İstanbul Sözleşmesi’nin Feshi Kadın Cinayeti Davalarını Nasıl Etkiledi?
Türkiye’nin 20 Mart 2021’de Cumhurbaşkanı Kararnamesi ile İstanbul Sözleşmesi’nden resmi olarak çıkmasının üzerinden yaklaşık bir yıl geçti. Her ne kadar hükümet iç hukuk “kadına yönelik şiddetle mücadelede yeterli” dese de, bu süre zarfında kadın cinayetlerinin önüne geçilemedi.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre, Türkiye’de 2021 yılında 280 kadın öldürüldü, 217 kadın ise şüpheli şekilde ölü bulundu. 2020 yılında erkekler tarafından öldürülen kadın sayısı ise 300.
Kadın cinayetleri davalarına bakan mahkemeler de iyi hal indirimleri vermeye devam etti. O nedenle her geçen gün artan kadın cinayetleriyle birlikte, duruşmalarda erkekler lehine verilen kararlar ve indirimler daha çok tartışılır hale geldi.
Euronews’e konuşan Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu avukatlarına göre İstanbul Sözleşmesi’nin en önemli kazanımı olan 6284 sayılı kanun metninin koruyuculuğu var. Fakat uygulama noktasında tıkanmalar yaşanıyor.
Avukat Esin Yeşilırmak polis, savcılık makamı ve aile mahkemelerinin 6284 sayılı kanun yürürlükte olmasına rağmen İstanbul Sözleşmesi kaldırıldıktan sonra bu kanunu da uygulamamaya başladıklarını söylüyor. Ve mahkeme salonlarının sokak kadar umut verici olmadığını hatta umudu kıran yerler olduğunu ekleyen Yeşilırmak, açıklamasının devamında şunları dile getirdi;
“Kadın cinayetleri adli bir olay değil, her gün üç kadın öldürülüyorsa bu toplumsal bir sorundur. İstanbul Sözleşmesi’nin en önemli kazanımı 6284 sayılı kanun metniydi. Bu bir tedbir kanunu ve uygulanmak zorunda. Ama polis gibi ilk uygulayıcılar vatandaşa yardımcı olmamaya devam ediyor. Var olan sorunlar itirazlarımızla kaldırılıyor ama yaklaşım nasılsa İstanbul Sözleşmesi kalktı, ‘uygulamıyoruza’ döndü. Fakat bu kararlar, metinler kadınların kazanımları. Hiç bir devlet ben kadınlara haklar vereyim diye imzalamadı, kadınların kazanımıydı bu. Biz Danıştay’a başvurduk, üst mahkemelere de başvuracağız. Yani biz kadınlar için yok hükmünde. Kadın mücadelesiyle mahkeme salonlarına hala baskı yapabiliyoruz. O nedenle kadın mücadelesi değerli ama yargı mekanizması ve devletin politikası kadın düşmanı şeklinde ilerliyor.”
İstanbul Sözleşmesi’nin en önemli görevlerinden biri de devlete kadın cinayetleri ve aile içi şiddeti önleme konusunda hem önleyici hem de koruyucu tedbirler yüklemesiydi. Ayrıca devlete bu konuda politika üretme yükümlülüğü de yüklüyordu.”
Avukat Esin Yeşilırmak’a göre İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasıyla devlet politikasının kadın aleyhine kurulduğu da ortaya konulduğunu belirterek, “Bunu mahkeme, polis ve kanun uygulayıcıları da biliyor. Bu nedenle hala iç hukukumuzda uygulanması gereken kanunlar olmasına rağmen, nasıl olsa devlet politikası kadına karşı olduğu için, biz de istediğimiz gibi davranabilir ve herhangi bir sorumluluğumuz doğmaz diye düşünüp bu kadar fevri kararlar verebiliyorlar. İstanbul sözleşmesi devlete kadın lehine politika üret diyordu, devlet buradan imzasını çekerek aslında politikasını da göstermiş oldu.’’ ifadelerini kullandı.
”Yargı kararlarında ‘kadın cinayeti’ terimi kullanılmıyor…”
Türkiye’de uygulayıcıların verdikleri kararlar nedeniyle çok büyük bir cezasızlık politikasının hakim olduğunu ifade eden Avukat Yeşilırmak, yargı kararlarında kadın cinayetleri tanınmıyor, bilinmiyor ve hatta kadın cinayeti teriminin kullanılmadığını vurguluyor.
“Yargılamalarda kadın mağdurların özel yaşamlarının anlatıldığını ve tartışıldığını suç ve suç fiilinin tartışılmadığını söyleyen KCDP avukatlarında Esin Yeşilırmak, bir kadının öldürülmesinin ağırlaştırılmış hal sayılmasını, hakimlerin takdir yetkilerinin kısıtlanmasını ve kadın cinayeti tabirinin tanınmasını istiyor.” diyen Yeşilırmak, açıklamasının devamında ise şunları söyledi;
“Mesela, Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru kararlarını incelerken aratabileceğiniz kelimeler var. Nedir bunlar? İşkence, kötü muamele gibi kelimeler… Ama kadın cinayeti yazdığınızda karşınıza hiçbir şey çıkmıyor. Çünkü öyle bir kategori yok. Veya Yargıtay’da kadın cinayeti diye arattığınızda böyle bir kategori yok. Yani devlet bunu tanımıyor. Sebebi ne? İstatistik tutulmuyor. Ve böylece de çözüm üretilmiyor. Bunların hepsi devletin yükümlülükleri içinde ve biz bunların yapılmadığını görüyoruz.’’
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu avukatı Hasret Adıgüzel ise sistemin tıkandığı görüşünde. Adıgüzel, bu tıkanma en başta karakollarda başladığını belirterek, daha sonra savcılık, mahkeme ve karar aşamalarında devam ediyor. Yani kadınlar ilk başvuru yaptıkları karakollardan bir netice alamazlarsa mağduriyetin katlanarak büyüdüğünü söylüyor.
Avukat Hasret Adıgüzel, İstanbul Sözleşmesi varken mahkemelerin kanuna ve sözleşmeye tabi olarak karar vermek zorunda olduğunu hatta sadece karar aşamasında değil, yargılama aşamasında da etkin bir soruşturma ve kovuşturma yürütmekle yükümlü olduklarını ifade ediyor.
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasıyla mahkemelerin üstlerinde bu tür bir baskı kalmadı ve mekanizma yavaşladığını belirten Adıgüzel, devamında, “Cinayet bir sürü emarelerle geliyor aslında. Bazen kadınlar bir sonuç alamayacağı düşüncesiyle ilk başvuruyu yapamıyor, ses çıkaramıyor. Bazen de ses çıkarsalar dahi gereği gibi soruşturulmadığı ya da dosya bir şekilde savsaklandığı için çok daha büyük sonuçlara yol açabiliyor. Yargılama safhasına gelinmeden önce ilk başvurunun iyi karşılanmamasından dolayı, kadına yönelik bu bakış açısı ya da olayın kadın cinayeti olacağının düşünülmemesinden ve de normal bir cinayet ile aynı görülmesinden kaynaklı sorun.’’ ifadelerini kullandı.
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasıyla 6284 sayılı yasanın çıplak kaldığını düşünüyor Adıgüzel. 6284 sayılı yasanın tabi olduğu kısıtlı şeyler var diyen Avukat Hasret Adıgüzel’e göre İstanbul Sözleşmesi koruyucu bir şemsiyeydi.
Adıgüzel, açıklamasının devamında, “Mahkemelerin kadına karşı olan bakış açısının ve de kadının yaptığı başvurular ya da ifadelerine karşı tutumlarının değiştiğini gözlemliyoruz. Çünkü artık o koruyucu şemsiyenin kalktığının yargı, polis hatta sanığı getiren jandarmalar bile farkında. Sözleşme kalkınca en başa döndük, kadınların çabaları kenara atıldı. Kadınlar da bu nedenle tepkili, bu sözleşmenin koruduğunu biliyorlar. Sözleşmenin tek amacı cinsiyetinden dolayı kimsenin ayrımcılığa uğramamasıydı. Gerçekten yaptırımları vardı. Mevcut olan düzenin ya değiştirilmesi ya da olayların etkin bir şekilde soruşturulması ve kadınların ses çıkarmaları gerekiyor.’’ dedi.
(Kaynak: euronews)