Halkbank, ABD Anayasa Mahkemesi’ne Başvurdu

ABD’nin New York Güney Bölgesi Federal Mahkemesi’nde devam eden Rıza Sarraf davasında sanık olarak yargılanan Halkbank, daha önce İkinci Bölge İstinaf Mahkemesi’nin aldığı kararı temyiz etmek için ABD Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.

VOA Türkçe’de yer alan habere göre, Halkbank, ABD’deki Williams & Connolly LLP hukuk firmasına bağlı avukatlar, Robert M. Cary, John S. Wiliams, Simon Latcovich, Eden Schiffmann ve James W. Kirkpatrick aracılığıyla, 35 sayfalık temyiz başvuru dilekçesini ülkenin en yüksek mahkemesine sundu. Halkbank temyiz başvurusunu Anayasa Mahkemesi’nin tanıdığı sürenin son günü olan 13 Mayıs’ta yaptı. Anayasa Mahkemesi, 35 sayfalık başvuru dilekçesini bugün (17 Mayıs) tarihiyle dava dosyası kayıtlarında yayımladı.

Halkbank, ABD Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvuruda, hem federal mahkeme hem de istinaf mahkemesinde aleyhlerine alınan kararların hem uluslararası hukuk hem de Amerikan yasalarının ihlali olduğunu öne sürdü. Halkbank, alt mahkemelerin vermiş olduğu kararların aslında NATO üyesi ve uzun yıllardan beri ABD’nin dost ve müttefiki olan Türkiye’yi yargılamak olduğunu belirterek kararın, kabul edilemez olduğunu öne sürerek temyizini istedi.

Halkbank, bir devlet kuruluşu olduğunu, hisselerinin çok büyük bir çoğunluğunun Türkiye Cumhuriyeti’ne ait olduğunu bu yüzden ABD mahkemelerinde yargılanamayacağını kaydetti. Halkbank, ABD’de yürürlükte olan “Bağımsız Yabancı Devlet Dokunulmazlığı Yasası” kapsamında yargılanamayacağını savunuyor.

Halkbank’ın ABD Anayasa Mahkemesine yaptığı başvurunun, kabul edilerek mahkeme takvimine alınıp alınmayacağı, 35 sayfalık dilekçenin hakim heyeti tarafından incelenmesinden sonra belli olacak. Hakim heyeti, başvuruyu kabul ederse bir duruşma takvimi belirlendikten sonra karar verilecek. Heyet, başvuruyu kabul etmezse de Halkbank’ın yargılanma süreci New York Güney Bölgesi Federal Mahkemesi’nde kaldığı yerden devam edecek

Halkbank’ın ABD Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yolu, 14 Aralık tarihinde temyiz talebini reddeden İkinci Bölge İstinaf Mahkemesi tarafından açılmıştı.

Temyiz başvurusu iki kez İkinci Bölge İstinaf Mahkemesi’nde reddedilen Halkbank, ABD’deki avukatları aracılığıyla 10 Ocak’ta İkinci Bölge İstinaf Mahkemesi’ne verdiği 20 sayfalık dilekçede, “Bağımsız Yabancı Devlet Dokunulmazlığı Yasası” kapsamında olmasına rağmen temyiz başvurusu iki kez reddedilen davanın, Anayasa Mahkemesi’ne sevkini istemişti. Mahkeme ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin kararına kadar bir alt mahkemedeki yargı sürecini de durdurma kararı almıştı.

Paylaşın

AYM Başkanı Arslan’dan Dikkat Çeken ‘KHK’ Açıklaması

AYM Başkanı Arslan, “Modern anayasalarda temel hak ve özgürlüklerin mutlak olmadığı hüküm altına alınmıştır. Kamu düzeni, kamu yararı ve başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması adına temel hak ve özgürlükler sınırlandırılabilir. Anayasa’nın 15. maddesinde belirtilen haklar dışındaki tüm haklar sınırlandırılabilir” dedi.

Anayasa Mahkemesi (AYM) Başkanı Zühtü Arslan, Ankara’daki Hacı Bayram Veli Üniversitesi 100. Yıl Kültür Merkezi’nde düzenlenen “Anayasa Mahkemesi Kararları Işığında Hak ve Özgürlüklerin Sınırlandırılması Rejimi Sempozyumu”nda konuştu.

“Tüm haklar sınırlandırılabilir”

Temel hak ve özgürlüklerin, kamu gücünü kullanan makamlara karşı, kamu gücü tarafından korunması gerektiğini söyleyen Arslan’ın konuşmasından öne çıkan satırbaşları şöyle:

Modern anayasalarda temel hak ve özgürlüklerin mutlak olmadığı hüküm altına alınmıştır. Kamu düzeni, kamu yararı ve başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması adına temel hak ve özgürlükler sınırlandırılabilir. Anayasa’nın 15. maddesinde belirtilen haklar dışındaki tüm haklar sınırlandırılabilir.

Anayasa Madde 15; Savaş, seferberlik (…) 10 veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlal edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir. Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler (…) 11 dışında, kişinin yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.

OHAL dönemi KHK’ları

Modern ve demokratik anayasalar, olağanüstü dönemde dahi işlemlerin hukuka uygun olması gerektiğini ifade eder.

Mahkemeye [AYM], ‘Olağanüstü Hal (OHAL) döneminde çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerin norm denetiminin yapılamadığı’ yönünde eleştiriler geliyor, bunlar haklı değil.

Anayasa Mahkemesi sınırsız güç kullanan bir organ değil, kendisine çizilen sınırlar çerçevesinde yetkilerini kullanıyor. OHAL’de çıkarılan KHK’lar şekil ve esas bakımından Anayasa Mahkemesine taşınamaz.

“Romantik ve sınırsız bir özgürlükçülük değil”

Anayasa Mahkemesi, bazılarının zannettiği gibi, toplumsal gerçeklikten kopuk, fildişi kulede kararlar vermemektedir. Mahkeme, temel hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamaları yorumlarken, kamu düzeni ve özgürlükler arasındaki hassas ilişkiyi gözetmektedir.

Bu anlamda mahkemenin benimsediği hak eksenli yaklaşım, romantik ve sınırsız bir özgürlükçülük değildir.

Anayasa Mahkemesinin hak eksenli paradigması, anayasal sınırlarını aşan bir yargısal aktivizmden de yetkilerini kullanmaktan çekinen bir yargısal kendini sınırlamadan da aynı ölçüde uzak durmayı gerektirmektedir.

Mahkememiz hürriyetin, ötekilerin hürriyetiyle bir arada korunması gerektiği düşüncesiyle kararlarını vermektedir.”

Paylaşın

ABD Anayasa Mahkemesi’nin Halkbank’a Verdiği Süre Doldu

ABD’nin New York Güney Bölgesi Federal Mahkemesi’nde devam eden Rıza Sarraf davasında, sanık olarak yargılanan Halkbank’ın, davanın düşürülmesiyle ilgili ABD Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvurunun süresi bugün doldu.

Halkbank, geçtiğimiz Ocak ayında ABD Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvuruda, bir alt mahkemenin kararına neden itiraz ettiğiyle ilgili kapsamlı dilekçesini sunmak için daha fazla zamana ihtiyacı olduğunu belirtmişti. ABD Anayasa Mahkemesi de Halkbank’a, 13 Mayıs tarihine kadar zaman vermişti.

VOA Türkçe’de yer alan habere göre, ABD Anayasa Mahkemesi Katipliği yetkilileri, başvuru tarihininin son gününde Halkbank’ın dilekçesini sunup sunmadığı konusunda bilgi vermedi. ABD Anayasa Mahkemesi kayıtlarında da Halkbank’ın dilekçesi mesai saatlerinin sonunda görülmedi.

ABD Anayasa Mahkemesi, daha önce Halkbank’ın başvurusunu değerlendirmiş, Anayasa Mahkemesi Üyesi Hakim Sonia Sotomayor tarafından incelendiğini, Halkbank’ın itirazıyla ilgili dosyasını en geç 13 Mayıs tarihine kadar verebileceği belirtmişti. Kararda bu sürenin daha önce 31 Ocak tarihi olduğu da hatırlatılmıştı.

Halkbank’ın ABD Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yolu, 14 Aralık tarihinde temyiz talebini reddeden İkinci Bölge İstinaf Mahkemesi tarafından açılmıştı.

Temyiz başvurusu iki kez İkinci Bölge İstinaf Mahkemesi’nde reddedilen Halkbank, ABD’deki avukatları aracılığıyla, 10 Ocak’ta İkinci Bölge İstinaf Mahkemesi’ne verdiği 20 sayfalık dilekçede, “Bağımsız Yabancı Devlet Dokunulmazlığı Yasası” kapsamında olduğunu belirtmiş ve buna rağmen temyiz başvurusu iki kez reddedilen davanın, Anayasa Mahkemesi’ne sevkini istemişti. Mahkeme ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin kararına kadar bir alt mahkemedeki yargı sürecini de durdurma kararı almıştı.

Halkbank, mahkemeye sunduğu 20 sayfalık dilekçede, daha önce “Bağımsız Yabancı Devlet Dokunulmazlığı Yasası” kapsamında benzer davalardan örnekler sunmuş, Anayasa Mahkemesi’nde haklarını arayabileceklerini belirtmişti.

Anayasa Mahkemesi’nin Halkbank’ın başvurusunu duruşma takvimine alıp almayacağı henüz belli değil. Anayasa Mahkemesi, Halkbank’ın 13 Mayıs tarihine kadar kendilerine iletecekleri dilekçeyi inceledikten sonra başvuruyu değerlendirip değerlendirmeyeceği konusundaki kararını verecek.

Sarraf soruşturmasını yürüten New York Güney Bölgesi Başsavcılığı, İkinci Bölge İstinaf Mahkemesi’ne daha önce yaptığı başvuruda, Halkbank’ın dosyasının Anayasa Mahkemesine sevk edilemeyeceği iddia etmişti.

Paylaşın

Anayasa Mahkemesi, Semra Güzel Başvurusunu Reddetti

Anayasa Mahkemesi (AYM), Halkların Demokratik Partisi (HDP) Diyarbakır Milletvekili Semra Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili yapılan iptal başvurusunu reddetti.

Haber Merkezi / AYM, HDP Milletvekili Semra Güzel’in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili HDP Grup Başkanvekili ve İstanbul Milletvekili Saruhan Oluç tarafından yapılan başvuruya yanıt verdi.

Semra Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılmasının Anayasa’ya ve TBMM İçtüzüğü’ne aykırı olduğunu öne süren Oluç’un başvurusu üzerine AYM tarafından yapılan değerlendirmede, “İleri sürülen gerekçeler ve ortaya konulan deliller ile kararların alınmasındaki usul ve süreç incelendiğinde dokunulmazlığın kaldırılmasının Anayasa’ya, kanuna ve TBMM İçtüzüğü’ne aykırı olmadığı anlaşılmıştır” denildi.

Anayasa Mahkemesi (AYM), bu gerekçelerle Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılmasının iptali talebinin oy birliği ile reddedilmesine karar verdi.

2017’de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin düzenlediği hava operasyonunda öldürülen PKK üyesi Volkan Bora’nın cep telefonunda yapılan incelemede Semra Güzel ile birlikte çektirdikleri fotoğraflar kamuoyuna yansımıştı.

Fotoğraf nedeniyle Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılması için fezleke hazırlandı ve TBMM Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden oluşan Karma Komisyon’a gönderilmişti. Daha sonra Semra Güzel’in dokunulmazlığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu’nda yapılan oylamayla kaldırılmıştı.

Paylaşın

AYM Başkanı Aslan, Yoğunluktan Şikayetçi: Başvuru AİHM’den Fazla

Anayasa Mahkemesi’nin 60. kuruluş yıl dönümü etkinlikleri kapsamındaki törende konuşan AYM Başkanı Zühtü Arslan, mahkemenin 60 yıllık tarihinin en ağır, en yoğun iş yüküyle karşı karşıya olduğunu belirterek, şu an 95 binden fazla başvuru bulunduğunu, 47 ülkeden başvuru alan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde bile 72 bin derdest başvuru olduğuna dikkati çekti.

Haber Merkezi / AYM Başkanı Arslan, dünyanın her yerinde mahkemelerin temel görevinin adaleti sağlamak olduğunu vurgulayarak “Bu hayati bir görevdir zira bireysel, toplumsal ve siyasal hayatın dengesini sağlayan bizatihi adalettir. Bu nedenle de tarih boyunca hemen her toplumda adalet toplumun örgütlü hâli olan devletin bir yandan varlık sebebi diğer yandan da varlığını devam ettirmesinin temel şartı olarak görülmüştür.” dedi.

Anayasa Mahkemesinin 60. kuruluş yıldönümü dolayısıyla Yüce Divan Salonu’nda tören düzenlendi. Törene, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, TBMM Başkanı Mustafa Şentop, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca, Danıştay Başkanı Zeki Yiğit, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ile yüksek yargı organlarının üyeleri katıldı.

AYM Başkanı Arslan, törende yaptığı konuşmada, dünyanın her yerinde mahkemelerin temel görevinin adaleti sağlamak olduğunu vurgulayarak “Bu hayati bir görevdir zira bireysel, toplumsal ve siyasal hayatın dengesini sağlayan bizatihi adalettir. Bu nedenle de tarih boyunca hemen her toplumda adalet toplumun örgütlü hâli olan devletin bir yandan varlık sebebi diğer yandan da varlığını devam ettirmesinin temel şartı olarak görülmüştür.” dedi.

Adalet, bir retorik değil pratik meselesidir

Adaletin gerçekleştirilmesi kolay olmayan bir erdem olduğunu belirten ve en üstün erdem olan adaletin, bir retorik değil pratik meselesi olduğunun altını çizen Zühdü Arslan “Adaletin konuşulmasından ziyade uygulanması ve uygulandığının da görülmesi gerekir. Adaletin tecelli ettiğinin görülmesi, devlete özellikle de adalet dağıtmakla görevli olan yargıya inancı ve güveni tahkim edecektir.” ifadelerini kullandı.

Eylem olarak adalet bir hakkın tespiti ve teslimidir

AYM Başkanı Arslan, adaletin bir hakkın tespiti ve teslimi olduğuna değinerek “Adaletin tecellisi gücü, gücün meşruiyeti adaleti gerektirir. Bu nedenle adalet ve güç buluşturulmalı, bunun için ya adil olan güçlü ya da güçlü olan adil kılınmalıdır.” dedi.

Anayasa mahkemelerinin varlığının temel hak ve özgürlüklerin korunması için yeterli olmayacağına dikkati çeken Arslan, etkili ve işlevsel bir anayasa yargısının gerçekleşmesinin harici ve dâhili olmak üzere iki temel şartın gerçekleşmesine bağlı olduğunu kaydetti.

Zühdü Arslan “Harici şart anayasal sisteme kuvvetler ayrılığı ilkesinin hâkim olmasıdır. Bu ilke gücün farklı ellerde toplanmaması durumunda hak ve özgürlükleri korumanın imkânsız olacağı fikrine dayanmaktadır. Etkili bir anayasa yargısının dâhili şartının ise anayasa mahkemelerinin hak eksenli paradigmayı benimsemeleridir.” dedi.

Hak eksenli paradigmanın hâkim olduğu dönem

Bireysel başvurunun uygulamaya geçtiği 23 Eylül 2012 tarihini anayasal milat olarak kabul ettiğini belirterek Mahkemenin tarihini ilk 50 yıl ve son 10 yıl olarak iki döneme ayırmanın mümkün olduğunu, ikinci dönemi 2010 anayasa değişikliğiyle hayata geçirilen bireysel başvuru uygulamasıyla özdeşleştiren AYM Başkanı Arslan sözlerine şöyle devam etti:

“İkinci dönemi hak eksenli paradigmanın hâkim olduğu dönem olarak nitelemek bireysel başvuruyu ihdas eden anayasa koyucunun iradesiyle de uyumludur. Bireysel başvuruyla birlikte Anayasa Mahkemesi belirgin şekilde bir paradigma değişimi yaşamış, hak eksenli bir yaklaşımla temel hak ve özgürlükleri koruyan ve geliştiren bir misyon yüklenmiştir.”

Zühdü Arslan, konuşmasında Anayasa Mahkemesinin temel hak ve özgürlükleri korumaya çalışırken güvenliği bir kenara bırakmadığını ve bilhassa kamu güvenliği ile özgürlükler arasında hassas bir denge kurduğunu vurguladı.

Laiklik ilkesinin özgürlükçü yorumu

Türk anayasa yargısındaki paradigma dönüşümünün laiklik ilkesinin özgürlükçü yorumuyla başladığını söyleyen Arslan, Mahkemenin 20 Eylül 2012 tarihinde verdiği norm denetimi kararıyla “yasakları meşrulaştırıcı bir işlev gören katı pozitivist laiklik anlayışını terk etmiş; bunun yerine din ve vicdan özgürlüğünü güvenceye alan esnek ve özgürlükçü laiklik yorumunu benimsemiştir.” ifadelerini kullandı.

İş bölümü ve iş birliği

Anayasa Mahkemesinin iş yüküne de değinen Arslan, bu ağır iş yükünün azaltılmasının en etkili yolunun ihlallerin kaynağına müdahale etmek olduğunu kaydetti. Temel hak ve özgürlüklerin korunması kadar bunun sürdürülmesinin de önemini belirten Başkan Arslan “iş bölümü ve iş birliği bizi Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün işaret ettiği ve Anayasa’da ifadesini bulan muasır medeniyet düzeyini aşma hedefine daha da yaklaştıracaktır.” sözleriyle konuşmasını bitirdi.

Paylaşın

Anayasa Mahkemesi, Seçim Kanununa İtiraz Başvurusunu Kabul Etti

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Milletvekili Seçimi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 4 maddesinin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvurmuştu. AYM Genel Kurulu, bugünkü gündem toplantısında başvurunun ilk incelemesini yaptı.

Haber Merkezi / İtiraz başvurusunda bir eksiklik tespit etmeyen Yüksek Mahkeme, iptal istemini daha sonra belirlenecek bir günde esastan görüşerek karara bağlayacak. Yürürlüğün durdurulması talebi de esas inceleme aşamasında karara bağlanacak.

CHP, AK Parti ve MHP’nin ortak imzasıyla Meclis’e sunulan ve geçtiğimiz günlerde yasalaşan Milletvekili Seçimi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un seçim kurullarını düzenleyen 5-6, Cumhurbaşkanını propaganda yasakları dışında tutan 11 ve seçim kurullarının 3 ay içinde yenilenmesini öngören 12. maddelerinin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvurmuştu.

Söz konusu maddelerin, telafisi imkansız zararlar ortaya çıkacağı için iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına ve iptallerine karar verilmesi talep edilen başvuru dilekçesinde şu görüşlere yer verilmişti:

“7393 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 5, 6, 11 ve 12’nci maddeleriyle 298 sayılı Kanun’da yapılan değişiklikler (il ve ilçe seçim kurullarında görev alan hakimlerin kıdem esası yerine ad çekme usulüyle belirlenmesi ve mevcut kurulların üç ay içinde getirilen değişikliğe istinaden yeniden teşekkül ettirilmesi ile Cumhurbaşkanı için öngörülen propaganda yasaklarında hukuki boşluk oluşturulması) başta demokratik hukuk devleti ve seçim güvenliği ilkeleri olmak üzere; Anayasa’nın 2, 5, 11, 13, 14, 17, 36, 37, 67, 68, 79, 138’inci maddelerine aykırı olması sebebiyle; telafisi imkansız zararlar ortaya çıkacağı için, iptal davası sonuçlanıncaya kadar ivedilikle yürürlüklerinin durdurulmasına ve iptallerine karar verilmesi talep edilmektedir.

Kanunun 5., 6. ve 12. maddeleriyle; çok partili yaşamımızın ilk yıllarından bugüne uygulanmış olan il ve ilçe seçim kurullarının başkanlarının ve üyelerinin kıdem esasına göre belirlenmesi kuralının yerine, kurul başkan ve üyelerinin birinci sınıfa ayrılmış hakimler arasından kura ile belirlenmesi ve halihazırda yaklaşık iki yıl görev süreleri bulunan kıdemli kurul başkan ve üyelerinin yerine (Anayasa’ya aykırı şekilde) kurayla belirlenecek yeni kurul başkan ve üyelerinin yerleştirilmesi öngörülmektedir.

Ayrıca, Ocak 2022’de yürürlükteki Kanun’a göre oluşmuş olan ve iki yıl görev yapması gereken seçim kurullarının lağvedilecek olması ise Anayasa’nın amir hükümlerini açıkça ihlal etmektedir. Anlaşılmaktadır ki, son yıllarda AKP teşkilatıyla organik ya da dolaylı bağı olduğu için yargıç yapılan kişilerin birkaç ay içinde kurayla seçim kurulu başkan ve üyelerinin olmasını ve böylece önümüzdeki seçimlerin partizanca gerçekleştirilmesi tasarlamaktadır. Bu bakımdan yaklaşık iki yıl görev süresi olan ve seçim hukukunu uygulayan kurulların lağvedilmesi, Anayasa madde 79’daki ‘seçimler, yargı organlarının genel yönetimi ve denetimi altında yapılır’ kuralına, madde 138’deki ‘mahkemelerin bağımsızlığı’ ilkesine ve madde 139’daki ‘hakimlik ve savcılık teminatlarına’ açıkça aykırıdır.

Kanunun, seçim yasaklarına ilişkin maddesinde, parti genel başkanı ve aday olan yürütme yetkisini tek başına kullanan Cumhurbaşkanı’nın dahil edilmemiş olması, ‘tarafsız’, ‘eşit’, ‘serbest’ ve ‘adil’ seçim olanağını ortadan kaldırmaktadır. Bu durum, devleti adeta “aday” konumuna taşımaktadır. Parlamenter rejimin geçerli olduğu dönemde başbakan ve bakanlar kurulunun sahip olduğu tüm yetkilere bugün tek başına sahip konumda bulunan ve uygulamada parti genel başkanı olan Cumhurbaşkanı’nın bu yasaklardan bağışık tutulması, kabul edilebilir değildir. Ayrıca ‘Cumhurbaşkanı yardımcıları’ da Cumhurbaşkanı ile birlikte yasaklar kapsamına dahil edilmelidir.”

Paylaşın

Cizre JİTEM Davası Anayasa Mahkemesi’ne Taşındı

Şırnak’ın Cizre İlçesi’nde 1993 ile 1995 yıllarında 21 kişinin gözaltında kaybedilmesi ve faili meçhul cinayetle öldürülmesiyle ile ilgili dava dosyası Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) taşındı.

MA’dan Ahmet Kanbal’ın haberine göre, beraat kararının Yargıtay tarafından onanması üzerine müştekiler Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuruda bulundu.

Müştekilerden Hediye Başkak ve diğer beş başvurucu adına avukat Veysel Vesek, başvuruda, “yaşam hakkının ihlali” ve dosyada “etkin bir soruşturma yürütülmediği” gerekçelerini sundu.

Avukat Vesek, dilekçesinde ortada insanlığa karşı işlenmiş bir suç olduğunu belirtirken, sanıklar hakkındaki beraat kararı nedeniyle ihlal kararı verilmesini talep etti.

21 kişinin zorla kaybedilmesi ve yasadışı keyfi infaz edilmesi ile suç işlemek için örgüt kurmak suçlarından yargılanan dönemin Cizre İlçe Jandarma Komutanı, emekli Jandarma Kıdemli Albay Cemal Temizöz, eski Cizre Belediye Başkanı ve korucubaşı Kamil Atağ, Kukel Atağ, Tamer Atağ, Adem Yakin, Fırat Altın (Abdulhakim Güven), Hıdır Altuğ ve Burhanettin Kıyak 5 Kasım 2015’teki 49. duruşmada beraat etmişti.

Yargıtay 1. Ceza Dairesi, 21 kişinin kaçırılarak infaz edilmesine ilişkin açılan JİTEM davasında dönemin Cizre İlçe Jandarma Komutanı emekli Albay Cemal Temizöz’ün arasında bulunduğu sekiz sanığa verilen beraat kararlarını ikiye karşı üç oyla onamıştı.

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, 14 Temmuz 2009’da Jandarma Kıdemli Albay Cemal Temizöz ve diğer sanıklar hakkında 1993-1995 arasında 20 sivilin öldürülmesi suçlarından iddianame düzenledi.

Sanıklar, “cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak ve bu teşekküle katılarak mensubu olmak, insan öldürmeye azmettirmek ve insan öldürmek” ile suçlandı.

Sanıklardan Cemal Temizöz’ün dokuz, Kamil Atağ’ın yedi, Temer Atağ’ın iki, Adem Yakin’ın yedi, Hıdır Altuğ’un üç, Fırat Altın’ın (Abdulhakim Güven) altı, Kukel Atağ’ın ise bir kez ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılmaları istendi.

Sorgu/infaz timi

İddianamede, 1993-95 yılları arasında Cizre İlçe Jandarma Bölük Komutanı olan Cemal Temizöz’ün; Bedran/Şahin kod isimli Adem Yakin, Ferit kod isimli Fırat Aydın ve Tayfur kod isimli Hıdır Altuğ ile gerçek isimleri tespit edilemeyen uzman çavuşlar Yavuz Güneş, Selim Hoca, Cabbar ve Tuna kod isimlerini kullanan kişilerden oluşan sivil bir sorgu/infaz timi kurduğu, bu grupla, PKK’ye yardım ettiğini düşündüğü ya da özel sebeplerden dolayı gözaltına aldığı 20 kişiyi “terörle mücadele” adı altında işkenceyle sorguladığı, zorla kaybettiği ya da öldürdüğü iddia edildi.

Tuna kod isimli kişinin bir trafik kazasında öldüğü ancak diğerlerinin gerçek isimleri belirlenemediği için haklarında kamu davası açılamadığı belirtildi.

En büyüğü 48, en küçüğü 12 yaşında

İddianamedeki faili meçhul cinayetlerin ilki 1993 yılı başında ve sonuncusu 1995 yılının Mayıs ayında gerçekleştirildi. Silopi’de yaşayan Abdullah Efelti’nin zorla kaybedilmesi dışında bütün maktuller Şırnak’ın Cizre ilçesi merkezinde ya da köylerinde yaşarken zorla kaybedildi ya da öldürüldü. En büyüğü 48, en küçüğü 12 yaşındaydı.

1993-1995 yılları arasında Cizre İlçe Jandarma Birlik Komutanı Jandarma Kıdemli Yüzbaşı Cemal Temizöz’dü. 1993 yılı başında Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Başbakan Süleyman Demirel, İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, Genel Kurmay Başkanı Doğan Güreş, Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis, OHAL Bölge Valisi Ünal Erkan’dı.

Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) verilerine göre 1991’de 31 olan faili meçhul cinayet mağduru sayısı 1992’de 362, 1993’te 467, 1994’te 423 ve 1995’te 166 oldu.

Nasıl başladı?

1993-1995 döneminde Cizre Belediye Başkanlığı görevini yürüten Kamil Atağ’ın kardeşi eski korucu Mehmet Nuri Binzet, 2009’da adli bir suçtan dolayı Midyat Cezaevi’nde tutuklu olduğu sırada Midyat Savcısı’na tanık olduğunu yazdığı ve Temizöz ve ekibi tarafından gerçekleştirildiğini ileri sürdüğü birçok eylemle ilgili beyanlarda bulundu.

Binzet gizli tanık olarak dinlendi ve soruşturma aşamasında dinlenen diğer iki gizli tanığın ifadeleri onun ifadesiyle örtüştü. Ancak gizli tanıklara gerekli koruma sağlanamadı ve kısa bir süre sonra deşifre oldular. Nuri Binzet de dâhil olmak üzere tüm gizli tanıklar, deşifre olduktan sonra ifadelerini geri çektiler.

Buna rağmen ifadelerin basına yansıması mağdur yakınlarının savcılığa başvurmasını sağladı.

Tanıklar ve avukatlara tehdit

2011 yılının Şubat ayında gerçekleştirilen duruşmada davanın tanıklarından dönemin Cizre Kaymakamı Osman Bulgurlu’nun, isimsiz bir mektupla tehdit edildiği ortaya çıktı. Daha sonra aynı mektubun davanın bir başka tanığına, dönemin Cizre Kaymakamı Şenol Bozacıoğlu’na da gönderildiği öğrenildi.

Bu imzasız mektupta, tanıklara sanıklar aleyhinde ifade vermemeleri konusunda uyarılarda bulunuluyordu.

Duruşmalar sırasında sanıklarla müdahil avukatlar arasında ciddi tartışmalar yaşandı ve zaman zaman avukatlardan bazıları mahkeme heyetinin önünde sanıklarca tehdit edildi.

Kamil Atağ ve Cemal Temizöz yakınlarının duruşmalara kalabalık bir grup halinde gelerek tanıklar ve mağdur yakınları üzerinde baskı kurmaya çalıştı.

Sanıklardan “ortak savunma”

Sanıkların tümü duruşmalar boyunca, bahsi geçen dönemde terörle mücadele ettiklerini, kendilerinin ödüllendirilmeleri gerekirken sanık olmalarının haksızlık olduğunu beyan ettiler.

Özellikle Temizöz savunmasını, ülkenin siyasi konjonktüründe ordu mensuplarını itibarsızlaştırmak için girişilen bir hesaplaşmanın mağduru ve baş aktörlerinden biri olduğu iddiası üzerinden yürüttü.

Davanın başlangıcından beri yaptığı savunmalarında dile getirdiği gibi dönemin koşullarında Cizre’nin “PKK tarafından ele geçirilmiş bir ilçe” iken kendisinin 1993 yılında ilçeye Jandarma Komutanı olarak atanmasının ardından bölgede çok büyük başarılar elde ettiğini, “PKK tarafından kullanılan bölge halkını terör örgütünün etkisinden kurtardığını ve ilçede huzuru sağladığını, kendisine bu görevleri için devlet tarafından pek çok takdirname ve ödül verildiğini” dile getirdi.

Benzer çizgide savunma yapan eski korucu lideri ve eski belediye başkanı Kamil Atağ da davanın başlangıcından beri savunmalarında ne yaptıysa devlet için ve devletin emriyle yaptığını, kendi insanlarıyla yine onların iyiliği için karşı karşıya kaldığını ve bu hizmetlerinin devlet tarafından o dönem takdirle karşılandığını ileri sürdü.

Paylaşın

HDP, Kapatma Davasında Savunmasını AYM’ye Sundu

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonu ve “HDP’yi savunuyoruz” hukuk ekibi, parti hakkında açılan kapatma davasına karşı hazırladıkları esas hakkındaki savunmayı Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) sundu.

HDP Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonundan Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Ümit Dede ve Avukat Maviş Aydın AYM önünde basın açıklaması yaptı.

“Savcının her iddiasına tek tek cevap verdik”

Ümit Dede, iddianamenin HDP’yi demokratik siyasetin dışına itme operasyonu olduğunu söyledi:

“Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yazılan iddianamenin kabul edilmesiyle birlikte ön savunmamızı AYM’ye sunmuştuk, sonra Başsavcılığın verdiği mütalaaya karşı da bugün esas hakkındaki savunmamızı mahkemeye verdik.

Biz iddianame tebliğ edildikten sonra bir tespitte bulunmuş, HDP’nin temelli kapatılması talebiyle hazırlanan iddianamenin siyasi bir belge olduğunu ifade etmiştik. Elbette bu tespiti yapmak için özellikle 2015 yılından beri HDP’ye yönelik yapılan saldırılara bakmak yeterli olacaktı.

Biz hukukçular iddianameyi satır satır inceledik ve bu tespitin sadece siyasi bir tespit olarak değil hukuki bir tespit olarak da doğru olduğunu gördük.

Türkiye’nin saygın hukukçuları ve AYM’nin kendisi de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından verilen ilk iddianamenin CMK’da aranan şartlara uygun olmadığını ve Anayasanın 68 ve 69’uncu maddelerine de aykırı olarak düzenlendiği tespit etmişti.

Ardından 7 Haziran tarihinde verilen ikinci iddianame de ilk iddianameden hiçbir farklılık içermiyordu. Ön savunmamızda iddianamenin siyasi bir belge olduğuna dair hususları ayrıntılı ifade ettik.

Esas hakkındaki savunmamızda da ayrıntılara inerek savcının her bir iddiasına tek tek cevap verdik; bu iddianamenin hukuka aykırı tanzim edildiğini, siyasi iktidar ve ortaklarının zorlaması sonucu Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına ısmarlama belge olarak hazırlatıldığını ortaya koyduk.

2015 yılından bugüne kadar HDP’ye yönelik gerçekleştirilen saldırıların son halkası olarak nitelendirdiğimiz bu belge, HDP’yi demokratik siyasetin dışına itme operasyonunun bir argümanı olarak kullanılıyor.”

“HDP 7 Haziran’la hedef haline geldi”

Dede, neden HDP’nin hedef haline geldiğinin, 7 Haziran seçim sonuçlarına bakıldığında görüleceğini söyledi:

“Yine 2019 yerel seçimlerine bakıldığında neden HDP’nin iktidar ve ortakları tarafından hedef haline getirildiği görülecektir.

Elbette Türkiye’de demokrasi ve özgürlük mücadelesi veren, hukukun üstünlüğünü savunan tek güç HDP değil; fakat bunları bünyesinde toplayan, kadın özgürlük mücadelesinden ekoloji mücadelesine kadar, Kürt halkının taleplerinin kabul edilmesinden barış hakkını savunmaya kadar tüm bu taleplerin savunucularını kendi bünyesinde barındırabilmiş ve her birinin özgünlüğünü kurmak suretiyle birlikte mücadele etmenin formülünü bulabilmiş, bunu hayata geçirebilmiş dünyadaki tek örnek olması da hedef haline getirilmesinin sebebidir.

“İddianame CMK’da belirtilen şartları taşımıyor”

HDP’nin kapatılması kisvesi altında dile getirilmiş olsa da kadın özgürlük mücadelesinin de Kürt halkının özgürlük mücadelesinin de ekoloji mücadelesinin de bu iddianamede hedef haline getirildiğini gördük.

Siyasi bir belgedir, CMK’da belirtilen şartları taşımıyor, Anayasada belirtilen şartları taşımıyor dedik. Birkaç örnek vermek bu iddianamenin ruhunu göstermek açısından önemlidir.

AYM ilk iddianameyi iade ederken “Kişilerin kimliğini bile doğru tespit edememişsin” demişti Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına. İkinci iddianamede Başsavcının yine kişilerin kimliklerini tespit ederken hataya düştüğünü gördük.

Bir başka kişi ile ilgili iddiaları davaya koyup başka bir kişinin siyaseten yasaklanmasını talep etmiş ve bu kişi HDP’li değil. Fakat HDP’nin kapatma davasının konusu olmuş.

AYM ayrıca “Dosya içerisine koyduğun kişilerin HDP üyesi olup olmadığını, HDP’de bir görev yapıp yapmadığını tespit etmemişsin” demişti Başsavcılığa. “Bizi ancak HDP’nin üyesi olduğu dönemde işlediği fiiller ilgilendirir,” demişti, fakat iddianameye baktığımızda başta HDP EŞ Genel Başkanlığı görevini yürütmüş arkadaşlarımız olmak üzere HDP’li olmadan hatta HDP kurulmadan önce işlenen fiillerin yine AYM iade kararına ve CMK’ya aykırı bir şekilde ikinci iddianameye de konulduğuna tanıklık ettik.

“İddianame Anayasadaki şartları taşımıyor”

Başsavcının yapması gereken neydi, AYM’nin istediği neydi aslında? Anayasanın 69’uncu maddesinde belirtildiği üzere HDP merkez organlarının Anayasa 68’de belirtilen fiillerin odağı olma halini gerçekleştirip gerçekleştirmediği, üyelerinin faaliyetlerinin bu kapsamda zımnen ya da açıkça benimseyip benimsenmediğini sormuştu Başsavcıya.

Fakat buna ilişkin mütalaasında tek bir değerlendirmesi bulunmamaktadır. Tek bir merkez organının HDP’nin PM’sinin, MYK’sının, Meclis Grubunun tek bir açıklamasını, tek bir faaliyetini ve fiilini iddianameye koymadan Başsavcı HDP’nin odak olma iddiasını gösterme cüretini göstermiştir.

Bütünen değerlendirdiğimizde bu iddianame CMK’da Anayasanın 68 ve 69’uncu maddelerinde belirtilen şartları asla taşımamaktadır.

“Demokrasi mücadelesi hedef alındı”

Bu belge, siyaseten HDP’yi demokratik siyasetin dışına itme amacıyla yazılmıştır. İddianameyle HDP’yi tasfiye operasyonlarına hukuki bir kılıf uydurulmak istenmiştir, fakat Cumhuriyet Başsavcısı bu kılıfı uyduramamıştır.

HDP’ye dönük geliştirilen bu kapatma saldırısıyla Türkiye’deki demokrasi mücadelesi bir bütünen hedef haline getirilmekle birlikte bu mücadelenin en dinamik kesimleri olan Kürt halkının özgürlük ve barış talepleri, kadınların özgürlük mücadeleleri ve talepleri özellikle hedef haline getirilmiştir.”

25 Kasım ve 8 Mart ile “örgüt bağlantısı”

Avukat Maviş Aydın da şu bilgileri verdi:

“İddianameye, hem HDP’nin temsil ettiği ideolojiyi hem de özelde kadın mücadelesini siyasi alanın dışına itme belgesi olarak yaklaştık.

İddianamede 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü, 8 Mart Kadınlar Günü gibi eylemlerin suç isnadı olarak yer alması ve suçlama konusu yapılması kadınların özgürlük mücadelesine karşı bir tehdittir. Bu tehdidin boyutunu AYM’nin ciddi ve titizlikle değerlendirmesi gerektiğini düşünüyorum.

Kadınların aktif olarak siyasette yer alması gerektiğini düşünüyoruz. Kadınların siyaset dışına itilmesinin ciddi riskler taşıdığını, bugüne kadar kadınların kazandığı bütün haklara zarar vereceğini düşünüyoruz.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca eşbaşkanlık sistemi üzerinden ve kadınların eylemleri üzerinden örgüt bağlantısı kurulmasını kadın mücadelesine karşı tehdit olarak görüyoruz.

Bu savunma içerisinde kadınlara ayrılmış bölümün, HDP’nin kadın mücadelesine bakışının neticesinde sadece kadınlar tarafından yazıldığını belirtelim.

HDP’li kadınlar, kadın hukukçular ve kadın milletvekilleri olarak, kadın mücadelesi tarihine ve yasak istenen yüzlerce kadının siyaset dışına itilmesiyle nelerin zarar göreceğine ilişkin kapsamlı değerlendirmeler yaptık.”

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

CHP, Seçim Yasası’nı AYM’ye Taşıdı

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), AK Parti ve MHP’nin ortak imzasıyla Meclis’e sunulan ve geçtiğimiz günlerde yasalaşan Milletvekili Seçimi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’u Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) taşıdı.

Başvuruya ilişkin CHP’den yapılan açıklamada, seçim kanununun seçim kurullarını düzenleyen 5-6, Cumhurbaşkanını propaganda yasakları dışında tutan 11 ve seçim kurullarının 3 ay içinde yenilenmesini öngören 12. maddelerinin iptali için hazırlanan dilekçenin, AYM’ye iletildiği belirtildi.

Söz konusu maddelerin, telafisi imkansız zararlar ortaya çıkacağı için iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına ve iptallerine karar verilmesi talep edilen başvuru dilekçesinde şu görüşlere yer verildi:

“7393 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 5, 6, 11 ve 12’nci maddeleriyle 298 sayılı Kanun’da yapılan değişiklikler (il ve ilçe seçim kurullarında görev alan hakimlerin kıdem esası yerine ad çekme usulüyle belirlenmesi ve mevcut kurulların üç ay içinde getirilen değişikliğe istinaden yeniden teşekkül ettirilmesi ile Cumhurbaşkanı için öngörülen propaganda yasaklarında hukuki boşluk oluşturulması) başta demokratik hukuk devleti ve seçim güvenliği ilkeleri olmak üzere; Anayasa’nın 2, 5, 11, 13, 14, 17, 36, 37, 67, 68, 79, 138’inci maddelerine aykırı olması sebebiyle; telafisi imkansız zararlar ortaya çıkacağı için, iptal davası sonuçlanıncaya kadar ivedilikle yürürlüklerinin durdurulmasına ve iptallerine karar verilmesi talep edilmektedir.

Kanunun 5., 6. ve 12. maddeleriyle; çok partili yaşamımızın ilk yıllarından bugüne uygulanmış olan il ve ilçe seçim kurullarının başkanlarının ve üyelerinin kıdem esasına göre belirlenmesi kuralının yerine, kurul başkan ve üyelerinin birinci sınıfa ayrılmış hakimler arasından kura ile belirlenmesi ve halihazırda yaklaşık iki yıl görev süreleri bulunan kıdemli kurul başkan ve üyelerinin yerine (Anayasa’ya aykırı şekilde) kurayla belirlenecek yeni kurul başkan ve üyelerinin yerleştirilmesi öngörülmektedir.

Ayrıca, Ocak 2022’de yürürlükteki Kanun’a göre oluşmuş olan ve iki yıl görev yapması gereken seçim kurullarının lağvedilecek olması ise Anayasa’nın amir hükümlerini açıkça ihlal etmektedir. Anlaşılmaktadır ki, son yıllarda AKP teşkilatıyla organik ya da dolaylı bağı olduğu için yargıç yapılan kişilerin birkaç ay içinde kurayla seçim kurulu başkan ve üyelerinin olmasını ve böylece önümüzdeki seçimlerin partizanca gerçekleştirilmesi tasarlamaktadır. Bu bakımdan yaklaşık iki yıl görev süresi olan ve seçim hukukunu uygulayan kurulların lağvedilmesi, Anayasa madde 79’daki ‘seçimler, yargı organlarının genel yönetimi ve denetimi altında yapılır’ kuralına, madde 138’deki ‘mahkemelerin bağımsızlığı’ ilkesine ve madde 139’daki ‘hakimlik ve savcılık teminatlarına’ açıkça aykırıdır.

Kanunun, seçim yasaklarına ilişkin maddesinde, parti genel başkanı ve aday olan yürütme yetkisini tek başına kullanan Cumhurbaşkanı’nın dahil edilmemiş olması, ‘tarafsız’, ‘eşit’, ‘serbest’ ve ‘adil’ seçim olanağını ortadan kaldırmaktadır. Bu durum, devleti adeta “aday” konumuna taşımaktadır. Parlamenter rejimin geçerli olduğu dönemde başbakan ve bakanlar kurulunun sahip olduğu tüm yetkilere bugün tek başına sahip konumda bulunan ve uygulamada parti genel başkanı olan Cumhurbaşkanı’nın bu yasaklardan bağışık tutulması, kabul edilebilir değildir. Ayrıca ‘Cumhurbaşkanı yardımcıları’ da Cumhurbaşkanı ile birlikte yasaklar kapsamına dahil edilmelidir.”

Paylaşın

CHP ‘Seçim Kanunu’ İçin AYM’ye Gidiyor!

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmasının ardından Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Seçim Kanunu’ndaki 3 madde için Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvuracak.

Haber Merkezi / Başvuruda, il ve ilçe seçim kurullarının oluşumları, kıdemli hakimler yerine birinci sınıf hakimler arasından kura çekimi ve üç ay içinde seçim kurullarının yeniden oluşturulması yönündeki düzenlemelerin Anayasa’ya aykırı olduğu için yürütmesinin durdurulması ve iptali talep edilecek.

Seçim Kanunu’ndaki değişiklikler

Milletvekili Seçimi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, Resmi Gazete’de yayımlandı. Kanuna göre, seçimlerde yüzde 10 olarak uygulanan ülke seçim barajı yüzde 7’ye indirildi.

İttifakın aldığı oy toplamı ülke barajını geçtiği takdirde, seçim çevrelerinde milletvekili hesabı ve dağılımı, ittifak içinde yer alan her bir partinin o seçim çevresinde almış olduğu oy sayısı dikkate alınarak yapılacak.

İttifakı oluşturan siyasi partilerin her birinin çıkaracağı milletvekili sayısı, her seçim bölgesinde ittifak içinde elde ettiği oy sayısı esas alınarak genel D’Hondt uygulaması ile belirlenecek.

Seçime katılma yeterliliği elde eden parti, Siyasi Partiler Kanunu’nda öngörülen ve parti tüzüğünde belirtilen süreler içerisinde ilçe, il ve büyük kongrelerini üst üste iki defa yapmamışsa seçime katılma yeterliliğini kaybedecek. Salt TBMM’de grup kurmuş olmak, seçime katılabilmenin yeter şartından biri olamayacak.

Görme engelli seçmenlerin oyun gizliliği esasına uygun şekilde oy kullanabilmelerine imkan sağlanacak. Bu kapsamda Yüksek Seçim Kurulu (YSK), görme engelli seçmenlerin kullanabilmesi için oy pusulalarına uygun şablon sağlayacak.

Seçim kurulunun belirlenmesi

İl seçim kurulu, bir başkan, iki asıl üye ile iki yedek üyeden oluşacak.

İl seçim kurulu başkanı ve asıl üyeleri ile yedek üyeleri, iki yılda bir ocak ayının son haftasında, il merkezinde görev yapan, kınama veya daha ağır disiplin cezası almamış, en az birinci sınıfa ayrılmış ve birinci sınıfa ayrılma niteliklerini kaybetmemiş hakimler arasından, adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonunca ad çekme suretiyle tespit edilecek.

Kurada ilk çıkan hakim başkan, sonraki iki hakim asıl ve son çıkan iki hakim yedek üye olarak belirlenecek. Ad çekmeye katılacak hakim sayısının beşten az olması durumunda, bu hakimler arasında ad çekme işlemi yapıldıktan sonra eksik kalan asıl ve yedek üyeler, en kıdemli hakimden başlayarak belirlenecek.

Ad çekmeye katılacak hakimin bulunmaması durumunda ise başkan ve asıl üyeler ile yedek üyeler en kıdemli hakimden başlayarak belirlenecek. Bu suretle kurulan il seçim kurulu iki yıl süre ile görev yapacak.

Kıdemin belirlenmesinde kınama veya daha ağır disiplin cezası almış olanlar diğerlerinden daha az kıdemli sayılacak.

İl seçim kurulu başkanlığının boşalması halinde asıl ve yedek üyelerden en kıdemli hakim il seçim kuruluna başkanlık edecek.

İlçelerde, ilçede görev yapan kınama veya daha ağır disiplin cezası almamış en az birinci sınıfa ayrılmış ve birinci sınıfa ayrılma niteliklerini kaybetmemiş hakimler arasından, merkez ilçelerde ise aynı nitelikleri taşıyan hakimler arasından adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonunca ad çekme suretiyle belirlenen hakim, kurulun başkanı olacak.

Ad çekmeye katılacak hakimin bulunmaması durumunda ise en kıdemli hakim kurulun başkanı olacak.

Seçmen kütüğünden güncelleme

Sandık kuruluna üye bildirme hakkı olan bir parti, oluru olmadan başka bir parti üyesini sandık kurulu üyesi olarak gösteremeyecek.

Mahalli İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında Kanun uyarınca yapılacak mahalli idareler genel seçimlerinde, yerleşim yeri adresine göre oluşturulan seçimin başlangıç tarihinden 3 ay önceki seçmen kütüğü üzerinden güncelleme yapılacak.

Kütük düzenlemesi nedeniyle seçmen hiçbir şekilde oy kullanma hakkından yoksun bırakılmayacak. Adresi kapanmış olması sebebiyle adres kayıt sisteminde görünmeyenlerin, Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğünün adres kayıt sisteminde bulunan en son geçerli adres bilgileri esas alınacak.

Muhtarlık bölgesi askı listelerinin askı süresi içinde bir seçim çevresinden diğerine yapılan seçmen nakil istemleri hakkında, ilçe seçim kurulu başkanı tarafından itiraz üzerine veya nakil isteminin şüpheli bir girişim olduğu kanaatine varılması üzerine, resen yapılacak araştırma ve inceleme neticesinde, nakil isteminin kabul edilmemesi halinde, seçmen kaydı dondurulamayacak ve bir önce kayıtlı olduğu adreste seçmen kaydı devam edecek.

İl seçim kurulu başkan ve üyeleri ile ilçe seçim kurulu başkanları, kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren 3 ay içinde yapılan değişikliklere göre yeniden belirlenecek. Bu şekilde belirlenen başkan ve üyeler, önceki başkan ve üyelerin görev süresini tamamlayacak.

Yasayla Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne paralel olarak Seçim Kanunu’ndaki “başbakan” ibaresi kanundan çıkarıldı.

Paylaşın