Coşkun Yerli Kimdir? Hayatı, Eserleri
5 Ağustos 1950 yılında Hatice Hanım ile Mehmet Yerli’nin oğlu olarak İstanbul’da dünyaya gelen Coşkun Yerli, 15 Temmuz 2007 tarihinde kanser tedavisi gördüğü sırada vefat etti. 1966 yılında İstanbul Deniz Astsubay Ortaokulunu tamamladı.
Haber Merkezi / 1973 yılında Ankara Atatürk Lisesini bitirdi. 1978 yılında Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dilbilim Bölümünden mezun oldu. 1967 ve 1982 yılları arasında Deniz Kuvvetleri’nde elektronik astsubayı ve elektronik subayı olarak görev yaptı. 1992 yılından sonra özel sektörde çalıştı.
Yazıları, şiirleri ve çevirileri Yeni Biçem, Dönemeç, Şiir-lik, Kitap-lık, Ludingirra, Varlık, Göçebe ve Gösteri gibi dergilerde yayımlandı. Japon, İrlandalı ve İngiliz şairlerden çevirdiği şiirler Cumhuriyet Kitap’ın “Şiir Atlası” bölümünde yayımlandı. Jerome David Salinger, Matsuo Başo, Eavan Boland, Roger McGough, Henry Reed, Kobayashi Issa, James Lovett, Sidney Wade, Richard McKane gibi yazar ve şairlerden roman, öykü, şiir ve anlatı türlerinde eserler çevirdi. J. D. Salinger’ın çevirmeni olarak tanındı.
İlk şiir kitabı 1998 yılında Yağmurun Direnişi adıyla basıldı. Bu kitap aynı yıl Arkadaş Z. Özger Şiir Yarışması’nda Jüri Özel Ödülü’ne layık görüldü. Yerli bu kitabında daha önce dergilerde yayımlanan şiirlerini topladı. Geleneksel bir Japon şiir türü olan, aynı zamanda en kısa şiir diye bilinen haiku ve soneden de faydalandı. Şiirlerinde rahat bir söyleyiş görülmektedir. Yerli son kitabı olan Yokluk adlı anlatı türündeki eserinde şiirle öyküyü, anıyla anlatıyı birbirine karıştırmıştır.
“Meğer”
Gökçe gülümsermiş zaman, sessizliği kuşanırmış
Usanırmış kendisinden, aydınlığa karışırmış
Balkır imiş yıldızlardan, ışır imiş güneş ile
İner işler imiş töze, ısıtırmış yeryüzünü
Boşalırmış bulutlardan, yığılırmış ırmaklara
Çağlar imiş çavlan gibi, kavuşurmuş denizlere
Siner imiş yeşilliğe, gönenirmiş göverdikçe
Yayılırmış yaylalara, yükselirmiş yücelere
Filiz kırarmış bağlarda, kervan kırarmış yollarda
Yarışırmış kısraklarla, yağız aygır suretinde
Şi’r olurmuş gören göze, akan söze dizilirmiş
Döner imiş erenlerle; sırtında sevgi hırkası
Ben olurmuş tutuşurmuş, bu yangının ortasında
Kaynar kan imiş damarda, göyner kor imiş yürekte
Can olurmuş tutulurmuş, gömlekler içinde apak
Çıkar imiş boynu kuğu, meydanda darağacına
Ten olurmuş gömülürmüş, çırpınırmış uçmak için
Deprenemezmiş göç ede, börtü böceğe pay imiş
Tin olurmuş soyunurmuş, yitirirmiş dünü günü
Dağılırmış birikenler, saçılırmış bir iken bir
Gökçe gülümsermiş zaman, acıları yasar imiş
Tüketirmiş varlığını, karanlığa karışırmış.
“Ukde”
Tam köşede şişlenseydim, boşansaydı elim kolum,
donakalıp şaşırsaydım, sustalı sertçe dönünce-
öylece yığılsaydım yere, yayılsaydım yüzüstü.
Saldıran o hayta kimdi, neden kararmıştı dünya,
üşümeyi, bulantıyı, karnımdan sızan kanı
bilebilseydim. Kaldırsalardı beni, taşısalardı,
siren çalsaydı durmadan, sallansaydım iki yana:
Melek gelir, bastırırdı buzdan maskeyi yüzüme.
61 İmpala’mda kızlar olsaydı Çin Pavyon’dan,
bir yaz geçseydi Hayyam’da, Ayhan Işık bıyığımla.
Baksaydım önümdeki parlak parke taşlarına,
dalmadan önce derinliğe. Beyaz firenk gömleğim
delinmeseydi; kurumasaydı ah, üstümde kanım!
Bakkal, manav, yorgancı, şen kasap, cici berber -ah, hepsi-
“Yazık oldu aslan gibi delikanlıya, yoksuldu,”
derlerdi kırkım çıkınca, mevlidim okununca.