Kılıçdaroğlu’ndan “Genel Başkanlığa” Devam Mesajı
Partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuşan CHP Lideri Kılıçdaroğlu, “Hiçbirimizin, hiçbir CHP’linin umutsuzluğa kapılma hakkı da yetkisi de yoktur. En zor koşullarda Türkiye’yi aydınlığa çıkarmak bizim görevimizdir, tarihin bize yüklediği bir görevdir” dedi ve ekledi:
Haber Merkezi / “Açık ve net söylüyorum değil altılı masa, Türkiye’nin aydınlığa çıkması için gerekirse 16’lı masa kuracağım. Yeter ki Türkiye’yi aydınlığa çıkaralım. Bu Düyun-u Umumiye kabinesini mutlaka ama mutlaka göndereceğiz, bunun onuru 25 milyon kişiye ait olacak.”
Konuşmasında, bugün açıklanan yeni asgari ücrete de tepki gösteren Kılıçdaroğlu, asgari ücretin en az 15 bin lira seviyesinde olmasının gerektiğini söyledi ve ekledi:
“Beni şaşırtan Türk-İş başkanının buna hiç itiraz etmemesi. Makul diyor. Aynı Türk-İş’in yaptığı başka bir açıklama var; Bekar bir çalışanın yaşama maliyeti 13 bin 430 TL. Siz buna itiraz etmeyeceksiniz. Bu doğru değil. İşçinin hakkını ve hukukunu korumak sendikanın görevidir. Sendika iradesini Saray’a ipotek etmişse, sendika olmaktan çıkar. Hukuktaki adı ‘Sarı sendikalık’tır.”
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuştu. Kılıçdaroğlu’nun konuşması şöyle:
“Biz CHP olarak elbette ki her soruna değiniyoruz ve nasıl çözülmesi gerektiği yönünde düşünlerimizi ifade ediyoruz. Başlangıcı üzüntülü bir haberle yapalım. Kenan Nuhut, önemli bir sporcuydu, yol arkadaşımızdı. Ağır bir hastalığı uzun süre yaşadı, sonunda onu sonsuzluğa uğurladık. Yakınlarına başsağlığı diliyoruz. Allah rahmet eylesin.
Bir deprem felaketi yaşadık. 11 ilimizde büyük acılar yaşatan ve hepimizin yüreğini oraya taşıyan bir deprem felaketi yaşadık 50 binin üzerinde insanımız hayatını kaybetti. Yaralılar var. Kolunu, bacağını kaybedenler var. Hala yaraların sarılmadığını hepimiz biliyoruz ama yüreğimiz hala o bölgede. O insanların bu ülkede huzur içinde yaşamaları için, acılarının en azından giderilmesi için hepimize düşen görevler var. Depremden hemen sonra bir cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıktı. O bölgede evi, iş yeri yıkılan insanlarımızın doğalgaz ve elektrik borçlarının silinmesi yönünde. Aradan bir süre geçti.
Evi yıkılmayan ama kısmen oturulabilen durumda olan pek çok depremzedeye faturalar gelmeye başladı. Depremi yaşayan, o büyük travmayı yaşayan insanlara en azından 85 milyon olarak katkı vermek istedik. Kampanyalar açtık, belediye başkanlarımız o bölgelere gittiler. Şimdi bu faturaların gelmesi doğru değil. En azından yıl sonuna kadar deprem bölgesindeki en azından evlerin faturalarını bizler ödeyebiliriz. “Paramız yok” diyecekler. Hayır efendim paramız var. Depremden hemen sonra bir kampanya açıldı. “Türkiye Tek Yürek” kampanyası 213 televizyonda ve 512 radyoya yayınlandı. Herkes katkı vermeye çalıştı. Taahhüt edilen para 115 milyar 146 milyon 528 bin lira.
Bende bir aylığımı hemen ertesi hafta götürdük. 115 milyar liranın 74 milyar lirası yatırılıyor, 41 milyar lirası hiç yatırılmadı. Kim bu parayı ödemeyenler? Ben taahhüt ettiğim parayı ben ödemeseydim şimdi bütün havuz medyası aylarca yayın yapardı. Acaba bu paraları ödemeyenler beşli çeteler mi, yandaşlar mı? Nerede bu paralar? Kim ödemedi? Belediyelerden şu anda kesintiler biraz daha arttı. İller Bankası parayı kesiyor. En azından deprem bölgesindeki belediyelerin parasını kesmeyin.
Sinan Aygül, Tatvan Belediyesi’ndeki bir olayı gündeme getiriyor. Bu gazeteci arkadaşlarımız bölgedeki tüm yolsuzluk haberlerini yapan yürekli bir gazeteci. Belediye Başkanının korumaları tarafından linç edildi. Kendisini aradım, geçmiş olsun dileklerimi ilettim. Hukuk desteğini her ortamda, her zaman verebileceğimizi aktardım.
Geçen hafta söz etmiştim. Türkiye Cumhuriyeti’nin herhangi bir vatandaşı milletvekili olmak isterse kuralları var, yasaları var. Başvurusunu yapar, YSK onaylar, onayladıktan sonra seçime girer. Tutuklu bir arkadaşımız var. TBMM’nin 600 milletvekilinden birisi, Can Atalay tutuklu. Seçimi kazandı, mazbatasını da aldı. Parlamentoya gelip yemin edemiyor. Anayasaya aykırı, demokrasiye aykırı. Sayın Numan Kurtulmuş, asıl sorumlu sensin. Onu oradan çıkaracaksın, gelecek ve yeminini edecek.
Bir gazete nasıl olur da 3 milyon liraya yakın bir reklamı verir Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı seçilmesin diye. Yeni Şafak’tan bahsediyorum. Hangi şafak, hangi yenilik, hangi ahlaki değerler? Sen gazetesin beni övmek zorunda değilsin ama objektif olmak zorundasın. Kalemini, iradeni saraya ipotek etmemek zorundasın. Facebook hesaplarından 3 milyon liraya yakın bir para harcıyor.
Benim için, benim seçilmemem için harcıyor. Bu nasıl bir gazetecilik, ahlak anlayışıdır? 3 milyon lirayı nereden buldun sen, kim verdi sana parayı. Maliye Bakanına çağrı yapıyorum. Dürüst, ahlaklı bir insansan o 3 milyon lirayı inceleyeceksin. Hakarete varan bir sürü laflar var. Dava açacağım. Geçen hafta kalemini satan gazeteciler demiştim. Bazı gazeteciler çok sert bir ifade olduğunu söylemişlerdi. Doğrudur, belki öyle bir ifade kullanmasam da olurdu. Ama iradesini saraya satan gazeteci varsa eleştirmek benim hakkımdır.
İstanbul, bizim içinde, Türkiye içinde, dünya içinde önemli bir merkezdir. Erdoğan boşuna “İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder” demiyordu. Evet, oylarını 2002’deki rakamlara indirdik. Ne olursa olsun, hala “Ben İstanbul’u nasıl alabilirim, rantından nasıl faydalanabilirim” arayışı içinde. Belki unuttuk, telefon edip İstanbul’un kupon arazilerini benim bilgim dışında satamazsın diyen oydu. İstanbul’un kupon arazilerinin Erdoğan ile ne ilgisi var diyeceksin? Haramzadeler doymazlar.
İstanbul’da Ekrem başkan kazandıktan sonra bir miting yaptık. Bir işçi bana “İlk kez İBB bizi toplayıp bir mitinge götürmedi” diye mesaj atmıştı. “İstanbul’a ihanet ettik” diye kendi itirafı var. Demek ki ihanete doymamış olacak ki ihanete devam etmek istiyorum diyor. Aç tavuk kendisini buğday ambarında görürmüş. Sultanahmet Camii’nin o görkemli yapısını bile ranta teslim ettiler. Gökdelenler, milyonluk dairelere, beşli çeteler, uyuşturucu baronları. Bütün bunların tamamının İstanbul’da yaşandığını biliyoruz. Şimdi İstanbul’a kabus gibi çöken baronlardan temizlemeye çalışıyoruz.
Ekonomide halkın ne kadar zor durumda olduğunu hepimiz biliyorum. Asgari ücret 11 bin 402 lira oldu. Beni şaşırtan Türk-İş başkanının buna hiç itiraz etmemesi. Aynı Türk-İş’in yaptığı bir açıklama var. “Bekar bir çalışanın yaşama maliyeti 13 bin 439 lira” diye. İşçinin hakkını ve hukukunu korumak sendikanın görevidir. Eğer sendika iradesini saraya ipotek etmişse sendikacı olmaktan çıkar. Makulü 15 bin lira civarındadır. Bu da kabul görmedi. İşçinin hakkını ve hukukunu savunmak yine bize düştü.
“Bir beka sorunumuz var” derler, hatta bazen “Kılıçdaroğlu bir beka sorunudur” derler. Beka nedir? İç tehditler, dış tehditler, anayasal düzen bunlar bekadır. Devlet koruyucu olacak. Türkiye’de bir beka sorunu var mı? Evet, var. Özellikle son cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’a oy veren vatandaşlarıma seslenmek istiyorum. Türkiye’nin gerçek anlamda bir beka sorunu vardır. 1. Eğer devleti yöneten kişi mal varlığı dolayısıyla teslim alınmışsa, eleştirilere tek cümle kuramıyorsa o teslim alınmış kişidir. O kişi devletin en tepesindeyse Türkiye için bir beka sorunudur. 2. Gazi Mustafa Kemal’in iki temel ilkesi vardır. Siyasi bağımsızlık ve ekonomik bağımsızlık. Eğer ekonomik olarak birilerine bağımlıysanız, Türkiye’yi birilerine teslim etmişseniz beka sorunudur. 3. Türkiye’nin iradesi satıldı.
İstanbul’da bir cinayet işlendi. Kaşıkçı cinayeti. Eğer bu ülke bağımsızsa ve gerçekten saygın bir ülkeyse cinayet burada işlendiyse davanın burada görülmesi gerekir. Ama bu yapılmadı. Para için Türkiye’nin, yargının iradesi satıldı. Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin iradesini satmıştır. Şimdi “Dava açacağım” diyecektir. Açmazsanız namertsiniz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ne zamandan beri dilenci durumuna düştü? İşte bu beka sorunudur. Türkiye ilk kez tarihinde bu kadar açık ve net bir beka sorunu yaşıyor. Öyle bir teslim alınmış ki “BOP’un eşbaşkanıyım” dedi. Emevi camiisinde namaz kılacaktı, milyonlarca Suriyeli geldi. Sınır diye bir şey kalmadı. Hangi ülke bu pozisyonda? Devletin iradesini sattılar. 85 milyonun iradesini sattılar. Elin oğlu rahat etsin diye, bütün sıkıntı bizim başımıza yıkıldı. Beyleri borçlandırdılar, teslim aldılar. Beka sorunu budur işte.
Bugün aynı zamanda Dünya Mülteci Günü. Avrupalılar rahat etsin diye bütün sıkıntıyı biz çekiyoruz. Niye kan dökülürken sesiniz çıkmadı? Demokgrafik yapımız değişiyor. Diyorlar ya “Biz milliyetçiyiz” diye. Hepsi palavra. Türkçe bilmeyen adama vatandaşlık veriyorsunuz, para için. Bu gelip oy kullanıyor. Bir ülkenin itibarı bu kadar mı ayaklar altına alınır? Bütün dünya bize gülüyor. Artık bu ülkenin, ülkeye ihanet edenlerden kurtulması lazım.
Seçimler bitti. Ne yapacaklar? Uyuşturucu baronları zaten yerlerinde. Türkiye’de hesaplaşıyorlar. Bir de uluslararası tefeciler var. Onlar Türkiye’ye para vermiyorlar, faiz düşük diyorlar. “Faizi yükselteceksin” diyorlar. Erdoğan, “Nas, Allah, Peygamber” demiş “Faiz haramdır” demiş. Nasıl yükseltecek? Tükürdüğünü nasıl yalayacak? “Sen yapma, sana bir tane Maliye Bakanı bulalım, onu getir” dediler. “Merkez Bankası’na da buluruz, ABD’de var bu işleri yapan onu da getiririz” dediler. “Şimdi yerel seçimlere kadar ufak ufak arttırın, ondan sonra dolar bazında yüzde 40 olmazsa parayı getirmeyiz” dediler.
Şimdi buradan Erdoğan’a oy veren bütün vatandaşlarıma sesleniyorum. Dünyada hangi devlet dolar bazında yüzde 40 faiz verir? Verecekler, göreceksiniz. İşte bu beka sorunudur. Tefeciler, “Bizim söylediklerimizi getireceksin. Onlar bize güven veriyor. Biz dolar bazında yüzde 40 faiz alacağız” diyorlar. E Nas? O dünde kaldı. E din, iman? O da dünde kaldı. E ahlak? O da dünde kaldı. Hayatımda bu kadar ahlaksız bir siyaset, Türkiye’ye ihanet eden böyle bir siyaset hiç görmedim. CHP’nin yoğunlaşması gereken alan budur. Türkiye ciddi bir beka sorunu yaşıyor. Nasıl Milli Kurtuluş Savaşı sonrası Kuvâ-yi Milliyeciler bu partiyi kurduysa, aynı noktadayız. Bu Düyun-u Umumiye hükümetini ne yapıp yapıp göndereceğiz.
Hiçbirimizin, hiçbir CHP’linin umutsuzluğa kapılma hakkı da yetkisi de yoktur. En zor koşullarda Türkiye’yi aydınlığa çıkarmak bizim görevimizdir, tarihin bize yüklediği bir görevdir. Açık ve net söylüyorum değil altılı masa, Türkiye’nin aydınlığa çıkması için gerekirse 16’lı masa kuracağım. Yeter ki Türkiye’yi aydınlığa çıkaralım. Bu Düyun-u Umumiye kabinesini mutlaka ama mutlaka göndereceğiz, bunun onuru 25 milyon kişiye ait olacak.”