AK Parti’de “Ekrem İmamoğlu” Çatlağı

Ekrem İmamoğlu’na siyasi yasak verilmesinin yolunu açacak olan “Ahmak Davası”, AK Parti’de iki farklı görüşe neden oldu. Bir grup “siyasi yasak gerek” derken diğer taraf ceza almasının kendisini daha da güçlendireceği yorumunu yapıyor.

Dava, son iki yıldır Türkiye’de “Temyiz Mahkemesi” olarak da kabul edilen Yargıtay’ın bir alt basamağı İstinaf Mahkemesi’nde görülmeye devam ediyor.

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem imamoğlu, 2019 yılında yenilenen belediye seçimlerinde dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya “31 Mart’ta seçimi iptal edenler ahmaktır” karşılığını verince yargı kıskacı altına girdi. İmamoğlu ile ilgili karar ise istinaf mahkemesi aşamasında. İmamoğlu’na siyasi yasak getirileceğine yönelik tartışmalar son dönemde AK Parti’de iki farklı görüşü ortaya koydu.

Cumhuriyet’ten Selda Güneysu’nun haberine göre; AK Parti’de bazı kurmaylar, “istinaf mahkemesinin İmamoğlu ile ilgili kararı onaması durumunda, İmamoğlu’nun siyasi aktör olarak daha da güçleneceği” değerlendirmelerini yapıyor.

Ayrıca partiden “Halk arasında ‘mağdur’ ve ‘İktidar tarafından engelleniyor’ algısı oluşabilir. Bu durumdan parti sorumlu tutulabilir. Ülke üzerinde yargının ‘bağımsız olmadığı’ değerlendirmeleri de kamuoyu önünde muhalefet cephesince tartıştırılır. Ülkenin bu tartışmaların içine çekilmemesi gerek. Bu nedenle İmamoğlu’na siyasi yasak gelmemeli” yorumları da geliyor.

AK Parti’de bazı kurmaylar ise bu görüşün tam tersini savunuyor. İmamoğlu’nun 2019 yılından bu yana “bir belediye başkanı gibi değil, ülkenin cumhurbaşkanı gibi davrandığı” da ileri sürülüyor. İmamoğlu’nun asıl hedefinin “2028 yılındaki cumhurbaşkanı seçimleri olduğu” ifade edilerek şu görüşler dillendiriliyor:

“İmamoğlu cumhurbaşkanı seçilmeyi hedefliyor. Yaptığı ziyaretlerde vatandaşları yanına topluyor. Vatandaşa üstü kapalı ‘Ben de buradayım’ mesajı veriyor. Yerel yönetimden çok iktidara yönelik ‘partisinin genel başkanı gibi yanıt veriyor.’ 2019 yılında da kamu görevlilerine hakaret ediyor. İstanbul’da pek çok sorun olmasına karşın ekranlarda iktidar üzerinden politika yürütüyor.

Bu yönüyle vatandaşların bir kısmından destek görüyor. Ancak bu durum söz konusu hakareti masum kılamaz. Bunun bir cezası olmalı. Kimse kamu görevlisine haraket etmemeli. Bununla birlikte İmamoğlu, 2028 yılındaki seçimlerde partisi tarafından aday gösterilebilir. Aday gösterilmese bile kendisi aday olmak isteyebilir. İmamoğlu’nun en başından beri hedefi bu.”

Siyasi yasak davası nedir?

Ekrem İmamoğlu, ilk kez İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığına seçildiği 2019 yılının kasım ayında Fransa’nın Strazburg kentinde düzenlenen Avrupa Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi’ne davetli olarak katılmış ve bir konuşma yapmıştı.

O dönem Türkiye İçişleri Bakanı olarak görev yapan AK Parti İstanbul Milletvekili Süleyman Soylu, İmamoğlu için “Avrupa Parlamentosu’na gidip, Türkiye’yi şikayet eden ahmağa söylüyorum. Bunun bedelini bu millet sana ödetecek” demişti.

İmamoğlu ise Soylu’ya “31 Mart’ta seçimi iptal edenler ve dünyada, Avrupa’da, onların gözünde nereye düştüğümüz noktasında, o olan şeylere, biten şeylere baktığımızda, tam da işte 31 Mart’ta seçimi iptal edenler ahmaktır. Önce ona bir odaklansın” cevabını vermişti.

Bunun üzerine Türkiye’deki seçimleri organize eden Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) üyeleri hakarete uğradıklarını ve mağdur olduklarını belirterek İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı’na yazılı suç duyurusunda bulunmuştu.

Başsavcılığın hazırladığı iddianamede “kurul halinde çalışan kamu görevlilerine karşı görevlerinden dolayı alenen hakaret” suçundan İmamoğlu’nun 1 yıl 3 ay 15 günden 4 yıl 1 aya kadar hapis cezasına çarptırılması istenmişti.

İstanbul Anadolu 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın ilk ayağında Ekrem İmamoğlu’na 2 yıl 7 ay 15 gün hapis ve siyasi yasak cezası verilmişti. Dava, son iki yıldır Türkiye’de “Temyiz Mahkemesi” olarak da kabul edilen Yargıtay’ın bir alt basamağı İstinaf Mahkemesi’nde görülmeye devam ediyor.

Paylaşın

Erdoğan: Birleşmiş Milletler İşlevsiz Bir Kuruma Dönüştü

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda konuşan Erdoğan, Birleşmiş Milletler’in giderek atıl ve işlevsiz bir kuruma dönüştüğünü belirterek, “Üzülerek görüyoruz ki son yıllarda BM kuruluş misyonunu ifa etmekte yetersiz kalıyor” dedi.

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD’nin New York kentinde Birleşmiş Milletler (BM) 79’uncu Genel Kurulu oturumuna hitap etti. Erdoğan’ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

“Sayın Başkan, değerli devlet ve hükümet başkanları, sayın genel sekreter, kıymetli delegeler sizleri şahsım, ülkem ve milletim adına en kalbi duygularımla, saygıyla selamlıyorum. BM Genel Kurulu’na bir kez daha seslenme fırsatı bulmaktan bahtiyarlık duyuyorum.

Genel kurul başkanlığını tamamlayan sayın Francis’i tebrik ediyorum görevi devralan sayın Yang’a başarılar diliyorum. Dost ve kardeş Filistin’in temsilcisinin üye ülkeler arasında hak ettiği yerde görmekten memnuniyeti ifade etmek istiyorum.

Filistinli tanımayan diğer devletleri de bu kritik dönemde tarihin doğru tarafında yer alarak Filistin devletini bir an evvel tanımaya davet ediyorum. Buradaki dostlarımın çoğunun ekranlarda seyrettiği krizleri biz an be an yaşıyor ve yönetmeye çalışıyoruz. Sizlere gerilimin uzağında değil kalbinde yer alan ülkenin lideri olarak sesleniyorum.

Şu an BM milyonlarca insanın hayatını kaybettiği II. Dünya Savaşı sonrasında uluslararası barışı ve güvenliği korumak amacıyla kuruldu. Küresel istikrar, huzur ve adalete beklentiler yeniden yeşermişti. Ancak üzülerek görüyoruz ki son yıllarda BM kuruluş misyonunu ifa etmekte yetersiz kalıyor, giderek işlevsiz, hantal ve atıl bir yapıya dönüşüyor.

Dünya beşten büyüktür şiarının temsil ettiği değerlere bugünlerde daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. 7 Ekim’den beri aralıksız süren İsrail tarafından saldırılarda 41 bin hayatını kaybetti. Çocuk, kadın 41 can hayattan koparıldı. 10 binden fazla Gazzeli’nin nerede olduğunu kimse bilmiyor. 100 bine yakın insan yaralandı, sakat kaldı.

172 gazeteci öldürüldü. Hayat kurtarmak için çalışan 500’ü aşkın sağlık görevlisi öldürüldü. Savaşta dahi dokunulmaması gereken 820 cami, 3 kiliseyi vurdular. Onlarca hastane, yüzlerce okul, hasta taşıyan 130’dan fazla ambulansı vurdular. BM şartını parçalayarak utanmadan tüm dünyaya, vicdan sahibi tüm insanlara bu kürsüden meydan okudular.

Dostlarım, İsrail’in temerküz kampına çevirdiği hapishanelerden sızan görüntüler nasıl bir zulümle karşı karşıya olduğumuzu net bir şekilde gösteriyor. Gazze dünyanın en büyük çocuk ve kadın mezarlığı haline gelmiştir. 17 binden fazla çocuk kurşun ve bombaların hedefi oldu.

Recep sadece 6 yaşındaydı, yakınlarıyla güvenli yer ararken araçları İsrail güçleri tarafından vuruldu. Dayısı, yengesi, kuzenleri herkes ölmüş sadece o hayatta kalmıştı. 12 boyunca çaresizce kurtarılmayı bekledi. ‘Beni almaya gelecek misiniz, korkuyorum’ diyerek yardım elinin kendisine uzanmasını bekledi.

Dünyamızın geldiği seviyeye, teknolojiye rağmen çatısı altında binlerce personel çalıştıran devasa bütçeli kuruluşlarımıza rağmen 8 milyarlık insanlık ailesi olarak 6 yaşındaki kız çocuğu, yaralı bir serçeyi maalesef kurtaramadık. Bir lokma kuru ekmek, su, çorba bulamadığı için yüzlerce Gazzeli çocuk öldü ve halen ölüyor.

Gazze’de aynı zamanda BM sistemi ölüyor, hakikat ölüyor. Batı’nın savunduğunu iddia ettiği değerler ölüyor. İnsanlığın daha adil dünyada yaşama umudu tek tek ölüyor.

Ey insan hakları örgütleri, Gazze’dekiler, Batı Şeria’dakiler insan değil mi? Filistin’deki çocukların okuma, yaşama, sokakta oynama hakkı yok mu? Ey uluslararası basın kuruluşları İsrail’in canlı yayında katlettiği gazeteciler sizin me meslektaşınız değil mi?

Ey BM Güvenlik Konseyi, Gazze soykırımının önüne geçmek, bu zulme dur demek için daha neyi bekliyorsunuz? Filistin halkıyla birlikte kendi vatandaşlarının canını tehlikeye atan katliam şebekesini durdurmak için daha neyi bekliyorsunuz?

“Uluslararası toplum kötü bir sınav verdi”

Ey İsrail’e kayıtsız, şartsız destek verenler, bu katliamı seyretmenin, vahşete ortak olmanın utancını daha ne kadar taşıyacaksınız. Gazze, Ramallah, Lübnan’da çocuklar ölürken, bebekler küvezde can verirken, maalesef uluslararası toplum da çok kötü sınav vermiştir.

Filistin’de yaşananlar çok büyük ahlaki çöküşün göstergesidir. Ülke liderlerin, uluslararası kuruluşların bu acı tablo üzerine düşünmesi gerektiğine inanıyorum. İsrail yönetimi temel insan haklarını hiçe sayarak bir millete, halka karşı etnik temizlik, apaçık soykırım uygulamakta, topraklarını adım adım işgal etmektedir.

Özgürlük, bağımsızlığı, temel hakları gaspedilen Filistinliler haklı biçimde bu işgale, etnik temizliğe karşı meşru direniş haklarını kullanmaktadır. Sergilediği haklı direniş gayrimeşru gösterilemeyecek kadar asildir, onurludur, kahramancadır.

Buradan bir kez daha canları pahasına vatanlarını savunan Filistinli kardeşlerimi yürekten selamlıyorum. İsrail’in Filistin halkına yönelik saldırganlığının tek nedeni bir avuç ülkenin İsrail’e olan kayıtsız şartsız desteğidir.

Etki sahibi ülkeler tavşana kaç, tazıya tut politikasıyla bu katliama açıkça ortak oluyor. Sahne önünde güya ateşkes için uğraşanlar arka planda İsrail’e silah ve mühimmat göndermeye devam ediyor. Bu tutarsızlık ve samimiyetsizliktir.

Mayıs ayından beri gidip gelen bir kâğıt var. Hamas ateşkes teklifini kabul ettiğini defalarca ilan etti. Ama İsrail hükümeti işi sürekli yokuşa sürerek ateşkese en yakın olduğunu özellikle müzakere ettiği muhatabını kalleşçe öldürerek, barışı istemeyen taraf olduğunu net bir şekilde gösterdi.

İsrail’in oyalama ve aldatma hamlelerine daha fazla prim verilmemelidir. 2735 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararının uygulanmadığı ortamda İsrail’e yönelik zorlayıcı tedbirler gündeme alınmalıdır.

İsrail’in tutumunun uluslararası toplumun Filistinli sivillere yönelik bir koruma mekanizması geliştirilmesi zaruridir. Nasıl Hitler insanlığın ittifakı ile durdurulmuşsa, Netanyahu ve cinayet şebekesi insanlığın ittifakı ile durdurulmalıdır.

Barış için birlik kararında mevcut olduğu gibi kuvvet kullanma tavsiyesinde bulunma yetkisinin bu süreçte mutlaka değerlendirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Acil ve kalıcı ateşkes sağlanmalı, mahkum takası gerçekleştirilmeli, insani yardımlar engelsiz ve kesintisiz olarak Gazze’ye ulaştırılmalıdır.

Kış mevsiminden önce zor koşullar altında hayatta kalmaya çalışan Gazze halkına yardım eli uzatmamız şarttır. Şu an Gazze’deki su kaynaklarının yüzde 70’i, fırınların yüzde 75’i tahrip edildi. Sağlık merkezlerinin yüzde 95’i kısmen veya tamamen zarar gördü.

150 bin konut tamamen, 200 bin konut kısmen yıkıldı. 80 bin konut oturulamaz hale geldi. Çocuk felci, hepatit ve bulaşıcı hastalıklar giderek artıyor. Gazze halkı ihtiyacı olan yardım miktarının dörtte birine ancak ulaşabiliyor. Türkiye olarak Filistinli kardeşlerimize yönelik insani yardım faaliyetlerini sürdürdük, sürdürüyoruz. Türkiye Gazze’ye en fazla yardım gönderen ülke konumundadır.

İsrail’le olan ticari işlemleri durdurarak konudaki hassasiyetimizi ortaya koyduk. Lübnan halkının ve hükümetinin de yanındayız. Artık hepimiz şu gerçeği görebiliyoruz. 41 bin insanı katledenler talimatı verenden, tetiğini çekene, bombayı bırakana kadar işledikleri suçların hesabını vermeden vicdanlar rahata kavuşamaz.

Yıkılan yok edilen, enkaza çevrilen şehirlerde oluşan milyarlarca dolarlık hasarın faturası faillerden mutlaka tazmin edilmelidir ve edilecektir.

İsrail’in işlediği suçların cezasız kalmaması için Uluslararası Adalet Divanı’nda açılan davayı destekliyoruz. Adaletin tecelli etmesi için her türlü adımı atacağız. Nablus’ta İsrail askerleri tarafından başından vurulan Ayşenur Ezgi Eygi kızımızın da kanının yerde kalmaması için her türlü mücadeleyi veriyoruz, vereceğiz.

Gazze’de ateşkes acil ihtiyaç olsa da asıl sorun Filistin topraklarının İsrail tarafından işgal edilmesidir. Bağımsız, egemen, coğrafi bütünlüğe haiz Filistin devletinin vücut bulması daha fazla ertelenemez. Mescid-i Aksa ve Harem-i Şerif’ eyönelik saldırıları da yakından takip ettiğimizi belirtmek isterim.

“Antisemitizme karşıyız”

Tayyip Erdoğan olarak bu kürsüde hamasetin diliyle konuşmuyorum. Vicdandan, ecdadımın duruşundan aldığım cesaretle konuşuyorum. Tarih boyunca daima mazlumun yanında, zalimin ve zulmün karşısında olmuş bir milletiz.

Bundan 500 yıl önce engizisyondan kaçan musevilere de Hitler’in toplama kampından kaçan yahudilere de kucak açtık. Ülke ve millet olarak İsrail halkına yönelik herhangi düşmanlığımız yoktur. Müslümanların inançlarından dolayı hedef alınmasına nasıl karşıysak antisemitizme aynı şekilde karşıyız.

Sorunumuz İsrail hükümetinin katliam politikalarıyladır, zalimle ve zulümledir. Şunu herkes bilsin ki; hakkı haykırmaktan çekinmeyiz. Birileri rahatsız olsa da doğruları söylemekten korkmayız. Haklının yanında durmaya, doğru bildiklerimizi acı da olsa söylemeye devam edeceğiz.

Buradan inanç, ülke, dil, din ayrımı yapmadan Filistin halkıyla dayanışma sergileyen, her hafta sokakları doldurarak Gazze’deki katliama sesini yükselten tüm yürekli insanlara, özellikle üniversiteli gençlere teşekkür ediyorum.

Suriye maalesef istikrardan uzaktır. Ekonomik ve insani durum vehametini koruyor. 2254 sayılı BMGK kararının temelinde milli uzlaşısının sağlanmasını temenni ediyoruz. Komşumuz Irak terörle mücadelesini sürdürürken, kalkınma, yeniden imar ve bölgesiyle bütünleşme yolunda kararlı adımlar atıyor. Uluslararası toplum Irak’ın bu faaliyetine destek vermelidir.

Kalkınma Yolu gibi girişimlerin hayata geçirilmesi çok ama çok önemlidir. Tüm bunlar PKK başta olmak üzere Irak’taki terör tehdidin bertaraf edilmesine bağlıdır.

Ukrayna’daki savaş üçüncü yılını bitirirken adil ve kalıcı barışın tesisinden hala uzaktayız. Silahlanma yarışı hızlandıkça diplomasinin alanı giderek daralıyor. Ukrayna’nın toprak bütünlüğü temelinde savaşın sona erdirilmesine yönelik çabalara desteğimizi daha da artıracağız.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni titizlikle uygulamaya devam edeceğiz. Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki barış sürecini destekliyoruz. Türkiye-Ermenistan kulvarında adımlar atıyoruz.

Ayrılmaz parçası olduğumuz Balkanların refah ve huzuru için yapıcı rol oynuyor, bölgedeki tüm aktörlerle yakın işbirliği içinde hareket ediyoruz. Bosna Hersek’in egemenliği, siyasi birliği, toprak bütünlüğünün önemini her platformda vurguluyoruz.

Belgad-Priştine diyalog sürecini destekliyoruz. Ege Denizi’nde tüm tarafların menfaatlerine saygı duyulan bir istikrar bölgesi olmasını istiyoruz.

Türkiye enerji ve çevre başta olmak üzere her konuda yapıcı işbirliğine hazırdır. Komşularımızdan aynı yaklaşımı bekliyoruz. Doğu Akdeniz’de en uzun kıyı şeridine sahip olan Türkiye’nin anahtar rolü yadsınamaz. Kıbrıs adasında Türkiye’nin, Kıbrıs Türkleri’nin hakları vardır.

Kıbrıs meselesine adil, kalıcı, sürdürebilir barış için samimi irade koyan taraf Kıbrıs Türkleri ve Türkiye’ydi. Federasyon modeli artık geçerliliğini tamamen yitirmiştir. Adada iki ayrı devlet ve iki ayrı halk vardır. Kıbrıs Türklerinin egemen eşitlik ve eşit uluslararası statüleri yeniden tecil edilmeli ve tecrit artık son bulmalıdır.

Bugün uluslararası toplumu bir kez daha Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanımaya, diplomatik, siyasi ve ekonomik ilişkiler kurmaya davet ediyorum. Libya’da ülkenin birlik ve muhafazasına aktif destek sağlıyoruz. Tüm devletleri Libya’nın yanında samimi şekilde yer almaya davet ediyoruz.

Sudan’daki çatışmaların sona ermesi için daha fazla çaba harcamalıyız. Yerlerinden edilmiş milyonlarca Sudanlıya insani yardım ulaştırılması noktasında hepimize sorumluluk düşüyor.

Eşit ortaklık ve karşılıklı saygı ilkeleri temelinde Afrika halklarıyla kıtanın barış, istikrar ve kalkınma çabalarına destek veriyoruz. Afrikalı kardeşlerimizle tam bir dayanışma içinde olmayı sürdüreceğiz.

Yükselen ekonomileri bir bir araya getiren BRICS’le ilişkilerimizi geliştirme irademizi canlı tutuyoruz. Orta Asya ülkeleri ile işbirliğimizi ikili ve çok taraflı zeminde daha da güçlendiriyoruz. Türk devletleri teşkilatımız giderek cazibe merkezine dönüşüyor.

Türk dünyası olarak birlik ve beraberliğimizi daha da tahkim edeceğiz, Çin’in egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı çevresinde güçlü tarihi, kültürel, beşeri ilişkilerimizin bulunduğu Uygur Türkleri’nin temel hakları için Çin’le yakın ilişki halindeyiz. Latin Amerika ülkeleri ile dostane bağları daha da güçlendirmeye gayret ediyoruz.

Üyesi olduğumuz G-20 başta olmak üzere adil, kapsayıcı, büyüme ve kalkınmayı temin edecek çalışmalara destek veriyoruz.

Hiçbir ülke emisyon azaltımı ve iklim değişikliğine uyum sürecini tek başına göğüsleyemez. Gelişmekte olan ülkeler için en önemli hususlar, finansman, teknoloji transferi ve kapasite geliştirmedir. Bakü’deki zirvenin bu meselelerin çözülmesine katkı yapacağına inanıyorum.

İslam ve yabancı düşmanlığı ile ırkçılığın zehirli sarmaşık gibi dünyayı sarmakta olduğunu görüyoruz. Camilere ve mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim’e yönelik saldırılara şahit olmadığımız neredeyse tek bir gün yok.

İnsanların evleri ateşe veriliyor, hayatlarına kast ediliyor. En temel hakları göz göre göre gasp ediliyor. Büyüyen bu tehlikeyi kimse daha fazla görmezden gelemez. 15 Mart’ta kabul edilen karar tasarısının en yakın zamanda BM’de islamofobi ile mücadelede özel temsicilik atanmasını bekliyoruz.

Toplumun temel direği olan aile kurumuna yönelik saldırılar giderek yoğunlaşıyor. 2024 Olimpiyat Oyunları’nın açılışında sahnelenen rezalet insanlık olarak karşı karşıya olduğumuz tehdidin boyutlarını gözler önüne sermiştir. Masum çocukların her yaştan ve inançtan yüz milyonlarca insanın izlediği spor etkinliği çok çirkin şekilde cinsiyetsiz hale getirilmiş, propagandasına alet edilmiştir.

Cinsiyetsizleştirme meselesi tercihden ziyade küresel dayatmaya, kutsala ve fırsata karşı savaşa dönüşüyor. Bu yıkım projesi karşısında ses çıkaran, tepki gösteren herkes susturulmakta, linç kampanyalarının hedefi olmaktadır. Ne pahasına olursa olsun Türkiye bu kuşatmayı yarmakta, yıpratmakta kararlıdır.

Diğer üye ülkelerle dayanışma içinde aileyi, insanı, fıtratı savunmaktan geri duymayacağız. Bizimle aynı endişeleri paylaşan ülkeleri de bu mücadeleye omuz vermeye davet ediyorum.”

Paylaşın

AK Parti’de “A Takımı” Değişecek İddiası

Yerel seçimlerde ikinci parti konumuna gerileyen Adalet ve Kalkınma Partisi’nde (AK Parti) sekizinci olağan kongre süreci, belde ve ilçe kongrelerinin belirleneceği mahalle delege seçimleri ile başladı.

12 Ekim’de hem belde hem de ilçe kongrelerinin başlatılması planlanırken Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “A Takımı”nı yenileyeceği iddia ediliyor.

T24’te yer alan habere göre; kongre takvimi, Erdoğan başkanlığında toplanan AK Parti Merkez Karar ve Yönetim Kurulu tarafından belirlendi.

Takvim, önce belde sonra ilçe ve il, son olarak da büyük kongrenin gerçekleştirilmesini öngörüyor. Bu kapsamda kongreler öncesinde mahalle delege seçimleri yapılmaya başlandı.

Büyük kongre öncesindeki hazırlık sürecinin 90 gün sürmesi planlanıyor. 37 beldede kongre yapacak olan AK Parti’nin, 12 Ekim’de hem belde kongrelerini hem de ilçe kongrelerini başlatması bekleniyor. 28 Aralık’ta ise il kongreleri başlayacak.

İstanbul ve Ankara başta olmak üzere bazı büyükşehirlerin kongreleri en son yapılacak. Bu takvim çerçevesinde en geç mart sonuna kadar Sekizinci Büyük Olağan Kongre için hazırlık çalışmaları tamamlanmış olacak. Büyük kongreye mayısta gidilecek.

Partinin yönetim organı olan ve yedek üyelerle birlikte 110 kişiden oluşan Merkez Karar ve Yönetim Kurulu için inisiyatif Erdoğan’da olacak. AK Parti kurmayları kongre sürecini, 2028 seçimlerine hazırlık yapacak kadroların belirlenmesi olarak görüyor.

Paylaşın

Cumhur İttifakı “Yeni Anayasa” İçin Harekete Geçmeye Hazırlanıyor

Ana omurgasını AK Parti ve MHP’nin oluşturduğu Cumhur İttifakı, muhalefet partilerinin kapıları kapattığı yeni Anayasa için, Ekim’de harekete geçmeye hazırlanıyor.

Türkiye gazetesinin haberine göre; TBMM’nin 1 Ekim’de başlayacak yeni yasama yılında, anayasa trafiğinin hızlanması bekleniyor. Meclis tatile girmeden önce yeni anayasa hazırlıklarına ilişkin olarak nabız yoklamak için siyasi partileri ziyaret eden TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un bu turlarını devam ettireceği ifade ediliyor.

Muhalefet cephesinden yeni anayasa konusunda olumlu bir tavır beklenmezken, Cumhur İttifakı cephesinde MHP’nin daha önce hazırladığı 100 maddelik teklif ve AK Parti’nin önceki dönemlerden kalan taslakları ile çalışma yapılabileceği belirtiliyor.

AK Parti ayrıca, TBMM’de bir öneri havuzu oluşturulması, STK’lar, üniversiteler, siyasi partiler, meslek örgütleri başta olmak üzere isteyen herkesin bu havuza anayasa ile ilgili tekliflerini sunma önerisini gündeme getirecek. Bu sistem devreye girerse, öneri getirmek isteyenlere 6 ay gibi belli bir süre tanınacak. Bu sürenin bitiminde de Meclis’te somut olarak yeni anayasa yazımına geçilecek.

Meclis Başkanlığı bu süreci Cumhur İttifakı’nın desteği ile yürütse de anayasanın Meclis’ten geçmesi için muhalefet partilerinin desteği şart olacak.

Paylaşın

Erdoğan’dan “Savunma Sanayi” Mesajı: Çalışmalarımızı Devam Ettireceğiz

Jandarma ve Emniyet teşkilatlarına yeni araçların hizmete alımı nedeniyle düzenlenen törende konuşan Erdoğan, “Savunma sanayiinde tam bağımsız Türkiye hedefine ulaşana kadar çalışmalarımızı devam ettireceğiz” dedi.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Atatürk Havalimanında, Jandarma ve Emniyet teşkilatlarına yeni araçların hizmete alımı dolayısıyla düzenlenen törende açıklamalarda bulundu. Erdoğan şunları söyledi:

“Vatan için hayatlarını kaybeden tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Dün Gaziler Günü’ydü, tüm gazilerimizi şükran ile yad ediyorum. Emniyet ve Jandarma teşkilatımız hiç tartışmasız ülkemizin de milletimizin de kıvanç kaynağıdır. Tüm kutsal değerlerimiz teminat altındaysa hiç şüphesiz bunda aslan payı polis ve jandarmalarımızındır.

Bugün Jandarma ve Emniyet teşkilatımıza 7 bin 204 aracı kazandırıyoruz. Ömrü dolan araçlarımızı yeniliyoruz. Bu araçların 5 bin 1 tanesini emniyet, 2 bin 203 adedini ise jandarmamız kullanacak. BU araçlar asayiş, terör ve uyuşturucu faaliyetlerinde kullanacaklardır. Yeni araçlarımızın şimdiden hayırlı olmasını diliyorum. Sadece personel sayısı ile güvenliği sağlayamayız. Teknik donanım ve teknolojik kapasitemizi de kullanmamız şart.

Devletin asli vazifesi vatandaşın huzur ve güvenliğini sağlamaktır. Huzur ve güven olmazsa devlet de huzur da demokrasi de olmaz. Biz yakın tarihimizde güvenlik noktasında yaşanan sıkıntıların acılarını çok çekmiş bir ülkeyiz. 70’lerde ülkemizin nasıl kaosa sürüklendiğini gayet net hatırlıyoruz. Pırıl pırıl evlatlarımızı 90’larda kaybettik. Ekonomik olarak da çok ciddi kaybımız oldu.

“Ülkemizi büyük yatırımlarla donattık”

2002’de göreve geldiğimizde asayiş konusuna büyük önem verdik. Ülkemizi büyük yatırımlarla donattık. Yeni mücadele konseptleri geliştirdik. Terörü kaynağında yok etme stratejimiz bunlardan biriydi. Zehir tacirlerine göz açtırmama bunlardan biriydi. Kendini devletten, kanundan nizamdan üstün gören alçakların tepesine tepesine bindik.

Terör örgütlerine sınırımızın içinde ve dışında nefes alacak alan bırakmadık. 2024’te PKK’sından FETÖ’süne, DEAŞ’ından DHKP/C’sine 35 bin 500 operasyon düzenlendi. 835 terörist etkisiz hale getirildi. 70 terör eylemi engellendi. Her gün üst düzey bir teröristten imha haberini alıyoruz. Bunu kendi silahlarımızla gerçekleştiriyoruz.

Lübnan’a yönelik düzenlenen siber saldırılar, yerli sistemlere yaptığımız yatırımların kıymetini ortaya koydu. Savunma sanayinde tam bağımsız Türkiye hedefine ulaşana kadar çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Güvenlik güçlerimiz katil sürelerinin peşlerini bırakmıyor. Aynı şey zehir ve insan tacirleri için de geçerlidir. Türkiye’nin huzurundan en ufak bir taviz veremeyiz. Devletimize, milletimize ya da demokrasimize yönelik en küçük tehdidi görmezden gelemeyiz.

Türkiye’nin bugün ulaştığı seviyede sizin emeğinizin büyük rolü bulunuyor. Aşılmaz denilen dağlarda Gabar’da, Cudi’de, Bestler-Dereler bölgesinde mağaralara girdiniz ve oraları teröristlerden temizlediniz. Allah ayağınıza taş değdirmesin, sizler bizim gururumuzsunuz. Siz bu milletin bağrından çıkmış öz ve öz evlatlarısınız.

Vaadedilmiş toprak hayalleri kuranlar bizden rahatsız oluyorlar. Silah lobileri, bizden, büyüyen ve güçlenen Türkiye’den rahatsız oluyor. Rehavete kapılmayacağız, gardımızı asla indirmeyeceğiz. Tahriklere karşı her zaman dikkatli olun. Milletimizle el ele, gönül gönüle verin. Üzerinizdeki üniformada şehitlerimizin, gazilerimizin hakkının olduğunu unutmayın.

Kahramanlıkla yürüttüğünüz tüm hizmetleriniz için şimdiden teşekkür ediyorum.”

Paylaşın

AK Parti Döneminde 20 Bine Yakın Köy Okulu Kapatıldı

AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 yılında köylerde 6 bin 388 okul öncesi, 25 bin 258 ilköğretim, 755 ortaöğretim olmak üzere toplam 32 bin 401 eğitim öğretim kurumu vardı ve bu kurumlarda 275 bin 458 öğrenci bulunmaktaydı.

2023 yılında ise köylerde 5 bin 532 okul öncesi, 5 bin 582 ilkokul, 2 bin 624 ortaokul, 231 ortaöğretim olmak üzere toplam 13 bin 961 eğitim öğretim kurumunda 623 bin 902 öğrenci eğitim aldı. Başka bir ifadeyle, AK Parti döneminde yaklaşık 20 bin köy okulu kapatıldı.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Milli Eğitim Bakanlığından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Suat Özçağdaş, Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in cevaplaması istemiyle hazırladığı soru önergesinde 2002’den bu yana kapatılan köy okullarının sayısını sordu.

Gazete Duvar’dan Ceren Bayar’ın haberine göre; Özçağdaş, önergesinde köy okullarının sayısındaki azalışa ilişkin verilere de yer verdi. Buna göre 2002 yılında köylerde 6 bin 388 okul öncesi, 25 bin 258 ilköğretim, 755 ortaöğretim olmak üzere toplam 32 bin 401 eğitim öğretim kurumu vardı ve bu kurumlarda 275 bin 458 öğrenci bulunmaktaydı.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2023 verilerine göre ise köylerde 5 bin 532 okul öncesi, 5 bin 582 ilkokul, 2 bin 624 ortaokul, 231 ortaöğretim olmak üzere toplam 13 bin 961 eğitim öğretim kurumunda 623 bin 902 öğrenci eğitim aldı.

Özçağdaş’ın kapatılan köy okullarına ilişkin soru önergesini yanıtlayan Bakan Yusuf Tekin, 2017 yılından itibaren ülke genelinde 2 bin 427 ilkokulun kapatıldığını söyledi. Cevapta okulların öğrenci yetersizliği ve benzeri nedenlerle kapatıldığı ifade edildi.

Bakanlık cevabında Milli Eğitim Bakanlığı Kurum Açma, Kapatma ve Ad Verme Yönetmeliğindeki ilgili maddeye de yer verildi. Maddedeki okul kapatmayı düzenleyen kısımların şunlar olduğu ifade edildi:

-Nüfusu az ve dağınık olan köy ve benzeri yerleşim yerlerinde öğrenci sayısına bakılmaksızın valilikçe uygun görülmesi durumunda Bakanlık onayı ile ilkokul açılır.
-Nüfusu az ve dağınık olan köy ve benzeri yerleşim yerlerinde eğitim öğretime devam etmekte iken toplam öğrenci sayısı 10 ’un altına düşen ilkokulların valiliğin uygun görüşü üzerine Bakanlık onayıyla açık kalması sağlanabilir.

Özçağdaş, önergesinde 2002 yılından bugüne kadar kaç köy okulunun kiralanıp satıldığını da sordu. Bakanlık cevabında Hazine adına tescil edilen taşınmazların Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yönetildiği ifade edilirken ilgili yönetmelikteki “Genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinin her türlü taşınır ve taşınmazlarının satışına Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yetkilidir” hükmüne yer verildi. Cevapta, “Bakanlığımız genel bütçeli kamu idareleri arasında olduğundan, taşınmaz mal edinme hakkına sahip değildir. Bu nedenle herhangi bir taşınmazın satışı Bakanlığımız yetki ve sorumlulukları arasında yer almamaktadır” denildi.

“Genç nüfus köylerden ayrılmak zorunda kaldı”

Köy okullarının kapatılmasına ilişkin değerlendirmelerde bulunan CHP’li Özçağdaş, “Köy okullarının kapatılması, köy nüfusunun azalmasına neden olmuştur. Köylerde tarım ve hayvancılık gibi işler o köyün genç nüfusu tarafından yapılırken, eğitimin köylerden uzaklaştırılmasıyla birlikte genç nüfus köylerden ayrılmak zorunda kalmıştır. Çünkü çocuklarının köylerde eğitim alması engellenmiştir. Bu da tarım ve hayvancılığa sekte vurmuştur” dedi. Özçağdaş, köylerinden göç etmek zorunda kalan ailelerin büyük şehirlerde barınma, işsizlik gibi sorunlarla da baş etmek zorunda kaldığını ifade etti.

Köy okullarının kapatılmasının ‘köylerde tek bir fikrin hüküm sürmesi sonucunu doğurduğunu’ da kaydeden Özçağdaş, “Köylerde bir öğretmen, bir doktor, bir veteriner olması o köylerde 3-4 farklı fikrin, 3 -4 farklı aklın olması demek olur. Ama günümüzde köylerin boşaltılmasıyla oralarda kalan tek devlet görevlisi din görevlileri oldu. Elbette onlar da olsun ama daha çok aklın, daha çok fikrin olması bambaşka bir etki yaratacaktır” diye konuştu.

Özçağdaş, partisinin iktidara gelmesi halinde tek bir çocuk dahi olsa köy okullarının tekrar açılacağını söyledi.

Bakan Yusuf Tekin’e köy okullarının satıldığına yönelik iddiaları da sorduğunu hatırlatan Özçağdaş, şöyle konuştu: “Bakanlık, böyle bir yetkinin kendilerinde değil, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda olduğunu söylüyor. Ülkemizde bir okul satılıyorsa, kiralanıyorsa bundan Milli Eğitim Bakanı’nın haberi olması gerekir. Bu cevap çok yetersizdir ve başından savma cevabıdır. Bakanın bizzat okulların durumunu takip etmemesi ülkemiz açısından çok acı bir durumdur. Bir okul satılıyorsa o okulda çalışan öğretmenler, okuyan çocuklar ne yapıyor; takip etmesi gereken bakanın ta kendisidir. Bunu yapmadığı gibi, topu başkasına atması, ne kadar kabul edilebilir bunu da halkın takdirine bırakıyoruz. Biz bu durumun takipçisi olmaya devam edeceğiz.”

Bakan Tekin’in katıldığı bir programda Türkiye’deki velileri Finlandiya’daki velilerle kıyasladığını, Türkiye’deki velilerin yetersiz, ilgisiz olduğunu ima ettiğini belirten Özçağdaş, “Kendisi Finlandiya’yla bu kadar meşgul olacağına Türkiye’deki eğitim sistemiyle, satılan okullarla meşgul olmalı, öğrencilerin ve velilerin mağdur olmaması için çalışmalı” ifadelerini kullandı” ifadelerini kullandı.

Paylaşın

AK Parti Sözcüsü Çelik’ten Dikkat Çeken “Anayasa” Açıklaması

Partisinin MYK toplantısı sonrası açıklamalarda bulunan AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, yeni anayasa çalışmalarına ilişkin “Sivil anayasanın yapılması gelecek nesillere bir borçtur” dedi.

Ömer Çelik, HÜDA PAR’ın Anayasa’nın 4. maddesiyle ilgili açıklamalarına ilişkin ise, “Değişiklik teklifleri bizim açımızdan olumlu değildir. Herhangi bir tartışmamız yoktur” ifadelerini kullandı.

AK Parti Merkez Yürütme Kurulu (MYK), Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında toplandı. AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, MYK toplantısının ardından kameraların karşısına geçerek gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Çelik’in açıklamalarından öne çıkan başlıklar şöyle:

“Yeni Anayasa: Darbe anayasasından Türkiye’nin kurtulması gerekir. Bunun için de net bir şekilde ciddi bir anayasaya sivil anayasaya Türkiye’nin ihtiyacı vardır. 19 kez değiştirildi tabiri caizse yamalı bohçaya döndü. Darbenin izlerinin hem lafzına hem de ruhuna sindiği sonuçlar maalesef Türkiye’nin önünde engel olmaya devam etmektedir.

Gelinen nokta kendi içinde bütünlüğü olan, sivil gözle yapılmış, özgürlükleri korumak, Türkiye’yi Türkiye Yüzyılı’na hazırlayacak sadelikte ve dinamik anayasa ihtiyaçtan öte bir zorunluluktur. Demokrasi konusundaki samimiyetlerden bir tanesi de Anayasa sürecine destek vermekle ilgilidir. Sağdan, soldan, çeşitli kesimlerden herkes Anayasa’nın değişmesi gerektiğini ifade ediyor. Hayata geçirmek konusunda bir sürü engeller oluyor.

Sistemi kilitleyen birtakım tutumların stratejik düzeyde Anayasa değişimini engellemek üzere işlevselleştirildiğini gördük. Türkiye’nin bu Anayasa’dan kurtarmak gerektiği açıktır. Gelecek nesillere bir borçtur. Teşkilat başkanlığımızın Türkiye Buluşmaları adı altında bu hafta itibariyle başladı. MYK, MKYK; milletvekillerinden birçok arkadaşımız sahaya indiler.

Buradan bütün AK Parti teşkilatlarındaki kardeşlerimize, arkadaşlarımıza şükranlarımızı iletiyoruz. Teşkilatlarımız göz bebeğimizdir. Hepimiz teşkilatlarımızın üzerine titreriz. İnşa edilen siyasetin ana taşıyıcıdır. Teşkilatımızın yaptığı çalışmalar müreffeh geleceğe, demokrasiye en önemli katkıyı sağlamaktadır. Sivil siyasetin üstünlüğü teşkilat ve vatandaşlarımız arasında bağ ile mümkündür. Siyaset milletten devlete yapılan bir süreçtir.

Siyasi temsil toplumsal taleplerden koparsa demokratik siyaset kolonlarını kaybeder. Kolonları kestiğinizde siyaset demokratik olmaktan çıkar, profesyonel bir faaliyet olur, gerçek amacını, işlevini kaybeder. Siyasetin esası toplumsal hayatını maliyetini azaltmaktır. Toplumdaki fotoğrafı net bir şekilde görüp siyaseti buna göre yönetmektir.

Vatandaşın, milli iradenin taleplerinin, milli egemenliğin esası olan işlevlerin siyasete yansıtılması demokratik siyasetin ana mekanizmasıdır. Siyasetçinin yegane sicil amiri vatandaştır. Siyaset kendisine vatandaşın dışında birtakım dış etkileri amir olarak seçerse meşruiyetini kaybeder. Bu çerçevede Türkiye Buluşmaları yaz dönemi boyunca güçlü çalışmalar yapmış teşkilatımızın bunu hayata geçirmesi açısından önemli olmuştur.

Faaliyetlerimizi yürütürken esas olarak vatandaşımıza bakarız. Diğer çalışmalar, anketler, stratejik değerlendirmeler siyasetin orta hakemin karar verirken yan hakeme baktığı kadar bakması gerekir. Esas olan vatandaşımızdır. Bu açıdan bakıldığında Türkiye Buluşmaları’ndaki arkadaşlar raporlarını veriyorlar. Son derece verimli oluyor.

Bunun geldiği noktada son zamanlarda 31 Mart seçimlerinden sonra AK Parti’nin geride kaldığı CHP’nin öne geçtiği gibisinden birtakım spekülasyonlar yapılıyordu. Artık CHP açısından böyle bir durumun olmadığı. CHP’deki gelgit siyasetinin vatandaşımız tarafından elinin tersiyle itilip, siyasetin gerçek mecrasının AK Parti’de gerçekleştirdiğini göstermektedir.

Siyasette normalleşme: Kemal Bey zamanındaki helalleşme, Özgür Bey zamanındaki normalleşme en son geldi cumhura hakaret edenleri himaye etmeye dönüştü. Vatandaşımız bunun notunu vermektedir. Tutarlılık olmadığı zaman bundan netice alınması mümkün değildir. Sivil siyasetin en büyük adresi, demokrasinin taşıyıcısı AK Parti ve Cumhur İttifakı’nda yoğunlaşmaktadır.

Ezgi Eygi: Değerli kardeşimiz, şehidimiz Ayşenur Ezgi Eygi’yi dualarla uğurladık. Allah rahmet eylesin. İsrail güçleri bu kardeşimizi doğrudan hedef alarak öldürmüştür. Bir çifte standart da burada görüyoruz. Bazı basın kurumları Ayşenur kardeşimizden bahsederken, başka bir coğrafyada yaptığı kariyer çerçevesinde rahatça yer alacak iken, bu katliam karşısında Ayşenur’la haber yaparken militan diyorlar.

Bunlar barışı, adaleti savunan herkese militan derler. Bunların ruhları kirlenmiştir, akılları kirlenmiştir. Yegane amaçları insanlığı daha büyük kaosun içerisine sokmaktır. Kendileri ile ufacık iş sözkonusu olduğunda dünyanın en önemli meselesi haline getirirler. Bunun bir de alt payandaları ve destekçileri var. Onlar da Ayşenur kardeşimizi kimin öldürdüğünü belirtmeden öldürüldü diye geçiyorlar. Kim, niye öldürdü? Bütün bunları yazmıyorlar. Orada katliam makinasını savunmaya dönük şu var. Birtakım haberlerde maalesef Türkiye’de de yaptılar.

İsrail’deki katliam şebekesinin 40 binden fazla insanı katletmiş olan bu şebekenin istemeden ve doğrudan olmayan şekilde bu eyleme imza attığını neye göre söylüyorlar? ABD Başkanı önce bilgi sahibi olmadığını söyledi sonra istemeden, doğrudan olmayan sebeplerle dedi. Adaletin, hakkaniyetin nasıl hedefe konulduğunu bir kere daha görmüş olduk. Bu katliam şebekesine teslim olan yaptığı katliam şebekesinin suçu kadar ağırdır.

Bu sürece teslim olanlar kadar militan, öldürüldü, doğrudan olmayan sebeplerle eylem ortaya çıktı demek bunu örtmek isteyenler kadar alçakça bir eylem yoktur. Gazze meselesi insanlığın aklının temizlenmesinde, ruhunun temizlenmesinde, adalet fikrinin yüceltilmesinde, şehitlerinin bereketiyle yeni bir sayfa açılmasına vesile olmaktadır.

Meis adası: Yunanistan’daki gelişmeleri her zaman yakından takip ediyoruz Sayın Miçotakis’le Cumhurbaşkanımızın görüşmesinden sonra yeni bir diyalog kapısı açılmıştır. Sayın Cumhurbaşkanımız ‘aynı denizi, aynı coğrafyayı paylaşan iki komşu ülkeyiz, aramızda sorun olması normaldir, bunları aramıza kimseyi karıştırmadan beraber çözelim’ demişti.

Ama Yunanistan içindeki kaos lobisi, radikal unsurlar bu diyaloğu sabote etmek için elinden geleni yapıyor. Burada bir provokatör savunma bakanı Dendias haddini aşan açıklamalar yaptı. Kıyılarımıza 2 kilometre mesafedeki Meis adasına giderek Türkiye’yi hedef aldı.

Herkesin bilmesi gereken şudur; biz buradaki hak ve menfaatlerimizi masada diyalog yoluya, müzakere yoluyla çözmek iradesindeyiz. İki komşu ülkeyiz, başkalarının kendi çıkarları temelinde bölgeyi istikrarsızlaştırmak için gelmek istediğini biliyoruz. Doğu Akdeniz’de bayrak gösterip sorunları daha yoğunlaştırdığını her zaman görüyoruz. Herkese kazandıracak olan herkes gider sonuçta biz kalırız.

Anayasa: Anayasa’nın 4 maddesiyle ilgili herhangi bir tartışmamız yoktur. Değişiklik teklifleri bizim açımızdan olumlu değildir. Burada daha önce de belli gündemler olduğunda sorulmuştu. Sivil bir anayasa istiyoruz, Türkiye’yi Türkiye Yüzyılı’na taşıyacak anayasa istiyoruz. Milli iradeyi esas teşkil eden yapı olacak Anayasa’yı istiyoruz. 4 madde ile ilgili herhangi bir tartışma sözkonusu değildir.

Ezgi Eygi’nin cenazesindeki gerginlik: Burası bir cenaze töreni, şehidimizi uğurluyoruz. Özgür Bey keşke bu şekildeki konuşmayı babasının yanında yapmasaydı. Cenaze adabına uygun bir şekilde davransaydı. O cenazeye katılan herkesin vermek istediği mesaj; Ayşenur’un şehadetini selamlamaktır. Bu süreçte Özgür Bey iki tane hata yaptı. Bir tanesi Ayşenur’un fedakarlığını ideolojiye indirdi. Bu doğru değildir. Gazze bir insanlık meselesidir.

Netanyahu ABD Temsilciler Meclisi’nde konuşmasını ideolojik çerçeveye büründürmüştü, ‘burada batı medeniyetini savunuyoruz’ demişti. Netanyahu’nun savunduğu şeyleri medeniyet düşmanlığı ve barbarlıkla bir araya gelebilr. Türkiye’de Özgür Bey, Ayşenur’un tavrını belli bir ideolojik geleneğin temsilcisi olarak ortaya koydu. Halbuki baktığınızda insanlık için bir şey…

İkincisi cenazeler cenazeler siyasi partilerin nutuk atacağı yer değildir. Devleti temsil eden en üst makam orada duygu ve düşüncelerini paylaşıyor. Orada en üst makam Meclis Başkanlığı makamı. Orada başkanımız herhangi bir siyasi indirgeme içine girmeden siyaseten de kimseyi hedef almadan Ayşenur’un insanlık vicdanının safında bir konuşma gerçekleşiyor. Siyasi konuşma yapılmıyor orada.

Numan Bey sağduyulu devlat adamıdır, nezaketli bir isimdir. Ne yapılmıştır? Özgür Bey diyor ki ‘siz tarafsız değilsiniz, parti adına konuşmuş kabul ediyoruz, o yüzden biz de parti adına konuşalım’ diyor. Devlet hayatında böyle bir standart olabilir mi? CHP’nin kendinden olmayan belli makama gelmiş hiç kimseyi o standartlar açısından yerli yerine oturtmadığını biliyoruz. Tarafgirliğin alasını yaparlar.

Orada devlet adına en üst makam kimse konuşmayı yapar. Özgür Bey siyasetçi olarak eleştiri yapmak istiyorsa yeri orası değildir. Daha sonra başka bir ortamda yaparsınız. Dolayısıyla yakışık almamıştır. Hangi siyasi partiden, kesimden olursa olsun o gün Ayşenur’un cenazesine katılmak da, bu çoğulculuğu göstermek de son derece kıymetlidir.

Erken seçim: Özgür Bey 31 Mart seçimlerinden çıktıktan sonra ‘benim erken seçim talebim olmayacak’ demişti. ‘Belediyelerde hizmetler yaparak ödünç oyları hak etmeye çalışacağız’ diye değerlendirmede bulunmuştu. Özgür Bey kendisini bağlayan bu açıklamayı niye değiştirdi? Kendilerine ödünç olarak verilen düşündüğü oyları belediyede yaptıkları hizmetlerle hak etmediklerinin arayışıdır.

Özgür Bey demişti ki ‘Bize verilen muhafazakâr, milliyetçi, Kürt demokratlardan ödünç oyu biliyoruz. Belediye hizmetleriyle buna layık olmaya çalışacağız’ dedi. Demek ki bu proje gerçekleşmemiş ki böyle bir talepte bulunuyor. Burada herhangi bir şekilde toplumda, CHP’nin herhangi bir meseleyi çözeceğine en ufak bir kanaat yoktur.

Sürekli olarak cümle kuruluyor, arkasında artçı depremler gibi telafi sözler gelmektedir. Seçim zamanında yapılacaktır, erken seçim gündemde yoktur. Seçim zamanında yapılacak, seçim zamanında yapılınca acaba CHP Genel Başkanı kim olacaktır?

Fransa bu konuda çifte standartlı siyaset izlemektedir. Yakın zamanda bu siyasetin neticesi olarak Paris’te veya başka yerlerde Fransa vatandaşlarına ve kamuya ait zarar veren eylemler gerçekleşti. Terörü himaye edenler bu yüzleşmeyle karşı karşıya kalırlar. Terörün himaye edilmemesi gerektiği prensibi ile çelişmektedir.

AB, PKK’yı terör örgütü ilan edilmiştir. Fransız bir firma Lafarj çimento firması, enteresandır hem PKK’ya ait sığınakları yaptığı aynı zamanda DAEŞ’e ait sığınıklar yaptığıyla ilgili Fransa’da yargı süreci var. İki terör örgütü ile bağlantılı olarak onların yapı ihtiyaçlarını karşılamak üzere faaliyet yürütülmüştü.

Fransa’daki iddianamede firma bütün bu faaliyetleri yürütürken Fransız iç, dış istihbaratının ve kamu yöneticilerinin bilgisi dahilinde bu işleri yapmıştır. Bütün bunları yaparken Fransız iç, dış istihbaratının, kamu yöneticilerin bilgisi dahilinde yapmış. Demokrasi için bundan daha büyük zarar verme süreci olabilir. Burada teröre karşı ilkesel tutum değil maalesef sömürgecilik geçmişinden kalma Suriye’ye dönük emelleri için terör örgütüne destek veren yaklaşımdır.”

Paylaşın

AK Parti’de “Konuşan Seçmen” Sevinci

Yerel seçimlerde ikinci parti konumuna gerileyen AK Parti’de “Türkiye buluşmaları” başlattı. Sahaya inen bakanlar, parti yöneticileri, milletvekilleri çeşitli etkinliklerle seçmenle buluşuyor.

Parti yöneticilerine göre bu buluşmalar yerel seçimlerde kendilerini dinlemeyen, konuşmayan seçmenin “değişmeye başladığını” gösterdi.

“Ekonomik verilerdeki toparlanma işaretlerinin seçmende karşılık bulmaya başladığını” savunan yöneticilere göre, yerel seçim öncesi genelde tepkisini sessiz kalarak, konuşmayarak veren AK Parti seçmeni şimdi konuşmaya, eleştirisini dile getirmeye hatta önerilerde bulunmaya başladı.

Dinlemeyen, konuşmayan, sessiz seçmenden konuşup öneri getiren seçmen evresine geçilmiş olmasının çok olumlu olduğunu kaydeden partililer “Sahadayız, daha çok sahada olacağız, vatandaşa daha çok dokunacağız. Seçmenimizi yeniden kazanacağız” iddiasında…

Gazete Duvar’da yer alan habere göre; Son yerel seçimlerde aldığı oyla ilk kez birinci parti hüviyetini kaybeden AK Parti, 5 ay sonra değişim için düğmeye bastı.

Uzun bir değerlendirme sürecinin ardından açıklanan kongre takvimine göre bu ay delege seçimleri yapılacak, Ekim 2024 ile Ocak 2025 arasında ilçe kongreleri, Aralık 2024 ile Mart 2025 arasında il kongreleri tamamlanacak. AK Parti 2025 ilkbahar-yaz aylarında büyük kongreyi yapacak duruma gelecek. İl-ilçe kongreleri ile değişim sürecini başlatacak olan AK Parti bunun öncesinde ise “Türkiye buluşmaları” başlattı.

Sahaya inen bakanlar, parti yöneticileri, milletvekilleri çeşitli etkinliklerle seçmenle buluşuyor. Parti yöneticilerine göre bu buluşmalar yerel seçimlerde kendilerini dinlemeyen, konuşmayan seçmenin “değişmeye başladığını” gösterdi.

“Ekonomik verilerdeki toparlanma işaretlerinin seçmende karşılık bulmaya başladığını” savunan yöneticilere göre, yerel seçim öncesi genelde tepkisini sessiz kalarak, konuşmayarak veren AK Parti seçmeni şimdi konuşmaya, eleştirisini dile getirmeye hatta önerilerde bulunmaya başladı.

Dinlemeyen, konuşmayan, sessiz seçmenden konuşup öneri getiren seçmen evresine geçilmiş olmasının çok olumlu olduğunu kaydeden partililer “Sahadayız, daha çok sahada olacağız, vatandaşa daha çok dokunacağız. Seçmenimizi yeniden kazanacağız” iddiasında…

Paylaşın

AK Parti’nin Torpilli Tayfasında “Maaş” Çekişmesi

İstisna kadrolarla hızlı şekilde kamuya geçiş yapan AK Parti’nin torpilli tayfasının, “Bize bu vaat edilmemişti, A kurumuna yerleşenler bizden fazla maaş alıyorlar” diye yakındığı öne sürüldü.

Bu kadroların, daha yüksek maaşla başka bir kamu kurumuna geçme yarışında oldukları da iddia edildi.

Gazete Pencere yazarı Nuray Babacan, son yıllarda kamu sektöründe yaşanan liyakatsizlik ve torpil skandallarının, FETÖ’nün terör örgütü olarak tanınmasının ardından daha da belirginleştiğini yazdı.

Babacan, “FETÖ’nün terör örgütü olduğu geç de olsa görüldükten sonra ortaya çıkan ‘altın nesil’ projesinin, nasıl şekil ve biçim değiştirdiğini gösteren ilginç örnekler anlatılıyor. Liyakatsizlik, torpil ve ayrımcılık kamu atamalarında çok konuşulurken, ‘akademik kadro ilanlarının tek bir kişiyi işaret ederek hazırlanması’ gibi garabetler sıradanlaştı. Siyasi kulislerde gün geçmiyor ki, buna benzer deformasyon örnekleri aktarılmasın…” ifadelerini kullandı.

“Öncelikle işin tuhaflığından başlayalım. Kamu kurumlarında çalışan ve son 20 yıl içerisinde oluşturulan kadrolar arasında acayip bir çekişme var. Bu torpilliler arasında yaşanıyor. Üstelik bunu yıllar önce hakkıyla göreve gelen insanların önünde açıktan yapıyorlar” diye yazan Babacan, şunları kaydetti:

“Aktarılanlara göre, çoğu oluşturulan istisna kadrolarla hızlı şekilde kamuya geçiş yapan bu torpilli tayfası, ‘Bize bu vaat edilmemişti, A kurumuna yerleşenler bizden fazla maaş alıyorlar’ diye yakınabiliyor. Bu AK Partililerin yakını olmakla övünen kadroların, daha yüksek maaşla bir başka kamu kurumuna geçme yarışında olduklarını da aktaralım.

Arkadaş ve akraba kayırma olarak tanımlanan nepotizmin örneklerinin sık sık yaşandığı ve şikayet konusu olarak siyasilere ulaştırıldığı yerler arasında TRT, Anadolu Ajansı, THY, bakanlıklara bağlı kuruluşlar ile üniversiteler çokça konu ediliyor. Bir de yönetim kurulları var ki; taliplisi çok fazla. Tabi, torpil için doğru isme ulaşmak gerekiyor. Her siyasinin elinin uzandığı kurum değişiyor. Son dönemde en etkin isimler sarayda bulunuyor.

Bir de ortaklar arasında paylaşım var. Aktarılanlara göre, özellikle yargı ve emniyeti ilgilendiren atamalarda Cumhur İttifakı’nın küçük ortağı MHP’nin istekleri görmezden gelinemiyor. Bu AK Partililerin akraba ve çocuklarının kollanmasının ötesinde bir operasyon.”

Sistemin nasıl işlediğini de aktaran Babacan, şunları kaydetti: “Kamuda eleman alımının mülakat aşamasında, AK Partili siyasilerin hemen hepsi üç-beş isimden oluşan listeleri ilgili bürokrata gönderiyor. Mülakatta avantaj yaratmak için müdahale edilmesi isteniyor. İstekler, bazen o kadar ileri gidiyor ki; bırakın yazılı sınavda 80-90 puan almayı baraj olan 65 puanının altında olanlardan isimler geliyor. İncelemelerde halen FETÖ bağlantıları olanların çıktığı aktarılıyor.”

“Başarılı olanların hakkının yenilmesinin organize hali olan bu durum, iktidar partisinin seçimlerdeki oy kaybının en temel nedenlerinden biri olarak ilk üçe girdi” değerlendirmesini yapan Babacan, bu nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘kamuya işe alımlarda mülakatı kaldıracağız’ sözlerinin seçim kampanyasına girdiğini ancak verilen sözlerin tutulmadığını belirtti.

Paylaşın

AK Partili Taşkesenlioğlu, Naylon Faturayla Vergi Kaçırmış

Eski AK Parti Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu’nun naylon faturalarla vergi kaçırdığı tespit edildi. Taşkesenlioğlu’nun ismi organize suç örgütü lideri Sedat Peker’in “rüşvet ağı” iddialarıyla gündeme gelmişti.

Sedat Peker, eski Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) Başkanı Ali Fuat Taşkesenlioğlu ve kardeşi Zehra Taşkesenlioğlu’nun Marka Yatırım Holding’in sahibi Mine Tozlu Sineren’den sermaye artırımı için 12 milyon TL rüşvet istediğini iddia etmişti.

Suç örgütü lideri Sedat Peker’in “rüşvet ağı” iddiaları ile gündem olan eski AK Parti Erzurum Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu’nun vergi kaçırdığı ortaya çıktı. AK Partili Taşkesenlioğlu, 2005 yılında Maya Araştırma Danışmanlık Eğitim Organizasyon Ticaret Limited Şirketi’ni kurdu. Taşkesenlioğlu, 29 Ekim 2019’da da bu şirketteki hisselerini devretti.

Hazine ve Maliye Bakanlığı’na bağlı vergi müfettişleri 2022 yılında şirketi denetledi. 28 Haziran 2022 tarihli Vergi İnceleme Raporu’nda, Taşkesenlioğlu’nun şirket ortağı olduğu dönemde “Aztekin İnşaat Şirketi’nden sahte fatura kullandığı” belirtildi.

Raporda, “Aztekin İnşaat Şirketi’nden KDV hariç 100 bin TL, KDV dahil 118 bin TL tutarında sahte fatura kullanmıştır. Kullanılan sahte faturalara ait KDV’lerin indirim KDV’ler içindeki payı yüzde 30 dolayındadır. Bu da 18 bin TL’ye denk gelmektedir” denildi.

Müfettişler, Taşkesenlioğlu’nun şirketinin 2017 yılında da “Sahte fatura kullanarak” vergi kaçırdığını belirledi. Hazırlanan bir başka raporda da şu ifadelere yer verildi:

“Petek Temizlik Reklam Şirketi’nden sahte fatura kullandığı tespit edilmiştir. Petek Temizlik Şirketi’nin gerçek faaliyetinin komisyon karşılığı sahte belge düzenlemek olduğu, bu nedenle 2017, 2018 ve 2019 yıllarında düzenlediği tüm belgelerin gerçek bir mal teslimi veya hizmet ifasına dayanmayan komisyon karşılığı düzenlenmiş sahte belgeler olduğu anlaşılmıştır. Sahte faturalarda yer alan 18 bin TL’lik KDV için bir kat vergi cezasının kesilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.”

Öte yandan Taşkesenlioğlı’nun sahte fatura kullandığı tespit edilen 2017 yılında asgari ücret bin 404 TL, 2018 yılında ise bin 603 TL’ydi.

BirGün’den İsmail Arı‘nın ulaştığı Zehra Taşkesenlioğlu da vergi müfettişleri tarafından daha önce sahini olduğu şirkete ceza kesildiğini doğrulayarak itiraf niteliğinde açıklamalar yaptı. Taşkesenlioğlu, “Evet iki, üç faturada bir takım hatalar buldular. Ben şirketi 2019’da boşandığım Ünsal Ban’ın şoförüne devrettim. Sonra da bu şirket bir başkasına devredildi. Sonra 80 bin TL gibi ceza geldi dediler gidip cezamı ödedim. Üç kuruş para için bana yine günlerce sövdüreceksiniz” dedi.

Öte yandan Taşkesenlioğlu’nun sahte fatura kullandığı ortaya çıkan şirketi ile milletvekili olduğu dönemde kamudan ihale aldığı da anlaşıldı. AKP döneminde İBB’den ve Eti Maden’den ihaleler aldığı öğrenildi. Şirketin, toplam 1 milyon 471 bin TL’lik 8 ayrı ihale kaydı bulunuyor.

Rüşvet iddiası

Taşkesenlioğlu’nun ismi organize suç örgütü lideri Sedat Peker’in “rüşvet ağı” iddialarıyla gündeme gelmişti. Peker, eski Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) Başkanı Ali Fuat Taşkesenlioğlu ve kardeşi Zehra Taşkesenlioğlu’nun Marka Yatırım Holding’in sahibi Mine Tozlu Sineren’den sermaye artırımı için 12 milyon TL rüşvet istediğini iddia etmişti.

Rüşvet tartışmaları yargı gündemine taşınırken Taşkesenlioğlu soyadını taşıyan çok sayıda kişinin Erzurum’da kamu kurumlarında görev yapması dikkat çekmişti.

Paylaşın