Oktay Taftalı Kimdir? Hayatı, Eserleri
25 Ekim 1958 yılında Erzurum’da dünyaya gelen Oktay Taftalı Haydarpaşa Lisesi (1973-1978), İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nü(1978-1982) bitirdi. Aynı okulda Yüksek Lisans (1983-1985) öğrenimi gördü.
Haber Merkezi / Doktorasını Viyana Üniversitesi’nde (2005-2009) gerçekleştiren yazar, 1989-2010 yılları arasında Viyana Eğitim Müdürlüğü bünyesinde “Göçmen Öğrenci Servisi Rehber Öğretmeni” olarak görev aldı. 2010 yılında yurda dönen yazar, 2010-2012 yılları arasında Kırklareli Üniversitesi’nde Felsefe Bölümü’nde görev aldı. 2012-hâlen İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü bünyesinde Prof. Dr. olarak mesleğine devam etmektedir.
İlk şiiri Somut Dergisi’nde 1980 Temmuz ayında yayımlanmıştır. Kitap olarak basılan ilk eseri ise Pembe Aralık (1986) şiir kitabıdır. Suların Durulduğu Yerde Yalnız Askerler (1993), Kan Geleneği (1997), Sivil Aşk Yoktur (toplu şiirler, 1999), Kayıp ve Marifet (2013) adlı şiir kitapları da mevcuttur. Şiirlerinde içerik olarak: varlık-yokluk sıkıntısı, kimsesizlik, göç, yolculuk, gurbet, sıla, aramak ve bulamamak gibi insanlığın ezeli ve ebedi dertlerine değinmeye çalışır.
Kalemi ele alış sebebinin Aristotales’in deyimiyle “ereği kendi içinde” bir etkinlik olduğunu söyler. Yani “yazmak” -sebebin içerdiği bir son- olduğunu niteler. Şiir ve denemeleri 1980 yılından itibaren Somut, Oluşum, Yazko Edebiyat, Varlık gibi birçok dergide yayımlandı. Üç Çiçek, Poetika gibi dergi çevrelerinde bulundu. Diğer kitapları: Şiir, Ahlâk ve Estetik (1993), Medya Çağında Düşünce (1995), Emperyalizm Ahlâk ve Siyaset Üzerine (2005), Batı Aydınlanmasının Sonu ve Yerli Düşünce (2005), Acının Eşiğinde Yaşama Felsefesi (2010), Edebi Söylem ve Varoluş (2015), Ben Merkezci İnsan ve Kaybolan Gerçeklik (2017).
Eserleri;
Pembe Aralık (1986)
Suların Durulduğu Yerde Yalnız Askerler (1994)
Kan Geleneği (1997)
Sivil Aşk Yoktur (ilk üç kitap,1999)
Ahlak, Estetik Ve Şiir (1900)
Medya Çağında Düşünce
Emperyalizm
Ahlak ve Siyaset Üzerine Bir Uzun mektup
Batı Aydınlanmasının Sonu
Yerli Düşünce
“Bir yanımız öfke ve deniz”
belki kimseye bildiremedik
ulaşmadı haberimiz yerine
oysa bu denizlerden karşı kıyılara ne çok yineledik
‘utanmak biraz insan olmaktır aslında’
biz getirmedik bilim ve tanrı egemenliğini
sömürgeleri biz keşfetmedik
günaha ilişkin değil kimliğimiz, günah belki bu çağdadır
ve avuç içimizdeki yara ondan intikam almaya yetmez
ansızın havaya düşer yorgunluğumuz
dağ geyikleri üzerine bir söylence olur
kimse görmek istemez bizi akşamları
çünkü inanca göre biz
akşamı bacak aramıza gerer, alkolle inceltiriz
ve inanırız daima
utanmak biraz insan olmaktır aslında
ihtilallerin riyasını düşünürüz
ve isyanı kutsarız çokuluslu ölümlere soyunarak
küçük yaşlardan beri biliriz
bir yanımız öfke ve deniz bir yanımız palandöken doruğu
ateş, toprak ve su gibi
aziz olmayı denemeliyiz
uygun zaman: gençlik olabilir
mekân: kuşkusuz ortadoğu
ve insan görünmeyen bir kuytuda ansızın
utanmak biraz insan olmaktır aslında
sonra ceketimiz bir uzun rüzgar yüklenir
ve ayaz kokar ellerimiz
yıllarca haber alınamaz bizden
postamız gecikir
gecikir postamız diye
cinnet getiririz güvercin katillerine
oysa zaman bize eşlik etmek zorundadır
geçmek zorundadır o
uçmalıdır haberimiz, bildirilmelidir yerine
‘günah belki bu çağdadır ve biz utanırız
çünkü utanmak, biraz insan olmaktır aslında’
“Emanetim tehdit ediyor yılları”
Tamer Saatçioğlu anısına
beni vurduğunuzu kimseye söylemeyin
nasılsa her canlı
sonunda toprağa düşer
doğa yineler kendini bir kısrağın karnında
emanetin ve tehdidin gizil ilişkisinden ötürü
yavrusunu emziren bir anne ateştir
ateş gibidir düşmanına
ben onunla barışığım
işte bu yüzden uysal ve sabırlı
bir ad bulmalıyım kendime
zalimler ve kahramanlar arasında ortak bilinen bir suçtan
almalıyım cesaretimi
ateş gibi anasının yanına iyi bir oğul
uysal ve sabırlı bir ad kendime
ve her canlı gibi düştüğüm bu toprağa
sonsuz anlamlar verebilirim
ben hâlâ
ayakkabısını bağlarken ilk derse geç kalan bir çocuk gibi
infazıma geç kalabilirim
beni vurduğunuzu kimseye söylemeyin
yaşarken değil belki
öldükten sonra ben
yalnız rüyalarınıza emanetim
“Hile ve hayal”
erdem bir ruh halidir, kömür hayatın gizi
akrebi henüz bilmiyorum, hayalse ben’im
belki benim nedenim bir pusu haberi
belki ben ateşe karşı bir sancıyım
şaşıyorum bana rağmen derin uykulara
bütün gece ateşe bakıyorum
gelgit oluyor aklım
ben kutsal azınlıktan biri, akşam ülkesine yabancıyım
ben flagellum dei, yağmura ve ekmeğe inanıyorum
biliyorum zehir bir kadın eli
kimseye söylemiyorum
yani sözünü etmiyorum birçok sırrın
ve simyayı ölümüme saklıyorum
yani göç eden maddedir, rüzgârımız gümüş
hileyi henüz bilmiyorum, hayalse ben’im
belki benim nedenim bir pusu haberi
belki ben erken ölümlere akan bir geceyim
gölgem dayanmıyor sevdiklerimin yokluğuna
benden önce gitmesin diye onlar
hileyi keşfedeceğim
ve rüzgârla birlikte ben
kan revan içinde bir hayal olarak
önce davranıp hemen
ateşi âleme
âlemi ateşe vereceğim