalini veriyor.

Peki, gerçekte değişen bir şey var mı? Zira Erdoğan’ın tüm bunlar çerçevesinde hala Suriye’ye saldırı politikası da devam ediyor. Hatta bu operasyon için Astana’dan Soçi’ye “yeşil ışık” aradı. En son Putin “Esad ile çözün” dedi ve Erdoğan da rotasını oraya çevirdi. Peki, rotasını Suriye’ye çeviren Türkiye’nin yakın bir gelecekte veya daha geniş bir tabloda “Kürtlere karşı” bir mutabakat sağlaması mümkün mü? Ya da Erdoğan’ın yeşil ışık yakılmayan temaslarından sonra yine de bir askeri harekata kalkışması olası mı?

İktidarın bu değişen ya da özünde değişmeyen politikalarını HDP Onursal Başkanı, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Onursal Üyesi Ertuğrul Kürkçü, ANF’ye değerlendirdi.

Aktarıyoruz.

Son zamanlarda Erdoğan’ın Suriye’ye yönelik bir ‘harekat’ için ‘yeşil ışık’ aradığı fakat istediğini bulamadığı bir süreç yaşandı. Ancak Erdoğan hala bu saldırıyı yapacağını söylüyor ve bir yandan Esad ile de ‘normalleşme’ sinyalleri veriyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Erdoğan, Suriye konusunda Astana ve Soçi’de hem İran hem de Rusya tarafından kuvvetle sıkıştırıldı. Erdoğan’a Suriye’ye yönelik bir askeri harekat izni verilmeyeceği açıkça ifade edildi ve bu konudaki görüşler de saklanmadı. Sadece Erdoğan’la da konuşmadılar, kamuoyuna da açıklama yaptılar. Diğer yandan Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Avrupa Birliği (AB) ve Birleşmiş Milletler (BM), yani dünyanın bütün büyük güçleri Erdoğan’ı böyle bir hamleden kaçınması için uyardı.

Kuvvet dengesi önceki birkaç yıla oranla değişmişti, Suriye’nin, özellikle Türkiye’den gelecek saldırılar karşısında daha kararlı bir duruş sergileme zorunluluğu ortadaydı. Bütün bunları dikkate almadan Türkiye’nin bir askeri harekat yapması halinde kaotik bir durum doğacağı, bütün kuvvetlerin devreye gireceği ve bir anda Ortadoğu’nun, sonucu öngörülemez bir biçimde karışması ihtimali de gündemdeydi. O yüzden bütün güçler Erdoğan’ı bu konuda caydırmaya çalıştı.

Ancak Erdoğan, hem Putin’in gösterdiği sınırlar dahilinde hareket edeceğine söz vermiş olmasına, hem BM Güvenlik Konseyi’nin Suriye’deki çatışmaları durduran kararına hem de Astana süreçlerinden dolayı hukuken de eli bağlanmış olmasına rağmen “13’üncü Büyükelçiler Konferansı”nda kendini tutamadı ya da tutmadı ve önceden istila edilmiş olan Minbic, El-Bab, Efrîn, Gîre Spî, Serêkaniyê cephelerinin arasında kalan bölgeleri da alıp “bu cepheleri birleştirerek güvenlik kuşağını oluşturacağız” dedi.

Ben açıkçası Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un önceki gün Suriye Dışişleri Bakanı ile Moskova’daki ortak basın toplantısında yaptığı konuşmasından yola çıkarak, Türkiye’nin kuvvetinin Erdoğan’ın dediğini yapmaya yetmediği ve o açıdan bu hamleyi yapamayacağı kanısındayım.

İkincisi; Erdoğan Kürt meselesinin büyüklüğü, tarihsel boyutları, toplumsal kapsamı vesaire dolayısıyla da sözünü ettiği askeri harekatla burada stratejik bir sonuç elde etmeyi değil, bu harekatı, sürüncemede bırakarak bir siyasi fırsata çevirmeyi düşünmüştü. Seçimler öncesinde “oyun kurucu lider”, dünyanın merkezinde duran kahraman, Ukrayna-Rusya arasındaki “barış güvercini” imajına, şimdi de “savaş ustası” imajını eklemeyi umuyordu. Ama askeri olarak anlamsız ve yararsız bir harekatın getireceği politik, diplomatik külfetler, kayıplar ve olası büyük kargaşalıklar dolayısıyla büyük güçler, Erdoğan Türkiye’sinin önünü kesti, o da kendisine tanınmış sınırlı hareket alanıyla yetinmek zorunda kaldı.

Bu tamamen Türkiye’nin önünün kesildiği ve Suriye sahasının onun için değiştiği anlamına mı geliyor?

Suriye’de stratejik kuvvet dengesinin değişimi Türkiye için mümkün bütün taktik hatların değişmesi anlamına gelmiyor. Türkiye bu taktik hatları hep takip etti. Bu uluslararası yayınlarda da yer aldı. Bu yılın başından beri, birçok yorumda Türkiye’nin Suriye’ye büyük ölçekli bir askeri güç yığamayacağı, ancak bu “güvenlik kuşağı” dediği bölgede, “temizlik” gerçekleştirebilmek için SİHA ve topçu saldırılarına başvuracağı iddia edildi.

Öte yandan Türkiye’nin bu taktik konumlanışına Rusya’nın ve ABD’nin bir itirazı yok. Konuyu izleyen bütün uzmanlar Amerika’nın da, Rusya’nın da Ankara’ya SİHA ve obüslerle sürdürülen bu saldırılar için yol verdiğini düşünüyor. Yani Ankara’nın kara harekatı talebinin önünü kesmek, tabir yerindeyse “gazını almak” için bir önlem olarak bu yolun açıldığını düşünüyorlar. Şahsen ben de bunun gerçekçi ve durumu açıklayan bir yorum olduğunu düşünüyorum.

Nitekim geçtiğimiz günlerde PYD (Demokratik Birlik Partisi) yönetiminden Ahmet Hoca da Şarkulavsat’a verdiği demeçte bunları söyledi. Gerçi Hoca, ABD’den ziyade daha çok Rusya’ya yönelik eleştiriler dile getirdi. Bunda da kısmen haklı sayılabilir. Çünkü Fırat’ın doğusunda da batısında da hava sahası Rusya’nın kontrolünde; buna rağmen savaş uçakları Fırat’ın doğusunda hava saldırıları yaptılar ve Rusya bunlara ses çıkarmadı. Gerçi Lavrov’un son çıkışının bununla da ilgili olduğunu düşünebiliriz; çünkü bu saldırıda Suriye birlikleri de kayıp verdi. Öte yandan bu çerçevede bütün tarafların gördüğü gerçeği bizim de anlamamız icap ediyor.

Nedir bu gerçek?

Kuvvet dengesi yeniden elverişli hale gelinceye kadar Erdoğan ne kadar sınırlı imkanlarla yetinmek zorunda olursa olsun, “esip gürleme”lerini yine de ciddiye almak gerekirdi. Tezkereler Meclis’ten geçirildi, sadece Erdoğan’ın emriyle, başka bir meclis kararı gerekmeksizin de Suriye’ye asker sevk etme yetkisi elindeydi. Diyelim ki uluslararası güçlerin uyarıları dolayısıyla TSK güçleri sınırları geçmediler ama yığınak yaptılar sınıra. Hatta devşirme cihat ordusu da ateşkes hatlarının gerisinde epey yığınak yaptı. Fakat sadece saldırı emri gelmedi.

Ama bu kimseyi ferahlatmamalı. SİHA akınları dolayısıyla hem Güney Kürdistan’da hem Batı Kürdistan’da sivil halka yönelik kapsamlı suikastlar ve katliamlar gerçekleşti. Erdoğan’ın bu heyheylenmesinin bedeli hem sivil kayıplara hem de Suriye’de meşru varlığını sürdüren SDG’nin de kayıplarına yol açtı. Şu ana kadar Türkiye, SİHA saldırılarında “büyük ödül” listesine koyduğu insanlardan hiçbirini “tesirsiz hale” getiremedi ama hayatına kastedilenler “asıl hedef” olsun ya da olmasın, katledilen hiçbir insan ne geri gelir ne yeri doldurulur. Bu yüzden Kürt halkına ve mücadele güçlerine verilmiş ciddi bir kayıp var ortada. Yani bu taktik harekatın askeri açıdan kısa vadeli bir karşılığı olmasa da uzun ve orta vadede yıpratıcı bir sürecin parçası olmaya devam ediyor.

Putin’in Erdoğan’a “Esad ile çözün” dediği biliniyor. Zira Erdoğan da rotasını Esad’a çevirdi. Peki, kısa vadede değil ama uzun bir süre zarfında Esad ve Erdoğan’ın Kürtlere karşı bir mutabakat sağlaması olası mı sizce?

Nesnel olarak bütün devletler Kürtlere karşı mutabakat içinde. Kendini “asli millet”, “hakim millet” olarak kabul eden hiçbir devlet bu anlamda sınırlı bir özerkliğe bile hoşgörü ile bakmıyor. İran, Irak, Suriye ve Türkiye birbirleriyle savaşsalar da Kürtlerle savaşlarını sürdürmekten asla vazgeçmiyor. Bu çerçevede ben de “en kötü” zamanda bile Türk ve Suriye istihbaratlarının temasta olduklarını düşünüyorum. Elbette elimde bir kanıt yok ama, öngörüde bulunmak zor değil. Bu manada Türkiye’nin bütün fırsatları değerlendirdiğini anlıyoruz ve zaten Erdoğan da “görüşüyoruz” diyerek bunu teyit etti. Fakat şimdi Suriye güçlendi, ayaklanmayı bastırdı. Türkiye’nin kışkırttığı ve silahlandırıp donattığı “isyancılar”ı İdlib’e sıkıştırdı. Dünya kamuoyunun dikkati ve vicdanı bunu kaldıracak olsun, İdlib’de çok büyük bir sivil nüfusu da ortadan kaldırmaya hazır halde Suriye ordusu.

O yüzden eli güçlenmiş olan Şam, “Türkiye, Suriye topraklarını terk etmeden liderler düzeyinde bir müzakere yapmayacağız” dedi. Fakat bu el altından müzakerelerin olmayacağı anlamına gelmez. Nitekim Lavrov’un son açıklamalarında buna da değiniliyordu. “Bırakın Suriye Kuzey ve Doğu’daki özerk yönetim alanlarında kendisini yeniden kursun. Bu, sorunu sizin için çözer. Niçin kendinizi yoruyorsunuz” demeye getiriyordu Lavrov. Dolayısıyla Türkiye bir şekilde Suriye toprağındaki iddialarından vazgeçmedikçe Esad-Erdoğan seviyesinde bir görüşme olacağını ben düşünmüyorum. Nitekim Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da “Şanghay İşbirliği zirvesinde görüşme olmayacak, zaten Esad oraya davetli değil” dedi. Yani kısa vadede böyle bir liderler arası mutabakat olmayacak.

Fakat Türkiye, Rusya’nın eline kalmış durumda. O açıdan baktığımızda özellikle seçim koşulları sıkıştırdıkça Rusya’nın ittirmesiyle Suriye’yi tanımaya, Suriye yönetimini pohpohlamaya, Suriye’yle ilişkileri iyileştirmeye yönelik kimi adımlara sürüklenmeye açık olacaktır. Ben böylesi temaslara Suriye’den çok Türkiye’nin ve Rusya’nın muhtaç olduğunu düşünüyorum. Çünkü Suriye artık sırtını sağlam yere dayamış durumda. Rusya’nın ise Batı’ya karşı, Türkiye’yi yanında göstermeye ihtiyacı var. O yüzden Türkiye’ye yardımcı olmaya mecbur. Türkiye açısından da başına almış olduğu büyük dert dolayısıyla Suriye’de Rusya’nın gösterdiği yoldan ilerlemek dışında önünde çok fazla seçeneği yok.

Paylaşın

Savcılık, Tutuklu Olan Tuğluk İçin ‘Yakalama Kararı’ İstedi

Demans hastası tutuklu siyasetçi Aysel Tuğluk ile ilgili Kobani davasında verilen tahliye kararına, Ankara Cumhuriyet Savcısı Cemalettin Şimşek’in yanı sıra müşteki sıfatıyla davaya dahil edilen Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı, Adalet Bakanlığı ve MİT Müsteşarlığı itiraz etti.

MA’nın haberine göre itirazlar Kobani davasının görüldüğü Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi’ne yapıldı.

Suçlama: Tweet destekleyen tweet’i paylaşmak

Savcılık, itiraz dilekçesinde Tuğluk’un Halkların Demokratik Partisi (HDP) Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyesi olmadığını belirtmesine rağmen, “suç sayılan tweeti destekleyen twetler paylaşmak suretiyle MYK üyelerinin eylemlerine iştirak ettiği, böylece meydana gelen olaylardan sorumlu olduğunu” ileri sürdü.

Tuğluk’un 2013 tarihinden bu yana “örgütü destekleyen beyan ve açıklamalarda bulunduğunu” iddia eden savcılık, her ne kadar “örgüt üyeliği” suçlamasıyla hükümlü bulunsa bile bu hükümlülüğünün Demokratik Toplum Kongresi’ne (DTK) üye olmasından kaynaklı olduğunu belirtti.

Tutuklu siyasetçiye “yakalama kararı” talebi

Savcılık ayrıca, somut olaylara dayalı kuvvetli suç şüphesinin bulunduğunu ileri sürdü, Tuğluk hakkında verilen tahliye kararına yönelik yapılan itirazın kabulünü ve yakalama kararının çıkarılmasını talep etti.

Oysa Kandıra 1 No’lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde tutulan Tuğluk zaten başka bir davadan hükümlü olduğu gerekçesiyle tahliye edilmemişti.

Yapılan itirazları değerlendiren Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi, itirazları yerinde görmediğinden ayrı ayrı reddine karar verdi. Mahkeme, itiraz konusunda bir karar verilmek üzere dosyayı Ankara 23. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi.

Ne olmuştu?

Aysel Tuğluk, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkan Yardımcısı görevindeyken, 29 Aralık 2016’da tutuklandı.

Hakkında hazırlanan iddianamede, DTK Eş Başkanlığı döneminde yaptığı açıklamalar ve faaliyetleri nedeniyle suçlandı.

16 Mart 2018’de kararını açıklayan Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesi, Aysel Tuğluk’a “örgüt yöneticisi olmak” iddiasıyla 10 yıl hapis cezası verdi. Yapılan itirazların ardından Yargıtay 16. Ceza Dairesi de Tuğluk hakkında verilen hapis cezasını onadı.

Ardından Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca 6-8 Ekim Kobani eylemlerine ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında da tutuklandı.

Halen Kandıra 1 No’lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde tutulan Tuğluk’a Seka Devlet Hastanesinde 15 Mart 2021’de demans tanısı konuldu.

Kobani davasının 1 Ağustos 2022 tarihli duruşmasında ifade vermeye zorlanan Tuğluk, heyetin ısrarlı sorularını, “Ne zaman olmuş, ne olmuş hiçbir şey bilmiyorum ki. Ne için yargılandığımı bilmiyorum” diye yanıtladı.

Tuğluk davanın 5 Ağustos’taki duruşmasında tahliye edildi ancak ilk yargılandığı davadan aldığı ceza gerekçe gösterilerek tahliye edilmedi.

Anayasa Mahkemesi (AYM) de Aysel Tuğluk hakkında tedbir kararı uygulanarak infazının ertelenmesi ve tahliye edilmesine yönelik başvuruda ret kararı vermişti.

Paylaşın

İstanbul Ve İzmir’de Halk Ekmek’e Zam

Maliyetlerin sürekli artmasını gerekçe göstererek 5 Ağustos’ta Halk Ekmek’e zam yaptığını duyuran Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin ardından benzer bir karar da İzmir ve İstanbul’dan geldi.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) şirketi olan Halk Ekmek bugün itibariyle zamlandı. 2 liradan satılan 259 gramlık ekmek 1 liralık zamla 3 lira oldu. 259 gramlık ekmekteki zam oranı yüzde 10. Zam haberini Halk Ekmek A.Ş’nin Yönetim Kurulu Başkanvekili Özgen Nama verdi.

Nama yaptığı açıklamada “Bugünden itibaren geçerli olmak üzere normal 259 gram ekmeği 3 TL’den satışa sunacağız. Yaklaşık 3 ya da 4 ay önce yapmamız gereken zammı yapmayarak yurttaşlarımızla dayanışmayı sürdürmek için zaman zaman maliyetin altında da ekmek ulaştırmaya çalışıyoruz. Fakat bizden sonraki nesillerin de bu fabrikaları, bu üretim tesislerini teknolojik yenilemelerini yaparak ve büyüterek sürdürebilmeleri için bazen fiyat artışı kaçınılmaz oluyor. Elbette zam üzüldüğümüz bir husus. Burada yurttaşlarımızın anlayışına sığınıyoruz. Ancak şu da bilinmelidir ki piyasada 210 gramlık ekmek 5 TL, bizde 250 gramlık ekmek daha yeni 3 TL olacak. Halkımıza sağlıklı ekmeği ucuza ulaştırma çabamız hep devam edecek.” dedi.

2019’da 75 kuruştu

İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nun göreve geldiği 23 Haziran 2019’da 259 gramlık Halk Ekmek’in fiyatı 75 kuruştu.

İlk olarak Eylül 2020’de yüzde 33,33 zamla 75 kuruş olan ekmeğin 1 liraya yükseltildi. Ardından Temmuz 2021’e tekrar yüzde 25 zam yapılarak 1,25 liraya çıkartıldı. Son zamsa Şubat 2022’de gelmişti. 259 gramlık ekmek yüzde 60 zamla 2 liraya yükseltilmişti. Yani seçimden bu yana zam oranı 168’i geçti.

Enflasyon muamması

Ancak sadece Temmuz 2021’den Temmuz 2022’ye kadar olan bir senelik dönemde Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) resmi enflasyonu yüzde 79,60. Bağımsız akademisyenlerden oluşan Enflasyon Araştırma Grubuna (ENAG) göre ise yıllık enflasyon yüzde 176,04.

İzmir’de de zam

İzmir Büyükşehir Belediyesi de Halk Ekmek fiyatına zam yaptı. Ekmeğin fiyatı 2,50 TL’den 3 TL’ye yükseldi.

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada “İzmirliye ucuz ve sağlıklı ekmek ulaştırmak için üretip, Halk Ekmek büfelerinde kar gözetmeden sattığımız ekmek fiyatında aşırı artan maliyetler nedeniyle düzenleme yapmak zorunda kaldık. 08 Ağustos 2022 Pazartesi gününden itibaren ekmeğimizin fiyatı 2,5 lira yerine 3 lira olacaktır.” dedi.

Paylaşın

‘Beyaz Kod’a Başvuran Sağlıkçı Sayısı 101 Bine Yükseldi

Konya Şehir Hastanesi’nde çalışan Kardiyoloji Uzmanı Dr. Ekrem Karakaya’yı bir hasta yakınının öldürülmesi üzerine (6 Temmuz 2022) Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Ankara Milletvekili Tekin Bingöl, sağlıkçılara yönelik şiddet verilerini derledi.

Bingöl çalışmasında, sağlık çalışanlarının “Beyaz Kod” çağrılarına ve Sağlık Bakanlığı İletişim Merkezi (SABİM) başvurularına yer verdi.

Her yıl artıyor

Bingöl’ün çalışmasına göre, şiddete maruz kaldığı gerekçesiyle “Beyaz Kod”a başvuran sağlıkçı sayısı her geçen yıl artıyor.

Beyaz Kod’a ilişkin ilk veriler, Sağlık Bakanlığı’nn 2017 Faaliyet Raporu’nda yer alıyor.

Rapora göre “Beyaz Kod” çağrıları:

  • 2017’de 7 bin 751,
  • 2018 raporlarında herhangi bir veri yok,
  • 2019’da 46 bin 274,
  • 2020’de 72 bin 158,
  • 2021’de ise 101 bin 984.

Sınırlı hukuki destek

Sağlık Bakanlığı 2021 Faaliyet Raporu’na göre: Sağlık Bakanlığı İletişim Merkezi’ne (SABİM), 2021 yılı içerisinde sağlık çalışanları hakkında tehdit ve şiddet ifadeleri içeren 27 bin 560 adet başvuru bırakıldı. Bakanlığın bu tehdit ve şiddet çağrılarına karşı hukuki girişimleri hakkında veri, raporlarda yer almadı.

Bakanlığın sağlıkçılara verdiği hukuki destek ise 2021 yılında yüzde 10’da kaldı.

Sağlık Bakanlığı 2019 ve 2020 Kurumsal Beklentiler Raporu’na göre, 2019’da Beyaz Kod sistemine yapılan sadece 7 bin 358 başvuru savcılığa intikal etti.

2020’de ise sadece 7 bin 530 başvuru hukuki yardım kapsamında değerlendirildi.

Bakanlığın 2016 yılında yayınladığı genelge ile taşeron çalıştırılanlar, stajyerler ve intörn hekimler de hukuki destek kapsamı dışında tutuldu.

“Veriler verilmiyor”

27 Mayıs 2022’de bianet’ten Ruken Tuncel’e konuşan TTB Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur Fincancı, Beyaz Kod çağrılarıyla ilgili şunları kaydetmişti:

“Sağlık Bakanlığı, Beyaz Kod ile ilgili tüm verileri vermiyor. 2020 verilerini alabilmiştik ve orada şiddetin en çok acil servislerde, polikliniklerde ve daha çok kamu hastanelerinde yaşandığını gördük. Demek ki, buralarda aksayan bir durum var.”

Beyaz Kod nedir, nasıl kullanılır?

Sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti önlemek için kullanılan acil durum yönetim aracı.

Sağlık çalışanları şiddet olaylarına maruz kaldıklarında yeterli müdahale ve dış güvenlik gücü desteği sağlanarak, gerekli güvenlik tedbirlerinin alınması ve gerçekleşen olayların analizinin yapılarak ilgili sağlık kurumuna özgü tedbirlerin alınması için çalışma yapılması amacıyla oluşturuldu.

Sağlık çalışanları şiddet olaylarının bildirmek için 24 saat hizmet veren “113” numaralı telefonu veya www.beyazkod.saglik.gov.tr adresindeki bildirim formunu kullanabilir.

Eğer şiddete maruz kalan kişiler beyaz kod bildirimini kendileri yapmadılar ise olayla ilgili tutanaklarına istinaden kurum yetkilisi tarafından www.beyazkod.saglik.gov.tr adresindeki bildirim formu doldurulur.

Eş zamanlı olarak olayın ilgili kurumun hukuk birimine ve adli mercilere intikal ettirilmesi sağlanır. İlgili birimlerden gelen değerlendirmeler sonucu şiddete maruz kalan çalışanlarını avukatlık hizmetleri birimiyle iletişime geçmesi sağlanır.

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

AK Parti’de ‘Mahmut Özer’ Krizi

AK Parti’nin Ankara Kızılcahamam kampında Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer ile milletvekilleri arasında “üslup” tartışmasının yaşandığı öğrenildi. AK Parti’nin “30. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı”, geçen hafta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da katılımıyla yapıldı.

Tüm AK Parti teşkilatının katıldığı toplantıda, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, Ticaret Bakanı Mehmet Muş ve Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer de sunum yaptı.

“Yozlaşma” eleştirisi

Cumhuriyet’ten Selda Güneysu’nun haberine göre, Özer’in sunumunun ardından söz alan AK Partili milletvekilleri, eğitim sistemiyle ilgili eleştirilerini iletti. Ancak bu eleştiriler sonrasında Özer’in yanıt verirken kullandığı üslup AK Partili vekilleri kızdırdı. Bazı milletvekilleri, “toplumda ahlak yozlaşmasının yaşandığı, bu yozlaşmanın çocuk ve gençler üzerinde olumsuz etkilere neden olduğunu” savunarak Özer’e, “Acaba müfredata ahlak ve adap ile ilgili ders mi konulsa” önerisini getirdi.

Ancak Özer’in bu soruya, “Müfredata cari açık dersi konulunca cari açık da kapanmıyor” şeklinde yanıt verdiği ve bu sözler üzerine bazı vekillerinin “salonu terk ettiği, bazılarının da söz alarak, Özer’in üslubuna tepki gösterdiği” kaydedildi. AK Partili vekillerin, “üslup tepkisi” ise AK Parti Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş’un da Bakan Özer’i “uyardığı” kaydedildi.

“Atanmış seçilmiş” gerginliği

AK Parti içinde “atanmışlar-seçilmişler” tartışması yaşandığı belirtildi. Bazı milletvekillerinin, “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile birlikte dışarıdan atanan bakanlarla milletvekilleri arasında yeterli iletişimin sağlanamaması” nedeniyle parti yönetimine de “tepki gösterdiği” ileri sürüldü.

Milletvekillerinin, parti yönetimine, “Seçim bölgelerimizde halka yoğun temas halindeyiz. Cumhurbaşkanımız da bölgemizde, halkla bir arada olmamız gerektiğini söylüyor. Sahada vatandaşlardan gelen pek çok talep ve şikâyetler oluyor. Bunları bakanlara iletmek ve çözüm yolu aramak isterken bazı bakanlıkların kapılarının bizlere kapalı olduğunu, görüşme taleplerimize çoğu kez cevap dahi verilmediğini görmek, bizleri üzüyor” şeklinde sitemde bulundukları ifade edildi.

Paylaşın