Anayasa Mahkemesi: Zorunlu Din Dersi İnanç Özgürlüğünün İhlalidir

Anayasa Mahkemesi (AYM), kızının zorunlu din dersinden muaf olmak için verdiği dilekçe reddedilen babanın yaptığı başvuruda, Anayasa’nın “din ve vicdan özgürlüğü” maddesinin ihlal edildiğine karar verdi.

Kısa Dalga’dan Kemal Göktaş’ın haberine göre; Anayasa Mahkemesi’nin “ebeveynlerin eğitim ve öğretimin kendi dinî ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama hakkının ihlal edildiğini” belirterek verdiği karar AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) kararlarına uyum gösterilmesi anlamına geliyor.

AYM’nin önümüzdeki günlerde açıklayacağı gerekçeli kararının, zorunlu din derslerinden muafiyet konusunda ebeveynlerin talebinin yeterli görülmesi ve dersin içeriği konusunda önemli hükümler içermesi bekleniyor.

Anayasa Mahkemesi’nin Hüseyin El ve kızı Nazlı Şirin El adına avukat Esra Başbakkal’ın başvurusu üzerine aldığı karar, 13 yıllık bir hukuk mücadelesi sonunda çıktı.

Hüseyin El, 2009 yılında Eskişehir Havacılar İlköğretim Okulu Müdürlüğü’ne başvurarak o tarihte 4. sınıf öğrencisi kızı Nazlı Şirin El’in din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinden muaf tutulmasını istedi. Okul müdürlüğü ise Millî Eğitim Bakanlığı İlköğretim Genel Müdürlüğü’nden alınan görüş doğrultusunda bu talebi reddetti.

“Sadece azınlıklar muaf olabilir”

Okul müdürlüğünün ret yazısına eklenen Genel Müdürlük yazısında ‘azınlık okulları dışında kalan ilk ve orta öğretim okullarımızda öğrenim gören T.C. uyruklu Hıristiyanlık ve Musevilik dinlerine mensup öğrencilerin, bu dinlerden birine mensup olduklarını belgelendirmeleri kaydıyla, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersine girmelerinin zorunlu olmadığı’ belirtildi. Yani Millî Eğitim Bakanlığı, Hıristiyan veya Musevi azınlığa mensup olmayanların zorunlu din dersinden muaf tutulamayacağı gerekçesiyle başvuruyu reddetti.

Kimliğinden “İslam” ibaresini çıkardı

Hüseyin El, bunun üzerine nüfus cüzdanındaki İslam ibaresini çıkardı ama bu da kızının zorunlu din dersinden muaf olmasını sağlamayınca Millî Eğitim Bakanlığı ve Eskişehir Valiliği’ne karşı dava açtı. Dava dilekçesinde din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin kendisinin dini veya felsefi inancına uygun olmadığı, herhangi bir din mensubu olduğuna bakılmaksızın din ve inanç özgürlüğünün uygulanması kapsamında çocuğunun bu dersten muaf tutulmasını istedi. Ayrıca, dersin müfredatının belirli bir din anlayışını esas aldığı, nesnel ve rasyonel bir öğretime yönelik olmadığı belirtildi.

Yerel mahkeme haklı buldu

Ankara 1. İdare Mahkemesi, dava sonunda Hüseyin El’i haklı bularak muaf tutulma talebinin reddedilmesine ilişkin kararın iptal edilmesine karar verdi. Mahkeme kararında, AİHM’in 2007 yılında verdiği Hasan ve Eylem Zengin kararına atıf yaptı ve din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin içeriğinin ‘çoğulculuk anlayışı içerisinde, nesnel ve rasyonel bir şekilde’ verilmediği belirtildi. Kararda, “din eğitiminin ancak kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcilerinin talebine bağlı olduğuna” vurgu yapılarak bu dersin zorunlu tutulmasının hukuka aykırı olduğu ifade edildi.

Danıştay kararı bozdu

Ancak bakanlık ve valiliğin temyiz başvurusu üzerine Danıştay 8. Dairesi, mahkemenin bu kararını “mevzuata aykırı olduğu” gerekçesiyle bozdu. Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin bu bozma kararına uyarak davanın reddine karar verdi. Mahkeme bu ret kararını 2005-2006 öğretim yılında yapılan değişlik nedeniyle, dersin çoğulcu nesnel ve rasyonel bir şekilde yapıldığına ilişkin bilirkişi raporuna dayandırdı. Bu kararın temyiz incelemesini yapan Danıştay 8. Dairesi de ret kararını onadı.

“Baskıya maruz kaldı”

Kararın kesinleşmesinin ardından avukat Esra Başbakkal, 2014 yılında Anayasa Mahkemesi’ne müvekkili Hüseyin El ve kızı Nazlı Şirin El adına bireysel başvuru yoluna gitti.

Başbakkal’ın bireysel başvuru dilekçesinde, dava süreci devam ederken Nazlı Şirin El’in sınıf kaybettiği, karnesinin kendisine verilmediği ve din dersine girmediği için okul yönetimi, öğretmenler ve öğrenciler tarafından manevi baskıya maruz kaldığı için okul değiştirmek zorunda kaldığı belirtildi.

Dilekçede, “din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin müfredat programının ve dersin genel niteliğinin müvekkilin düşünce yapısının dışında olduğu ve bu dersin zorunlu tutulmasının ve Hıristiyan ve Musevi olmak dışında başka bir seçenek sunulmamasının Anayasal ilkelere aykırı olduğu” savunuldu.

“AİHM kararına aykırı”

Dilekçede AİHM’in Alevi yurttaşların zorunlu din derslerinden muaf tutulmamasını insan hakları ihlali olarak gören Hasan-Eylem Zengin kararına atıfta bulunularak şöyle denildi:

“AİHM’in Hasan-Eylem Zengin kararında bu dersin gerçekten farklı dini kültürlerle ilgili bir ders olması halinde, yalnızca Müslüman çocuklar için zorunlu tutulmasına sebep olmadığı vurgulanmıştır. Kaldı ki, bugün itibariyle durum halen aynı olup, bu ders halen Müslüman çocuklar için zorunluluğunu korumaktadır. Başvurucu açısından çocuğu için zorunlu olan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin müfredatının Sözleşme’nin ve AİHS’nin belirlediği; eğitim sisteminde, din dersleriyle ilgili çoğulculuk, nesnellik ve eleştirellik koşullarının yerine getirilmemesi ve başvurucunun ebeveyn olarak inançlarına saygı gösterilmesini sağlayacak uygun bir yöntem sunulmaması Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırıdır.”

“Din ve vicdan hürriyetinin ihlali”

Anayasa Mahkemesi, 2014 yılında yapılan bu başvuruyu önceki gün (7 Nisan 2022) görüştü. AYM’nin açıklanan kısa kararında “Anayasa’nın 24. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan ebeveynlerin eğitim ve öğretimin kendi dinî ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama hakkının ihlal edildiğine” karar verildiği belirtildi.

AYM’nin ihlal edildiği sonucuna vardığı Anayasa’nın “din ve vicdan hürriyeti” başlıklı 24. maddesinin 4. fıkrası “Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanunî temsilcisinin talebine bağlıdır” hükmünü taşıyor.

AYM’nin önümüzdeki günlerde açıklanacak olan gerekçeli kararı, din derslerinden muafiyet ve bu derslerin müfredatı konusunda Millî Eğitim Bakanlığı’nı bağlayıcı hükümler içermesi bekleniyor.

Paylaşın

“Seçim Yasası Değişikliği Anayasa Mahkemesi’ne Götürülmeli”

AK Parti ve MHP’nin 2023 seçimlerinde uygulanması amacıyla hazırladığı Seçim ve Siyasi Partiler Yasası değişikliği, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu’nda yapılan kısmi değişikliklerle 31 Mart’ta kabul edildi.

Yasa değişikliğinin Genel Kurul’da 3 gün boyunca tartışıldığını hatırlatan Adil Seçim İçin Seçim Güvenliği Platformu, bu sürece ilişkin gözlemlerini paylaşarak şu hususlara dikkat çekti:

  • Teklifin Komisyon ve Meclis görüşmelerinde muhalefet sözcüleri önemli açıklamalar yaptılar. Ancak, bu açıklamaların kamuoyu ile paylaşılması ve seçmen tabanına ulaştırılması için çaba harcanmadı.
  • Muhtarlarla ilgili maddenin (madde 13) çıkartılması, seçmen kütük işlemlerinin bir yıl önceki kayıtlar üzerinden alınmak yerine üç ay öncesine çekilmesi Meclis’te bir şeylerin değişebildiğinin göstergesi idi. Bunlar dikkate alınıp teklif iyileştirilebilir, partilerin tam katılım sağlaması ve ortak hareket etmesi ile bu antidemokratik teklifin demokratik hale getirilebilmesi için çaba gösterilebilirdi.
  • Genel Kurul tutanakları ve basına yapılan açıklamalar incelendiğinde muhalefet cephesinde iktidarın zaten gideceği havasının yaygın olduğu, bu nedenle değişikliklerin önemsenmediği görüldü.
  • Kanun tekliflerinin açık oylandığı TBMM Genel Kurulu’nda bu Teklif açık olarak oylanmadı ve bir madde hariç vekillerin elektronik oy kullanması sağlanmadı. Böylesi bir değişikliğe neden olanlar kayıtlara geçmemiş oldu.
  • Komisyon aşamasında 14 partinin 8’inin katılmamasına ek olarak, Genel Kurul aşamasına katılan muhalif milletvekili sayısının azlığı dikkat çekti. Bu önemli kanunda yapılacak olan değişiklikler sırasında parti genel başkanlarının Genel Kurulda bulunmaları ve oylamaya katılmaları kamuoyunun bilgilendirilmesi açısından son derece yararlı olurdu.

“Sandık güvenliğine darbe”

Seçim Güvenliği Platformu, yeni düzenleme ile eski Seçim Kanunu’ndan “daha kötü, daha adaletsiz bir seçim sistemine geçildiğini ve seçim süreci güvenliği ve sandık güvenliğinin ciddi olarak darbe aldığını” belirtti. Platformun açıklamasında şu değerlendirmeler yer aldı:

“İl barajı görevi görecek ve birinci partiye imtiyaz sağlayarak, diğerlerinin temsil hakkına el koyacak bir düzenlemenin getirildiğini, kıdemli hakimlerin tasfiye edileceği, daha önce bakanlar ve başbakana getirilen seçim yasaklarından Cumhurbaşkanı’nın muaf tutulduğunu ve Cumhurbaşkanı’nın geçen seçimlerde suistimal ettiği her şeyin böylece kanuni hakkı haline getirilmesini adil ve güvenli bir seçim açısından son derece tehlikeli buluyoruz.

“2018 seçimlerinde Cumhurbaşkanı’nın kampanya bütçesi, hazine yardımı TRT’ye çıkma süreleri, TV reklamları, kamu kaynaklarının kullanımı gibi pek çok konuda eşitsizliği bizzat uyguladığını hatırlatmak istiyoruz.

“Teklif AYM’ye götürülmeli”

“Önümüzdeki dönemde, muhalif siyasi partilere, sivil toplum kuruluşlarına ve yurttaşlarımıza önemli görevler düşüyor. Daha önce başbakan ve bakanlara getirilen seçim yasaklarının bu değişiklik ile Cumhurbaşkanı’na getirilmemesi Anayasa’ya aykırıdır. Bu nedenle teklifin Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) götürülmesi gerekiyor.

“Başvurunun tek parti tarafından değil, adil bir seçimin herkesin çıkarına olacağı düşüncesi ile bütün partilerin ortak imzası ile AYM’ye iletilmesinin çok daha değerli olacağını düşünüyoruz. Yurttaşlar ve sivil toplum kuruluşları süreci yakından izlemeli ve görüşlerini siyasi partilere iletmelidirler.”

“Seçim güvenliği hayati önemde”

Seçim Güvenliği Platformu’nun açıklamada dikkat çektiği son konu ise yeni düzenleme sonrası seçim güvenliği çalışmaları oldu. Platform, çalışmaların yerele indirilmesinin ve muhalif tüm siyasi partilerin yerelde birlikte hareket etmelerinin hayati önem taşıdığını söyledi:

“Adil Seçim İçin Seçim Güvenliği Platformu olarak; seçimlerin adil ve eşit koşullarda yapılması için, içinde bulunduğumuz seçim süreci, seçim günü ve seçim sonrasında, başta bu seçim kanunu ile ortaya çıkacak sorunlar ve zaten var olan sorunların çözümüne dönük bir yurttaş seferberliği yaklaşımıyla hareket edeceğiz.

“Seçmenlerin seçime katılımını artıracak önlemleri ortaya koymaya, kamuoyu ve siyasi partilerle veri paylaşımı başta olmak üzere iş birliğini geliştirmeye, sandıklara giren oyun aynı şekilde çıktığı, sonuçta halkın iradesinin sandığa yansıdığı bir seçim için kararlılıkla çalışmaya devam edeceğiz.”

Adil Seçim İçin Seçim Güvenliği Platformu üyeleri

DİSK, KESK, TMMOB, TTB, SODEV, Alevi Bektaşi Federasyonu, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği, Hak İnisiyatifi Derneği, İnsan Hakları Derneği, Mülkiyeliler Birliği, ODTÜ Mezunları Derneği, Anıtpark Forum, Anti Kapitalist Müslümanlar, Demokrasi İçin Birlik, Doğu ve Güneydoğu Dernekleri Platformu, Hak ve Adalet Platformu, Seçim 2023 Yerel Medya Koordinasyonu, Sensiz Olmaz Hareketi, Yurttaş Girişimi.

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

Anayasa Mahkemesi Kayyum Başvurularını Reddetti

Anayasa Mahkemesi (AYM), görevden alınarak yerlerine kayyım atanan Diyarbakır Sur Belediyesi eski Eş Başkanvekili Azize Değer Kutlu ve Hani Belediyesi eski Eş Başkanı Abdurrahman Zorlu’nun başvurularını karara bağladı. 

İki eş başkan, ayrı ayrı yaptığı başvurularda “Hakkaniyete uygun yargılama”, “Masumiyet karinesi”, ” Özel hayata saygı hakkı” ve “Seçme ve seçilme hakkı”nın ihlal edildiğini belirti.

Kutlu, başvurusunda “göreve başladığı günden itibaren hakkında hiçbir idari ve cezai soruşturma açılmadığını, görevi boyunca yaptığı tüm işlemlerin hukuka uygun olduğunu” ifade etti.

Kutlu, savunması dahi alınmadan, gerekçesiz bir şekilde görevine son verildiğini belirterek, bunun “suçta ve cezada kanunilik ilkesini de ihlal ettiğini” belirtti.

Dosyada, yerine kayyım atandıktan sonra tutuklanan eski Hani Belediyesi Eş Başkanı Abdurrahman Zorlu’nun da açtığı davadaki “göreve başladığı günden itibaren hakkında hiçbir idari ve cezai soruşturma açılmadığı”na ilişkin savunması yer aldı.

Seçimle geldiği görevinden bu şekilde alınmasının seçme ve seçilme hakkına aykırı olduğunu söyleyen Zorlu, masumiyet karinesinin de ihlal edildiğini belirtti.

Resmi Gazete’de yayımlanan kararında İçişleri Bakanlığı’nın görüşüne de yer verip birçok yasa maddesi de sayan AYM, Zorlu ve Kutlu’nun başvurularını reddetti. Yüksek Mahkeme, oybirliğiyle başvuruların “Kabul edilemez olduğuna” karar verdi.

Kararda, bunun gerekçeleri ise şöyle açıklandı: “Hakkaniyete uygun yargılama hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle”, “Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın Kutlu yönünden ‘konu bakımından yetkisizlik’, Zorlu bakımından ise ‘açıkça dayanaktan yoksun olması’ nedeniyle, “Özel hayat ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle”, “Serbest seçim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle…”

Anayasa Mahkemesi, yargılama giderlerinin ise başvurucular üzerine bırakılmasına karar verdi.

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

Anayasa Mahkemesi, HDP’li Güzel’in Başvurusunu Reddetti

Anayasa Mahkemesi (AYM), Halkların Demokratik Partisi (HDP) Diyarbakır Milletvekili Semra Güzel’in, yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) kararının iptali istemiyle yaptığı başvuruyu reddetti.

Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılmasında AKP’nin yanında İyi Parti ve CHP de “evet” oyu kullanmıştı. 1 Mart’ta TBMM Genel Kurulu’nda dokunulmazlığı kaldırılan Güzel, dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin iki ayrı TBMM kararının iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine başvurdu.

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, iki ayrı başvuruyu görüştü. İki başvuruyu birleştiren Mahkeme, Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin iki TBMM kararının, anayasaya, yasaya ve TBMM İçtüzüğü’ne aykırı olmadığına ve iptal istemlerinin oy birliğiyle reddine karar verdi.

TBMM tarafından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilmesi durumunda, bu karara karşı iptal istemli başvurularda Anayasa Mahkemesi iptal istemini “kesin” olarak karara bağlıyor. Anayasa Mahkemesinin ret kararının gerekçesinin yazılmasının ardından süreç tamamlanacak.

Ne olmuştu?

2017’de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin düzenlediği hava operasyonunda öldürülen PKK üyesi Volkan Bora’nın cep telefonunda yapılan incelemede Semra Güzel ile birlikte çektirdikleri fotoğraflar kamuoyuna yansıdı.

Fotoğrafların iktidara yakınlığıyla bilinen medya organlarında yayımlanmasının ardından AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Karma komisyona süratle bunu gönderdik. Gereği yapılacaktır. Biz parlamentomuzda bu tür birilerini görmek istemiyoruz” dedi.

Güzel, Bora’nın “sözlüsü” olduğunu, fotoğrafın da “çözüm sürecinde çekildiğini” söyledi. Fotoğrafın çekildiği dönemde hiçbir siyasi parti ile ilişkisinin olmadığını, Bora’nın üzerinden çıkan fotoğrafla ilgili de hakkında şimdiye kadar bir soruşturma açılmadığını belirtti. 5 yıl önce ele geçtiğini tahmin ettiği fotoğrafların kendisine yönelik “kumpas” amaçlı kullanıldığını savundu.

Fotoğraf nedeniyle Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılması için fezleke hazırlandı ve TBMM Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden oluşan Karma Komisyon’a gönderildi.

Komisyon’un dün (20 Ocak) bir araya gelmesinden önce  İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener ve CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel Güzel’in fezlekesiyle ilgili görüşmelerde “evet” oyu kullanacaklarını açıkladı.

Paylaşın

AYM, MASAK’ın ‘Her Türlü Bilgiyi İsteme’ Yetkisini İptal Etti

Anayasa Mahkemesi (AYM), Hazine ve Maliye Bakanlığı’na bağlı olan Mali Suçları Araştırma Kurulu’na (MASAK) kamu kurum ve kuruluşları, gerçek ve tüzel kişiler ile tüzel kişiliği olmayan kuruluşlardan her türlü bilgi ve belgeyi isteme yetkisi veren Cumhurbaşkanlığı kararnamesini anayasaya aykırı bularak iptal etti.

DW Türkçe’den Alican Uludağ’ın haberine göre; Mahkeme ayrıca, TBMM Başkanı’nın Meclis’e istediği aracı alma yetkisini de anayasaya aykırı buldu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla 6 Ağustos 2019 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle, 1 Nolu Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nde değişiklik yapılmıştı. Kararnameyle MASAK’ın yetkileri yeniden düzenlenmişti.

Bu kapsamda MASAK’a “Kamu kurum ve kuruluşları, gerçek ve tüzel kişiler ile tüzel kişiliği olmayan kuruluşlardan her türlü bilgi ve belgeyi istemek” yetkisi de verilmişti. Bu yetkiyle birlikte MASAK, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) gibi istediği kişi ve kurumdan hiçbir sınırlama olmadan istediği bilgiye ulaşma olanağı yakalamıştı.

CHP, söz konusu düzenlemeyi anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne taşımıştı.

AYM’den MASAK’a yetki freni

Yüksek Mahkeme, 24 Şubat tarihli toplantısında iptal talebini görüştü. Mahkeme, MASAK’ın kurum ve kişilerden her türlü bilgileri isteyebileceği yönündeki düzenlemeyi anayasaya aykırı bularak iptal etti.

Alınan bilgiye göre, mahkemenin iptal gerekçesinde, düzenlemedeki bilgilerin kişisel verileri de kapsadığı, buna ilişkin herhangi bir güvence kararnamede olmadığı, bu konuda MASAK’a geniş yetki verildiği belirtildi.

TBMM Başkanı’nın sınırsız taşıt yetkisi de iptal

Öte yandan Anayasa Mahkemesi, 2020 ve 2021 yıllarına ilişkin Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu’nun bazı maddelerinin iptali talebini de görüştü. Mahkeme, TBMM’nin ihtiyacı olan taşıtların cinsi ve fiyatının TBMM Başkanı tarafından belirleneceği, bu konuda Cumhurbaşkanı kararı aranmayacağı yönündeki düzenlemeyi de iptal etti.

Böylece TBMM TBMM Başkanı’na istediği aracı alma yetkisi veren düzenleme de anayasaya aykırı bulunmuş oldu. Aynı yetki, bu yılki bütçe de Meclis Başkanı’na verilmişti.

Paylaşın

Anayasa Mahkemesi’nden Tartışmalı Gizli Tanık İçtihadı

Anayasa Mahkemesi (AYM), ilk kez Ergenekon soruşturması sırasında savcı Zekeriya Öz tarafından kullanılan, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında da sıkça başvurulan gizli tanıklar konusunda tartışma yaratan bir karar verdi.

Mahkeme, “somut olgular” içermesi halinde tek başına gizli tanık ifadesiyle tutuklama kararı verilebileceğine hükmetti. Hukukçu Celal Ülgen, tek başına gizli tanığın ifadesinin hükme esas olamayacağını belirterek, “kuşkuya kapıldım” dedi.

Arasında İrfan Fidan’ın da olduğu beş üyeli AYM Birinci Bölüm, Diyarbakır Eğil Belediye Meclis Üyesi Rıza Barut’un gizli tanık ifadesi üzerine 2020 yılında “terör örgütü üyeliği” iddiasıyla bir ay süreliğine tutuklanmasıyla ilgili hak ihlali kararı verdi.

Mahkeme, gerekçeli kararında Barut’la ilgili gizli tanık ifadesinin “soyut beyanlar” içerdiği; yer, zaman, kişi ve eylem bilgileri ihtiva etmediği ve bu anlamda yargı makamlarına denetim imkanı vermediği belirtti. Bu nedenle Barut’un tutuklanması hukuka aykırı bulundu.

Ancak Yüksek Mahkeme, gerekçeli kararının ayrıntılarında, tek başına gizli tanık ifadesiyle kişilerin tutuklanabileceğini belirtti. Kararda; daha önce Rahip Brunson gibi bazı AYM kararlarında diğer tanık anlatımları ve telefon görüşmeleriyle desteklenen gizli tanık anlatımlarını kuvvetli belirti olarak kabul edildiği anımsatıldı.

Ancak mahkeme, Rıza Barut kararında tek başına gizli tanık beyanının “kuvvetli belirti olup olmadığına yönelik” ilk kez değerlendirme yaptı. Kararda, “şüpheli ya da sanığa gizli tanık beyanını yeterince denetleme imkanı sunulduğu durumlarda gizli tanık beyanının tutuklama bakımından kuvvetli belirti olarak kabul edilebileceği” belirtildi.

Mahkeme, bunun için gizli tanığın anlatımlarının “yer, zaman, kişi ve eylem bilgileri” içermesi şartıyla yargı makamlarına denetim imkanı veren somut olgular içeren gizli tanık beyanının tutuklama bakımından kuvvetli belirti saydı.

Böylece AYM, başka delillerle desteklenmeyen gizli tanık ifadelerinin “somut olgular” içermesi halinde “tek başına kuvvetli belirti olabileceğini” kaydetti. Mahkeme, ayrıca başka bir kararına atıf yaparak, duruşmada sanık tarafından denetlenebilen gizli tanıkların beyanının da mahkumiyete esas alınabileceği değerlendirmesinde bulundu.

“Gizli tanık” endişesi

DW Türkçe’den Alican Uludağ’ın haberine göre Avukat Celal Ülgen, mahkemenin bu gerekçesiyle kuşkuya kapıldığını belirterek, “Bu ister istemez F tipi yargının, başta Zekeriya Öz olmak üzere yaptığı kurgulamaları akla getiriyor. Tabii bundan üzüntü duyuyor insan” dedi.

Halbuki gizli tanığın tek başına ifadesinin hükme etki etmemesi gerektiğini vurgulayan Ülgen, “Gizli tanığın ifadesini doğrulayan ve ona somutluk kazandıran yan delillerin de aranması gerekiyor. Bunu yapmadan sadece gizli tanıkla yaparsanız, böyle kumpas ve kurgu davalarının özellikle yargının bağımsız olmadığı, bir erkin/oligarşinin elinde olduğu süreçlerde bir giyotin gibi çalışmasına sebebiyet verirsiniz” değerlendirmesini yaptı.

Zekeriya Öz’ün mirası

Gizli tanık uygulaması, ilk kez Ergenekon soruşturması kapsamında firari savcı Zekeriya Öz tarafından 2017 yılında kullanılmıştı. Öz, Danıştay saldırısı sanığı Osman Yıldırım’ı gizli tanık olarak kullanmıştı. 2008 yılında 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunu’na yapılan eklemelerle gizli tanıklık kurumu yasallaşmıştı.

Tanık Koruma Kanunu’nun 9’uncu maddesinde gizli tanığın beyanının tek başına hükme esas teşkil edemeyeceği düzenlenmişti. Yargıtay 16. Ceza Dairesi de 2019 yılında verdiği bir kararda, gizli tanık tarafından verilen ifadenin başka delillerle desteklenmediği takdirde hükme esas alınamayacağına hükmetmişti.

Paylaşın

AYM, Sedef Kabaş’ın Başvurusunu Reddetti

Anayasa Mahkemesi (AYM), “Cumhurbaşkanına hakaret”  ve “kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret” suçlamalarıyla 12 yıl 10 ay hapis cezası istenen tutuklu gazeteci Sedef Kabaş’ın avukatlarının, “tedbir yoluyla derhal tahliye edilmesi” talebini reddetti.

AA’nın haberine göre; Kabaş’ın avukatları, tahliye isteminin yerel mahkemece reddedilmesi üzerine Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapmış, başvurunun öncelikle görüşülmesini isteyerek, tedbir talebinde bulunmuştu.

Başvuruda, Sedef Kabaş’ın “tedbir yoluyla derhal tahliye edilmesi ve başvurunun öncelikli olarak pilot dava usulüne göre incelenmesi” talep edildi. Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü, “tedbiren tahliye talebi”ni reddetti.

AYM: Tehlike bulunmuyor

Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü uyarınca, tedbir talebi, başvurucunun yaşamına ya da maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik ciddi bir tehlike bulunduğunun anlaşılması üzerine verilebiliyor.

Yüksek Mahkeme’nin de “başvurucunun ceza infaz kurumunda tutulmasının yaşamına, maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik bir tehlike oluşturduğuna dair derhal tedbir kararı verilmesini gerektirir bir durum bulunmadığı sonucuna vararak, bu aşamada başvurucunun tedbir talebinin reddine karar verilmesi gerektiği” yönünde karar verdiği öğrenildi.

Sedef Kabaş’ın, tutuklanmasıyla kişi hürriyeti ve güvenliği, ifade ve basın özgürlüğü haklarının ihlal edildiğinin tespit edilmesi de talep edilen bireysel başvuru, esas yönünden inceleme yapılmak üzere daha sonra görüşülecek.

Ne olmuştu?

TELE 1’de Uğur Dündar’ın sunduğu ‘Demokrasi Arenası’ programına Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı eleştiren sözlerinin ardından Sedef Kabaş, 22 Ocak Cumartesi gece yarısı polis baskını ile İstanbul’daki evinden gözaltına alındı.

Tutuklanmasına sebep olan televizyon programında Kabaş bir Çerkes atasözünden alıntı yaparak “Büyükbaş hayvan saraya girdiği zaman kral olmaz, o saray ahır olur” ifadelerini kullanmış ve eklemişti:

“Çok meşhur bir söz vardır; taçlanan baş akıllanır diye, ama görüyoruz ki gerçek değil.”

Kabaş’ın sözlerinin yetkililer tarafından Cumhurbaşkanına hakaret olarak algılanmasının ardından hakkında soruşturma açıldı. Programın yayımlanmasının ardından pek çok siyasetçi ve hükümet yetkilisi Kabaş’ın ifadelerini kınadı.

Tepki gösterenler arasında yer alan Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, Kabaş’ın ifade işlemleri sürerken, Kabaş’ın sözlerinin “haset ve nefretten doğan hadsiz ve hukuksuz ifadeler” olduğunu ve “adalet önünde hak ettiği karşılığı bulacağını” belirten bir açıklama yaptı. Gül’ün açıklamasının ardından aynı Kabaş “cumhurbaşkanına hakaret” suçlaması ile tutuklandı.

Kabaş’ın avukatı 26 Ocak’ta verdikleri tutukluluğa itiraz dilekçesinin mahkeme tarafından reddedildiğini açıkladı. Kabaş’ın avukatı ayrıca, Kabaş’ın sorgusu sırasında Gül’ün açıklamalarıyla yargıyı etkilemeye teşebbüs ettiğini öne sürerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6. maddesince garanti altına alınan “adil yargılanma hakkının” ihlal edildiğini söyledi.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Ekim 2021’de açıklanan Vedat Şorli kararı, Türk Ceza Kanunu’nda yer alan cumhurbaşkanına hakaret suçunun ifade özgürlüğü ile uyumsuz olduğunu belirtti.

Yüksek mahkeme, ayrıca Facebook’ta Erdoğan hakkından eleştirel içerik paylaşan bir kişinin gözaltına alınmasının veya ona hapis ceza verilmesinin hukuki bir dayanağı olamayacağına kanaat getirdi.

Kabaş’ın tutuklanması öncesi, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Başkanı Ebubekir Şahin Kabaş’ın sözleri nedeniyle TELE 1’e soruşturma başlatıldığını açıkladı. 24 Ocak’ta yapılan üst kurul toplantısında TELE 1’e yıllık reklam gelirinin yüzde 5’i oranında idari para cezası ve beş kez program durdurma cezası verildi. RTÜK’ü TELE 1’e yapılan soruşturma sebebiyle eleştiren gazeteci Uğur Dündar’ın eleştirileri sebebiyle de kanala yüzde 3 daha idari para cezası verildi.

Gazeteci Alican Uludağ ise, Kabaş’ın tutukluluk kararını veren hâkimin 2020’de Osman Kavala’nın tutukluluk kararını veren aynı hâkim olduğunu ortaya çıkararak haberleştirmesinin ardından Twitter’da ölüm tehditleri aldı.

Paylaşın

AYM’den HDP’ye 60 Günlük Ek Süre

Anayasa Mahkemesi (AYM), Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) kapatılması istemiyle açılan davada, partiye esas hakkındaki savunmasını hazırlaması için 60 günlük ek süre verdi.

Yüksek Mahkeme, 29 Kasım 2021’de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca hazırlanarak AYM’ye gönderilen esas hakkındaki görüşü, savunmanın hazırlanması için HDP’ye göndermiş ve partiye, savunmasını hazırlamak için 30 günlük süre vermişti.

Alınan bilgiye göre HDP, esas hakkındaki savunmasını hazırlamak için 4 aylık daha süre istedi.
HDP’nin savunma yapmak için istediği süre talebini görüşen Anayasa Mahkemesi, partiye 60 günlük daha ek süre verilmesine karar verdi.

Tanınan toplam 60 günlük ek sürenin de sonra ermesinin ardından esas hakkında savunmanın tamamlanarak mahkemeye sunulması gerekiyor.

Süreç nasıl işleyecek?

Kapatma davasında işleyen süreç kapsamında, daha sonra belirlenecek bir tarihte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Bekir Şahin sözlü açıklama, HDP yetkilileri de sözlü savunma yapacak.

Bu sürecin ardından, davaya ilişkin bilgi, belgeleri toplayacak Anayasa Mahkemesi raportörü, esas hakkındaki raporunu hazırlayacak. Bu işlemler sürerken Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ve davalı HDP, ek delil veya yazılı ek savunma verebilecek.

Raporun, Yüksek Mahkeme üyelerine dağıtılmasının ardından AYM Başkanı Zühtü Arslan, toplantı için gün belirleyecek, üyeler belirlenen günde bir araya gelerek kapatma istemini esastan görüşmeye başlayacak.

Karar oy çokluğuyla verilecek

HDP hakkındaki kapatma davasını, 15 kişiden oluşan Anayasa Mahkemesi heyeti, karara bağlayacak. Anayasa’nın 69. maddesinde sayılan hallerden ötürü partinin kapatılmasına veya dava konusu fiillerin ağırlığına göre devlet yardımından kısmen ya da tamamen yoksun bırakılmasına, toplantıya katılan üyelerin 3’te 2 oy çokluğuyla yani 15 üyenin 10’unun oyuyla karar verilebilecek.

Siyasi parti kapatma davası sonucunda verilen karar, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ile ilgili siyasi partiye tebliğ edilecek ve Resmi Gazete’de yayımlanacak.

Anayasa Mahkemesinin, siyasi yasak istenen partililerin, beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olduğunu belirlemesi halinde bu kişiler, kesin kararın Resmi Gazete’de gerekçeli yayımlanmasından başlayarak 5 yıl süreyle bir başka partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve denetimcisi olamayacak.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Şahin, 7 Haziran 2021’de HDP’nin kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesine dava açmış, Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu da 21 Haziran 2021’de iddianamenin kabulüne oy birliğiyle karar vermişti.

Paylaşın

AYM Başkanı Arslan’dan AİHM Çıkışı

Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi tarafından finanse edilen Anayasa Mahkemesinin Temel Haklar Alanındaki Kararlarının Etkili Şekilde Uygulanmasının Desteklenmesi Projesi kapsamında, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru ihlal kararları ve ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin bölge toplantısı düzenlendi.

Birgün’de yer alan habere göre; Toplantının açılışında konuşan Anayasa Mahkemesi (AYM) Başkanı Zühtü Arslan, temel hak ve özgürlüklerin korunmasının, tüm toplumların temel önceliği olduğunu söyledi.

Arslan, geçen yüzyılın özellikle ilk yarısında yaşananların, hak ve özgürlüklerin korunması noktasında çok önemli yapısal değişikliklere neden olduğunu, özellikle iki dünya savaşı arasında ve sırasında yaşanan yoğun, sistematik hak ihlallerinin, bugünkü temel haklar düzenini belirlediğini kaydetti.

Türkiye’de 2010 Anayasa değişikliğiyle sisteme giren ve 2012’de uygulanmaya başlanan bireysel başvurunun pratik amacının, “hak ihlali iddialarının ulusal sınırlar içerisinde halledilerek, AİHM’e taşınmasın engellemek”, ilkesel amacının da “temel hak ve özgürlüklerin korunmasının standardının yükseltilmesi” olduğunu vurgulayan Arslan, şöyle konuştu:

“Bu ilkesel ve pratik amacı gerçekleştirmeye yönelik getirilen bireysel başvuru, bugün 10. yılında, Türkiye’de çok önemli etkili bir hak arama yolu olarak önümüzde duruyor. Aradan geçen 10 yıl içinde bireysel başvuru gerçekten Anayasa koyucunun iradesine uygun olarak, onun amaçladığı şekilde iyi işleyen etkili bir hak arama yolu oldu mu?

Bu kritik soruya, bireysel başvurun uygulamaya geçtiği 2012’den itibaren bunun içerisinde olan uygulayıcılardan biri olarak rahatlıkla ‘evet’ cevabını verebilirim. Bütün zorluklara, başta her geçen gün artan iş yüküne rağmen Türkiye’de bireysel başvuru, etkili bir hak arama yolu olarak tesis edilmiştir ve yoluna devam etmektedir.”

Buna rağmen önlerinde çok ciddi zorlukların bulunduğuna işaret eden Arslan, bireysel başvurunun etkili bir hak arama yolu olarak yoluna devam etmesinde iki temel tehdit bulunduğunu anlattı.

Zühtü Arslan, şunları kaydetti:

“Birincisi her geçen gün artan iş yükü. Bu iş yükünün dramatik bir boyuta ulaştığını her vesileyle söylüyoruz. Bugün Anayasa Mahkemesinin önünde 66 bine yakın bireysel başvuru bulunmaktadır. Bu rakamının ne kadar korkutucu olduğunu ifade edebilmem için bizim gibi bireysel başvuru sistemini benimseyen ülkelerin önündeki başvuru sayısına bakmam lazım.

Alman veya İspanya Anayasa Mahkemesi, bunlar bizden çok daha önce bireysel başvuru sistemini benimsediler ama önlerinde bizim bireysel başvuru sayımızla karşılaştırılmayacak kadar az başvuru var. Ocak 2022’de bize gelen başvuru sayısı 12 bine yakın. Bu sayı, Alman ve İspanya Anayasa Mahkemelerine yılda gelen başvuru sayısından daha fazla, o yüzden biz bazen şaka yollu söylüyoruz, Anayasa Mahkemesinin tek rakibi Avrupa insan Hakları Mahkemesi. Maalesef böyle.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin önünde şu anda 70 bin civarında derdest başvuru var ve bu başvurular 47 ülkeden alınan başvurular. Neredeyse Anayasa Mahkemesi tek başına Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 47 ülkeden aldığı başvuru kadar başvuru alıyor. Bu meselenin önümüzde çözülmesi gereken çok ciddi bir mesele olarak durduğunu vurgulamak istiyorum.”

Bununla bağlantılı ikinci tehlike ve tehdidin de “bireysel başvurunun objektif etkisinin hayata geçirilmemesi” olduğunu ifade eden Arslan, “Bireysel başvurunun amacı, tek tek sivrisineklerle mücadele etmek değildir, amacı sivri sinekleri üreten bataklığı kurutmaktır.” dedi.

AYM Başkanı Arslan, asıl amacın, bireysel başvurunun etkili şekilde uygulanarak, yeni ihlallerin ortaya çıkmasının engellenmesi olduğuna işaret ederek, burada bazı sıkıntılar bulunduğunu aktardı.

“Bunun önemli ölçüde bireysel başvurunun henüz tam manasıyla anlaşılamamasından kaynaklandığını düşünüyorum.” diyen Arslan, bu tür toplantılar ve karşılıklı diyalog sayesinde, bireysel başvurunun gelecek dönemde çok daha başarılı bir şekilde uygulanacağına inandığını dile getirdi.

Burada, “Bireysel başvurunun etkili olması neye bağlı?” sorusunun da yanıtlanması gerektiğini söyleyen Arslan, “Bu da objektif etkiyle bağlantılı olarak, hak ihlalini gidermekle yükümlü olan kurumların, kişilerin yeni hak ihlali iddialarının ortaya çıkmasını beklemeden hareket etmesine bağlı. Bu da yasama organı, yargısal merciler olabiliyor.” dedi.

Anayasa Mahkemesinin, ihlalin nereden kaynaklandığını kararlarında belirttiğini ifade eden Arslan, “İhlal nereden kaynaklanıyorsa o idari makamların ya da yargısal organların somut ihlali gidermesi gerekiyor, bu da yeterli değil, benzer mahiyette meselelerle karşılaştıklarında, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği ilkeleri dikkate alarak karar karar vermesi gerekiyor. Aksi takdirde benzer mahiyetteki problemler sürekli Anayasa Mahkemesinin önüne gelecektir.” vurgusunu yaptı.

Anayasa Mahkemesinin, ihlalin idari ya da yargısal merciinin kararından değil de kanunun kendisinden kaynaklandığı durumlarda yasama organının hareket geçmesini beklediğini vurgulayan Arslan, “Çünkü, ihlale yol açan kanun hükmü değiştirilmediği, kaldırılmadığı müddetçe o ihlal tekrar etmeye devam edecektir ve Anayasa Mahkemesi de benzer ihlalleri ele almaya devam edecektir.” şeklinde konuştu.

Başkan Arslan, bu durumdaki ihlal kararlarında yapılması gerekenin, süratle ihlale sebep olan kanun hükmünü değiştirmek veya ortadan kaldırmak olduğuna işaret etti.

Başkan Zühtü Arslan, “Bireysel başvurunun etkili bir şekilde, iyi işleyen bir hak arama yolu olarak yoluna devam etmesi, sadece Anayasa Mahkemesinin çabalarıyla mümkün değildir, yasama, yürütme ve yargı organlarının, idari mercilerin bu konuda duyarlı olmasıyla ve objektif etkiyi hayata geçirmesiyle ancak mümkün olabilir.” değerlendirmesini yaptı.

“Temyiz makamı değiliz”

İstinaf Mahkemelerinin kurulmasının, yargı sistemi bakımından bir dönem noktası, kazanım olduğunu ifade eden Zühtü Arslan, istinaf mahkemelerinde kesinleşen başvuruların doğrudan Anayasa Mahkemesine gelmesinin, kısa sürede daha çok başvuru yapılmasını beraberinde getirdiğini de aktardı.

Arslan, şöyle devam etti:

“Burada bir yanlış anlaşılma var, Anayasa Mahkemesi istinafların temyiz mercii değil, Anayasa Mahkemesi, hiçbir şekilde bireysel başvuruda temyiz makamı değil. Aslında bu iş yükünün bir nedeni de bu. Temel hak ve özgürlüklerin ihlalini gidermek öncelikle kamu makamlarının ve derece mahkemelerinin görevidir. Anayasa Mahkemesi ilk elden ihlali gideren bir merci değildir, olamaz da.”

Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan, Türkiye için bireysel başvurunun, hukuk sistemi ve hak, özgürlüklerin korunması bakımından gerçekten büyük bir kazanım olduğunu söyleyerek, “Bireysel başvuru, Türkiye’de insanımıza yapılan en büyük hizmetlerden biridir ama bu hizmeti sürdürmek, bu kurumu iyi işleyen, etkili bir hak arama yolu olarak ettirmek de hepimizin sorumluluğundadır.” ifadelerini kullandı.

Paylaşın

AYM’den 10 Yıl Sonra Yaşam Hakkı İhlali Kararı

2011 yılında Mardin Nusaybin’de askerlerin düzenlediği bir operasyonda ellerinde hilti uzun namlulu silah sanılan işçilere ateş açılması sonucu bir işçi yaşamını yitirmişti, bir işçi de yaralanmıştı. Anayasa Mahkemesi 10 yıl sonra yaşam hakkı ihlali kararı vererek yeniden yargılanma yolunu açtı. 

İnşaat işçileri “terörist”; “Hilti” uzun namlulu silah sanıldı. Düzenlenen operasyonda bir işçi hayatını kaybederken, bir işçi yaralandı. Operasyona katılan güvenlik güçleri hakkında açılan dava cezasızlıkla sonuçlandı. Anayasa Mahkemesi; 10 yıl sonra “yaşam hakkı ihlal edildi” dedi. Yargılamanın yenilenmesine karar verdi. Hayatını kaybeden işçinin eşi ve yaralanan işçiye 175’er bin TL tazminat ödenmesi kararlaştırıldı.

Habertürk’ten Fevzi Çakır’ın haberine göre; Olay 2011 yılında Mardin’in Nusaybin ilçesi kırsalındaki bir köyde meydana geldi. Bir eve teröristlerin geldiği yönündeki ihbarı değerlendiren güvenlik güçleri operasyon düğmesine bastı. Söz konusu eve akşam saatlerinde baskın düzenlendi. Termal kameradan elinde uzun namlulu silah olduğu değerlendirilen iki şüpheliye ateş açıldı. Biri hayatını kaybederken, biri yaralandı.

Ancak; iki ismin evde tadilat yapan işçiler olduğu, ellerinde bulunan ve silah olarak değerlendirilen şeyin ise Hilti olduğu ortaya çıktı. Olaya dair soruşturma başlatıldı. Savcılık; köylülerin ve tim görevlilerinin ifadesini aldı. Operasyon timinin komutanı; termal kamera görüntülerinden Hilti’nin silah olarak görüldüğü ifade etti. Kendilerine bölgeden ateş açıldığını savunan tim komutanı, bu nedenle karşılık verilmek durumunda kalındığını söyledi.

Ancak soruşturmasını tamamlayan Savcılık; 5 tim görevlisi hakkında “taksirle ölüme ve yaralamaya neden olma” suçundan dava açtı. Yargılama 2016 yılında tamamlandı. Mahkeme, “güvenlik güçleri Hilti’yi silah sanıp hataya düştü” diyerek; ceza verilmesine yer olmadığına karar verdi. Bu karar istinaf tarafından da onaylandı.

AYM’den 10 yıl sonra ihlal kararı

Bu gelişme üzerine saldırıda hayatını kaybeden işçinin eşi ve yaralı kurutulan işçi Anayasa Mahkemesi’nin kapısını çaldı. Yüksek Mahkeme “yaşam hakkının usul boyutu ihlal edildi” dedi. Yeniden yargılama yapılmasına hükmetti. Ayrıca başvuruculara 175’er bir TL tazminat ödenmesini kararlaştırdı.

AYM kararında; davanın makul bir özen ve süratle yürütülmediği vurgulandı. Bu durumun; benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde sahip olunan önemli rolün zarar görmesine neden olabileceği kaydedildi.

Paylaşın