ABD, Ukrayna’ya Gelişmiş Roket Sistemleri Gönderecek

ABD’de Joe Biden yönetimi Ukrayna’ya yüksek teknoloji, orta menzilli roket sistemleri gönderme kararı aldı. New York Times gazetesine bir görüş yazısı yazan Biden, “savaş alanında temel hedefleri daha kesin bir biçimde vurabilmesi için” ABD’nin Ukrayna’ya daha gelişmiş roket sistemleri ve cephane sağlayacağını söyledi.

Biden yazısında “Ukrayna’ya önemli miktarda silah ve cephane göndermek için hızla hareket ettik ki savaş alanında savaşabilsin ve müzakere masasında olabilecek en güçlü pozisyonda olabilsinler” ifadelerini kullandı.

Biden yönetiminden yetkili bir isim, gönderilecek silahlar arasında M142 Yüksek Hareket Yetenekli Topçu Roket Sistemi (HIMARS) sistemleri olduğunu söyledi. Ukrayna Genel Kurmay Başkanı Valeriy Zalujniy yaklaşık bir ay önce yaptığı açıklamada Rusya’nın füze saldırılarına karşı koymak için bu sistemlerin son derece gerekli olduğunu söylemişti.

Kiev’in Washington’a bu silahları Rusya içindeki hedefleri vurmak için kullanmama güvencesi verdiği belirtiliyor. ABD’li bir yetkili basın mensuplarına yaptığı açıklamada “Ukraynalılar bu sistemleri Rusya’nın Ukrayna topraklarındaki ilerlemesini püskürtmek için kullanacak ancak bunu Rus topraklarındaki hedefler üzerinde kullanmayacaklar” dedi.

Biden yönetiminden alınan diğer bilgilere göre ABD’nin açıklayacağı 700 milyon dolarlık yeni güvenlik destek paketinin içinde ayrıca helikopterler, Javelin tanksavar sistemleri, hava gözetim radarları, taktik araçlar ve yedek parçalar bulunuyor. Paketin ayrıntıları bugün resmi olarak kamuoyuyla paylaşılacak.

Moskova’da nükleer silahlarla askeri tatbikat

ABD’nin Ukrayna’ya roket sistemleri gönderme kararı almasından hemen sonra Rusya Savunma Bakanlığı da Moskova’nın kuzeyindeki Ivanova bölgesinde bir askeri tatbikat yapıldığını duyurdu. Rus Interfax haber ajansının haberine göre yaklaşık bin askerin katıldığı tatbikatta, Yars kıtalararası balistik füze rampalarının da olduğu 100’den fazla araç yer alıyor.

Rus birliklerinin Ukrayna’nın doğusundaki ilerleyişi ise sürüyor. Luhansk Bölge Valisi Serhiy Gayday dün yaptığı açıklamada Rus birliklerinin Sievierodonetsk kentinin büyük ölçüde kontrolünü ele geçirdiğini ifade etti. Kentin altyapısının hemen hemen tümüyle tahrip olduğunu belirten Gayday binaların yüzde 60’ının da onarılamayacak şekilde tahrip olduğunu söyledi. Gayday Rus topçu ateşi nedeniyle bölgeye yardım göndermenin ve bölgedeki insanların tahliyesinin mümkün olmadığını kaydetti.

Sievierodonetsk ve Lısıçansk kentlerini ele geçirmesiyle birlikte Rusya’nın Luhansk bölgesinin tümünü kontrol altına almasının da mümkün hale geldiği belirtiliyor.

Paylaşın

ABD, Suriye’ye Olası Harekattan Endişesini Yineledi

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin olası bir yeni harekatının bölgesel istikrarı baltalayacağı ve IŞİD’e karşı mücadelede zorlukla elde edilen kazanımları riske atacağı yönündeki endişelerini yineledi.

Price günlük basın brifinginde bir gazetecinin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Suriye’de askeri harekatın her an başlayabileceği şeklindeki sözlerini hatırlatarak, “Türkiye’nin olası bir harekatının yakın olduğu yönünde ABD’nin elinde işaretler var mı? Kürt ortaklarınıza, eğer yapıyorsanız, ne gibi güvenceler sağlıyorsunuz?” sorusunu yanıtladı.

Geçen hafta bu konuyla ilgili yine bir soruya cevaben yaptığı açıklamaları hatırlatarak söze başlayan Price, “Suriye’nin kuzeyinde askeri hareketliliğin artması potansiyeline ilişkin tartışmalar ve özellikle de bölgedeki sivil nüfus üzerindeki etkileri hakkında derin kaygı duymaya devam ediyoruz. Mevcut ateşkes hatlarının muhafaza edilmesini desteklemeyi sürdürüyoruz. Bunu tehlikeye atma potansiyeline sahip, gerilimi tırmandıracak her türlü eylemi kınarız” diye konuştu.

Price, tüm tarafların ateşkes bölgelerini koruması ve bu bölgelere saygı göstermesi, Suriye’de istikrarı ilerletmesi ve ihtilafa siyasi çözüm bulmak için çalışmasının kritik önem taşıdığını vurgulayarak, “Bunun tersi yöndeki her türlü çabanın, Suriye’deki daha geniş boyutlu ihtilafı sona erdirme hedeflerimize ve Kürt ortaklarımızla da dahil olmak üzere birlikte IŞİD’e karşı son yıllarda imza attığımız muazzam ilerlemelere zarar verebileceğine inanıyoruz” ifadesini kullandı.

Türkiye’nin Suriye’nin kuzeydoğusundaki operasyonlara son verilmesini içeren 2019 yılı Ekim ayı tarihli ortak bildiriye bağlı kalmasını beklediklerini kaydeden Price, “Türkiye’nin sınırlarındaki meşru güvenlik kaygılarının farkındayız ama herhangi bir yeni harekatın bölgesel istikrara baltalayacağından ve IŞİD’e karşı zorlukla elde edilen kazanımları riske atacağından endişe ediyoruz” dedi.

Price, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un Türkiye’ye planladığı ziyaretle ilgili bir soru üzerine de, Ankara’nın Ukrayna’daki savaşın sona erdirilmesi ve Ukrayna’dan gıda ve tahıl ürünleri ihracı konusunda yürüttüğü diplomatik çabalara destek verdiklerini söyledi

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price ayrıca bir başka soru üzerine, Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine karşı çıkmasından kaynaklanan sorunun ABD ile Türkiye arasında ikili bir mesele değil, Türkiye, Finlandiya ve İsveç arasında bir mesele olduğu yönündeki Washington’un duruşunu yineledi. Üst düzey NATO yetkilileri ve NATO Genel Sekreteri’nin de bu süreçte oynayabileceği rolün olduğuna işaret eden Price, “Türk ortaklarımızla ve elbette İsveç ve Finlandiyalı ortaklarımızla. müttefiklerimizle temaslar yürütmeye devam edeceğiz” ifadesini kullandı.

Paylaşın

‘Kocanı Nasıl Öldürürsün’ Kitabının Yazarı, Kocasını Öldürmekten Suçlu Bulundu

ABD’de kocasını öldürmekle suçlanan “Kocanı Nasıl Öldürürsün” kitabının 71 yaşındaki yazarı Nancy Crampton Brophy, 2 Haziran 2018’de 63 yaşındaki kocası Daniel Brophy’i öldürmekten suçlu bulundu.

KOIN-TV’nin haberine göre Oregon eyaletinde görülen davada jüri, Daniel Brophy’nin ölümüne ilişkin iki gün boyunca süren duruşmanın ardından Çarşamba günü 71 yaşındaki Nancy Crampton Brophy’yi ikinci derece cinayetten suçlu buldu.

Oregon Mutfak Enstitüsü’nde şef olarak çalışan 63 yaşındaki Brophy, 2 Haziran 2018’de öldürülmüştü.

Nancy Crampton Brophy’yi’nin cinayette kullanılan silahla aynı marka ve modelde silaha sahip olduğu ve eşinin çalıştığı Mutfak Enstitüsüne girişi ve çıkışına dair güvenlik kamerası görüntüleri mahkemeye sunulan belgeler arasında yer aldı.

Cinayet silahının bulunamamış olması, dava sürecini zorlaştırdı. Savcılara göre zanlı, cinayette kullanılan silahın namlusunu değiştirip ve ardından namluyu attı.

Zanlı avukatları ise söz konusu silah parçalarının Crampton Brophy’nin yazıları için bir ilham kaynağı olduğunu ileri sürerek, eşinin ise yanlış giden bir soygun sırasında başka biri tarafından öldürmüş olabileceğini savundu.

Savcı ve jüri, yaşlı kadının eşinin ölümünden sonra kazanacağı hayat sigortası parası ve içerisinde olduğu bazı ekonomik sorunlar nedeniyle cinayet işlediğini belirtti.

Savunmasında eşinin öldüğü gün Mutfak Enstitüsü’ne yakın bir konumda bulunmasının tamamen tesadüfi olduğunu ileri süren Nancy Crampton Brophy, söz konusu bölgeye “kitap yazmak için park ettiğini” öne sürdü.

Yaşlı kadının ‘Kocanı Nasıl Öldürürsün’ başlığıyla yayınlanan kitabında izi sürülemeyen bir cinayet işlemek için çeşitli seçenekler ayrıntılı olarak açıklanıyor ve yakalanmaktan kaçınma arzusu dile getiriliyor.

Crampton Brophy, eşinin Eylül 2018’de öldürülmesinden bu yana tutuklu bulunuyordu. Cezasının süresi 13 Haziran’da belli olacak olan kadının avukatları, davayı temyize götürmeyi planlıyor.

Paylaşın

Siyasetin Gündemi ‘Kaçış Planı’

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ailesine yönelik ‘kaçış planı’ çıkışı büyük tartışmaya yol açtı. Kendilerine bilgi-belge yağdığını söyleyen CHP’liler seçime kadar bunları açıklamayı sürdürecek.

Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ailesinin “yurtdışına kaçmak için TÜRGEV ve Ensar Vakıfları aracılığıyla ABD’de faaliyet gösteren TURKEN Vakfı’na para transferi yaptığı” iddiası siyasetin en önemli gündem maddesi oldu.

Kılıçdaroğlu’nun iddialarını içeren videoyu yayınlamasının ardından televizyon kanallarına çıkan çok sayıda AK Parti yöneticisi söz konusu vakıfların yasal olduğunu, belgelerin kamuya açık olduğunu anlattı, Kılıçdaroğlu’nu “FETÖ taktiği” uygulamakla, “aile değerlerini hedefe koymakla” suçladı.

Kılıçdaroğlu’nun iddiaları gün boyunca Meclis kulislerinin de en önemli gündemiydi. AK Parti Grup Yönetiminden bir siyasetçi Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı belgelerin gizli olmadığını söyledi, “Söz konusu belgeler ABD Adalet Bakanlığı internet sitesinde olan belgeler. Vakıfların kaynağı zaten bağıştır. Kimin yaptığı bellidir. Vakıf da ‘İstenirse açıklarım’ diyor. Burada büyük fotoğrafı görmek gerek. ABD’nin yasalarına göre kurulmuş, oradaki Türk vatandaşların yönetiminde yer aldığı vakıf Türkiye’ye zarar verir mi! ABD’de devam eden FETÖ faaliyetlerini görmek gerek” dedi.

Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarına AK Partili üst düzey yönetici ve bürokratlardan çok sert yanıtlar geldi.

Duvar’dan Nergis Demirkaya’nın haberine göre, AK Partili yöneticiler gün içinde konuşulmaya başlanan konuyu yetkili kurullarda değerlendirdi.

Bir grup “Bu iddiaların karşılığı yok. Kılıçdaroğlu gündemde kalmak istiyor, açıklama yaparak buna katkı yapmış oluruz” derken bir başka grup “Bu kadar da olmaz, kabul edilemez, sessiz kalınmamalı. Açıklama yapmazsak üzerimizde kalır” yorumu yaptı. İkinci grubun görüşü ağırlık kazanınca video yayınlandıktan sonra arka arkaya açıklamalar yapıldı.

AK Partili siyasetçiler, CHP’li yöneticilerin son dönem yapılan tüm seçimlerde “Abbas yolcu” sloganları attığını belirterek, “İktidar gidecek dediler ama her seçimde kazandık. Bu siyaset tarzı toplumda kabul görmüyor. Şu anda pandemiden kaynaklı ekonomik zorluklar var. Bunu kullanmaya çalışıyorlar ama sonuç getirmez” dedi.

CHP’nin cevap aradığı sorular

CHP’li yöneticiler ise iddialarının arkasında. Kuruluşunda ve gelişiminde çok sayıda AK Partili ismin görev yaptığı TÜRGEV ve Ensar’a sunulan kamu kaynakları, bağışları kimin yaptığı ve bunlarla ne tür faaliyetlerin hayata geçirildiği soruluyor.

“ABD’deki Vakıf için milyon dolarlar neden transfer ediliyor? Kaç kişiye burs verilmiş, kaç kişi yurtta kalmış. Bunlar yapılmadıysa 60 milyon dolar, (1 milyar TL) ne amaçla aktarıldı?” sorularına yanıt isteyen bir partili şöyle devam etti:

“Amerika’da örgütleniyorsun, fonlardan yararlanıyorsun, bunu daha önce FETÖ örgütlenmesinde gördük. Aynı sistem, yurtlarla, dershanelerle başladı. FETÖ de kamu kaynaklarıyla büyümedi mi? 2 yıl öncesine kadar 60 milyon dolar gitmiş. İki yıl içinde Muhammet Ali’nin çiftliğini niye aldınız? Bütün anketler Erdoğan’ın kaybedeceğini gösteriyor. Erdoğan, B planı olarak kendinle, ailenle ilgili başka bir gelecek anlayışı oluşturmaya mı çalışıyorsun. Bunların cevabını arıyoruz.”

AK Parti’nin “Vakıflar yasal” açıklamasına, “FETÖ’nün dershaneleri yasal değil miydi? Daha sonra terör örgütü ilan ettiniz. Bunun karşılığı yok” sözleriyle karşılık veren CHP’li yöneticiler, Kılıçdaroğlu’nun ‘aile değerlerini hedef aldığı’ eleştirilerine de “Aileyi biz değil siz karıştırıyorsunuz. Aile üyelerini vakıflara üye yapan CHP değil, damadını bakan yapan biz değiliz. Bilal Erdoğan’ı yurtdışı gezisinde protokole sokan biz değiliz. Aileyi bu işe biz sokmuyoruz” yanıtı verdi. CHP’liler “Bu bir FETÖ taktiğidir” sözlerine de “Doğru söylüyorsunuz ama bunu yapan biz değil, sizsiniz. Ensar’ı TÜRGEV’i kuran biz değiliz. FETÖ taktiğini biz değil onlar uyguluyor” karşılığını veriyor.

Seçime kadar açıklamalar devam edecek

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bürokratlara yaptığı çağrının ardından partiye çok sayıda yolsuzluk, yanlış yapılan işlerle ilgili ‘inanılmaz derecede bilgi belge’ geldiğini, ‘ihbarlar yapıldığını’ anlatan CHP yöneticileri tüm bunların genel başkan tarafından değerlendirildiğine dikkat çekiyor.

Gelen bilgi ve belgelerin bürokrasiyi de zaafa uğratmayacak, gönderenleri de koruyacak şekilde ele alındığına dikkat çeken yetkililer, “Seçim zamanında yapılacaksa kalan 13 ay boyunca bunları açıklamayı sürdüreceğiz. İktidara geldiğimizde Stratejik Planlama Kurulu oluşturacağız. Önce devletin kaynaklarından ne kadar para kaçırılmış tespitini yapacağız. Bu konularda ortaya koyacağımız belgelerden sonra –birinci parti çıksa dahi- ne birinci parti olarak kalacak ne de bir daha iktidar umudu olacak.

Kılıçdaroğlu’nun iddiaları İYİ Parti’de de olumlu karşılandı

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun iddiaları İYİ Parti’de de olumlu karşılandı. Açıklanan bilginin daha önce kamuoyuna yansımış olmasına karşın “Kaçma” vurgusu ile dikkat çekici bir mesaj içerdiğine vurgu yapan bir siyasetçi, “Kemal Bey’in yaptığı çok iyi bir siyasi atraksiyon. İktidarın panik olması da hedefine ulaştığını gösteriyor. Tüm bunlar devletin kayıtlarında vardır. Hepsi günü geldiğinde çıkacaktır” dedi.

Paylaşın

HRW: Koruma Altındaki Kadınlar Da Tehlikede

ABD merkezli İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch – HRW), Türkiye’deki “6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” kapsamında verilen önleyici ve koruyucu tedbir kararlarının kullanımını inceleyen bir raporu kamuoyuna açıkladı. Rapor, kolluk güçleri ile mahkemelerin kararlara uyulmasının sağlanamaması sebebiyle kadınların tehlikede olduğuna dikkat çekiyor.

“Türkiye’de Kadına Yönelik ve Aile İçi Şiddetle Mücadele: Korumadaki Zaafların Ölümcül Sonuçları” adlı raporda 18 aile içi şiddet vakası incelendi. Rapora göre, kolluk kuvvetleri ve mahkemeler tarafından kadınları korumak amacıyla verilen tedbir kararlarının sayısı artsa da yetkili makamlar şiddet mağdurlarını korumak konusunda etkisiz kalıyor. Resmi verilere göre, 2021’de 272 bin 870 kişi hakkında önleyici, 10 bin 401 kişi hakkında ise koruyucu tedbir kararı alındı. Ancak, uygulamada sorunlar yaşanıyor.

Devlet koruması altındayken öldürülen kadınlar

Uygulama nedeniyle hayatını kaybeden kadınlardan birine Yemen Akoda örnek gösteriliyor. Bir fabrikada çaycı olarak çalışan üç çocuk annesi Yemen Akoda (38), 24 Haziran 2021’de eşi Eşref Akoda tarafından Aksaray’daki evinin önünde vurularak öldürülmüştü. Raporda Akoda’nın öldürülmeden önce dört ayrı önleyici tedbir kararı aldırdığı ve Eşref Akoda’nın ise bu kararların ikisini ihlal ettiği belirtiliyor. Raporda ihlallerle ilgili olarak Aksaray Cumhuriyet Başsavcılığı’na şikâyette bulunulduğu, ancak eş Akoda’ya herhangi bir yaptırım uygulanmadığı kaydediliyor.

İçişleri Bakanlığı verilerine göre, 2016-2021 yılları arasında öldürülen bin 846 kadından 157’si öldürüldükleri sırada devlet koruması altındaydı. Anaokulu çalışanı 45 yaşındaki Ayşe Tuba Arslan da bu kadınlardan biriydi. Ancak Eskişehir’de eski eşi Yalçın Özalpay’ın satır ve bıçakla saldırdığı kadın, 24 Kasım 2019’da hayatını kaybetti. Arslan, Özalpay’ın hakaret, tehdit ve yaralamalarıyla ilgili olarak Eylül 2018-Ekim 2019 tarihleri arasında polise ve savcılığa 23 ayrı şikâyette bulunduğu, mahkemelerden dört ayrı önleyici tedbir kararı aldırdığı ifade ediliyor. Özalpay’ın tedbir kararlarını defalarca ihlal ettiğini sekiz kere yetkililere ihlalleri bildirmesine rağmen mahkemeler “delil yetersizliği” gerekçesiyle Özalpay’a herhangi bir yaptırım uygulamadı. Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından re’sen başlatılan polisin ihmali ihtimaline ilişkin soruşturmada, savcılık kovuşturmaya yer olmadığına karar verdi.

“İhlallere yönelik yaptırımlarla ilgili çok az bilgi var”

DW Türkçe’den Burcu Karakaş’ın haberine göre, Adalet ve İçişleri bakanlıklarının koruyucu ve önleyici tedbir kararlarının sayısının arttığını göstermek için çok uğraştığı belirtilen raporda “Ancak bu, önlemlerin niteliksel etkileri, başarı ve başarısızlık oranları, koruma önlemlerinin ihlallerinin sayısı, ihlallere yönelik yaptırımlar ve her şeyden önce kadınların kendilerinin genel olarak daha gelişmiş bir koruma deneyimleyip deneyimlemedikleri hakkında çok az bilgi vermektedir” denildi.

Rapora göre, mahkemeler, tedbir kararlarını genellikle çok kısa süreler için verirken yetkililer de etkili risk değerlendirmeleri yapmak veya tedbir kararlarının etkinliğini izlemek konusunda yetersiz kalıyor. Bu durumun da aile içi şiddet mağdurlarının karşı karşıya kaldıkları şiddet riskinin sürmesine ve bazen ölümle sonuçlanmasına yol açtığı vurgulanıyor. Raporda “Bazı failler önleyici tedbir kararlarını herhangi bir yaptırıma maruz kalmaksızın ihlal etmektedir. Cezai kovuşturmaya uğrayan ve hüküm giyen faillere verilen cezalar ise genellikle çok kısa sürelidir, çok geç verilir ve etkili bir caydırıcılık sağlamaktan uzaktır” deniliyor.

Polis memurlarıyla görüşme: En büyük eksiğimiz psikolog

HRW’nin İstanbul’da görüştüğü hakim ve savcılar, koruyucu ya da önleyici tedbir kararı alınmasına ilişkin başvuruların nadiren reddedildiğini dile getiriyor. Araştırma kapsamında, aile içi şiddetle mücadele birimlerinde çalışan polis görevlileriyle de görüşüldü.

Kendileriyle birlikte çalışan bir psikoloğun bulunmasının birimlerine faydalı olacağını savunan polis memurlarından biri, “Şu anda en büyük eksiğimiz bu” ifadesini kullanıyor. Elektronik kelepçelerden sorumlu bir polis ise Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri (ŞÖNİM), polis ve mahkemeler arasındaki eşgüdümün ve yazışmaların tamamlanmasının iki ayı bulduğunu belirterek “En iyisi hepimizin aynı odada çalışması olurdu” diyor.

Şiddet mağduru mülteci kadınların karşılaştığı zorluklar

Raporda, mülteci kadınların şiddet karşısında yaşadığı sorunlara da yer veriliyor. HRW’nin görüştüğü Suriyeli N.K., 2022 yılının başında şiddet ve tehdit nedeniyle dini nikahlı olduğu H.I.’dan ayrıldığını anlatıyor. Ankara’da yaşayan ve Türkçe bilmeyen 23 yaşındaki genç kadın, bir tercümanla iletişime geçtikten sonra bir polis karakoluna gittiğini, karakol görüşmesi sırasında polis memurları kendisine karara dahil edilebilecek önleyici tedbir türleri veya adli yardımdan faydalanma hakkı konusunda hiçbir bilgi vermediğini söylüyor.

Rapora göre, Ankara 1. Aile Mahkemesi 30 günlük önleyici tedbir kararı vermiş olsa da karar kendisine bildirilmediği gibi Suriyeli kadın kararın H.I.’ya tebliğ edilip edilmediğini de öğrenemedi. Genç kadın polisler tarafından mahkeme kararı hakkında 10 gün sonra bilgilendirildi. Raporda, “Polis ve mahkemeler, Türkçe bilmeyen mağdurlara tam bilgi ve yardım sağlamada onlara destek olmak için daha fazla kaynağa ihtiyaç duymaktadır” deniliyor.

“ŞÖNİM ziyaret talebimiz reddedildi”

HRW raporuna göre mağdur, aile birey, veya avukatların yetkililerden yardım talep etmek veya faillerin serbest bırakılmasına itiraz etmek için sosyal medyaya yönelmek zorunda hissetmiş olmaları, çarpıcı unsurlardan biri. HRW’nin görüştüğü polis memurları ve hâkimler, geleneksel şikâyet yöntemleri başarısız olduğunda sosyal medyanın vakalara dikkat çekmekte ve yetkililerden yanıt almakta başarılı bir araç haline geldiğini doğruluyor.

HRW Türkiye Direktörü Emma Sinclair-Webb, kamu otoritelerinin görüşünü rapora yansıtmak için çok büyük çaba sarf ettiklerini, bu nedenle polis, savcı ve hakimler ile yaptıkları görüşmelerin oldukça önemli olduğunu dile getirdi. İstanbul’daki ŞÖNİM’i de ziyaret etmek istediklerini belirten Sinclair-Webb, “Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından ziyaret talebimizin reddedilmesine şaşırdık. ŞÖNİM’lerin çalışma performansına ilişkin son sekiz yıldır ulaşılabilir veri neredeyse yok” dedi.

İnsan Hakları İzleme Örgütü, Türkiye hükümetine kadına yönelik şiddete ve ev içi şiddete karşı mücadele konusunda uluslararası hukuku uygulaması, 6284 Sayılı Kanun kapsamında önleyici ve koruyucu tedbir kararları ile ihlallere yönelik yaptırım uygulanmalarının güçlendirilmesi ve kadına şiddet verileri konusunda şeffaf davranması için tavsiyelerde bulunuyor.

Paylaşın

ABD: Suriye’ye Operasyon Bölgesel İstikrarı Zayıflatır

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Türkiye’nin, Suriye’nin kuzeyine yeni bir askeri operasyon düzenleme planlarından endişe duyduğunu belirterek, böyle bir adımın bölgede istikrarı zayıflatacağını bildirdi.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, günlük basın toplantısında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Suriye’ye operasyon sinyali vermesine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Price, “Suriye’nin kuzeyinde artan olası askeri faaliyetlere ve özellikle buradaki sivil nüfus üzerindeki etkilerine ilişkin rapor ve tartışmalardan derin endişe duyuyoruz” ifadelerini kullandı.

Türkiye’nin güneydeki sınırlarına ilişkin güvenlik endişelerinin farkında olduklarını belirten Price, “Ancak herhangi yeni bir operasyon bölgesel istikrarı daha da zayıflatır, ABD güçlerini ve IŞİD’e karşı uluslararası koalisyonun mücadelesini riske atar” şeklinde konuştu.

ABD’nin Türkiye’den Suriye’nin kuzeydoğusundaki operasyonların durdurulması dahil Ekim 2019’da varılan anlaşmaya uymasını beklediğini ifade eden Price, “Herhangi bir gerginliğin tırmandırılmasını kınıyoruz. Mevcut ateşkes hatlarının korunmasını destekliyoruz” dedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Pazartesi günü kabine toplantısı sonrasında yaptığı açıklamada Suriye’ye yeni bir askeri operasyon düzenlenebileceğine işaret ederek, “Güney sınırlarımız boyunca 30 kilometre derinlikte güvenli bölgeler oluşturmak için başlattığımız çalışmaların eksik kısmıyla ilgili adımları atmaya başlıyoruz” açıklamasında bulunmuştu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Perşembe günü yapılacak Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında konuyla ilgili kararların alınacağını da sözlerine eklemişti.

Paylaşın

ABD’de Bir Okul Katliamı Daha: 21 Ölü

ABD’nin Texas eyaleti, San Antonio kentine bağlı Uvalde kasabasında ilkokula saldıran silahlı kişi 19 öğrenci, 1 öğretmen ve 1 veliyi  öldürdü. ABD’de yalnızca geçtiğimiz yıl,  2021’de okullarda 138 silahlı olay meydana geldi.

Yerel medyadan sağlanan ilk bilgilere göre, saldırı San Antonio’nun 90 dakika batısındaki 16 bini aşkın nüfusa sahip Uvalde’de yaklaşık 600 öğrencinin eğitim gördüğü Uvalde ilkokuluna silahla saldıran 18 yaşındaki Salvador Ramos’un 15 kişiyi öldürdüğü ve kendisinin de  güvenlik güçlerince vurularak öldürüldüğü bildirilmişti.

İlerleyen saatlerde yaralanan çocuk ve yetişkinlerden bazılarının daha hayatlarını kaybetmeleriyle toplam ölüm sayısı 21’e çıktı. Öldürülen öğretmen Eva Mireles’in kızı da katliamın gerçekleştiği Robb İlkokulu öğrencisiydi.

Ramos’un okula saldırmadan az önce büyük annesini vurduğu anlaşıldı. Saldırıdan yaralı kurtulan kadın hastanede tedavi altına alındı.

Uvalde Belediye Başkanı Don McLaughlin, durumun çok kötü olduğunu belirterek, çocukların aileleri ile iletişime geçmeye çalıştıklarını aktardı. Olay yerinde çok sayıda ambulans ve polis sevk edilirken, bölge güvenlik çemberine alındı.

Senator Chris Murphy: “Bir yol bulmamız gerek”

Saldırının ardından ABD Senatosu’nda konuşan Connecticut Senatörü Chris Murphy, “14 çocuk şu anda Teksas’ta bir ilkokulda öldü. Biz ne yapıyoruz? Bir tetikçinin Afro-Amerikalıları vurmak için bir markete girmesinden sadece birkaç gün sonra, elimizde başka bir ‘Sandy Hook’ var. Biz ne yapıyoruz? Bu salonda yalvarmak için, kelimenin tam anlamıyla ellerimin ve dizlerimin üstüne çöküp meslektaşlarıma yalvarmak için buradayım. Burada doğru bir yol bulun. Bu saldırıları daha az olacak hale getiren yasaları geçirmenin bir yolunu bulmak için bizimle birlikte çalışın.” dedi.

Senatör Murphy’nin eyaletinde de 2012’de Sandy Hook okul katliamı olmuş ve 27 öğrenci ve öğretmen öldürülmüştü.

ABD’de silahlı saldırılar 

ABD eğitim kurumlarında gerçekleşen silahlı saldırılar ülkenin en vahim sorunları arasında yer alıyor. Bugün Teksas’ta gerçekleşen ve 15 kişinin hayatını kaybettiği saldırı, 2022’de gerçekleşen birçok saldırının sonuncusu.

ABD’de bireysel silahlanmanın sınırlandırılması en büyük toplumsal ve politik gerilim konuları arasında. İktidardaki Demokratlar, bireysel silahlanmanın sınırlandırılmasından yana olmakla birlikte Cumhuriyetçiler’in engellemeleri dolayısıyla Kongre’den silah denetimini sağlayacak yasaları geçiremiyorlar.

ABD’de yalnızca geçtiğimiz yıl,  2021’de okullarda 138 silahlı olay meydana geldi. Bu yıl belli başlı silahlı saldırılar ise şöyle:

  • 14 Mayıs : Buffalo,  10 ölü
  • 15 Mayıs : Laguna Woods, California, 1 ölü
  • 15 Mayıs : Houston, Texas, 2 ölü
  • 13 Mayıs : Milwaukee; 16 yaralı
  • 27 Nisan : Biloxi, Mississippi, 4 ölü
  • 12 Nisan : Brooklyn,New York, 10 yaralı
  • 3 Nisan   : Sacramento; 6 ölü
  • 19 Mart   : Dumas, Arkansas, 1 ölü 27 yaralı
  • 23 Ocak  : Milwaukee, 6 ölü
Paylaşın

ABD’nin Rusya Planı: Avrupa’da 100 Bin Asker

ABD’li yetkililer, Avrupa’daki 100 bin Amerikan askerinin tutulmasının planlandığını söyledi. Rusya’nın saldırganlığının artması ve İsveç, Finlandiya veya NATO üyelerini tehdit etmesi durumunda sayının artabileceğini belirttiler.

CNN International’ın adı açıklanmayan yetkililere dayandırdığı haberde, NATO’nun bölgede daha fazla askeri tatbikat yapması halinde asker sayısının geçici de olsa artabileceği yazıldı. ABD’nin ayrıca güvenlik durumu değişirse ABD’nin Avrupa’da ek üsler kurabileceği belirtildi.

Rusya’nın Ukrayna’yı istila etmesinin ardından Washington, NATO’yu desteklemek ve Moskova’yı caydırmak için Avrupa’daki asker sayısını 60 binden yaklaşık 100 bine çıkardı.

ABD toplu savunma için tarihte ilk kez görevlendirilen NATO Mukabele Kuvveti’ne de binlerce asker gönderdi.

ABD’li yetkililer askerlerin Avrupa’daki sayısıyla ilgili önerilerin, NATO ülkelerinin genelkurmay başkanlarının Belçika’nın başkenti Brüksel’de perşembe yaptığı toplantıdan sonra görüşüldüğünü söyledi.

Genelkurmay başkanları, önerilerini 29-30 Haziran’da İspanya’nın başkenti Madrid’de düzenlenecek NATO zirvesinde ülkelerin savunma balkanlarına sunmaya hazırlanıyor.

CNN International, önerilerin üst düzey askeri liderlerin yaptığı açıklamalarla tutarlı olduğunu savundu.

Örneğin ABD Genelkurmay Başkanı Mark Milley nisanda yaptığı açıklamada, Doğu Avrupa’da kalıcı ABD üsleri kurulmasını desteklediğini söylemişti. Milley, caydırıcılık için konuşlandırılan askerlerin dönüşümlü olarak görev yapabileceğini bildirmişti.

Pentagon da halihazırda Avrupa’da bulunan birliklerin yerini almak üzere 10 bin 500 askerin ilerleyen zamanlarda gönderileceğini 13 Mayıs’ta duyurmuştu.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 24 Şubat’ta verdiği askeri operasyon emriyle başlayan savaşın 87. gününe girildi. Birleşmiş Milletler tarafından 20 Mayıs’ta yapılan açıklamada, savaşta en az 3 bin 838 sivilin öldürüldüğü, 4 bin 351 sivilin yaralandığı kaydedildi.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

‘NATO Üyeliği Krizi’nde Konu İsveç Değil Türkiye – ABD Meselesi

İsveç Uluslararası İlişkiler Enstitüsü kıdemli uzmanı Bitte Hammargren, NATO’daki genişleme krizinin Türkiye ile İsveç arasında değil, daha üst düzeyde Türkiye ile ABD arasında bir mesele olduğuna inandığını söyledi.

Türkiye ve güvenlik politikaları konularındaki araştırmalarıyla tanınan, aynı zamanda gazeteci olan Bitte Hammargren, krizin aşılması için ABD’nin atacağı adımların etkili olabileceğini belirterek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın beklentilerinden birinin de “Beyaz Saray’a davet edilmek” olduğu görüşünü dile getirdi.

ABD Başkanı Joe Biden’ın, Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın üyeliğine yönelik sert itirazlarına rağmen iki ülke liderlerini Beyaz Saray’da ağırlamış olmasının “Erdoğan’a verilmiş çok önemli ve güçlü bir mesaj” olduğunu belirten Hammargren, Erdoğan’ın “terör yuvası” suçlamasının İsveç’te nasıl yankı bulduğunu, Türkiye’nin YPG’nin terör örgütü olarak tanınması, iadeler, yaptırımların kaldırılması gibi taleplerinin başarı şansını DW Türkçe‘ye değerlendirdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliklerine onay vermeyeceklerini duyurması, NATO’da “tarihi” olarak nitelendirilen genişleme stratejisini alt üst etmiş görünüyor. Peki İsveç’te, Erdoğan’ın “tam bir terör yuvası” olarak gerekçelendirdiği itirazı nasıl yankı buldu? Öngörülen bir hamle miydi, yoksa sürpriz mi oldu?

Bitte Hammargren: Bizim gibi, Türkiye’yi yakından takip edenler için Türkiye’nin bu hamlesi çok da sürpriz olmadı. Çünkü Türkiye’nin, meseleleri sert müzakere süreçlerine sürüklemesine çok sık tanıklık ettik. Ama Türkiye’yi çok da yakından takip etmeyenler için kötü bir sürpriz oldu diyebiliriz. Ankara’nın, ittifakın güvenliği ve savunması için hayati öneme sahip, özellikle de Avrupa’nın kuzeyi ve doğusu için büyük bir önem taşıyan NATO genişlemesini bloke etmesini, beklemiyorlardı. Çünkü İsveçliler, Türkiye’nin AB üyeliğine çok güçlü destek vermişlerdi…

Resmi açıklamalardan anlayabildiğimiz kadarıyla Türk tarafının başlıca üç beklentisi var. Bunlar, PKK’nın Suriye’deki uzantısı YPG’ye desteğin kesilmesi, Türkiye’de hakkında “terör” suçlaması bulunan 21 kişinin İsveç tarafından iadesi ve silah satışlarına uygulanan kısıtlamaların kaldırılması. İsveç, Ankara’nın bu beklentilerine yanıt verecek adımlar atar mı?

Öncelikle “terör yuvası” suçlaması ile başlayalım. İsveç, diğer AB üyesi ülkeler gibi PKK’yı terör örgütü olarak tanıyor. İsveç iltica kanunlarını, aralarında Kürt olanların da bulunduğu pek çok Türk vatandaşına uyguladı. Bunlar arasında PKK sempatizanlarının olduğu da doğrudur. Ancak meselenin daha iyi anlaşılabilmesi için şunları gözardı etmemek gerekiyor: İsveç kanunlarında sırf ‘terör örgütü üyeliği’ diye bir suç bulunmamakta. Hükümet bu konuda bir yasa değişikliği önermeyi denedi ama bu öneri, anayasal konularda uzmanlaşmış hukukçular tarafından geri çevrildi. Terör saldırısının planlandığı, desteklendiği ya da gerçekleştirildiğinin hukuken ispatlanabilir olması gerekiyor. Ayrıca İsveç’teki gösterilerde PKK bayraklarının açıldığı, bu yolla da teröre destek verildiği iddiası da gündeme getiriliyor. Ancak bu da ifade özgürlüğünün kapsamının çok geniş olduğu İsveç’te bir suç teşkil etmiyor. Yakın tarihin gösterdiği gibi, bugünün küresel dünyasında, İsveç’in kendi ülkesindeki geniş ifade özgürlüğünü dışarıya anlatması artık çok zorlaşıyor.

Peki, Ankara’nın iade talepleri ve silah satışlarına uygulanan yaptırımların kaldırılması şeklindeki diğer iki beklentisinin karşılanması mümkün mü?

İade talepleri ile ilgili listeyi görmedim ama söylenen bu listede bulunan 21 kişi arasında aynı zamanda İsveç vatandaşı olanların, sürekli oturum hakkı bulunanların da olduğu. Ayrıca Türkiye’deki basında bu listede yer aldığı iddia edilen bir kişi, 2015’te hayatını kaybetti. İsveç bir mahkeme kararı olmadıkça, ne kendi vatandaşlarını ne de sürekli oturum hakkı olanları iade edebilir. Silah satışlarına uygulanan kısıtlamaların kaldırılması da kolay görünmüyor. Bu kısıtlamalar 2019’da, dönemin ABD Başkanı Donald Trump’ın askerlerini çekmesi ve Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine tek taraflı askeri operasyonunu başlatması sonrasında uygulanmaya başlandı. Ve bu kısıtlamaları uygulayan tek ülke de İsveç değil. İsveç dışında, Almanya ve Hollanda gibi pek çok AB ve NATO üyesi ülke de Türkiye’ye savunma sanayi ihracatına kısıtlama uygulamaya başlamıştı. İsveç’in sadece Türkiye’nin baskısı sonucunda bu yaptırımları kaldırabileceğine ihtimal vermiyorum. Çünkü silah satışlarını ince eleyip sık dokuyan bir hükümet ajansı var ve onlar bu yaptırımları uyguluyor. Ayrıca ben asıl meselenin tek başına İsveç olduğu görüşünde değilim. Bu konunun çözümü, meselelerin daha üst bir seviyede, ABD ile ele alınmasıyla mümkün. Çünkü İsveç’in, barut, patlayıcı, yazılım gibi Türkiye’ye sattığı savunma ürünleri, ABD ve diğer ülkelere kıyasla çok cüzi şeyler… Bence kamuoyu üzerinden İsveç’e yüklenen Türkiye’nin asıl hedefi, bu yolla ABD gibi diğer ülkelerin uyguladıkları yaptırımları kaldırmalarını sağlamak…

Sizce ABD’nin Türkiye’ye CAATSA yaptırımlarını kaldırması, en azından yeni F-16 satışına ve mevcut olanlarının modernizasyonuna yeşil ışık yakması mümkün mü?

Bu son derece zor görünüyor. Çünkü ABD yaptırımları, Kongre kararına dayanıyor. Gayet tabii ki Rus S-400’leri satın aldığı için F-35 programından çıkartılan Türkiye’nin şu anda F-16’lara ihtiyaç duyduğunu, hava savunmasını güçlendirmek zorunda olduğunu anlıyoruz. Ama dikkat çekmek istediğim, meselenin İsveç-Türkiye meselesi olmadığı, konunun daha üst seviyelerde, ABD düzeyinde ele alınması gerektiği. Kim bilir, belki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Beyaz Saray’a davet edilmesi, açılım sağlayacak bir yöntem olabilir…

Sizce Erdoğan Biden’dan bunu mu istiyor? Türkiye’nin blokajı nedeniyle çıkmaza giren genişleme düğümünü ABD mi çözer?

Beyaz Saray’a davet, Erdoğan’ın beklentilerinden sadece biri. Bu hafta bildiğiniz üzere Yunanistan Başbakanı Miçotakis Beyaz Saray’da ağırlandı,  yabancı liderler için büyük bir onur olarak görülen kongre konuşmasını da yaptı, Türkiye’ye F-16’ların verilmemesi gerektiğini savundu… Gayet tabii ki Erdoğan’ın Beyaz Saray’dan bir davete ihtiyacı var. Gerçi ABD Başkanı Biden bugüne kadar ona karşı soğuk bir tavır takındı ama İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği, ittifak için hayati öneme sahip. Bu nedenle düğümün çözümlenmesinde, ABD’nin ne yapacağı büyük önem taşıyor.

ABD Başkanı Biden’ın, Erdoğan’ın “evet diyemeyiz” açıklaması üzerine Fin ve İsveçli liderlerle Beyaz Saray’da görüşmesi ve ittifaka üyeliklerine çok güçlü destek açıklaması aynı zamanda Türkiye’ye verilmiş bir mesaj mıydı?

Gayet tabii ki. Bu Erdoğan’a verilmiş çok güçlü bir mesajdı. Üstelik Biden kendisi özellikle hiç Türkiye’den söz etmedi, bu işi Finlandiya ve İsveç liderlerine bıraktı. Biden aslında bu yolla Türkiye ile ilgili hayal kırıklığını da göstermiş oldu. Çünkü evet Türkiye’nin güvenlik endişeleri var ama Türkiye aynı zamanda çok önemli bir ittifakın üyesi. Ve bu ittifakın da şimdi çok büyük güvenlik endişeleri var. İttifak üyeleri de, böyle kritik dönemlerde bunu gözardı etmemeli.

Avrupa’nın kuzeyinde, Baltık Denizinde, Arktik bölgesinde, savunma yetkinliğinin güçlendirilmesi İttifak için ve gayet tabii ki Türkiye için de devasa bir öneme sahip… Şimdi sakin, aklı selim ve sabırlı hareket edilmesi gerekiyor.

Bu arada İsveç Dışişleri Bakanı Ann Linde Twitter’da yaptığı paylaşımda, ülkesinin PKK’ya ilişkin tutumu ile ilgili “çok yaygın bir dezenformasyon”u gidermek istediğine dikkat çekerek, “Olof Palme hükümeti, daha 1984 yılında, Türkiye’den hemen sonra PKK’yı terör örgütü olarak tanıyan ilk ülke oldu” hatırlatması yaptı ve ülkesinin bu tutumunda bir değişiklik olmadığının altını çizdi… İsveç, PKK’yı terör örgütü olarak tanıyor ama aynı zamanda Kürt meselesinin İsveç iç politikasını da ilgilendiren bir boyutu olduğu belirtiliyor. Bunu açar mısınız?

Evet, İsveç PKK’yı terör örgütü olarak tanıyor. İsveç, aynı zamanda Türkiye’den, askeri darbelerden sonra, aralarında Yaşar Kemal gibi çok ünlü muhalifleri de ağırlamış olan bir ülke. Gelenler arasında Kürtler de yer aldı, yıllar içinde İsveç vatandaşı oldular, İsveçli Kürtler oldular, çok sayıda Kürt kökenli İsveçli var artık. Siyasi partilerdeler, parlamentodalar, hükümet kuruluşlarında, şirketlerde görev alıyorlar, artık kamu hayatının bir parçası oldular. Bu nedenle konu İsveç iç politikasının da bir boyutunu oluşturuyor. Bu nedenle AKP’nin ilk yıllarında Kürt meselesinde çok ilerici adımlar atması, burada da alkışlanmış, çözüm sürecinin başlaması, gelecekle ilgili çok umutlu olunmasına yol açmıştı…

Ama çözüm süreci sonlandırıldı. Üstelik mesele Suriye’deki gelişmelerle birlikte çok farklı bir boyuta evrildi. ABD başta olmak üzere, tüm Batılı ülkeler için büyük bir çelişki oluşturan konu da Suriye’nin kuzeyinde ABD’li yetkililer dahil hemen hemen herkesin  PKK’nın Suriye uzantısı olduğunu kabul ettiği YPG’nin IŞİD ile mücadelede “önemli müttefik” olarak görülmeye başlanması, bir terör örgütüne karşı bir diğer terör örgütünün araçsallaştırılması…Türkiye de bunu, ulusal güvenliğine tehdit olarak gördüğünü söylüyor. Türk uzmanlar, NATO genişlemesine blokajıyla birlikte aslında Türkiye’nin Batılı müttefiklerini bu konuyla ilgili “büyük bir yüzleşmeye” zorladığını söylüyorlar. Bu görüşlere katılıyor musunuz?

Eski ABD Başkanı Obama’nın IŞİD ile mücadelede YPG ile iş birliğine gitme kararından bu yana bunun Türkiye ile NATO müttefikleri arasında büyüyen bir gerilime yol açtığı doğru. Tabii ki hükümetler YPG’nin PKK’nın uzantısı olduğunu, ideolojik olarak da benzeştiğini biliyor. Ama anladığım kadarıyla YPG’nin bir terör örgütü olarak sınıflandırılmasının istenmemesi üç nedene dayanıyor.

Nedir bu nedenler?

Birincisi, IŞİD’in yenilgiye uğratılmasında rol oynadılar ve o dönem müttefiklerinde Türkiye’nin IŞİD ile mücadelede yeterli kararlılığı sergilemediği görüşü hakimdi. İkinci önemli neden de YPG’nin, binlerce IŞİD tutsağının tutulduğu kampları koruyor olması. Bu da aslında Türkiye dahil bölge için, Avrupa hükümetleri için hayati bir güvenlik meselesi. Batı, YPG’den desteğini çekerse onlar da yönlerini değiştirecek ve büyük bir ihtimalle de Esad rejimine yaklaşacaklar. Tutsaklar Esad rejiminin eline geçerse ne olur? Geçmiş bize neler olabileceğini gösterdi. İç savaş başladığında cihatçıları hapislerden çıkaran Esad rejimi değil miydi? Ayrıca 2003 yılında ABD Irak’ı işgal ettiğinde Suriye, Amerikalılara karşı savaşmak için cihatçılara alan tanımadı mı? Daha sonra bunlar Irak’ta El Kaide’ye ve IŞİD’e dönüşmedi mi? Ayırca Esad rejiminin korkunç insan hakları ihlallerini de unutmamak lazım. Dolayısıyla kampların Esad rejiminin eline geçmesi bir opsiyon değil. YPG’nin terör örgütü olarak tanınmaması için öne sürülen bir diğer argüman da, bunun aslında ne Türkiye ne de bölgede meselenin çözüme kavuşmasını sağlamış olması. PKK sorunu, ilk terör saldırılarına başladığı 80’lerden beri var…

YPG’nin terör örgütü olarak ilan edilmesinin Türkiye’nin güvenlik sorununa bir çözüm olmadığını mı söylüyorsunuz?

Çok korkunç trajediler yaşandı ve bir noktada bu soruna siyasi bir çözüm gerekecek. Erdoğan, kendisi denedi. Özal da denemişti… Bir daha denenir mi? Seçimleri beklemek gerekecek. Ama sonuç itibarıyla Kürt meselesi Türkiye için bir güvenlik sorunudur. Bugüne kadar askeri yöntemin tek başına bunu sağlamadığı ortada. Ve bir noktada bu sorunu geride bırakmak üzere bir çıkış stratejisi izlemesi gerekecek.

Paylaşın

Halkbank, ABD Anayasa Mahkemesi’ne Başvurdu

ABD’nin New York Güney Bölgesi Federal Mahkemesi’nde devam eden Rıza Sarraf davasında sanık olarak yargılanan Halkbank, daha önce İkinci Bölge İstinaf Mahkemesi’nin aldığı kararı temyiz etmek için ABD Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.

VOA Türkçe’de yer alan habere göre, Halkbank, ABD’deki Williams & Connolly LLP hukuk firmasına bağlı avukatlar, Robert M. Cary, John S. Wiliams, Simon Latcovich, Eden Schiffmann ve James W. Kirkpatrick aracılığıyla, 35 sayfalık temyiz başvuru dilekçesini ülkenin en yüksek mahkemesine sundu. Halkbank temyiz başvurusunu Anayasa Mahkemesi’nin tanıdığı sürenin son günü olan 13 Mayıs’ta yaptı. Anayasa Mahkemesi, 35 sayfalık başvuru dilekçesini bugün (17 Mayıs) tarihiyle dava dosyası kayıtlarında yayımladı.

Halkbank, ABD Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvuruda, hem federal mahkeme hem de istinaf mahkemesinde aleyhlerine alınan kararların hem uluslararası hukuk hem de Amerikan yasalarının ihlali olduğunu öne sürdü. Halkbank, alt mahkemelerin vermiş olduğu kararların aslında NATO üyesi ve uzun yıllardan beri ABD’nin dost ve müttefiki olan Türkiye’yi yargılamak olduğunu belirterek kararın, kabul edilemez olduğunu öne sürerek temyizini istedi.

Halkbank, bir devlet kuruluşu olduğunu, hisselerinin çok büyük bir çoğunluğunun Türkiye Cumhuriyeti’ne ait olduğunu bu yüzden ABD mahkemelerinde yargılanamayacağını kaydetti. Halkbank, ABD’de yürürlükte olan “Bağımsız Yabancı Devlet Dokunulmazlığı Yasası” kapsamında yargılanamayacağını savunuyor.

Halkbank’ın ABD Anayasa Mahkemesine yaptığı başvurunun, kabul edilerek mahkeme takvimine alınıp alınmayacağı, 35 sayfalık dilekçenin hakim heyeti tarafından incelenmesinden sonra belli olacak. Hakim heyeti, başvuruyu kabul ederse bir duruşma takvimi belirlendikten sonra karar verilecek. Heyet, başvuruyu kabul etmezse de Halkbank’ın yargılanma süreci New York Güney Bölgesi Federal Mahkemesi’nde kaldığı yerden devam edecek

Halkbank’ın ABD Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yolu, 14 Aralık tarihinde temyiz talebini reddeden İkinci Bölge İstinaf Mahkemesi tarafından açılmıştı.

Temyiz başvurusu iki kez İkinci Bölge İstinaf Mahkemesi’nde reddedilen Halkbank, ABD’deki avukatları aracılığıyla 10 Ocak’ta İkinci Bölge İstinaf Mahkemesi’ne verdiği 20 sayfalık dilekçede, “Bağımsız Yabancı Devlet Dokunulmazlığı Yasası” kapsamında olmasına rağmen temyiz başvurusu iki kez reddedilen davanın, Anayasa Mahkemesi’ne sevkini istemişti. Mahkeme ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin kararına kadar bir alt mahkemedeki yargı sürecini de durdurma kararı almıştı.

Paylaşın