İstanbul: Yeni Valide Külliyesi
Yeni Valide Külliyesi; İstanbul’un Üsküdar İlçesi, İskele Meydanı’nın hemen sol tarafında yer alır. Kentin klasik üsluptaki son büyük külliyesidir. Cami, hünkar kasrı, darülkurra, sübyan mektebi, arasta, sebil, çeşme ve türbenin yapımını 1597’de Safiye Sultan’ın isteğiyle Mimar Davut Ağa başlatmıştır.
Külliye ancak 1663’de Turhan Hatice Sultan döneminde bitirilmiştir. Yapılar, 1940-1943’te onarılmıştır. Cami, basamaklı bir kaide üzerine yapılmıştır. Ana mekân ortada büyük, yanlarda yarım, köşelerde küçük kubbelerle örtülüdür.
Doğu ve batıda iki katlı yan galeriler vardır. İç havlu kubbeli revaklıdır. Ortada mermer, sekiz köşeli kubbeli şadırvan bulunmaktadır. Son cemaat yeri yedi kubbelidir, iki yandan üç şerefeli, firuze çinili minareler yükselmektedir. Mihrap ve minber ak mermerdir. Vaaz kürsüsü, geometrik kafesli, sedef kakma işlemelidir. Yapı içten 17. yüzyıl çinileriyle kaplıdır. Kubbe ve kemerlerde kalem işleri görülür.
Hünkar Kasrı, caminin güney köşesine bitişik kemere yapılmış üç katlı bir yapıdır. Çinili ocakları, duvarları kaplayan çini panoları, vitraylı pencereleri, ağaç işçiliği sedef ve bağ kakmalı kapılarıyla küçük bir saray görünümündedir. Mısır Çarşısı adıyla bilinen yapı külliye arastalarının en büyüklerindendir. Kesme taş ve tuğladan, L biçimi planlı, dört ana kapılı bir yapıdır. Ön yüzü iki katlıdır. Yan mekânlar kubbe ve tonoz örtülür.
Türbe kesme taştan, kare planlı, kubbeli bir yapıdır. Abanoz ağacından kapı, fil dişi ve sedef kakmalıdır. İçte çini ve kalem işleri görülür. Yapıya bitişik iki türbe geç dönemdendir. Türbe ve mezarlıkta Turhan Hatice Sultan, IV. Murat, II. Mustafa, Şehzadeler ve dönemin önde gelen kişileri gömülüdür. Dikdörtgen planlı içten kubbeli sebilin duvarları kafeslidir. Çeşme ile birlikte 1663’de yapılmıştır.
İstanbul’un kısa tarihi
İstanbul’un tarihi, Yenikapı Theodosius Limanı kazılarıyla gün ışığına çıkan Neolitik çağ yerleşimiyle, 8500 yıl geriye uzanmış, bu süreçte kentin geçirdiği kültürel, sanatsal, jeolojik değişim ve kent arkeolojisi hakkında yeni bir dönem açılmıştır. Şüphesiz, İstanbul’un tarihi ile ilgili en göze çarpan özelliği, Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorluğu gibi üç evrensel imparatorluğa başkentlik yapmış olmasıdır.
M.S. 4. yüzyılda Roma İmparatorluğu çok genişlemiş; İstanbul, stratejik konumundan dolayı, İmparator Büyük Konstantin tarafından Roma’nın yerine yeni başkent olarak seçilmiştir. Kent 6 yılı aşkın bir sürede yeniden düzenlenmiş, surlar genişletilmiş, tapınaklar, resmi binalar, saraylar, hamamlar ve hipodrom inşa edilmiştir. 330 yılında yapılan büyük merasimlerle, kentin, Roma İmparatorluğu’nun başkenti olduğu resmen açıklanmıştır.
Yakın çağın başladığı dönemde İkinci Roma ve Yeni Roma adları ile anılan kent, daha sonra “Byzantion” ve geç devirlerde Konstantinopolis olarak adlandırılmıştır. Halk arasında ise kentin adı tarih boyunca “Polis” olarak anıla gelmiştir. Büyük Konstantin’den sonraki imparatorların da şehri güzelleştirme çabalarının devam ettiği anlaşılmaktadır. Kentteki ilk kiliseler de Konstantin’den sonra inşa edilmiştir. Batı Roma İmparatorluğu’nun 5. yüzyılda çökmesi nedeniyle, İstanbul, uzun seneler Doğu Roma İmparatorluğu’nun (Bizans) başkenti olmuştur.
Bizans döneminde yeniden inşa edilen kent, surlarla tekrar genişletilmiştir. Günümüzdeki 6492 m. uzunluğundaki ihtişamlı şehir surları, İmparator Il. Theodosius tarafından yaptırılmıştır. 6. yüzyılda nüfusu yarım milyonu aşan kentte, İmparator Justinyen idaresinde bir altın çağ daha yaşanmıştır. Günümüze kadar ulaşan Ayasofya, bu dönemin bir eseridir. 726-842 yılları arasında kara bir devir olan Latin egemenliği, 4. Haçlı seferinin 1204 yılında şehri istilası ile başlamış, tüm kilise ve manastırlar ile abidelere kadar şehir yıllar boyu talan edilmiştir. 1261’de idaresi tekrar Bizanslıların eline geçen kent, eski zenginliğine tekrar kavuşamamıştır.
İstanbul, 53 günlük bir kuşatma sonrası, 1453’te Türklerin eline geçmiştir. Fatih Sultan Mehmet’in savaş tarihinde ilk defa kullanılan iri boyutlardaki topları, İstanbul surlarının aşılmasının önemli bir sebebidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti buraya taşınmış, ülkenin çeşitli yerlerinden getirilen göçmenlerle şehir nüfusu arttırılmış, boş ve harap olan şehrin imar çalışmalarına başlanmıştır. Şehrin eski halkına din hürriyeti ve sosyal haklar tanınarak, yaşamlarını sürdürmeleri sağlanmıştır. Fetihten yüzyıl sonra ise Türk Sanatı şehre damgasını vurmuş, kubbeler ve minareler şehir siluetine hakim olmuştur.
16. yüzyıldan itibaren Osmanlı Sultanlarının Halife olmalarından ötürü, İstanbul tüm İslam dünyasının da merkezi olmuştur. Sultanların idaresinde şehir tamamen imar edilmiş, büyüleyici bir atmosfere bürünmüştür. Eski akropolde kurulu Sultan Sarayı, Boğaziçi’nin ve Haliç’in eşsiz manzarasına hakim kılınmıştır. 19. yüzyıldan itibaren Batı dünyası ile sıklaşan temaslar sonrası, camiler ve saraylar, Avrupa mimarisi tarzında, Boğaziçi kıyılarına inşa edilmeye başlanmıştır.
Kısa sürede inşa edilen birçok saray, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminin de sembolleridir. 20. yüzyılın başında, İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu’nun sona ermesine şahit olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu parçalanırken ve iç ve dış düşmanlar kendi payları için mücadele ederken; Mustafa Kemal Atatürk, Türk Milletinin desteğini alarak, silah arkadaşları ile birlikte, vatan toprağının kurtarılması için mücadeleye girişmiştir. Milletin iradesi ile kazanılan Kurtuluş Savaşı’nı müteakiben; Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde, 1923’te Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.
Bu süreçte, başkentin Ankara’ya taşınması, İstanbul’un önemini değiştirmemiştir. Bu eşsiz şehir, büyüleyici görünümü ile dünya üzerindeki en önemli kültür-turizm-sanat-finans ve ticaret başkentlerinden biri olmayı sürdürmektedir.