Kapitalizm Yerini “Teknoliberteryenizm”e Mi Bıraktı?

Kapitalizm öldü, şimdi çok daha kötü bir şeyle karşı karşıyayız: Teknoliberteryenlik. Teknoliberteryenlik kısaca eski usul egemen devletlerin ortadan kalktığı, “teknoloji kardeşliğinin”, dizginsiz serbest piyasaların ve liberteryen ütopyanın tam gaz hüküm sürdüğü bir vizyon olarak tanımlanabilir.

21. yüzyılda kapitalizmin ciddi bir krizle karşı karşıya olduğu yönündeki söylemlerin ortasında, yeni dünya düzenini Silikon Vadisi devlerinin belirleyeceğini düşünenler var.

Yunanistan’ın eski Maliye Bakanı ve ünlü ekonomist Yanis Varufakis, kapitalizmin “teknofeodalizm” olarak adlandırdığı yeni bir biçime doğru evrildiğini iddia ediyor. Varoufakis, “Teknofeodalizm: Kapitalizmi ne öldürdü?” adlı kitabında, geleneksel kapitalist pazarların yerini birkaç teknoloji devi tarafından kontrol edilen dijital platformların aldığını savunuyor.

Kitapta Varufakis, “Sermaye öyle bir zafer kazandı ki bütün zincirlerden, bütün kısıtlamalardan kurtuldu. Zaferi öyle dörtnala, öyle hızlı, öyle durdurulamaz bir hal aldı ki aptal bir virüsten daha zehirli bir versiyona, Ebola’ya dönüştü,” diyor ve ekliyor: “Sermaye, bulut sermayesi adı verilen yeni bir sermaye biçimine evrildi ve bu da kapitalizmi öldürdü.”

ABD’nin 47. başkanı seçilen Donald Trump’ın yemin töreninde Silikon Vadisi patronlarının Elon Musk öncülüğünde yan yana dizilişi, Varufakis’in kitabında betimlediği türden bir dünya düzeninin doğup doğmayacağı sorusunu akıllara getiriyor.

Törende Trump’ın son dönemdeki yakın müttefiki, Tesla ve SpaceX CEO’su Elon Musk’ın yanı sıra Amazon’un kurucusu Jeff Bezos, Meta CEO’su Mark Zuckerberg, Apple CEO’su Tim Cook, Alphabet’in (Google’ın ana şirketi) CEO’su Sundar Pichai ve TikTok CEO’su Shou Zi Chew da vardı.

Üstelik Musk, tören öncesinde Cook ve Bezos dahil olmak üzere ezeli rakiplerine zeytin dalı uzatmıştı ve törende rakiplerinin Trump’ın yanında sıralanmasından gayet memnun görünüyordu. Bu da aslında milyarderin Amerikan hükümetinin fonlarından ve yasal boşluklarından yararlanmaktan daha büyük bir amaç güttüğünü düşündürüyor.

Nitekim 2000’lerde devlet kurumlarından ve düzenlemelerden tamamen azade bir dünyanın hayalini kuran bu teknoliberteryen sınıfı, bugün Amerikan hükümetinin kurumlarında bizzat görev alırken, hükümet ihalelerinin de aranan yüzleri haline geldi.

Peki tüm bu gelişmeler, dünyayı yeni bir dört yıllık Trump iktidarında nelerin bekleyeceği anlamına geliyor? Gerçekten de bazı yorumcuların söylediği gibi, “yeni dünya düzenini” az sayıdaki teknoloji patronunun çıkarları mı şekillendirecek?

Teknoliberteryenizm nedir?

Teknoliberteryenlik kısaca eski usul egemen devletlerin ortadan kalktığı, “teknoloji kardeşliğinin”, dizginsiz serbest piyasaların ve liberteryen ütopyanın tam gaz hüküm sürdüğü bir vizyon olarak tanımlanabilir.

Bu fikir, kabaca, ekonomik liberalizmin teknolojiye uyarlanmış hali. Buna göre hükümet teknoloji sektöründe olmamalı; tıpkı bakım, emeklilik ve bireylerin yaşamı boyunca asgari bir rol üstlenmesi gerektiği gibi.

Silikon Vadisi’nin bürokrasi karşıtı dünya görüşü, Apple’ın tam anlamıyla mevcut düzeni yıkmayı önerdiği ünlü “1984” reklamında ayyuka çıkmıştı. Ridley Scott’un yönettiği, Metropolis filminden ve George Orwell’in 1984 romanından esintiler taşıyan reklam filminde bir kadın, siber-punk bir dünyada büyük bir ekrana balyoz fırlatarak ekranı parçalıyor ve “Big Brother”ın propagandası altındaki halkı “özgürleştiriyordu.”

Silikon Vadisi’nin teknoliberteryenler ağının odağında sektörde “PayPal mafyası” diye bilinen bir ekip yer alıyor. “PayPal mafyası”, online ödeme sistemi PayPal’in ilk dönemlerinde çalışan ve sonrasında büyük etki sahibi teknoloji şirketlerini kuran bir grup girişimciyi niteliyor.

Dolayısıyla yazılım firması Palantir’in ve PayPal’in kurucularından Peter Thiel bu ekibin merkezinde. Thiel, 2010’ların başında tüm yasa ve düzenlemelerden azade olacak şekilde uluslararası sularda yüzen bir koloni kurma projesine para yatırarak, teknoliberteryen duruşunu tescillemişti.

Onun hemen ardından 1999’da PayPal’e katılıp CEO olan Elon Musk, eski PayPal COO’su David Sacks, Palantir’i Thiel ile birlikte kuran Joe Lonsdale ve geçen yıl teknoloji liderlerini “toplumsal düzenin koruyucuları” ilan eden Techno-Optimist Manifesto’yu yazan Marc Andreessen geliyor. Andreessen aynı zamanda önde gelen girişim sermayesi şirketi Andreessen Horowitz’in (a16z) de kurucusu.

Bu ağın diğer isimleri arasında ise eski Coinbase CTO’su Balaji Srinivasan, Google’ın eski CEO’su Eric Schmidt, Amazon’un kurucusu ve Blue Origin’in sahibi Jeff Bezos da yer alıyor.

Honduras’ın Roatán Adası’nda yer alan özerk bölge Próspera, teknoliberteryenlerin yönetişim vizyonlarının önemli bir örneği. 2017’de Honduras hükümeti tarafından desteklenen bir yasa çerçevesinde kurulan kent, kendi iş ve ticaret düzenlemelerini, vergi sistemini ve hatta hukuk sistemini oluşturabilme yetkisine sahip.

Próspera, serbest piyasa ekonomisine dayalı şehirlerin toplumsal refahı artırabileceğini savunan liberteryen bir ideolojiyle kuruldu. Bu tür projeler, devlet müdahalesinin en aza indirildiği ve özel sektör odaklı bir yönetimin uygulandığı deneysel bölgeler olarak görülüyor.

Financial Times yazarı Rana Foroohar, “Bu tür yerlerdeki paranın ve insanların çoğu Silikon Vadisi’nden gelir. Kısmen Andreessen, Thiel ve Sam Altman tarafından desteklenen fonlarla finanse edilen Próspera’da işletmeler kendi düzenleyici çerçevelerini oluşturabilir, girişimciler Gıda ve İlaç Dairesi standartlarından bağımsız çılgın tıbbi deneyler yürütebilir ve vatandaşlar silahlı muhafızlardan oluşan özel bir firma tarafından suçtan korunabilir,” diyor.

“Son yıllarda teknoliberteryenlik, dijital devlerin ve onlar gibi olmak isteyenlerin demokrasinin sınırlarından kaçabildiği serbest limanlar, vergi cennetleri, özel ekonomik bölgeler ve hatta özel olarak işletilen şehirler gibi alanların yaygınlaşmasıyla örtüşüyor. Bu yerlerin vergiler veya yerel kurallar ve düzenlemelerle uğraşmadan zengin ülkelerden yoksul ülkelere servet aktarma yolları var.”

Próspera aynı zamanda, finansal sisteminde blokzincir teknolojisi ve kripto para kullanımını da teşvik ediyor. Washington Üniversitesi’nde Amerikan tarihi profesörü Margaret O’Mara, teknoliberteryenlerle ilgili Vox röportajında, “Bu işin çoğunun kriptoyla ilgili olduğunu düşünüyorum,” ifadelerini kullanıyor.

“Kripto daha geniş bir dünya görüşüyle ​​bağlantılı ve her zaman da öyle oldu. Zira bu; liberteryenlik, düzenlemeden kaçınma veya hükümetten ayrı özel olarak düzenlenen piyasalardan biri.”

Uzmanlara göre, Próspera’nın kurulma amacı aslında teknoliberteryenlerin nihai hedefini de özetler nitelikte: “İnsan yönetiminin geleceğini inşa etmek: Özel olarak işletilen ve kâr amacı güden bir yönetim.”

Ancak bu noktada akla şu sorular gelebilir: Öyleyse Silikon Vadisi’nin Trump’la ve yeni ABD iktidarıyla ne işi olabilir? Trump’ın yeni yönetimi artık bu teknoloji elitlerinin düşlerini gerçeğe mi çevirecek?

2008’de Facebook’un kurucu ortağı Chris Hughes’un da yardımıyla Beyaz Saray’a gelen Barack Obama, girişimcilik kültürünün bu ruhunu benimsemiş ve Zuckerberg gibi yöneticilerle kişisel ilişkiler geliştirerek teknoloji dostu politikaları savunmuştu. Bir yandan halkın sağlık sigortasına erişmesi için uyguladığı yarı-devletçi Obamacare politikaları liberteryenleri kızdırsa da Obama yönetiminde büyük teknoloji şirketlerinin küresel operasyonlarından kaynaklı gelirlerini ABD dışında tutarak vergi avantajı sağlamaları da mümkün olmuştu.

Donald Trump’ın 2016’daki ilk zaferinden sonraki haftalarda, birçok üst düzey teknoloji lideri Trump Tower’da bir toplantıya katılmıştı. Toplantıya belirgin bir endişe havası hakimdi, ancak Trump yönetimi, genel olarak iş dünyasına yönelik düzenlemeleri azaltmayı hedefleyen bir politika izleyerek teknoloji sektörünü rahatlatmıştı.

Öte yandan biraz daha yakın geçmişte Trump; Google, Twitter, ve Facebook’u muhafazakâr görüşleri sansürlemekle de suçladı. Bu da teknoloji devlerinin siyasi baskılarla yüzleşmesine neden oldu.

Yine de teknoliberteryen dünyasının en ünlü isimleri, Trump’ın ilk yönetiminde ihya olabildi. Multimilyoner teknoloji yatırımcısı Srinivasan, 2013’te Silikon Vadisi’nin ABD’den “nihai çıkışını” savunacak kadar ileri giderken, 2017’nin başında Twitter geçmişini silmiş ve meslektaşı Thiel ile birlikte Trump’ın kabinesini kurma rolü üstlenmişti. Hatta nihayetinde Srinivasan’ın ismi Gıda ve İlaç Dairesi’nin (FDA) liderliği için konuşuluyordu.

Thiel’in kendisi de 2009’da “liberteryenler için en büyük görevin her türlü siyasetten kaçış yolu bulmak” olduğunu savunurken 2016’da kendini Cumhuriyetçi Ulusal Kongresi’nde konuşma yaparken bulmuş ve siyasete tamamen angaje olmuştu. Aradan geçen yıllarda, kurucu ortağı olduğu veri analitiği firması Palantir de büyük hükümet sözleşmelerinden faydalanan bir dev haline geldi.

2020’de iktidara gelen Joe Biden yönetimi ise büyük teknoloji şirketlerine karşı çok daha sert davrandı. Tekel karşıtı hukuk yıldızı Lina Khan’ı Federal Ticaret Komisyonu’nun başına getirdi. Khan; Amazon, Microsoft ve Meta dahil olmak üzere ülkenin en büyük teknoloji şirketlerine karşı birden fazla antitröst davası açtı.

Demokrat Biden yönetimi teknoloji piyasalarına karşı sert bir düzenleme arayışı içinde olan Avrupa Birliği ile genel olarak uyumlu politikalar izledi. Bu süreçte özellikle Zuckerberg’ün platformları 6 Ocak Kongre Baskını, Gazze Savaşı, Hunter Biden’ın Ukrayna’da yolsuzluğa

karıştığı haberleri, COVID-19 pandemisi ve daha birçok konuda belirli siyasi söylemlere karşı, zaman zaman sansür iddialarına varacak katı bir moderasyon uyguladı.

Biden iktidarında Trump’ın hem Facebook hem de Twitter hesapları kapatılırken, Cumhuriyetçilere yakınlığıyla bilinen New York Post’un yayın yapması da belirli bir süreliğine engellendi. Zuckerberg adeta Demokratlar-Cumhuriyetçiler savaşında açıkça bir taraf konumuna geldi. Hatta bunu kısa bir süre önce kendisi de kabul etti.

Zuckerberg gibi teknoloji liderleri tüm bu uyumluluk arayışına rağmen hem ABD’de hem de Avrupa’da bir dizi maddi cezanın ve antitröst davanın hedefi olmaktan kaçamadılar.

2022’de Musk’ın Twitter’ı satın alıp, önceki yönetimin iç yazışmalarını gazetecilere vermesiyle sosyal medya platformlarının Demokrat Parti’nin taleplerine yetişmekte ne denli zorlandığı gözler önüne serildi. Böylece Kasım 2024’teki başkanlık seçimleri yaklaşırken, internet sektörü yeni bir korkuya kapıldı. Trump döndüğünde hepsinden intikam mı alacaktı?

Seçim döneminde sektörün önemli bir kısmı Harris’i desteklemeyi sürdürse de -zira Harris’in de teknoloji ve risk sermayesi endüstrileriyle bağları vardı- teknoloji liderleri arasında genel olarak derin bir temkinlilik hakimdi. Kampanya döneminde Musk’ın açıktan desteğinin yanı sıra Trump’ın siyaseten en çok çekiştiği isimlerden biri olan Bezos bile çok dikkatliydi. Bezos’un sahibi olduğu Washington Post gazetesi, onlarca yıl aradan sonra Demokratlara destek açıklamamış, hatta Trump karşıtı bir karikatürün yayınlanmasına izin verilmemişti.

Şimdiyse saflar çok daha açık: Yalnızca Musk’ın değil, aynı zamanda sektörün en etkili yatırımcılarının ve PayPal Mafyasının çoğunun da bulunduğu, küçük ama etkili bir “teknoliberteryen Trump hayranları” grubu oluşmuş durumda.

Silikon Vadisi, Donald Trump’a neden ‘aşık’ oldu?

Trump yeni yönetimini kurarken, Silikon Vadisi’nin kazanımları da muazzam oldu. Palantir askeri-endüstriyel sektörü adeta ele geçirirken, Bitcoin’in yeni zirvelere ulaştı ve “teknoloji sınıfı” servetine servet kattı. Ayrıca bu dört yılda federal düzenlemelerin gevşetilmesinin yanı sıra teknoloji şirketleri Trump’ın düşürmeyi vaat ettiği kurum vergilerinden de yararlanacak.

Nitekim teknoliberteryenlerin önde gelen isimlerinden Andreessen, yakın zamanda bir podcast’te, “Trump’ın zaferi boğazıma basan çizmenin kalkması gibi. Her sabah bir önceki günden daha mutlu uyanıyorum,” demişti.

Silikon Vadisi’ne tüm bunların “müjdesini” veren isim ise Trump’ın temmuz ayındaki kampanya sürecinde başkan yardımcısı seçtiği JD Vance oldu.

Kasımdaki başkanlık seçimlerine giden süreçte, Trump ile PayPal mafyası arasındaki güçlü ittifakı kuran isim Elon Musk gibi görünüyordu ama aslında Trump ve Musk’ın arası da uzun süredir açıktı. Musk, başkan adayı olarak Trump’ın Cumhuriyetçi Parti içindeki en büyük rakibi olan eski Florida Valisi Ron Desantis’i destekliyordu. Hatta ikili arasındaki husumet öyle bir noktaya gelmişti ki Trump, Musk’a “sahtekar” ve “şaklaban” diye hitap ediyordu.

Ancak JD Vance’in isminin duyurulmasının ardından Musk ve Trump arasındaki buzlar hızla erimiş; Andersseen, Trump’ın önemli bir müttefiki haline gelmiş; Silikon Vadisi’nin kalanını da temkinli sessizlik bürümüştü.

Vance, PayPal mafyasının sıkı bir dostuydu. Hatta Peter Thiel, önceki seçimlerde Vance’in Ohio’dan Senato koltuğu kazanması için 10 milyon dolar harcamıştı. 2017’de Thiel tarafından kurulan Mithril Capital Management isimli risk sermayesi şirketinde yönetim ortağı olarak çalışmaya başlayan Vance, 2019’da Narya Capital isimli bir risk sermayesi fonu kurmuştu. O zamandan beri sağlık, biyoteknoloji ve yazılım dahil olmak üzere çeşitli alanlardaki girişimlerin yatırım fonu onun elinden geçiyordu.

Vance ayrıca, sosyal medya şirketlerini “ifade özgürlüğünü” sınırlamakla da suçluyordu ki bu da Musk’ın uzun süredir X platformunda izlediği politikayla paraleldi. Bu aynı zamanda yeni dönemin sosyal medya anlayışının rengini belli ediyordu.

Teknoliberteryenler 2000’lerde devlet müdahalelerine tamamen karşı bir ekip olarak görülüyordu ama bugün bu karşıtlık neredeyse sadece söylemde kaldı. Zira artık PayPal ekibi başta olmak üzere silah sanayisinden uzay araştırmalarına kadar pek çok alanda faaliyet gösteren teknoloji devleri hükümet fonlarından ciddi biçimde yararlanıyor. Yine önemli bir kısmı siyasetin çeşitli kademelerinde aktif görev de alıyor.

Siyaset bilimcilere göre teknoliberteryenlerin bugünkü rengini belirleyen iki önemli strateji var: İçeride ifade özgürlüğünü savunarak hükümet fonlarını ele geçirmek, dışarıda ise vergi cennetleri, kripto paralarla serbestiyi savunurken, her türden otoriter devletle iş birliği yapmak.

VOX’un teknoloji yazarı Adam Clark Estes, “teknoliberteryenlerin, artık teknootoriterler olarak da görüldüğünü ve motivasyonlarının giderek daha çarpık hale geldiğini” ifade ediyor.

“Musk, bu yıl yaklaşık 119 milyon dolar bağışladıktan sonra Trump’ın en büyük destekçisi olarak ortaya çıktı ve ifade özgürlüğünü misyonlarından biri haline getirdi. İfade özgürlüğü ayrıca Musk’ın Twitter’ı sansürle suçladıktan sonra 2022’de satın alıp X’e dönüştürmesinin önemli bir nedeniydi. Burada sağcı propaganda ve yanlış bilginin yayılımı, Trump’ın seçilmesinde rol oynamış bile olabilir.”

Gerçekten de Musk Twitter’ı satın aldıktan sonra ifade özgürlüğünü misyon haline getirirken, NPR ve New York Times başta olmak üzere tüm anaakım medyaya savaş açtı. İş insanı, NPR’ın ve diğer birçok yayın organının hükümet fonlarından yararlanmasına şiddetle karşı çıkıyor ve her fırsatta bu fonların kesilmesi talebini dile getiriyor.

Öte yandan, Financial Times yazarı Foroohar, Tesla ve SpaceX’in NPR’dan daha fazla federal fon aldığını vurguluyor.

“Trump’ın tekno-liberteryen ‘gönüllüler’ grubu verimlilik ve kar elde etme hizmetinde devlet aygıtını sökmekle meşgul olurken yalnız bırakılmak istiyor. İkinci hedefleri ise yapay zeka, kripto ve Musk’a bağlı herhangi bir iş kolunun değer kazanması ki Silikon Vadisi bunu zaten başardı.”

Son dönemde Musk; Instagram ve Facebook için Demokrat Parti’den çok fazla sansür talebi aldıklarını sıklıkla vurgulayan ve sonunda teyit platformlarıyla çalışmaktan vazgeçerek X modelini benimseyen Zuckerberg’ü de saflarına çekmeyi başardı. Bu, temelde her türden fikrin sosyal medya platformlarında dile getirilip karşılık bulabildiği ve o platformlarda paylaşılanlardan şirketlerin sorumlu tutulmadığı “eski güzel günlere” dönüş sinyalleri olarak görülüyor.

Musk’ın son dönemde İngiltere siyasetiyle bu denli içli dışlı olmasının arkasında da bu anlayış var. Musk’ın sahip olduğu X, İngiltere’nin Çevrimiçi Güvenlik Yasası (Online Safety Act) ile ciddi bir çatışma içinde. Bu yasa, çevrim içi platformlardan zararlı içerikleri kaldırmalarını ve kullanıcı güvenliğini artırmalarını talep ediyor. Bu yüzden Musk, İngilizlerin çevrim içi güvenlik düzenlemelerini “dijital diktatörlük” diye nitelendiriyor.

Ayrıca temelde Musk ve Trump cephesinin savunduğu fikirleri sosyal medyada dile getirdiği için son dönemde çok sayıda İngiltere vatandaşı gözaltına alındı veya tutuklandı.

Öte yandan Musk başta olmak üzere tekno-liberteryen ağın küresel bir imparatorluk kurmak için “ifade özgürlüğünden” çok daha fazlasına ihtiyacı var: Birçok ülkeden yurttaşların verileri. Ve bu ihtiyaç, bir önceki dönemin teknonasyonalist anlayışıyla taban tabana zıt.

Teknomilliyetçilik veya teknonasyonalizm, ABD dış politikası için iki temel ilkeye sahip bir çerçeve: Birincisi, Çin ile teknolojik rekabet. İkincisi ise bu rekabette ulusal güvenlik kaygılarının bir numaraya yerleşmesi.

2000’lerde özellikle Obama döneminde ABD dış politikası, internet ve teknolojiyi ülkenin ideolojisini yaymak için bir kaldıraç olarak kullanıyor ve kutluyordu. Ancak son 10 yılda bu önemli ölçüde değişti. Çin ile kızışan gerginlikler ve içeride teknolojiye yönelik endişelerin artmasıyla birlikte ABD, ulusal güvenlik kaygısını ve vatandaşlarının veri gizliliğini öncelemeye başladı.

Nihayetinde bu süreç, teknoloji devlerine yönelik antitekelci davalar, Çin’e karşı ihracat kontrolleri, çip savaşı ve TikTok’u yasaklamayı öngören kararla sonuçlandı. Teknoloji şirketleri -özellikle ABD dışındakiler- bu dönemde giderek daha fazla casusluk suçlamasıyla karşı karşıya kaldılar.

Ayrıca ABD, AB ve Çin dahil olmak üzere ülkeler, dışarıya kapalı olan kendi teknolojilerini geliştirmeye odaklandı. Ve bu, Silikon Vadisi’nin tekno-liberteryen sınıfının hiç de istemediği bir şeydi.

Tarihçi Quinn Slobodian, Project Syndicate için kaleme aldığı bir yazıda, “1990’ların Silikon Vadisi’nde, en büyük atılımların arkasında hükümet fonlarının olduğu gerçeğini bastırmak ve bunun yerine kendi kendini yetiştirmiş dahi efsanesini beslemek mümkündü. Ancak Çin’in yeni milenyumdaki ani yükselişi, teknoloji üstünlüğü için başka bir bileşenin daha gerekli olduğunu gösterdi: Vatandaşları hakkında yığınla kişisel bilgi vermeye istekli devletler,” diyor.

“Musk, Thiel gibi, bir zamanlar kitlesel gözetleme biçimlerine karşıydı. Bu, tam da bu tür verileri güvence altına almak için yakın zamanda Çin’e yaptığı seyahat göz önüne alındığında, artık tersine çevirdiği bir tutum.”

Musk, Nisan 2024’te Çin’e sürpriz bir ziyaret gerçekleştirdi. Reuters’ın haberine göre, Tesla CEO’su, Çin’de Tam Otonom Sürüş (FSD) yazılımının kullanıma sunulması ve Çinli kullanıcı verilerinin yurt dışına aktarılması için Pekin’den onay almayı amaçlıyordu.

Daha önce casusluk ve veri güvenliği endişeleri nedeniyle Tesla araçlarının Çin’deki bazı hassas bölgelere girmesi yasaklanmıştı. 2021’den beri şirket, araçlarının casusluk için kullanılıp kullanılamayacağı konusunda incelemeye tabi tutulduğu için yerel kullanıcı verilerini ülke içindeki bir tesiste saklamak zorunda kalıyordu.

Ancak nisandaki görüşme son derece olumlu geçti. Musk’ın Çinli yetkililerle yaptığı toplantının resmi açıklamasında açıkça şu ifadeler yer alıyor: “Çin ve ABD ekonomileri derinden entegre olmuş durumda. Siz bana sahipsiniz ve ben de size. Her iki taraf da birbirlerinin gelişiminden faydalanabilir.”

Bu yüzden Trump’ın Beyaz Saray’a döner dönmez TikTok yasağını erteletmesi ve yemin töreninde Çinli üst düzey isimleri ağırlaması bazıları için pek de sürpriz olmadı. Trump ise TikTok krizi için “siyasi çözüm” arayışında olduklarını söylemeye devam ediyor.

Dünyayı veri siyaseti mi belirleyecek?

Bu da olası bir ABD-Çin yakınlaşmasında ve küresel çaptaki krizlerde temel faktörlerden birinin artık “veri siyaseti” olacağını düşündürüyor. Diğer bir deyişle kullanıcıların her gün farkında olmadan kaydırdıkları ekranlar ve girdiği veriler, dünya siyasetine yön verecek denli önemli.

Yazının başında alıntıladığımız Varufakis, kapitalizmin evrildiğini söylediği yeni teknolojik düzende bu şirketlerin ekonomik faaliyetlere egemen olduğunu ve bireyleri bir tür “dijital köleliğe” indirgediğini dile getiriyor.

Ünlü ekonomist, “Teknofeodalizm” kitabında bunu bir örnek üzerinden şöyle özetliyor:

“Taksi çağırmak istiyorsanız, uygulamalardan birini indirmeniz gerekir. Peki, uygulama sizin söylediğiniz kişi olduğunuzu nasıl biliyor? Kredi kartı bilgilerinizi girmeniz gerekiyor. Yani aslında bankacınızdan, finansörünüzden kim olduğunuzu garanti etmesini istiyorsunuz. Dijital kimliğinizin sahibi bile değilsiniz.”

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir