“Çözüm Süreci” döneminde Akil İnsanlar Heyeti’nde yer alan Ahmet Faruk Ünsal, “Kürt meselesi, sadece siyasal iktidarın meselesi değil. Türkiye’nin genetik kodlarıyla alakalı, ta kuruluşundan bu yana getirmiş olduğu ontolojik bir problem. O yüzden bir iktidarın ya da bir siyasi partinin problemi değil, bir devlet problemidir en nihayetinde” dedi.
Ünsal, “Ama Türkiye’de halihazırda hüküm sürmekte olan siyasal irade, daha rasyonel düşünebilecek bir siyasal moment altına alınırsa -ki bu moment muhtemelen aydınlar, sivil toplum kuruluşları, toplumun dinamik aktörlerinin siyasal iktidarı zorlamasıyla inşa edilebilir- o zaman bir barış süreci mümkün olabilir” ifadelerini kullandı.
Akil İnsanlar Heyeti’nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi grubunda görev alan siyasetçi ve insan hakları savunucusu Ahmet Faruk Ünsal ile süreçte yaşananları, yeni bir “çözüm” sürecinin ihtimalini ve nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini Bianet‘e açıkladı.
Dünyanın “hakikaten ve acilen barışa ihtiyaç duyduğunu” belirten Ünsal, bozulan çözüm sürecine dair “Bu barış ihtiyacını karşılayacak siyasi irade oluşur mu, çok net bir şekilde görebildiğimi söyleyemem. Akil İnsanlar Heyeti bağlamında Kürt sorununa yönelik Türkiye merkezli çözüm süreci ya da barış süreci dediğimiz süreç, çok önemli bir girişimdi. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa Kürt siyasal hareketini muhatap öznesi olarak kabul ettiği bir süreç yürütüldü” diye konuştu.
“Sorunlar aşılabilirdi”
Sürecin akamete uğraması meselesinin üzerinde biraz durmak gerektiğini kaydeden Ünsal, “Karşılıklı, her iki taraftan da hatalar yapıldı. Hem devlet tarafından hem de onun muhatapları tarafından yapılması gerekip de yapılmayan, eksik bırakılan ya da samimiyet, güven, itimat noktasında birtakım eksiklikler nedeniyle olması gereken ilerlemeler maalesef olamadı. Ama süreç, düzgün bir sisteme bağlanmış olsaydı, başka coğrafyaların örnekliğinden daha iyi yararlanılabilseydi bu sorunlar aşılabilirdi” dedi.
“Fakat eğer düzgün mekanizmalar kurulabilmiş olsaydı, bütün bu dış gelişmelerin olumsuz etkilerinin üzerinden gelmek mümkün olabilirdi” diyen Ünsal, Akil İnsanlar Heyeti’nin barış ihtiyacının bütün Türkiye’de iki ay boyunca çok yüksek volümde gündemleşmesini ve barışa dönük talebin yaygınlaştırılmasını sağladığını söyledi.
“Bu süreçte yaşanan en önemli eksiklik tarafların verdikleri sözleri yerine getirip getirmediğini denetleyecek bir gözlem heyetinin inşa edilememiş olmasıydı. Bir gözlem heyeti inşa edilebilmiş olsaydı, her iki tarafın birbirlerine verdikleri sözleri ne kadarını tutup, ne kadarını tutmadıklarını denetleyebilir veya bir güven bunalımı oluştuğunda bunu aşacak arabulucu iradenin ortaya çıkmasını mümkün kılabilirdi.”
“Arabulucu irade” ile neyi kastettiğine dair açıklama yapan Ünsal şunları ifade etti: “Etnik temelli problemlerde kimi zaman uluslararası ölçekte gözlem heyetleri devreye giriyor. İrlanda’da ABD bunu yapmıştı. Kolombiya’da arabulucular oldu. Şu anda Filipinler-Moro’da Türkiye’nin de bir parçası olduğu bir gözlem heyeti, Moro İslami Kurtuluş Cephesi’yle Filipinler hükümeti arasındaki barış sürecinde bir anlamda kolaylaştırıcılık, arabuluculuk yapıyor; gözlem faaliyeti yürütüyor.”
Ünsal, “Türkiye kendi ulusal kapasitesiyle her iki tarafın saygı duyabileceği saygın, akil, sözü dinlenen, adil insan havuzundan beş-altı kişilik bir heyet çıkartabilseydi, hem Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hem de muhatabı PKK’nin güven bunalımlarında devreye girebilir ya da ev ödevlerini yapıp yapmadığını bir şekilde gözleyip ara buluculuk yürütebilirdi. Bir daha böyle bir teşebbüs olursa, mutlak surette yapılması gereken şey, bir gözlem ve denetim heyetinin mümkünse uluslararası değil, Türkiye’nin kendi ulusal potansiyeli kullanılarak oluşturulmasıdır” dedi.
“Süreç başarılı olsaydı…”
Ünsal’a göre süreç devam edip de başarılı olsaydı, bugün Türkiye’de oluşacak siyasi, ekonomik ve toplumsal tabloya dair şunları söyledi:
“Bence birincisi Suriye meselesi bugün olduğu gibi bir kriz halinden çıkardı. Rojava coğrafyası, Türkiye’yle ilişkilerini çok daha dostane, barışçı ve işbirliği temelli bir hal alabilirdi. Bunun hem Suriye’nin yeni anayasasının yazılması sürecine, hem Suriye’nin yeni anayasası örnekliğinde Orta Doğu’ya önemli bir model olabileceği kanaatindeyim. Barış süreci sadece Türkiye’ye ve ona komşu olan Suriye ve Irak’a değil, İran da dâhil olmak üzere Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, hatta Mısır gibi Ortadoğu ülkelerine, bir arada yaşamanın mümkün ve ekonomik modelini sunabilirdi.”
“Türkiye’de askeri operasyonlar ve asayiş ihtiyaçları nedeniyle harcanan kaynakların önemli bir kısmı, insani gelişmeye harcanırdı. Hastaneler, yollar, okullar, diğer imar faaliyetleri, iş alanları gibi konulara yatırım artardı. Bir de Türkiye, yani bir barış ülkesi olarak hem komşularına hem dünyaya çok daha itibarlı, kendi ürünlerini satan, oradan yatırımcıların çok rahat gelebileceği bir ülkeye dönüşürdü. Esasında şunu söylemek isterim; Türkiye’nin elbette ekonomik potansiyeli, yetişmiş insan gücü, teknolojik altyapısı son derece önemli. Şüphesiz ki bunlar bir ekonomik değer ifade ediyor ama Türkiye’nin en büyük ihraç ürünü barış olmalı idi. Barışı ihraç edebiliyor olsaydık, mevcut ekonomik potansiyelin üreteceği zenginlik normal koşullarda üretilen zenginlikten katbekat daha fazla olurdu.”
Akil İnsanlar Heyeti’nin süreçte aldığı role değinen Ünsal, “Birincisi, muhataplığın yani Kürt sorununda devlet açısından bir muhataplığın toplum nezdinde kabul edilebilir olduğu mesajını yaygınlaştırdı. Bunu bütün Türkiye sathında yaptı. İkincisi barışın önemi, savaşın maliyeti ve barışın getireceği potansiyel iyilik ve avantajlar konusunda toplum, ciddi anlamda bir düşünce fırtınasına muhatap oldu. Bunlar değerliydi tabii. O yüzden sürecin toplum nezdinde kabul edilebilir olmasını sağlayan sadece iktidar partisi değil, heyetin çabalarıydı da. Sadece iktidar partisinin yürüttüğü bir iş ve işlem, siyasal muhatapları nezdinde doğal olarak muhalefet motivasyonuyla karşılık buluyor” dedi.
“Muhalefet partileri işin içerisine daha fazla çekilebilirdi ama…”
“Hâlbuki Kürt meselesi, sadece siyasal iktidarın meselesi değil. Türkiye’nin genetik kodlarıyla alakalı, ta kuruluşundan bu yana getirmiş olduğu ontolojik bir problem. O yüzden bir iktidarın ya da bir siyasi partinin problemi değil, bir devlet problemidir en nihayetinde. Muhalefet partileri işin içerisine daha fazla çekilebilirdi ama onlar da anladığım kadarıyla konuya biraz politik motivasyonla, bir muhalefet motivasyonuyla yaklaştı. Ama Meclis’in kalıcı bir komisyon inşa etmesi mümkün olabilirdi, tabii muhalefet buna ne kadar razı olurdu bilemiyorum.”
“Barışın inşası” konusunda üzerine tekrar bir görev düşerse, tabii ki “severek” yerine getireceğini söyleyen Ünsal, “Bundan sonra böyle bir süreç olursa, barışı bütün topluma çok iyi anlatmak lazım. İlave olarak da mutlaka bir arabulucu heyet ya da gözlem faaliyeti yürütecek saygın insanlardan oluşan bir heyetle süreci güçlendirmek, desteklemek, yönetilebilir hale getirmek ve sonuçlandırmak gerek” diye konuştu.
Ünsal sözlerini şöyle sonlandırdı: “Ama Türkiye’de halihazırda hüküm sürmekte olan siyasal irade, daha rasyonel düşünebilecek bir siyasal moment altına alınırsa -ki bu moment muhtemelen aydınlar, sivil toplum kuruluşları, toplumun dinamik aktörlerinin siyasal iktidarı zorlamasıyla inşa edilebilir- o zaman bir barış süreci mümkün olabilir. O zaman Türkiye uluslararası konjonktürün Suriye’de kendisine sağladığı ‘avantajları’, Suriye topraklarında asker bulundurma ve bu askeri varlığın zorlamasıyla Türkiye’deki sığınmacıları Kuzey Suriye’ye yerleştirerek Kürtlerle arasında bir Arap tamponu yerleştirme bakımından söylüyorum, o avantajları göz ardı edip kalıcı bir barışa doğru yönelebilir. O yüzden bizlere, sizlere, basına, baskı gruplarına siyasal iktidar üzerinde barış amaçlı bir moment oluşturma ödevi duruyor diyebilirim.”