Elazığ: Palu, Alacalı Mescit

Alacalı Mescit; Elazığ’ın Palu İlçesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Şehir içi ulaşım araçlarıyla ulaşım mümkündür.

Üzerinde kitabesi bulunmamaktadır. Selçuklu mimari özelliği taşıyan bu mescit siyah-beyaz kesme taşlarla yapıldığı için “Alacalı” ismini almıştır.

Kare planlı bir harim doğrultusunda son cemaat yerinden oluşan mescidin üstü sivri külahlıdır. Mescidin kuzey ve doğusu toprak altında kalmıştır.

Duvarları iki renkli taşlarla düzgün sıralı olarak örülmüştür. İçte sıralı moloz taş örgülü duvarlar üzerine tuğla kubbe oluşturulmuştur. 2017 yılında restorasyonu tamamlanmıştır.

Paylaşın

Elazığ’ın Anıtsal Tarihi Mezarları “Türbeler”

Elazığ, tarihi yapıları ve doğal güzellikleri ile gezilip görülmesi gereken kentler sıralamasında ilk sıralarda yer almaktadır. Elazığ’a yolu düşen hemen herkesin görmesi gereken yapılar arasında türbeler ve mescitlerde önemli bir yer tutmaktadır.

Haber Kaos ekibi olarak Elazığ il sınırları içinde bulunan türbeleri ve mescitleri sizler için derledik.

Arap Baba Mescidi ve Türbesi

Selçuklu hükümdarlarından IV. Kılıçarslan’ın oğlu, III. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında H. 678 yılında inşa edilmiştir.

Minaresi dıştan türbe ile mescidin tam orta kısmına gelen bölümde yapılmıştır. Kapısı mescidin içindedir. Kaidesi alttan beş sıra taş üstünde alçı ve sıva izi görülen ve hemen hiçbir Selçuklu Mescidinde bulunmayan, emsalsiz sırça bordürlüdür.

Mescit kare planlıdır. Selçuk üçgenleri ile kubbeye geçilir. Kubbe içinin kornişlerinin çinili olduğu bilinmektedir. Korniş ve çinilerle düzenlenen mihrabın üst kısmı, beş dişlidir. Büyük kemeri vardır. Arabesk plament ve su yolludur.

Türbenin alt kısmında ise Mumyalı bir ceset mevcuttur. Halk arasında Arap Baba diye anılır. Arap Baba ile ilgili çeşitli rivayetler anlatılmaktadır.

Ahi Musa Mescidi ve Türbesi

Türbede, Fatih’in neslinden gelen mücahit Ahi Musa Hervi (Herdi)’ye ve yakınlarına ait olduğu sanılan 4 mezar bulunmaktadır.

Bunlardan en uzun mezarın Ahi Musa’ya, diğerlerinden birisinin bu zattan sonra gelen ‘Esseyid Hasan’a, üçüncüsünün de ‘Seyid Ahmed’e ait olduğu rivayet edilmektedir. İlk giriş mescit kısmına olup, türbeye geçiş mescit içerisindendir.

Ahi Musa Mescidinin varlığı Harput’ta Ahiliğin varlığını göstermesi açısından önemlidir. Türbe 2012 yılında restore edilmiştir.

Alacalı Mescit

Harput’un Ağa Mahallesi’ndedir. 1202-1204’te Artuklular döneminde yapıldığı sanılmaktadır. Dikdörtgen planlı, küçük bir yapıdır.

Duvarlar kesme taş ve ağaç hatıllı moloz taştandır. İki renkli taş mimarisi ilginçtir. Mihraba dik iki geniş kemer, ana mekanı üç nefe bölmektedir. Mihrap, mermer mukarnas frizlidir.

Üç bölümlü ahşap tavanın kalem işleri ilginçtir. Geometrik örgü ve yıldız motifleriyle bezeli tavanda al, kara, lacivert renkler kullanılmıştır. Minaresi giriş kapısının üstündedir. Şerefeye dek ak-kara taşlarla dama biçiminde örülmüştür.

Elazığ kısa tarihi

Elazığ, Dogu Anadolu da Tarihi Harput Kalesinin bulundugu tepenin eteginde kurulmus bir sehirdir. Deniz seviyesinden 1067 metre yükseklikte bulunan sehir hafif meyilli bir zemin üzerindedir. Elazığ ın yerlesim yeri olarak tarihi yeni olmakla beraber bölgenin tarihi oldukça eskidir. Bu nedenle Elazığ tarihini, Harput un tarihi ile birlikte ele almamız gerekir.

Mevcut tarihi kaynaklara göre Harput’un en eski sakinleri M.Ö. 2000 yıllarından itibaren Doğu Anadolu’ya yerleşen Hurrilerdir. Yine tarihi kayıtlara göre Hurrilerden sonra bölgenin Hitit hakimiyeti altına girdiğini görmekteyiz. Çok uzun sürmeyen Hitit hakimiyetinden sonra M.Ö. 9. Asırdan itibaren Doğu Anadolu’da devlet kuran Urartular Harput’ta uzun süre hüküm sürmüştür.

Bugün bile tarihi heybetiyle ayakta duran Harput Kalesi Urartu devrinin izlerini taşımaktadır. Kale’de kaya içine oyulmuş merdivenler, tünel ve hücrelerle su yolu bulunduğu tespit edilmiştir. M.Ö. 9. Asırdan beri bu kalesiyle müstahkem mevkii olarak bilinen Harput, 4000 yıllık bir maziye sahiptir. Harput isminin ilk hecesi olan Har, taş (kaya) anlamına, son hecesi olan put (berd) ise kale anlamına gelmektedir. Günümüz Türkçe’si ile Taş Kale anlamını taşımaktadır.

Harput’un tarihini derinliğine incelediğimizde, M.S. 1. asırdan 3. asra kadar, zaman zaman Romalıların siyasi ve askeri nüfuzunda kaldığını görmekteyiz. Ancak Romalıları Anadolu’dan çıkarmak için uzun ve çetin mücadeleler yapan Pontus Kralı Mithradates devrinde ve ondan sonraki zamanlarda bir takım eller değiştirdiği de bilinmektedir. Bununla beraber, Miladi 3. asırda, İmparator Dioclatianus zamanından itibaren Harput bölgesi tamamen Roma İmparatorluğuna bağlanmıştır.

Daha sonra Sasanilerle, Bizanslılar arasında devam eden harplerde daima ihtilaf hududu olarak görülen ve zaman zaman Sasanilerin, zaman zaman Bizanslıların hakimiyetine girerek el değiştiren Harput’ta Bizans hakimiyetinin ilk devresi 7. asrin ortalarına rastlar. Ancak Hz. Ömer zamanında Suriye ve Irak’ı ele geçiren Arapların 7. asrin ortalarına doğru Harput ve çevresini de zapt ettiklerini görüyoruz. Bu şekilde başlayan Arap hakimiyeti, 10. asrin ortalarına kadar devam etmiştir. Romalılar devrinde olduğu gibi, Araplar devrinde de Harput’ta etkin bir ize rastlanmamıştır. Bölge, daha çok Bizans ve Arap siyasi ve askeri gücünün gövde gösterilerine sahne olmuştur.

Harput’un Bizanslıların hakimiyetine ikinci defa geçişi 10. asra rastlar. Bizanslıların İslam alemine karsı giriştikleri büyük seferlerin ilk hedefi daima Harput olmuştur. Nitekim, ilk taarruzda Bizanslılar Harput’u ele geçirmişler ve burada bir vilayet teşkilatı kurarak kaleleri tahkim etmişlerdir. Bizans tarihinde Harput, bugünkü söyleyişe çok yakın olarak “Harpote” diye geçmektedir. Aslında Harput bölgesi de “Mesopotamia” olarak adlandırılmaktadır. Harput’ta Bizans hakimiyeti aşağı yukarı 11. asrin sonuna kadar devam etmiştir.

Harput ve çevresi, 26 Ağustos 1071 Malazgirt muharebesinden sonra kesin olmamakla beraber 1085 yılında Türklerin eline geçmiştir. Bu ise Selçuklular devrine rastlamaktadır. Harput’un ilk Türk hakimi Çubuk Bey’dir. Çubuk Bey, burada diğer Selçuk ümerası gibi Selçuklu Sultanına bağlı olmak şartıyla bir Hükümet kurmuştur. Kendisine oğlu Mehmet Bey, halef olduğu içindir ki, Harput tarihinde bu devire “Çubukoğulları Devri” denir. Çubukoğulları ve onlarla birlikte gelen Türkmenlerin Harput halkının ecdadını teşkil ettiğine şüphe kalmamıştır.

Harput’un Türkler tarafından alınmasına kadar sadece müstahkem bir kale hüviyetinde kalan bu yer, Türklerle beraber büyüyen bir şehir haline gelmiştir. Çubukogulları devrinden sonra Harput’ta “Artukoğulları Devri” baslar. 12. asrin ilk yıllarında başlayan bu devir, 1234 yılına kadar devam etmiştir. Artukoğullarının, Türkmenleriyle beraber Doğu Anadolu’ya gelip yerleşmelerinden sonradır ki bir kolda Harput’a gelmiştir. Bunlara bu sebeple “Harput Artukluları” denmektedir.

Artukoğulları devrinde; adı hala Harput ve Elazığ’da anılan Belek (Balak) Gazi’nin Harput’un yetiştirdiği en ünlü Türk Fatihi olduğu bilinmektedir. (1965 yılında Harput Turizm Derneği tarafından Belek Gazi’nin, at üstünde güzel bir heykeli yaptırılmıştır.) Onun en önemli hizmeti, Haçlı seferleri sırasında görülmüştür. Selahattin Eyyubi ile mukayese edenler bile olmuştur. (Tarihçiler son araştırmalar ışığında Balak Gazi’nin asil isminin “Belek Gazi” olduğunu ifade etmektedirler.)

Balakgazi’den sonra 1185 yılına kadar Harput’ta yine Artukoğullarından gelen Prensler, hüküm sürmüşlerdir. Bunlardan Fahrettin Karaaslan’ında Harput tarihinde unutulmaz yeri ve eserleri vardır. Karaaslan 1148-1174 yılları arasında Harput’ta hüküm sürmüş ve burada bulunan Ulu Camiyi yaptırmıştır.

1234 yılında Harput’ta Artık Hanedanının hakimiyeti son bulur ve Harput Selçuklu Hanedanına ilhak olunur. Selçuklular devrinde Harput, bir Subaşı tarafından idare edilmiş ve bu devirde ” Arap Baba Camii “ve bitişiğindeki türbe hariç önemli bir eser bırakılmamıştır.

Anadolu Selçuklularının bölgedeki hakimiyeti sona erince, 14. asırda Harput’ta bir müddet İlhanlıların daha sonra da Dulkadiroğulları’nın hüküm sürdüklerini görüyoruz. Uzun sürmeyen Dulkadiroğluları devrinden sonra da Harput, 1465 de Uzun Hasan tarafından raptedilmiş ve 40 yil kadar Akkoyunlular’ın idaresinde kalmıştır. Akkoyunlular’dan sonra 1507 yılında Harput, Sah İsmail’in idaresine geçmiştir. 1516 yılında Çaldıran muharebesi’nden sonra Osmanlı ordusu tarafından fethedilmiştir.

Osmanlı İdaresine geçen Harput, başlangıçta Diyarbakır Eyaletine bağlı bir sancak halinde teşkilatlandırılmıştır. 1530 tarihli bir kayda göre Harput’ta o zaman 14 Müslüman, 4 ermeni mahallesi vardı. Kamus-ül-a’lam’a göre ise 19. Asrin sonlarında Harput’ta 2670 ev, 843 dükkan, 10 cami, 10 medrese, 8 kütüphane ve kilise, 12 han ve 90 hamam bulunmakta idi.

Yukarıda tarihi devirlerinden kısaca bahsettiğimiz Harput, birbirine benzeyen sebeplerle tarihe karışan birçok eski Türk şehirleri gibi nihayet terkedilmiş ve yerini bugünkü Elazığ’a bırakmıştır. Bugünkü Elazığ, II. Mahmut zamanında, 1834 yılında sark vilayetlerinde ıslahata ve devlet otoritesini yeniden kurmaya memur edilen Reşit Mehmet Pasa zamanında halk arasında ” Mezra ” denilen şimdiki yerine kurulmaya başlanmıştır.

Ayni yıl içinde (1834) hastane, kışla ve cephane binaları yapılmış Vilayet Merkezi Harput’tan buraya nakledilmiştir. Bu nakilde Harput’un artık bir hudut şehri olmaktan çıkması, ana yollara sapa kalması, bilhassa kış mevsiminde ulaşım güçlüğü ve mezranın güzel bir şehir kurulmasına elverişli bulunmaması rol oynamıştır.

Yeni kurulan şehir önceleri eyalet ve bilahare vilayet merkezi olmuş, bir ara Diyarbakır vilayetine bağlı bir Sancak haline gelmiştir. 1875’de Müstakil Mutasarrıflık, 1879’da da tekrar vilayet olmuştur. Osmanlı devletinin son yıllarında Malatya ve Dersim Sancakları da buraya bağlanmış 1921’de bu iki sancakta Elazığ’dan ayrılmıştır.

Sultan Addulaziz’in tahta çıkısının 5. yılında Hacı Ahmet İzzet Pasa devrinde buraya tayin edilen Vali İsmail paşanın teklifi ile 1867 yılında “Mamurat ül -Aziz” adı verilmiştir. Fakat telaffuzu güç olduğundan halk arasında kısaca “EL AZİZ” olarak söylenegelmiştir. Atatürk’ün 1937 yılında şehire teşrifleri sırasında “Azık İli” anlamına gelen “ELAZIK” adı verilmiş, bu isim daha sonra “ELAZIĞ”a dönüşmüştür.

Paylaşın