Hatay: Belen Kuş Gözlem Merkezi
Kuş Gözlem Merkezi; Hatay’ın Belen İlçesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Gözlem merkezi, 45 hektarlık alanı kapsamaktadır. Belen, Cumhuriyet Mahallesi, Güriş Rüzgar Enerji türbin sahası ile Halilbey-Çakallı Mahallesi sınırları içerisinde yer alan bölge uzun yıllardır Kuş Gözlem Merkezi olarak kullanılmaktadır.
Belen, denizden 15 km. sonra 740 metreye ulaşan orman ve emdimik bitki örtüsüyle kaplı dağ ve tepeleriyle, süzülen göçmen kuşları ile tanınmıştır. Halep, Ceyhan, Antakya ve Kırıkhan’ın yaylası olarak da ün yapmış olup, bu ününü günümüzde de sürdürmektedir.
Belen Boğazının ve bu boğazdaki yerleşimin tarihi çok eski dönemlere kadar gitmektedir. Yörede yapılan arkeolojik kazılar sonucu bulunan bilgiler bölgenin yalnızca Anadolu’nun güney kapısı olduğunu değil, yolların birleşerek bir ana arter teşkil ettiğini bu ana arterin kuzey ucunun Karadeniz’e kadar açılarak devam ettiğini, güneyde de yine yollar açılarak bir yandan Suriye ve Irak öte yandan Filistin ve Mısır’a kadar uzandığını göstermektedir. Belen’in coğrafi konumunun Amanoslar ile Doğu Torosların kesiştiği bir noktada olması ona bu stratejik önemi kazandırdığı anlaşılmaktadır.
Genel bir algı olarak Belen Boğazının Adana, Tarsus, Maraş ve Gazi antep’i birbirine bağlıdığı düşünülüyordu. Oysa Anadolu tarihi coğrafyası üzerinde yapılan çalışmalar göstermektedir ki, Belen boğazı Anadolu için bundan daha büyük bir önem taşımaktadır. Cografyacı Strabon, kitabının birçok yerinde bölgenin Kuzeye doğru Samsun ve Sinop’a bağlanan kara yolunun kesiştiği bölge olarak göstermektedir.
Göçmen kuşların rotaları karalar üzerinde ve büyük su kütlelerini en dar noktadan geçen güzergahlardan oluşuyor. Doğu Avrupa ve Afrika arasındaki en kısa karasal bağlantı Türkiye üzerinden geçer. Süzülen kuşlar denizi geçmek zorunda oldukları durumlarda Boğaziçi, Çanakkale Boğazı gibi en dar noktaları tercih ederler. Ayrıca yüksek dağları da aşarken Arhavi ve Borçka /Artvin ve Belen/Hatay gibi daha alçak olan geçitleri kullanırlar. İlkbahar göçünde Afrika Rift vadisi uzantısı takip ederek Hatay’a ulaşan süzülen göçmen kuşlar kuzeydoğu ve kuzeybatı yönlerine doğru göçe devam ederek, Boğaziçi’ni geçerek kuzey Trakya’ya ve Balkanlar’a, diğer kol da Artvin üzerinden Kafkaslar’a ve daha kuzeydeki üreme alanlarına ulaşırlar. Sonbahar göçünde de aynı güzergah üzerinden Afrika’ya geri dönerler.
Belen bir taraftan Doğu Akdeniz (İskenderun Körfezi) diğer taraftan Amik Ovası arasında, sahilden hemen içerde sarp bir duvar gibi denize paralel yükselmektedir. Güney Anadolu ile Kuzey Suriye arasında ulaşım bakımından ciddi bir engel teşkil eden Amanos Dağları’nın ekseni Belen’de ortalama 700 metreye kadar alçaldığı için, Anadolu’yu kat ederek Gülek Boğazı’ndan Çukurova’ya inen ve sonra deniz kıyısını izleyerek İskenderun’a kadar gelen yolun, yüksek dağları aşıp Suriye, Mezopotamya ve Hicaz istikametine doğru ilerlemesi mümkün olmaktadır.
Kuş Araştırmaları Derneği tarafından Hatay Belen Geçidi’nde gerçekleştirilen süzülen kuş göçü çalışmasında ilkbahar ve sonbaharda toplam 150.000’den fazla süzülen göçmen kuş kaydı ile türlerin göç rotaları, takvimleri ve göçün mevsimsel ve gün içerisindeki dağılımı ortaya çıkartıldı.” (Bilim ve Teknik Dergisi, Mayıs 2004 Yeni Ufuklar eki)
Türkiye’de kuş göç yolları açısından önemli bir ülkedir. Örneğin Ege Üniversitesi Tabiat Tarihi Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdür Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Sıkı, Türkiye’de kuşların üç büyük göç yolu bulunduğunu ve bu göç yollarından en önemlisinin Orta Avrupa-Balkanlar, İstanbul Boğazı-Anadolu’yu geçerek Doğu Akdeniz’e, oradan da Nil Vadisi’ne ulaşan güzergah olduğunu, ikinci göç yolunun Kafkaslar üzerinden Karadeniz’e, Çoruh Vadisi’ni takip ederek Belen Geçidi (Hatay), Suriye ve Mısır üzerinden Orta Afrika’ya uzan geçiş olduğunu söylemiştir. Prof. Dr. Sıkı, Ukrayna’da kuluçkaya yatan bıldırcınların Karadeniz’i geçerek Anadolu’yu boydan boya geçip Mısır’a ulaşan güzergahında üçüncü yol olduğunu söylemiştir. Her sene dünyada yaklaşık 50 milyar kuş göç etmekte, bunların 5 milyarı Avrupa ile Asya arasında yapılmaktadır.
Belen Geçidi’nden geçen göçmen kuşlar ise ak pelikan 6 bin 203, karaleylek 3 bin 303, leylek 82 bin 887, turna 3 bin, arı şahini, yoz atmaca ve küçük orman kartalı olarak 26 bin 756 kuşun türü saptanmıştır.
Hatay’ın kısa tarihi
Hatay Anadolu’nun en eski yerleşim merkezlerinden biridir. Yöredeki tarihi yaşam bulguları M.Ö. 100.000’lere kadar uzanır. Elde edilen buluntular; bölgenin orta paleolitik, neolotik, kalkolit dönemlerde ve tunç çağında yaygın bir yerleşim yeri olarak kullanıldığını göstermektedir. Amik Ovası´nda; Çatalhöyük, Tel Tainat, Tel Cüdeyde ve Tel Atçana’da ilk Tunç Çağı yerleşmeleri tespit edilmiş ve mimari kalıntılara rastlanmıştır. Kalıntılar; bu yerleşmelerde beylikler biçiminde yaşandığının ipuçlarını vermektedir.
İlk tunç çağından itibaren Amik Ovası’ndaki bu beylikler; sırasıyla Akadların, Yamhad Krallığı´nın, Hititlerin ve Mısırlıların egemenliğine girmiş, Hitit İmparatoru I. Şuppiluliuma döneminde tekrar Hitit egemenliğine girerek, bu durum M.Ö. 13. yüzyıla kadar devam etmiştir.
Hitit İmparatorluğu´nun M.Ö. 1200 yıllarında parçalanmasından sonra Sami-Aramiler tarafından “Hattena” adıyla bir Geç Hitit Krallığı kurulmuştur. Hattena Krallığı M.Ö. 9. yy’da Asurluların daha sonra da Urartuların egemenliğinde kalmıştır.
M.Ö. 6. yüzyılın ortalarından itibaren Hatay yöresi Pers İmparatorluğuna bağlı Kilikya Satraplığı’nın içinde yer almış ve Pers İmparatorluğu’na vergi ödemiştir. M.Ö. 333 yılında Büyük İskender ile Pers İmparatoru III. Dareios’un orduları İssos kenti civarında savaştılar ve Büyük İskender Pers ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattı. Myriandros’un (bugünkü İskenderun) adını değiştirerek Aleksadria adını vermiş ve bölge kısa bir süre Makedon hâkimiyetine girmiştir.
Büyük İskender’in M.Ö. 323 yılında ölümünden sonra komutanlarından Seleucus I. Nicator iktidar mücadelesini kazanarak Seleukoslar dönemini başlatmış ve M.Ö. 300 yılında Seleucia Pieria, ardından Antiacheia (Antakya) kentleri kurulmuştur. M.Ö. 64 yılında Antakya serbest şehir statüsü ile Roma İmparatorluğuna katıldı ve imparatorluğun Suriye Eyaletinin başkenti oldu.
M.S. 1. yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan Hristiyanlık, Kudüs dışında ilk defa Antakya’da yayıldı. Hz. İsa’ya inananlara ilk defa Antakya’da “Hristiyan” adı verildi. M.S. II. yüzyılda Antakya; Roma ve İskenderiye’den sonra 200.000–300.000 nüfusu ile imparatorluğun üçüncü büyük metropoliti durumunda idi. Şehrin başlıca gelir ve zenginlik kaynağı ticaret ve ihracat idi. Şehir; saraylara, köşklere, heykellere, suyollarına, hipodroma, hamamlara ve hatta kanalizasyon sistemine sahipti.
395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye bölündü. Doğu Roma (Bizans) sınırları içinde kalan Antakya 638’de İslam orduları kumandanı Ebu Ubeyde İbn’ül Cerrah tarafından fethedildi. Emeviler döneminde (661-750) Antakya Halep’e bağlandı. Ardından Hatay bölgesi Abbasiler, Tolunoğulları ve İkşitlerin eline geçti.
944 yılında Kuzey Suriye’de Antakya’yı da içine alan Hamdanoğulları Devleti kuruldu. 967-969 yıllarında Hamdanilerle Bizanslılar arasında şiddetli çatışmalar oldu. Sonunda Antakya Bizans kuşatmasına 969 yılına kadar dayanabildi. Antakya Bizans İmparatoru Nikephorus Phokas’ın kumandanlarından Mikhail Burtzes tarafından zaptedildi.
9. ve 10. yüzyıllarda Antakya ve civarına çok sayıda Türk nüfusu gelerek yerleşmeye başladı. Bunda doğudaki Selçuklu varlığının büyük etkisi vardı. Sultan Melikşah döneminde (1072-1092), Kutalmışoğlu Süleyman Bey 1074 yılında önce Halep’i daha sonra Antakya’yı kuşattı. Vali İsaakios Komnenos 20.000 altın karşılığında barış yaparak kuşatmayı kaldırttı. 1084 yılında Antakya Askeri Valisi Philaretes Urfa’ya gidince kötü yönetim ve baskıdan bıkan halk bunu fırsat bilip İznik’te bulunan Süleyman Bey´i kente davet etti. Bunun üzerine Kuzey Suriye’ye bir sefer düzenleyen Kutalmışoğlu Süleyman Bey 12 Aralık 1084’te Antakya’ya girdi.
Süleyman Bey, Filistin Selçuklu hükümdarı Sultan Melikşah’ın kardeşi Dımışk Meliki Sultan Tutuş arasında Halep yakınında yapılan savaşı kaybetti ve öldü. Antakya Selçuklu Meliki Sultan Tutuş’un hâkimiyetine girdi. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah Kuzey Suriye’de çıkan hâkimiyet kavgasını çözmek için 1086 yılında önce Halep, oradan Antakya’ya geldi. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah, Tutuş’u sadece Dımışk (Şam) Meliki olarak bırakıp, Antakya’ya Yağısıyan’ı Vali tayin ederek Antakya’yı doğrudan doğruya imparatorluğa bağladı.
1097 yılında Anadolu’dan Çukurova’ya gelerek İskenderun’u alan Haçlı orduları 21 Ekim 1097’de Antakya’yı kuşattı. Uzun süren bir kuşatma sonunda 1098’de Antakya Haçlılar tarafından zapt edildi. 1. ve 2. Haçlı seferleri sırasında Suriye Bizanslıların elinden çıktı, bölgeyi mahalli Müslüman Beyliklerle Latinler paylaştı. Antakya’da Kudüs’e bağlı olan Dükalık (Antakya Prensliği veya Antakya Kontluğu) kuruldu. 1268 yılında yöreye gelen Baybars komutasındaki Memluk ordusu Antakya’yı kuşattı ve 18 Mayıs 1268 günü yapılan hücumla şehre girildi.
Memlukluların 1268’de gelişleri ile 171 yıl süren Antakya Haçlı Prensliği sona erdi. Baybars’ın hükümdarlığı zamanında bölgede Türkmenlerin göç ve yerleşimleri yoğun olarak gerçekleşti. 14. ve 15. yüzyıllarda Halep, Antep ve Antakya bölgesine göç eden Türkmen boylarının başında Avşarlar ve Bayatlar geliyordu. Kuzey Suriye Avşarlarından olan Gündüzoğulları Amik Ovası´nda, Köpekoğulları Antep’te ve Özeroğulları Dörtyol çevresinde yaşamaktaydı.
Osmanlı toprakları genişleyip Memluk sınırlarına ulaşınca iki devlet arasında savaşlarda başladı. Ard arda yapılan savaşlar sonunda Memluk ordusu, Osmanlı ordusunu Çukurova’dan çekmek zorunda bıraktı ve 1490 yılında barış antlaşması yapıldı.
Antakya ve çevresi 1516 yılında Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında Osmanlı hâkimiyetine girdi. Osmanlı yönetiminde Antakya Halep eyaletine bağlı bir sancak ve bu sancağın merkezi idi. Sancak beyi tarafından yönetiliyor idi. Zaman içinde yapılan düzenleme ile Antakya kaza statüsüne getirilerek, Şam Beylerbeyliğine bağlı olarak yönetildi.
Kanuni Sultan Süleyman Tebriz seferi dönüşü Aralık 1535’te Antakya-İskenderun üzerinden Adana’ya geçmiş; daha sonraki yıllarda 1548-1549 kışını geçirdiği Halep’te iken yaptığı gezilerin birinde Antakya’ya tekrar uğramıştır. Kanuni Sultan Süleyman´ın buyruğuyla Belen’de cami, han, hamam ve imaret yapıldı. Belen´ e 250 nefer derbentçi yerleştirdi. Daha sonraki yıllarda bölgeye 65 hane daha yerleştirilerek köy haline getirildi. Payas’ta eski kale yeniden yapıldı.
Yine Payas’ta Sokullu Mehmet Paşa tarafından 1568 yılında yapımına başlanan cami, han, hamam, imaret 1574 yılında tamamlandı. Ayrıca yapılan iskele ve tersaneyi korumak için 1577 yılında limanın üst tarafına bir kale (Cin Kulesi) inşa edildi. Derbentçi olarak buraya 541 aile yerleştirildi. 1832’de Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa´nın oğlu İbrahim Paşa Suriye’yi fethederek Osmanlı ordusu ile 28 Temmuz 1832 günü Belen Boğazında (Belen Geçidi) yaptığı savaşı kazanarak, Adana’ya doğru ilerledi. 1839’da Osmanlılar bölgeyi Halep’e kadar geri aldılar.
Tanzimat’ın ilanıyla Antakya ve çevresinde idari yapılanmada yeni düzenlemeler gerçekleştirildi. Antakya Sancağında Kaymakamlık ihdas edilerek çevresiyle birlikte (Şeyhülhadid, Kuseyr, Karamurt, Süveydiye, Altunözü, Cebel-i Akra- namı diğer Ordu) Halep eyaletine, Payas kazası, Uzeyr ve Belen sancakları çevresiyle birlikte (Bakras nahiyesi, İskenderun, Nahiye-i Arsuz) Adana eyaletine bağlandı.
1. Dünya Savaşı´ndan sonra Fransızlar tarafından işgal edilen bölge, 18 yıl Fransızların egemenliğinde kalmıştır. Yayladağı, 1938’de kurulan Hatay Devleti sınırları içine kaldı. Hatay Devleti´nin de 7 Temmuz 1939’da Anavatana katılmasıyla, Türkiye sınırlarına dâhil oldu. Aynı yıl Hatay iline bağlı ilçe konumuna getirilmiştir.