Özel’den İktidara “Gri Liste” Hatırlatması: 2021 Yılında Girdik
Türkiye’nin Mali Eylem Görev Gücü (FATF) gri listesinden çıkarılmasına ilişkin değerlendirmelerde bulunan CHP Lideri Özgür Özel, “Neredeyse birileri çıkacak ve diyecek ki; ‘eskiler bilmez, gençler bilmez, eskiden biz gri listedeydik.’ Buradan hatırlatalım. Biz gri listeye 2021 yılında girdik. Biz gri listeye son günlerde hızla yapılan bazı kanunu düzenlemeler yapılmadığı için girdik. Biz gri listedeydik. Dün çıktık” dedi ve ekledi:
Haber Merkezi / “Bu övünülecek değil, çok utanılacak bir durumun, çok utanılacak bir üç yılın, AK Parti’nin bu ülkeye son üç yılda yaşattığı gerçeğidir. Çıktığımız günü listede Burkina Faso var. Yemen var, Suriye var, Mali var, Kongo var. Yani bulunduğumuz yer zaten pek çok ülkenin bulunduğu bir yerdi de biz orada bir üst lige falan çıktı. Biz utanç verici bir yere düşmüştük. Çok gecikmeli olarak ve nihayet ittir kaktır, hatta bir gece önce ‘bakalım siyasi bir kararla bizi orada tutacaklar mı ‘ gibi tuhaf değerlendirmelerle yani öz güveni eksik bir şekilde yarım yamalak Burkina Faso’nun olduğu yerden kurtulduk. Ama üç yıldır bizi orada tutan ve Türkiye’yi bu utançla yüzleştiren bu iktidardan başkası değildi.”
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin “Yurt Dışı Örgütlenme İkinci Yüzyıl Vizyonu Çalıştayı”nda konuştu. Özel, konuşmasında şunları söyledi:
“CHP, 47 yıl sonra birinci parti oldu. Bu hepimiz için çok büyük bir gurur kaynağı. Bunun heyecanını yaşıyoruz. Her toplantımızda bunun heyecanını paylaşıyoruz. Tabii bir yandan bunun bir yerel seçim olduğu, genel seçim boyutu olduğunda yurtdışı oyların devreye gireceği hep hatırlatılıyor. Burada bizim açımızdan yurtdışında biraz önce Ensar Başkan’ın ifade ettiği gibi iktidar partisini yarısı kadar oy aldığımız son seçim pratiğimiz var. Cam tavanı yurtiçinde olduğu gibi yurtdışında da kırmak gibi bir sorumluluğumuz var.
Yurtdışı seçmenlerde oy kullanma oranının yüzde 50’lerde kalıyor olması, hem de en üst düzey motivasyonun yaşandığı yüzüncü yıldaki seçimde dahi yüzde 50 oranında kalması, yapılan analizlerde sandığa gitmeyen seçmenin aslında Türkiye’deki iktidara yakın bakmayan, onun uygulamalarından memnun olmayan, sandık başına gittiği takdirde iktidardan yana oy kullanmayacak seçmen olduğu ile ilgili ortaklaşılan tespitler, aslında önümüzde ne büyük bir görev, ne büyük bir fırsat olduğunu ortaya koyuyor. Hep birlikte ulaşamadıklarımıza ulaşmak, ikna edemediklerimizi ikna etmek ve onları sandığa çağırma noktasında ne kadar başarılı olursak, işte aradaki fark o kadar hızla kapanacak ve bu sefer biz belki bir sonraki seçimden sonra hem yurtiçinde hem yurtdışında birinci parti olabilmiş olmanın mutluluğunu birlikte paylaşacağız.
74 seçim çevresinde yurtdışında oy kullanıldı, biz bunlardan 40’ında birinci partiyiz. Katılım oranının düşük olduğu her yerde ikinci, üçüncü partiyiz. O yüzden esas yapmamız gerekenin ne olduğu ortada. Sizlere sadece yurtdışında oyları, seçmenleri bulacak, sandığa taşıyacak, oyları sayacak kişiler olarak bakarsak bu da büyük bir haksızlık ve indirgemeci bir tutum olur. Esas olarak sizler Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün partisini Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında dünyanın dört bir yanında temsil eden kişilersiniz. Oradaki yüzlerisiniz.
Oradaki soydaşlarımızın, vatandaşlarımızın ya da Türk vatandaşı olmasa da Türkiye’den oraya göçmüş ve şu anda o ülkelerin sadece vatandaşı olan soydaşlarımızın siz oralarda hem temsilcileri hem onların sorunlarını bize taşıyacak kişiler, hem de dünyanın bugün için 21 farklı ülkesinde ama yarın dünyadaki 74 farklı seçim çevresinde hem partisini temsil eden hem oradaki siyaset pratiklerine tanıklık eden, onları partisine aktaran, oradaki iyi uygulamaları, oradaki olumlu gelişmeleri ya da oradaki kötü tecrübeleri buraya aktaracak, siyasi analizler yapacak, o ülkelerin nabzını tutacak ve buraya aktaracak temsilcilerimizsiniz.
Biz sizleri hem emeğinizle, hem entelektüel birikiminizle, hem kendiniz ve örgütümüzü geliştirmeye yönelik kapasitenizle son derece önemsiyoruz. Bu noktada bizlerin ve sizlerin birinci görevi bulunduğunuz bölgelerde örgütümüzü nitelik ve nicelik açısından geliştirmek gibi bir sorumluluğunuz var ve biz bunu son derece önemsiyoruz. Yurtiçinde olduğu gibi yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın, soydaşlarımızın da yeni ve güçlü bağlar kurmak, eksiklerimizden ders çıkarmak, bu alanda güçlü bir sıçramayı gerçekleştirmek için sizin bu üç gün boyunca yapılacak çalışmalara yapacağınız katkılar ve devamında burada alacağınız ödevlerle bu etkileşimin bir süreklilik içinde devam etmesi son derece önemli.
Ben bir yanı Üsküp’te bir yanı Selanik’e dayanan bir Balkan Türk’ü olarak Balkanlar başta Avrupa’daki ve dünyanın dört bir yanındaki yurttaşlarımızın sorunlarına daha çok eğilen, sosyal demokrat bir parti olmanın sorumluluğunu hisseden, yaşayan ve yaşatan bir çizgiyi hep birlikte tutturmamız gerektiğini düşünüyorum. 5-6 milyon Avrupa’da olmak üzere 7 milyondan fazla vatandaşımız yurtdışında yaşıyor. CHP sadece yurtiçinde 86 milyon vatandaşımızın değil eskiden gurbet dediğimiz şimdiki ikinci vatanlarındaki insanımızın baba ocağıdır, baba evidir. Türkiye İttifakı sadece yurtiçinde kullandığımız bir söylem değil. Yurtdışındaki seçmenlere sıkça hatırlatmamız gereken, onlarla kurmamız gereken çok önemli bir gönül bağıdır. Bu baba ocağının bir tane sahibi vardır. O da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür.
Yurtdışındaki sizlerin eğitimden sağlığa, sosyal haklardan, ekonomik meselelere kadar pek çok sıkıntıları, çözülmesi gereken pek çok sorunları olduğunun bilincindeyiz. İhtiyaç olan sorunları tespit edip, doğru çözümlerin peşinden giden bir siyasi anlayışı hakim kılmak, bir özeleştiri yapmamız gerekiyorsa, biz bu özeleştiriyi bu üç günlük çalıştayda, açık yüreklilikle, birbirimizin hukukuna saygı duyarak, nezaket çerçevesini terk etmeden kararlılıkla dile getirmeliyiz. Eleştiriden ve özeleştiriden güçleneceğimizi, hatalarımızı konuşmaktan çekinmememiz gerektiğini, doğruları hep birlikte bulmamızın öneminin bir kez daha altını çiziyorum.
Biz sizlerin sorunlarına eğilmedikçe, sizlerin iyi gününde, kötü gününde yanında olmadıkça, başka yapıların, başka oluşumların, başka örgütlerin bu boşluğu doldurduğunu bilmemiz lazım. Yurtdışında yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının, Türkiye ile bağı olan herkesin derdi ile dertlenmek, iyi ve kötü gününde onunla birlikte olmak, sorununa temas etmek çok önemli. Aksi takdirde birtakım cemaat yapılarının, birtakım tarikat yapılarının, birtakım Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği ile ilgili sizinle ve bizimle ortak hayaller kurmayanların, Türkiye’yi Avrupa’nın bir parçası olarak değil de Türkiye’yi çok başka coğrafyaların bir parçası haline getirmek isteyenlerin, demokratik bir örgütlenme yerine bambaşka yapıların örgütlenmelerini güçlendirmeye çalışanların alan bulduğunu görmemiz gerekiyor.
Önümüzdeki dönemde tüm sorunları, ülkeler özelinde ve tüm ülkelerin ortak sorunlarının genelinde ayrı ayrı ele almak, irdelemek ve tartışmak durumundayız. Yurtdışında yaşayan sizlerin sorunlarını, beklentilerini sadece örgütsel bazda değil Meclis’teki komisyonlarda, TBMM Genel Kurulu’nda, kamuoyuna açık tüm alanlarda gündemleştirmek CHP’nin sorumluluğudur. Bu çalışmaların kararlılıkla ve artarak yürütülmesi gerekmektedir. Yaşadığınız coğrafya, avantajları ve dezavantajları ile ama sonuçta buradan uzak olmanın verdiği zorluklarla takip edilen bir coğrafya, bizim de takip ettiğimiz bir coğrafya.
Geçtiğimiz süreçte Avrupa Parlamentosu seçimleri yapıldı. Almanya ve Fransa’daki, Avusturya’daki sonuçlar, Fransa ve Avusturya’da aşırı sağcıların birinci parti olması, Almanya’da sosyal demokratları geçerek Almanya için Alternatif’in (AfD) ikinci parti noktasına gelmesi endişe verici. Yurtdışındaki siyasi akrabalarımız ‘Beklenen kadar kötü olmadı, korktuğumuz kadar kötü olmadı’ dese de Almanya ve Fransa Türkiye’nin yurtdışında en çok vatandaşının, soydaşının, Türklerin yaşadığı iki ülke olması açısından yaşanan meselenin bize başka bir tansiyon hissettirdiğini görmek ve bu konuyu ciddi şekilde irdelemek gerekiyor.
Neonazizm, yabancı düşmanlığı, İslam karşıtlığı gibi 80 yıl öncesinde geride bırakmamız gereken birtakım ideolojilerin, yönetimlerin güç kazanıyor olmasından endişe duyuyoruz. Aşırı sağ ve yabancı karşıtlığının zemin kazanmaması için partimizin yurtdışındaki akraba partilerimizle birlikte kat etmesi gereken önemli mesafeler var. Ben kaygılarımı hızlı şekilde yurtdışında temas halinde olduğumuz Sosyalist Enternasyonal’in başkanlar kurulu ve yöneticileriyle paylaştık. Önümüzdeki günlerde Romanya’da yapılacak toplantıda masaya yatırıp konuşacağız. Berlin’de Alman Sosyal Demokrat Parti’nin kongresinde de, Madrid’de Sosyalist Enternasyonal’in toplantısında da yaptığım konuşmalarda aşırı sağa karşı ortak hareket etme çağrısı yapmış, aşırı sağın hafife alınmaması gerektiğini ifade etmiş ve bu konuda bütünleşik mücadelenin yapılması gerektiğinin altını çizmiştim.
Aşırı sağı bekleyen faktörlerin başında şüphesiz gelir adaletsizliği ve zenginler ile yoksullar arasındaki uçurum, bunun ülkedeki göçmenlere mal edilmesi, onların sorumlu tutularak, onların üzerinden yürütülen ve kurulan nefret dilinin aşarı sağı beslediği ile ilgili tespiti burada bir kez daha ifade etmek gerekiyor. Bu yüzdende aşırı sağın hedefinde yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın geçmişte olduğu gibi olacağını, bunun söylemsel boyutta olduğu gibi hakların aşındırılması noktasında ve hatta geçmişte çok büyük acılar bize yaşatan saldırılar, birtakım katliamlar noktasında bizleri endişelendirdiğini ve bu tehlikeyi görmezden gelemeyeceğimizi ifade etmek gerekiyor.
Avrupa Birliği’ne tam üyelik, partimizin başlattığı ve ülkemizin 60 yıllık bir hedefi. Otoriter popülist bir iktidarın hedefinin Avrupa Birliği olmayacağı açıktı, Türkiye bunu bir kez daha yaşadığı pratikle ortaya koydu. Her ne kadar CHP’nin önümüzdeki dönem Avrupa Birliği’ne tam üyelik noktasında ifade ettiği kararlılık, dış ilişkiler noktasında ortaya koyduğumuz yeni heyecan, enerji ve vizyon. Bu noktada dünya liderlerinin partimizle birlikte ülkemize yeni bir bakış açısı kazanmış olmaları. Onlarla kurduğumuz yakın ilişkiler, diyaloglar, bugün iktidar partisini yeniden Avrupa Birliği hedefini hatırlama noktasına getirdi.
“Kuvvetler ayrılığı demokrasinin ve kalkınmanın olmazsa olmaz ön şartıdır”
Erdoğan’ın uzun süre ağzına almadığı, hatta her aldığında bir polemik alanı olarak iç politika malzemesi yaptığı Avrupa Birliği ilişkilerini yeniden hatırlamış olmasını önemsiyoruz. Ancak çok da ciddiye almıyoruz. Çünkü güpegündüz havai fişekler atarak kutlanan bir başlangıç, kilometre taşı günden sonra bugün savrulduğumuz nokta, iktidarın bu konuda samimi olmadığını gösteriyor. 75 yıl önce kurduğunuz Avrupa Konseyi’nde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına ısrarla direnirseniz, Anayasanızda yazıyor olmasına rağmen uluslararası anlaşmaları uygulamazsanız, İstanbul’un ismi ile anılan İstanbul Sözleşmesi’ne Meclis tüm partilerin katıldığı bir oylamada oybirliği ile karar vermişken, bir gece yarısı, birkaç sapkın oyun peşine düşerek, bir imza ile İstanbul Sözleşmesi’nden çekilirseniz, ülkemizin Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uymuyorsanız, mahkeme kararlarını hiçe sayıyorsanız, kuvvetler ayrılığı ki demokrasinin ve kalkınmanın olmazsa olmaz ön şartıdır.
Onun üzerinde tepiniyor ve sadece yürütmedeki yetkileriniz ile yetinmiyor, yasamaya talimatlar veriyor, hatta onun yetkilerini yetki aşımları ile kararnameler ile kullanıyor, buna karşı Anayasa Mahkemesi kararlarını yeniden boşa düşürüyor, tüm yargı organları üzerinde bir vesayet kuruyorsanız, sizin Avrupa Birliği diye bir hayaliniz olamaz. Avrupa Birliği ile bu yaptıklarını aynı cümle içinde andığınızda, karşınızdakiler sizi dinlerler ancak sadece acı acı tebessüm edenler. Maalesef karşınızdakiler sizi elverişli ve pazarlık edilebilecek, Suriyeli sığınmacılar için bir kampa dönüştürülebilecek, parasını verip kullandığınız, parasını verip susturdukları bir paydaş olarak görürler. Sizi asla ve asla gelecekte aynı parlamentoda temsil edilebilecek bir ortak, aday ülke olarak görmezler.
Maalesef, Angela Merkel ile Erdoğan’ın geçmişte yaptığı anlaşma, 6 milyon Euro üzerinden sıkıştıkları el, Merkel için başarıdır. Erdoğan için başarıdır. Ama Türkiye ve Avrupa Birliği idealleri açısından utanç verici bir kilometre taşıdır. Para karşılığında resmi rakamlarla 4,6 milyon ama çeşitli hesaplar, söylemler ve ortak bir kabul ile 10 milyona varan sığınmacının Türkiye’de bulunması ve bunun karşılığında işte 6 milyon Euro para alınması, tabii anlaşmanın görünen yönü. Zımni yönüyle Türkiye’deki hak ihlallerine karşı raporların yumuşak yumuşak yazılması. Müeyyideler için zamana yayılması ve en nihayetinde bugün Avrupa değerlerinden kopmuş, demokratik standartları gerilemiş bir noktaya Türkiye’nin savrulması şaşılmayacak bir sonuçtur.
Bugün gri listeden çıkmakla övünüyoruz. Neredeyse birileri çıkacak ve diyecek ki ‘Eskiler bilmez, gençler bilmez, eskiden gri listedeydik’. Buradan hatırlatalım. Biz gri listeye 2021 yılında girdik. Biz gri listeye bugün son günlerde hızla yapılan bazı kanuni düzenlemeler yapılmadığı için girdik. Biz gri listedeydik, dün çıktık. Bu övünülecek değil çok utanılacak durumun, çok utanılacak üç yılın, AKP’nin bu ülkeye son üç yılda yaşattığı gerçeğidir. Çıktığımız gri listede Burkina Faso var. Yemen var. Suriye var. Mali var. Haiti var. Kongo var.
Bulunduğumuz yer zaten pek çok ülkenin bulunduğu bir yerdi de biz oradan bir üst lige filan çıkmadık. Biz utanç verici bir yere düşmüştük, çok gecikmeli olarak ve nihayet ittir kaktır, hatta bir gece önce bakalım siyasi kararla bizi orada tutacaklar mı gibi tuhaf değerlendirmelerle yani özgüveni eksik şekilde, yarım yamalak, Burkina Faso’nun olduğu yerden kurtulduk. Ama üç yıldır bizi orada tutan ve bizi bu utanç ile yüzleştiren bu iktidardan başkası değildi. Bunu görelim ve bunun altını bir kez daha çizelim.
Maalesef bugün Türkiye, Avrupa Futbol Şampiyonası katılımcı ülkeler içinde Almanya vizeyle giden tek ülkedir. Bunu bütün vatandaşlarımıza hatırlatmak ve bu tuhaf durumun altını kalın kalın çizmek lazım. Bu ülkeyi 23 yıldır yöneten iktidar Türkiye’yi birtakım saplantılı bakış açılarıyla Eurovision Şarkı Yarışması’na sokmadığı gibi, pek çok uluslararası alandaki temsiliyetimizi kaybettirdiği gibi, dünya üçüncüsü olmuş bir milli takımdan Avrupa ve dünya şampiyonalarına takılamayan bir milli takım noktasına getirip, bu dönem çok şükür Almanya’da temsil edildiğimiz noktada, oraya giderken vize alan tek ülke biziz.
“Türkiye’nin rotasını yine doğru bir yere çevirmek lazım”
Bunu görmek lazım. Öğrencilerimiz, bilim insanlarımız, iş insanlarımız, hastalarımız vize sorunu yüzünden büyük mağduriyetler yaşıyor. Bilim insanlarımız, hocalarımız ameliyatlarına, verecekleri derslere gitmekte sorunlar yaşıyor. Schengen vizesi en çok reddedilen ülke maalesef Türkiye’dir. Türkiye Schengen vizesine başvuran ülkeler arasında ret oranı en yüksek olan ülkeye ulaşmıştır. 2019 yılında yüzde 9’luk ret oranının eleştirdiğimiz bir noktadan bugün beş yıl sonra yüzde 22’lik ret oranına yükselmişiz. Her beş Türk vatandaşından bir tanesi Avrupa’ya gitmek için başvurduğunda ‘Hayır seni sokmayız’ gibi sadece kendisi için değil hepimiz için onur kırıcı bir cevaba muhatap olmaktadır. Bu yüzden Türkiye’nin rotasını yine doğru bir yere çevirmek lazım.
Türkiye’de çok kullanılan gemi metaforuna dönecek olursak, bu geminin birinci kaptanı, bu geminin yönünü batıya çevirdi. Sebebi bir yön tercihi, bir hayranlık, bir düşkünlük filan değildi. Sebebi şuydu, batıda bilim, demokrasi, kuvvetler ayrılığı vardı. Batıda çok uzun süreçlerle kazanılmış insan hakları vardı. Belliydi ki batı iyiye gidiyordu. Zenginleşiyordu ve güçleniyordu. Yönünü batıya çevirdi. Bugün geminin maalesef son kaptanı rotayı doğuya çevirdi. İki tarafa bakalım şimdi. Ne tarafa gideceğimize hep birlikte karar verelim. Bir tarafta güçlü parlamentolar, kuvvetler ayrılığı, güçlü demokrasiler var.
Son katılan üyeleri katmazsanız 56 bin dolar ve hepsini katarsanız, 45 bin dolarlık milli gelir var. Hadi dönelim bu tarafa gidelim dedikleri Şangay İşbirliği Örgütü’nde güçlü liderler, bu taraftakiler o kadar güçlü değil. Büyük saraylar, bu taraftakiler iş bilmezliklerinden apartman dairelerinde oturuyor. En pahalı araçlar, uçan saraylar, bu taraftakiler tarifeli uçuyor, en pahalı araçları üretiyor ve bu taraftakilere satıyor. Kendileri mütevazılarına biniyor. Bu tarafta zengin yandaşlar, bu tarafta gelir daha doğru dağıtılıyor. Bu tarafta fakir halklar var. 4 bin 500 dolar milli gelir var. Erdoğan’ın Şangay İşbirliği Örgütü dediği, Dışişleri Bakanı’nın Şangay İşbirliği Örgütü dediği, oraya gidelim ve girelim dediği yerin ortalaması 4 bin 500 dolar.
Bu taraf bütün sorun ve sıkıntılarına rağmen 55 bin dolarlık milli gelirle yaşayan, demokrasiyi, insan haklarını yaşatan bir yöndür. O yüzden bakmayın Erdoğan’ın Avrupa Birliği üyeleri, onların Türkiye’deki değerli temsilcisi büyükelçiler ve dış temaslarımızda konuştukça ‘Avrupa Birliği bizim ayrılmayacağımız hedefimizdir’ demesine, hedefledikleri yer de ve orada bizi bekleyen akıbet de ortadadır. O yüzden bütün vatandaşlarımızı Erdoğan’ın bizi ne tarafa götürmeye çalıştığına, yani son kaptanın ama geminin ilk ve edebi kaptanının gösterdiği yönün ne olduğuna dikkat kesilmeye bir kez daha davet ediyorum.
Tabii çalıştayımız başlarken, arkadaşlarımızın tespit ettikleri, üzerinde mutabık olduğumuz, mücadele ettiğimiz, adım attığımız, çözüm getirmekte, dile getirmekte kararlı olduğumuz sorunlara 12 farklı noktada küçük küçük temas etmek, sizlerin neyi eksik bıraktığımızı tespit edip onun üzerine yoğunlaşmanızı sağlamak amacıyla yurtdışındaki yurttaşlarımız, Türkiye’ye geldiklerinde sağlık hizmeti olarak sadece acil sağlık hizmetlerinden yararlanıyorlar. Bu çok önemli sağlık sorunlarına karşılık geliyor.
Bunun çözülmesi gerekiyor. Yine emeklilikte sıkıntı yaşanıyor. Türkiye’den emekli olanlarda ödenen prim çok artırılmış durumda, aldıkları maaşlar çok inmiş durumda. Yurtdışından prim ödeyerek, Türkiye’den emekli olanların emekli maaşlarını düzeltmek durumundayız. Yurtdışında yaşayan yurttaşlarımızın ülkemizde askerlik yapmak istese bedelli askerlik ücretleri yüksek bulunuyor. Bu da gençlerimizin ülkemizle bağlarını zedeliyor. Yurtdışındaki yurttaşlarımızın askerlik bedelini sembolik rakama indirilmesi gerektiğini savunuyoruz. Yurtdışından Türkiye’ye getirilen telefon ve araçlardaki süre kısıtlaması büyük sorun oluşturuyor. Araçların Türkiye’deki kalış süresi bir gün dahi aşılsa ağır para cezaları ödeniyor.
Bu süreyi asgari beş aya çıkarmak, getirilen telefonların cezasızlık süresini uzatmak gerekiyor. Mavi kartlı yurttaşlarımıza verilen eşit hak ve yükümlülükler konusunda gerekli adımlar atılmamış, hala önemli eşitsizlikler söz konusu. Bu konu ihtiyaçlara göre yeniden ele alınmalı. Uçak bileti fiyatlarındaki artış karayoluyla yolculuğa yurttaşlarımız yönlendirdi. Bu da sınır kapılarında uzun ve çileli bir bekleyişe dönülüyor. Bu konudaki sorunların hızla çözülmesi gerekiyor. Başta Almanya Türkçe dersinin nasıl verileceği ve öğretilmesi konusundaki belirsizlikler nedeniyle çocuklarımızın eğitimleri aksıyor.
Alman hükümetleri ile vatandaşlarımızın çıkarlarını koruyacak bir çözüm üzerine müzakerelerin yapılması gerekiyor. Vatandaşlarımızın cenazelerinin Türkiye’ye getirilmesi konusunda ailelere devlet desteği ve ikili anlaşmalar yapılarak, kolaylaştırıcı çözümler bulunması gerekiyor. Yurtdışı seçim bölgesinin oluşturulması, yurtdışındaki yurttaşlarımızın kendilerini milletvekillerini parlamentoya göndererek temsil edilmesinin sağlanması gerekiyor. Bu konuda iki dönemdir CHP olarak parlamentoya kanun teklifimizi sunduk. Bunu bir parti politikası olarak da savunuyoruz.
360’tan farklı branştan 2 ile 3,5 yıl arasında meslek eğitimi almış ve diplomaya hak kazanmış meslek eğitimi mezunu gençlerimiz ülkemizde ortaokul mezunu statüsünde değerlendiriliyorlar. Bu gençlerimize lise mezunluğu statüsünün verilmesi gerekiyor. Bu konuda çalışılması gerekiyor. Yurtdışındaki yurttaşlarımızın yeterli konsolosluk hizmetleri alamadığı, bu konuda aksamalar yaşandığı, randevuların çok geciktiği ifade ediliyor. Bu konuyu dile getirmeli ve gündemleştirmeliyiz.
Türkiye ehliyeti Avrupa’da altı ay, Avrupa ehliyeti Türkiye’de bir sene kullanılabiliyor. Bu konuda ülkemiz yurttaşlarımıza hayatı kolaylaştıracak yasal düzenlemeleri mutlaka hayat geçirmeli. Önceki gün Almanya’da çiftte vatandaşlık yasası resmen uygulamaya girdi. Burada yaklaşık 500-600 bin vatandaşımız yeniden yurttaşlığa hak kazandı. İkisinden birinin tercih edilme noktasındaki tercihlere bakıldığında bu CHP açısından önemli bir fırsat sunuyor.
O yüzden benzer şekilde bugüne kadar ay yıldızlı pasaportundan vazgeçmeyi kabul etmediği için Alman vatandaşlığını reddeden yurttaşlarımızın Alman vatandaşı olması, Alman vatandaşlığını tercih eden yurttaşlarımızın Türk vatandaşlığını yeniden kazanması, Almanya’daki seçimlerde de sandık başına giderek, hem Türkiye’deki seçimler için, hem de kendi için en doğru kararı vermeleri noktasında uyarılmaları, teşvik edilmeleri, onların bu süreçlerine katkı sağlanması gerekiyor. Bu konu son derece önemli.
CHP’nin bundan sonraki süreçle ilgili Türkiye’de yapacağı çalışmalar kadar yurtdışında yapacağı çalışmaların önemini konuşmamın başında ifade etmiştim. Türkiye’de Türkiye İttifakı söylemiyle Türkiye’nin sosyal demokratlarını, milliyetçi demokratlarını, muhafazakar demokratlarını, Kürt demokratlarını, Alevi’si, Sünni’si ile Türkiye’deki tüm yurttaşlarımızı kucaklayan bir Türkiye İttifakı modeli 31 Mart’ta büyük teveccüh gördü. Çok doğru adayların belirlendiği, kampanyanın bilimsel olarak desteklendiği, ölçme ve değerlendirmenin odağa alındığı bir süreçte önemli bir başarıyı hep birlikte kazandık.
Şimdi yurtdışının oy kullanacağı, ikinci yüzyılın ilk genel seçimlerine geliyoruz. 1970’te Bülent Ecevit dünyadaki rüzgârları doğru gören, doğru okuyan, partisini doğru konumlandıran, Türkiye’de de partisine doğru bir hat çizen ve bunu sadece liderlikle değil çok güçlü kadro hareketiyle yapan üçüncü genel başkanımızdı. Onun döneminde 70’lerde girdiğimiz iki yerel, iki genel seçimin dördünden birinci parti olarak çıkmıştık.
“Büyük bir görevle karşı karşıyayız”
Cumhuriyet’in ikinci yüzyılının ilk yerel seçiminden partimizdeki değişimle, sadece genel başkan değişimi ile değil 43 yaş ortalamasına sahip, genç kadroların içinde bulunduğu, tecrübeli kadrolarla birlikte toplamda 43 yaş ortalamasına sahip bir parti meclisiyle, yarısı kadın yarısı erkek gölge kabine, merkez yönetim kuruluyla, hepsi yerelde kentlerini geçmiş dönemde iyi yönetip yeniden adaylaşan başta Sayın İmamoğlu, Yavaş olmak üzere tüm belediye başkanlarımızla. Yeniden belirlenen ve geçmişe göre çok sayıda kadın ve gencin, içlerinde 30, 32 yaşında gencecik arkadaşlarımız bugün bize eşlik ediyorlar, adaylarımızla Cumhuriyet’in ikinci yüzyılının ilk yerel seçimlerinde büyük bir rüzgâr yarattık, yakaladık ve büyük bir görevle karşı karşıyayız.
Şimdi hem yerel seçimleri, yerel yönetimleri doğru yöneterek, dürüst yöneterek, şeffaf yöneterek, bu süreçleri israftan uzak, içinde bulunduğumuz mekânı buradan bilmeyenler için en ifade edeyim. Bu havuzda İmamoğlu her gün yüzmeyi tercih edebilirdi. Çünkü burası, bu içinde bulunduğunuz kampüsün tamamı AKP iktidarında Bakırköy’de olmasına rağmen dönemin Bakırköy Belediye Başkanımızın haberi ve yeri olmayan AKP’nin İstanbul’daki belediye başkanlarının villalarının bulunduğu yerdir.
Burada bambaşka, karşılarda oturan, uzaklarda görev yapan belediye başkanları, buradaki 12 villada oturuyorlardı. En büyüğünde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı oturuyordu. Burası onların yüzme havuzuydu. Bu mekân geri kazanıldı. Yeniden kazanıldı. Bu mekân şimdi bilgi havuzu olarak kullanılıyor. Burada yaptığımız toplantılar gibi toplantılar yapılıyor. İstanbul Planlama Ajansı o villaların her birinde bilgi üretiyor. İyi deneyimleri dünya ve Türkiye’den topluyor. Harmanlıyor. Bilim insanlarının katkıları ile projelendiriyor. İstanbul ve Marmara’yı planlıyor. Türkiye’nin geleceğine ışık tutacak projelerle çok önemli işler yapıyorlar. Bizim belediye başkanlarımız bu villalarda oturabilirlerdi. Bunu ellerinin tersiyle ittiler.
Bu mekânı 16 milyon İstanbullunun geleceğini planlamak üzere ajans yerleşkesine çevirdiler. Oyu CHP’ye verirseniz mekânlar halkın oluyor. Boş alanlar orman oluyor. Keyif havuzları bilgi havuzlarına dönüşüyor. Oy AKP’ye verildiğinde bu mekânlar ne oldu, o İstanbul’un güzelim ormanları ne oldu? O kente kazandırılabilecek dünya kadar arazi nasıl gökdelenler oldu? Bu kenti AKP yönetmeye başladığında dört olan gökdelen sayısı nasıl 256 oldu? Hep birlikte hatırlayalım. Sosyal demokrat belediyecilik dayanışma demek.
Sosyal demokrat belediyecilik paylaşma demek. İsraf yerine hizmet demek. Varlıkları kendi lehlerine, yakınlarının lehine, yakın çevrelerinin lehine değil tüm vatandaşların lehine kullanmak, onların hizmetine sunmak demek. Böyle bir anlayışın hakim olduğu, böyle bir anlayışın temsilcisi bir partinin Genel Başkanı olmaktan, bu partide sizin gibi kıymetli yol arkadaşları ile birlikte Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında bir kez daha Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün partisini birinci parti yapmanın görevini üstlenmiş olmakla ve bu heyecanı sizlerle paylaşıyor olmakla gurur duyuyorum. Hepinizle gurur duyuyorum.
Bu yapacağımız toplantının partimize, ülkemize önemli katkılar sağlamasını ümit ediyorum. Buradan çıkacak sonuçların yazılı belgenin hepimizin önümüzdeki beş yılda yol haritası olacağını görmenizi, süreci böyle analiz etmenizi, buna yönelik katkılar sağlamanızı bekliyoruz. Bu salonda ya da bu salonda olmayıp bulunduğumuz ülkelerde bu mücadele sırasında birbirini kırmış, incitmiş, üzmüş kim varsa, haklı olandan haksız olan adına Genel Başkanınız olarak ben özür diliyorum. Varsa kırgınlıklar, küskünlükler onu uçağa bindiniz, geldiniz. Burada bırakın ve geri götürmeyin. Bu salonda varsa kırgınlıklar, küskünlükler buraya benim hatırıma gelmediniz.
Ekrem Bey’in, Ayşegül Hanım’ın hatırına gelmediniz. Buraya o iki mavi gözlü Türkiye Cumhuriyeti’nin Selanik’te doğmuş kurucusunun hatırına geldiniz. Kim kavga ederse, tartışırsa, uzlaşıp da birlikte üretmenin önüne engel olursa bilsin ki hiçbirimize değil Atatürk’ün partisi ve onun kurduğu ülkenin geleceğine kötülük ediyor. Sizden bu özveriyi bekliyorum. Bu anlayışı bekliyorum. Hepinizi çok seviyoruz. Biz Türkiye’nin en büyük, en köklü, en güçlü ve birbirini en çok seven ailesiyiz. Birbirinizi sevmeye, partinizi sevmeye, ülkenizi sevmeye devam edin. Hepinize ihtiyacımız var.”