Hatimoğulları’ndan “Demokratik Suriye” Çağrısı

Partisinin belediye eş başkanları toplantısında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “Suriye’de yeni dönemde tesis edilmesi gereken rejim demokratik bir Suriye anlayışıyla şekillenmelidir” dedi ve ekledi:

“Oradaki bütün farklıkları Kürdü, Arabı, Ermeniyi Hristiyanı ez cümle mevcut halkların inançların varlığını tanıyan onların dilini kültürünü inancını yaşam tarzını tanıyan bir demokratik Suriye’nin inşa edilmesi elzem ve acildir. Demokratik ve barışçıl bir Suriye inşa edilirse; Türkiye o zaman daha çok güvende olur. Bu çağrımızı bir kez daha yapıyoruz.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Belediye Eş Başkanları, Eş Genel Başkanlar Tuncer Bakırhan ve Tülay Hatimoğulları başkanlığında Ankara’da toplandı. Toplantının açılışında konuşan Hatimoğulları, şunları söyledi:

“Hepinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum. Bugün geniş konulara değineceğiz. Bir yandan yerel yönetimlerin yaşadığı sorunları DEM Parti ve muhalefet özelinde konuşacağız. Kayyım politikalarını ve bunlara karşı yürüteceğimiz mücadele ve yol haritamızı konuşacağız. Aynı zamanda Türkiye ve Ortadoğu’daki gelişmeleri hep beraber değerlendireceğiz. Belediye eş başkanlarımıza gerekli bilgilendirmeleri de yapacağız. Bugün verimli bir toplantı olacağına inanıyorum.

Sizlerin şahsında, Edip Solmazlardan Remziye Yaşarlara uzanan toplumcu belediyecilik anlayışımızı bir kez daha selamlıyorum. Tarih yazan belediyecilik anlayışımızın geleceğini nasıl tayin edeceğimizi, yol ve yöntemleri de bugün hep birlikte konuşacağız. Özgürlüklerimizin nasıl kısıtlandığını, Türkiye toplumunun nasıl dara sürüklendiğini konuşacağız. Bunu hem iktisadi hem sosyal hem siyasi hem de genel olarak insan hakları ve özgürlükler bakımından hep beraber değerlendireceğiz. AKP iktidarı 22-23 yıllık iktidarı boyunca izlediği yöntemleri bu yerel seçimlerde de izledi. Hilelere, hurdalara başvurdu. DEM Parti’nin belediyeyi kazanma ihtimalinin yüksek olduğu yerlere kayyım seçmen de atadı. Bununla da yetinmedi.

Seçim günü çok fazla hile ve hurdaya başvurdu. Bütün bunlara rağmen, siz değerli eş başkanlarımızın öncülüğünde, değerli halkımızın ferasetiyle bu oyunları ters yüz ettik ve belediye sayımızı artırarak bu seçimlerden çıkmış olduk. Sizler iki kere seçilmiş insanlarsınız. Yüz bine yakın insanın katıldığı ön seçimlerle seçilip aday oldunuz. İkinci olarak da Yüksek Seçim Kurulu’nun gerçekleştirdiği resmi seçimde belediye eş başkanı olarak seçildiniz. Kayyımcı anlayış bu tabloyu iyi görmeli, iyi anlamalı. Bu tablo kıymetli bir tablodur ve bu tablonun en kıymetli yüzleri de siz, belediye eş başkanlarımızsınız. Bunu da kayyımcı rejim iyi anlamalı, ona göre de davranmalıdır.

Türkiye’nin batısında da değerli halklarımızın talebi üzerine kent uzlaşısı kapsamında çok önemli kazanımlar elde ettik. 31 Mart seçimlerindeki başarının altında yatan en önemli gerçeklik, toplumun artık bu iktidara yeter demesidir. Toplumun kayyımcı zihniyete karşı “Biz varız!” demesidir. Siz kayyım atasanız da biz partimizden asla vazgeçmeyeceğiz diyen değerli halkımızın iradesidir bu başarının altındaki sebep. Yine bu başarının altındaki sebeplerden biri de bu ülkede yaşayan Kürtler, Araplar, Türkler, Ermeniler, Aleviler ve burada sayamadığımız birçok halkın ve inancın el ele vererek bu zihniyete karşı ortaya koyduğu tutumdur. Bu başarının arkasında emekliler vardır; asgari ücretle geçinemeyenler, barınamayanlar vardır.

Aç kalan emekçilerin tepkisini gördük bu yerel seçimlerde. Giyimine kuşamına karışılan kadınların, yaşam tarzına müdahale edilen kadınların, kadın cinayetlerinde katledilen kadınların iradesinin sonucudur bu seçimler. O nedenle halkımızın güveni, aynı zamanda bize büyük bir görev ve sorumluluk da yüklemiştir. Özellikle siz değerli eş başkanların bu iradeyi görmesi, bilmesi ve bütün pratiğini bu iradeye layık biçimde sergilemesi çok önemlidir. Hata yapma, tembellik etme, olanak yok gerekçesi sunma gibi bir lüksümüz kesinlikle yoktur. Bu başarıyı büyütmenin ve kalıcı kılmanın yol ve yöntemlerini hep beraber bulmak zorundayız.

“Bütün engellemelere rağmen çok yol aldık”

Bunun öncelikli yolu, elbette toplumsal talepler eksenli bir hizmeti öncelemektir. Gençler, kadınlar, emekçiler, çocuklar, engelliler ne istiyor? Belediye eş başkanları ve belediye yönetimleri olarak dönüp onları dinlemek, onların taleplerini planlamak ve tek tek hayata geçirmek gibi bir görev ve sorumluluğumuz var. Gençler, kültür merkezi istedi; kültür merkezi yaptık. Kadınlar yaşamın her alanında var olmak istedi, istihdam alanı istedi, özgürlükler talep etti. Bizler de yerel yönetimler olarak kadın belediyecilik anlayışımız çerçevesinde gücümüz yettiğince işler yaptık.

Emekçiler ve emekliler, emeklerinin karşılığını alacakları bir çalışma düzeni istiyorsa, bizler hem kendileriyle hem de sendikalarıyla ortak noktaları bulmak zorundayız. Engelliler için bir gün değil her gün bir yaşam mümkün deniliyorsa, bu yaşamı hayati kılmak da yerel yönetimlerin elindedir. Geriye dönüp baktığımızda, biz bu kısa süre zarfında çok yol aldığımızı görüyoruz. Bütün olanaksızlıklara ve engellemelere rağmen çok yol aldık. Ama tabii ki bu yeterli değil, daha fazlasını yapmamız lazım.

Buradan ben bütün Türkiye halklarına sesleniyorum: Bu iktidarın muhalefet belediyelerini çalıştırmamak için nasıl yol ve yöntem izlediğini iyi biliyorsunuz. Ama burada ben birkaç noktanın altını çizmek istiyoruz. Neredeyse bütün belediyelerimiz 8 yıllık kayyım uygulamasıyla tahrip edilmiş, yerle bir edilmiş bir durumda. Borçsuz ve hatta kasasında para olan belediyelerimizin paraları kayyım atandıktan sonra çarçur edilmiş, yandaşlara peşkeş çekilmiş. Belediyeleri biz kazanıp yönetmeye başladığımızda borçsuz belediyelerin borç batağı içinde olduğunu gördük.

Kayyım gaspını zaten hepimiz çok iyi biliyoruz. Türkiye’nin batısı keşke tanışmasaydı ama Esenyurt’a atanan kayyımla Türkiye’nin batısı da DEM Parti dışındaki belediyeler de kayyım gerçeğiyle yüz yüze geldi. Türkiye halkları da AKP ve MHP’ye oy veren seçmen de kayyım rejimine ve sistemine artık karşı çıkmaktadır. Kayyım rejimiyle yetinmeyen bu anlayış, belediyelerin hizmet üretmediği algısını yaratmak için tasarruf genelgesi yayınladılar. Bu genelgeyle yurttaşlarımızın hakkı olan bütçeyi kısıtlama yöntemine gittiler. Bir iki yöntemle bu kısıtlamanın pratik sonuçlarını paylaşmak isterim sizlerle.

Mesela ulaşım sorununu çözmek için Diyarbakır Büyükşehir Belediyemizin envanterine 157 yeni otobüs alması gerekirken, bakanlığın bu kısıtlaması nedeniyle sadece 14 otobüs alınmasına izin verildi. Bir başka belediye kültür merkezi inşa etmek istiyor, ancak bakanlıktan onay alamıyor. Hafif raylı sistem projesi için başvurular yapılıyor, bakanlık bu başvuruları reddediyor, kaynak sağlamıyor. Bütün bunlar gerçekleşirken bir de madalyonun diğer yüzü var, yani iktidar partilerinden yana olan yüzü. Bakın, Hazine ve Maliye Bakanlığı tuvalet için 24 milyon TL harcayabiliyor.

AKP’li Pendik Belediyesinin 1 milyar TL masraflı yeni hizmet binasına onay verebiliyor. Bunda sorun yok. Hani Cumhurbaşkanı diyor ya itibardan tasarruf edilmez. Halkın ihtiyacı olan otobüsten, raylı sistemden, yoldan ve kaldırımdan tasarruf edilir ama Saray’ın itibarından tasarruf edilmez. Diyanet İşleri Başkanlığına 8-10 bakanlık kadar bütçe ayrılmış. Orada asla tasarrufa gitmezler. İletişim Başkanlığı aslında yalan üretme başkanlığı, iktidar lehine algı ve dezenformasyon üreten başkanlık. Onda da tasarruf yok. Belediye muhalif ise akıllarına tasarruf geliyor.

“Kayyımlar kredileri çalıp çırptılar, faturasını da halka ödettiler”

Muhalefet belediyelerinin hizmet için üretim yapmasını engelleyen bu anlayış sadece bu yöntemle ilerlemiyor. Yıllar boyunca kayyımlara her türlü kredi desteğini sağlayan bu kurumlar, söz konusu partimizin belediyeleri olunca bir anda tersine dönüverdiler. Belediye aynı ama yöneten hırsız olunca kredilerin kapıları sonuna kadar açılıyor. Ancak halka hizmet söz konusu olunca ve bunu DEM Parti yapacağı zaman kredilerin kapıları yüzlerimize kapanıyor. Yıllar boyunca kayyımlara sınırsız olarak sundukları kredilerin geri ödemelerini kayyım döneminde talep etmediler. Şimdi belediyeler bizdeyken akıllarına kredi borçları geldi. Bizden tahsil etmeye kalkıyorlar.

Kayyımlar aldıkları kredileri çalıp çırptılar, faturasını da halka ödetiyorlar. Bütün bu hırsızlık ve yolsuzluğun kayıtları Sayıştay raporlarında var, yani belgeli hırsızlık. Sayıştay’da belgelenen hırsızlığa bu iktidar çanak tutmaya devam ediyor. Bu hırsızlığa sınırsız limit sunan İller Bankası, belediyelerimizin halk esaslı projeler için yaptığı kredi başvurularını da cevapsız bırakıyor. Şimdi de SGK borçları üzerinden belediyeleri yeni bir kıskacın içine almaya çalışıyorlar. Tüm bunları AKP’li olmayan belediyeleri hizmet üretemeyen bir konuma sokmak için yapıyorlar. Gerçekten tarihte böylesi derin bir düşmanlığı görmedik.

Bizler yapmak istedikçe, onlar engellemeye çalışacak. Bizler inşa etmek istedikçe, onlar yıkmaya çalışacak. Bizler halkımızla bağ kurmaya çalıştıkça, onlar engellemeye çalışacak. Onlar ne yaparlarsa yapsın, değerli halkımızla bağ kurmaktan vazgeçmedik, vazgeçmeyeceğiz. Kayyım atamalarına rağmen belediyelerde partimizi yeniden yeniden seçmek bunun en önemli kanıtıdır. Bizler dik duruşumuzdan vazgeçmeyeceğiz, halkımız dik duruşundan vazgeçmedi.

Halkımıza layık olan bütün hizmetleri, kent hizmetlerini, kültürel hizmetleri üretmek hepimizin boynunun borcudur. Yerel yönetimler halk için vardır. Kadın özgürlükçü demokratik ekolojik belediyecilik anlayışımızla varız. Bilincimiz, inancımız ve yaratıcılığımızdır bizleri bugüne kadar taşıyan. Halkımıza olan sorumluluk bilincimizdir. Biz bu bilinçle ve bütün yaratıcılığımızı kullanarak hizmet üretmeye devam edeceğiz. Attığımız somut adımlar da var. Bunu bütün Türkiye halklarıyla paylaşmak isteriz.

Kaynak üretmek ve yaratmak konusunda DEM Parti olarak çok ciddi çalışmalar yürütmekteyiz. Yurt dışından kuruluşlarla görüşmek, dünyanın farklı ülkelerindeki belediyelerle kardeş belediyecilik geliştirmek, kültürel dokuyu bu anlamıyla güçlendirmek, yerellerde alternatif kaynaklar yaratmak… Bütün bunlar üzerinde çalışıyoruz. Hizmet üretmek için çaba harcamaya devam edeceğiz. Yerel yönetimlerin Saray’dan yönetilmesini asla kabul etmiyoruz.

Demokrasinin asgari ölçütü, yerelde ve yerinden yönetimdir; güçlendirilmiş yerel yönetimlerdir. Varsa bir anayasa planları, varsa atılacak bir adım, üzerinde düşünülmesi gereken en önemli konu yerel yönetimleri güçlendirmek olmalıdır. Demokrasinin asgari koşulu da budur. Bizler yerel demokrasiye inananlar olarak tüm çözüm önerilerimizi, düşüncelerimizi, planlarımızı ve programlarımızı bu çerçevede hayata geçireceğiz. Kendimizi de kentimizi de yönetmek için, dün olduğu gibi bugün de Edip Solmazlardan aldığımız gelenekle çalışmalarımızı sürdüreceğiz.

“Asgari ücretin yüzde 30 artırılmasını kabul etmiyoruz”

Dün akşam apar topar asgari ücret belirlendi. Asgari ücreti belirleyecek olan birim defalarca toplantı yaptı ama dün apar topar toplanıp asgari ücreti belirlediler. Formalite icabı gerçekleştirdiler bu toplantıları. Hepimiz biliyoruz bunu. Dün asgari ücreti de işçi temsilcilerinin olmadığı bir masada belirlediler. Sonuç 22 bin 104 TL. İnsanların gece gündüz açlık çektiği böylesi bir dönemde, asgari ücretin ikinci kez artırılması gerekiyordu ama artırılmadı. Bir yıllık beklentinin sonucu ne yazık ki bu rakam. Yüzde 30 gerçekleştirildi. Yeni yılda vergi, harç ve cezalar yüzde 43.93 arttı ama asgari ücret yüzde 30 artırıldı. TÜİK’in Saray’da belirlediği enflasyon rakamı şu an yüzde 45.

ENAG’ın rakamı ise bunun 2 katı. Hayat pahalılığının arttığı bir dönemde asgari ücret yüzde 30 artırılıyor. Bu, insafsızlığın daniskasıdır, adaletsizliğin daniskasıdır. İktidarın yurttaşlarına, açlık ve yoksulluk sınırındaki 50 milyon yurttaşına verdiği cezadır. Asgari ücretliye sen öl yaşama demektir. 2025 Bütçesi de son derece sermaye yanlısı, işçi ve emekçi görmeyen bir bütçeydi. Bütçe görüşmeleri yeni tamamlandı. Hemen peşi sıra asgari ücrete yüzde 30 artış yapılmasını kabul etmiyoruz. Bu, açlığın ve sefaletin ücretidir. Bunu kabul etmemiz asla mümkün değildir.

“Türkiye’deki mevcut iktidar ne yapmaya çalışıyor?”

Dün grup toplantımızda Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan oldukça detaylı bir değerlendirme yaptı. Buradan kısaca birkaç konuya değineceğim. Üçüncü Dünya Savaşının arifesinden geçiyoruz. Çok yoğun bir kaos var. Geçtiğimiz birkaç gün içinde Esad yönetiminin devrildiğini ve yerine HTŞ’nin geçtiğini biliyoruz. Rojava’da, Kuzey ve Doğu Suriye’de, bugüne kadar başta IŞİD olmak üzere selefi, kadın düşmanı, halk düşmanı anlayışlara, farklı inançlara düşman olan anlayışlara karşı en güçlü mücadeleyi Kürt halkı yürüttü. Kobanî bunun en önemli sembolüydü. Kobanî IŞİD’in yenilebileceğini bütün dünyaya gösteren çok ama çok önemli bir semboldü.

Şimdi Suriye’deki bu gelişmeler ışığında Türkiye’deki mevcut iktidar ne yapmaya çalışıyor? Rojava’nın kazanımların yok saymaya, Rojava’nın kazanımlarını yok etmeye çalışıyor. Bununla ilgili sahada askeri faaliyetin yanı sıra diplomasi faaliyet de yürütmeye çalışıyorlar. Çağrımızı her fırsatta yeniledik. Suriye’de yeni dönemde tesis edilmesi gereken rejim demokratik bir Suriye anlayışıyla şekillenmelidir. Oradaki bütün farklıkları; Kürt’ü, Arap’ı, Ermeni’yi, Asuri’yi ve burada sayamadığım halkları ve inançları tanıyan, onların dilini, kültürünü, inancını ve yaşam tarzını tanıyan bir demokratik Suriye’nin inşa edilmesi elzem ve acildir.

Demokratik ve barışçıl bir Suriye inşa edilirse Türkiye o zaman daha çok güvende olur. Bu çağrımızı bir kez daha yapıyoruz. Sakın ola Kürt halkının Rojava’da elde ettiği, fiili olarak yürüttüğü statüsünü elinden almaya kalkmayın! Zaten orada güçlü bir direniş devam ediyor. Türkiye’de de Suruç sınırı başta olmak üzere her yerde nöbet ve eylemlerimiz devam ediyor. Bu demokratik zemindeki eylemlerimiz devam edecek. Bu çalışmaları yürüten bütün arkadaşları selamlıyorum.

Yine yılan hikayesine çevrilen DEM Parti’nin İmralı ile görüşme talebi var. Haftalardır görüşme talebinde bulunmuş durumdayız ama bize henüz verilmiş bir yanıt yok. Buradan bir kez daha çağrımızı yineliyoruz: Türkiye’de barışı inşa etmeye ekmek ve tuz kadar ihtiyacımız var. Ülkenin içinden geçtiği ekonomik kriz ve yoksullukla mücadele etmek için de barışa, Kürt sorununun çözümüne ihtiyacımız var. Türkiye’nin demokratikleşmesi için de onurlu barışa ve demokratik zeminde Kürt sorununun çözümüne ihtiyacımız var. Biz çalışmalarımızı bu konuda daha çok derinleştiriyoruz ve bu çalışmaları yaymak için faaliyetlerimizi sürdürüyoruz.

Bu görüşme üzerinden bir sis perdesi oluşturmayı amaçlayan; bu görüşme üzerinden sadece Kürt halkını değil milyonları beklentiye sokan bir anlayışı kabul etmediğimizin altını çizmek istiyorum. Acilen yapılması gereken şey, İmralı kapılarının açılması, Sayın Öcalan’la görüşmenin sağlanması ve bu görüşmeyle de yetinmeyerek bir barış projesinin nasıl hayata geçirileceğine dair çalışmaların yürütülmesidir. Bakırhan ve heyetlerimizle beraber parlamentoda gruba bulunan ve bulunmayan bütün siyasi partilerle iki temel gündemle görüştük. Birisi Kürt sorununun çözümü diğeri de kayyım atamalarıydı. Bizler her iki konuda da bütün bu partilerle hem fikirdik.

Kimi nüanslar olsa da herkes kayyımın asla olmaması gerektiğinin, kayyımın insanların seçme ve seçilme hakkını elinden alan antidemokratik bir uygulama olduğunun altını çizdi. En güçlü ve en somut mesaj da parlamentoda 10 siyasi partinin kayyım yasasının ortadan kalkması için verdiği kanun teklifidir. Bu çok kıymetli, çok önemlidir. Bu sisteme ve rejime itiraz eden herkesle, görüş ayrımı yapmaksınız görüşmeye devam ediyoruz. Aynı zamanda bizim en büyük ihtiyacımız olan barışın toplumsallaşması için yerellerde bütün demokrasi güçleriyle ve barış yanlılarıyla çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bu çalışmaları daha da büyütmemiz gereken bir dönemden geçiyoruz.

Bir selam getirdim sizlere. Bizler iç diplomasiyi yürütürken, dış diplomasi faaliyetlerimizi de yoğunlaştırdık. Türkiye’de birçok ülkenin büyükelçileriyle buluşmalar gerçekleştirdik. Geçtiğimiz birkaç gün içerisinde Kürdistan Bölgesel Yönetimini ziyaret ettik. Kürdistan Yurtseverler Birliği (YNK) Başkanı Sayın Bafil Talebanî ile görüştük. Ortaya çıkan en temel iki mesaj vardı: Birisi Kürt halkının ulusal birliği.

Bunun için bölgede bulunan bütün Kürt partileriyle ortak bir çalışmanın yürütülmesi konusunda yoğun bir inanç ve motivasyon vardı. Onu sizinle paylaşmak isterim. İkincisi ise bölge barışının tesis edilmesiyle ilgili oldukça güçlü mesajlar vardı. Kürt halkının kazanımlarının korunmasının ve büyütülmesinin öneminin altını çizdik bu görüşmelerde. Sayın Bafil Talebanî orada görüştüğümüz heyetiyle beraber Türkiye’deki Kürt halkına ve Kürt halkıyla bugüne kadar dayanışma içinde bulunan bütün Türkiye halklarına selamlarını iletti. Bu selamı sizlere iletmek bir borçtur benim için.

Sözlerime son verirken de şu mesajı bütün Türkiye ve dünya halklarının ve yetkililerin duyması gerektiğini düşünüyorum. Biz barış dedikçe, onlar İHA-SİHA’larla saldırıyorlar. Nazım Daştan ve Cihan Bilgin katledilen iki gazetecimiz. Onları saygıyla anıyorum. Biz barış dedikçe, gözaltı ve tutuklamaları devam ettiriyorlar. Biz barış dedikçe, hasta mahpuslar hapishanelerde can veriyor. Biz barış dedikçe, Sayın Öcalan’ın üzerindeki tecrit artıyor.

Biz barış dedikçe, Rojava’nın üzerindeki askeri operasyonlar artıyor. Biz barış dedikçe, belediyelerimize kayyım atanıyor. Bunu, pekala tersine çevirmek bizim elimizde. Daha çok örgütlenmek, daha çok çalışmak, daha çok bir arada olmak ve dayanışmayı büyütmek gerekiyor. Savaşa ve şiddete karşı barışı, çatışmalara karşı barışı ve kardeşliği inşa etmekten başka bir seçeneğimiz yok. Hep birlikte ekmek ve barış için mücadele edersek başarabiliriz. Buna olan inancımla hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum. Tekrar hoş geldiniz.”

Paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir