“Maddeci”likten Kaçış

Teorik ve politik bağlamlarda farklı anlamlar taşıyabilen “maddecilikten kaçış” kavramı, genel olarak, ekonomik altyapının belirleyiciliğinden uzaklaşarak ideolojik, kültürel veya manevi unsurlara aşırı vurgu yapmayı ifade eder.
Kurtuluş Aladağ / Felsefi bağlamda, maddecilik, evrenin ve toplumsal gerçekliğin maddi temeller üzerine inşa edildiğini ve bilincin, ruhun ya da manevi unsurların maddi süreçlerin bir ürünü olduğunu savunur. Buna karşılık, idealizm, bilincin ya da düşüncenin maddi gerçeklikten bağımsız ya da ondan üstün olduğunu öne sürer.
“Maddecilikten kaçış”, bu bağlamda, materyalist açıklamaları reddederek idealist veya dualist (madde ve ruhu ayrı kabul eden) yaklaşımlara yönelmeyi ifade eder.
Marksist felsefede, tarihsel materyalizm, toplumsal değişimi ekonomik üretim ilişkileri ve sınıf mücadeleleri üzerinden açıklar. Ancak bazı düşünürler, bu açıklamayı “mekanik” ya da “indirgemeci” bularak, kültürel, dini veya manevi unsurları daha fazla merkeze alan yaklaşımlara yönelmişlerdir. Bu tür yönelimler, “maddecilikten kaçış” olarak değerlendirilebilir.
20. yüzyılda, bazı Marksist düşünürler (örneğin, Antonio Gramsci), kültürel hegemonya gibi kavramlarla maddi temellerin ötesine geçerek ideolojik ve kültürel unsurlara daha fazla ağırlık vermişlerdir. Bu, “maddecilikten kaçış” olarak yorumlanmıştır, ancak Gramsci’nin kendisi bu yaklaşımı materyalist bir çerçevede temellendirmiştir.
Marksist teoride, “maddecilikten kaçış” kavramı, tarihsel materyalizmin temel ilkelerinden sapma olarak değerlendirilebilir. Marksizm, toplumsal gerçekliği anlamak için ekonomik altyapının (üretim ilişkileri, üretim araçları) belirleyici olduğunu ve üstyapının (kültür, hukuk, din, ideoloji) bu altyapı tarafından şekillendirildiğini savunur.
Bazı Marksist düşünürler veya Marksizm’den etkilenen akımlar, bu altyapı – üstyapı ilişkisini katı bir şekilde yorumlamayı reddederek, üstyapının daha özerk bir rol oynadığını öne sürmüşlerdir. Bu, “maddecilikten kaçış” olarak yorumlanabilir.
Frankfurt Okulu gibi Marksist akımlar, klasik Marksizmin ekonomik determinizmini eleştirerek kültürel ve ideolojik unsurlara daha fazla vurgu yapmışlardır. Bu, geleneksel Marksistler tarafından “maddecilikten kaçış” olarak görülmüştür.
Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe gibi post-Marksist düşünürler ise, Marksizmin sınıf merkezli analizini reddederek, kimlik, söylem ve kültürel hegemonya gibi konuları merkeze almışlardır. Bu tür yaklaşımlar, klasik Marksist perspektiften bakıldığında, “maddecilikten kaçış”ın örnekleri olarak değerlendirilebilir.
Toplumsal ve politik düzeyde, “maddecilikten kaçış”, ekonomik ve sınıfsal temelli analizlerden uzaklaşarak, kimlik, kültür, din veya etnisite gibi unsurları merkeze alan yaklaşımları ifade eder.
Örneğin, 20. yüzyılın ikinci yarısında, sınıf mücadelesine dayalı politik hareketlerin yerini kimlik (feminizm, etnik hareketler, çevrecilik vb.) politikalarına bıraktığını görürüz. Bu dönüşümler, bazı Marksist teorisyenler tarafından, maddi gerçeklikten uzaklaşma ve idealist bir çerçeveye kayma olarak eleştirilmiştir.
Ulusal kurtuluş hareketleri gibi hareketler ise, sınıf mücadelesini ikinci plana atarak ulusal kimlik veya kültürel değerler üzerine yoğunlaşmıştır. Bu durum, Marksist perspektiften bakıldığında, “maddecilikten kaçış” olarak değerlendirilebilir.