HEDEP Eş Genel Başkanı Bakırhan: Rotamız Özgürlük, İrademiz Eşitliktir
Ankara’da gerçekleştirilen Yeşil Sol Parti’nin 4. Olağan Büyük Kongresi’nde konuşan Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (HEDEP) Eş Genel Başkan Adayı olarak gösterilen Tuncer Bakırhan, “Bugün buraya gelene kadar büyük emekler verildi, bedeller ödendi. Yüreği değişim ve özgürlükten yana atan herkesin büyük çabasıyla bugün buradayız” dedi ve ekledi:
Haber Merkezi / “Kongre salonunu zılgıt, slogan ve alkışlarıyla inleten siz değerli halklarımızın bu coşkusu bunun en iyi göstergesidir. Şimdi çabamızı ve yürüyüşümüzü zafer ve özgürlükle taçlandırma zamanıdır. Özgürlük için yeniden diyoruz. Umudu ve mücadeleyi büyütmek isteyen, ‘gelecek biziz’ diyen herkesi bu görkemli yürüyüşe, büyük mücadeleye davet ediyoruz. Bizler fikriyatımıza güveniyoruz. Bizler bu geleneğin emekçilerine inanıyoruz. Bize büyük bedellerle bırakılan bu mirasın ardıllarıyız. Çünkü bu miras 7’den 70’e direnenlerin mirasıdır. Pusulamız Jin, Jiyan, Azadî’dir. Rotamız özgürlük, irademiz eşitliktir.”
Yeşil Sol Parti’nin 4. Olağan Büyük Kongresi Ankara’da gerçekleştirildi. Kongrede partinin ismi Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (HEDEP) olarak değiştirilirken, HEDEP Eş Genel Başkan Adayı olarak gösterilen Tuncer Bakırhan’da bir konuşma yaptı. Salondakileri Kürtçe ve Türkçe selamlayan Bakırhan, şunları söyledi:
“Yeni bir düzen arayışına giren kapitalist küresel sistem, son yılların en derin buhranını yaşıyor. İçinden geçtiğimiz bu süreçte egemen güçler bırakalım çözüm üretmeyi, tüm ağır sorunların kaynağı olmaya devam ediyor. Uzak Asya’dan Ukrayna’ya, Karabağ’dan Afrika’ya, Kolombiya’dan Kurdistan’a ve Filistin’e uzanan kriz ve kaosun eşlik ettiği değişim talepleri dünyanın dört bir yanından yükseliyor. Diğer yandan aşırı sağın popülist, milliyetçi ve faşist siyaseti ana akım siyasete dönüşüyor. Vekalet savaşları ve işgaller toplumları tehdit ederken ve halkları topraklarından sürerken, böylesi bir atmosferde bizler devrimci mücadeleyi, kültür ve ahlakı kapitalist modernitenin insafına bırakmamalıyız. Bölgesel ve yerel düzeyde tarihin hızlandığı bir süreçteyiz ve Ortadoğu küresel dönüşümlerin hassas terazisidir.
Ortadoğu hem görkemli direniş ve değişimlerin kalbi hem de zalim diktatörlerin boy gösterdiği topraklardır. Bugün devasa bir sorun olan İsrail-Filistin savaşı bütün yakıcılığıyla devam etmektedir. Bilinsin ki; sömürgeci, işgalci her anlayışa karşı tavrımız ve duruşumuz nettir ve böyle olmaya da devam edecektir. Bir halkın işgale karşı direnişi ne kadar meşru ve gerekli ise, bununla ilgili yürütülecek mücadele yöntemi de önemlidir, biliyoruz. Bu savaş tüm acımasızlığıyla yaşanırken, bunu durdurmak yerine ateşe benzinle gitmek, açıkça bu savaştan medet ummaktır. Bu savaşın derinleşmesine destek veren herkes insanlığa karşı suç işlemektedir.
Filistin’de yaşananlar çok tanıdıktır. Hemen yanı başımızda aynı acılar, ölümler, kayıplar yaşanıyor. Türkiye tarafından bombalanan, susuz ve elektriksiz bırakılan, camilerine ve ibadethanelerine kastedilen, yaşam hakkı yok sayılan bir Rojava var. Rojava’da yaşananlara tüm dünya tanıktır. Halkların baharını kara kışa çevirmek isteyenler saldırmaya devam ediyor ama insanca bir yaşam için direnenler mücadeleden vazgeçmiyor. Bugün Ortadoğu’da demokrasi ve özgürlüklerin önündeki en büyük engellerden biri Saray rejimidir. Rojava’da yaşayan milyonlarca insana karşı dünyanın gözü önünde etnik temizliğe yeltenenler, her şeyden önce insanlığa karşı suç işlemektedir ve bu bir utançtır. Bu insanlık suçuna geçit vermeyeceğiz.
Türk-İslam sentezine yaslanarak Filistin’de barış güvercini, Rojava’da savaş makinesi kesilen bu ikiyüzlülüğü herkes görmelidir. Bu ikiyüzlülüğü kınıyoruz. Açıktır ki bu faşist iktidar hem din hem de milliyetçilik adına tekçi zihniyetini dayatarak tek millet ve tek devlet faşizmini sürdürmek istemektedir. Bakın Erdoğan Filistin için ne diyor: “Sivil yerleşimleri hedef alan hiçbir saldırıyı doğru bulmuyoruz. Savaşın da bir ahlakı olduğuna inanıyoruz. Barışın kaybedeni yoktur” diyor. Buradan sesleniyorum: Bu ikiyüzlü siyasetle nereye kadar? Kürtler söz konusu olduğunda çok hızlı ağız değiştiren bir rejimle karşı karşıyayız. Kürt düşmanlığı sizin asıl politikanızdır. Dürüst değilsiniz, ikiyüzlüsünüz!
Rojava demokratik bir yaşam alanıdır, Rojava bir devrim yurdudur, Rojava yeni yaşamın filizlendiği ve tüm dünyaya umut verdiği yerdir. Demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü bakış açısıyla, kadınlar öncülüğünde inşa edilen bu biricik demokratik ve eşit yaşam modeline dönük saldırıların karşısındayız, olmaya devam edeceğiz. Bu saldırıları derhal durdurun. Buradan hava sahasını dahi kapatmayan tüm uluslararası kamuoyuna sesleniyorum: Bu suça ortak olmaktan vazgeçin. Buradan net bir şekilde ifade etmek istiyorum: Rojava’nın statüsü resmi olarak tanınmalıdır! Bu statü ilk olarak Türkiye tarafından tanınmalıdır!
“Kaynağı yandaşlara ve çetelere aktaran bu iktidar, halkın bütçe hakkına düşmandır”
Filistin sorunu gibi Kürt sorunu da gerek küresel gerek ulusal bağlamda çözümsüz bırakılan bir sorundur. Bu sorunu bir güvenlik sorununa indirgeyen zihniyet, ekonomiyi savaşa feda ediyor. Son 25 yılda savaşa aktarılan 800 milyar dolara yakın bir bütçe, ülkedeki derin ekonomik krizin de temel sebeplerindendir. Yaratılan savaş ekonomisi ile ömrünü uzatmak isteyen iktidar; barınma sorununa, enflasyona, derin yoksulluğa, aç çocuklara bir çözüm bulmaktan uzaktır. Kaynağı yandaşlara ve çetelere aktaran bu iktidar halkın bütçe hakkına düşmandır.
Bu savaş durmadan bu ekonomik kriz durmayacaktır. Kürtlerin parçalı halinden güç alarak savaşı büyütmek isteyen Türkiye, Kürtlerin ulusal birliği önündeki en büyük engeldir ve kendine bağımlı işbirlikçiler yaratarak saldırılarını meşrulaştırmaktadır. Sınır ötesinde Kürtlere yapılan suikastları önlemeyenler de bu katliamlara ortaktır. Bu vesileyse Kürt ulusal birliğinin emekçisi Deniz Bülbül ve Jineolojî Araştırma Merkezi üyesi Nagihan Akarsel’i saygıyla anıyorum. Nagihan’ın ilmek ilmek örüp mücadelesini verdiği ‘Jin, Jiyan, Azadî’ sesleri dünyanın her yerinde yankılanmaya devam ediyor.
Kürt sorunu; irade gaspıdır, kayyım rejimidir, siyaset hakkını engellemektir, Kürtçenin yasaklanmasıdır, ekolojik tahribattır, binlerce siyasetçinin, sevgili Gültan Kışanak’ın, Sebahat Tuncel’in, Ayla Akat’ın, Figen Yüksekdağ’ın, Leyla Güven’in, Selahattin Demirtaş’ın, Günay Kubilay’ın, Nazmi Gür’ün rehin tutulmasıdır. Kürt sorunu; Kürtlerin mülksüzleştirilmesidir, yoksulluğun Kürtleştirilmesidir, Kürtlerin mezarsız bırakılmasıdır, yas hakkının elinden alınmasıdır. Kürt sorunu, Kürtlerin statüsüz bırakılmasıdır. Bu sorunun demokratik bir çözüm yolu var. Bu sorunun bir çözüm muhatabı var. O da Sayın Abdullah Öcalan’dır. Sayın Öcalan şahsında demokratik çözüm, barış umudu ve toplum tecrit altındadır. İmralı’da mutlak tecrit vardır.
Bu tecridin en önemli sebebi de İmralı’nın Kürt sorununun demokratik çözümünde ısrar etmesidir. Tecrit, hukukun sıfır noktasıdır. Tecrit, Kürt sorunundaki inkârın en uç noktasıdır. ‘Özel bir hukukun’, ‘özel bir rejimin’ ve ‘özel yasaların’ işletildiği İmralı Cezaevi’ndeki tecrit 3 yıldır devam ediyor. Dünyadan yüzlerce avukat ve kurum başvuru yapıyor. Tüm dünya tecrit var diye haykırırken, iktidar bunu inkâr ediyor. Tecrit, Türkiye’deki demokrasi güçleri açısından bir turnusol kâğıdı haline gelmiştir. Tecride karşı durmak demokrasinin yanında durmak demektir. Çözümden ve barıştan yana olan her demokrat, sosyalist, muhalif ve feministin, herkesin öncelikli olarak tecride karşı mücadele etme sorumluluğu vardır.
Tecrit rejimi sonlanmadan Türkiye’nin gerçek anlamda bir demokrasiye kavuşması mümkün değildir. Bunun için Sayın Öcalan’ın rolünü oynayacağı koşulların yaratılması gerekmektedir. Çözüm Sürecinin başlatılması ve ilerlemesinde gösterdiği çabaya ve aldığı yapıcı role tüm toplum şâhittir. Buradan tüm kamuoyuna sesleniyoruz: Tecrit ile Türkiye halklarının barış hakkı gasp edilmektedir. Artık buna dur diyoruz! “Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğü sağlanmalıdır!” Azadî ji bo Öcalan!
“Demokratik anayasa hareketini başlatıyoruz”
Erdoğan yine yeni bir anayasa gündemine sarıldı. Bu anayasanın özgürlükler için gündeme getirilmediğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Siyasi partileri kapatan, kayyım rejimi ile halkın iradesini gasp eden, AİHM’i tanımayan, İstanbul Sözleşmesini bir gecede iptal eden, emekçilerin grev hakkını yasaklayan, Gezi direnişçilerini rehin alan, demokratik siyasete kumpas kurup hukuku ayaklar altına alan, Cumartesi Annelerini her hafta gözaltına alan bu iktidar sivil anayasa yapacakmış! Nemre, bıra bihar were (Ölme, bahar gelsin) diyor bizim Kürtler. Demokratik bir anayasa ancak demokratik uzlaşıyı esas alan ve evrensel hukuku kabul eden bir anlayışla yapılır.
Evet, biz de yeni bir anayasa istiyoruz. Bu ülkenin Kürtleri, Alevileri, işçileri, kadınları, gençleri yeni anayasa talep ediyor. Ancak bizler ülkenin ezilenleri olarak gerçekten eşitlikçi, gerçekten demokratik ve gerçekten sivil bir anayasa istiyoruz. Ülkede başta Kürt sorunu olmak üzere bütün sorunları gideren bir anayasa yapmaya hazırız. Özgürlük için yeniden, toplumun tüm kesimlerinin dahil olacağı ve kendini ifade edeceği demokratik anayasa hareketini buradan başlatıyoruz.
Değerli yol arkadaşlarım, önümüzde çok önemli virajlar var. Bunun farkındayız. Yerel yönetimler seçimleri geliyor. Bazı şeyleri net olarak ifade edelim. Kayyımlarla iradesi gasp edilen tüm belediyelerimizi tekrar geri alacağız. Bu seçimlerde sadece kayyımları Ankara’ya göndermeyeceğiz, aynı zamanda Türkiye’nin her bölgesinden de belediyeler kazanacağız. Mayıs seçimlerinden hemen sonra bütün kurullarımızla çalışmaya başladık.
Bu dönemin stratejisini belirlemek üzere aylardır çalışıyoruz. Yeni döneme dair yol haritamızı çok yakında kamuoyu ile paylaşacağız. Değerli halklar, değerli emekçiler, dönem halklarla ittifak dönemidir. Seçim hesaplarına sıkışmayan, siyasi partilerle sınırlı kalmayan, nerede direniş varsa orada olan, nerede zulüm varsa karşısında duran demokratik ve toplumsal ittifaklar zamanıdır. Bizim çizgimiz ne iktidarın sömürü düzeni ne de restorasyoncu çizgidir. Biz bu ülkeye baharı getirecek Üçüncü Yolu savunmaya ve örmeye devam edeceğiz.
“Çare bizdedir, çözüm bizdedir”
Bugün buraya gelene kadar büyük emekler verildi, bedeller ödendi. Yüreği değişim ve özgürlükten yana atan herkesin büyük çabasıyla bugün buradayız. Kongre salonunu zılgıt, slogan ve alkışlarıyla inleten siz değerli halklarımızın bu coşkusu bunun en iyi göstergesidir. Şimdi çabamızı ve yürüyüşümüzü zafer ve özgürlükle taçlandırma zamanıdır. Özgürlük için yeniden diyoruz. Umudu ve mücadeleyi büyütmek isteyen, ‘gelecek biziz’ diyen herkesi bu görkemli yürüyüşe, büyük mücadeleye davet ediyoruz. Bizler fikriyatımıza güveniyoruz. Bizler bu geleneğin emekçilerine inanıyoruz. Bize büyük bedellerle bırakılan bu mirasın ardıllarıyız. Çünkü bu miras 7’den 70’e direnenlerin mirasıdır. Pusulamız Jin, Jiyan, Azadî’dir. Rotamız özgürlük, irademiz eşitliktir.
Jîna Amîni’nin saç teli bize emanet, Kobanê’de yaşamı ören çocukların gülüşü bize emanet, Şırnak’ta barışı bekleyen annenin hayali bize emanet, Hatay’da demokrasi bekleyen yurttaşın isteği bize emanettir. Biz bu ülkenin barış ve demokrasi umuduyuz. Onurlu ve eşit yaşamı inşa edecek güç biziz. Şimdi sokak sokak, mahalle mahalle çalışma ve örgütleme zamanıdır. Onlarca yılın mücadele birikimi ile örgütlemenin ve özgürlüğü örmenin zamanıdır. Düzenin muhalefeti çare değildir, olamaz. Çare bizdedir, çözüm bizdedir. Özgürlük için yeniden yeni bir başlangıç zamanıdır! Em dibêjin, Ji Bo Azadiyê, Ji Bo Azadiyê, Serkeftin”