Lozan Antlaşması Yargıya Taşınıyor; Yasal Süreç Nasıl İşleyecek?
Lozan Antlaşması, imzalanmasının 100’üncü yılında ilk kez yargıya konu oldu. DİAKURD, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkının uygulanmadığı gerekçesiyle Lozan’ı Danıştay’a taşıyor.
Danıştay’ya dava açma başvurusuyla ilgili olarak Diyarbakır’da düzenlenen basın toplantısında konuşan Avukat Hişyar Özalp, açılan davanın bir ilk olduğunu belirterek “Kuzey Kürtleri ilk kez hem Lozan’ı kabul etmiyor, hem self-determinasyon hakkının uygulanmasını resmi olarak istiyor” dedi.
Lozan Antlaşması imzalanırken Kürt halkının iradesine başvurulmadığını ifade eden Özalp, Lozan’da Kürt toplumunun temsil edilmediğini vurguladı. Özalp, davanın Kürt milletinin talebi olduğunu söyledi.
Avukat Rıdvan Dalmış ise Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ile Ekonomik Kültürel ve Sosyal Haklar Sözleşmesinin 1’inci maddesine dayanarak Kürt toplumunun kendi kaderini tayin etme hakkının hayata geçirilmesi için dava başvurusunda bulunduklarını söyledi.
Sözleşmelerin altında Türkiye’nin de imzası olduğunu ve Anayasa’nın 90’ıncı maddesi gereği uygulama yükümlülüğü bulunduğunu belirten Dalmış, “Türkiye’de Kürtlere yönelik etnik ayrımcılığın devam ettiğini” ve “bu nedenle self-determinasyon hakkı ile ilgili şartların hepsinin mevcut olduğunu” kaydetti.
DW Türkçe’den Felat Bozarlan’ın haberine göre; Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı ve dünya devletleri arasında tanınırlığının sağlandığı Lozan Antlaşması, imzalanmasının 100’üncü yılında ilk kez yargıya konu oldu. Lozan’ın yargıya taşınmasına neden olan süreç, Kürt Diaspora Konfederasyonu (DİAKURD) adına Mayıs ayında Cumhurbaşkanlığına gönderilen bir dilekçe ile başladı.
DİAKURD’un dilekçesinde Lozan Antlaşması’nın iptali ve Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkının hayata geçirilmesi talep edildi. Ancak Cumhurbaşkanlığı dilekçeye yasal süre olan bir ay içinde cevap vermeyerek hukuki anlamda talebi zımnen reddetmiş oldu. Talebin zimnen reddedilmesi üzerine DİAKURD avukatları, dava açılması talebiyle Danıştay’a başvurdu.
DİAKURD avukatları Hişyar Özalp ve Rıdvan Dalmış’ın Danıştay’a gönderilmek üzere Diyarbakır Nöbetçi İdare Mahkemesi’ne sunduğu dilekçede, “Lozan’da kabul edilen anlaşmanın Kürtlerin ulus olmaktan kaynaklı tüm haklarının gasp edilmesiyle sonuçlandığı” savunuldu. “Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra Kürt halkının varlığının bile inkâr edildiği” belirtilen dilekçede, “1924 anayasasında Türkiye’de yaşayan herkesin Türk olduğunun kabul edildiği” vurgulandı.
“Kürtleri yok sayan sistematik asimilasyon politikasının halen bütünüyle yürürlükte olduğu” iddiasının yer aldığı dilekçede, “Kürtlerin her halk gibi siyasal statüsünü özgürce belirleme, ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmasını elinde tutma hakkına sahip olduğu” vurgulandı.
Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası hukukun “self-determinasyon” (kendi kaderini tayin) hakkını tanıdığı belirtilen dilekçede, bunun sömürge olmayan halkların da hakkı olduğu ifade edildi. Bangladeş, Eritre, Darfur ve Kosova gibi örneklere yer verilen dilekçede, “iç self determinasyon” hakkının uygulanmaması durumunda “dış self – determinasyon” hakkının uygulanması hakkının doğacağı görüşü dile getirildi. Dilekçede “etnik, dilsel, tarihi ve kültürel olarak Türk halkından tamamen farklı olan Kürtlerin self-determinasyon hakkına haiz bir halk olduğu” savunuldu.
“Türkiye’de nüfusu 20 milyondan fazla olan Kürtlerin her türlü idari, siyasi ve kültürel özerklikten uzakta ve başka bir etnik kimlik altında yaşamaya zorlandığının” belirtildiği dilekçede, “Lozan Anlaşması’nın Kürtlerin self-determinasyon hakkını ortadan kaldırdığı, böylelikle bağımsız Kürdistan devletinin kurulmasını engellediği ve bu durumun ahlaki ve insani olarak kabul edilemez olduğu bir başka gerçektir” denildi.
“Kürt halkının iradesine başvurulmadı”
Danıştay’ya dava açma başvurusuyla ilgili olarak Diyarbakır’da düzenlenen basın toplantısında konuşan Avukat Hişyar Özalp, açılan davanın bir ilk olduğunu belirterek “Kuzey Kürtleri ilk kez hem Lozan’ı kabul etmiyor, hem self-determinasyon hakkının uygulanmasını resmi olarak istiyor” dedi.
Lozan Antlaşması imzalanırken Kürt halkının iradesine başvurulmadığını ifade eden Özalp, Lozan’da Kürt toplumunun temsil edilmediğini vurguladı. Özalp, davanın Kürt milletinin talebi olduğunu söyledi.
Avukat Rıdvan Dalmış ise Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ile Ekonomik Kültürel ve Sosyal Haklar Sözleşmesinin 1’inci maddesine dayanarak Kürt toplumunun kendi kaderini tayin etme hakkının hayata geçirilmesi için dava başvurusunda bulunduklarını söyledi.
Sözleşmelerin altında Türkiye’nin de imzası olduğunu ve Anayasa’nın 90’ıncı maddesi gereği uygulama yükümlülüğü bulunduğunu belirten Dalmış, “Türkiye’de Kürtlere yönelik etnik ayrımcılığın devam ettiğini” ve “bu nedenle self-determinasyon hakkı ile ilgili şartların hepsinin mevcut olduğunu” kaydetti.
24 Temmuz’da Lozan Antlaşması’nın 100’üncü yılını dolduracağına dikkat çeken Rıdvan Dalmış, “Bu anlaşma isminde barış olmasına rağmen biz Kürtlere sadece ölüm ve acı getirmiştir. Lozan Kürtlerin self-determinasyon hakkını sonsuza kadar ellerinden almayı amaçlamış, Kürt halkını asimile ederek yok etmek istemiştir. Açtığımız davada bu haksızlığın aslında uluslararası hukuka aykırı olduğunu sözleşmeler, teamüller, içtihat, doktrin ve hukukun genel ilkeleriyle açıkladık” şeklinde konuştu.
Yasal süreç nasıl işleyecek?
Cumhurbaşkanlığı’nın yapılan başvuruya yasal süre olan 30 gün içinde cevap vermemesi üzerine Danıştay’da dava açıldı. Danıştay’ın ise yargılamayı yapmak veya davayı reddetmek şeklinde iki seçeneği bulunuyor.
DİAKURD yetkilileri Danıştay’dan olumlu bir karar beklemiyor. Ancak dava reddedilirse bu kez Anayasa Mahkemesi’ne başvurularak iç hukuk yolları tüketilmiş olacak. Anayasa Mahkemesi’nden de bir sonuç alınamazsa bu kez Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi’ne başvuru yapılacak.