Özel’den ‘Kobani Davası’ Açıklaması: Kabul Edilir Tarafı Yok
Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın da aralarında olduğu 18’i tutuklu 108 siyasetçi hakkında açılan Kobani Davası’nda verilen ağır cezalara tepki gösteren CHP Lideri Özgür Özel, “Verilen cezaların bazıları istenene göre çok düşük ama burada Yüksekdağ ve Demirtaş’a verilen cezaların kabul edilir tarafı yok” dedi ve ekledi:
“Bazı beraat kararları önemli ama geriye dönüp baktığınızda Yasin Börü suçundan beraat ettiler. Bu dava siyaseten ne kadar çok kullanıldı. Bugün geldiğimiz noktada mahkeme Yasin Börü’nün ölümünden sorumlu olmadıklarını söyledi. Bir partinin genel başkanı olmasan beraat edenleri ve ağır ceza alanları hangi kategoride değerlendirmek gerektiği üzerine farklı beyin jimnastiği yapabilirim ama kim ne derse desin bu davada bir hukuk yok. Yargılama süreci hukuki değil.”
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, Sözcü TV’de katıldığı canlı yayında gazetecilerin gündeme ilişkin soruları yanıtladı. Özel, şunları söyledi:
“İlk günden beri takındığım tutumu değiştirecek değilim. Dava, siyasi dava. Olay olduktan 5 yıl sonra açıldıysa dava, iddianamesi de doğrudan bir partinin genel başkanı tarafından yıllarca yazıldıysa, sonra da dava açıldıysa bu dava siyasi davadır. Uzamasıyla, zamanlamasıyla, karar duruşmasının seçimden sonraya bırakılmasıyla falan her yönüyle siyasetten kullanılmaya elverişli bir dava.
“Burada Selahattin Demirtaş’a ve Fiden Yüksekdağ’a verilen cezalar, görevlerinin başındayken bir partinin eş genel başkanlarıyken alınıp da suçlandıkları şey ve bu cezalara baktığınızda kabul edilebilir bir tarafı yok. Davayı bir hukuki dava olarak değerlendirmek yerine, tabi bir partinin genel başkanı olmasam her beraat edenleri, yaptığı yeterli görülüp bırakılanları ve ağır cezalar alanları hangi kategorilerde değerlendirmek gerektiği üzerine farklı beyin jimnastiği yapabilirim ama kim ne derse desin bu davada bir hukuk yok. Yargılama süreci hukuki değil.
Ayhan Bora Kaplan meselesini konuşacaksak işin şu tarafını kısaca hatırlamak gerekiyor. Ayhan Bora Kaplan, ailesinden birisiyle birlikte Kızılay’ın ortasında korsan CD satışı yapan biridir. Gelirler kendisinden haraç isterler. Bu haracı vermeyi reddeder. Abisini tartaklarlar. Bu da tartaklayanı ayağından vurarak hapse düşer, belirli bir süre. İçeride uyuşturucu mafyasıyla tanışır. Çıkar ve Ankara’da torbacılıkla başlayan, sonra belirli torbacıların amirliği falan… Uyuşturucu ticaretine yön veren birisidir.
Ucu başka yerlere dokunduğu için bazı suçların çok üzerinde durulmuyor herhalde. Ayhan Bora Kaplan dosyası enine boyuna tartışıldığında burada tabi ki tehdit, adam kaçırma, şantaj bir sürü şey… Ayrıca devlete emanet yurtlardaki 18 yaşına yaklaşan devletin korumasındaki kimsesiz genç kızların, iş bulma, çalıştırılma vaadiyle ilk önce garsonluk, ardından ‘daha iyi para lokantada var’, içkili lokanta derken felaket bir şeyin içine sokuldu. Bütün bu rezilliklerin içinde hepsi birden var. Benim yanımdan giden biri bununla buluştu.
15 Temmuz gecesi, Bekir Bozdağ TBMM’de kürsüde konuştu. O sırada bizim yanılmıyorsam Levent Gök konuştu. Süleyman Soylu da orada oturuyor. ‘Süleyman Bey konuşsun’ dedim. O zaman Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı kendisi. İçişleri Bakanı değil. Kalktı geldi kürsüye ve Meclis Başkanına dedi ki ‘Zamanım geldi. Arkadaşlarla TRT’nin önünde buluşacağım gençlerle’ dedi. Bu lafı dün gibi biliyorum, oradaki herkes de hatırlıyordur.
O an için önemli değildi. Sonradan Soylu’nun TRT’nin önüne gittiği… Sonra sonra kayıp silahlar konusunda TRT’nin önünde buluştuğu birtakım sivil kişilere silah dağıttığı. Bu tartışmalar yapıldı. O kişilerin Ayhan Bora Kaplan’ın ekibi olduğu ortaya çıktı.
Ayhan Bora Kaplan, korsan CD, torbacı, uyuşturucu, gasp falan… Süleyman Soylu ile TRT’nin önünde randevulaşma. Sonrasında da Süleyman Soylu İçişleri Bakanı oluyor belli bir süre sonra. Ardından da Süleyman Soylu’nun o çok tartışmalı süreci… Ayhan Bora Kaplan’ın himaye edildiğine ilişkin iddialar çok ciddi. Bu süreçte herkes birbirini suçlarken, aslında gizli özne diyebileceklerden bir tanesi de Süleyman Soylu. O yüzden eğer bu soruşturma gerçekten dört başı mahmur yürüyecekse Soylu hakkında bir fezleke hazırlanacak, gelecek oy birliğiyle karma komisyondan geçecek, dokunulmazlığı kaldırılacak ve yargı önünde bildiklerini, sorulan soruları cevaplayacak ki bu olay gerçekten çözülebilsin.
Süleyman Soylu hakkında bir soruşturma komisyonu kurulmasını önermezseniz, Meclis’te oluşturulacak bir komisyon savcı sıfatıyla gerekeni yapmaz ve Süleyman Soylu’yu Yüce Divan’ın önüne çıkarmazsanız bu olayın zaten en önemli kısımlarından bir tanesinin üstü kapalı kalır.
Bugünün tartışması şu: Bir partinin genel başkanı sayın Bahçeli, ülkenin İçişleri Bakanı birer tweet atıyorlar. Biri tweet atıyor, biri cevap veriyor. Muğlak muğlak tweetler. Tweetlerde hem çok şey söyleniyor, hem hiçbir şey söylenmiyor. Devamında da ‘FETÖvari yöntemler’ falan diye bitiriyor. Geçmişte Süleyman Soylu’nun en iyi ilişki içinde olduğu kişi, hatta derlerdi ki bir ara ‘Soylu AK Parti’nin değil MHP’nin bakanı’ diye Ankara’da konuşuluyordu.
Son günlerde ortaya çıkan bir şey. Nedir? İddianame yazılmış, Sinan Ateş iddianamesi. İddianamede olaya karışan aracın her şeyin plakası var ama bir tane araca siyah Audi diyorlar. Bir tek onun plakası yer almamış. Sonra o siyah Audi’nin hangi Audi olduğuna ilişkin bir fotoğraf ortaya çıktı. Ne bunun ortaya çıkmasını bir gazetecilik başarısı olarak gören var. Konunun iki tarafı da, bir taraf işin ucun kendisine geldiğini düşünerek süreci enfekte etmek için bunu servis ettiğini ve Ali Yerlikaya’nın üstüne yıktığını iddia ediyorlar. Öbür taraf da diyor ki ‘Ali Yerlikaya MHP-AKP ilişkisini dinamitlemek ve Soylu’yu işin içine katmak için bunu yaptı’ diyorlar. Bu bir suç. Suç olan ne? Fotoğrafın gizli kalmasını beklemek suç.
İddianamede o arabanın plakasının yazılmaması kabul edilemez. Kim kullanıyormuş arabayı? Kim kullanıyorsa kullansın. Ülkü Ocakları başkanının kullandığı araç olursa iddianameye yazılamıyor. Bu süreç öyle kolay sindirilecek süreç değil. O aracın plakasının iddianamede olmaması başlı başına bir yargılama konusudur. İddianameyi hazırlayanlar için, onlara bu telkinleri yapanlar için…
‘Normalleşme’ diyorum, diyorlar ki ‘yumuşama’. Türkiye’nin normalleşmeye ihtiyacı var. Ne muhalefeti yumuşak yapmaktır, o yüzden yumuşama lafına… 2024 yılında anayasası olan, seçimler yapılan, yeminle göreve başlayan milletvekillerinin, cumhurbaşkanının, bakanların olduğu bir yerde… Burası muz cumhuriyeti değilse ve kuruluşunun 100’üncü yılını geçen sene kutladığımız bu cumhuriyette eğer insanlar suçu işleyenin siyasi aidiyetine, ittifak ortaklarına göre değerlendiriliyorsa…
CHP Genel Merkezi’ne bir iade-i ziyaret yapılacak. Devamında ifadelerim oldu. Sorun alanları… Örneğin emekliye zam yapılacaksa hep birlikte oy verelim, yapılmayacaksa… Emekli mitingi yapıyoruz. Öğretmen ataması… 68 bin öğretmenler istiyordu. Dedim ki ‘Kadro boşluğu 94 bin. 20 bin de emekli var. 124 bin. 120 bin öğretmen atanırsa desteklerim. Atanmazsa muhalefetimi yaparım’. Yarın temmuz ayında asgari ücrete zam gelecek. Asgari ücret alan için çok düşük, veren için çok yüksek. Büyük bir açmaz içindeyiz. Buna devletin bir çözüm bulup asgari ücreti artırması, esnafa, KOBİ’ye, küçük üreticiye, para kazanmayana da yük olmaktan çıkarması lazım. Bunu birlikte çalışalım. ‘Yok, kemer sıkıyoruz, veremeyiz’. Verginin yüzde 11’ini gerçek kazananlardan alacaksın, kemeri asgari ücretliye sıktıracaksın. Buna miting de yaparım, yürüyüş de eylem de yaparım.
“Uyulmayacak anayasa niye yapalım?”
Anayasa tartışmasının içine girmek için ön şartım şu. Mevcut anayasaya tam uyum. Ve diyorum ki yeni bir elbise isteniyorsa, öncekini ne yaptın diye bakarlar. Önceki neden olmadı diye bakarlar. Yenisini giyecek misin diye bakarlar. Uyulmayacak anayasa niye yapalım? Anayasaya uyum konusunda bir güvence meselesini ayrıca tartışalım. O teknik bir mesele. Ne Sayın Erdoğan ile, ne Sayın Bahçeli ile yaptığımız görüşmelerde, bırakın anayasa ile ilgili usule bile ‘şöyle olabilir, böyle olabilir’… Sadece anayasaya uyum. Anayasaya uyum dediğinizde AİHM kararları var, AYM kararları var, AYM’nin bağlayıcılığını kabul etmemek, hatta mahkemenin kapatılmasına yönelik çağrılar var.
Bu şartlar altında bir anayasa masasına oturmak nasıl mümkün olabilir? İşin bu tarafını söylüyorum. Bir de şunu söyledim. Sayın Kurtulmuş’a da söyledim. Bir masa kuruldu. Ben de Özgür Özel olarak kalktım geldim oturdum. Son seçimde 17 milyon 500 bin kişiyiz sadece sandıkta buluştuklarımız. 17 milyon 499 bini ayakta kalır. O masaya Özgür Özel 17.5 milyon kişiyi ikna etmeden oturamaz. Özgür Özel’in öyle bir lüksü yok.
Eğer Sayın Erdoğan gelip ‘böyle bir işin içine girdik, sorumlusu kimse ortaya çıksın, siyasi bir destek verin’ derse destek vermeye hazırım. Sayın Bahçeli derse ki ‘Böyle bir işin içindeyiz. Bu işten hep beraber sıyrılmamız lazım’. Kendisine de en net desteği vermeye razıyım. Sayın Ali Yerlikaya da gelip bir sunum yaparsa ve haklıyı haksızı ayırmaya katkı sağlayacak bir kamuoyu desteği isterse orada da destek veririm. Doğruya, iyiye doğru atılacak her adımda muhalefet olarak her türlü desteği veririz. Hep böyle yaptık geçmişte de. Gelsinler Meclis’te bir komisyon kuralım. Onların kendi pozisyonları gereği yapamadıklarını hep birlikte yapalım. Herkes birbirine operasyon çekiyor. Bir hukuka dönüş operasyonun Meclis eliyle yapılması lazım. Başka türlü olmayacak bu iş.
“Suriye ile diyaloğu savunuyoruz”
Birkaç haber sitesi, belirli bir partiye müzahir siteler bütün bir açıklamadan ‘Özgür Özel Arapça tabelaları kaldırmayın dedi’ diye verdiler. Twitter dünyası da şöyle bir dünya: Onu doğru kabul edip öbürü bir şey yazıyor. Öbürü onu okuyor, yazıyor falan… Bir zaman sonra algı ile olgu yer değiştiriyor.
Şöyle bir matematiksel katkı yapayım. Türkiye’de yaşayan Türklerin doğum hızı 1.45’e düştü. Bu, Suriyeliler için 5.65. Bu 20 yıl sonra 25 milyon Suriyeli demek. Bu gerçekten bir ülkenin şehirlerin demografisi açısından çok büyük risk. Tedbir almak lazım.
Gelelim meselenin özüne dair ne dediğime. Değişen hiçbir görüşüm yok. Suriye ile diyaloğu savunuyoruz. Esad ile esas meşru muhataplarının görüşmesi lazım. Suriyeli sığınmacıya karşı olsam ne olacak, karşı olmasam ne olacak. Sığınmacı yaratan politikalara ve politikacılara karşıyım.
Bu konudaki leyhte aleyhte bütün beyanlarımı büyük bir özgüvenle tekrar ederim. Benim dediğim şu: ‘Arkadaşlar, televizyonlarda Arapça tabelaları yırtan belediye başkanı görüntüsü bizim açımızdan doğru bir görüntü değil. Arapça tabelaları savunmuyorum. Ne İstiklal Caddesi’ndeki o Arapça tabelalar hoşuma gidiyor, ne herhangi bir yerde hoşuma gidiyor. Ama İngilizce, Fransızca tabelalar da hoşuma gitmiyor. Bununla ilgili bir yasal düzenleme var. ‘Tabelalar Türkçe olacak, yabancı dilde bir tabela varsa ana tabelanın yüzde 25’ini geçemez.’ Bu olsa büyük oranda bir regülasyon gelir.
Ayrıca Tabela Kanunu’na aykırı tabelalar rastgele asamazlar. Ama bu yolu yöntemi kanuna göre ihtarda bulun, kendisinin sökmesi lazım. Sökmüyorsa zabıta yolla, uyar. En sonunda usulüne uygun söktür ama İngilizceyi de söktür Arapçayı da. Bunu söyledim. Dedim ki ‘Burada belediye başkanı nasıl itfaiye kullanmıyorsa yangın çıktığında nasıl belediye başkanı su patladığında gidip de vanayı kapatmıyorsa onu sökmek sizin işiniz değil. Düzenlemeye uygun talimat vermek işiniz.
Sen onu sökersen ne olur dedim. Örneğin kendi Hacerler köyümde birisi yerde Arapça kağıt bulsun. Onu kağıdı alır ayağın basmayacağı bir pencere kenarına koyar. Arapça bilmiyor, belki fıkra yazıyor ama o Kuran ile özleştirmiş Arapçayı. Demiyorum ki Arapça kutsal bir dildir. Arapça Kuran-ı Kerim’in yazıldığı dildir. İnsanlar Arapçayı Kuran dili olduğu için kutsal kabul ediyor. Senin gidip de haşin bir şekilde onu yırtman partimiz adına onarılmaz yaralar açar insanlarda dedim. Nasıl şehir otobüsünü sen kullanmıyorsan o haritayı da sen oradan çıkarma dedim ve devam ettim.
Ayrıca, Arapça Türkiye’de 6 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının ana dili. Şanlıurfa’daki, Mardin’deki Hatay’daki bir miktar Batman’daki… Arapçaya yapılan hürmetsizlik Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını da incitiyor. Bir siyasetçi var, bir genel başkan. Arap kelimesini küfür gibi kullanıyor. Doğru değil. Arap kelimesini küfür gibi kullanırsan yarın da biri Türk kelimesini küfür gibi kullandığında ona karşı çıkamazsın.”